2 Aralık 2019 Pazartesi

İNSAN HAKLARININ SINIFLANDIRILMASI,

İNSAN HAKLARININ SINIFLANDIRILMASI, 



    İnsan haklarının devamlı gelişim içerisinde olması ister istemez değişik 
sınıflandırmalar yapılmasına sebep olmuştur. İnsan haklarını sınıflandırma çabaları insan hakları tarihi ile benzerlik taşımaktadır. İnsan haklarının sınıflandırması denildiğinde akla ilk gelen George Jellinek’tir. Jellinek insan haklarını üç gruba ayırarak tahlil etmiştir: 

1. Negatif statü hakları (Pasif statü hakları, geleneksel hak ve özgürlükler, koruyucu haklar) 
2. Pozitif statü hakları (İsteme hakları) 
3. Aktif statü hakları (Katılma hakları) 

    Negatif statü haklarında devletin bireye müdahâle etmemesi, onu engellememesi veya etki altında tutmaması ön plana çıkmaktadır. Devlet bu hakların tanınmasında bir eylemde bulunma, bir şey yapma yükümlülüğünde değildir. Aksine bireye müdahâle etmemesi gerekmektedir. Birey devlet karşısında devlet tarafından aşılamayacak ve dokunulamayacak 
özel alanı olan haklara sahiptir.16 Birey devlet karşısında adeta ‘Gölge etme, başka ihsan istemem.’ demektedir. 

Pozitif statü haklarında devlet negatif statü haklarında olduğu gibi negatif edim 
borcunda olmayıp; devletin bir edimi yerine getirmesi, vatandaş yararına hak doğrultusunda bir davranışta bulunması gerekmektedir. Devletin eğitim hakkını yerine getirmesi için gerekli imkanları sağlaması, sağlık hakkı için gerekli personel ile araç ve gereç temininde olduğu gibi devletin bu hak grubunda bir edimde bulunması gerekmektedir. 

Aktif statü haklarında devlet bireylerin devlet yönetimine katılmasını sağlamalıdır. 
Bunun için siyasî görüş ve düşüncelerini açıklama, örgütlenme, seçme ve seçilme gibi yollarla bireylerin devlet yönetiminde söz sahibi olmasını sağlayan siyasî hakları, devletin tesis etmesi gerekmektedir. 

İnsan hakları kolaylık sağlamak amacıyla sınıflandırılsa da bu hakları birbirinden ayrı düşünemeyiz. İnsanın tam manasıyla hür olabilmesi için bu hakların hepsine sahip olması gerekir. Pozitif statü haklarının kişiye tanınması sosyal güvenlik hakkını sağlayabilirken kişiyi gerçek anlamda hür kılmaz.17

Bu klasik ayrım dışında insan hakları öznelerine, sınırlandırılmalarına, olağan ve 
olağanüstü rejimlere göre sınıflandırmalara tâbi tutulmaktadır.18 Ancak günümüzde insan hakları genel olarak kuşaklara ayrılarak incelenmektedir. 

A- Birinci Kuşak Haklar 

Orta Çağ Avrupa’sında düzen eşitsizlik üzerine kuruluydu. Aristokrasi diğer sınıflara göre üstün ve hakim konumdaydı. Ticaret ve teknolojinin gelişmesi sanat erbabı bir sınıfı ortaya çıkarmıştır. Sanat erbabı sınıf burjuvazi olarak bilinmektedir. Ticarî ilişkilerin insanlar arası ilişkileri geliştirmesi yeni ticaret alanlarının keşfedilmesini sağlamıştır. Ticaret hayatının gelişmesini feodal düzenin kısıtlaması, aristokrasi ile burjuvazi arasında eşitlik ve özgürlük 
savaşlarının çıkmasına, krallıklarının kurulmasına ve sonrasında ulus devletlerin oluşmasına sebep olmuştur. Burjuvazinin aristokrasiye karşı verdiği bu mücadele Amerikan ve Fransız İnsan Hakları Bildirilerinde yer alan klasik hakların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Burjuva değeri olarak ortaya çıkan klasik hak ve özgürlükler günümüzün anlayışı ile evrenselleşerek birinci kuşak hakları ortaya çıkarmıştır. 

İlk bakışta bu hak grubu Jellinek’in sınıflandırmasındaki negatif statü ve aktif statü haklarına karşılık gelir gibi görünmektedir. Mahiyet itibariyle büyük bir benzerlik olmakla birlikte devletin edimleri burada sadece müdahâle etmeme olarak kalmamaktadır. Örneğin devletin işkence yasağını hayat geçirebilmesi için personeli almada itina göstermesi, personeli denetlemesi, personele eğitim imkanları sağlaması ve mağdurlara güvenceler getirmesi gerekmektedir. 
Bu sebeple Jellinek’in sınıflandırması ile kuşaklara göre ayrımın bire bir 
örtüştüğü söylenemez. 

Birinci kuşak haklar liberal düşünceye dayanmaktadır. Bireyin sınırsızca istediğini yapabilmesi, girişim özgürlüğüne müdahâle edilmemesi esastır. Bu tür haklar, pratikte karşımıza kapitalizmin ünlü sloganı ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.’ olarak çıkmaktadır. Eşitlik, kişi özgürlüğü ve güvenliği, yaşam hakkı, vücut dokunulmazlığı, işkence ve kötü muamele yasağı, ifade özgürlüğü, din özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı, dernek kurma hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, adil yargılanma hakkı, seçme ve seçilme hakkı ve kamu hizmetine girme hakkı birinci kuşak hakların belli başlılarıdır. 
Bu haklar 1982 Anayasasının ikinci kısmının ikinci ve dördüncü bölümlerinde yer 
almaktadır. 

B- İkinci Kuşak Haklar 

Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar olarak bilinen ikinci kuşak haklar, işçi sınıfının mücadelesiyle ortaya çıkmıştır. Liberal iktisadî düşüncede, her arzın kendi talebini yaratması ve üretim ile tüketimde krizlere yer verilmemesi ilkeleri doğrultusunda sorunların ortaya çıkmayacağı öngörülmüştür. Ancak üretim veya tüketimin herhangi bir aşamasında meydana gelen krizler liberal iktisadî düşüncenin tam anlamıyla uygulanabilir olmasını engellemiştir. Ayrıca insanların sadece kâr güdüsü ile hareket etmeleri sonucu işçi sınıfının aşırı derecede 
ezilmesi ve sömürülmesi ikinci kuşak hakların ortaya çıkmasını sağlamıştır. 

Sanayi devrimi ile birlikte köyden kente göç olması, kentlerde bir işçi sınıfının 
oluşması ve kapitalizmin dişlilerine bırakılan işçilerin gününün tamamını fabrikada geçirmesi bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. 1848 İhtilali ve Marksist düşünce bu hakların kabulü için ilk ve önemli adımlar olmuştur. 1848 Fransız Anayasası ikinci kuşak hakların pozitif hukuka geçmesi açısından önemli bir belge niteliğindedir.19

I. Dünya Savaşı sonrası sosyal ve ekonomik haklar savaşın iktisadî zorluklarının da etkisiyle anayasalara girmeye başlamıştır. Yaşanan zorluklar klasik hak ve özgürlüklerin yeterli olmadığını ortaya koymuş ve sonunda haklar listesinin genişlemesini sağlamıştır. Kronolojik olarak önce Meksika Birleşik Devletleri Anayasası, ardından 1919 tarihli Alman Cumhuriyeti (Weimar) Anayasasında sosyal ve ekonomik haklar yer almıştır.20

1929’da yaşanan ekonomik kriz artık liberal ekonomi teorilerinin iflas ettiğinin 
göstergesiydi. Ardından yaşanan II. Dünya Savaşı insanları yaşam şartları açısından aşırı derecede zorlamıştır. Ayrıca II. Dünya Savaşını müteakiben soğuk savaş döneminin başlaması Batılı devletlerin sosyalist akımları önlemek amacıyla sosyal ve ekonomik haklara daha çok önem vermesine sebep olmuştur. Sosyal ve ekonomik hakların artık hemen hemen bütün anayasalarda yer alması II. Dünya Savaşı sonrasında meydana gelmiştir. 

Gerçek bir özgür düzenin kurulabilmesi için insanların klasik haklara sahip olmasının yanında yoksulluk ve sefaletten kurtulması ve insanca bir hayat tarzına ulaşması fikri kabul görmüştür. ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt’in “Bütün İnsanlar İçin Dört Hürriyet” adlı konuşmasında sayılan dört haktan birinin yoksulluktan kurtulma hürriyeti olması bu kuşaktaki hakların önemini açık bir şekilde göstermektedir. 

Eğitim ve öğrenim hakkı, çalışma ve sözleşme özgürlüğü, sendika hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, dinlenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, sağlık ve konut hakkı ikinci kuşak haklardan olup Anayasanın ikinci kısmının üçüncü bölümünde yer almaktadır. 

C- Üçüncü Kuşak Haklar 

Son zamanlarda dayanışma hakları olarak bilinen üçüncü kuşak haklar ortaya 
atılmıştır. Bu haklar gerçekleşmesi devletin sınırlarını aşan bir insanlık dayanışması gerektirmesi sebebiyle dayanışma hakları olarak bilinmektedir. 21 Bu tür hakların insan hakları olup olmadığı tartışılmaya devam etmektedir. 

Bilimsel ve teknik ilerlemelerin faydaları kadar zararlarının ortaya çıkması ve bu 
zararların sadece bir devlet tarafından değil; dünya devletleri tarafından ortadan kaldırılabilecek olması bu haklara kendi özgünlüğünü kazandırmıştır. Nükleer silahların insanlığı tehdit etmesi, dünyanın neresinde olursa olsun meydan gelen bir çevre felâketinin bağımsız nitelikte olmaması, dayanışma hakları için herkesin ortak çabasının gerekliliğini ortaya koymuştur.22

Dayanışma haklarının niteliği insan hakkı olarak kabul edilmesini zorlaştırmaktadır. İnsan haklarının öznesi insanken dayanışma haklarında öznenin insan olup olmadığı yönündeki eleştiriler bu hak grubunda sıkıntılara neden olmaktadır. Kollektif varlıklar, insan olmadığından irade sahibi olmayıp ve dolayısıyla ahlâkîlik ve rasyonellik vasıflarına haiz değillerdir. Bu sebeple insan hakları ile kollektif hakları bir görmek tutarsızlık olur.23 

Ayrıca üçüncü kuşak hakların amaçlarının büyük ve belirsiz olmasının resmî günahların örtbas edilmeleri için kullanılmalarına elverişli olduğu gerekçesiyle de karşı çıkılmıştır.24

Üçüncü kuşak haklar eleştirilerin yöneltildiği gibi klasik haklardan farklı bir mahiyet arz etmektedir. Ancak kanımca bu durum bu hakların insan hakları olma özelliğini ortadan kaldırmaz. Şöyle ki hakların birbirinden farklı özellikte olabileceğini kabul etmemek insan haklarının önündeki engellerden biridir. Sosyal ve ekonomik haklar da klasik haklardan farklı nitelikler taşımaktadır. Bu durum sosyal hakların insan hakları olma durumunu ortadan kaldırmadığı gibi dayanışma haklarının da farklı özellikler taşıması insan hakkı olma durumunu ortadan kaldırmaz. Her ne kadar ilk bakışta teorik sorunlar var gibi görünse de 
kollektif hakları nihaî olarak insan haklarından ayrı düşünemeyiz. Örneğin meydana gelebilecek bir çevre felâketi artık global bir nitelik arz etmekte olup sadece günümüzü değil, gelecek insanların yaşam hakkını ihlâl eder vaziyettedir. Aksini bir an düşündüğümüzde global bir koruma sağlamayan hatta gelecek insan haklarını ihlâl edecek veya ortadan kaldıracak bir insan hakları anlayışını nasıl kabul edebiliriz? İnsan haklarının devamlı gelişme ve değişme içinde olması gerçeği insan haklarının öznesi kavramına zaman yönünden yeni bir 
boyut kazandırmıştır.25 Subjektif hakta bulunan unsurların bulunmaması sebebiyle bu hakların dışarıda bırakılmasının düşünülemeyeceği ve subjektif hakkın ölçütlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği haklı olarak ileri sürülmüştür.26 Ayrıca dayanışma haklarının soyut talepler olmadığı, öznelerinin, konularının ve muhataplarının büyük ölçüde belirlenebilir olduğu ve bunların kişi, toplum ve devlet ilişkilerinin yeniden tanımlanması bağlamında yorumlanması gerektiği ifade edilmiştir.27

Üçüncü kuşak haklar II. Dünya Savaşı sonrasında iletişim ve teknolojide gelen 
gelişmelerle birlikte özellikle sömürgeden yeni kurtulan üçüncü dünya devletlerinin baskısı sonucu, insan haklarının uluslararasılaşmasına katkı sağlayan haklar olarak ortaya çıkmışlardır. Bu haklardan dördü özgün bir şekilde 1982 yılında “Dayanışma Haklarına İlişkin Uluslararası Üçüncü Pakt Ön Tasarası”nda yer almıştır.28 Bu haklar şunlardır: Barış hakkı, gelişme hakkı, çevre hakkı, insanlığın ortak mal varlığına saygı hakkı. 

Üçüncü kuşak haklardan sadece çevre hakkı 1982 Anayasasının 56. Maddesinde 
düzenlenmiştir. Bu maddedeki düzenlemede çevre hakkı, sağlık hizmetleri ile 
ilişkilendirilerek formüle edilmiştir. Çevre hakkının düzenleme şekli karşılaştır malı anayasa hukuku verilerine bakıldığında, düzenleme üç yönden eksiktir. Düzenlemede devletin ödevleri somut olarak belirtilmemiş, vatandaşlara başvuru imkanı tanınmamış, şekli belirtilmemiş ve yaptırım öngörülmemiştir.29

BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

16 KAPANİ, age., s. 6. 
17 KAPANİ, age., s. 7. 
18 İsmet GİRİTLİ, Hasan Atilla, Günümüzde İnsan Hakları, Der Yayınları, İstanbul, 2002, s. 20. 
19 KAPANİ, age., s. 53. 
20 KAPANİ, age., s. 55. 
21 ERDOĞAN, age., s. 143. 
22 GİRİTLİ, GÜNGÖR, age., s. 26. 
23 ERDOĞAN, age., 144. 
24 DONNELY, age., s. 156. 
25 İbrahim Ö. KABOĞLU, Özgürlükler Hukuku, İmge Kitabevi, 6. Baskı, Ankara, 2002, s. 534; Üçüncü kuşak 
hakların özneleri konusunda bkz. Bülent ALGAN, “Rethinking ‘Third Generation’ Human Rights”, Ankara 
Law Review, Vol. 1, No 1, Summer 2004, s. 136-150. 
26 Silvio MARCUS-HELMOS, “İnsan Haklarında Yeni Gelişmeler”, Uluslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara, 2001, s. 160. 
27 İbrahim Ö. KABOĞLU, “Dayanışma Haklarının Hukuksal Değeri (Soyut Talepler mi, İnsan Hakları mı?)”, İnsan Hakları Yıllığı, TODAİE Yayınları, Ankara, 1992, C. 13, s. 47-8. 
28 KABOĞLU, age., s. 529. 
29 KABOĞLU, age., s. 538. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder