Radikal İslamcılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Radikal İslamcılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

IŞİD'İN KOBANİ SALDIRSI VE TEZKERENİN YENİ DÖNEMİN SİYASETİNE YANSIMALARI

IŞİD'İN KOBANİ SALDIRSI VE TEZKERENİN YENİ DÖNEMİN SİYASETİNE YANSIMALARI



Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 30.09.2014
Türkiye bütün enerjisini, Suriye’deki Kürtleri yedek güç haline getirmek ve onları Esad'la savaştırmak için harcadı. Kürtler bu rolü kabul etmedikçe, Kürtlerin günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kurdukları yönetimleri, oldu bitti şeklinde niteleyerek çeşitli zorluklarla baş başa bıraktı onları. Radikal İslamcıların Kürtlerin üzerinde salınması, Türkiye'nin Kürtlere yaşattığı en önemli zorlukların biriydi. Türkiye'nin politikaları ortaya çıkmıştır. Devlet Bakanı Akdoğan çıkmış "Suriye Kürtleri doğal müttefikleriymiş" kim inanır bu yalana. Suriye Kürtlerinin temsilcilerini tanımayacaksın, onları terörist ilan edeceksin sonra da müttefikiz diyeceksiniz buna inanmamızı bekleyeceksiniz. Günlerdir IŞİD, Kobani'ye doğru ilerliyor. Kendi topraklarını Kobani'ye yardım etmek isteyenlere sonuna kadar kapatacaksın, oradaki Kürtleri katillerin eline vereceksin. Kürtler bunu yutmaz artık. Barzani de sizin ne olduğunu anladı artık. Bunların karşısında Türkiye’yi eleştirmek, demokratik eylem yapmak her Kürdün hakkı olduğu halde, bu hakka karşı gazla, gerçek mermi ile müdahale edeceksin, onların yanında eyleme katılan Aysel Tuğluk’u “edepsizlik” yapmakla suçlayacaksın. Aysel Tuğluk’un taşı olayı, onların işledikleri büyük suçların perdelemesi için kullanacaksınız.

Başka bir deyişle, bakanı, başbakanı işledikleri suçlarını kapatmak için kendilerine günah keçisi olarak Aysel Tuğluk'u seçtiler. Aysel Tuğluk'un elindeki taş neredeyse Kürtlere savaş ilanın gerekçesi oldu. Türkiye'yi işgalci konuma düşürebilecek "tampon bölge" uygulanmasına sürülecek "mehmetçik" bir anda "aziz mehmetçik" konumuna getirildi. Türkiye, IŞİD'e karşı olmaktan çok, IŞİD'in yıkmaya çalıştığı Kobani Kantonunu yok etmeye çalışıyor.

Kobani'yi Araplaştırma/Türkleştirmeyi esas alarak Türk topraklarına dahil etme çabası vardır. Böyle yaparak, Türk askerinin Afrin ve Cizire'yi de dağıtması kolaylaşacaktır. Kısacası, Türkiye/IŞİD ittifakı devam ediyor. Rehinelerin serbest bırakılmasından sonra Türkiye IŞİD karşıtı koalisyonda yer alacağını söylemiş olsa da bu söylem ABD'nin beklediği anlamda bir söylem değişikliği değildir. ABD, Rusya ve Suriye'nin karşı koyacağı şartları ileri sürmüştür. ABD'nin gündeminde Suriye'ye yabancı askerden çok Suriyelilerden oluşacak bir kara gücüdür.

Bu gücün büyük oranda Kürtlerden oluşacağı da açıktır. Türkiye, IŞİD'e karşı oluşturulacak bir Kürt gücünün oluşmasını istemiyor. Çünkü oluşturulacak bu güç, ABD ve Batı'nın sağladığı silahlarla kalıcı bir güç haline gelebilir. Türkiye, Batı’nın desteğiyle Kürtlerin anahtar konumuna gelişi, başka bir deyişle Kürtlerin Türkiye’den rol çalma durumuna gelişini önlemek için Suriye’de tampon bölge oluşturma düşüncesi öteden beri vardı. Yerel seçimlerden bir hafta önce Ahmet Davutoğlu, Hakan Fidan, Genel Kurmay 2. Başkanının ses kayıtları Süleyman Şah Türbesinin korunması adı altında Türkiye’nin operasyon hazırlığı içinde olduğunu göstermişti. Son günlerde Türkiye toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi çevresinde IŞİD yoğunluğu yönündeki haberler bu hazırlıkların boşuna hazırlıklar olmadığını gösteriyor. Kobani saldırısı ile Süleyman Şah Türbesinin etrafının IŞİD tarafından sarıldığı yönündeki haberler birbiriyle bağlantılıdır. Türkiye’nin Kobani-Suruç sınırına askeri yığınak yapıp, Kobani’ye destek vermek isteyen Kuzey Kürdistanlılara müdahale etmiş olması, tezkere öncesi hazırlıkların son aşamaya geldiğini gösteriyor. Konjonktürel durum, ABD’nin Suriye’ye bakış açısındaki farklılıklar ile Türkiye ile Kürt Siyasal Hareketi(KSH) arasındaki “çözüm sürecinin” Rojava nedeniyle tıkanma durumuna gelişi, Türkiye’nin istediği şekilde hareket etmesinin önünde engel olarak duruyor. Türkiye öyle bir duruma gelmiş ki, tezkerenin kabul edilip, Suriye topraklarına Türk askerinin girmesine karar verilse dahi, bundan Türkiye’nin kazançlı olup olmayacağı belirsizdir. IŞİD’in Kobani’yi kuşatmasında kolaylık sağlayan Türkiye’nin Kobani’yi işgali, Kürtler tarafından IŞİD saldırısının yeni bir versiyonu olarak görülecektir. Bu da devam edip etmeyeceği “Öcalan’ın kararına göre belirlenecek” çözüm sürecini geriye dönülmez bir şekilde yok edecektir.

ABD, Irak'taki Kürtlere silah vermesi ile Rojava'daki Kürtlere silah vermesinde şimdiye kadar farklı davrandığı bilinmektedir. ABD, Rojava'daki Kürtleri, IŞİD karşısında çaresiz bırakarak, Rojava Kürtlerinin Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY)'nin inisiyatifi doğrultusunda hareket etmeye zorladığı konusunda güçlü argümanlar bulunsa da IŞİD saldırısı karşısında KBY Peşmergeleri ile YPG/HPG savaşçılarının birlikte hareket etmeleri ABD’nin farklı davranışını anlamsız hale getirmektedir. Türkiye’yi asıl endişelendiren husus da “Kürtler arasındaki ulusal birliğin” sağlanmış olmasıdır. Dikkat edilecek olursa Türkiye ile PKK arasındaki çözüm sürecinin açmazı da Rojava'dan ileri gelmektedir. Rojava üzerinden çözülecek düğüm çözüm sürecinin kaderini belirleyecektir. Eğer Kobani düşerse, Türkiye'nin kara harekatı, ABD'nin havadan müdahalesiyle kurtarılırsa bu Rojava'daki siyasi aktörlerin yenilgisi anlamına geleceğinden dolayı Rojava'yı KBY'nin yörüngesine daha fazla kaymaya zorlayacaktır. KCK'nin 27 Eylül tarihinde yayınladığı açıklamasında "koalisyon güçlerini uyarması" böyle olması olasılığından dolayıdır. KCK'nin "çatışmasızlık bitti" açıklamasının fiili sonuçları Amed ve Bitlis'teki polise yönelik eylemlerle açıkça ortaya çıksa da son ana kadar hükümet ile HDP arasındaki temasların devam etmesi, KCK'nin "sürecin bittiği" yönündeki açıklamalar karşısında HDP Eş genel başkanı Demirtaş'ın ABD ziyaretini yarıda kesip, Türkiye'ye dönmeye karar vermesi ve Demirtaş'ın "süreç konusunda son kararın Öcalan'a ait olduğunu" söylemiş olması, bir anda dikkatleri, bu hafta sonucu gerçekleşmesi beklenen HDP/Öcalan görüşmesine çevirmiş durumdadır. KBY, IŞİD'in Musul'u alıp, Kürdistan'a yönelmesinden sonra bazı gerilemeler yaşadıysa da özellikle ABD'nin IŞİD'e müdahalesi sonrasında Irak Merkezi yönetimiyle birlikte hareket etmeye başlamış olması, KBY'nin Kerkük'te sağladığı üstünlüğü kalıcı hale getirme imkanı sundu. Irak merkezi hükümeti ile KBY arasında çelişkiler olduğu dönemde, Rojava'daki Kürtlerin Irak'la ilişkileri daha iyiydi. KBY'nin Rojava'ya çıkardığı engeller Irak üzerinden gideriliyordu. Musul'un düşmesi ile birlikte değerlendirildiğinde Rojava'nın Musul üzerinden Irak'la ilişki geliştirmesi imkansız hale geldi. Çünkü Rojava'nın en büyük kantonu Cizire, KBY'ne muhtaç olmadan(Tıl Koçer Kapısı) bazı ihtiyaçlarını giderebiliyordu. O nedenle IŞİD, kolayca Rojava'ya saldıramıyordu. Bu açıdan bakıldığında, ABD ve koalisyon güçlerinin etkin müdahalelerine rağmen, IŞİD'in Şengal'le birlikte Kobani'ye saldırılarını görülmemiş şekilde artırmış olmasında Irak ve KBY'nin Rojava'dan desteğini tam olarak çektiğini göstermektedir.
KSH'ne yol gösterenlerin en önemli argümanlarından biri en eski ve köklü Kürt hareketini temsil eden PDK (Kürdistan Demokrat Partisi)'nin, genel Kürt siyasetine ağabeylik yapabileceği konusundaki beklentilerdir. Bu beklentilerin en önemli nedeni, PDK'nin Irak Kürdistan Yönetimindeki etkinliği ve aktifliğinden ileri gelmektedir. Özellikle, ABD'nin Irak'a müdahalesinde PDK'nin diğer Kürt partileriyle ilişkisi, diğer Kürt partilerinin PDK ile ilişkili olmasının ABD'yle ilişkinin dolaylı yolu olarak görülmüş olmasıdır. Gerçeğin bunun böyle olmadığıdır. PDK ve onunla birlikte hareket eden diğer Kürt partileri, ABD'den çok, komşuları Türkiye ve İran'la ilişkileri hep ön plandaydı. PDK daha çok Türkiye ile ilişkili iken, YNK daha çok İran'la ilişkili oldu. İlişkili olan her iki devlette de "Kürt meselesi" olduğundan dolayı, Irak Kürt partilerini sürekli olarak kendi dışındaki Kürtlerin sorunlarıyla ilgilenmemeyi beraberinde getirmiştir.

Bu da bu partilerin Irak Kürdistanı dışında örgütlenmesini zora sokmuştur.

Bu partilerin Suriye Kürtleri arasında ilk örgütlemeyi sağlayan partiler olduğunu da belirtmek gerekir. Suriye'de daha sonra PKK'nin etkin olmasıyla birlikte gerek PDK gerekse YNK'nin örgütlenmesi gerilemiştir. Bunun en önemli nedeni, PDK'nin PKK yerine, Türkiye ile ilişkilerini ön plana almasıydı. Nitekim, Türkiye PDK üzerinden Suriye'deki Kürt muhalefetinin, Suriye Ulusal Koalisyonun bir alt bileşeni yapmaya çaba göstermiştir. Suriye Kürt muhalefeti özellikle PYD, bundan uzak durdukça, PYD'ye Türkiye ve PDK'nin suçlaması "Esad'la işbirliği yapıyor, Esad'a kurşun sıkmıyor" şeklinde paralellik göstermiştir. Türkiye ile PDK'nin ilişkileri o kadar yoğunlaşmış ki, yedikleri içtikleri ayrı gitmemeye başlarken, IŞİD'in Irak Kürdistan'ına saldırmaya başlaması bu ilişkileri bir anda tuzla buz etmiştir. Deyim yerindeyse Kürtler için 21. Yüzyıl 2014'ün yazında başlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği, Kürtlerin Küresel güçlerle aracısız ilişkinin yolunu açmıştır. Bu yol, içinde avantajları olduğu kadarıyla dezavantajları da taşımaktadır. Nasıl ki, Küresel güç Irak Kürdistan’ındaki Kürt örgütleri bir araya geldiyse, aynı şekilde Ortadoğu'da aktör olacak Kürtlerin Kürdistan'ın bütünlüğünde bir araya gelmeleri zorunludur. Parti, örgüt, aşiret çıkarları bir tarafa bırakılmalı, ulusal birlik temel alınmalıdır. Ulusal birlik, askeri gücü, kendi kararlaştırmasını esas almalıdır. Öyle bir siyasal birlik olmalıdır ki, Batı'dan gelecek ekonomik ve askeri desteklerin nereye gideceği konusunda Batılı güçlerin kafasında soru işaretleri bırakmamalıdır. Kürtlerin temel istemi olmasa Kürtlerin ABD ile birlikte hareket etmek zorunda kalışları karşısında buna bölgesel güçlerin göstereceği tepki/tavır yeni dönemin dezavantajlı yönüdür. Bu dezavantaj aynı zamanda Kürtlerin birlikte hareket etmesinin pozitif enerjisi olacaktır. Bu çerçevede Kürt örgüt, parti ve liderlikleri ayakta kalacak, bu dönemin gereklerini okuyamayanlar "tarihin çöp tenekesinde" yerini alacaktır.

Afganistan ve Irak'ta görüldüğü gibi ne ABD'nin havadan müdahalesi ne de fiili işgalin sonuç almaya yeterli olmadığını göstermiştir.
Bunun başarılı olması için, yerel askeri gücün desteği zorunludur.
Zaten, İngiltere öncülüğündeki sömürgecilik politikasının iflası ve İngiltere'nin paldır palas sömürgelerden çıkışı bu nedeneydi. ABD'nin tarih sahnesine çıkışı da İngiltere'nin bu mirası üzerinden devam etmiştir. Gelişmelerin uzağında durup da Kürt Siyasal Hareketine akıl vermeye kalkışan bazı kesimler, Kürtlerin geleceğinin ABD'nin ipotekliğini kabul etmeleriyle mümkün olacağını söylüyorlar. Özellikle, KSH'nin Rojava'daki özgün direnişini görmeden, onların ABD'ye yalvardıklarını söylüyorlar. Bütünsel olarak bakıldığında, bölgesel bazı güçleri yanına alan IŞİD'in Kürtlere saldırısı karşısında, IŞİD'i düşman olarak gören ABD'nin IŞİD'e müdahale etmesini istemek kadar normal bir durum olamaz. ABD'nin de "Ortadoğu'daki Stratejisini" ayakta tutması için yerel güçlerin desteğini de almak durumundadır. Rojavalı Kürtler, her şeyden önce Kendi topraklarını koruyorlar, bunun için savaşıyorlar. Bu aynı zamanda ABD lehine bir durumdur. IŞİD ve benzeri örgütler, Kürtlerin bu savunma savaşı gerçeğini örtbas ederek Kürtleri ABD ve Batı'nın askeri gibi göstermektedir. Bu şekilde, Kürtlerle Arapları karşı karşıya getiriyorlar. Kürtlerle savaşın ABD ile savaş olduğunu söylüyorlar.

Bu da Kürtleri daha da yalnızlaştırmaktadır. Bu durumda, Kürtlerin katliamının olmaması için, ABD'den Kobani'deki IŞİD mevzilerine havadan müdahale etmesini istemek kadar normal bir şey olamaz. Aynı şekilde Kürtlerin direnişi olmadan da IŞİD'e gerçek anlamda zarar verilmeyeceğini ABD bilmiyor mu? Burada önemli olan nokta, IŞİD'e karşı ne sadece Kürtlerin direnişinin ne de ABD'nin havadan müdahalesi tek başına sonuç alıcı olmayacağının bilinmesidir. Zorunlu bir ilişki vardır. Nasıl ki, birbirini yok etmeye yeminli İngiltere-Sovyetler Birliği (Liberalizm-Sosyalizm) Naziler karşısında zorunluluktan dolayı ittifakı zorunlu kıldıysa burada olması istenilen de budur. Bu asla, Kürtlerin bundan sonraki süreçte ABD'nin bir alt bileşeni haline geldiğini göstermez. Özgürlüğüne kavuşan Kürtlerin geleceklerini özgürce kararlaştırnasının yolunu açar.
AKP hükümeti, devletin önemli kadrolarına cemaate mensup kişileri atarken, "bunlar inançlı Müslümanlar" demişti. Sonradan onları paralel ilan etti. Aynı şeyi herhalde IŞİD için de "bunlar Müslüman, Müslüman’dan terörist olmaz" dediği muhakkaktır. Şimdi de "Müslüman olmak terörist olmamak anlamına gelmez" diyerek IŞİD'le de tıpkı cemaatle arasını bozduğu gibi bozacaktır. Böylece AKP, ne ılımlısına ne de radikaline yaranacaktır. Ilımlısı da radikali de AKP'ye düşman olacaktır. En kötüsü de Kürtlerin düşmanlığını kazanmış olmasıdır. Hele hele Cemaat ve IŞİD Kürtlerle ittifak etse ne olacak? Kendi düşen ağlamaz demekten iyi söz olmaz derim.

Yeni gelişmeler, Türkiye ile KBY ilişkilerini de temelden etkilemiştir. Kürtler arası birliktelik oldukça, bundan memnun olmayacak en önemli güç Türkiye'den başkası olmayacağından dolayı PKK'nin KBY ve Barzani'ye yönelik Türkiye ile birlikte hareket ettiği yönündeki eleştirilerin de bir geçerliliği kalmamıştır. En son Türkiye CB Erdoğan'ın Almanya'ya hitaben "KBY'ne silah verilmesin" çıkışı, Türkiye ile Barzani ilişkilerinin eskisi gibi olmadığını göstermektedir. Erdoğan aynı konuşmasında şimdiye kadar "çözüm sürecini" sürdürdüğü PKK'yi IŞİD'den daha tehlikeli bir örgüt olarak göstermesi de Türkiye'nin IŞİD'e desteğinin devam edeceği anlamına gelmektedir. Türkiye'nin IŞİD karşıtı koalisyona katılmayı imkansız hale getiren "ipe un serpme" politikasıyla birlikte değerlendirildiğinde, mevcut hükümetle Batı'nın ilişkilerinin devam etmesi de mümkün değildir. Türkiye ile birlikte hareket eden KBY'inden sonra Suudi Arabistan ve Katar gibi devletlerin ABD'nin yanında yer almış olması Türkiye'yi yalnızlığa iyice itecektir. Küresel ekonomiye bağlılığı, ekonominin kırılganlığı, sıcak paraya dayalı piyasa sistemi, Türkiye'nin NATO ile tarihsel bağları ve taahhütleri gereği yalnızlık ve batıya dayalı olmayan politikaları sürdürmesi mümkün değildir. Türkiye'nin dünya dengeleri içinde tarafsız bir güç, ya da Rusya ile birlikte hareket etmesinin koşulları da bulunmamaktadır. Her şeyden önce Türkiye'nin Suriye ve Ukrayna'da takındığı tutum bu şekilde hareket etmesine engeldir. Dış politikada keskin bir dil kullanıp, iç politika sürdürülmeye çalışılacaktır. ABD'nin karşı çıktığı, tampon / güvenlikli / uçuşa yasak bölge gibi kararları TSK'nın uygulayacağı veya nasıl uygulayacağı konusunda da merak konusudur. Kaldı ki, bu konuda TSK'nın yetkilendirilmesi, hükümetin gerilettiği sandığı TSK Vesayetini geri de getirebilir. Özellikle, AKP'nin alternatifinin demokratik yoldan çıkmayışı yönünde ilerleme olmadığı takdirde TSK'ya taviz vererek konumunu sürdürmek isteyebilir.

Bu nedenle KSH, AKP'ye karşı CHP dahil olmak üzere seçim ittifaklarını gündeme almak durumundadır. CHP de aynı şekilde HDP ile ittifakın yolundaki engelleri aşmalıdır. Bu ittifakın başlangıcı TBMM'e gelecek Irak ve Suriye tezkeresindeki tutumla olabilir. tezkerenin reddi konusundaki CHP-HDP birlikteliği ilerisi için oluşacak seçim ittifakının zeminini oluşturacaktır. Aynı zamanda AKP ile derin çatışma içinde bulunan Cemaatle de gergin hava giderilebilir. IŞİD'e karşı tutumda net tavır alan cemaatin bazı ileri gelenlerinin IŞİD'in Kobani saldırısına karşı çıkışı HDP ile cemaati yakınlaştırma potansiyeli taşımaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan'ın CB, olmasından sonra Başbakanlığa atanan Ahmet Davutoğlu'nun nasıl bir Başbakan olacağı aşağı yukarı belliydi. Geçmişi, akademisyenlikten gelen, AKP içindeki konumu ile "bir bürokrat kisvesinde" öte anlama gelmeyen Davutoğlu'nun AKP gibi Erdoğan'ın liderliğine kitlenmiş bir partide, Partisine lider olması çok zordur. Özellikle, devasa sorunların kaynağı olan Ortadoğu'daki bozgunun temel aktörü olmak bunu daha da imkansız hale getirmektedir. Zaten, Davutoğlu Başbakanlığa atanırken, ondan yeni bir lider devşirmekten çok ondan, "geçiş dönemini" atlatacak biri gözüyle bakıldı. Bu dönemin temel özelliği, Anayasa'ya göre sembolik/sorumsuz olan CB'nin "fiili başkan" gibi olmasıdır. Erdoğan, bu konuda tahminlerde bulunanları yanıltmadı. Başbakanmış gibi davranarak ekonomiden dışişlerine kadar icrayı bizzat kendisi yürüttü. Başbakanken sürdürdüğü "polemikçi" retoriğinden hiçbir şey kaybetmedi. Hem içerdeki hem de dışardakilerle tartışmaları o yürüttü. Aynı şekilde eleştirilerin çoğunluğu ona yöneldi. Giderek, Başbakanlık yokmuş gibi göründü. Başbakan kendisini var gösterebilmek için bol bol İslami söylem(İslam, Allah, dua) ve devletçi/türkçü söylemi(büyük devlet, büyük millet, Osmanlı) esas aldı. Başbakanlığının üçüncü haftasında kendisine verilen "49 rehine paketi" bile işe yaramadı. 49 rehinenin tesliminin maliyeti (Kobani) ortaya çıktıkça, bundan sonra işinin kolay olmayacağı da çıkmış oldu. Bunun çözüm sürecinin geleceği üzerindeki etkileri göz önüne alındığında bocalamanın/başarısızlığın ne boyuta geleceği konusunda iyimser olmayı gerektirecek bir durum yoktur.

Hükümet, daha önce iki tezkere şeklinde(Irak, Suriye) Meclise sunulan tezkereleri tek bir tezkere başlığı altında 2 Ekim’de TBMM’ye getiriyor. Tezkerede her ne kadar IŞİD’in terörist olduğu yazılıp, ona karşı da mücadele edileceği yazılmış ise hükümetin geçmişteki söylem ve pratiği, Irak ve Suriye’deki rejimlerden söz edilmezken, IŞİD’le ciddi bir şekilde savaşan Kürt Siyasal Hareketinin “çözüm sürecinin kurtarılmaya çalışıldığı” bir dönemde “savaşılması gereken terörist” olarak nitelenmesi, AKP hükümetinin giderek Suriye ve Türkiye Kürdistan’ı hareketleriyle birlikte çeşitli alanlarda hareket eden KBY’ni dahi “terörist” ilan etmesi dahi ihtimal dahilindedir. Bu bakımdan tezkere, basit bir tezkereden çok, AKP’nin bundan sonraki Ortadoğu ve Kürt politikasının yol haritası şeklindedir. Bu yol haritasının en büyük ideolojik desteği de “Türk Milliyetçiliğinin klasik reflekslerine” dayanmaktadır. MHP’nin de destek vereceği anlaşılan bu tezkere ile geçmişteki Kürt konusunu “Askere havale etmekten” başka bir anlama gelmemektedir. 30 Ağustos 2014 Resepsiyonunda Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’in “muttıra” niteliğindeki sözleri, askerin Kürt meselesi konusunda 1990’lı yıllardaki konumuna döndüğü de söylenebilir. Bu konum 2007 yılından sonra TSK’de Kürt sorunu konusunda oluşan olumlu/yapıcı politikadan da eser bırakmamıştır. Bu nedenle, AKP’nin Kürt politikasının Türkiye’nin Kürt politikası olduğu söylenemez. Bu tezkereye bakarak, KSH’nin “çözüm sürecini” bitirerek, yeniden “çatışmaya başlaması” kararı vermesi doğru değildir. Başta CHP olmak üzere, Türkiye’de “tezkere ile Türkiye’nin sokulmak istenilen rolüne” karşı çıkan çok sayıda toplumsal dinamikler vardır. Bu dinamiklerin ileride iktidar dinamiği haline gelme, ihtimali KSH’nin tek taraflı da olsa en azından “çatışmasızlık” sürecine devam etmelidir. Bu aynı zamanda AKP içindeki, demokratik özünü barındıran kesimlerin de sempatisini kazanacaktır. Kaldı ki, IŞİD karşısında büyük bir direniş sergileyen YPG ve HPG’ye karşı Türkiye toplumunda büyük bir sempatinin oluştuğun da göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Yazımı, Anonim Eski Bir Halk Masalı ile bitirmek istiyorum: “Kediden korktuğu için kederlenen bir farecik varmış. Büyük bir büyücü fareciğe acımış ve onu kediye dönüştürmüş. Ama hayvan bu sefer de köpekten korkmaya başlayınca büyücü onu köpeğe dönüştürmüş. Bu sefer de kaplandan korkmuş. Büyücü, gayet sabırlı bir biçimde, gücünü kullanıp onu kaplana çevirmiş. Ama bu sefer de avcıdan korkmaya başlamış. Büyücü, sonunda pes etmiş ve hayvanı yeniden fareye dönüştürüp şöyle demiş: Sana ne yapsam yardımcı olamam çünkü sen büyüdüğünü hiç anlamadın. En iyisi ilk halinde kalman."(Aktaran Paulo Coelho, Aldatmak, S.114 Can Yayınları 2014) ***

14 Temmuz 2017 Cuma

28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 2



  28 ŞUBAT 1997 TARİHLİ MİLLİ GÜVENLİK KURULU TOPLANTISI, BÖLÜM 2


 1.4. Genelkurmay Tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’e Sunulan Brifing: 

 17 Ocak 1997 tarihinde,141 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e, Genelkurmay Karargahında, “İRTİCAİ FAALİYETLER” başlıklı brifing verildiği haberi, dönemin 
gazetelerinde de yer almıştır. 
Bu haberlere göre, 17 Ocak 1997 günü düzenlenen brifing için Genelkurmay’ı ziyaret eden Demirel’i Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Kuvvet 
Komutanları kapıda karşılamış; Genelkurmay Başkanının makam odasında bir araya gelen Karadayı ve Demirel görüşmesine Cumhurbaşkanlığı personeli 
alınmamıştır.142 

 Sözkonusu brifing metni, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Arşivi’nde yer almaktadır143. Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Başkanlığı tarafından hazırlandığı görülen brifing metni 65 sahifeden oluşmaktadır. Brifingin, MİT Müsteşarlığı tarafından Eylül 1996 ayında Cuumhurbaşkanı DEMİREL’e sunulan brifingten çok daha geniş kapsamlı olduğu, hemen hemen her konuda, devletin tüm Bakanlıklarıyla ilgili, çok farklı konularda birçok istihbari bilginin derlenip toparlandığı görülmektedir. 

 Tamamı büyük harflerle yazılan Brifing; “Konu, Maksat, Genel, İrticai Yapılanma, Milli Görüşçüler, Radikal İslamcılar, Tarikatlar, İrticai Unsurların Devleti Ele Geçirme Politikası, İktidara Hazırlık Süreci (1995 Yılı Öncesi), İktidar Dönemi (1995 Yılı Sonrası), Kamu, Kurum ve Kuruluşları, Yasama Organı, Yürütme Organı, Yargı Organları, Yerel Yönetimler, Finans Kaynakları, T.S.K.ne Yönelik Faaliyetler, Refah Partisinin Ulusal Değerlere Yaklaşımları, Değerlendirme ve Sonuç” başlıklarından oluşmaktadır. 

 Brifing metninde, bazı önemli cümlelerin, muhtemelen DEMİREL tarafından-, kalemle altlarının çizildiği görülmektedir. 

 Brifingte yer alan hususlar ana hatlarıyla aşağıda özetlenmektedir: 

 “-Mevcut rejimin islami esaslara oturtulması ideolojisini benimseyen irticai kesim, geçmişte de ayaklanmış ve Cumhuriyetin lider kadrosuna karşı çeşitli 
suikast girişimlerinde bulunmuştur. 

 - Bütün irticai grupların nihai amaçları şeriat devleti kurmaktır ancak yöntem ve organize yöntemleri açısından farklılık göstermektedirler. 

- İrticai gruplar “ Milli Görüşçüler ”, “ Radikal İslamcılar ” ve “ Tarikatlar ” olmak üzere üç ana başlık altında sınıflandırılabilir. Bu irticai grupların takip ettikleri strateji şu dört safhayı içermektedir. 

 Tebliğ; kurdukları veya ele geçirdikleri kuruluşlar vasıtasıyla laikliği dinsizlik olarak gören bir kitle oluşturmak, Cemaatleşme; oluşturulan bu kitle ile politik güç elde edip bundan da silahlı kadrolar teşkil etmek, Cihad; siyasi iktidarı demokratik yoldan ele geçirmek, bu mümkün olmazsa oluşturulacak kitle ve silahlı güçle, devlet güçlerini tasfiye edip teokratik rejimi gerçekleştirmek, 
Türkiye'de teokratik bir rejimin kurulmasını müteakip, tüm islam ülkelerini tek bayrak altında toplamak. 

- Milli Görüş; Nakşibendi İskender Paşa cemaati şeyhi Zahit Kotku liderliğinde kurulmuş, 1970 yılında Milli Nizam Partisi olarak örgütlenerek günümüzde Refah Partisi adını almıştır. 

- Milli Görüş’ün kaynağını Kuran’a ve İslam hukukudur. Ana fikri; “hükmetmeyen kafirdir, müslüman mahkum olamaz, hakim olmalıdır, bu nedenle devlet dine 
hükmedemez, din devleti yönlendirir, devlet yapısı mutlaka dini esaslara oturtulmalıdır, İslam ile laik düşünce hiçbir zaman bir arada olamaz” şeklindedir. 

- Legal ve siyasi alanda faaliyet gösteren Milli Görüşçüler, 80 ilde ve ilçelerde 100 bini aşkın üyesi bulunan Milli Gençlik Vakfı, kadın kolları, meslek teşekkülleri ve dernekler vasıtasıyla etkin faaliyet göstermektedir. 

 - Milli Görüş; açıktan yapılacak antilaik irticai hareketlerin Türk Silahlı Kuvvetleri ve laik unsurlar karşısında etkisiz kalacağından hareketle; insan hakları, 
ibadet ve inanç özgürlüğü, demokrasi gibi uluslararası değerlere dayalı bir siyaset takip etmektedir. 

 - Hizbullah, Tevhid, Yeryüzü, Mazlum-Der, Müslüman Gençlik, İBDA-C, İslami Hareket gibi radikal islami gruplar ise genellikle bir dergi veya yayın kuruluşu 
etrafında toplanmış, dar kadrolu küçük gruplardır. 

 - Refah Partisi ve diğer irticai unsurlar öncelikle gençlik kesimine el atmışlardır. Nurcular, Süleymancılar ve Nakşibendiler gençliğe tahsil ve barınma imkanları 
sağlamakta; imam hatip okullarını çoğaltarak, yandaşlarını harp okulu dışındaki okullara yönlendirmektedirler. 

 - Milli Görüş, yurtdışına yönelik olarak “İslam Birleşmiş Milletleri”, “İslam Ortak Pazarı”, “İslam dinarı” gibi hedeflere yönelmiştir. Diğer taraftan, 
Mısır ve Suriye’de yaygın olan “Müslüman Kardeşler”, Libya’daki İslami Çağrı Cemiyeti”, S.Arabistan’daki “Rabıta” ve Cezayir’deki “İslami Selamet Cephesi” 
ile ilişkileri mevcuttur. 

 - Refah Partisi ve diğer irticai unsurlar, 1990'lı yıllarda, Bosna Hersek, Cezayir, Azerbaycan, Filistin ve Çeçenistan'daki olayları kullanarak, kendi 
propagandalarını yapma imkanı bulmuşlardır. 

 - Refah Partisi, 1980-1990 yılları döneminde büyük hamle yapmış; 1994 yerel seçimleri ile 1995 genel seçimlerinde kazandığı başarıyla, İran deneyiminin 
aksine, demokratik yöntemlerle iktidara gelebileceğini görmüştür. 

 - Refah Partisi, 1995 seçimleri sonrasında DYP ile birlikte iktidar olarak, şeriat devletinin tesisine hizmet edecek ortamı hazırlamak maksadıyla; adalet, 
milli eğitim ve içişleri bakanlıkları başta olmak üzere devletin diğer kamu, kurum ve kuruluşlarında, yerel yönetimlerde, sivil sektörde ve mevcut rejimi silahla 
değiştirmek gerektiğinde ihtiyaç duyacağı emniyet teşkilatında kadrolaşma faaliyetlerine ve TSK bünyesine sızma gayretlerine hız vermiştir. 

 - Halihazırda TBMM’nin hakimi Refah Partisi’dir. Partili milletvekillerinin tümü büyük bir disiplin içerisinde meclise devam etmekte, her oturumda çoğunluk 
elde ederek bütün yasaların çıkarılmasını sağlamaktadır. 

 - İktidar ortağı DYP Genel Başkanının hesap ve mal varlıkları sebebiyle teslimiyetçi bir tutum izlemesinden dolayı DYP’li milletvekillerinin çoğunun yapılan TBMM’deki oylamalara katılmaması Refah Partisi’nin bahsekonu etkinliğini daha da güçlendirmektedir. 

 -RP’nin ifade edilmeye çalışılan yaklaşımları ile amaçlarının dine hizmet değil, dini siyasete alet etmek olduğu, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 
Dekanı Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk tarafından “bunlar islamiyeti lekelemiştir demiyorum, pisletmişlerdir…toplum olarak bu tehlikeyi görüp uyanık olmak 
durumundayız” şeklindeki cümleleriyle açıkça ortaya konulmaktadır. 

 - Rafah Partisi, ayrıca, parlamentodaki desteğini artırmak ve şeriat ideolojisinin devlet yapılanmasında kök salmasını temin etmek maksadıyla; kendi adam larını, yandaşlarını ve irticai kesime mensup kişileri, DYP, ANAP, MHP ve BBP içerisine yerleştirmiş bulundurmaktadır. 

- Refah Partisi, yürütmenin de tek hakimi durumundadır. İş adamı zihniyetiyle hareket eden bu parti, yapmak istediği uygulamaları sık sık ve ısrarla gündeme 
getirerek sonunda kabul edilmesini sağlamaktadır. 

 - Koalisyon protokolü gereği, DYP’ne verilen önemli bakanlıklara yine bu parti içinde irticai kesime ilgi duyan kişilerin (Milli Eğitim Bakanı gibi) atanmasını 
sağlamak veya kendi partisine mensup devlet bakanlarını DYP’ne verilen diğer bakanlıkların (MSB ve Dışişleri Bakanlığı) ilgi sahasına giren konuları takiple 
görevlendirmek suretiyle hükümette tek söz sahibi durumuna gelmiş bulunmaktadır. 

 - Bakanlıkları devre dışı bırakma uygulamalarına, Suriye, Libya ve İran ile yapılan temaslar ve Başbakan Erbakan’ın Afrika gezisinin planlaması en çarpıcı 
örnekleri oluşturmaktadır. Bu gezi ve temaslar, Dışişleri Bakanlığının bilgisi dışında organize edilmiş, bu bakanlıktan personel çağrılmamış veya çağrılsa da 
özel görüşmelere iştirak ettirilmemiştir. 

 - Belirtilen uygulamanın diğer bir örneğini ise Refah Partisi’nin danışmanları vasıtasıyla yürüttüğü ve Milli Savunma Bakanlığının bilgisi dışında gerçekleştirmek istenen İslam ülkelerine yönelik ikili savunma sanayi girişimleri teşkil etmektedir. Başbakanlık bünyesinde ikili savunma sanayine yönelik olarak oluşturulan bahse konu danışmanlar kurulu, milli savunma bakanlığından bağımsız olarak hareket etmekte ve kendi programları çerçevesinde savunma sanayi alanında ilişkiye girmek istediği ülkelerle temaslar yapmakta, bu ülkelerin askeri ateşeleri ile gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında görüşmek suretiyle milli savunma bakanlığı dışında yeni bir yapılanma oluşturmaya çalışmaktadır. 

- Bu çerçevede Refah Partisi, kendi arzusu doğrultusunda gerçekleştirmek istediği ikili savunma sanayi girişimlerinde kullanmak üzere MSB.lığının bütçesinde 50 trilyon TL kesinti yapmayı ve bu parayı harcama yetkisini Başbakanlık kontrolüne almayı planlamıştır. 

 - Halen Refah Partisi kendisine bağlı 18 Bakanlığa ilaveten, irticai kesime yakınlıkları ile bilinen DYP’ne ait 4 bakanlık (Milli Eğitim ve üç Devlet Bakanlığı) 
üzerinde etkin rol oynamakta, diğer DYP’li bakanlıkları ise bürokrat seviyesinde kontrol etmeye çalışmaktadır. 

 - Devletin en önemli temel taşlarından birisi olan yargı kurumu içerisinde gerçekleştirdikleri son hakim ve savcı atamalarıyla bir taraftan yandaşları olan 
hakim ve savcıları kritik noktalara getirerek, hakim ve savcılar yüksek kurulunda belirli bir üstünlük sağlanmış, diğer taraftan Atatürkçülüğü ve laikliği savunan 
hakim ve savcıların görev yerleri değiştirilmek suretiyle bunlar üzerinde baskı tesis edilmek istenmiştir, nitekim bu atamalar sonrasında yeni kadrolar tarafından Ankara Kocatepe camiinde eylem yapan Acz-i mendi tarikatı mensupları tahliye edilmiştir. 

 - Diğer bir örnek ise, Akit gazetesi köşe yazarı Abdurrahman Dilipak’ın 1995 yılında Atatürk hakkında yazmış olduğu bir kitapta Atatürk’ün annesinin bir genelev kadını olduğunu ve babasının annesini genelevden çıkardıktan sonra evlendiğini belirtmesi nedeni ile bu kişi hakkında İstanbul Başsavcılığınca açılan bir dava oluşturmaktadır. Bu dava sürecinde; 

 + Dava hakimi Mustafa Kutluk, sanık Abdurrahman Dilipak’ı mahkemeye çağırmaksızın beraat ettirmiş, 

 + Müteakiben bu hakim Yüksek Hakimler Kurulu tarafından kınama cezası ile birlikte Bursa’ya atanmış, 

 + Şevket Kazan’ın Adalet Bakanlığına görevine getirilmesi sonrasında, Bakan Kazan bu hakimin itibarınıın iade edilmesini, kınama cezasının kaldırılmasını ve 
kendisinin yeniden İstanbul’a atanmasını müsteşarından talep etmiştir. 

 + Bakan tarafından belirtilen bu isteklerin adalet bakanlığının yetkili mercilerince reddedilmesi üzerine adı geçen hakim “tetkik hakimi” olarak adalet bakanı şevket kazan tarafından bakanlığa alınmıştır. 

 + Ayrıca Refah Partisi’nin, islami kimliği nedeniyle anayasa ve siyasi partiler kanununu istinaden kapatılması gerektiği yönünde suç duyurusunda bulunan 
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel’in bu girişimi bahane edilerek Adalet Bakanlığınca bazı uygulamaları ile ilgili savunması talep edilmiş ve bu savunmada, yürüttüğü görevle ilgili usül hatası yaptığı, Mısır’da şeriatçı savaşçılar yetiştirilmesi konusunda gereksiz detaylı araştırmada bulunduğu öne sürülmüştür. 

- Acz-i mendi tarikatına mensup sanıkların saç ve sakallarının kesilmesi konusunda özel tip cezaevi müdürlüğünü ikaz ettiği gibi çok basit konulara yer verilerek kasıtlı olarak cumhuriyet savcısını zor durumda bırakacak ve onu suçlu duruma düşürecek bahse konu soruların cevaplanması talep edilmiş ve kişi baskı altına alınmıştır. 

 - Bugün için yukarıda ifade edilen örnek benzeri, Refah Partisi ideolojisine yakın olan yaklaşık 400 hakim ve savcının Adalet Bakanlığı bünyesinde alınmakta 
olduğu öğrenilmiştir. 

 - Ayrıca, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım 1996 günü Kayseri’de düzenlenen, Atatürk’ü anma törenlerinden sonra katıldığı bir toplantıda; 
“ Müslümanlar sakın ola bu hırsı, imanı, kini, nefreti eksik etmeyin…” Şeklindeki partisinin gerçek amacını gösterir ifadelerinden sonra;  Hakkında açılan soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısına baskı yapılarak çeşitli vaadlerde bulunulmuş, bu maksatla üniversite öğretim görevlilerinden oluşturulması düşünülen bilirkişi heyetine, irticai kesimin görüşlerini benimseyen öğretim görevlilerinin seçilmesi için gayret sarf edilmiş, bunun için irtibatta oldukları başbakanlık müsteşarı Kadri Keskin’den Ankara devlet güvenlik mahkemesi savcısı nezdinde tavassuta bulunulması istenmiştir. 

 - Refah Partisi bu tür uygulamalarla yargıya müdahalede bulunarak dava dosyalarının örtbas  edilmesini ve kapatılmasını amaçlamaktadır. 

 + Adalet Bakanının kendi görüşüne yakın bulduğu hakim ve savcıları kritik ve önemli yerlere atandırmak için yüksek hakimler kurulunda çaba sarfettiği, 
ayrıca Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerin başsavcılarına çeşitli yollardan telkinlerde bulunarak ve talimatlar vererek, onları baskı altına almaya çalıştığı 
öğrenilmiştir. 



***