Aysel Tuğluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aysel Tuğluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

IŞİD'İN KOBANİ SALDIRSI VE TEZKERENİN YENİ DÖNEMİN SİYASETİNE YANSIMALARI

IŞİD'İN KOBANİ SALDIRSI VE TEZKERENİN YENİ DÖNEMİN SİYASETİNE YANSIMALARI



Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 30.09.2014
Türkiye bütün enerjisini, Suriye’deki Kürtleri yedek güç haline getirmek ve onları Esad'la savaştırmak için harcadı. Kürtler bu rolü kabul etmedikçe, Kürtlerin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kurdukları yönetimleri, oldu bitti şeklinde niteleyerek çeşitli zorluklarla baş başa bıraktı onları. Radikal İslamcıların Kürtlerin üzerinde salınması, Türkiye'nin Kürtlere yaşattığı en önemli zorlukların biriydi. Türkiye'nin politikaları ortaya çıkmıştır. Devlet Bakanı Akdoğan çıkmış "Suriye Kürtleri doğal müttefikleriymiş" kim inanır bu yalana. Suriye Kürtlerinin temsilcilerini tanımayacaksın, onları terörist ilan edeceksin sonra da müttefikiz diyeceksiniz buna inanmamızı bekleyeceksiniz. Günlerdir IŞİD, Kobani'ye doğru ilerliyor. Kendi topraklarını Kobani'ye yardım etmek isteyenlere sonuna kadar kapatacaksın, oradaki Kürtleri katillerin eline vereceksin. Kürtler bunu yutmaz artık. Barzani de sizin ne olduğunu anladı artık. Bunların karşısında Türkiye’yi eleştirmek, demokratik eylem yapmak her Kürdün hakkı olduğu halde, bu hakka karşı gazla, gerçek mermi ile müdahale edeceksin, onların yanında eyleme katılan Aysel Tuğluk’u “edepsizlik” yapmakla suçlayacaksın. Aysel Tuğluk’un taşı olayı, onların işledikleri büyük suçların perdelemesi için kullanacaksınız.

Başka bir deyişle, bakanı, başbakanı işledikleri suçlarını kapatmak için kendilerine günah keçisi olarak Aysel Tuğluk'u seçtiler. Aysel Tuğluk'un elindeki taş neredeyse Kürtlere savaş ilanın gerekçesi oldu. Türkiye'yi işgalci konuma düşürebilecek "tampon bölge" uygulanmasına sürülecek "mehmetçik" bir anda "aziz mehmetçik" konumuna getirildi. Türkiye, IŞİD'e karşı olmaktan çok, IŞİD'in yıkmaya çalıştığı Kobani Kantonunu yok etmeye çalışıyor.

Kobani'yi Araplaştırma/Türkleştirmeyi esas alarak Türk topraklarına dahil etme çabası vardır. Böyle yaparak, Türk askerinin Afrin ve Cizire'yi de dağıtması kolaylaşacaktır. Kısacası, Türkiye/IŞİD ittifakı devam ediyor. Rehinelerin serbest bırakılmasından sonra Türkiye IŞİD karşıtı koalisyonda yer alacağını söylemiş olsa da bu söylem ABD'nin beklediği anlamda bir söylem değişikliği değildir. ABD, Rusya ve Suriye'nin karşı koyacağı şartları ileri sürmüştür. ABD'nin gündeminde Suriye'ye yabancı askerden çok Suriyelilerden oluşacak bir kara gücüdür.

Bu gücün büyük oranda Kürtlerden oluşacağı da açıktır. Türkiye, IŞİD'e karşı oluşturulacak bir Kürt gücünün oluşmasını istemiyor. Çünkü oluşturulacak bu güç, ABD ve Batı'nın sağladığı silahlarla kalıcı bir güç haline gelebilir. Türkiye, Batı’nın desteğiyle Kürtlerin anahtar konumuna gelişi, başka bir deyişle Kürtlerin Türkiye’den rol çalma durumuna gelişini önlemek için Suriye’de tampon bölge oluşturma düşüncesi öteden beri vardı. Yerel seçimlerden bir hafta önce Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan, Genel Kurmay 2. Başkanının ses kayıtları Süleyman Şah Türbesinin korunması adı altında Türkiye’nin operasyon hazırlığı içinde olduğunu göstermişti. Son günlerde Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi çevresinde IŞİD yoğunluğu yönündeki haberler bu hazırlıkların boşuna hazırlıklar olmadığını gösteriyor. Kobani saldırısı ile Süleyman Şah Türbesinin etrafının IŞİD tarafından sarıldığı yönündeki haberler birbiriyle bağlantılıdır. Türkiye’nin Kobani-Suruç sınırına askeri yığınak yapıp, Kobani’ye destek vermek isteyen Kuzey Kürdistanlılara müdahale etmiş olması, tezkere öncesi hazırlıkların son aşamaya geldiğini gösteriyor. Konjonktürel durum, ABD’nin Suriye’ye bakış açısındaki farklılıklar ile Türkiye ile Kürt Siyasal Hareketi(KSH) arasındaki “çözüm sürecinin” Rojava nedeniyle tıkanma durumuna gelişi, Türkiye’nin istediği şekilde hareket etmesinin önünde engel olarak duruyor. Türkiye öyle bir duruma gelmiş ki, tezkerenin kabul edilip, Suriye topraklarına Türk askerinin girmesine karar verilse dahi, bundan Türkiye’nin kazançlı olup olmayacağı belirsizdir. IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasında kolaylık sağlayan Türkiye’nin Kobani’yi işgali, Kürtler tarafından IŞİD saldırısının yeni bir versiyonu olarak görülecektir. Bu da devam edip etmeyeceği “Öcalan’ın kararına göre belirlenecek” çözüm sürecini geriye dönülmez bir şekilde yok edecektir.

ABD, Irak'taki Kürtlere silah vermesi ile Rojava'daki Kürtlere silah vermesinde şimdiye kadar farklı davrandığı bilinmektedir. ABD, Rojava'daki Kürtleri, IŞİD karşısında çaresiz bırakarak, Rojava Kürtlerinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)'nin inisiyatifi doğrultusunda hareket etmeye zorladığı konusunda güçlü argümanlar bulunsa da IŞİD saldırısı karşısında KBY Peşmergeleri ile YPG/HPG savaşçılarının birlikte hareket etmeleri ABD’nin farklı davranışını anlamsız hale getirmektedir. Türkiye’yi asıl endişelendiren husus da “Kürtler arasındaki ulusal birliğin” sağlanmış olmasıdır. Dikkat edilecek olursa Türkiye ile PKK arasındaki çözüm sürecinin açmazı da Rojava'dan ileri gelmektedir. Rojava üzerinden çözülecek düğüm çözüm sürecinin kaderini belirleyecektir. Eğer Kobani düşerse, Türkiye'nin kara harekatı, ABD'nin havadan müdahalesiyle kurtarılırsa bu Rojava'daki siyasi aktörlerin yenilgisi anlamına geleceğinden dolayı Rojava'yı KBY'nin yörüngesine daha fazla kaymaya zorlayacaktır. KCK'nin 27 Eylül tarihinde yayınladığı açıklamasında "koalisyon güçlerini uyarması" böyle olması olasılığından dolayıdır. KCK'nin "çatışmasızlık bitti" açıklamasının fiili sonuçları Amed ve Bitlis'teki polise yönelik eylemlerle açıkça ortaya çıksa da son ana kadar hükümet ile HDP arasındaki temasların devam etmesi, KCK'nin "sürecin bittiği" yönündeki açıklamalar karşısında HDP Eş genel başkanı Demirtaş'ın ABD ziyaretini yarıda kesip, Türkiye'ye dönmeye karar vermesi ve Demirtaş'ın "süreç konusunda son kararın Öcalan'a ait olduğunu" söylemiş olması, bir anda dikkatleri, bu hafta sonucu gerçekleşmesi beklenen HDP/Öcalan görüşmesine çevirmiş durumdadır. KBY, IŞİD'in Musul'u alıp, Kürdistan'a yönelmesinden sonra bazı gerilemeler yaşadıysa da özellikle ABD'nin IŞİD'e müdahalesi sonrasında Irak Merkezi yönetimiyle birlikte hareket etmeye başlamış olması, KBY'nin Kerkük'te sağladığı üstünlüğü kalıcı hale getirme imkanı sundu. Irak merkezi hükümeti ile KBY arasında çelişkiler olduğu dönemde, Rojava'daki Kürtlerin Irak'la ilişkileri daha iyiydi. KBY'nin Rojava'ya çıkardığı engeller Irak üzerinden gideriliyordu. Musul'un düşmesi ile birlikte değerlendirildiğinde Rojava'nın Musul üzerinden Irak'la ilişki geliştirmesi imkansız hale geldi. Çünkü Rojava'nın en büyük kantonu Cizire, KBY'ne muhtaç olmadan(Tıl Koçer Kapısı) bazı ihtiyaçlarını giderebiliyordu. O nedenle IŞİD, kolayca Rojava'ya saldıramıyordu. Bu açıdan bakıldığında, ABD ve koalisyon güçlerinin etkin müdahalelerine rağmen, IŞİD'in Şengal'le birlikte Kobani'ye saldırılarını görülmemiş şekilde artırmış olmasında Irak ve KBY'nin Rojava'dan desteğini tam olarak çektiğini göstermektedir.
KSH'ne yol gösterenlerin en önemli argümanlarından biri en eski ve köklü Kürt hareketini temsil eden PDK (Kürdistan Demokrat Partisi)'nin, genel Kürt siyasetine ağabeylik yapabileceği konusundaki beklentilerdir. Bu beklentilerin en önemli nedeni, PDK'nin Irak Kürdistan Yönetimindeki etkinliği ve aktifliğinden ileri gelmektedir. Özellikle, ABD'nin Irak'a müdahalesinde PDK'nin diğer Kürt partileriyle ilişkisi, diğer Kürt partilerinin PDK ile ilişkili olmasının ABD'yle ilişkinin dolaylı yolu olarak görülmüş olmasıdır. Gerçeğin bunun böyle olmadığıdır. PDK ve onunla birlikte hareket eden diğer Kürt partileri, ABD'den çok, komşuları Türkiye ve İran'la ilişkileri hep ön plandaydı. PDK daha çok Türkiye ile ilişkili iken, YNK daha çok İran'la ilişkili oldu. İlişkili olan her iki devlette de "Kürt meselesi" olduğundan dolayı, Irak Kürt partilerini sürekli olarak kendi dışındaki Kürtlerin sorunlarıyla ilgilenmemeyi beraberinde getirmiştir.

Bu da bu partilerin Irak Kürdistanı dışında örgütlenmesini zora sokmuştur.

Bu partilerin Suriye Kürtleri arasında ilk örgütlemeyi sağlayan partiler olduğunu da belirtmek gerekir. Suriye'de daha sonra PKK'nin etkin olmasıyla birlikte gerek PDK gerekse YNK'nin örgütlenmesi gerilemiştir. Bunun en önemli nedeni, PDK'nin PKK yerine, Türkiye ile ilişkilerini ön plana almasıydı. Nitekim, Türkiye PDK üzerinden Suriye'deki Kürt muhalefetinin, Suriye Ulusal Koalisyonun bir alt bileşeni yapmaya çaba göstermiştir. Suriye Kürt muhalefeti özellikle PYD, bundan uzak durdukça, PYD'ye Türkiye ve PDK'nin suçlaması "Esad'la işbirliği yapıyor, Esad'a kurşun sıkmıyor" şeklinde paralellik göstermiştir. Türkiye ile PDK'nin ilişkileri o kadar yoğunlaşmış ki, yedikleri içtikleri ayrı gitmemeye başlarken, IŞİD'in Irak Kürdistan'ına saldırmaya başlaması bu ilişkileri bir anda tuzla buz etmiştir. Deyim yerindeyse Kürtler için 21. Yüzyıl 2014'ün yazında başlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği, Kürtlerin Küresel güçlerle aracısız ilişkinin yolunu açmıştır. Bu yol, içinde avantajları olduğu kadarıyla dezavantajları da taşımaktadır. Nasıl ki, Küresel güç Irak Kürdistan’ındaki Kürt örgütleri bir araya geldiyse, aynı şekilde Ortadoğu'da aktör olacak Kürtlerin Kürdistan'ın bütünlüğünde bir araya gelmeleri zorunludur. Parti, örgüt, aşiret çıkarları bir tarafa bırakılmalı, ulusal birlik temel alınmalıdır. Ulusal birlik, askeri gücü, kendi kararlaştırmasını esas almalıdır. Öyle bir siyasal birlik olmalıdır ki, Batı'dan gelecek ekonomik ve askeri desteklerin nereye gideceği konusunda Batılı güçlerin kafasında soru işaretleri bırakmamalıdır. Kürtlerin temel istemi olmasa Kürtlerin ABD ile birlikte hareket etmek zorunda kalışları karşısında buna bölgesel güçlerin göstereceği tepki/tavır yeni dönemin dezavantajlı yönüdür. Bu dezavantaj aynı zamanda Kürtlerin birlikte hareket etmesinin pozitif enerjisi olacaktır. Bu çerçevede Kürt örgüt, parti ve liderlikleri ayakta kalacak, bu dönemin gereklerini okuyamayanlar "tarihin çöp tenekesinde" yerini alacaktır.

Afganistan ve Irak'ta görüldüğü gibi ne ABD'nin havadan müdahalesi ne de fiili işgalin sonuç almaya yeterli olmadığını göstermiştir.
Bunun başarılı olması için, yerel askeri gücün desteği zorunludur.
Zaten, İngiltere öncülüğündeki sömürgecilik politikasının iflası ve İngiltere'nin paldır palas sömürgelerden çıkışı bu nedeneydi. ABD'nin tarih sahnesine çıkışı da İngiltere'nin bu mirası üzerinden devam etmiştir. Gelişmelerin uzağında durup da Kürt Siyasal Hareketine akıl vermeye kalkışan bazı kesimler, Kürtlerin geleceğinin ABD'nin ipotekliğini kabul etmeleriyle mümkün olacağını söylüyorlar. Özellikle, KSH'nin Rojava'daki özgün direnişini görmeden, onların ABD'ye yalvardıklarını söylüyorlar. Bütünsel olarak bakıldığında, bölgesel bazı güçleri yanına alan IŞİD'in Kürtlere saldırısı karşısında, IŞİD'i düşman olarak gören ABD'nin IŞİD'e müdahale etmesini istemek kadar normal bir durum olamaz. ABD'nin de "Ortadoğu'daki Stratejisini" ayakta tutması için yerel güçlerin desteğini de almak durumundadır. Rojavalı Kürtler, her şeyden önce Kendi topraklarını koruyorlar, bunun için savaşıyorlar. Bu aynı zamanda ABD lehine bir durumdur. IŞİD ve benzeri örgütler, Kürtlerin bu savunma savaşı gerçeğini örtbas ederek Kürtleri ABD ve Batı'nın askeri gibi göstermektedir. Bu şekilde, Kürtlerle Arapları karşı karşıya getiriyorlar. Kürtlerle savaşın ABD ile savaş olduğunu söylüyorlar.

Bu da Kürtleri daha da yalnızlaştırmaktadır. Bu durumda, Kürtlerin katliamının olmaması için, ABD'den Kobani'deki IŞİD mevzilerine havadan müdahale etmesini istemek kadar normal bir şey olamaz. Aynı şekilde Kürtlerin direnişi olmadan da IŞİD'e gerçek anlamda zarar verilmeyeceğini ABD bilmiyor mu? Burada önemli olan nokta, IŞİD'e karşı ne sadece Kürtlerin direnişinin ne de ABD'nin havadan müdahalesi tek başına sonuç alıcı olmayacağının bilinmesidir. Zorunlu bir ilişki vardır. Nasıl ki, birbirini yok etmeye yeminli İngiltere-Sovyetler Birliği (Liberalizm-Sosyalizm) Naziler karşısında zorunluluktan dolayı ittifakı zorunlu kıldıysa burada olması istenilen de budur. Bu asla, Kürtlerin bundan sonraki süreçte ABD'nin bir alt bileşeni haline geldiğini göstermez. Özgürlüğüne kavuşan Kürtlerin geleceklerini özgürce kararlaştırnasının yolunu açar.
AKP hükümeti, devletin önemli kadrolarına cemaate mensup kişileri atarken, "bunlar inançlı Müslümanlar" demişti. Sonradan onları paralel ilan etti. Aynı şeyi herhalde IŞİD için de "bunlar Müslüman, Müslüman’dan terörist olmaz" dediği muhakkaktır. Şimdi de "Müslüman olmak terörist olmamak anlamına gelmez" diyerek IŞİD'le de tıpkı cemaatle arasını bozduğu gibi bozacaktır. Böylece AKP, ne ılımlısına ne de radikaline yaranacaktır. Ilımlısı da radikali de AKP'ye düşman olacaktır. En kötüsü de Kürtlerin düşmanlığını kazanmış olmasıdır. Hele hele Cemaat ve IŞİD Kürtlerle ittifak etse ne olacak? Kendi düşen ağlamaz demekten iyi söz olmaz derim.

Yeni gelişmeler, Türkiye ile KBY ilişkilerini de temelden etkilemiştir. Kürtler arası birliktelik oldukça, bundan memnun olmayacak en önemli güç Türkiye'den başkası olmayacağından dolayı PKK'nin KBY ve Barzani'ye yönelik Türkiye ile birlikte hareket ettiği yönündeki eleştirilerin de bir geçerliliği kalmamıştır. En son Türkiye CB Erdoğan'ın Almanya'ya hitaben "KBY'ne silah verilmesin" çıkışı, Türkiye ile Barzani ilişkilerinin eskisi gibi olmadığını göstermektedir. Erdoğan aynı konuşmasında şimdiye kadar "çözüm sürecini" sürdürdüğü PKK'yi IŞİD'den daha tehlikeli bir örgüt olarak göstermesi de Türkiye'nin IŞİD'e desteğinin devam edeceği anlamına gelmektedir. Türkiye'nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmayı imkansız hale getiren "ipe un serpme" politikasıyla birlikte değerlendirildiğinde, mevcut hükümetle Batı'nın ilişkilerinin devam etmesi de mümkün değildir. Türkiye ile birlikte hareket eden KBY'inden sonra Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin ABD'nin yanında yer almış olması Türkiye'yi yalnızlığa iyice itecektir. Küresel ekonomiye bağlılığı, ekonominin kırılganlığı, sıcak paraya dayalı piyasa sistemi, Türkiye'nin NATO ile tarihsel bağları ve taahhütleri gereği yalnızlık ve batıya dayalı olmayan politikaları sürdürmesi mümkün değildir. Türkiye'nin dünya dengeleri içinde tarafsız bir güç, ya da Rusya ile birlikte hareket etmesinin koşulları da bulunmamaktadır. Her şeyden önce Türkiye'nin Suriye ve Ukrayna'da takındığı tutum bu şekilde hareket etmesine engeldir. Dış politikada keskin bir dil kullanıp, iç politika sürdürülmeye çalışılacaktır. ABD'nin karşı çıktığı, tampon / güvenlikli / uçuşa yasak bölge gibi kararları TSK'nın uygulayacağı veya nasıl uygulayacağı konusunda da merak konusudur. Kaldı ki, bu konuda TSK'nın yetkilendirilmesi, hükümetin gerilettiği sandığı TSK Vesayetini geri de getirebilir. Özellikle, AKP'nin alternatifinin demokratik yoldan çıkmayışı yönünde ilerleme olmadığı takdirde TSK'ya taviz vererek konumunu sürdürmek isteyebilir.

Bu nedenle KSH, AKP'ye karşı CHP dahil olmak üzere seçim ittifaklarını gündeme almak durumundadır. CHP de aynı şekilde HDP ile ittifakın yolundaki engelleri aşmalıdır. Bu ittifakın başlangıcı TBMM'e gelecek Irak ve Suriye tezkeresindeki tutumla olabilir. tezkerenin reddi konusundaki CHP-HDP birlikteliği ilerisi için oluşacak seçim ittifakının zeminini oluşturacaktır. Aynı zamanda AKP ile derin çatışma içinde bulunan Cemaatle de gergin hava giderilebilir. IŞİD'e karşı tutumda net tavır alan cemaatin bazı ileri gelenlerinin IŞİD'in Kobani saldırısına karşı çıkışı HDP ile cemaati yakınlaştırma potansiyeli taşımaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan'ın CB, olmasından sonra Başbakanlığa atanan Ahmet Davutoğlu'nun nasıl bir Başbakan olacağı aşağı yukarı belliydi. Geçmişi, akademisyenlikten gelen, AKP içindeki konumu ile "bir bürokrat kisvesinde" öte anlama gelmeyen Davutoğlu'nun AKP gibi Erdoğan'ın liderliğine kitlenmiş bir partide, Partisine lider olması çok zordur. Özellikle, devasa sorunların kaynağı olan Ortadoğu'daki bozgunun temel aktörü olmak bunu daha da imkansız hale getirmektedir. Zaten, Davutoğlu Başbakanlığa atanırken, ondan yeni bir lider devşirmekten çok ondan, "geçiş dönemini" atlatacak biri gözüyle bakıldı. Bu dönemin temel özelliği, Anayasa'ya göre sembolik/sorumsuz olan CB'nin "fiili başkan" gibi olmasıdır. Erdoğan, bu konuda tahminlerde bulunanları yanıltmadı. Başbakanmış gibi davranarak ekonomiden dışişlerine kadar icrayı bizzat kendisi yürüttü. Başbakanken sürdürdüğü "polemikçi" retoriğinden hiçbir şey kaybetmedi. Hem içerdeki hem de dışardakilerle tartışmaları o yürüttü. Aynı şekilde eleştirilerin çoğunluğu ona yöneldi. Giderek, Başbakanlık yokmuş gibi göründü. Başbakan kendisini var gösterebilmek için bol bol İslami söylem(İslam, Allah, dua) ve devletçi/türkçü söylemi(büyük devlet, büyük millet, Osmanlı) esas aldı. Başbakanlığının üçüncü haftasında kendisine verilen "49 rehine paketi" bile işe yaramadı. 49 rehinenin tesliminin maliyeti (Kobani) ortaya çıktıkça, bundan sonra işinin kolay olmayacağı da çıkmış oldu. Bunun çözüm sürecinin geleceği üzerindeki etkileri göz önüne alındığında bocalamanın/başarısızlığın ne boyuta geleceği konusunda iyimser olmayı gerektirecek bir durum yoktur.

Hükümet, daha önce iki tezkere şeklinde(Irak, Suriye) Meclise sunulan tezkereleri tek bir tezkere başlığı altında 2 Ekim’de TBMM’ye getiriyor. Tezkerede her ne kadar IŞİD’in terörist olduğu yazılıp, ona karşı da mücadele edileceği yazılmış ise hükümetin geçmişteki söylem ve pratiği, Irak ve Suriye’deki rejimlerden söz edilmezken, IŞİD’le ciddi bir şekilde savaşan Kürt Siyasal Hareketinin “çözüm sürecinin kurtarılmaya çalışıldığı” bir dönemde “savaşılması gereken terörist” olarak nitelenmesi, AKP hükümetinin giderek Suriye ve Türkiye Kürdistan’ı hareketleriyle birlikte çeşitli alanlarda hareket eden KBY’ni dahi “terörist” ilan etmesi dahi ihtimal dahilindedir. Bu bakımdan tezkere, basit bir tezkereden çok, AKP’nin bundan sonraki Ortadoğu ve Kürt politikasının yol haritası şeklindedir. Bu yol haritasının en büyük ideolojik desteği de “Türk Milliyetçiliğinin klasik reflekslerine” dayanmaktadır. MHP’nin de destek vereceği anlaşılan bu tezkere ile geçmişteki Kürt konusunu “Askere havale etmekten” başka bir anlama gelmemektedir. 30 Ağustos 2014 Resepsiyonunda Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’in “muttıra” niteliğindeki sözleri, askerin Kürt meselesi konusunda 1990’lı yıllardaki konumuna döndüğü de söylenebilir. Bu konum 2007 yılından sonra TSK’de Kürt sorunu konusunda oluşan olumlu/yapıcı politikadan da eser bırakmamıştır. Bu nedenle, AKP’nin Kürt politikasının Türkiye’nin Kürt politikası olduğu söylenemez. Bu tezkereye bakarak, KSH’nin “çözüm sürecini” bitirerek, yeniden “çatışmaya başlaması” kararı vermesi doğru değildir. Başta CHP olmak üzere, Türkiye’de “tezkere ile Türkiye’nin sokulmak istenilen rolüne” karşı çıkan çok sayıda toplumsal dinamikler vardır. Bu dinamiklerin ileride iktidar dinamiği haline gelme, ihtimali KSH’nin tek taraflı da olsa en azından “çatışmasızlık” sürecine devam etmelidir. Bu aynı zamanda AKP içindeki, demokratik özünü barındıran kesimlerin de sempatisini kazanacaktır. Kaldı ki, IŞİD karşısında büyük bir direniş sergileyen YPG ve HPG’ye karşı Türkiye toplumunda büyük bir sempatinin oluştuğun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Yazımı, Anonim Eski Bir Halk Masalı ile bitirmek istiyorum: “Kediden korktuğu için kederlenen bir farecik varmış. Büyük bir büyücü fareciğe acımış ve onu kediye dönüştürmüş. Ama hayvan bu sefer de köpekten korkmaya başlayınca büyücü onu köpeğe dönüştürmüş. Bu sefer de kaplandan korkmuş. Büyücü, gayet sabırlı bir biçimde, gücünü kullanıp onu kaplana çevirmiş. Ama bu sefer de avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü, sonunda pes etmiş ve hayvanı yeniden fareye dönüştürüp şöyle demiş: Sana ne yapsam yardımcı olamam çünkü sen büyüdüğünü hiç anlamadın. En iyisi ilk halinde kalman."(Aktaran Paulo Coelho, Aldatmak, S.114 Can Yayınları 2014) ***

27 Haziran 2016 Pazartesi

Demirtaş’tan Müzakere Şartlarını Okumak



Demirtaş’tan Müzakere Şartlarını Okumak

Yazar: Ümit Özdağ
26 NİSAN 2013 CUMA
























AKP iktidarı başta Başbakan Erdoğan ve sonda akil insanlar olmak üzere Türk Milletini “PKK’yı hiçbir taviz vermeden barışa ikna ettiklerine” inandırmaya çalışıyorlar. Tarihin en büyük propaganda uzmanı olan NAZİ Propaganda bakanı Goebbels, söylediğiniz yalan o kadar büyük olmalıdır ki, gerçekliğinden şüphe edilmesin diyerek, propagandanın temel ilkesini belirliyor. PKK’nın hiçbir taviz almadan çekildiği ve barışı kabul ettiği iddiası Goebbels’i bile imrendirecek bir propaganda çalışmasıdır. Ancak, AKP’nin bu propaganda sürecini zora sokan, “barış süreci ortağı” BDP ve PKK’dır. AKP’den gelen her “taviz yok” açıklamasına BDP-PKK’dan “şunlarda olmadan olmaz” cevabı gelmektedir.  

             Örneğin, Nurettin Canikli, “ Bu sürecin somut sonucu terör örgütünün tasfiyesidir” derken, Aysel Tuğluk, PKK’nın Türkiye’de “ barış geldikten ve silah bıraktıktan” sonra da bir dönem Suriye’de ve İran’da silahlı güç olarak kalacağını, Avrupa’daki örgütsel gücünü muhafaza edeceğini açıklayarak, Türkiye’yi neyin beklediğini bir kez daha ortaya koymuştur. AKP’nin “taviz vermedik” propagandasına en çok destek vermeyi amaçlayan açıklama ise BDP eş başkanı S. Demirtaş’ın 22-23 Nisan 2013’de Taraf gazetesinde Neşe Düzel’e verdiği demeçtir. Bir siyasetçiden çok bir dış işleri mensubu gibi her cümlenin zihinde üç defa “Aman AKP’nin taviz vermedik tezine zarar vermesin” diye düşünülerek formüle edildiği anlaşılan bu demeçte bile Demirtaş, AKP’den “hangi tavizleri” almadan “barışın” gelmeyeceğini açıklamıştır.

          Demirtaş, Öcalan’ın İmralı tutanaklarında açıkladığı gibi sürecin üç aşamalı olduğunu söylüyor. Birinci aşama geri çekilme, ikinci aşama yeni anayasa ve üçüncü aşama normalleşme. Demirtaş: “Birinci aşamadan sonra, Türkiye’nin demokratikleşmesi denilen ikinci aşama var. Bu aşamada yasal reformlar ve anayasal değişikler var.” “Hükümet, demokratikleşme konusunda adım atmak zorunda. Eğer PKK’ya ‘sen geri çekil ve bana fırsat ver. Ben Türkiye’de demokratikleşme yapacağım’ diyorsa..Ve PKK’da buna uyuyorsa..Şimdi adım atma sırası hükümetindir.

          Aslında İmralı tutanaklarına göre, Öcalan, Hükümetin Kürt reformlarının çekilme bitmeden gerçekleşmesini istiyordu. Ya bu şartta Hükümetin istediği üzerine bir değişiklik oldu ve Hükümetin kamuoyu karşısında elini güçlendirmek için reformlar PKK çekilmesi sonrasına bırakıldı ya da Demirtaş serbest bir yorum yaptı. İkinci ihtimal yok denecek kadar az.

        Peki PKK’nın demokratikleşme konusunda bekledikleri neler? Demirtaş, önce bir geçiş dönemi anayasası sonra ikinci anayasadan bahsediyor. AKP Hükümetinden reformları bekledikleri geçiş dönemi anayasasında Demirtaş, “Bütün Türkiye için bölgesel yönetimler önereceğiz. Bir tür özerklik bu… Seçimle iş başına gelen ve yetkileri (egemenliği diye okuyun bundan dolayı özerklik değil federasyon Ü.Ö.) merkezle paylaşan bölge meclisleri bu…Bu bölge meclislerinin içinden de bir tür bölge hükümeti olan bölge yürütmesi çıkıyor. Valinin yerini de seçimle gelen bölge başkanları alıyor.(Erdoğan valiler seçimle gelebilir demişti. Ü.Ö.) Biz parlamentoya anayasa teklifimizi bu şekilde sunduk. Ulusal güvenlik, genel adalet ve savunma, genel bütçe planlama gibi hizmetlerin dışındaki eğitim, sağlık, kültür, turizm bütün hizmet ve  yetkiler bu bölge meclislerine ait oluyor.” Şimdi Demirtaş’ın canalıcı cümlesi geliyor:

 “BİZ BU MODELİ BARIŞ SONRASI İÇİN DEĞİL, BARIŞ İÇİN ÖNERİYORUZ.”  

            Özetle, Demirtaş, Öcalan, PKK ve BDP’nin AKP Hükümetinden beklediği anayasal ve yasal değişikliklerin temelinde federasyonu koyuyor ve ekliyor: “‘Türkçe dışında anadilde eğitim yapılamaz’ diyen bir anayasayı asla kabul edemeyiz. Herkesi Türk olarak kabul eden bir maddeyi de kabul edemeyiz.”
            Demirtaş Öcalan’ın hapishaneden çıkması ile ilgili olarak şöyle söylüyor: “Öcalan’ın hapiste tutulmasının nedeni Kürt sorununun çözülmemiş olması ve savaşın devam ediyor olmasıydı. Bu koşullar ortadan kalktığında belki cezaevi anlamsızlaşır. Öcalan’ı orada niye tutsunlar ki? Yeterince hapis yatmadı mı? Onbeş yıl yattı.” PKK yöneticileri konusunda da Demirtaş’ın cevabı açık: “Dönmek isteyenler dönebilir sürecin sonunda bence.

           1)Öcalan ve Kandil’in “ Akil insanlar heyeti oluşturulsun” önerisini kabul eden; 


          2)Öcalan ve Kandil’in “TBMM konuya el koysun” talebine önce karşı çıkan sonra BDP ile ortak komisyon kurmayı kabul eden; 

         3)Öcalan ve Kandil’in “Geri çekilme için yasal düzenleme yapılsın” talebini sonunda kabul edip, İç İşleri Bakanlığı ile TSK arasında yetki konusunda düzenleme yapan; 

        4) Erdoğan’ın ağzından “devlete karşı işlenen suçların affedilebileceğini” duyuran, 

        5) 2023’de eyalet sistemi olabilir diyen Hükümet hala taviz vermeden PKK’yı silah bırakmaya ikna ettiğini ileri sürebiliyor.   



..

15 Şubat 2016 Pazartesi

Çok Bilmiş Aydınlarımız 8 Kürt Olayına Hiç Girmediler



Çok Bilmiş Aydınlarımız 8 Kürt Olayına Hiç Girmediler 


Ali Karahasanoğlu
Tarih:20/08/2013
Türü:İç Politika 
www.acikistihbarat.com
21.08.2013


Niye bir yorum getirmiyorsunuz, Diyarbakır’daki 8 insanın can vermesine..

Eline silah alıp, asker-polis vurmaya soyunan teröristlerden biri öldürüldüğünde, hayat hikayelerini anlatmaya başlayan, PKK’nın resmi haber sitesi firatnews’e bakıyorum..

Bir ayrıntı var mı, Diyarbakır’daki 8 insanın öldürülmesiyle ilgili diye merak ediyorum.

Bir-iki kişinin hafif yaralandığı trafik kazası değerinde bakmışlar olaya..

Haber şöyle: “ Silahlı kavgada yaşamını yitiren 8 kişi toprağa verildi.”


Diyarbakır’da 8 insan ölmüş..

5’i; üstelik kadın..

“İki ailenin kavgası” diye takdim ediliyor..

Arka planı gizlenerek..

Küçük yaştaki çocukların terör örgütüne destek amacı ile dağa çıkarılmasına karşı çıkış sebebi ile yaşanan bir tartışmadan kaynaklandığı, adeta gizlenerek..

8 insan ölmüş..

Bölgeye duyarlı insanlarımızın hiçbirisinde çıt yok.

Bilgiç bilgiç, sabah-akşam Kürt sorununu tartışan sosyologlarımızın, akademisyenlerimizin hiçbirisinde tek kelime ile de olsa, bir yorum yok.

Ne olayın uluslararası çözüm süreçlerini irdeleyerek yorumlar getiren Cengiz Çandar’da;
Ne; akil insanlar listesine alındığından, pisliğinde inci olduğunu sanan Mithat Sancar’da...

Konuşun be adamlar, niye susuyorsunuz?

“Açlık grevlerinde, ölümler başlıyor. Bir insan canı.. Ne kadar kutsal” diye ortalığı velveleye veren Ezgi Başaran’lar.. Ali Bayramoğlu’lar..

“Kadınlar katlediliyor.. Erkek egemen toplumun sonu budur” diyerek, cinayetleri “cinayet” olarak değil de..

“Kadın cinayeti” olarak takdim eden.. Ardından kadınlara özgürlük isteyen.. Kadınları özgürlük adı altında sokaklara dökerken, tekrar yeni cinayetlere zemin hazırlayan hokkabazlar..

5 kadın öldü..

Yok mu bir yorumunuz?

“ Karakol istemiyorlar, var mı ötesi? ” diyerek, Güneydoğu’daki karakollara karşı çıkan, sözde demokratlar..

Ahmet İnsel’ler..
Aslı Aydıntaşbaş’lar..

Hiçbirisinde tık yok..

“AK Parti iktidarı, bölge insanını katletmek için Güneydoğu’ya yol yapıyor” diyen Nuray Mert’ler..

Sırf dindarlara çakmak için, küçücük olayları duygusallaştırıp, hükümete çakan Ece Temelkuran’lar..

Ne oldu Diyarbakır’da? Konuya giren, bir tanecik de olsa gazeteci yok...

Nedir; aynı zamanda akraba olan iki ailenin birbirini öldürmesinin arkasındaki sebep..

Şöyle duygusal anlatımınızla..

Veya sosyolojik tezlerinizle..

Veya buyurgan hipotezlerinizle

Bir yorum getirin de, öğrenelim olanları..
...
Hani nerede, küçücük bir yanlış uygulamada, “Kürtler zulüm görüyor. Ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Katlediliyorlar” diye isyanları oynayan BDP’liler.

Selahattin Demirtaş’lar..
Gültan Kışanak’lar..
Aysel Tuğluk’lar.

Yok mu Küçücük bir açıklamanız?

Utanmayın, “Hükümeti suçlu gösteren” bir açıklama yapın isterseniz..

“ 8 İnsanın Katili, Devlettir ” deyin..

PKK’yı gizleyin..

Çocuk yaşta insanların kandırılıp, dağa çekilmesini masum gösterin..

Kürt ailelerin, çocuklarına “ Sahip çıkışı ”nı, terör örgütüne yönelik “ Başkaldırı ”yı; isterseniz provokasyon olarak tanımlayın.

Ya, bizim dindarlarımız neredeler?..

“Mazlum olan kim ise, hepsine sahip çıkmalıyız” gerekçesini öne sürüp, ateistlerin tehditlerine, şantajlarına boyun eğilmesine zemin hazırlayanlar.. 

Ateistlerle kol kola girip, marksist propagandayı meşrulaştıranlar.. Kürt çocuklarının inançlarından koparılmasına seyirci kalanlar..

Niye bir yorum getirmiyorsunuz, Diyarbakır’daki 8 insanın can vermesine..

Eline silah alıp, asker-polis vurmaya soyunan teröristlerden biri öldürüldüğünde, hayat hikayelerini anlatmaya başlayan, PKK’nın resmi haber sitesi firatnews’e bakıyorum..

Bir ayrıntı var mı, Diyarbakır’daki 8 insanın öldürülmesiyle ilgili diye merak ediyorum.

Bir-iki kişinin hafif yaralandığı trafik kazası değerinde bakmışlar olaya..

Haber şöyle: “Silahlı kavgada yaşamını yitiren 8 kişi toprağa verildi.”

Hepsi bu..

Ne olmuş?

Niye olmuş?

Kim, niçin bu olaylara zemin hazırlamış?

Tek kelime ile bir bilgi.. Tek kelime ile bir yorum yok..

Çünkü orada terör örgütünün karanlık yüzü saklanıyor!..

Ve 8 Kürt toprağa verilirken..

Hâla 20 yıl öncesinde kaybolan Kürt vatandaşlarımız üzerinden bugünkü hükümete yönelik saldırılar.. 
Ahlâksızca eleştiriler..

Suriye’deki iç çatışmalar üzerinden “AK Parti destekli çeteler, Kürtleri öldürüyor ” Söylemleri..


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10394


..