Ahmet Davutoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Davutoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2021 Pazartesi

MUHAFAZAKAR

MUHAFAZAKÂR

 

Suay Karaman

 

17 Ağustos tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yapılan bir röportaj yayınlanmıştı. Bu röportajı eleştirirken şöyle yazmıştık: “Hepimizin bildiği ve güvenmediği Kılıçdaroğlu, bu röportajda da her zamanki gibi gerçekleri bir yana bırakmış, kelimenin tam anlamıyla saçmalamıştır.”

 

Saçmalamakta sınır tanımayan yeni CHP’nin genel başkanı, böylelikle CHP’yi bitirdiği gibi, ülkemizin de bitirilmesine aracı olmakta, katkı sunmaktadır. 16 Ocak 2021 tarihinde İstanbul Anakent Belediyesi Halkla İlişkiler Koordinatörü tarafından çevrimiçi bir toplantı düzenlendi. Ahmet Hoca Enstitüsü adı altında toplanan muhafazakâr - tutucu isimlerle bir araya gelen CHP genel başkanı, her zaman olduğu gibi yine saçmaladı. Toplantıya katılanlar arasında Yeni Şafak Gazetesi yazarı, AKP kurucusu ve genel başkan yardımcısı, türbana özgürlük bildirisine imza atan akademisyen, HAK-İş Konfederasyonunun eski genel başkan yardımcısı, TESEV için raporlar yazan DEVA Partisi’nin kurucusu, AKP’nin Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon genel müdürü, dindar Kürtleri temsil eden ‘Hakkı Savunanlar Platformu’nun başkanı gibi muhafazakâr kişilerin olması, CHP genel başkanının yönünü göstermektedir.

 

 Toplantıya katılanlara “siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Asıl muhafazakâr olan CHP, çünkü değişime direniyor” diyerek partisini karalayan CHP genel başkanı “değişimin temel felsefesi toplumun her kesimini kucaklamak tır” sözüyle muhafazakâr seçmene göz kırpmaktadır. Kısaca CHP’den korkmanıza gerek yok, sayemde CHP de size benzedi demeye getirmektedir. 


   CHP’nin muhafazakâr bir parti olduğunu söylemek, sürekli değişimi simgeleyen devrimcilik okunu anlamamaktır. Bu söylem CHP’ye yöneltilen en büyük iftiradır. Bir siyasi partiye, o partinin programını, tüzüğünü benimseyen kişiler üye olur, görev alır. Toplumun her kesimini kucaklıyoruz diye CHP’nin kurucusu eşsiz liderimiz Atatürk’e “kefere” diyenleri, aşağılayanları, PKK terör örgütünün avukatı olanları, liberal takımdan Sorosun çocuklarını partiye doldurarak siyaset yapılmaz. Bunun adı sadece proje olarak verilen görevi yerine getirmektir.

 

“Necip Fazıl, CHP parti meclisi üyesiydi” diyerek, muhafazakâr seçmenden oy avcılığına çıkmak, bindiği dalı kesmektir. 1934 yılında Nakşibendîlik tarikatına giren Necip Fazıl, 1940 yılında CHP'den milletvekili olmayı istemiş ancak kabul edilmemiştir. Böyle birisinin CHP parti meclisi üyesi olduğunu söylemek gülünçtür.

 

Sağ ve sol kavramlarına karşı olduğunu bildiren CHP genel başkanı; “21. yüzyılın sorunlarını 18. yüzyıl kavramlarıyla mı çözeceğiz? Nedir sağcılığın, solculuğun kriterleri? Solcular kamu adına çalışır. Sağcılar kamu adına çalışmıyor mu? Solcular fakire yardım eder. Sağcılar fakire yardım etmiyor mu?” demiştir. Solculuk, kamucu bir anlayışla, eğitim, bilim, kültür, sağlık, sosyal güvenlik, tarım, hayvancılık ve sanayide insanları ekonomik ve sosyal özgürlüğe kavuşturmaktır. Yoksulluktan kurtararak üretime dönüştürmektir,  paylaşımda adaletli ve eşit olmaktır.  Sağcılık ise hep sermayeden yana olmuştur ve kapitalizmin yanındadır. Genel başkanı olduğu partinin tüzüğünden bile haberi olmayan birinin sağ ve sol kavramları üzerine konuşması da aymazlıktır. CHP Tüzüğü’nün “Kuruluş ve İlkeler” başlığını taşıyan 1. maddesinin 4. fıkrasında “çağdaş demokratik sol bir siyasal parti” olduğu yazılıdır. CHP Tüzüğü’nün “Genel Başkan” başlığını taşıyan 19. maddesinin 4. fıkrası şöyledir: “Genel Başkan partiyi bağlayıcı demeçler vermeye ve bildiriler yayınlamaya yetkilidir.” Buna göre parti tüzük ve programına ters düşecek açıklamaları tartışma konusu olacaktır. Buna karşın, sol ve sağ kavramlarını geçersiz ve anlamsız bulan açıklamaları sadece kendini bağlar, gerçek CHP’lileri bağlamaz.

 

CHP genel başkanı %3 daha fazla oy alacağını sanarak, yeni muhafazakâr dostlarına mavi boncuk dağıtmaktadır. Ali Babacan’ı “siyasetin yeni yıldızı” ilan eden, Ahmet Davutoğlu için “memlekete yararları, hizmetleri olmuştur” diyen Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP bitirilme aşamasına getirilmiştir. Kemalist, laik, devrimci ve sol değerlere kapalı olan CHP genel başkanının ideolojisi de yoktur, stratejisi de yoktur. Amacı böyle kadroları CHP’den tasfiye edip, partiyi Sorospularla, tarikatçılarla, ırkçılarla, cumhuriyet ve Atatürk ile sorunu olanlarla, ‘yetmez ama evet’çi liberal artıklarla doldurmaktır. Çünkü kendisine verilen görev budur, bu yüzden genel başkanlığa getirilmiştir.

 

Partiye demokrasi getireceğim diyerek, CHP’deki az da olsa demokrasiyi bitiren ve girdiği tüm seçimleri yitiren Sorosçuların TESEV kurucusundan hala beklentisi olanlar var mıdır? “Tıpış tıpış Ekmeleddin” olayı unutulmayacaktır. “Eşit yurttaşlık” diyerek, etnik ve din üzerinden siyaset yapan CHP genel başkanı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesi için çırpınmaktadır. Özellikle AKP iktidarı döneminde “laiklik tehlikededir diyemem, çünkü altını dolduramam”, “yargıda cemaatçi yapılanma var diyemem” gibi gerçek dışı sözleri söyleyen bir genel başkan yok hükmündedir. Yeni seçilen ABD başkanından Türkiye’deki bütün demokrasi hareketlerini desteklemesini isteyen CHP genel başkanı, emperyalist projelerin oyuncağıdır. Birçok ülkede demokrasileri ortadan kaldıran emperyalist güçlerden, ülkemize demokrasi istemek, yüz yıl önceki mandacılığı savunmaktır. Bunun sonu ihanete kadar gider. Atatürk’ün partisi CHP bitirilmeden, güzel ülkemiz yitirilmeden Kemalist güçlerin çıkış yapmasının zamanı gelmiştir. 

 

Azim ve Karar, 25 Ocak 2021.

 https://azimvekarar.net/index.php/2021/01/24/muhafazakar/


***

28 Aralık 2020 Pazartesi

DAVUTOĞLU'NUN BİR AYI DAVUTOĞLU (OUT!) GÜL (İN!) Mİ?

DAVUTOĞLU'NUN BİR AYI DAVUTOĞLU (OUT!) GÜL (İN!) Mİ?




Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN Davutoğlu Başbakan olurken, kendisine iki temel görev tevdi edildi. Bunlardan biri "çözüm süreci" ikincisi ise "paralelle mücadele" idi. Çözüm sürecinin komada olduğunu herkes görüyor. Paralelle mücadelede ise, Erdoğan'ın Başbakanlığının gerisinde kalındığı görülüyor. Örneğin Erdoğan'ın Başbakanlığının son iki ayında "Paralel polislere" üç büyük operasyon yapılırken, Davutoğlu'nun Başbakanlığı döneminde operasyon yapılmayışı bir yana İzmir'de tutuklanan polisler serbest bırakıldılar. Paralelin yargı boyutu olarak görülen "Yargıtay'ın dizayn edilmesinde" başarı elde edemediler. Aynı şekilde, HSYK'da Yargıtay ve Danıştay kontenjanına hükümetin desteklediği adaylar seçilemediler.

12 Ekimde yapılacak HSYK seçimlerinde de "hükümetin listesinin" kazanmaması halinde, Başbakanın kendisine acil olarak gerçekleştirmesi beklenen görevleri yapmamış olacaktır. Bu da, 2015 seçimlerinde AKP'yi yeni bir Başbakan arayışına itecektir. Ekonomideki kırılganlık, ABD/AB ilişkilerindeki gerginlik de dikkate alındığında 2015 seçimlerine Davutoğlu'nun liderliği ile girmenin koşulları azalmıştır.

Tarabya köşküne yerleşerek, "unutturulacak biri olmadığını gösteren" Abdullah Gül'ün AKP'nin başına geçmesi konusunda bir çok işaret vardır.

Örnek mi?

"Bayram vesilesi ile önce CB Erdoğan, sonrasında BB Davutoğlu, ECB Gül'ü ziyaret ettiler. Hem de Tarabya'daki köşkünde (evinde değil). ***

IŞİD'İN KOBANİ SALDIRSI VE TEZKERENİN YENİ DÖNEMİN SİYASETİNE YANSIMALARI

IŞİD'İN KOBANİ SALDIRSI VE TEZKERENİN YENİ DÖNEMİN SİYASETİNE YANSIMALARI



Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 30.09.2014
Türkiye bütün enerjisini, Suriye’deki Kürtleri yedek güç haline getirmek ve onları Esad'la savaştırmak için harcadı. Kürtler bu rolü kabul etmedikçe, Kürtlerin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kurdukları yönetimleri, oldu bitti şeklinde niteleyerek çeşitli zorluklarla baş başa bıraktı onları. Radikal İslamcıların Kürtlerin üzerinde salınması, Türkiye'nin Kürtlere yaşattığı en önemli zorlukların biriydi. Türkiye'nin politikaları ortaya çıkmıştır. Devlet Bakanı Akdoğan çıkmış "Suriye Kürtleri doğal müttefikleriymiş" kim inanır bu yalana. Suriye Kürtlerinin temsilcilerini tanımayacaksın, onları terörist ilan edeceksin sonra da müttefikiz diyeceksiniz buna inanmamızı bekleyeceksiniz. Günlerdir IŞİD, Kobani'ye doğru ilerliyor. Kendi topraklarını Kobani'ye yardım etmek isteyenlere sonuna kadar kapatacaksın, oradaki Kürtleri katillerin eline vereceksin. Kürtler bunu yutmaz artık. Barzani de sizin ne olduğunu anladı artık. Bunların karşısında Türkiye’yi eleştirmek, demokratik eylem yapmak her Kürdün hakkı olduğu halde, bu hakka karşı gazla, gerçek mermi ile müdahale edeceksin, onların yanında eyleme katılan Aysel Tuğluk’u “edepsizlik” yapmakla suçlayacaksın. Aysel Tuğluk’un taşı olayı, onların işledikleri büyük suçların perdelemesi için kullanacaksınız.

Başka bir deyişle, bakanı, başbakanı işledikleri suçlarını kapatmak için kendilerine günah keçisi olarak Aysel Tuğluk'u seçtiler. Aysel Tuğluk'un elindeki taş neredeyse Kürtlere savaş ilanın gerekçesi oldu. Türkiye'yi işgalci konuma düşürebilecek "tampon bölge" uygulanmasına sürülecek "mehmetçik" bir anda "aziz mehmetçik" konumuna getirildi. Türkiye, IŞİD'e karşı olmaktan çok, IŞİD'in yıkmaya çalıştığı Kobani Kantonunu yok etmeye çalışıyor.

Kobani'yi Araplaştırma/Türkleştirmeyi esas alarak Türk topraklarına dahil etme çabası vardır. Böyle yaparak, Türk askerinin Afrin ve Cizire'yi de dağıtması kolaylaşacaktır. Kısacası, Türkiye/IŞİD ittifakı devam ediyor. Rehinelerin serbest bırakılmasından sonra Türkiye IŞİD karşıtı koalisyonda yer alacağını söylemiş olsa da bu söylem ABD'nin beklediği anlamda bir söylem değişikliği değildir. ABD, Rusya ve Suriye'nin karşı koyacağı şartları ileri sürmüştür. ABD'nin gündeminde Suriye'ye yabancı askerden çok Suriyelilerden oluşacak bir kara gücüdür.

Bu gücün büyük oranda Kürtlerden oluşacağı da açıktır. Türkiye, IŞİD'e karşı oluşturulacak bir Kürt gücünün oluşmasını istemiyor. Çünkü oluşturulacak bu güç, ABD ve Batı'nın sağladığı silahlarla kalıcı bir güç haline gelebilir. Türkiye, Batı’nın desteğiyle Kürtlerin anahtar konumuna gelişi, başka bir deyişle Kürtlerin Türkiye’den rol çalma durumuna gelişini önlemek için Suriye’de tampon bölge oluşturma düşüncesi öteden beri vardı. Yerel seçimlerden bir hafta önce Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan, Genel Kurmay 2. Başkanının ses kayıtları Süleyman Şah Türbesinin korunması adı altında Türkiye’nin operasyon hazırlığı içinde olduğunu göstermişti. Son günlerde Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi çevresinde IŞİD yoğunluğu yönündeki haberler bu hazırlıkların boşuna hazırlıklar olmadığını gösteriyor. Kobani saldırısı ile Süleyman Şah Türbesinin etrafının IŞİD tarafından sarıldığı yönündeki haberler birbiriyle bağlantılıdır. Türkiye’nin Kobani-Suruç sınırına askeri yığınak yapıp, Kobani’ye destek vermek isteyen Kuzey Kürdistanlılara müdahale etmiş olması, tezkere öncesi hazırlıkların son aşamaya geldiğini gösteriyor. Konjonktürel durum, ABD’nin Suriye’ye bakış açısındaki farklılıklar ile Türkiye ile Kürt Siyasal Hareketi(KSH) arasındaki “çözüm sürecinin” Rojava nedeniyle tıkanma durumuna gelişi, Türkiye’nin istediği şekilde hareket etmesinin önünde engel olarak duruyor. Türkiye öyle bir duruma gelmiş ki, tezkerenin kabul edilip, Suriye topraklarına Türk askerinin girmesine karar verilse dahi, bundan Türkiye’nin kazançlı olup olmayacağı belirsizdir. IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasında kolaylık sağlayan Türkiye’nin Kobani’yi işgali, Kürtler tarafından IŞİD saldırısının yeni bir versiyonu olarak görülecektir. Bu da devam edip etmeyeceği “Öcalan’ın kararına göre belirlenecek” çözüm sürecini geriye dönülmez bir şekilde yok edecektir.

ABD, Irak'taki Kürtlere silah vermesi ile Rojava'daki Kürtlere silah vermesinde şimdiye kadar farklı davrandığı bilinmektedir. ABD, Rojava'daki Kürtleri, IŞİD karşısında çaresiz bırakarak, Rojava Kürtlerinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)'nin inisiyatifi doğrultusunda hareket etmeye zorladığı konusunda güçlü argümanlar bulunsa da IŞİD saldırısı karşısında KBY Peşmergeleri ile YPG/HPG savaşçılarının birlikte hareket etmeleri ABD’nin farklı davranışını anlamsız hale getirmektedir. Türkiye’yi asıl endişelendiren husus da “Kürtler arasındaki ulusal birliğin” sağlanmış olmasıdır. Dikkat edilecek olursa Türkiye ile PKK arasındaki çözüm sürecinin açmazı da Rojava'dan ileri gelmektedir. Rojava üzerinden çözülecek düğüm çözüm sürecinin kaderini belirleyecektir. Eğer Kobani düşerse, Türkiye'nin kara harekatı, ABD'nin havadan müdahalesiyle kurtarılırsa bu Rojava'daki siyasi aktörlerin yenilgisi anlamına geleceğinden dolayı Rojava'yı KBY'nin yörüngesine daha fazla kaymaya zorlayacaktır. KCK'nin 27 Eylül tarihinde yayınladığı açıklamasında "koalisyon güçlerini uyarması" böyle olması olasılığından dolayıdır. KCK'nin "çatışmasızlık bitti" açıklamasının fiili sonuçları Amed ve Bitlis'teki polise yönelik eylemlerle açıkça ortaya çıksa da son ana kadar hükümet ile HDP arasındaki temasların devam etmesi, KCK'nin "sürecin bittiği" yönündeki açıklamalar karşısında HDP Eş genel başkanı Demirtaş'ın ABD ziyaretini yarıda kesip, Türkiye'ye dönmeye karar vermesi ve Demirtaş'ın "süreç konusunda son kararın Öcalan'a ait olduğunu" söylemiş olması, bir anda dikkatleri, bu hafta sonucu gerçekleşmesi beklenen HDP/Öcalan görüşmesine çevirmiş durumdadır. KBY, IŞİD'in Musul'u alıp, Kürdistan'a yönelmesinden sonra bazı gerilemeler yaşadıysa da özellikle ABD'nin IŞİD'e müdahalesi sonrasında Irak Merkezi yönetimiyle birlikte hareket etmeye başlamış olması, KBY'nin Kerkük'te sağladığı üstünlüğü kalıcı hale getirme imkanı sundu. Irak merkezi hükümeti ile KBY arasında çelişkiler olduğu dönemde, Rojava'daki Kürtlerin Irak'la ilişkileri daha iyiydi. KBY'nin Rojava'ya çıkardığı engeller Irak üzerinden gideriliyordu. Musul'un düşmesi ile birlikte değerlendirildiğinde Rojava'nın Musul üzerinden Irak'la ilişki geliştirmesi imkansız hale geldi. Çünkü Rojava'nın en büyük kantonu Cizire, KBY'ne muhtaç olmadan(Tıl Koçer Kapısı) bazı ihtiyaçlarını giderebiliyordu. O nedenle IŞİD, kolayca Rojava'ya saldıramıyordu. Bu açıdan bakıldığında, ABD ve koalisyon güçlerinin etkin müdahalelerine rağmen, IŞİD'in Şengal'le birlikte Kobani'ye saldırılarını görülmemiş şekilde artırmış olmasında Irak ve KBY'nin Rojava'dan desteğini tam olarak çektiğini göstermektedir.
KSH'ne yol gösterenlerin en önemli argümanlarından biri en eski ve köklü Kürt hareketini temsil eden PDK (Kürdistan Demokrat Partisi)'nin, genel Kürt siyasetine ağabeylik yapabileceği konusundaki beklentilerdir. Bu beklentilerin en önemli nedeni, PDK'nin Irak Kürdistan Yönetimindeki etkinliği ve aktifliğinden ileri gelmektedir. Özellikle, ABD'nin Irak'a müdahalesinde PDK'nin diğer Kürt partileriyle ilişkisi, diğer Kürt partilerinin PDK ile ilişkili olmasının ABD'yle ilişkinin dolaylı yolu olarak görülmüş olmasıdır. Gerçeğin bunun böyle olmadığıdır. PDK ve onunla birlikte hareket eden diğer Kürt partileri, ABD'den çok, komşuları Türkiye ve İran'la ilişkileri hep ön plandaydı. PDK daha çok Türkiye ile ilişkili iken, YNK daha çok İran'la ilişkili oldu. İlişkili olan her iki devlette de "Kürt meselesi" olduğundan dolayı, Irak Kürt partilerini sürekli olarak kendi dışındaki Kürtlerin sorunlarıyla ilgilenmemeyi beraberinde getirmiştir.

Bu da bu partilerin Irak Kürdistanı dışında örgütlenmesini zora sokmuştur.

Bu partilerin Suriye Kürtleri arasında ilk örgütlemeyi sağlayan partiler olduğunu da belirtmek gerekir. Suriye'de daha sonra PKK'nin etkin olmasıyla birlikte gerek PDK gerekse YNK'nin örgütlenmesi gerilemiştir. Bunun en önemli nedeni, PDK'nin PKK yerine, Türkiye ile ilişkilerini ön plana almasıydı. Nitekim, Türkiye PDK üzerinden Suriye'deki Kürt muhalefetinin, Suriye Ulusal Koalisyonun bir alt bileşeni yapmaya çaba göstermiştir. Suriye Kürt muhalefeti özellikle PYD, bundan uzak durdukça, PYD'ye Türkiye ve PDK'nin suçlaması "Esad'la işbirliği yapıyor, Esad'a kurşun sıkmıyor" şeklinde paralellik göstermiştir. Türkiye ile PDK'nin ilişkileri o kadar yoğunlaşmış ki, yedikleri içtikleri ayrı gitmemeye başlarken, IŞİD'in Irak Kürdistan'ına saldırmaya başlaması bu ilişkileri bir anda tuzla buz etmiştir. Deyim yerindeyse Kürtler için 21. Yüzyıl 2014'ün yazında başlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği, Kürtlerin Küresel güçlerle aracısız ilişkinin yolunu açmıştır. Bu yol, içinde avantajları olduğu kadarıyla dezavantajları da taşımaktadır. Nasıl ki, Küresel güç Irak Kürdistan’ındaki Kürt örgütleri bir araya geldiyse, aynı şekilde Ortadoğu'da aktör olacak Kürtlerin Kürdistan'ın bütünlüğünde bir araya gelmeleri zorunludur. Parti, örgüt, aşiret çıkarları bir tarafa bırakılmalı, ulusal birlik temel alınmalıdır. Ulusal birlik, askeri gücü, kendi kararlaştırmasını esas almalıdır. Öyle bir siyasal birlik olmalıdır ki, Batı'dan gelecek ekonomik ve askeri desteklerin nereye gideceği konusunda Batılı güçlerin kafasında soru işaretleri bırakmamalıdır. Kürtlerin temel istemi olmasa Kürtlerin ABD ile birlikte hareket etmek zorunda kalışları karşısında buna bölgesel güçlerin göstereceği tepki/tavır yeni dönemin dezavantajlı yönüdür. Bu dezavantaj aynı zamanda Kürtlerin birlikte hareket etmesinin pozitif enerjisi olacaktır. Bu çerçevede Kürt örgüt, parti ve liderlikleri ayakta kalacak, bu dönemin gereklerini okuyamayanlar "tarihin çöp tenekesinde" yerini alacaktır.

Afganistan ve Irak'ta görüldüğü gibi ne ABD'nin havadan müdahalesi ne de fiili işgalin sonuç almaya yeterli olmadığını göstermiştir.
Bunun başarılı olması için, yerel askeri gücün desteği zorunludur.
Zaten, İngiltere öncülüğündeki sömürgecilik politikasının iflası ve İngiltere'nin paldır palas sömürgelerden çıkışı bu nedeneydi. ABD'nin tarih sahnesine çıkışı da İngiltere'nin bu mirası üzerinden devam etmiştir. Gelişmelerin uzağında durup da Kürt Siyasal Hareketine akıl vermeye kalkışan bazı kesimler, Kürtlerin geleceğinin ABD'nin ipotekliğini kabul etmeleriyle mümkün olacağını söylüyorlar. Özellikle, KSH'nin Rojava'daki özgün direnişini görmeden, onların ABD'ye yalvardıklarını söylüyorlar. Bütünsel olarak bakıldığında, bölgesel bazı güçleri yanına alan IŞİD'in Kürtlere saldırısı karşısında, IŞİD'i düşman olarak gören ABD'nin IŞİD'e müdahale etmesini istemek kadar normal bir durum olamaz. ABD'nin de "Ortadoğu'daki Stratejisini" ayakta tutması için yerel güçlerin desteğini de almak durumundadır. Rojavalı Kürtler, her şeyden önce Kendi topraklarını koruyorlar, bunun için savaşıyorlar. Bu aynı zamanda ABD lehine bir durumdur. IŞİD ve benzeri örgütler, Kürtlerin bu savunma savaşı gerçeğini örtbas ederek Kürtleri ABD ve Batı'nın askeri gibi göstermektedir. Bu şekilde, Kürtlerle Arapları karşı karşıya getiriyorlar. Kürtlerle savaşın ABD ile savaş olduğunu söylüyorlar.

Bu da Kürtleri daha da yalnızlaştırmaktadır. Bu durumda, Kürtlerin katliamının olmaması için, ABD'den Kobani'deki IŞİD mevzilerine havadan müdahale etmesini istemek kadar normal bir şey olamaz. Aynı şekilde Kürtlerin direnişi olmadan da IŞİD'e gerçek anlamda zarar verilmeyeceğini ABD bilmiyor mu? Burada önemli olan nokta, IŞİD'e karşı ne sadece Kürtlerin direnişinin ne de ABD'nin havadan müdahalesi tek başına sonuç alıcı olmayacağının bilinmesidir. Zorunlu bir ilişki vardır. Nasıl ki, birbirini yok etmeye yeminli İngiltere-Sovyetler Birliği (Liberalizm-Sosyalizm) Naziler karşısında zorunluluktan dolayı ittifakı zorunlu kıldıysa burada olması istenilen de budur. Bu asla, Kürtlerin bundan sonraki süreçte ABD'nin bir alt bileşeni haline geldiğini göstermez. Özgürlüğüne kavuşan Kürtlerin geleceklerini özgürce kararlaştırnasının yolunu açar.
AKP hükümeti, devletin önemli kadrolarına cemaate mensup kişileri atarken, "bunlar inançlı Müslümanlar" demişti. Sonradan onları paralel ilan etti. Aynı şeyi herhalde IŞİD için de "bunlar Müslüman, Müslüman’dan terörist olmaz" dediği muhakkaktır. Şimdi de "Müslüman olmak terörist olmamak anlamına gelmez" diyerek IŞİD'le de tıpkı cemaatle arasını bozduğu gibi bozacaktır. Böylece AKP, ne ılımlısına ne de radikaline yaranacaktır. Ilımlısı da radikali de AKP'ye düşman olacaktır. En kötüsü de Kürtlerin düşmanlığını kazanmış olmasıdır. Hele hele Cemaat ve IŞİD Kürtlerle ittifak etse ne olacak? Kendi düşen ağlamaz demekten iyi söz olmaz derim.

Yeni gelişmeler, Türkiye ile KBY ilişkilerini de temelden etkilemiştir. Kürtler arası birliktelik oldukça, bundan memnun olmayacak en önemli güç Türkiye'den başkası olmayacağından dolayı PKK'nin KBY ve Barzani'ye yönelik Türkiye ile birlikte hareket ettiği yönündeki eleştirilerin de bir geçerliliği kalmamıştır. En son Türkiye CB Erdoğan'ın Almanya'ya hitaben "KBY'ne silah verilmesin" çıkışı, Türkiye ile Barzani ilişkilerinin eskisi gibi olmadığını göstermektedir. Erdoğan aynı konuşmasında şimdiye kadar "çözüm sürecini" sürdürdüğü PKK'yi IŞİD'den daha tehlikeli bir örgüt olarak göstermesi de Türkiye'nin IŞİD'e desteğinin devam edeceği anlamına gelmektedir. Türkiye'nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmayı imkansız hale getiren "ipe un serpme" politikasıyla birlikte değerlendirildiğinde, mevcut hükümetle Batı'nın ilişkilerinin devam etmesi de mümkün değildir. Türkiye ile birlikte hareket eden KBY'inden sonra Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin ABD'nin yanında yer almış olması Türkiye'yi yalnızlığa iyice itecektir. Küresel ekonomiye bağlılığı, ekonominin kırılganlığı, sıcak paraya dayalı piyasa sistemi, Türkiye'nin NATO ile tarihsel bağları ve taahhütleri gereği yalnızlık ve batıya dayalı olmayan politikaları sürdürmesi mümkün değildir. Türkiye'nin dünya dengeleri içinde tarafsız bir güç, ya da Rusya ile birlikte hareket etmesinin koşulları da bulunmamaktadır. Her şeyden önce Türkiye'nin Suriye ve Ukrayna'da takındığı tutum bu şekilde hareket etmesine engeldir. Dış politikada keskin bir dil kullanıp, iç politika sürdürülmeye çalışılacaktır. ABD'nin karşı çıktığı, tampon / güvenlikli / uçuşa yasak bölge gibi kararları TSK'nın uygulayacağı veya nasıl uygulayacağı konusunda da merak konusudur. Kaldı ki, bu konuda TSK'nın yetkilendirilmesi, hükümetin gerilettiği sandığı TSK Vesayetini geri de getirebilir. Özellikle, AKP'nin alternatifinin demokratik yoldan çıkmayışı yönünde ilerleme olmadığı takdirde TSK'ya taviz vererek konumunu sürdürmek isteyebilir.

Bu nedenle KSH, AKP'ye karşı CHP dahil olmak üzere seçim ittifaklarını gündeme almak durumundadır. CHP de aynı şekilde HDP ile ittifakın yolundaki engelleri aşmalıdır. Bu ittifakın başlangıcı TBMM'e gelecek Irak ve Suriye tezkeresindeki tutumla olabilir. tezkerenin reddi konusundaki CHP-HDP birlikteliği ilerisi için oluşacak seçim ittifakının zeminini oluşturacaktır. Aynı zamanda AKP ile derin çatışma içinde bulunan Cemaatle de gergin hava giderilebilir. IŞİD'e karşı tutumda net tavır alan cemaatin bazı ileri gelenlerinin IŞİD'in Kobani saldırısına karşı çıkışı HDP ile cemaati yakınlaştırma potansiyeli taşımaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan'ın CB, olmasından sonra Başbakanlığa atanan Ahmet Davutoğlu'nun nasıl bir Başbakan olacağı aşağı yukarı belliydi. Geçmişi, akademisyenlikten gelen, AKP içindeki konumu ile "bir bürokrat kisvesinde" öte anlama gelmeyen Davutoğlu'nun AKP gibi Erdoğan'ın liderliğine kitlenmiş bir partide, Partisine lider olması çok zordur. Özellikle, devasa sorunların kaynağı olan Ortadoğu'daki bozgunun temel aktörü olmak bunu daha da imkansız hale getirmektedir. Zaten, Davutoğlu Başbakanlığa atanırken, ondan yeni bir lider devşirmekten çok ondan, "geçiş dönemini" atlatacak biri gözüyle bakıldı. Bu dönemin temel özelliği, Anayasa'ya göre sembolik/sorumsuz olan CB'nin "fiili başkan" gibi olmasıdır. Erdoğan, bu konuda tahminlerde bulunanları yanıltmadı. Başbakanmış gibi davranarak ekonomiden dışişlerine kadar icrayı bizzat kendisi yürüttü. Başbakanken sürdürdüğü "polemikçi" retoriğinden hiçbir şey kaybetmedi. Hem içerdeki hem de dışardakilerle tartışmaları o yürüttü. Aynı şekilde eleştirilerin çoğunluğu ona yöneldi. Giderek, Başbakanlık yokmuş gibi göründü. Başbakan kendisini var gösterebilmek için bol bol İslami söylem(İslam, Allah, dua) ve devletçi/türkçü söylemi(büyük devlet, büyük millet, Osmanlı) esas aldı. Başbakanlığının üçüncü haftasında kendisine verilen "49 rehine paketi" bile işe yaramadı. 49 rehinenin tesliminin maliyeti (Kobani) ortaya çıktıkça, bundan sonra işinin kolay olmayacağı da çıkmış oldu. Bunun çözüm sürecinin geleceği üzerindeki etkileri göz önüne alındığında bocalamanın/başarısızlığın ne boyuta geleceği konusunda iyimser olmayı gerektirecek bir durum yoktur.

Hükümet, daha önce iki tezkere şeklinde(Irak, Suriye) Meclise sunulan tezkereleri tek bir tezkere başlığı altında 2 Ekim’de TBMM’ye getiriyor. Tezkerede her ne kadar IŞİD’in terörist olduğu yazılıp, ona karşı da mücadele edileceği yazılmış ise hükümetin geçmişteki söylem ve pratiği, Irak ve Suriye’deki rejimlerden söz edilmezken, IŞİD’le ciddi bir şekilde savaşan Kürt Siyasal Hareketinin “çözüm sürecinin kurtarılmaya çalışıldığı” bir dönemde “savaşılması gereken terörist” olarak nitelenmesi, AKP hükümetinin giderek Suriye ve Türkiye Kürdistan’ı hareketleriyle birlikte çeşitli alanlarda hareket eden KBY’ni dahi “terörist” ilan etmesi dahi ihtimal dahilindedir. Bu bakımdan tezkere, basit bir tezkereden çok, AKP’nin bundan sonraki Ortadoğu ve Kürt politikasının yol haritası şeklindedir. Bu yol haritasının en büyük ideolojik desteği de “Türk Milliyetçiliğinin klasik reflekslerine” dayanmaktadır. MHP’nin de destek vereceği anlaşılan bu tezkere ile geçmişteki Kürt konusunu “Askere havale etmekten” başka bir anlama gelmemektedir. 30 Ağustos 2014 Resepsiyonunda Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’in “muttıra” niteliğindeki sözleri, askerin Kürt meselesi konusunda 1990’lı yıllardaki konumuna döndüğü de söylenebilir. Bu konum 2007 yılından sonra TSK’de Kürt sorunu konusunda oluşan olumlu/yapıcı politikadan da eser bırakmamıştır. Bu nedenle, AKP’nin Kürt politikasının Türkiye’nin Kürt politikası olduğu söylenemez. Bu tezkereye bakarak, KSH’nin “çözüm sürecini” bitirerek, yeniden “çatışmaya başlaması” kararı vermesi doğru değildir. Başta CHP olmak üzere, Türkiye’de “tezkere ile Türkiye’nin sokulmak istenilen rolüne” karşı çıkan çok sayıda toplumsal dinamikler vardır. Bu dinamiklerin ileride iktidar dinamiği haline gelme, ihtimali KSH’nin tek taraflı da olsa en azından “çatışmasızlık” sürecine devam etmelidir. Bu aynı zamanda AKP içindeki, demokratik özünü barındıran kesimlerin de sempatisini kazanacaktır. Kaldı ki, IŞİD karşısında büyük bir direniş sergileyen YPG ve HPG’ye karşı Türkiye toplumunda büyük bir sempatinin oluştuğun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Yazımı, Anonim Eski Bir Halk Masalı ile bitirmek istiyorum: “Kediden korktuğu için kederlenen bir farecik varmış. Büyük bir büyücü fareciğe acımış ve onu kediye dönüştürmüş. Ama hayvan bu sefer de köpekten korkmaya başlayınca büyücü onu köpeğe dönüştürmüş. Bu sefer de kaplandan korkmuş. Büyücü, gayet sabırlı bir biçimde, gücünü kullanıp onu kaplana çevirmiş. Ama bu sefer de avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü, sonunda pes etmiş ve hayvanı yeniden fareye dönüştürüp şöyle demiş: Sana ne yapsam yardımcı olamam çünkü sen büyüdüğünü hiç anlamadın. En iyisi ilk halinde kalman."(Aktaran Paulo Coelho, Aldatmak, S.114 Can Yayınları 2014) ***

16 Kasım 2020 Pazartesi

Başbakan Davutoğlu ABD Başkan Yardımcısı Biden'le Görüştü

Başbakan Davutoğlu ABD Başkan Yardımcısı Biden'le Görüştü  





Özdemir Akbal., 
10 12 2015.



      Başbakan Ahmet Davutoğlu, Irak bağlantılı gelişmeler hakkında ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile telefon görüşmesi yaptı.

 

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Irak bağlantılı gelişmeler hakkında ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile telefon görüşmesi yaptı.

Başbakan Davutoğlu, Irak bağlantılı gelişmeler hakkında karşı tarafın talebi üzerine ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile telefon görüşmesi yaptı. 


Başbakan Davutoğlu, DAEŞ terör örgütüyle mücadele kapsamında Başika’da kurulmuş olan eğitim tesisinde 2015 Mart ayından bu yana yürütülen eğitim faaliyeti ve buradaki eğitimcilerin ve kampın güvenliği için alınan tedbirler konusunda Biden’ı bilgilendirdi. 



Başbakan Davutoğlu, görüşmede Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini büyük bir hassasiyetle savunduğunu ve aynı hassasiyeti tüm ülkelerden beklediğini vurguladı. Türkiye’nin DAEŞ’le mücadele bağlamında dost Irak Hükümeti’ne, Bağdat’la eşgüdüm içerisinde katkı vermeye devam edeceğini ifade eden Davutoğlu, bu hususları bir mektupla Başbakan Ebadi’ye ilettiğini ayrıca, halihazırda Bağdat’ta bulunan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’ın Başbakan Ebadi ve Dışişleri Bakanı Caferi ile bir araya gelmekte olduğunu da kaydetti.

Başbakan Davutoğlu ve ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın gelişmelere göre yeniden temas etme hususunda mutabık kaldığı kaydedildi.




·          http://www.aydin24haber.com/basbakan-davutoglu-abd-baskan-yardimcisi-biden-ile-gorustu-147600h.htm









***

9 Şubat 2020 Pazar

IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış

IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış 


Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri: 


IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış 

Fatih Fuat TUNCER 


Özet: 

 Ahmet Davutoğlu ile yeni bir formata geçtiği ve “stratejik derinlik” yakaladığı iddia edilen Türk dış politikası mizah dergileri tarafından sıkça eleştirilmekte ve sorgulanmaktadır. Davutoğlu ile “sıfır sorun”, “köprü değil merkez”, “güçlü Türkiye”, “çok yönlü dış politika” ve “yeni Osmanlılar” gibi metaforlar ile donanan Türk dış politikasına mizah dergilerinin bakışı ve yaklaşımı dikkat çekicidir. Bu çalışma da bu noktadan hareketle en çok satan üç mizah dergisi: Uykusuz, Penguen ve Leman’ın kapakları üzerinden mizah dergilerinin AKP 
dönemi Türk dış politika yapıcılarının IŞİD politikası konusuna bakış açısını örnek olaylar üzerinden inceleyecektir. Bu inceleme yapılırken yöntem olarak imge bilim ve söylem analizi uygulanacaktır. 

Giriş 

 Karikatürkiye isimli kitabı ile kitabı ile “Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi”ni 
inceleyen Turgut Çeviker; bir sanat veya edebiyat türü üzerinden bir ülkenin siyasal-toplumsal tarihini kurgulamanın sorunlu ve oldukça çetin bir iş olduğunu belirtmektedir.327 

Bu çalışma da bu noktadan hareketle mizah dergileri üzerinden AKP dönemi Türk dış politikasını incelemeyi amaçlamaktadır. Ancak çalışmanın bir sempozyum metni olmasının ortaya çıkardığı metin kısıtlaması nedeni ile tüm süreci incelemenin zorluğu göz önüne alınarak örnek bir konu üzerinden incelemenin yapılması daha uygun görünmektedir. 

Bu sebeple de son dönem oldukça tartışmalı bir konu olan IŞİD/İD(Irak Şam İslam Devleti/İslam Devleti) örneği üzerinden sempozyum bildirisinin hazırlanmasına karar verilmiştir. Bu kararın verilmesinde IŞİD terör örgütünün hem ülkemizde hem bölgemizde hem de uluslararası düzeyde en güncel tartışma konusu olması etkili olmuştur. 

 Çalışma iki ana bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm “Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri” başlığını taşıyacak olup; bu başlık altında “Türkiye’de geçmişten bugüne mizah dergileri” incelenecektir. Yine aynı bölümde “Türkiye’deki basın özgürlüğü tartışmaları ve 4.kuvvet olarak basın ve mizah dergilerinin yeri” tartışmasına değinilecektir. 

İkinci bölüm ise “Mizah Dergilerinde AKP’nin IŞİD Politikası” başlığını taşıyacaktır. Bu bölümde ilk alt başlık ise “AKP ve mizah” olacaktır. Bu alt başlık altında AKP iktidarı döneminde mizah dergileri ile olan ilişki ve tartışmalar ele alınacaktır. Bu bölümün son ve en önemli alt başlığı olan “Mizah dergilerinde IŞİD ve AKP” bölümünde de çalışmamızın asıl tartışma konusunu oluşturan AKP’nin İŞİD politikası ve bu politika minvalinde ortaya çıkan tartışmalara mizah dergilerinin bakışı ve yorumlaması mizah dergilerinin kapakları üzerinden 
incelenecektir. 

 Çalışmanın sonuç bölümünde de iki ana bölümünde tartışılan konu başlıkları 
değerlendirilecek olup. İŞİD örneği üzerinden mizah dergilerinin gerçekten bir siyasal eleştiri alanı olarak kabul edilip edilemeyeceği ve Türkiye’de oldukça tartışmalı olan basın özgürlüğü konusunda mizah dergilerinin duruşu tartışılacaktır. 

 Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri 

Türkiye’de Geçmişten Bugüne Mizah Dergileri 

 Bölüme başlamadan önce belki de “mizah neye benzer?” sorusunu sormak 
gerekmektedir. Özge Mumcu bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır: 

 “Kısaca yanıt şu: hiçbir şeye benzemez ne içilen çaya, ne solunan havaya… Gündeme göre değişebilen, Levent Cantek’in deyişi ile bir yanıyla pansuman diğer yanıyla neşter özelliğini taşıyan kendine özgü bir varlıktır. Varlıktır çünkü yaşar, yaşadıkça değişir, değiştikçe de şeklini değiştirir.”328 

 Siyaset ve imgeler konusunda önemli çalışmalara imza atan Güven Gürkan Özkan “Sol Siyaset ve İmgelem” başlığını taşıyan makalesinde görsel ifadenin siyasal mücadele için önemini şu şekilde aktarmaktadır: 

 “Görsel ifade, çoğu zaman siyasal mücadele dilinin en etkin araçlarından biridir. Zira çarpıcı niteliği, sözü destekleyen hatta kimi zaman onun önüne geçen geçebilen hüviyetiyle kitleye sayfalarca metinden daha süratli ve etkili bir biçimde nüfuz edebilme özelliği taşır”329 

 Mumcu’nun Cantek’e dayanarak kullandığı ‘neşter’ ve ‘pansuman’ metaforu ile 
mizahın neşter olup var olan bir durumu keskince göstermesi yine pansuman olup sarıp sarmalayıp düşündürmeden de güldürmesi vurgulanmıştır.330 

 Neşteri vuran da pansumanı da yapan mizahçılar yani beyaz kağıda yaptıkları çizimleri ile yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot’a benzetebileceğimiz çizerler belki de basın tarihinin en cesur savaşçılarıdır. Modern Türkiye tarihi bugün “eski” ve “yeni” başlıkları altında tartışılmaya çalışılsa da Türkiye çizerlerinin geçmişten bugüne en önemli ortak özellikleri sistem içerisinde bir ellerinde neşterleri diğer ellerinde pansuman malzemeleri ile muhalif olmaları ve toplumsal sorunları resmetmekten çekinmemeleridir. Tek parti döneminde “yazarları hapiste olmadığı zamanlar çıkar” sloganı ile yayın yapan Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in Marko Paşa’sından, Gırgır gibi bir efsaneyi Türkiye mizah tarihine kazandıran ve “Çiçeği burnunda karikatürcüler” bölümü ile bugünlerin en beğenilen çizerlerini mizaha kazandıran “Avanak Avni” ve “Utanmaz Adam”ın yaratıcısı Oğuz Aral’a ve bugün hala yoksulların ve tutunamayanların hayatlarını mizah ile savunmaya çalışan Metin Üstündağ/Met-Üst’e karikatürcülerin ortak özelliği dönemin koşulları ne olursa olsun asla iktidar erkine yakın durmamak ve toplumsal sorunları dile getirmekten korkmamak olmuştur. 

 Nasrettin Hoca ile başladığını varsayabileceğimiz tarihimizdeki eleştirel mizah 
anlatımı 20.yüzyıl ile birlikte daha da gelişmiş ve siyasal mizah anlayışına dönüşmüştür. 

Modern Türkiye’de “Marko Paşa” dergisi ile derinlik kazanan siyasal mizah anlayışı “Gırgır” dergisi ile bir anlamda kitleselleşmiştir. Gırgır dergisinin 1975 yılında 500.000 tiraja ulaşarak “dünyanın en çok satan 3. mizah dergisi” olduğu düşünülürse, bu kitleselleşmenin geldiği boyut daha da iyi anlaşılacaktır. 

 Türkiye’nin gerçek anlamda ilk mizah dergisi/gazetesi olarak göze çarpan ilk dergi Diyojen olarak görünmektedir. Adını, Anadolulu bir düşünür olan Diyojen’den alan derginin sloganı da düşünürün en temel söylemi olan “gölge etme başka ihsan istemem”dir. Derginin kurucusu Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı Teodar Kasap’tır. Derginin yazar kadrosunda Namık Kemal gibi önemli muhalif aydınlar bulunmaktadır. 23 Aralık 1869’da yayın hayatına başlayan dergi bir dönemin siyasal yönetimi tarafından birçok kez kapatılmış ve  toplatılmış tır.331 

Diyojen’i, Hayal(1873), Çıngıraklı Tatar(1873), Kahkaha(1875) ve Çaylak  (1876) gibi dergiler takip etmiştir. Ancak II. Abdülhamit’in tahta çıkışı ile büyük baskılar ile karşılaşan mizah dergileri İstanbul dışında basılıp, İstanbul’a el altından sokulmak zorunda kalmışlardır.332 

 II.Meşrutiyet ile esmeye başlayan özgürlük rüzgarı dönemin mizah dergilerine de bir ivme kazandırmıştır. Bu dönemin en önemli dergileri olarak ise Kalem (1908), Karagöz(1908) ve Cem(1910) göze çarpmaktadır.333 Bu dergilerin kadrosunda Türk edebiyat tarihine yön vermiş olan yazarlar bulunmaktadır. Örneğin Süt Kardeşler filminden hatırladığımız Gülyabani”nin yaratıcısı olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kalem ve Cem dergilerinde yazar ve başyazar olarak karşımıza çıkmaktadır.334 

 Cumhuriyet öncesi son dönem olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş savaşı döneminde de Güleryüz (1921), Aydede(1922) ve Akbaba(1921) gibi mizah dergileri ön plana çıkmaktadır. Bu dergilerin kurtuluş savaşına bakış açısı ise birbirlerinden farklıdır. Sedat Simavi’nin Güleryüz’ü Milli Mücadeleyi desteklerken, Refik Halit Karay’ın Aydede’si işgal kuvvetlerini desteklemektedir. 30 Ağustos Zaferi sonrası Aydede taraf değiştirse de Karay sürgüne gönderilmiş ancak dergi 1949’a kadar yayın hayatını sürdürmüştür.335 

 Türkiye mizah dergiciliğinin muhalif karakterini oturtan dergi olarak 
değerlendirilebilecek Marko Paşa ise 1947’de yayımlanmaya başlamıştır. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi isimleri bünyesinde bulunan dergi tek parti yönetimine en büyük muhalefeti yapan taraflardan biri olarak göze çarpmaktadır. Dergi sürekli kapatılmakta ancak Malum Paşa, Merhum Paşa ve Öküz Paşa gibi isimlerle yeniden çıkarılmaktaydı.336 

 1950’lerde ise toplumcu mizah karakterinin daha da oturduğu görülmektedir. Örneğin İlhan Selçuk tarafından 1956 yılında kurulan Dolmuş ve Tef(1954) dergileri Turhan Selçuk ve Oğuz Aral gibi isimleri mizaha kazandırarak daha sonraki dönemlere de damga vurmuşlardır.337 

 1970’lerin mizah dergileri ise o günün Türkiye koşullarında da etkilenerek basına uygulanan sansüre rağmen en önemli siyasal eleştiri alanı olma görevini sürdürmüştür. 

Özellikle 1972’de çıkmaya başlayan Gırgır, satış rekorları kırmış ve Oğuz Aral öncülüğünde deyim yerinde ise mizah üniversitesi görevini görmüştür. 

Bu üniversiteden birçok yazar ve çizer mezun olmuş; kendi dergilerini kurmuştur.338 Örneğin bugün hala yayınlanan ve en çok satan üç dergi olan Leman(1991), Penguen(2002) ve Uykusuz(2007) bu mirasın en önemli 
örneklerindendir. Yine yayın hayatından çekilen Çarşaf (1976), Limon (1985), Hıbır(1989) ve Pişmiş Kelle (1990) dergileri Türkiye’nin yakın tarihini yansıtan çizgileri ile bir ansiklopedi niteliğindedir. 

 Bugün ise üç dergi göze çarpmaktadır. Oğuz Aral mirasını devam ettiren Leman, Penguen ve Uykusuz dergileri toplumsal olayları yakından izlemekte ve okuyucularına aktarmaktadır. Özellikle dergi kapakları ülke gündeminden etkilenmekte ve aynı zamanda ülke gündemini de belirleyebilmektedir. 

Günümüzde 4. Kuvvet Olarak Basın ve Mizah Dergileri 

 Toplumsal ve siyasal muhalefetin baskıya maruz bırakıldığı zamanlarda mizah 
dergileri geçmişten bugüne siyasal eleştirinin kendini en rahat ifade ettiği alan olmaktadır. 

Özellikle son dönem Türk basının tartışmalı durumu; uluslararası araştırmalara göre basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasından elde edilen 154.lük ve Türk basınının “kısmen özgür” durumundan “özgür olmayan” durumuna düşmesi dikkat çekicidir.339 Basının sindirildiği ve gazeteciliğin “4.kuvvet” olmaktan çıkarılarak “iktidar-sermaye” eksenine kaydığı son dönem Türkiye’sinde bütün bu yaşananlara rağmen mizah dergileri siyasal eleştiri yaparken kullandığı üslubu daha da sertleştirmekten çekinmemektedirler. Recep Tayyip 
Erdoğan’ın karikatüristlere ve mizah dergilerine açtığı davalar dahi son dönem Türk medyasında yaşanan dönüşümün bir benzerinin mizah dergilerinde yaşanmasını sağlayamamıştır. “Alo Fatih” ve “Penguen Belgeseli” gibi olayların ortaya çıkması ile güven kaybeden medyanın, yasama-yürütme-yargı sonrası kendisine atfedilen “4.kuvvet” rütbesi sorgulanır olmuştur. Özellikle ortaya atılan basına sansür uygulandığı iddiası toplumda tartışma yaratmıştır. Bütün sorgulamaya rağmen “4.Kuvvet” içerisindeki mizah dergileri görevini yerine getirmek için tüm elinden geleni ortaya koymaya çalışmaktadır. Tabi ki bu 
fikre katılmayanlar da vardır. Örneğin Akif Beki, Radikal Gazetesi’nde 3 Kasım 2011 tarihli ve “Türkiye’de sansür varsa mizah neden satmıyor?” başlıklı yazısında Beki “eğer bir sansür söz konusu olsaydı insanlar mizah dergilerinin satışlarını yükseltirdi” demektedir. Yani Beki’ye göre bir siyasi düzende kaliteli mizah yoksa orada baskı yoktur.340 Türkiye’deki mizahın kalitesinin kime göre ve neye göre belirleneceği bambaşka bir tartışma konusudur. 

Ancak Beki’nin bu satırları yazarken internet medyasının mizah dergilerinin satışlarını derinden etkilediği gerçeğini atladığı göze çarpmaktadır. Sosyal medya’da mizah dergilerinin kapaklarının yayınlanır yayınlanmaz haber olması ve tartışılması medyanın dijitalleşmesi ile mizah dergilerinin satış rakamları arasındaki ilişkiyi doğrular niteliktedir. 

 Çizerlerin yerine mizah dergilerinin ön plana çıkmasındaki neden dikkat çekicidir. Zira çizerlerin çalıştığı mecralar yani gazete veya dergiler onların özgürlük alanını belirlemektedir. Örneğin Çeviker yayınlamış olduğu Karikatürkiye kitabının önsözünde bu konuya şu şekilde yaklaşmaktadır: 

“Karikatür ‘bağımlı’ bir yaratıcılık alanıdır. Çizer, basın organına ‘ait’tir ve bu nedenle özgür değildir. O, istediğini çizmekte ‘özgür’dür; ancak, yazı işleri karikatürü yayımlarsa “söz”ünü kamuya iletebilir!”341 

 İşte tam da bu noktada çalışılan alanın dayanışma gücü de önem kazanmakta dır. Onun içindir ki 2006 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet Gazetesi yazarı Musa Kart’ın çizmiş olduğu “Erdoğan kafalı kedi karikatürü”ne açtığı davaya karşı Penguen dergisi çizmiş olduğu “Tayyipler Alemi” karikatürü ile cevap vermiştir. Her iki karikatüre de açılan davalar düşmüş ancak mizah dergileri ve çizerler duruşlarından vazgeçmemişlerdir.342 Yine geçtiğimiz haftalarda “17 Aralık Yolsuzluk Soruşturması”nın takipsizlikle sonuçlanmasını 
kendi üslubu ile çizen Musa Kart’a yönelik açılan dava Türkiye’deki mizahçılardan olduğu kadar yurtdışında da tepki ile karşılanmıştır. Musa Kart’a destek amacı ile The Guardian’ın çizeri Martin Rowson, Twitter’da #Erdogancaricature etiketi ile tüm çizerleri Erdoğan karikatürleri paylaşarak Musa Kart’a destek olmaya çağırmıştır.343 

Mizah Dergilerinde AKP’nin İŞİD Politikası 

AKP ve Mizah Dergileri 

 İktidardaki AKP ve Mizah dergileri arasındaki ilişki, AKP iktidarının göreve geldiği ilk günden itibaren dikkat çekicidir. Zira mecliste yapılamayan muhalefeti, medya tarafından dile getirilemeyenleri ve yazılamayanları ülkemizde mizah dergileri yapıyor görünmektedir. 

Örneğin 28 Aralık 2011 tarihinde kaçakçılık yapan köylülerin bombalanması haberi ulusal medyada bilerek tam 12 saat geciktirilmiş ve bu durum mizah dergileri tarafından eleştirilmiştir. Özellikle “Gezi Parkı” protestolarında üç maymunu oynayan Türk medyasının içler acısı haline rağmen mizah dergileri direnişi aktaran ve destekleyen çizimler yaparak 4.kuvvet görevini yerine getirmeye çalışmıştır. (bkz: Şekil 1) 


Şekil: 1 

 Mizah dergilerinin bu muhalefeti tabii ki de iktidar tarafından karşılıksız bırakılmamış ve mizah dergilerine davalar açılmıştır. Daha önceki bölümlerde değindiğimiz bu davalar ile mizah dergileri sindirilmeye çalışılmışsa da başarılamamıştır. Son dönemde iktidarın ve dolayısı ile “yeni Türkiye” muhalifi herkes bir kesimin paralı silahşoru olmakla suçlanmaktadır. Penguen Dergisi çizerlerinden Selçuk Erdem ve Erdil Yaşaroğlu; 28 Eylül 2014 tarihinde Wall Street Journall Türkiye servisine verdikleri röportajda bu durumu şu şekilde değerlendirmektedirler: 

“… Mesela ‘kimden para alıyorsunuz?’ gibi şeyler var. … Doğan Grubunun bir parçası olduğumuzu sanıyor bir kısım. Halbuki alakamız yok. Biz bağımsızız. Ama bunlar internet eleştirilerinin dışına da çıkabiliyor. Yani telefonla aramalarmış, tehditlermiş. Hatta hatırlarsanız bir ara saldırı bile olmuştu.”344 

 Görüldüğü üzere toplumsal kutuplaşmadan nasibini mizah dergileri de almakta ve tehditlere hedef olmaktadırlar. Buna rağmen iktidarların tutumu ne olursa olsun mizah dergilerinin muhalif tavrı devam ediyor görünmektedir. İktidar tarafından muhalefete sürekli yöneltilen “hiç mi güzel şeyler yapmadık bu ülkede?” sorusuna da mizah dergileri tarafından anında cevap verilmektedir.(bkz: şekil 2) 


Şekil:2 

Mizah Dergilerinde AK PARTİ’nin İŞİD Politikası 

 2011 yılının Mart ayında Arap Baharı’nın Suriye’yi de içine alması ile birlikte 
Türkiye’nin de Suriye politikası değişmiş ve Esad karşıtı bir politika izlenmeye başlanmıştır. 

Bu minvalde Türkiye, önce Esad’ı Esed yapmış; Suriye’ye uluslararası toplum tarafından bir askeri operasyon yapılması taraftarı olmuş ve Türkiye’nin Suriye içerisindeki muhalif grupları koşulsuz olarak desteklediği sürekli iddia edilmiştir. Yine bu süreçte Irak ve Suriye içerisindeki muhalif grupların hareketleri şüphe yaratmıştır. Bunlardan en dikkat çekeni ise IŞİD olmuştur. 2004 yılında Irak’ta Tevhid ve Cihat adı ile ortaya çıkan örgüt, 2006 yılında Irak İslam Devleti adını almış; Suriye ve Irak’taki kaos ortamında güçlenen örgüt Irak İslam Devleti  adını alarak güçlenmiş, 2013 yılında Suriye’deki karışıklıktan faydalanarak Irak Şam İslam Devleti adını kullanmaya başlayan örgüt 2014 yılında da kendine İslam Devleti adını vermiştir.345 Mizah dergileri ise bütün bu süreçte yaşananların nabzını tutmuş ve iktidarın yaklaşımını kapaklarına taşıyacak kadar yakından takip etmeye çalışmıştır. 

 2012 yılında Suriye’deki çatışmaların şiddetlenmesi ile sınır kapıları açılmış yüz 
binlerce mülteci Türkiye’ye alınmıştır. Ancak sınırların Esad kontrolünden çıkması sonucunda Türkiye-Suriye sınırı tartışmalı bir hal almış ve yabancı savaşçılar sorunu tartışılmaya başlanmıştır. Dönemin Başbakanı Erdoğan ve dönemin Dış İşleri Bakanı Davutoğlu tarafından başlatılan Esat karşıtı kampanya ülkede savaş beklentisi yaratmıştır. Savaş ve yabancı savaşçı tartışması mizah dergileri tarafından kapaklara taşınmış ve yaşananlara tepki gösterilmiştir.(bkz: Şekil:3) 
Şekil:3 

 2013 yılında ise Erdoğan ve Davutoğlu’nun tüm desteğine ve çabasına rağmen Özgür Suriye Ordusu tam olarak bekleneni verememiş ve Suriye konusunun Rusya ve ABD tarafından müzakere yolu ile tartışılmasına karar verilmiştir. Bu dönemde de uluslararası toplumun dışında politika üretmeye çalışarak “değerli yalnızlık” gibi kavramları ortaya atan hükümet kanadı mizah dergileri tarafından yoğun eleştiri almıştır. Özellikle Egemen Bağış’ın “Gezi’de ölenler Suriye’de ölenlerin yanında devede kulak kalır” sözü büyük tepki çekmiştir.(bkz: Şekil: 4) 


http://medyafaresi.com/i/haber/1068854-bwfmlgncmaapxyf_jpg_large.jpg 

Şekil:4 

 2014 yılında ise Suriye krizindeki en büyük tartışma konusu ise IŞİD olmuştur. 
İktidarın uzunca bir süre kamuoyu önünde eleştirmekten kaçındığı IŞİD örgütünün internet ortamına düşen katliam videoları Türkiye ve dünyada şok yaratmıştır. Özellikle Suriye’ye giden MİT’e ait tırların durdurulması ve içerisinde bulunduğu iddia edilen silahların IŞİD ve Nusra gibi örgütlere gittiğinin iddia edilmesi mizah dergileri tarafından işlenen konulardan birisi olmuştur. Yine aynı dönemde IŞİD’in Musul kentini ele geçirmesi ile Türkiye konsolosluk çalışanların IŞİD tarafından rehin alınması uygulanan haber yasağına rağmen mizah dergileri tarafından görmezden gelinmemiştir. (Bkz: Şekil: 5) 


Şekil:5 

 Rehinelerin kurtarılması sürecinde yaşanan tartışmalar ve IŞİD’e karşı oluşturulacak koalisyona Türkiye’nin rehinelerin can güvenliğini gerekçe göstererek katılmaması da mizah dergileri tarafından eleştirilmiştir. (bkz: Şekil:6) 
Şekil:6 

 Rehinelerin kurtarılması sonrası bu sefer de Türkiye’nin IŞİD’e karşı nasıl strateji izleyeceği tartışılırken gündem bir anda tezkere tartışmalarına odaklanmıştır. Tezkere tartışmaları sırasında ve sonrasında sık sık Kobane/Aynel Arap’ta YPG ve IŞİD arasındaki çatışmalar gündemi meşgul ediyor görünmekte dir; bu durum Leman, Penguen ve Uykusuz dergileri tarafından gündeme taşınmıştır.(Bkz: Şekil:7) 


Şekil:7 


Sonuç Yerine 

 IŞİD meselesinin henüz netleşmemiş ve neticelenmemiş olduğu noktasından hareketle bu bölüme “sonuç” adını vermektense “sonuç yerine” demek daha mantıklı olacaktır. Çalışmada iki ana bölüm yer almış ve bu bölümlerde Türkiye’deki mizah dergilerinin belli başlı toplumsal olaylara bakış açısı incelenmiştir. 

 Çalışmanın ilk bölümünde iki sorunun cevabı aranmıştır. Bu sorular: “Türk mizah dergileri siyasal eleştiri alanı olarak değerlendirebilir mi?” ve “mizah dergileri Türkiye’de 4.Kuvvet görevini yerine getirmekte midir?” sorularıdır. 

Her iki soru da birbiri ile bağlantılıdır. Çalışma metni göstermektedir ki mizah dergileri geçmişten bugüne Türkiye’de siyasal eleştiri alanı olarak değerlendirilebilecektir. Yine aynı şekilde Türkiye tarihinde basına 
uygulanan tüm baskı ve sansüre rağmen mizah dergileri bazen isim değiştirerek bazen de davalara karşı mücadele bayraklarını indirmeyerek Türkiye’de basının yerine getirdiği tartışmalı olan 4.kuvvet görevini bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktadır. 

 Çalışmanın ikinci bölümünde ise yine başka iki sorunun cevabı aranmıştır. Bu sorular: “AKP ve mizah dergileri ilişkisi nasıldır?” ve “mizah dergilerinin IŞİD konusuna bakışı geçmişten bugüne tutarlı mıdır?” sorularıdır. Yine bir önceki bölümde olduğu gibi bu bölümün iki sorusu da birbiri ile bağıntılıdır. AKP ve mizah dergileri arasındaki ilişki diğer iktidarlar ve mizah dergileri ile olan ilişkiden farklı değildir. Yani 1940’ların Marko Paşa’sı tek parti yönetimine karşı nasılsa bugünlerin Uykusuz, Penguen ve Leman dergileri de AKP iktidarına aynı şekilde yaklaşmakta ve iktidara karşı toplumcu bir tutum sergiliyor görünmekte dir. IŞİD ve Suriye konusunda da mizah dergilerinin söz konusu dönemdeki tüm 
tartışmalarda hükümet aksine bir tutum takınarak Suriye ve IŞİD politikasını eleştirdiği görünmektedir. 

 Sonuç olarak Namık Kemal’in ve Teodor Kasap’ın Diyojen’inden, Marko Paşa’ya, Oğuz Aral’ın Gırgır’ına ve bugünün Leman, Uykusuz ve Penguen’ine kadar mizah dergileri çoğunlukla toplumsal muhalefetten yana olmuşlar; çoğunlukla iktidarın ve sermayenin sesinin yansıtıldığı basın tarihimizde bulundukları tarafı korumuşlar ve savunmuşlardır. Elbette her ortamda olduğu gibi mizah dünyası içinde de karşıt isimler de bulunmaktadır. Ancak ana akım mizah medyasının içerisinde bu isimlerin oldukça az olması okuyucunun takdirini kimden yana gösterdiği konusunda belirleyici olmaktadır. 

Kaynakça 

Leman Dergisi 

Uykusuz Dergisi 

Penguen Dergisi 

Çeviker, Turgut, Karikatürkiye:Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi(1923-2008), 3.cilt, İstanbul: NTV Yayınları, 2010. 

Aytekin, Akın, “Medyada En İyi Direnci Gösteren Mizah Dergileri”, 28 Eylül 2014, 
http://www.wsj.com.tr/news/articles/SB11976045344857054351604580181741300684832?mod=WSJ_article_EditorsPicks, (30.10.2014). 

Beki, Akif, “Sansür varsa mizah niye satmıyor?”, 3 Aralık 2011, Radikal, 
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/akif_beki/sansur_varsa_mizah_niye_satmiyor-1068361, (Erişim Tarihi: 26.10.2014). 

Öztan, Güven G., “Sol Siyaset ve İmgelem”, Bianet, 28 Şubat 2013, 
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144721-sol-siyaset-ve-imgelem, (Erişim Tarihi: 29.10.2014). 

Mumcu, Özge, “Mizah Neye Benzer?”, 20 Kasım 2011, 
http://ozgemumcu.net/2011/11/20/mizah-neye-benzer/, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 

Mumcu, Özge, “Türkiye’de Mizahın Anlamları: Levent Cantek ile Söyleşi”, 
http://www.ozgemumcu.com/2011/11/turkiyede-mizahn-anlamlar.html, (Erişim tarihi:   29.10.2014). 

Pınarcı, Gülden A., “Toplumun Kahkaha Aynası: Mizah Dergileri”, 
http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2013-01/encok.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2014). 

Seyhan, Salih, “II.Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/3, Winter 2013. 

Saydur, Mehmet, “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın Emperyalizme Karşı Açtıkları Bayrak”, 
http://www.markopasa.org/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1,  (Erişim Tarihi: 11.09.2014). 

Taşkın, Figen, “Osmanlı Karikatüristlerinin Gözünden Balkan Krizi”, 
www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/download/.../1023018338, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 

Yazıcı, Nermin, “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”, ”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3, Summer, 2011. 

“Aydede 91 Yıl Sonra Tekrar Huzurlarınızda!”, 17 Nisan 2013, 
http://www.gazeteciler.com/kitaplik/aydede-91-yil-sonra-tekrar-huzurlarinizda-65159h.html,  (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 

“Türkiye Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. Sırada”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140212_rsf_turkiye, (Erişim Tarihi:  13.09.2014). 

 “Tayyipler Alemi Davası Reddedildi”, http://www.sendika.org/2006/02/tayyipler-alemi-
karikaturu-davasi-reddedildi/, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 

 “Syria is ‘Satistified’ With US Airstrikes Against Islamic State Positions”, RiaNovosti, 30.09.2014, 
http://en.ria.ru/world/20140930/193443992/Syria-Is-Satisfied-With-US-
Airstrikes-against-Islamic-State-Positions.html, (Erişim Tarihi: 30.09.2014). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


327 Çeviker, Turgut, Karikatürkiye:Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi(1923-2008), 3.cilt, İstanbul: NTV  Yayınları, 2010, s.537. 
328 Mumcu, Özge, “Mizah Neye Benzer?”, 20 Kasım 2011, 
      http://ozgemumcu.net/2011/11/20/mizah-neye-benzer/, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 
329 Öztan, Güven G., “Sol Siyaset ve İmgelem”, Bianet, 28 Şubat 2013, 
      http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144721-sol-siyaset-ve-imgelem, (Erişim Tarihi: 29.10.2014). 
330 Mumcu, Özge, “Türkiye’de Mizahın Anlamları: Levent Cantek ile Söyleşi”, 
      http://www.ozgemumcu.com/2011/11/turkiyede-mizahn-anlamlar.html, (Erişim tarihi: 29.10.2014). 
331 Seyhan, Salih, “II.Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”, Turkish Studies, International 
      Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/3, Winter 2013, s.497. 
332 Seyhan, a.g.m 
333 Yazıcı, Nermin, “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”, ”, 
      Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
      Volume 6/3, Summer, 2011, s.1305. 
334 Taşkın, Figen, “Osmanlı Karikatüristlerinin Gözünden Balkan Krizi”, 
       www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/download/.../1023018338, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 
335 “Aydede 91 Yıl Sonra Tekrar Huzurlarınızda!”, 17 Nisan 2013, 
     http://www.gazeteciler.com/kitaplik/aydede-91-yil-sonra-tekrar-huzurlarinizda-65159h.html, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 
336 Saydur, Mehmet, “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın Emperyalizme Karşı Açtıkları Bayrak”, 
      http://www.markopasa.org/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1, (Erişim Tarihi: 11.09.2014). 
337 Pınarcı, Gülden A., “Toplumun Kahkaha Aynası: Mizah Dergileri”, 
      http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2013-01/encok.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2014). 
338 Pınarcı, a.g.m. 
339 “Türkiye Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. Sırada”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140212_rsf_turkiye, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 
340 Beki, Akif, “Sansür varsa mizah niye satmıyor?”, 3 Aralık 2011, Radikal, 
    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/akif_beki/sansur_varsa_mizah_niye_satmiyor-1068361, (Erişim Tarihi: 26.10.2014). 
341 Çeviker, a.g.e, s.537. 
342 “Tayyipler Alemi Davası Reddedildi”, 
      http://www.sendika.org/2006/02/tayyipler-alemi-karikaturu-davasi-reddedildi/, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 
343 Walsh, James, “#ErdoganCaricature: cartoonists hit back at Turkish leader’s clampdown”, The Guardian, 23 Ekim 2014, 
      http://www.theguardian.com/world/2014/oct/23/erdogancaricature-cartoonists-hit-back-at-turkish-leaders-clampdown, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 
344 Aytekin, Akın, “Medyada En İyi Direnci Gösteren Mizah Dergileri”, 28 Eylül 2014, 
    http://www.wsj.com.tr/news/articles/SB11976045344857054351604580181741300684832?mod=WSJ_article_EditorsPicks, (30.10.2014). 


***


6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN İNGİLTERE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN İNGİLTERE POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 2



Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye

İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband’ın Avrupa ile ilişkilerden sorumlu yardımcısı Caroline Flint, London School of Economics’de Şubat 2009’da Kıbrıs konulu bir seminerde yaptığı konuşmada Yeşil Hattın Kıbrıs’ı bir “yara izi” gibi böldüğünü ve bölünmüşlüğün gereğinden uzun sürdüğünü belirtmiştir.32 Flint “gelecek nesillerin sadece bölünmüşlük, tampon bölge, barış gücü gibi terimleri 
öğrenerek büyümemesinin herkesin çıkarına” olduğunu, bunun “Kıbrıs’ın bölgesinde pozitif etki yaratma potansiyelinden değil, Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nun ortasında bir istikrar istasyonu oluşturacak” olması nedeniyle önemli olduğunu dile getirmiştir. 

Flint’in bu açıklamaları İngiltere’nin Kıbrıs’a yönelik barış talebinin bir özeti olması nedeniyle önemlidir. Söz konusu konferansta Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir talep de dile getirilmiş ve Flint Türk askerinin adadaki varlığı konusundaki bir soru üzerine, “Bir noktadan sonra istikrarın sağlanması için, adada yabancı askerin olmaması gerekiyor” ifadelerini kullanarak bir anlamda barış için gerekli olan somut adımlar noktasında İngiltere’nin temel politikasını 
dile getirmiştir. Flint’e göre, bu noktada sadece Türk askeri değil, BM barış gücü askerinin varlığının da tartışılması gerekmektedir.

Flint’in bu açıklamalarından bir süre sonra taraflar arasında yapılan üst düzey görüşmelerde Kıbrıs konusu sıklıkla gündeme gelmiştir. 

İlk olarak konu 6 Mayıs tarihinde Londra’da İngiliz Dışişleri Bakanı David Miliband ve Avrupa Bakanı Caroline Flint ile Egemen Bağış arasında gerçekleşen görüşmede dile getirilmiştir. Bağış görüşmede Miliband ve Flint’e Türk limanlarının Rum gemilerine açılması taleplerine karşılık AB Konseyi’nin 2004’teki KKTC’ye uygulanan ambargoyu kaldırma kararını hatırlatarak karşılık vermiştir.33 

Bağış’ın toplantının ardından Kıbrıs’ı kast ederek “Miliband ile bu konuda hemfikiriz” ifadelerini kullanması görüşmelerin olumlu geçtiğini ve taraflar arasında fazla görüş ayrılıklarının olmadığını göstermesi açısından önemliydi.34

Konu tekrar Mayıs ayının sonunda Miliband’ın Türkiye’ye iki günlük gerçekleştir diği ziyarette gündeme gelmiş ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yapılan görüşmenin gündem maddelerinden biri olmuştur. Görüşmenin ardından yapılan ortak basın toplantısında Davutoğlu’nun kullandığı ifadeler Kıbrıs konusunda taraflar arasında görüş ayrılıkları olmadığını göstermesi açısından önemlidir: 
“Sadece görüşmelerin teknik detayı üzerinde değil, Kıbrıs konusunda, bu görüşmelerin psikolojisi, geçmişi, gelecekle ilgili vizyonumuz konusunda çok açık, çok dostane ve büyük zevk aldığımız bir görüşme gerçekleştirdik… 

Bizim Sayın Miliband’la Kıbrıs’ın geleceği konusunda vizyonlarımız örtüşüyor. 
Bu vizyon, hem Kıbrıs’taki taraflara barış, güvenlik, refah getiren, hem Doğu Akdeniz’e barış, güvenlik, istikrar getiren, hem de Avrupa Birliği içinde Türkiye’nin ve Türkiye’yle dost ülkeler arasındaki ortak dayanışmayı güçlendiren 
bir vizyondur.”35

Caroline Flint’in 2009 başında İngiltere’nin Kıbrıs politikası bağlamında yaptığı açıklamalar ve bu doğrultuda Türk askerlerinin adadan çekilmesini talep eden ifadeleri 2009’un son aylarına doğru daha somut önerilere dönüştü. Bu bağlamda İngiltere’nin Avrupa işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Chris Bryant, Kasım ayında, Kıbrıs Rum kesiminde temaslarda bulunduğu bir sırada Türkiye’nin liman ve havaalanlarını Rum kesimine açmasının, Türkiye’nin AB’ye üyelik görüşmelerinde önemli bir adım olacağını dile getirdi.36 

Bu ifadeler İngiltere’nin Kıbrıs konusunda Türkiye’den beklentileri bağlamında 
ikinci somut öneri olarak değerlendirilebilir. Aynı ziyaret esnasında Bryant’ın, Birleşik Krallık’ın “bölünmüş Kıbrıs’ın yeniden bütünleşmesini sağlayacak bir anlaşmaya ulaşılmasına katkı çerçevesinde askeri müdahale haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu” açıklaması İngiltere’nin Kıbrıs politikasının, adanın bütünlüğü temelinde kurulacak bir bağımsız devlet olduğunu ortaya koymaktadır.37

Kasım ayında konuya ilişkin Hürriyet gazetesine verdiği bir röportajda 
Miliband, bu süreçten beklentilerini şu ifadelerle dile getirmiştir: “Kıbrıs sorununu iki kesimlilik ve iki toplumluluk esasları üzerinden çözüme kavuşturma fırsatı var. Bu karşınıza bir kuşakta ancak bir kez çıkan türden bir fırsattır. 

İki tarafın da büyük kararlar alması gerekiyor. Gerek Sayın Talat, gerek Cumhurbaşkanı Hristofyas gerçek taahhütleri olan, ciddi insanlar. Onlara inanmalıyız, onları desteklemeliyiz. Aynı zamanda zor kararlar aldıkları takdirde onları destekleyeceğimizi taahhüt etmeliyiz”.38 
Aynı tarihlerde Akşam gazetesine verdiği demeçte de Yorgo Papandreu’nun Yunanistan’da iktidara gelmiş olmasını Kıbrıs’ta çözüm için bir şans olarak gördüğünü belirtmiştir. Miliband’a göre, Papandreu ve Erdoğan birlikte 
çalışarak “birkaç ay içinde Kıbrıs’ta çözüm yönünde ilerleme sağlanmasına 
katkıda” bulunma imkanına sahiptir. Bu bağlamda her iki başbakana da adadaki Türk ve Rum tarafların liderlerine yüksek sesle “Şu anda çözüm zamanı, siz cesur adımlar atın biz de destekleyelim” ifadesini kullanmalarını önermiştir.39

Miliband 5 Kasım’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile yaptığı ortak basın toplantısın da da bu görüşlerini tekrar dile getirmiştir; “Kıbrıs ile ilgili olarak bir anlaşmaya varabilmek için aslında çok önemli bir fırsat yakalanmış durumda. Ben Ada’daki liderin, aynı zamanda Başbakan Papandreu ve Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki desteklerinin gerçekten çok önemli olduğuna inanıyorum. Ada’daki güveni 
oluşturmak için ve bir sonraki adıma geçebilmek için bunun geçerli olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki birkaç ay bunun gerçekten test edildiği bir süreç olacak. Hem liderlere destek vermeye devam edeceğiz hem de ben bu konudaki çalışmalara ve aynı zamanda Türkiye’nin de bu konudaki destek çalışmalarına katkıda bulunmaya çalışacağım.”40

2009 yılı boyunca İngiltere’nin Türkiye’nin limanları Rum gemilerine açması yönündeki talebine ise Davutoğlu, Miliband ile düzenlediği ortak basın toplantısında cevap vermiş, “Kıbrıs konusunda İngiliz Bakan Türk limanlarının Rumlara açılması talebinde bulundu mu?” sorusunu Türkiye’nin Kıbrıs meselesini bir bütün olarak ele aldığı şeklinde yanıtlamıştır. Davutoğlu’na göre, “sürüncemede bırakılması suretiyle Türkiye’ye limanlar üzerinden baskı yapılabileceği düşüncesi bir vehimden ibarettir” ve kapsamlı barış olmaksızın bu 
meseleyi ayrı ele almak Türk tarafından beklenilmemelidir. 

Yine “limanlar   mevzuu bu kapsamlı barış dışında da veya daha sonraki aşmada ele alınacaksa” taahhütlerin karşılıklılığı ilkesinin geçerli olduğunu 
belirtmiştir. Ona göre, “Türkiye’nin limanları açma konusundaki taahhüdü ne kadar Avrupa Konseyi kararı olması bakımından bağlayıcı ise, Türkiye Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin izolasyonlarının kaldırılması da o derece bağlayıcı bir hükümdür. Bunlar ancak birlikte ele alındığı zaman adil bir yaklaşım sergilenebilir.”41 Dolayısıyla İngiltere’nin 2009 yılı boyunca dile getirdiği limanlar konusuna Türkiye’nin bakışı ya limanların kapsamlı barış sürecinin bir 
parçası olması ya da böyle bir kapsamda ele alınmayacaksa karşılıklılık ilkesi kapsamında değerlendirilmesi şeklinde olmuştur. 

Kıbrıs bağlamında Türkiye İngiltere ilişkilerinde gündeme gelen bir başka konu da Orams davası olmuştur. Kıbrıslı Rum Meletis Apostolidis Kuzey Kıbrıs’ta 1974 öncesinde sahip olduğu araziye villa inşa eden İngiliz David-Linda Orams çifti hakkında Rum Kesimi’nde dava açmış ve mahkeme arazinin iadesi ile tazminat 
kararı almıştır. İngiltere’nin bunu uygulaması için kararı İngiliz mahkemelerine taşımış ve İngiliz mahkemeleri de Avrupa Adalet Divanı’ndan görüş sormuştur. Orams davası olarak alınan bu dava kapsamında Adalet Divanı, Rum Kesimi’ndeki kararların diğer AB ülkelerinde de uygulanması tavsiyesinde bulundu.42 Söz konusu karar Kuzey Kıbrıs’ta 1974 öncesinde Rumlara ait olan topraklarda inşa edilen tüm mülkleri kapsaması nedeniyle Türk tarafı için bir hayli kritik bir öneme sahipti. Baş müzakereci Egemen Bağış 6 Mayıs’ta 
Londra’da Miliband’la yaptığı görüşmenin ardından yaptığı açıklamada 
Britanyalı bakanla Adalet Divanı’nın Rum yargısını KKTC’de geçerli sayan Orams davasının ele alındığını, bu konuda hassasiyet ve görüşlerin aynı olduğunu aktarmıştır.43

Türkiye’nin Ortadoğu Politikası ve İngiltere

2009 yılında bir hayli gündeme gelen Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığı 
tartışmalarına Miliband’ın yorumu Ankara’nın köklerinin bilincinde olan bir siyaset izlemesinin normal olduğu fakat bunu yaparken AB’ye olan taahhütlerini unutmaması gerektiği şeklinde olmuştur. 
Ona göre, “Türkiye’nin, köklerinin bilincinde olarak kimliğine sadık kalması, ancak bunu yaparken Avrupa’ya olan taahhütlerinin de gittiği yolun bir parçası olduğu ve dünyanın diğer taraflarının reddi anlamına gelmediği anlayışıyla hareket etmesi önemlidir”.44 
Benzer bir argümanı İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Nick Baird da kullanmış ve özellikle Batı’dan uzaklaşma söylemi ile paralel bir şekilde kullanılan “Yeni Osmanlıcılık” tartışmalarının yaşanan durumu karşılamadığını belirtmiştir. Baird’e göre, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması gibi bir durum söz konusu olmadığı gibi, Türkiye’deki politika yapımcılarının temelde bölgede istikrar sağlama ve ekonomik politik ilişkileri geliştirme amacı güttüğünü ve kendisine göre de bunun iyi bir yaklaşım olduğunu belirtmiştir.45

Miliband Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmadığını aksine Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerinin Batı’nın çıkarına olduğunu belirterek Türkiye’nin izlediği söz konusu politikalara destek vermiştir. Ona göre, Türkiye “son birkaç yılda, İslam dünyasında daha fazla özgürlük ve demokrasi isteyen liberal fikirli herkes için giderek daha büyük bir ilham kaynağı olmaya başladı. Türkiye, aynı zamanda Orta Doğu’daki anlaşmazlıkların çözümünde kilit bir oyuncu” olmuştur.46 

Dolayısıyla Türkiye’nin bölgesindeki artan rolü bölgenin istikrarlı bir yer haline gelmesine, radikallikten uzaklaşarak liberalleşmesine katkı sağlayacağından dolayı önemlidir. Hatta bu bağlamda İsrail’e Gazze saldırıları kapsamında Türkiye’nin verdiği tepkiyi de makul bir politika olarak gördüğünü belirtmiştir. Kendisine yöneltilen “Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin kötüleşmesi Ortadoğu’da rol oynama yeteneğini nasıl etkiler” şeklindeki bir soruya “Kötüleşme ifadesini siz kullandınız, ben değil. Ortadoğu’da önemli bir andan geçiyoruz. Büyük bir gerilim var.” şeklinde bir cevap vermiştir.47 Yine Miliband Türkiye’nin “Suriye ile İsrail arasında görüşmelerin yürütülmesinde aracılık” yapmış olmasını önemli bulduğunun da altını çizmiştir.48

Londra’nın Türkiye’nin İran’ın nükleer politikasına yönelik bakışını ise Miliband, Sedat Ergin’e verdiği röportajda özetlemiştir. Türkiye ile ortak hedeflerinin temelde “İran’ın nükleer silah sahibi olmaması” şeklinde olduğunu belirttikten sonra kendi görüşünün “İran liderliği, çok bariz nedenlerle uluslararası camianın güvenini” kaybettiği yönünde olduğunu Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın da 
“İran’ın nükleer programının barışçı olduğunu söyleyemediğini” belirtmiştir. 
Miliband’a göre, Türkiye “İran’ın nükleer silaha sahip olmasının tehlikelerini, komşusu olduğunuz için, diğer ülkelerden daha iyi bilecek bir” durumdadır ve “İran’ın nükleer silah sahibi bir devlet olmasını istemeyecektir”.49

Ekonomik İlişkiler

İngiltere Türkiye’nin dış ticaret fazlası verdiği ülkelerden biridir. 2009 yılı boyunca 9,122 milyarlık ihracat rakamına karşılık İngiltere’den 5,370 milyar liralık ithalat gerçekleşmiştir. Bu rakamlardan Türkiye’nin İngiltere ile ticaretinde dış ticaret dengesinin 3,752 milyar lira fazla verdiği görülmektedir.50 

Dış ticaretin yapısal analizi yapıldığında yatırım (sermaye) malları kategorisinde ihracatın 1,288 milyar, ithalatın 786,959 milyon, hammadde kategorisinde ihracatın 2,494 milyar, ithalatın 3,300 milyar ve tüketim malları kategorisinde 
ise ihracatın 3,432 milyar, ithalatın 1,260 milyar Türk Lirası değerinde olduğu görülür. Türkiye İngiltere ile olan dış ticaretinde yatırım malları ve tüketim malları kategorisinde fazla verirken, hammadde malları kategorisinde açık vermiştir.51

İngiltere’nin Türkiye’ye yönelik yabancı sermaye yatırımlarına bakıldığında, bunun 2009 yılında 332 milyon dolar olduğu görülebilir. 

Bir önceki yılda yapılan 1.336 milyon dolarlık yatırımla kıyaslandığında 
2009 verilerinin bir hayli düşük olması küresel ölçekte yaşanan krizle ilgilidir. 
Bu durum diğer ülkelerin Türkiye’ye yönelik yatırımları ve Türkiye’ye yapılan toplam yatırımlar ile kıyaslandığında açıkça ortaya çıkmaktadır. Toplam sermaye yatırımları 2008 yılında 14.733 milyon dolar iken, 2009 yılında 5.694 milyon dolara düşmüş, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’ye yaptığı toplam yatırımlar da 
11.051 milyon dolardan 4.539 milyon dolara düşmüştür.52 

Son olarak, turizm rakamlarına bakıldığında 2009 yılı boyunca Türkiye’ye gelen İngiliz turist sayısı 2.445.015 iken, bu rakam bir önceki yıla göre 300 bine yakın artış göstermiştir.53

Sonuç olarak özetlemek gerekirse 2009 yılı genelinde İngiltere-Türkiye ilişkileri ağırlıklı olarak Avrupa Birliği ve Kıbrıs meselesi bağlamında gelişmiştir. İngiltere Ankara’nın AB üyeliğini enerji güvenliği, ekonomik dinamizm ve İslam dünyası ile kurulacak diyalog başta olmak üzere sağlayacağı avantajlara odaklanarak etkin bir şekilde desteklemiştir. Kıbrıs konusunda ise Ankara’yı karşısına alacak 
açıklamalardan kaçınan İngiliz yönetimi adadan askerlerin çekilmesi ve Türk limanlarının Rum gemilerine açılması konularında ısrarcı olmuştur. İran ve Filistin başta olmak üzere Ortadoğu meseleleri konusunda İngiltere, Türkiye’nin politikalarını destekleyici açıklamalarda bulunsa da, iki ülke İran’ın nükleer enerji politikası karşısında farklı yaklaşımlara sahip olmuşlardır. Türkiye’deki iç politik meselelerde ise İngiliz yönetimi iktidarın attığı adımları büyük ölçüde Türk 
demokrasisinin yararına gelişmeler olarak sunmuştur. 


Türkiye’nin İngiltere Politikası 2009 Kronoloji 

9 Mart İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband katıldığı bir konferansta, AB’nin aday ülke konumunda olan Türkiye’ye AB yolunu her zaman açık tutması gerektiğini ifade ederek AB’de müzakere sürecinde Türkiye’ye yönelik takınılan mesafeli havayı eleştirmiştir.

6 Mayıs Londra’da İngiliz Dışişleri Bakanı David Miliband ve Avrupa Bakanı Caroline Flint ile Egemen Bağış bir araya gelmiş ve görüşmenin gündemini Kıbrıs Sorunu oluşturmuştur. Bağış görüşmede Miliband ve Flint’e Türk limanlarının Rum gemilerine açılması taleplerine karşılık AB Konseyi’nin 2004’teki KKTC’ye uygulanan ambargoyu kaldırma kararını hatırlatmıştır.

27 Mayıs İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband Atina’yı ziyaretinin 
ardından Türkiye’yi de ziyaret etmiştir. Miliband ziyaretinde Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin, “Birliğe ekonomik dinamizm getireceğini, Birliğin enerji güvenliği sorunlarını çözeceğini ve Batı ile İslam dünyası arasında yakın bağlar kuracağını” belirtmiştir.

2 Temmuz Almanya’da çıkan Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesine bir makale yazan Miliband makalede “Şartları yerine getirdikleri takdirde,Türkiye ve Batı Balkan ülkelerine, AB üyeliği konusunda verdiğimiz sözlere bağlı kalmamız gerekmektedir… Ayrıca ülke, Orta Doğu ve Orta Asya’dan alınacak 
petrol ve gazın naklinde önemli bir transit güzergâhı olabilir. 
Bu durumda Türkiye, Avrupa için bir tehdit değil, bir şanstır” değerlendirmesini yapmıştır.

Eylül 2009 İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Nick Baird’in görev süresi 
dolmuş yerine David Reddaway’a atanmıştır

26 Ekim İngiliz BBC televizyonuna yaptığı açıklamada Miliband, Türkiye’nin Avrupalı olmadığını ve bu yüzden Avrupa Birliği’ne üye olmaması gerektiğini belirten Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Koucher’e tepki göstermiştir. Konuşmasında AB üyeliğinin milletler ya da ırklar üzerine kurulu bir sistem 
olmadığını belirterek, “AB üyeliği değerler üzerine kurulu bir birliktir. Türkiye eğer yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayırımı ilkelerine tam olarak uyar ve insan hakları konusunda istenen seviyeye gelirse tam üye olur” ifadelerini kullanmıştır

4–6 Kasım İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband Ankara’ya ziyaret  gerçekleştir miş tir. Miliband ziyaretinde demokratik açılımla ilgili tartışmalara da müdahil olmuş ve “Türk hükümetinin attığı cesur adımlar”ın desteklenmesi gerektiğine değinmiştir. Miliband’ın açıklamaları muhalefet parti temsilcilerince 
eleştirilmiştir.

8 Aralık Türkiye’nin limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmaması nedeniyle yaşanan sorunun gündeme geldiği AB Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda Miliband Fransa’nın başı çektiği Türkiye aleyhtarı gurubu Türkiye’nin stratejik önemini tamamen göz ardı etmekle ve Kıbrıs sorununun çözüm sürecini de baltalamakla suçlamıştır.

Notlar 

1 Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919–1926), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No. 412, Ankara, 1978, s. 3
2 İlhan Uzgel ve Ömer Kürkçüoğlu, “1923–1939: Göreli Özerklik I, Batı Avrupa’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: I, Derleyen: Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 10. Baskı, 2004, s. 273
3 Cihat Göktepe, British Foreign Policy towards Turkey, 1959–1965, Frank Cass, London, 2003, s. 2
4 İlhan Uzgel, “1990–2001: Küreselleşme Ekseninde Türkiye: ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt: II, Derleyen: Baskın Oran, İletişim Yayınları, İstanbul, 8. Baskı, 2005, s. 318
5 Örneğin, “Blair: Türk ordusu Irak’a girmemeli”, Radikal, 25 Mart 2003
6 “Blair Türkiye için Devrede”, Hürriyet, 15 Aralık 2004
7 “Miliband: Kürt talepleri makul”, Milliyet, 8 Eylül 2009; “Miliband: Türkiye’deki gelişmeler olumlu”, Zaman, 4 Eylül 2009
8 Europe: Turkey, Country Information, Politics, (Last reviewed: 15 January 2010), [http://www.fco.gov.uk]
9 Semih İdiz, “Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak”, Milliyet, 28 Ağustos 2009
10 “Biz de acı çektik ama barıştan daha iyisi yok”, Akşam, 6 Kasım 2009
11 “İngiliz Bakan Miliband’den CNN TÜRK’e özel”, www.cnnturk.com, 5 Kasım 2009
12 Bkz. TBMM, Türkiye Büyük Millet Meclisi Tutanak Dergisi, 23. Dönem, 4. Yasama Yılı, 15’inci Birleşim, 10 Kasım 2009, Salı
13 Semih İdiz, “Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak”, Milliyet, 28 Ağustos 2009
14 Semih İdiz, “Türkiye, Avrupa’nın yükselen gücü olacak”, Milliyet, 28 Ağustos 2009
15 David Miliband, “Laikliği koruyacak yeni bir anayasal çerçeve”, Milliyet, 24 Mayıs 2008
16 David Miliband, “Preface: Turkey’s Accession to the EU – The Business Case”, Turkey in Europe: The Economic Case for Turkish Membership of the European Union, Adam Hug (Edt.), The Foreign Policy Centre, London, 2008, ss. 5–6
17 “Türk lokantasında Türkleri övdü”, Hürriyet, 23 Şubat 2009
18 “Miliband: Türkiye ile İngiltere arasındaki iyi ilişkiler sürecek”, Zaman, 23 Şubat 2009
19 “Miliband: Türkiye’ye AB yolunu açık tutmalıyız”, Zaman, 10 Mart 2009
20 “İngiltere’den AB’ye Türkiye uyarısı”, Hürriyet, 16 Mart 2009
21 “Türkiye’nin üyeliği AB’yi güçlendirir”, Hürriyet, 26 Mayıs 2009
22 “Miliband: Yeni bir Türkiye kuruluyor”, Hürriyet, 28 Mayıs 200923 “Miliband Türkiye’nin AB üyeliğine desteğini yineledi”, Hürriyet, 27 Ekim 2009
24 David Miliband, “Laikliği koruyacak yeni bir anayasal çerçeve”, Milliyet, 24 Mayıs 2008
25 “Miliband: Yeni bir Türkiye kuruluyor”, Hürriyet, 28 Mayıs 2009
26 “Türkiye AB için tehdit değil şans!”, Yeni Şafak, 06 Temmuz 2009
27 Sedat Ergin, “Miliband mülakatı”, Hürriyet, 6 Kasım 2009
28 “İngiltere’den açılıma destek”, Hürriyet, 5 Kasım 2009
29 “Sayın Bakanımızın İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband ile Ortak Basın Toplantısı”, 5 Kasım 2009, Ankara, [http://www.mfa.gov.tr]
30 “AB üyeliği ırklar üzerine değil, değerler üzerine kuruludur”, Zaman, 26 Ekim 2009
31 “Türkiye AB’de sinirleri bozdu”, Milliyet, 8 Aralık 2009
32 “Kıbrıs çözümü; Türkiye, Yunanistan ve AB’ye de yarar getirecek”, Zaman, 26 Şubat 2009
33 “‘Limanları açın’ diyen Miliband’a konsey kararlarını hatırlattı”, Star, 7 Mayıs 2009
34 Ayın Tarihi, Mayıs 2009, [http://www.byegm.gov.tr]
35 .................“Sayın Bakanımızın Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı David Miliband ile Ortak Basın Toplantısı”, 27 Mayıs 2009, Ankara [http://www.mfa.gov.tr]; “Davutoğlu: Miliband ile Kıbrıs konusundaki vizyonlarımız uyuşuyor”, Zaman, 27 Mayıs 2009
36 “İngiliz bakan: Türkiye liman ve havaalanlarını Rumlara açmalı”, Hürriyet, 23 Kasım 2009
37 “İngiltere, Kıbrıs’ta askeri müdahale haklarını bırakmaya hazır”, Milliyet, 24 Kasım 2009
38 Sedat Ergin, “Miliband mülakatı”, Hürriyet, 6 Kasım 2009
39 “Biz de acı çektik ama barıştan daha iyisi yok”, Akşam, 6 Kasım 2009
40 “Sayın Bakanımızın İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband ile Ortak Basın Toplantısı”, 5 Kasım 2009, Ankara, [http://www.mfa.gov.tr]
41 “Sayın Bakanımızın İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband ile Ortak Basın Toplantısı”, 5 Kasım 2009, Ankara, [http://www.mfa.gov.tr]
42 “Adalet Divanı’ndan KKTC’yi üzecek karar”, ntvmsnbc.com, 28 Nisan 2009
43 “Bağış: AB heyecanı canlı tutulmalı”, Radikal, 07 Mayıs 2009
44 Sedat Ergin, “Miliband mülakatı”, Hürriyet, 6 Kasım 2009
45 “Nick Baird’s Farewell Interview (26.08.2009): ‘Turkey is not changing direction’”, British Embassy in Turkey resmi web sitesi, [http://ukinturkey.fco.gov.uk]
46 David Miliband, “Laikliği koruyacak yeni bir anayasal çerçeve”, Milliyet, 24 Mayıs 2008
47 Sedat Ergin, “Miliband mülakatı”, Hürriyet, 6 Kasım 2009
48 Sedat Ergin, “Miliband mülakatı”, Hürriyet, 6 Kasım 2009
49 Sedat Ergin, “Miliband mülakatı”, Hürriyet, 6 Kasım 2009
50 İthalat ve ihracat rakamları için bkz. [http://www.tuik.gov.tr]
51 Rakamları için bkz. [http://www.tuik.gov.tr]
52 “Uluslararası Doğrudan Yatırım Verileri Bülteni”, T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü, Şubat 2010, s. 4, [http://www.hazine.gov.tr]
53 Turizm rakamları için bkz. [http://www.tuik.gov.tr]

***