İNSAN HAKLARININ ÜLKEMİZDEKİ TARİHÎ GELİŞİMİ, BÖLÜM 2
1971 yılında TSK parlamento ve hükümetin tutumları yüzünden ülkenin anarşiye sürüklendiği, Anayasanın öngördüğü reformların gerçekleştirilemediği vb. sebeplerle muhtıra yayınlayarak parlamentoyu anayasada değişiklik yapmaya zorlanmıştır. Bu bağlamda 1971 ve 1973 yılında değişiklikler yapılmış, güvenceli hak ve özgürlük sisteminden uzaklaşılarak yürütme kuvveti güçlendirilmiş ve güvenceler sınırlandırılmıştır.
Bu dönemde TSK yönetime doğrudan el koymamakla birlikte TSK destekli hükümetler işbaşına getirilmiştir. Bu sebeple ülke bu dönemde yarı askerî bir rejimle yönetilmiştir.
1488 sayılı kanunla 1971 ve 1699 sayılı kanunla 1973 yıllarında yürütmenin
güçlendirilmesi ve istikrarsızlığın kaldırılması amacıyla önemli değişiklikler yapılmıştır. Anayasanın ilk şeklinde hak ve özgürlük kural, sınırlama istisna iken yapılan değişiklik ile sınırlama kural hâline getirilmiştir.89
11. Maddenin başlığı “Temel hakların özü”ne yapılan değişiklik ile “sınırlaması ve kötüye kullanılamaması” ifadeleri eklenmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin devletin ülkesi ve bölünmez bütünlüğü, kamu yararı, genel ahlâk vb. soyut kavramlarla sınırlanabileceği belirtilerek genel sınırlama sebepleri getirilmiştir. Ayrıca hak ve özgürlüklerin düzenlendiği maddelere yine soyut kavramlar getirilerek sınırlamaların önü açılmıştır. Böylece daha önce sınırlanabilmesi öngörülmemiş özgürlüklerin sınırlanmasının yolu açılmış, kişi güvenliğini zayıflatan düzenlemeler (tutuklama süresinin artırılması) yapılmış ve sıkıyönetim ilanı şartları kolaylaştırılarak olağanüstü yönetime geçiş kolaylaştırılmıştır.90 Ayrıca devlet memurlarının sendika kurma hakkı ortadan kaldırılmış ve tabii yargı yolu yerine kanunî yargı yolu getirilerek olağanüstü mahkemelerin kurulabileceği ima edilmiştir. Anayasada yapılan yargı ile ilgili değişikliklerin tabii yargı ilkesine aykırı olduğu kestirilmiş olmalı ki kanunî yargı yoluna geçilmiştir.91
Temel hak ve özgürlüklerin kontrol edilmesi doğrultusunda yargıda da önemli
değişiklikler yapılmıştır. Sadece yasayla kurulmasının imkansız olması sebebiyle anayasa değişikliğe ile olağanüstü mahkeme niteliği taşıyan DGM’ler kurulmuştur.92
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi kurularak asker kişilerle ilgili eylem ve işlemlerin denetimi Danıştay’ın denetiminden çıkarılmıştır. Sıkıyönetim ilanının kolaylaştırılmasıyla sivillerin sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmasının önü açılmıştır.
Hak ve özgürlükler açısından fevkalâde önemi haiz Anayasa Mahkemesinin çalışma sisteminde de önemli değişiklikler yapılmıştır. Öncelikle TBMM’de temsilcisi bulunan siyasî partiler iptal davası açabilirken yapılan değişiklik ile TBMM’de grubu bulunan siyasî partilerin iptal davası açabileceği belirtilerek iptal davası açma zorlaştırılmıştır. Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden denetleyebileceği belirtilerek esas yönünden denetimin önü kapatılmıştır.
Anayasada yürütmenin güçlendirilmesi ve istikrarsızlığın önlenmesi amacıyla yapılan değişiklikler başarıya ulaşamamıştır. Yaşanan acı deneyim temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ile belirlenen amaçlara varılamayacağını göstermiştir. Anarşi ve huzursuzluk ortamı yapılan düzenlemelere rağmen daha da artarak yeni bir askerî müdahâle ile sonuçlanmıştır. Bu durum şunu göstermektedir: “Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ile bir yere varılamaz. Demokrasinin sorunlarını kendi bünyesi içerisinde çözmesi gerekir. Dış kaynaklı çözüm önerileri (Askerî veya dış müdahâle) samimi amaçlar ile yapılsa bile sonuç itibariyle demokrasi ile bağdaşmamakta olup demokratik yönetimi gerçekleştiremez.” Askerî müdahâlelerin belki tek olumlu tarafı hak ve özgürlüklerin kısıtlanması sebebiyle hak ve özgürlük taleplerinin halk katında kısıtlamaya tepki olarak içselleşmesi sonucu demokratik yönetimin kurulmaya zorlanmasıdır.
Çözüm olacağına inanılan anayasa değişikliklerine rağmen devam eden rejim bunalımı 12 Eylül 1980 tarihinde TSK’nın emir ve komuta zinciri içerisinde yönetime el koyması ile sonuçlanmıştır. Askerî hareketin amacı ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devletin otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işleyişine mâni olan sebepleri ortadan
kaldırmak olarak ifade edilmiştir.
1961 askerî hareketinin amacı hak ve özgürlük ortamının sağlanması iken 1982 askerî hareketinin amacı yürütmenin güçlendirilerek devletin varlığının korunmasıdır. Amaçtaki farklılığın doğal sonucu hak ve özgürlüklerin düzenlenme tarzında ortaya çıkmaktadır.
1961 Anayasasında kişi lehine daha özgür bir düzenleme yapılmışken 1982 Anayasasında prensip olarak hak ve özgürlüklerin sayısında azalma olmamakla birlikte hak ve özgürlük tanımlandıktan hemen sonra nasıl kullanılacağı veya nasıl kullanılamayacağı ve sınırlama sebepleri yer almaktadır.
1982 Anayasasında temel hak ve özgürlükler 1961 Anayasasında olduğu gibi İkinci Kısımda dört bölüm olarak düzenlenmiştir. Birinci Bölümde temel hak ve özgürlüklerle ilgili genel hükümler, İkinci Bölümde kişinin hakları ve ödevleri, Üçüncü Bölümde sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler ve son olarak Dördüncü Bölümde siyasî haklar ve ödevler yer almıştır. Düzenleniş sistematiği bakımından 1961 Anayasasına benzemekte olup çağdaş gelişmelere uymaktadır.
Anayasanın 12. maddesinin birinci fıkrasına göre herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahiptir.
Bu hükümden sonra ikinci fıkrada temel hak ve özgürlüklerin, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva edeceği belirtilerek birinci fıkra hükmü dengelenmeye çalışılmıştır.
Bu şekilde dengeleme formülasyonunun hemen hemen hak ve özgürlüklerin tümünde kullanılması sebebiyle metnin anayasa değil “amayasa” olduğu ironik bir şekilde dile getirilmiştir.
Anayasanın 13. maddesinin ilk şeklinde temel hak ve özgürlüklerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, millî egemenlik, cumhuriyet, millî güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlâk ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceği belirtilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin 1982 Anayasasında sınırlaması ile 1961 Anayasasındaki sınırlaması arasında belirgin farklar bulunmaktadır. 1961 Anayasasının 11. maddesinin birinci fıkrasında temel hak ve özgürlüklerin Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak ancak kanunla sınırlanabileceği
belirtildikten sonra aynı maddenin ikinci fıkrasında kanunun kamu yararı, genel ahlâk, kamu düzeni, sosyal adalet ve millî güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve özgürlüğün özüne dokunulamayacağı belirtilmiştir. 1961 Anayasasının temel ve özgürlükler için genel sınırlama getirip getirmediği doktrinde tartışılmış olup genel sınırlama getirdiği veya getirmediği yönünde görüşler bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesi de bazı kararlarında genel sınırlama sebeplerinin olduğunu kabul ederken, bazı kararlarında da genel sınırlama sebeplerinin olmadığı anlamına gelecek şekilde belli hakların ancak ilgili maddesinde belirtilen sınırlama sebepleri ile sınırlanabileceğini kabul etmiştir.93
1982 Anayasası genel sınırlama sebeplerinin olup olmadığı tartışmasını sona erdirerek genel ve özel sınırlama sebeplerini kabul etmiştir. 13. maddede genel ve özel sınırlamanın olduğu açık bir şekilde kabul edilmiştir. Ayrıca 13. maddenin son fıkrasında herhangi bir tereddüde mahal bırakmamak için olsa gerek maddede belirtilen genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve özgürlüklerin tümü için geçerli olduğu belirtilmiştir. Bu fıkra olmasa bile genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve özgürlüklerin tümü için geçerli olduğu anlaşılmaktadır.
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanabilmesi için Anayasada belirtilen genel ve özel sınırlama sebeplerine uyulması, sınırlamanın demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmaması, öngörüldükleri amaç dışında kullanılmaması ve Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla yapılması gerekir.
1961 Anayasasının sınırlama sistemi ve anlatımı 1982 Anayasasına göre çok farklıdır. Anlatım açısından değerlendirirsek belki nihaî olarak anlam farkı olmasa da 1961 Anayasasında sınırlamanın “ancak” kanunla yapılacağı
belirtilmekte iken 1982 Anayasasında böyle keskin bir ifadeye rastlayamıyoruz.
1982 Anayasası sanki temel hak ve özgürlüklerin sınırlaması için “bahane” aranıyormuşçasına formüle edilmiştir. Bu düzenleme (sınırlamanın aslîliği intibaı) şekli de otoritenin elinin güçlendirilmesini açıkça desteklemektedir.
03.10.2001 tarihli 4709 sayılı yasanın 3. maddesi ile Anayasanın 13. maddesinde önemli değişiklik yapılarak temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması sistemi değiştirilmiştir. Öncelikle genel sınırlama sebebi kaldırılarak sınırlamanın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak yapılacağı benimsenmiştir. Ayrıca 1961 Anayasasında olduğu gibi ifade keskin bir hâle getirilerek sınırlamanın “ancak” kanunla yapılabileceği belirtilmiştir. Ayrıca sınırlamanın Anayasanın sözüne ve ruhuna ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasından başka laik cumhuriyetin gereklerine ve
ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Değişiklik ile genel sınırlama sebepleri kaldırıldığından hak ve özgürlüğün kendi maddesinde de özel sınırlama sebebi yoksa durum ne olacaktır, asla sınırlanamayacak mıdır? Anayasada belirtilen hak arama özgürlüğü (mad. 36), bilim ve sanat özgürlüğü (mad. 27) ile çalışma ve sözleşme özgürlüğü (mad. 48) gibi bazı hak ve özgürlükler için özel sınırlama sebebi öngörülmemiştir. Bu tür hak ve özgürlüklerin kendi nesnel sınırları ve anayasanın bütünlüğü ilkesinden doğan sınırlar dışında ayrı bir
sınırlama nedenine bağlı kılınamayacağı belirtilmiştir.94 Tanör ise bu konuda her hak ve özgürlüğün kendi niteliğinden doğan, onun norm alanını belirleyen nesnel (objektif) ve doğal sınırlarının olduğunu ifade etmiştir.95 Aliefendioğlu ise genel sınırlama sebeplerinin kaldırılmasının daha az sınırlama anlamına gelmediğini, ancak daha iyi düzenleme
Gerçekten de genel sınırlama sebeplerinin kaldırılması sonucu bazı maddelerde [özel hayatın gizliliği (mad. 20), konut dokunulmazlığı (mad. 21), haberleşme özgürlüğü (mad. 22) vb.] kaldırılan millî güvenlik, kamu düzeni vb. gibi soyut genel sınırlama sebeplerine yer verilmesi sadece sistemleştirmede
düzenleme yapıldığını göstermektedir. sayılabileceğini ve genel sınırlama sebeplerinin özel sınırlama sebebi olarak hak ve özgürlüğün düzenlendiği ilgili maddeler serpiştirildiğinden yapılan işin sınırlama sebeplerinin özel maddelere yerleştirmek olduğunu iddia etmiştir.96
Temel hak ve özgürlüklerin genel düzenlenmesi dışında 1982 Anayasası temel hak ve özgürlükleri somut yasaklarla da sınırlandırmaktadır. Somut yasaklar doğrudan uygulanabilecek niteliktedir. Siyasî partilerin ticarî faaliyette bulunamamaları, kamu görevlilerinin siyasî partiye üye olamamaları vb. Somut yasaklardan asıl önemlisi yargı yoluna başvurmanın kapatılmış olduğu alanlardır.
Yüksek Askerî Şûra, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına, cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlere karşı yargı yolu kapatılmıştır. Ayrıca bu somut yasakların en önemlilerinden biri 12 Eylül 1980 Millî Güvenlik Konseyi zamanında çıkarılan kanun ve KHK’lara karşı anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamayacağını düzenleyen “Geçici 15”ti. Uzun bir süre yürürlükte kalan bu hüküm sonunda 3 Ekim 2001 anayasa değişiklikleriyle kaldırılmıştır.
Anayasanın 14. maddesinde “Anayasada yer alan hak ve özgürlüklerden hiçbiri,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve
Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin bir kişi veya zümre tarafından yönetilmesini veya sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde egemenliğini sağlamak veya dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzenin kurmak amacıyla kullanılamayacağı” belirtilmiştir. Maddenin yazım şeklinden bazı korkular üzerine yazıldığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılamayacağına dair bir hüküm olmasa bile hak ve özgürlükler kötüye kullanılamaz. Hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması hukukun koruma alanına girmez. Zaten 1961 Anayasasının ilk şeklinde hak ve
özgürlüklerin kötüye kullanılamayacağı düzenlenmemişti. Bu hüküm emniyet sübabı olarak yasama organı tarafından temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasın da kullanılabilecek
Ayrıca yapılan değişiklik ile Anayasa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 17. maddesine uygun hâle getirilmiştir. niteliktedir.97 Anayasanın bu hükmü 3 Ekim 2001 anayasa değişiklikleri ile daraltılmış ve yeniden düzenlenmiştir. Bu madde hak ve özgürlüğü değil demokratik laik cumhuriyeti korumaktadır. Maddede yapılan önemli bir değişiklik, yasak alanının daraltılması dışında Cumhuriyeti “insan haklarına dayanan” olarak tanımlamasıdır. 98
Anayasanın 15. maddesine göre savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü
hâllerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve özgürlüklerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir ve bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Bu maddede ile hak ve özgürlüklerin durdurulmasının şartları belirlenmiştir. Bunlardan birincisi ölçülülük ilkesi olup “durumun gerektirdiği ölçüde” denilerek ifade edilmiştir. İkincisi ise durdurmanın Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmalara aykırı olamayacağıdır.
Durdurma kısmen veya tamamen de olsa bazı hak ve özgürlüklerin asla durdurulamayacağı belirtilmiştir. Çekirdek alan, sert kabuk olarak ifade edilen sınırlanamayacak hak ve özgürlükler şunlardır: 15. maddenin birinci fıkrasında belirtilen durumlarda savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaması, kimsenin din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaması ve bunlardan dolayı suçlanamaması, suç ve cezaların
geriye yürütülememesi ve suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimsenin suçlu sayılmaması.
Anayasanın İkinci Kısmın İkinci Bölümünde “Kişinin Hakları ve Ödevleri”
düzenlenmiştir. 1961 Anayasasına göre bu bölümde hak ve özgürlükler aleyhine önemli farklılık meydana gelmiştir. 1961 Anayasasına göre kişi dokunulmazlığı ve özgürlüğü kanunun açıkça gösterdiği hâllerde, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça sınırlanamazken 1982 Anayasasında ise mahkemelerce verilen ölüm cezalarının yerine getirilmesi hâli ile meşru müdafaa hâli, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim ve olağanüstü hâllerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında
silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri kişi dokunulmazlığı bağlamında yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına aykırı sayılmamıştır. 17. maddede yer alan “ölüm cezalarının yerine getirilmesi” ibaresi AB müktesebatına uyumun sağlanması amacıyla 7.5.2004 tarihli, 5170 sayılı yasanın üçüncü maddesi ile kaldırılmıştır. 1982 Anayasası 1961 Anayasası gibi klasik hak ve özgürlüklere yer vermekle birlikte kişi dokunulmazlığında önemli değişiklikler getirmiştir.
Din dersinin zorunlu hâle getirilmesi, tutuklama ve yakalamada keyfîliği özendirici hükümlerin konulması ve diğer hak ve özgürlüklere çeşitli adlar altında sınırlama getirilmesi bu çerçevede zikredilebilir. 1961 Anayasasında “Sosyal ve İktisadî Haklar ve Ödevler” arasında sayılan mülkiyet hakkı, mülkiyetin korunmasının özgürlüğü de güvence altına alacağı gerekçesiyle 1982 Anayasasında “Kişinin Hakları ve Ödevleri” bölümünde yer almıştır. Bu şekilde mülkiyet hakkı, toplumsal hak olmaktan çıkarılarak kişisel bir hak hâline
getirilmiştir.99
Sosyal ve ekonomik haklar Anayasada İkinci Kısmın Üçüncü Bölümünde
düzenlenmiş olup bu bölümdeki hak ve özgürlükleri devlet, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. (mad. 65) Bu maddede 3.10.2001 tarihinde yapılan anayasa değişikliği ile “ekonomik istikrarın korunması” ifadesi çıkarılarak yerine “bu görevlerin (ekonomik ve sosyal) amaçlarına uygun öncelikleri” gözetilmesi ifadesi getirilmiştir. Değişiklik ile ekonomik istikrar ölçüt olmaktan çıkarılarak
sınırsız ihtiyaçlar bağlamında hak ve özgürlüklerin sağlanmasının amaçlara uygun öncelik sırasına konularak gerçekleştirileceği öngörülmüştür. Sosyal ve ekonomik haklardan bir kısmı malî yeterliliğe bağlıyken bir kısmı sendika, grev ve lokavt hakkı gibi malî yeterliliğe bağlı değildir. Malî yeterlilik ölçütü sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin tamamı için geçerli olduğu izlenimi verse de hak ve özgürlüğün malî yeterlilikle bağlantısı olup olmadığı belirlenerek ayrım yapılmalıdır. Malî yeterliliğe bağlı olmayan hakları devlet tanımak zorundadır. Sosyal ve ekonomik haklar içerisinde ailenin korunması (mad. 41), eğitim ve
öğretim hakkı ve ödevi (mad. 42), kıyılardan yararlanma (mad. 43), toprak mülkiyeti (mad. 44), tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması (mad. 45), kamulaştırma, özelleştirme ve devletleştirme (mad. 46-7), çalışma ve sözleşme özgürlüğü (mad. 48) çalışma hakkı (mad. 49), dinlenme hakkı (mad. 50), sendika hakkı (mad. 50-1,), toplu iş sözleşmesi hakkı (mad. 53), grev ve lokavt hakkı (mad. 54) ve sosyal güvenlik hakları gibi hak ve özgürlükler düzenlenmiştir. Bu bölümde de yasakçı askerî zihniyetin izleri
görülmektedir. “Eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi” başlıklı 42. maddede eğitim ve öğretimin Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetimi ve denetimi altında yapılacağı ve bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamayacağı belirtilerek 1961 Anayasasının aksine liberal anlayıştan vazgeçilerek devletçi anlayış benimsenmiştir. Ayrıca eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetlerin yürütüleceği belirtilerek eğitim ve öğretimin adeta sosyal yönünün olmadığı ve varsa bile eğitim ve öğretim kurumlarında bu tür sosyal etkinlik, eğlence ve tartışmanın yapılamayacağı ima edilmiştir.
İkinci Kısmın Dördüncü Bölümünde yer alan “Siyasî Haklar ve Ödevler”den Türk
vatandaşlığı maddesi hariç seçme ve seçilme hakları ile siyasî partilere ilişkin hükümlerde önemli değişiklikler yapılmıştır. 1961 Anayasasında seçme yaşı bile yer almamışken 1982 Anayasasında seçme yaşı 21 olarak düzenlenmiştir. 1995 yılında yapılan anayasa değişikliği ile 21 yaş sınırı 18’e indirilmiştir. Halkoylaması ve seçimlerin serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargı denetiminde yapılacağı belirtilmiştir. Seçimlerin 1961 Anayasasında dört yılda bir yapılacağı belirtilmişken 1982 Anayasasında
yönetimde istikrarın sağlanması amacıyla bu süre beş yıla çıkarılmıştır. Ayrıca Meclis istediği taktirde süre dolmadan da seçimlerin yapılmasına karar verebilir. 23.07.1995 tarihinde 97. maddeye eklenen bir fıkra ile seçim kanunlarının temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkeler ile bağdaştıracak şekilde düzenleneceği öngörülmüştür. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi ülke barajını temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkesi uyarınca Anayasaya aykırı
bulmamıştır. Halbuki çoğulcu bir demokrasi anlayışında azınlıkta kalan partilerin de parlamentoda temsil edilmesine müsaade edilmesi gerekirdi. Aksi taktirde büyük bir seçmen topluluğu temsil edilmemiş olmaktadır. Kaldı ki söz konusu barajın uygulanması sonucu yönetimde istikrar sağlanmış değildir. Baraj sistemi sonucu seçmenlerin bir kısmının parlamentoda temsil edilmemesi siyasî hak ve özgürlüklere aykırılık teşkil etmektedir.
Anayasada siyasî partiler siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları olarak görülmüştür. 1961 Anayasasında siyasî partilerin serbestçe faaliyette bulunacağı belirtilmekteyken 1982 Anayasasında Anayasa ve kanun hükümleri çerçevesinde faaliyetlerini sürdüreceği belirtilmiştir. Kamu çalışanlarının siyasî partilere üye olmalarının yasaklanması ve yükseköğretim üyelerinin siyasî partilere üye olmaları kısıtlanması siyasî hak ve özgürlüklerde geriye gidiş niteliğindedir. Devlet siyasî hak ve özgürlüklerde negatif bir tutum takınmamakta olup özgürleştirme anlayışı doğrultusunda siyasî partileri desteklemektedir.
Siyasî partilere devlet tarafından yardım yapılması ve siyasî partilerin kapatılma usulünün farklı olması bu bağlamda değerlendirilebilir.
Siyasî partiler 1924 Anayasası döneminde derneklerden farklı görülmezken 1961 ve 1982 Anayasaları döneminde önemine binaen derneklerden farklı şekilde düzenlenmiştir.
Anayasanın 68. maddesinin 4. fıkrasına göre siyasî partilerin tüzük ve program ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulusal egemenliğe,demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz ve suç işlenmesini teşvik edemez. Bu hükümle siyasî partilerin amaçlarının ne olamayacağı düzenlenmiş olup demokrasinin kendisini yok etmek isteyenlere
müsaade etmemesi açısından militan demokrasi anlayışı benimsenmiştir. Militan demokrasi anlayışının benimsenmesi ile birlikte marjinal görüşlere müsaade edilmemekte ve çoğulcu toplum yapısından uzaklaşılmaktadır.
Çoğulcu demokrasinin kendine karşıt olan görüşlere bile hoşgörülü olması gerekir. Aksi taktirde nasıl insan vücudu belli bir oranda mikrop üretemediği taktirde, mikroplara karşı direnme gücünü kaybederse, demokrasi de marjinal
görüşlere hoşgörülü olmadığı zaman bunlara karşı bağışıklık kazanamaz.100 Ülkemizde de kapatılan partilerin değişik ad altında kurulmaları yasak da olsa tekrar faaliyete geçerek daha büyük oy oranlarına sahip olmaları, hatta iktidara gelmeleri bu tezi doğrulamaktadır.
Siyasî partilerin kapatılması Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanmakta olup temelli olarak kapatılan partiler başka bir ad altında kurulamazlar. 3.10.2001’de yapılan Anayasa değişikliği ile siyasî partilerin kapatılması zorlaştırılmış ve temelli kapatma yerine Anayasa Mahkemesinin siyasî partiyi kısmen veya tamamen hazine yardımından yoksun bırakabileceği öngörülmüş tür.
Yapılan değişiklikler siyasî hak ve özgürlükler açısından olumlu olmakla birlikte barajın devam etmesi ve siyasî partilerin ticarî faaliyette bulunamamaları gibi hükümlerin varlığı siyasî hak ve özgürlükleri kısıtlar niteliktedir.
1982 Anayasası birçok çelişkiyi içinde barındıran bir anayasa olup birey-devlet
ilişkisini devlet için birey mantığı ile düzenlemiştir. Anayasanın her yerinde bir birey-devlet karşıtlığı ve devletin üste çıkma isteğinin düzenleniş şekli ağır bir biçimde hissedilmektedir.
Devlet kutsal addedilerek yüceltilmiştir. Devletin meşruiyet kaynağı halk değil, hikmetinden sual sorulmayan toplum dışında bir alana bağlanmıştır. Devlet tanrı yerine konulmuş, vatandaş ise tanrının günahkar kulları olarak görülmüştür. Devlet kelimesinin 154 kez, vatandaş kelimesinin ise sadece 17 kez Anayasada geçmesi, insan haklarını mihenk noktası olarak almayan birey-devlet ilişkisinin açık göstergesidir.101
1982 Anayasası ihtiyaçları karşılayamaması ve dünya ekonomik düzeninin liberal bir anlayışa zorlaması sonucu önemli değişiklikler geçirmiştir. Anayasa 1987, 1993, 1995, 1999(iki defa), 2001(iki defa), 2002 ve 2004’te olmak üzere dokuz defa değişikliğe uğramıştır. Yapılan Anayasa değişikliklerinde hak ve özgürlükler alanında önemli gelişmeler sağlansa da Anayasanın otoriter zihniyeti devam etmektedir. Birçok defa değişiklik ile yamalı bohçaya dönen Anayasanın bir tarafa bırakılarak yeni bir anayasa yapılması gerekmektedir.
1982 Anayasasını askerlerin yapmış olması ve yapımında halkın iradesinin gerçek manada tebarüz etmemesi yeni bir anayasanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
BU BÖLÜM DİPNOTLARI;
67 Bülent TANÖR, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Gözden Geçirilmiş Üçüncü Baskı, Afa Yayınları, İstanbul, 1996, s. 21.
68 Benjamin BRAUDE, BERNARD Lewis, “Osmanlı Devleti İçerisinde Hristiyanlar ve Yahudiler” (Çev. Halil Erdemir, Hatice Erdemir), http://www.academical.org Erişim Tarihi: 07.10.2004.
69 Mehmet AKAD, Genel Kamu Hukuku, Genişletilmiş İkinci Baskı, Filiz Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 166.
70 KİLİ, GÖZÜBÜYÜK, age., s. 13.
71 KAPANİ, age., 97; İbrahim Ö., KABOĞLU, “Türkiye’de Hukuk Devletinin Gelişimi”, İnsan Hakları Yıllığı, TODAİE Yayınları, C. 12 (1990), s. 149, (Makalede Tanzimat Fermanı’nın hukuk devleti yolundaki
evrimin ilk adımı olduğu ve hukuk devletinin insan hakları devleti olduğu belirtilmiştir. s. 145, 151); Gökçen, ALPKAYA, “Osmanlı Hukuk Reformu ve Kişi Özgürlükleri (1839-1908)”, İnsan Hakları Yıllığı, TODAİE
Yayınları, C. 12 (1990) s. 167, (Makalede Tanzimat Fermanı ile başlayan dönemde son derece yoğun yasalaştırma çalışmasının yürütüldüğü ve 1839-1908 tarihleri arasında çoğu yayınlanmamış yirmi ciltten fazla
Osmanlı mevzuatının olduğu ifade edilmiştir. s. 167).
72 KAPANİ, age., s. 96.
73 KAPANİ, age., s. 103; AKAD, age., s. 172; TANÖR, age., s. 102.
74 MUMCU, KÜZECİ, age., s. 199.
75 MUMCU, KÜZECİ, age., s. 206.
76 AKAD, age., s. 177; KAPANİ, age., s. 104-5; TANÖR, age., s. 135 (Yazar II. Meşrutiyeti saray darbesi değil ulusal ayaklanma olarak kabul edip uzun yılların sivil hareketlilik ve örgütlenme birikimine dayanmakta
olduğunu belirtmektedir.).
77 KAPANİ, age., s. 105.
78 TANÖR, age., s. 146.
79 KAPANİ, age.,s. 107.
80 Bahri SAVCI, “Önsöz Yerine: Bir Eleştiri – Bir Değerlendirme”, Armağan Kanun-i Esasi’nin 100. Yılı, AÜSBF Yayınları No: 423, Ankara, 1978, s. VI-VIII (Abdülhamit’e göre anayasa Osmanlıların gereksinimlerini
karşılamak amacıyla çıkarılmamıştır. Saltanat’ın hükümranlığı yerine kendi despotluklarını koymak için çıkarılmıştır. Yine Abdülhamit’e göre Jön Türk ve Mithat Paşa kavramları, Masonluk ile ve özellikle
Masonluğun İngiliz Locası ile bütünleşmişlerdi. Jön Türk ve Mithat Paşa’nın despotluğu gelirse imparatorluk batar. ); İsmet BOZDAĞ, Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, 13. Baskı, İstanbul, 2002,
s.24-5/42-3, (Abdülhamit Meşrutiyet mücadelesini “Boş bir meşrutiyet hayranlığı” olarak nitelendirerek meşrutiyet hakkında hatıralarında şöyle demektedir: “Solfato, her hastalığa, her bünyeye yaramadığı gibi,
Meşrutiyet yönetiminin de her millete, her ulusal bünyeye yaramayacağını sanırım. O vakit, faydalı olamayacağını sanırdım, şimdi ise, zararlı olduğu kanısındayım. s. 24).
81 Kemal GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2000, s. 49;TANÖR, age., s. 204.
82 Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, C. 1, s. 186.
83 Kemal GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2000,
http://www.idare.gen.tr/1924ay.htm#_ftn35, Erişim Tarihi: 14.10.2004.
84 TANÖR, age., s. 235.
85 TANÖR, age., s. 245-6.
86 Ergun ÖZBUDUN, Türk Anayasa Hukuku, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara, 1995, s. 10.
87 MUMCU, KÜZECİ, age., s. 247.
88 KAPANİ, age., s. 117-118.
89 KAPANİ, age., s. 132.
90 TANÖR, age., s. 317.
91 Bülent TANÖR, “12 Mart Rejimi Anayasa Değişiklikleri”, Armağan Kanun-i Esasi’nin 100. Yılı, AÜSBF Yayınları No:423, Ankara 1978, s. 437.
92 TANÖR, age., s. 318.
93 ÖZBUDUN, age., s. 76.
94 Fazıl SAĞLAM, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Kapsamı, Sınırlanması ve Kötüye Kullanılmaması (Anayasa Madde 13 ve 14)”, TBMM Anayasa Hukuku 1. Uluslararası Sempozyumu, TBMM Başkanlığı
Yayınları No:1, Ankara, 2003, s. 164.
95 Bülent TANÖR, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi”, İnsan Hakları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 48; ÖZBUDUN, age., s. 86.
96 Yılmaz, ALİEFENDİOĞLU, “Türk Anayasası Açısından Temel Hakların ve Özgürlüklerin Kapsamı ve Sınırlandırılması”, TBMM Anayasa Hukuku 1. Uluslararası Sempozyumu, TBMM Başkanlığı Yayınları No:1,
Ankara, 2003, s. 174.
97 TANÖR, “Temel Hak ve Özgürlüklerin Genel Rejimi”, s. 52.
98 ALİEFENDİOĞLU, agm., s. 183.
99 Muzaffer SENCER, “1961 Anayasasından 1982 Anayasasına”, İnsan Hakları Yıllığı, TODAİE Yayınları, C. 5-6 (1983-1984), s. 19.
100 Sami SELÇUK, Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2000, s. 34-4.
101 Fazıl Hüsnü ERDEM, “1982 Anayasasında İnsan Hakları ve Hukuk Devleti: Eleştirel Bir Bakış”, Yeni Türkiye, S. 21 (İnsan Hakları Özel Sayısı), Mayıs-Haziran 1998, s. 631.
***