AKP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AKP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

KÜRTLER İÇİN AKP, POST-CHP’DİR

KÜRTLER İÇİN AKP, POST-CHP’DİR



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
06.10.2013 


      Laik/Türkçü CHP, yeniden Kürdistan’da gelişebilir mi? Kürtler arasında da bunu candan isteyenler olabilir. Ancak tarihsel süreç buna izin vermez. CHP, milliyetçi Türkçü ideolojisinden vazgeçip demokratik bir yapıya dönüşürse gelişeblir. O zaman da  CHP, CHP olmaktan çıkar. CHP’nin Kürdistan’daki misyonun AKP yürütüyor. AKP, dünya siyasetinde yeni bir tür yeni CHP rolünü oynamaktadır. Bunu Cumhuriyet döneminde CHP’nin yaptığı gibi yapıyor. Laiklik, modernleşme ve İslam’ı birlikte yürütmek yoluyla. CHP, laiklik ve modernleşmeyi İslam dışı yöntemlerle yaparken, AKP buna İslam’ı eklemiştir. CHP de İslam’dan vazgeçmemiştir. İslam’ın, bir güç olmasını engelleyerek(Batı da bunu istemiştir.) laiklik adı altında kendi kontrolüne almıştır. Ve siyasi talebi olmayan İslam’ı kendisine destek olarak görmüştür. Kur’an tefsirlerinin devlet eliyle yapılması, diyanetin kurulması bununla ilgilidir. Siyasal taleplerde bulunabilecek tekkeler kapatılmış devlete bağlı tarikatlar oluşturulup desteklenmiştir. 

İslam evrenselliğinin önüne geçmek için yoğun ideolojik çalışmalar yapılmıştır. Böylece dinsel kitlenin talepte bulunmasının yolu kapatılmıştır.

Türklük sıkıştığı alanlarda İslamcılığı hep imdada çağırmıştır. Kürt halkının baskı karşısındaki direnişi Türkçülüğü işlemez duruma getirdi. Kürdistan’da hiçbir etkinliği kalmadı. Laik Türkçülük (CHP) Irkçı Türkçülük(MHP) nin hiçbir rolü kalmamıştır. Batı’da da giderek eriyordu. Türkçülük yok oluşa doğru gidiyordu. 

Bu durumda İslamcı aşı yeniden deneniyor. Türkçülüğün İslamcı yönü ortaya çıkarılarak Kürtlerin devlete bağlılığı sağlanmaya çalışıldı. Bunu AKP yapacaktı. Bunu, Ortadoğu’da etkin olmak isteyen emperyalist güçlerden ayrı düşünmemek lazımdır. Canlı bir Türkçülüğün yaşatılması emperyalist güçlerin de isteğiydi. Giderek güçlenip devlet kapısına hakim hale gelen bu görüş Türkçülükten vazgeçmeyecek. Kürtleri cezaevine ve şiddetle kıstırmayı temel politika haline getiren bu devlet yapısının geçmişin eleştirisi üzerinden şirin görünme çabası bir örtü olmaktan başka bir anlama gelmez. Kürtleri sözcüsüz ve örgütsüz bırakıp kendi ilkel çözümünü kabul ettirmek çabasını görmek gerekiyor. Yine Kürtler devlet yapısı içinde etkili olmanın yolu da tamamen kapatılmış durumda.
İslamcılık Türkçülüğü Kurtarabilecek mi?

İslamcılık Türkçülükle birlikte anılır oldu. Milletin tanımı yapılırken dini birlik vurgusu zaten hep yapılıyordu. İstiklal Marşındaki “millet” vurgusunun temeli buydu. Buna rağmen Mehmet Akif çeşitli eziyetlere tabi tutuldu. Ancak onun şiiri ırkçı devletin marşı olarak okutulmaya devam ediliyor. Mehmet Akif ve onun şiiri İstiklal Marşı, İslamcılarla Türkçüler arasında ara bağlantı rolünü oynamaya devam ediyor. Al bayrak vurgusu da bununla bağlantılıdır. İşte tarihi olan bu bağlar ve Türkçülüğün kurtuluşunu İslam’a bağlı olduğu bir aşamaya daha gelmiş bulunuyoruz. Ve bu aşamada Türkçülük yeni bulduğu nefesle bir dönem daha etkinliğini devam ettirecektir. Ancak burada bir soru daha vardır: İslamcılık yaşatıldıkça İslam egemen olacak mı?

Hatırlanacağı gibi I.Dünya savaşından sonra Türkçülük yenilgiye uğramış ve bu nedenle yüzünü Anadolu Müslüman Türkler ve diğer halklara dönmüştü. Mehmet Akif’in düşünceleri  ve I.BMM yapısı dikkate alındığında İslami bir dileyiş olduğu görüldü. Bu şekilde Kurtuluş savaşı yaşandı. Başarı geldikten sonra bunlar tasfiye edildiler. Türkçülük, tehditleri boşa çıkardıktan sonra İslamcılık yönünü bir tarafa attı. Yeni bir Atatürk Türkçülüğü yürürlüğe konuldu. Ezan dahi Türkçeleştirildi. Buna karşı oluşan tepkiler şiddetle bastırıldı. O sıkışık durumda Türkçülüğün İslamcılığı etkisiz hale getirmesinde Türkçülerin Batıcıların desteğini almaktan sonradır.

Şu anda AKP bir anlamda Türk-İslam sentezine göre hareket ediyor. Temel kaygısı Türkçülüğün devam edip etmeyeceği kaygısıdır. Mevcut 12 Eylül Anayasasına yapışıp kalmasının en büyük nedenlerinden biri de budur. Suriye’de Irak’ta yapmak istediği de budur. Bağımsız stratejik bir çalışmadan çok dünya dengelerinde bir partnere tutunma çabasından başka bir anlamı yoktur. Bunların ideolojik olarak Fethullahçılıktan öte bir ideolojisi de yoktur. İsrail’e kıl dokundurmayan ve ABD’de rehine gibi yaşayan, Kürt Said’i Köylü Said yapan Gülen derin ilişkiler ve AKP’ye esir olan bu hareket temelde Türkçü olduğundan dolayı tarihte hiç olmadığı kadar Türkçülüğe hizmet edecek gibi duruyor. Çünkü Türkçülüğe hizmet eden bir İslamcılık dolaylı yönden Batı’ya karşı Doğu’nun bütünlüğünü ve mücadele gücünü de doğu aleyhine geliştirmektedir. Gülen Hareketinin TV’de Kürtçe yayın yapması, anadilde eğitim konusunda olumlu sinyaller vermiş olması onu Türkçülükten uzaklaştıran eğilimler olarak görmemek gerekiyor. Türkçülüğün Batı’yla ilişkisi değişik tonlarda olsa da(İslami/Laik vs.) olsa süreklilik halindedir. Bu şekilde, NATO rolü, daha iyi oynanıyor. Afganistan, Pakistan daha kolay kontrol ediliyor. Sonuçta İslami kökeni kuvvetli olan bir hareketin toplum ve devlet yapısında etkili hale gelmesini de istemezler. Bir süre sonra onun hareket alanları ve kapsamı hatırlatılır. Gülen’in ABD’de bulunuşu ve ABD dışına adım atmayışı onu siyasetteki etkinliğinin vesayet altına alınması içindir. Nitekim İsrail, batı ile ilişkiler ve Radikal İslam’a yönelik sert tavırları onun ABD’de bulunmasıyla doğrudan ilgilidir. Bunu en iyi bilen de Türkiye’deki İslami hükümettir. Son dönemlerde Hükümet/Hizmet tartışmaları bununla ilgilidir. Yaptığı yatırımlar özellikle medya ve eğitim alanındaki yatırımlarının kapsamı da dikkate alındığında bunların yaşamı için siyasal iktidarla kapışmasının kendileri için olumlu olmayacağının farkındalar. Onlara “basit bir tarikat oldukları” hatırlatılır, devlet işlerinin kendilerinde olduğu vurgusu yapılır, onların görevinin itiraz etmeyen, itaat eden bir toplumun devamı için toplumda sufiliğin devam etmeleri halinde yaşamaya devam edeceği konusu özellikle işlenir. Nakşilikte de Kadirilikte de durum bundan farksızdır. Said’i Nursi’ye yapılan ve Said’i Nursi’nin yaptığı da buydu. Eski/Kürt Said’in yerini Yeni/Nur Said geldi. Böylece İttihat ve Terakki akımının etkisinde olmayan Eski Said düşüncesinde dönüşüm yaşatılarak onunla bağlantılı hale getirildi.  

19.Yüzyılın sonu 20.Yüzyılın başında Osmanlıcılık nasıl ki İmparatorluğu kurtarmayı başarmadıysa; Türk siyasi yaşamında 100 yıla aşkın süredir etkili olan Türkçülük, İslami rütuş ve dayanaklarla da olsa Batı’nın etkisinden çıkamayacaktır. İslam Kardeşliği adı altında Ortadoğu’daki siyasetin yerlerde süründüğü dikkate alındığında Türk-İslamcılığın Batı’nın daha fazla kalıcı hale gelmesindeki araçsallığını görünür kılmıyor mu? 20. Yüzyılın başı yeniden tekrarlanıyor. Kürtler CHP’nin neler yaptıklarını gördükleri için CHP’ye kapıyı kapattılar. Aynı işlevi gören AKP’nin de bu yüzünü görmenin zamanı gelmiştir.


***

9 Şubat 2020 Pazar

IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış

IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış 


Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri: 


IŞİD Örneği Üzerinden AKP Dönemi Türk Dış Politikasına Bakış 

Fatih Fuat TUNCER 


Özet: 

 Ahmet Davutoğlu ile yeni bir formata geçtiği ve “stratejik derinlik” yakaladığı iddia edilen Türk dış politikası mizah dergileri tarafından sıkça eleştirilmekte ve sorgulanmaktadır. Davutoğlu ile “sıfır sorun”, “köprü değil merkez”, “güçlü Türkiye”, “çok yönlü dış politika” ve “yeni Osmanlılar” gibi metaforlar ile donanan Türk dış politikasına mizah dergilerinin bakışı ve yaklaşımı dikkat çekicidir. Bu çalışma da bu noktadan hareketle en çok satan üç mizah dergisi: Uykusuz, Penguen ve Leman’ın kapakları üzerinden mizah dergilerinin AKP 
dönemi Türk dış politika yapıcılarının IŞİD politikası konusuna bakış açısını örnek olaylar üzerinden inceleyecektir. Bu inceleme yapılırken yöntem olarak imge bilim ve söylem analizi uygulanacaktır. 

Giriş 

 Karikatürkiye isimli kitabı ile kitabı ile “Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi”ni 
inceleyen Turgut Çeviker; bir sanat veya edebiyat türü üzerinden bir ülkenin siyasal-toplumsal tarihini kurgulamanın sorunlu ve oldukça çetin bir iş olduğunu belirtmektedir.327 

Bu çalışma da bu noktadan hareketle mizah dergileri üzerinden AKP dönemi Türk dış politikasını incelemeyi amaçlamaktadır. Ancak çalışmanın bir sempozyum metni olmasının ortaya çıkardığı metin kısıtlaması nedeni ile tüm süreci incelemenin zorluğu göz önüne alınarak örnek bir konu üzerinden incelemenin yapılması daha uygun görünmektedir. 

Bu sebeple de son dönem oldukça tartışmalı bir konu olan IŞİD/İD(Irak Şam İslam Devleti/İslam Devleti) örneği üzerinden sempozyum bildirisinin hazırlanmasına karar verilmiştir. Bu kararın verilmesinde IŞİD terör örgütünün hem ülkemizde hem bölgemizde hem de uluslararası düzeyde en güncel tartışma konusu olması etkili olmuştur. 

 Çalışma iki ana bölümden oluşacaktır. Birinci bölüm “Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri” başlığını taşıyacak olup; bu başlık altında “Türkiye’de geçmişten bugüne mizah dergileri” incelenecektir. Yine aynı bölümde “Türkiye’deki basın özgürlüğü tartışmaları ve 4.kuvvet olarak basın ve mizah dergilerinin yeri” tartışmasına değinilecektir. 

İkinci bölüm ise “Mizah Dergilerinde AKP’nin IŞİD Politikası” başlığını taşıyacaktır. Bu bölümde ilk alt başlık ise “AKP ve mizah” olacaktır. Bu alt başlık altında AKP iktidarı döneminde mizah dergileri ile olan ilişki ve tartışmalar ele alınacaktır. Bu bölümün son ve en önemli alt başlığı olan “Mizah dergilerinde IŞİD ve AKP” bölümünde de çalışmamızın asıl tartışma konusunu oluşturan AKP’nin İŞİD politikası ve bu politika minvalinde ortaya çıkan tartışmalara mizah dergilerinin bakışı ve yorumlaması mizah dergilerinin kapakları üzerinden 
incelenecektir. 

 Çalışmanın sonuç bölümünde de iki ana bölümünde tartışılan konu başlıkları 
değerlendirilecek olup. İŞİD örneği üzerinden mizah dergilerinin gerçekten bir siyasal eleştiri alanı olarak kabul edilip edilemeyeceği ve Türkiye’de oldukça tartışmalı olan basın özgürlüğü konusunda mizah dergilerinin duruşu tartışılacaktır. 

 Siyasal Eleştiri Alanı Olarak Mizah Dergileri 

Türkiye’de Geçmişten Bugüne Mizah Dergileri 

 Bölüme başlamadan önce belki de “mizah neye benzer?” sorusunu sormak 
gerekmektedir. Özge Mumcu bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır: 

 “Kısaca yanıt şu: hiçbir şeye benzemez ne içilen çaya, ne solunan havaya… Gündeme göre değişebilen, Levent Cantek’in deyişi ile bir yanıyla pansuman diğer yanıyla neşter özelliğini taşıyan kendine özgü bir varlıktır. Varlıktır çünkü yaşar, yaşadıkça değişir, değiştikçe de şeklini değiştirir.”328 

 Siyaset ve imgeler konusunda önemli çalışmalara imza atan Güven Gürkan Özkan “Sol Siyaset ve İmgelem” başlığını taşıyan makalesinde görsel ifadenin siyasal mücadele için önemini şu şekilde aktarmaktadır: 

 “Görsel ifade, çoğu zaman siyasal mücadele dilinin en etkin araçlarından biridir. Zira çarpıcı niteliği, sözü destekleyen hatta kimi zaman onun önüne geçen geçebilen hüviyetiyle kitleye sayfalarca metinden daha süratli ve etkili bir biçimde nüfuz edebilme özelliği taşır”329 

 Mumcu’nun Cantek’e dayanarak kullandığı ‘neşter’ ve ‘pansuman’ metaforu ile 
mizahın neşter olup var olan bir durumu keskince göstermesi yine pansuman olup sarıp sarmalayıp düşündürmeden de güldürmesi vurgulanmıştır.330 

 Neşteri vuran da pansumanı da yapan mizahçılar yani beyaz kağıda yaptıkları çizimleri ile yel değirmenlerine savaş açan Don Kişot’a benzetebileceğimiz çizerler belki de basın tarihinin en cesur savaşçılarıdır. Modern Türkiye tarihi bugün “eski” ve “yeni” başlıkları altında tartışılmaya çalışılsa da Türkiye çizerlerinin geçmişten bugüne en önemli ortak özellikleri sistem içerisinde bir ellerinde neşterleri diğer ellerinde pansuman malzemeleri ile muhalif olmaları ve toplumsal sorunları resmetmekten çekinmemeleridir. Tek parti döneminde “yazarları hapiste olmadığı zamanlar çıkar” sloganı ile yayın yapan Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in Marko Paşa’sından, Gırgır gibi bir efsaneyi Türkiye mizah tarihine kazandıran ve “Çiçeği burnunda karikatürcüler” bölümü ile bugünlerin en beğenilen çizerlerini mizaha kazandıran “Avanak Avni” ve “Utanmaz Adam”ın yaratıcısı Oğuz Aral’a ve bugün hala yoksulların ve tutunamayanların hayatlarını mizah ile savunmaya çalışan Metin Üstündağ/Met-Üst’e karikatürcülerin ortak özelliği dönemin koşulları ne olursa olsun asla iktidar erkine yakın durmamak ve toplumsal sorunları dile getirmekten korkmamak olmuştur. 

 Nasrettin Hoca ile başladığını varsayabileceğimiz tarihimizdeki eleştirel mizah 
anlatımı 20.yüzyıl ile birlikte daha da gelişmiş ve siyasal mizah anlayışına dönüşmüştür. 

Modern Türkiye’de “Marko Paşa” dergisi ile derinlik kazanan siyasal mizah anlayışı “Gırgır” dergisi ile bir anlamda kitleselleşmiştir. Gırgır dergisinin 1975 yılında 500.000 tiraja ulaşarak “dünyanın en çok satan 3. mizah dergisi” olduğu düşünülürse, bu kitleselleşmenin geldiği boyut daha da iyi anlaşılacaktır. 

 Türkiye’nin gerçek anlamda ilk mizah dergisi/gazetesi olarak göze çarpan ilk dergi Diyojen olarak görünmektedir. Adını, Anadolulu bir düşünür olan Diyojen’den alan derginin sloganı da düşünürün en temel söylemi olan “gölge etme başka ihsan istemem”dir. Derginin kurucusu Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı Teodar Kasap’tır. Derginin yazar kadrosunda Namık Kemal gibi önemli muhalif aydınlar bulunmaktadır. 23 Aralık 1869’da yayın hayatına başlayan dergi bir dönemin siyasal yönetimi tarafından birçok kez kapatılmış ve  toplatılmış tır.331 

Diyojen’i, Hayal(1873), Çıngıraklı Tatar(1873), Kahkaha(1875) ve Çaylak  (1876) gibi dergiler takip etmiştir. Ancak II. Abdülhamit’in tahta çıkışı ile büyük baskılar ile karşılaşan mizah dergileri İstanbul dışında basılıp, İstanbul’a el altından sokulmak zorunda kalmışlardır.332 

 II.Meşrutiyet ile esmeye başlayan özgürlük rüzgarı dönemin mizah dergilerine de bir ivme kazandırmıştır. Bu dönemin en önemli dergileri olarak ise Kalem (1908), Karagöz(1908) ve Cem(1910) göze çarpmaktadır.333 Bu dergilerin kadrosunda Türk edebiyat tarihine yön vermiş olan yazarlar bulunmaktadır. Örneğin Süt Kardeşler filminden hatırladığımız Gülyabani”nin yaratıcısı olan Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kalem ve Cem dergilerinde yazar ve başyazar olarak karşımıza çıkmaktadır.334 

 Cumhuriyet öncesi son dönem olarak adlandırabileceğimiz Kurtuluş savaşı döneminde de Güleryüz (1921), Aydede(1922) ve Akbaba(1921) gibi mizah dergileri ön plana çıkmaktadır. Bu dergilerin kurtuluş savaşına bakış açısı ise birbirlerinden farklıdır. Sedat Simavi’nin Güleryüz’ü Milli Mücadeleyi desteklerken, Refik Halit Karay’ın Aydede’si işgal kuvvetlerini desteklemektedir. 30 Ağustos Zaferi sonrası Aydede taraf değiştirse de Karay sürgüne gönderilmiş ancak dergi 1949’a kadar yayın hayatını sürdürmüştür.335 

 Türkiye mizah dergiciliğinin muhalif karakterini oturtan dergi olarak 
değerlendirilebilecek Marko Paşa ise 1947’de yayımlanmaya başlamıştır. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi isimleri bünyesinde bulunan dergi tek parti yönetimine en büyük muhalefeti yapan taraflardan biri olarak göze çarpmaktadır. Dergi sürekli kapatılmakta ancak Malum Paşa, Merhum Paşa ve Öküz Paşa gibi isimlerle yeniden çıkarılmaktaydı.336 

 1950’lerde ise toplumcu mizah karakterinin daha da oturduğu görülmektedir. Örneğin İlhan Selçuk tarafından 1956 yılında kurulan Dolmuş ve Tef(1954) dergileri Turhan Selçuk ve Oğuz Aral gibi isimleri mizaha kazandırarak daha sonraki dönemlere de damga vurmuşlardır.337 

 1970’lerin mizah dergileri ise o günün Türkiye koşullarında da etkilenerek basına uygulanan sansüre rağmen en önemli siyasal eleştiri alanı olma görevini sürdürmüştür. 

Özellikle 1972’de çıkmaya başlayan Gırgır, satış rekorları kırmış ve Oğuz Aral öncülüğünde deyim yerinde ise mizah üniversitesi görevini görmüştür. 

Bu üniversiteden birçok yazar ve çizer mezun olmuş; kendi dergilerini kurmuştur.338 Örneğin bugün hala yayınlanan ve en çok satan üç dergi olan Leman(1991), Penguen(2002) ve Uykusuz(2007) bu mirasın en önemli 
örneklerindendir. Yine yayın hayatından çekilen Çarşaf (1976), Limon (1985), Hıbır(1989) ve Pişmiş Kelle (1990) dergileri Türkiye’nin yakın tarihini yansıtan çizgileri ile bir ansiklopedi niteliğindedir. 

 Bugün ise üç dergi göze çarpmaktadır. Oğuz Aral mirasını devam ettiren Leman, Penguen ve Uykusuz dergileri toplumsal olayları yakından izlemekte ve okuyucularına aktarmaktadır. Özellikle dergi kapakları ülke gündeminden etkilenmekte ve aynı zamanda ülke gündemini de belirleyebilmektedir. 

Günümüzde 4. Kuvvet Olarak Basın ve Mizah Dergileri 

 Toplumsal ve siyasal muhalefetin baskıya maruz bırakıldığı zamanlarda mizah 
dergileri geçmişten bugüne siyasal eleştirinin kendini en rahat ifade ettiği alan olmaktadır. 

Özellikle son dönem Türk basının tartışmalı durumu; uluslararası araştırmalara göre basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasından elde edilen 154.lük ve Türk basınının “kısmen özgür” durumundan “özgür olmayan” durumuna düşmesi dikkat çekicidir.339 Basının sindirildiği ve gazeteciliğin “4.kuvvet” olmaktan çıkarılarak “iktidar-sermaye” eksenine kaydığı son dönem Türkiye’sinde bütün bu yaşananlara rağmen mizah dergileri siyasal eleştiri yaparken kullandığı üslubu daha da sertleştirmekten çekinmemektedirler. Recep Tayyip 
Erdoğan’ın karikatüristlere ve mizah dergilerine açtığı davalar dahi son dönem Türk medyasında yaşanan dönüşümün bir benzerinin mizah dergilerinde yaşanmasını sağlayamamıştır. “Alo Fatih” ve “Penguen Belgeseli” gibi olayların ortaya çıkması ile güven kaybeden medyanın, yasama-yürütme-yargı sonrası kendisine atfedilen “4.kuvvet” rütbesi sorgulanır olmuştur. Özellikle ortaya atılan basına sansür uygulandığı iddiası toplumda tartışma yaratmıştır. Bütün sorgulamaya rağmen “4.Kuvvet” içerisindeki mizah dergileri görevini yerine getirmek için tüm elinden geleni ortaya koymaya çalışmaktadır. Tabi ki bu 
fikre katılmayanlar da vardır. Örneğin Akif Beki, Radikal Gazetesi’nde 3 Kasım 2011 tarihli ve “Türkiye’de sansür varsa mizah neden satmıyor?” başlıklı yazısında Beki “eğer bir sansür söz konusu olsaydı insanlar mizah dergilerinin satışlarını yükseltirdi” demektedir. Yani Beki’ye göre bir siyasi düzende kaliteli mizah yoksa orada baskı yoktur.340 Türkiye’deki mizahın kalitesinin kime göre ve neye göre belirleneceği bambaşka bir tartışma konusudur. 

Ancak Beki’nin bu satırları yazarken internet medyasının mizah dergilerinin satışlarını derinden etkilediği gerçeğini atladığı göze çarpmaktadır. Sosyal medya’da mizah dergilerinin kapaklarının yayınlanır yayınlanmaz haber olması ve tartışılması medyanın dijitalleşmesi ile mizah dergilerinin satış rakamları arasındaki ilişkiyi doğrular niteliktedir. 

 Çizerlerin yerine mizah dergilerinin ön plana çıkmasındaki neden dikkat çekicidir. Zira çizerlerin çalıştığı mecralar yani gazete veya dergiler onların özgürlük alanını belirlemektedir. Örneğin Çeviker yayınlamış olduğu Karikatürkiye kitabının önsözünde bu konuya şu şekilde yaklaşmaktadır: 

“Karikatür ‘bağımlı’ bir yaratıcılık alanıdır. Çizer, basın organına ‘ait’tir ve bu nedenle özgür değildir. O, istediğini çizmekte ‘özgür’dür; ancak, yazı işleri karikatürü yayımlarsa “söz”ünü kamuya iletebilir!”341 

 İşte tam da bu noktada çalışılan alanın dayanışma gücü de önem kazanmakta dır. Onun içindir ki 2006 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhuriyet Gazetesi yazarı Musa Kart’ın çizmiş olduğu “Erdoğan kafalı kedi karikatürü”ne açtığı davaya karşı Penguen dergisi çizmiş olduğu “Tayyipler Alemi” karikatürü ile cevap vermiştir. Her iki karikatüre de açılan davalar düşmüş ancak mizah dergileri ve çizerler duruşlarından vazgeçmemişlerdir.342 Yine geçtiğimiz haftalarda “17 Aralık Yolsuzluk Soruşturması”nın takipsizlikle sonuçlanmasını 
kendi üslubu ile çizen Musa Kart’a yönelik açılan dava Türkiye’deki mizahçılardan olduğu kadar yurtdışında da tepki ile karşılanmıştır. Musa Kart’a destek amacı ile The Guardian’ın çizeri Martin Rowson, Twitter’da #Erdogancaricature etiketi ile tüm çizerleri Erdoğan karikatürleri paylaşarak Musa Kart’a destek olmaya çağırmıştır.343 

Mizah Dergilerinde AKP’nin İŞİD Politikası 

AKP ve Mizah Dergileri 

 İktidardaki AKP ve Mizah dergileri arasındaki ilişki, AKP iktidarının göreve geldiği ilk günden itibaren dikkat çekicidir. Zira mecliste yapılamayan muhalefeti, medya tarafından dile getirilemeyenleri ve yazılamayanları ülkemizde mizah dergileri yapıyor görünmektedir. 

Örneğin 28 Aralık 2011 tarihinde kaçakçılık yapan köylülerin bombalanması haberi ulusal medyada bilerek tam 12 saat geciktirilmiş ve bu durum mizah dergileri tarafından eleştirilmiştir. Özellikle “Gezi Parkı” protestolarında üç maymunu oynayan Türk medyasının içler acısı haline rağmen mizah dergileri direnişi aktaran ve destekleyen çizimler yaparak 4.kuvvet görevini yerine getirmeye çalışmıştır. (bkz: Şekil 1) 


Şekil: 1 

 Mizah dergilerinin bu muhalefeti tabii ki de iktidar tarafından karşılıksız bırakılmamış ve mizah dergilerine davalar açılmıştır. Daha önceki bölümlerde değindiğimiz bu davalar ile mizah dergileri sindirilmeye çalışılmışsa da başarılamamıştır. Son dönemde iktidarın ve dolayısı ile “yeni Türkiye” muhalifi herkes bir kesimin paralı silahşoru olmakla suçlanmaktadır. Penguen Dergisi çizerlerinden Selçuk Erdem ve Erdil Yaşaroğlu; 28 Eylül 2014 tarihinde Wall Street Journall Türkiye servisine verdikleri röportajda bu durumu şu şekilde değerlendirmektedirler: 

“… Mesela ‘kimden para alıyorsunuz?’ gibi şeyler var. … Doğan Grubunun bir parçası olduğumuzu sanıyor bir kısım. Halbuki alakamız yok. Biz bağımsızız. Ama bunlar internet eleştirilerinin dışına da çıkabiliyor. Yani telefonla aramalarmış, tehditlermiş. Hatta hatırlarsanız bir ara saldırı bile olmuştu.”344 

 Görüldüğü üzere toplumsal kutuplaşmadan nasibini mizah dergileri de almakta ve tehditlere hedef olmaktadırlar. Buna rağmen iktidarların tutumu ne olursa olsun mizah dergilerinin muhalif tavrı devam ediyor görünmektedir. İktidar tarafından muhalefete sürekli yöneltilen “hiç mi güzel şeyler yapmadık bu ülkede?” sorusuna da mizah dergileri tarafından anında cevap verilmektedir.(bkz: şekil 2) 


Şekil:2 

Mizah Dergilerinde AK PARTİ’nin İŞİD Politikası 

 2011 yılının Mart ayında Arap Baharı’nın Suriye’yi de içine alması ile birlikte 
Türkiye’nin de Suriye politikası değişmiş ve Esad karşıtı bir politika izlenmeye başlanmıştır. 

Bu minvalde Türkiye, önce Esad’ı Esed yapmış; Suriye’ye uluslararası toplum tarafından bir askeri operasyon yapılması taraftarı olmuş ve Türkiye’nin Suriye içerisindeki muhalif grupları koşulsuz olarak desteklediği sürekli iddia edilmiştir. Yine bu süreçte Irak ve Suriye içerisindeki muhalif grupların hareketleri şüphe yaratmıştır. Bunlardan en dikkat çekeni ise IŞİD olmuştur. 2004 yılında Irak’ta Tevhid ve Cihat adı ile ortaya çıkan örgüt, 2006 yılında Irak İslam Devleti adını almış; Suriye ve Irak’taki kaos ortamında güçlenen örgüt Irak İslam Devleti  adını alarak güçlenmiş, 2013 yılında Suriye’deki karışıklıktan faydalanarak Irak Şam İslam Devleti adını kullanmaya başlayan örgüt 2014 yılında da kendine İslam Devleti adını vermiştir.345 Mizah dergileri ise bütün bu süreçte yaşananların nabzını tutmuş ve iktidarın yaklaşımını kapaklarına taşıyacak kadar yakından takip etmeye çalışmıştır. 

 2012 yılında Suriye’deki çatışmaların şiddetlenmesi ile sınır kapıları açılmış yüz 
binlerce mülteci Türkiye’ye alınmıştır. Ancak sınırların Esad kontrolünden çıkması sonucunda Türkiye-Suriye sınırı tartışmalı bir hal almış ve yabancı savaşçılar sorunu tartışılmaya başlanmıştır. Dönemin Başbakanı Erdoğan ve dönemin Dış İşleri Bakanı Davutoğlu tarafından başlatılan Esat karşıtı kampanya ülkede savaş beklentisi yaratmıştır. Savaş ve yabancı savaşçı tartışması mizah dergileri tarafından kapaklara taşınmış ve yaşananlara tepki gösterilmiştir.(bkz: Şekil:3) 
Şekil:3 

 2013 yılında ise Erdoğan ve Davutoğlu’nun tüm desteğine ve çabasına rağmen Özgür Suriye Ordusu tam olarak bekleneni verememiş ve Suriye konusunun Rusya ve ABD tarafından müzakere yolu ile tartışılmasına karar verilmiştir. Bu dönemde de uluslararası toplumun dışında politika üretmeye çalışarak “değerli yalnızlık” gibi kavramları ortaya atan hükümet kanadı mizah dergileri tarafından yoğun eleştiri almıştır. Özellikle Egemen Bağış’ın “Gezi’de ölenler Suriye’de ölenlerin yanında devede kulak kalır” sözü büyük tepki çekmiştir.(bkz: Şekil: 4) 


http://medyafaresi.com/i/haber/1068854-bwfmlgncmaapxyf_jpg_large.jpg 

Şekil:4 

 2014 yılında ise Suriye krizindeki en büyük tartışma konusu ise IŞİD olmuştur. 
İktidarın uzunca bir süre kamuoyu önünde eleştirmekten kaçındığı IŞİD örgütünün internet ortamına düşen katliam videoları Türkiye ve dünyada şok yaratmıştır. Özellikle Suriye’ye giden MİT’e ait tırların durdurulması ve içerisinde bulunduğu iddia edilen silahların IŞİD ve Nusra gibi örgütlere gittiğinin iddia edilmesi mizah dergileri tarafından işlenen konulardan birisi olmuştur. Yine aynı dönemde IŞİD’in Musul kentini ele geçirmesi ile Türkiye konsolosluk çalışanların IŞİD tarafından rehin alınması uygulanan haber yasağına rağmen mizah dergileri tarafından görmezden gelinmemiştir. (Bkz: Şekil: 5) 


Şekil:5 

 Rehinelerin kurtarılması sürecinde yaşanan tartışmalar ve IŞİD’e karşı oluşturulacak koalisyona Türkiye’nin rehinelerin can güvenliğini gerekçe göstererek katılmaması da mizah dergileri tarafından eleştirilmiştir. (bkz: Şekil:6) 
Şekil:6 

 Rehinelerin kurtarılması sonrası bu sefer de Türkiye’nin IŞİD’e karşı nasıl strateji izleyeceği tartışılırken gündem bir anda tezkere tartışmalarına odaklanmıştır. Tezkere tartışmaları sırasında ve sonrasında sık sık Kobane/Aynel Arap’ta YPG ve IŞİD arasındaki çatışmalar gündemi meşgul ediyor görünmekte dir; bu durum Leman, Penguen ve Uykusuz dergileri tarafından gündeme taşınmıştır.(Bkz: Şekil:7) 


Şekil:7 


Sonuç Yerine 

 IŞİD meselesinin henüz netleşmemiş ve neticelenmemiş olduğu noktasından hareketle bu bölüme “sonuç” adını vermektense “sonuç yerine” demek daha mantıklı olacaktır. Çalışmada iki ana bölüm yer almış ve bu bölümlerde Türkiye’deki mizah dergilerinin belli başlı toplumsal olaylara bakış açısı incelenmiştir. 

 Çalışmanın ilk bölümünde iki sorunun cevabı aranmıştır. Bu sorular: “Türk mizah dergileri siyasal eleştiri alanı olarak değerlendirebilir mi?” ve “mizah dergileri Türkiye’de 4.Kuvvet görevini yerine getirmekte midir?” sorularıdır. 

Her iki soru da birbiri ile bağlantılıdır. Çalışma metni göstermektedir ki mizah dergileri geçmişten bugüne Türkiye’de siyasal eleştiri alanı olarak değerlendirilebilecektir. Yine aynı şekilde Türkiye tarihinde basına 
uygulanan tüm baskı ve sansüre rağmen mizah dergileri bazen isim değiştirerek bazen de davalara karşı mücadele bayraklarını indirmeyerek Türkiye’de basının yerine getirdiği tartışmalı olan 4.kuvvet görevini bir şekilde yerine getirmeye çalışmaktadır. 

 Çalışmanın ikinci bölümünde ise yine başka iki sorunun cevabı aranmıştır. Bu sorular: “AKP ve mizah dergileri ilişkisi nasıldır?” ve “mizah dergilerinin IŞİD konusuna bakışı geçmişten bugüne tutarlı mıdır?” sorularıdır. Yine bir önceki bölümde olduğu gibi bu bölümün iki sorusu da birbiri ile bağıntılıdır. AKP ve mizah dergileri arasındaki ilişki diğer iktidarlar ve mizah dergileri ile olan ilişkiden farklı değildir. Yani 1940’ların Marko Paşa’sı tek parti yönetimine karşı nasılsa bugünlerin Uykusuz, Penguen ve Leman dergileri de AKP iktidarına aynı şekilde yaklaşmakta ve iktidara karşı toplumcu bir tutum sergiliyor görünmekte dir. IŞİD ve Suriye konusunda da mizah dergilerinin söz konusu dönemdeki tüm 
tartışmalarda hükümet aksine bir tutum takınarak Suriye ve IŞİD politikasını eleştirdiği görünmektedir. 

 Sonuç olarak Namık Kemal’in ve Teodor Kasap’ın Diyojen’inden, Marko Paşa’ya, Oğuz Aral’ın Gırgır’ına ve bugünün Leman, Uykusuz ve Penguen’ine kadar mizah dergileri çoğunlukla toplumsal muhalefetten yana olmuşlar; çoğunlukla iktidarın ve sermayenin sesinin yansıtıldığı basın tarihimizde bulundukları tarafı korumuşlar ve savunmuşlardır. Elbette her ortamda olduğu gibi mizah dünyası içinde de karşıt isimler de bulunmaktadır. Ancak ana akım mizah medyasının içerisinde bu isimlerin oldukça az olması okuyucunun takdirini kimden yana gösterdiği konusunda belirleyici olmaktadır. 

Kaynakça 

Leman Dergisi 

Uykusuz Dergisi 

Penguen Dergisi 

Çeviker, Turgut, Karikatürkiye:Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi(1923-2008), 3.cilt, İstanbul: NTV Yayınları, 2010. 

Aytekin, Akın, “Medyada En İyi Direnci Gösteren Mizah Dergileri”, 28 Eylül 2014, 
http://www.wsj.com.tr/news/articles/SB11976045344857054351604580181741300684832?mod=WSJ_article_EditorsPicks, (30.10.2014). 

Beki, Akif, “Sansür varsa mizah niye satmıyor?”, 3 Aralık 2011, Radikal, 
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/akif_beki/sansur_varsa_mizah_niye_satmiyor-1068361, (Erişim Tarihi: 26.10.2014). 

Öztan, Güven G., “Sol Siyaset ve İmgelem”, Bianet, 28 Şubat 2013, 
http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144721-sol-siyaset-ve-imgelem, (Erişim Tarihi: 29.10.2014). 

Mumcu, Özge, “Mizah Neye Benzer?”, 20 Kasım 2011, 
http://ozgemumcu.net/2011/11/20/mizah-neye-benzer/, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 

Mumcu, Özge, “Türkiye’de Mizahın Anlamları: Levent Cantek ile Söyleşi”, 
http://www.ozgemumcu.com/2011/11/turkiyede-mizahn-anlamlar.html, (Erişim tarihi:   29.10.2014). 

Pınarcı, Gülden A., “Toplumun Kahkaha Aynası: Mizah Dergileri”, 
http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2013-01/encok.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2014). 

Seyhan, Salih, “II.Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/3, Winter 2013. 

Saydur, Mehmet, “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın Emperyalizme Karşı Açtıkları Bayrak”, 
http://www.markopasa.org/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1,  (Erişim Tarihi: 11.09.2014). 

Taşkın, Figen, “Osmanlı Karikatüristlerinin Gözünden Balkan Krizi”, 
www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/download/.../1023018338, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 

Yazıcı, Nermin, “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”, ”, Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3, Summer, 2011. 

“Aydede 91 Yıl Sonra Tekrar Huzurlarınızda!”, 17 Nisan 2013, 
http://www.gazeteciler.com/kitaplik/aydede-91-yil-sonra-tekrar-huzurlarinizda-65159h.html,  (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 

“Türkiye Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. Sırada”, 
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140212_rsf_turkiye, (Erişim Tarihi:  13.09.2014). 

 “Tayyipler Alemi Davası Reddedildi”, http://www.sendika.org/2006/02/tayyipler-alemi-
karikaturu-davasi-reddedildi/, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 

 “Syria is ‘Satistified’ With US Airstrikes Against Islamic State Positions”, RiaNovosti, 30.09.2014, 
http://en.ria.ru/world/20140930/193443992/Syria-Is-Satisfied-With-US-
Airstrikes-against-Islamic-State-Positions.html, (Erişim Tarihi: 30.09.2014). 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;


327 Çeviker, Turgut, Karikatürkiye:Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi(1923-2008), 3.cilt, İstanbul: NTV  Yayınları, 2010, s.537. 
328 Mumcu, Özge, “Mizah Neye Benzer?”, 20 Kasım 2011, 
      http://ozgemumcu.net/2011/11/20/mizah-neye-benzer/, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 
329 Öztan, Güven G., “Sol Siyaset ve İmgelem”, Bianet, 28 Şubat 2013, 
      http://www.bianet.org/bianet/siyaset/144721-sol-siyaset-ve-imgelem, (Erişim Tarihi: 29.10.2014). 
330 Mumcu, Özge, “Türkiye’de Mizahın Anlamları: Levent Cantek ile Söyleşi”, 
      http://www.ozgemumcu.com/2011/11/turkiyede-mizahn-anlamlar.html, (Erişim tarihi: 29.10.2014). 
331 Seyhan, Salih, “II.Mizah Basını ve İçeriklerinden Seçilmiş Örnekler”, Turkish Studies, International 
      Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/3, Winter 2013, s.497. 
332 Seyhan, a.g.m 
333 Yazıcı, Nermin, “Yazılı Türk Mizahının Gelişim Sürecinde Batılı Anlamda İlk Mizah Dergisi: Cem”, ”, 
      Turkish Studies, International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
      Volume 6/3, Summer, 2011, s.1305. 
334 Taşkın, Figen, “Osmanlı Karikatüristlerinin Gözünden Balkan Krizi”, 
       www.journals.istanbul.edu.tr/iuydta/article/download/.../1023018338, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 
335 “Aydede 91 Yıl Sonra Tekrar Huzurlarınızda!”, 17 Nisan 2013, 
     http://www.gazeteciler.com/kitaplik/aydede-91-yil-sonra-tekrar-huzurlarinizda-65159h.html, (Erişim Tarihi: 10.09.2014). 
336 Saydur, Mehmet, “Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın Emperyalizme Karşı Açtıkları Bayrak”, 
      http://www.markopasa.org/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1, (Erişim Tarihi: 11.09.2014). 
337 Pınarcı, Gülden A., “Toplumun Kahkaha Aynası: Mizah Dergileri”, 
      http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2013-01/encok.html, (Erişim Tarihi: 12.09.2014). 
338 Pınarcı, a.g.m. 
339 “Türkiye Basın Özgürlüğü Sıralamasında 154. Sırada”, 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/02/140212_rsf_turkiye, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 
340 Beki, Akif, “Sansür varsa mizah niye satmıyor?”, 3 Aralık 2011, Radikal, 
    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/akif_beki/sansur_varsa_mizah_niye_satmiyor-1068361, (Erişim Tarihi: 26.10.2014). 
341 Çeviker, a.g.e, s.537. 
342 “Tayyipler Alemi Davası Reddedildi”, 
      http://www.sendika.org/2006/02/tayyipler-alemi-karikaturu-davasi-reddedildi/, (Erişim Tarihi: 13.09.2014). 
343 Walsh, James, “#ErdoganCaricature: cartoonists hit back at Turkish leader’s clampdown”, The Guardian, 23 Ekim 2014, 
      http://www.theguardian.com/world/2014/oct/23/erdogancaricature-cartoonists-hit-back-at-turkish-leaders-clampdown, (Erişim Tarihi: 28.10.2014). 
344 Aytekin, Akın, “Medyada En İyi Direnci Gösteren Mizah Dergileri”, 28 Eylül 2014, 
    http://www.wsj.com.tr/news/articles/SB11976045344857054351604580181741300684832?mod=WSJ_article_EditorsPicks, (30.10.2014). 


***


28 Kasım 2018 Çarşamba

AKP., DEVLETE KARŞI

AKP.., DEVLETE KARŞI ..,

İnan Kahramanoğlu.,
05.05.2003/Sayı:29



AKP.., DEVLETE KARŞI ..,
İnan Kahramanoğlu.,
05.05.2003/ Sayı:29
AKP hükümeti ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında türban ve şeriatçı kadrolaşma ile başlayan gerilim son olarak Meclis Başkanı Bülent Arınç tarafından düzenlenen 23 Nisan resepsiyonun devlet protokolü tarafından protesto edilmesiyle birlikte tekrar şiddetlendi.

Cumhurbaşkanı’ndan Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarına, üst düzey bürokratlardan yargı organları başkanlarına kadar devletin bütün organları Arınç’ın eşinin türbanlı olarak resepsiyona katılacağının açığa çıkmasının ardından tepkilerini sert biçimde ortaya koydular ve resepsiyona katılmayacaklarını açıkladılar. Bu sert tepki karşısında geri adım atmak zorunda kalan ve eşinin resepsiyona katılmayacağını açıklayan Arınç’ın girişimleri ise sonuçsuz kaldı.
23 Nisan resepsiyonunun ardından toplanan ve 7.5 saat süren ve 28 Şubat’ın ardından tarihin en uzun ikinci MGK toplantısıyla AKP-Ordu ilişkilerinde yeni bir sürece de girilmiş oluyor.
AKP devlet savaşı büyüyor
AKP ve orduyu karşı karşıya getiren ve hükümet ordu çatışması olarak adlandırabileceğimiz sürecin ilk adımlarının da yine Arınç tarafından atıldığı düşünüldüğünde ordunun tepkisini görmezden gelmeye yönelik açıklamaların, oluşan tepkinin şiddetini azaltmaya yönelik bilindik açıklamalardan öte bir anlamının olmadığı ortada.

Zira 3 Kasım seçimlerinin ardından AKP ile orduyu karşı karşıya getiren ilk olay orduyu kastederek “bazı çevrelere inat Meclis başkanlığına aday oluyorum” diyen ve başkanlığa seçilmesinin hemen ardından türbanlı eşini devlet protokolüne sokan Bülent Arınç tarafından yaratılmıştı. Arınç’ın türban zorlamasına TSK’dan yine büyük tepki gelmiş ve Arınç’ı tebrik etmeye giden MGK üyesi komutanlar yalnızca otuz saniye süren bir ziyaretin ardından Arınç’ın makamını terk etmişlerdi.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın 23 Nisan Resepsiyonu Devlet-AKP çatışmasının en üst seviyede ortaya çıkmasına neden oldu. Daha önce türbanı devlet protokolüne sokmaya çalışan Arınç bu defa eşini resepsiyona getirmeyeceğini açıklamasına karşın, başta Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı resepsiyonu protesto ettiler. Üst düzey devlet bürokrasisinin de protesto ettiği resepsiyon böylece AKP içi bir çay partisine dönüşmüş oldu. Resepsiyonda kendi başlarına kalan AKP’nin sergilediği görüntü aslında şeriatçı hükümetin Türkiye’de ne kadar tecrit olduğunu da ortaya çıkartmış oldu. Şeriatçılar devleti kuşatmaya çalışıyorlar ancak devlet içinde köşeye sıkıştıklarını sanırız hâlâ farkedemiyorlar.
Bu ilk ciddi gerginliğin ardından hükümetin hazırladığı acil eylem planıyla özellikle YÖK yasa tasarısı ve üniversitelerde türbanın serbest bırakılması konusundaki planlarını uygulamaya koyması ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki şeriatçı kadrolaşma çabalarına hız vermesi üzerine Cumhurbaşkanından Dışişleri Bakanlığına kadar bütün devlet organlarıyla AKP karşı karşıya gelmişti.
Bu gelişmeler yaşanırken toplanan MGK’da da hükümet uyarılmıştı. MGK toplantısında alınan kararlara muhalefet şerhi koyarak imza atan dönemin Başbakanı Abdullah Gül’e yanıt bizzat Genelkurmay başkanının ağzından “başbakan irticaya cesaret verdi” denilerek ortaya konmuştu. Bu açıklama aslında AKP’nin hükümette kalmasının artık mümkün olmadığını ve ordunun AKP iktidarının Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerine göz yummayacağını göstermişti.

Çatışmanın en üst seviyeye ulaştığı anda başlayan ABD’nin Irak saldırısı ise gündemi farklı bir noktaya taşıdı. Ancak bu süreç içinde AKP hükümeti bir yandan Kıbrıs ve Irak’ta devlet politikasını hiçe sayarak büyük tavizler verirken şeriatçı kadrolaşma çalışmalarını da sürdürmekten geri kalmıyordu.
Dolayısıyla her ne kadar varolan gerilim azalmış gibi görünse de AKP devlet savaşı alttan alta kızışmaktaydı. 23 Nisan resepsiyonunda ortaya çıkan durum işte tam da bu arka planda yürüyen kavganın patlak vermesinden başka birşey değildi.
AKP’den devlete şeriatçı kuşatma
Abdullah Gül’ün büyükelçiliklere şifreli genelgesi Ordunun büyük tepkisine yol açtı. Genelgede, Milli Görüş teşkilatları ile Fethullah Gülen cemaatine destek verilmesi isteniyordu.
AKP iktidara geldiği 3 Kasım’dan bugüne kadar aradan geçen altı aylık süre zarfında gerçekleştirdiği şeriatçı kadrolaşma operasyonunun bugün ulaştığı nokta Cumhuriyet’in şeriatçı bir kuşatmayla karşı karşıya kalması anlamına geliyor.
İlk olarak Türkiye’yi 28 Şubat’a taşıyana süreçte Cumhuriyet karşıtı şeriatçı hareket rejimi değiştirecek güce ulaşmış ancak ordunun müdahalesiyle iktidardan düşürülmüştü. Aradan geçen altı yıldan sonra bu kez yine aynı şeriatçı Milli Görüş geleneğinin temsilcisi AKP iktidarda. Üstelik AKP Refah Partisi döneminden farklı olarak Meclis’te anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa sahip ve tek başına iktidar. Böyle olunca da devlette şeriatçı kadrolaşma faaliyetlerinin engellenmesi oldukça zor hale geliyor.
AKP hükümeti iktidara geldiği ilk günden beri planlı bir kadrolaşma faaliyeti içinde bulunuyor ve bu plan bugün de aynı şekilde uygulanıyor.
THY, TRT, ISDEMİR ve daha birçok önemli devlet kuruluşlarının başına Milli Görüş kökenli kişiler atanmakta. Türbanın serbest bırakılmasına yönelik çalışmalar aynı şekilde devam ediyor. Kadrolaşma operasyonu öyle boyutlara ulaştı ki devletin en gizli belgelerinin bulunduğu Cumhuriyet Arşiv Daire Başkanlığı’na “Molla Üniversitesi” olarak bilinen şeriatçı El-ezher Üniversitesi İlahiyat mezunu Hüsnü Özer atandı. Daha önce de Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevine bir Muratbey Balta isimli bir imam atanmıştı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, idealinin Amerikan modeli bir başkanlık sistemi olduğunu açıktan ifade etmeye başladı. Bu, şeriatçıların, mevcut Cumhuriyet rejimi içinde kalmak istemediklerinin, bir başkanlık yetkisi ile Türkiye imamlığına soyunmak istediklerinin de göstergesi.
Şeriatçı kadrolaşma faaliyetlerini engellemeye çalışan cumhurbaşkanı Sezer’in bütün çabalarına rağmen bu atamalara engel olunamıyor. Atama kararnamelerini geri çeviren Cumhurbaşkanı aynı atama kararnamesini tekrar karşısında buluyor. Ataması gerçekleşmeyenler de görevlendirme ile istenilen görevlere getiriliyor.

AKP özellikle son bir aylık süreçte kadrolaşma faaliyetlerini kolaylaştıracak bazı yasal düzenlemeleri de uygulamaya koydu. Sadece emeklilik yaşını 61’e düşüren yeni yasayla 2 bin 100 deneyimle bürokrat görevden uzaklaştırıldı ve bunların yerine şeriatçı kadrolar atandı.
Milli Eğitim ve üniversiteler üzerindeki şeriatçı kuşatma da günden güne artıyor. YÖK’ü kaldırma çalışmalarını gelen yoğun tepki üzerine bir süreliğine geri çeken AKP bu günlerde bu planlarını tekrar gündeme getiriyor. Önümüzdeki dönemde de artararak devam etmesi beklenen türbana özgürlük ise AKP için vazgeçilmez önemde.

Bütün bu kadrolaşma tartışmaları sürerken biraraya gelen Cumhurbaşkanı Sezer ve Tayyip Erdoğan arasında geçen ve basına da yansıyan diyalog yaşanan sürecin vehametini en açık biçimde ortaya koyuyor. Sezer’in “Devletin her kademesine imamları dolduruyorsunuz” şeklindeki sözlerine Erdoğan’ın yanıtı şu oluyor: “Ben de imamlık yaptım ama şimdi başbakanım”
Şeriatçı terör örgütlerine devlet protokolü
AKP hükümeti bir yandan devlet bürokrasisi içinde yoğun bir kadrolaşma hareketine girerken bir yandan da bağlantılı bulunduğu yurt dışındaki şeriatçı örgütlenmeleri açıktan destekliyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından 16 Nisan tarihinde yayınlanan ve MGK toplantısının en önemli maddelerinden birisi olan Milli Görüş ve Fethullah Gülen cemaatinin kollanması yolundaki genelge Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine faaliyet gösteren kuruluşların bizzat hükümet tarafından korunduğunu gösteriyor. Abdullah Gül imzasıyla bazı ülkelerdeki büyükelçiliklere gönderilen genelgede Cumhuriyet aleyhtarı faaliyetler içinde bulunan Milli Görüş teşkilatının çalışmalarının desteklenmesi isteniyor.
İran’dan gelen çarşaflı heyet de AKP’nin nasıl bir düzen istediğini gösteriyor.
Türkiye’nin terörist örgüt olarak kabul ettiği Milli Görüş, yalnız Türkiye’de değil faaliyet gösterdiği ülkelerden Almanya’da da sıkı takip altında ve 26 bin üyesi ve büyük ekonomik gücüyle “takip altındaki en büyük yabancı örgüt” konumunda. Genelgede yer alan “Milli Görüş zararlı bir teşkilat değildir. Milli Görüş Teşkilatı’nın organizasyonlarına gerektiğinde büyükelçiler ve diplomatlar da gitmelidir. Resmi heyet programlarına bundan sonra bu teşkilat da dahil edilmelidir” şeklindeki ifadelerle Türkiye tarihinde ilk kez şeriatçı terör örgütleri devlet protokolüne alınmış oluyor.
Yine aynı genelgede 28 Şubat’ın ardından Amerika’ya tedaviye giden ve nedense bir türlü iyileşip Türkiye’ye dönemeyen Fethullah Gülen ve cemaaatinden övgüyle sözediliyor. Cumhuriyet aleyhtarı faaliyetler yürüttüğü iddiasıyla yargılanan Fethullah Gülen ve cemaatinin yurtdışındaki okulları için Türk kültürünü yayan kurumlar ifadesi kullanılıyor ve bu okullarla ilişkilerin geliştirilmesi isteniyor.
AKP orduya savaş açtı
MGK toplantısı öncesinde ortamı geren bir diğer önemli gelişme de İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Rıza Arif ve beraberindeki ekibin Ankara’da ağırlanması sırasında yaşanan olaylardı. Devletin resmi kuruluşu olan TRT ve Anadolu Ajansı’nın dahi içeri alınmadığı ve adeta gizli örgüt toplantılarını andıran yemekteki haremlik selamlık uygulaması ve çarşaflı kadınların yarattığı manzara Ankara’nın içine düştüğü kuşatmanın ne boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemli bir örnekti.

Tüm bu kadrolaşma çabalarına Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay başta olmak üzere devlet organları tarafından gösterilen karşı çıkış yaklaşan MGK toplantısı öncesinde taraflar arasındaki gerginliği daha da tırmandırdı.
AKP cephesi MGK’da hükümetin irticayla mücadele konusunda uyarılacağının ortaya çıkmasıyla birlikte saldırıya geçti. MGK’nın siyasilerin hesap vereceği bir yer olmadığını söyleyen AKP yetkilileri “MGK’da hesap vermeyeceğiz” tavrıyla tabanlarına dik durma mesajı vermeye çalıştılar. Orduya yönelik en sert saldırı ise Tayyip Erdoğan’dan geldi. Erdoğan orduyu kastederek “devletin en üst noktasından en alt noktasındana kadar hiç kimse la yü’sel (sorumsuz) değildir” diyerek MGK toplantısı öncesinde orduya meydan okumaya çalıştı.
Medyanın da yoğun desteğini arkasına alan Erdoğan partisinin Meclis’teki çoğunluğundan da güç alarak orduyu hedef alan açıklamalarına devam etti.
Erdoğan Belediye başkanlığı döneminde karıştığı ve yargılandığı yolsuzluk dosyalarını unutarak “Türkiye’nin imkan ve kaynaklarını boşa harcayanlar, statükonun korunması için direnenler, yolsuzluklar ve usulsüzlüklere bulaşanlar iddia edildiği gibi sadece siyasiler değil” sözleriyle silahlı kuvvetleri ve cumhurbaşkanını eleştirdi.
MGK toplantılarında hep dinleyen konumunda kalan şeriatçılar tek başına iktidar olmanın verdiği güçle bu kez karşı atağa geçerek baskın çıkmayı hedefliyorlardı. MGK’nın asker kanadı Milli Görüş ve Gülen cemaatini koruyan genelge, kadrolaşma ve türban tartışmalarıyla YÖK tarafından hazırlanan ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ciddiye alınmayan raporu gündemine alırken AKP kanadı da kadrolaşma faaliyetini savunacak karşı hazırlıklara girişti.
AKP AB kozunu kullanarak Orduyu tasfiye etmek istiyor
Medyanın büyük desteğini arkasına alan AKP ordu üzerinde kurmaya çalıştığı psikolojik baskıyla MGK toplantısını kazasız belasız atlatmaya çalışırken uzun vadede ordunun müdahalelerini engelleyecek bazı düzenlemelere girişeceğinin de ipuçlarını veriyor.
Özellikle AB süreci içinde demokratikleşme adı altında ordunun siyasete müdahalesini engellemeye yönelik planın iki ayağı var. ilk olarak Askerin icraat ve söylemlerinin “askeri tehdit” konularıyla sınırlandırılması öngörülüyor. İkinci olarak da 2004 sonuna kadar MGK’nın tamamen ortadan kaldırılması ya da en azından hükümete tavsiye kararı vermesi engellenmek isteniyor.
Hedefine ulaşma yolunda en büyük engel olarak gördüğü orduyu tasfiye planlarını yürürlüğe koyan AKP’nin elindeki en büyük koz da sözde AB üyelik süreci. AB üyeliği için siyasetin sivilleştirilmesi ve ordunun siyasetin dışına itilmesi AB’nin Türkiye’den taleplerinin ilk sırasında yeralıyor.
AB Komisyonu Genişlemeden sorumlu üyesi Gunter Verheugen’in Türkiye’deki ordu siyaset ilişkileri konusundaki görüşleri de AKP ile son derece uyumlu. Verheugen AKP AB ittifakının orduyu tasfiye planlarını şu sözlerle açığa vuruyor: “ordu siyasilerin emrinde olacak, siyasiler ordunun değil”
Başkanlık sistemiyle devlet ortadan kaldırılacak
Tayyip Erdoğan’ın “siyasetteki tek arzum başkanlık ya da yarı başkanlık modelidir. Bunun ideali de Amerika’da uygulanan sistem” açıklaması da orduyu tasfiye planları yapan AKP’nin geleceğe dönük niyetlerinin ne olduğunu anlamak açısından son derece önemli.
AKP, şeriat hedeflerinin önünde engel olarak orduyu ve devlet bürokrasisini görüyor ve bu amaçla giriştiği icraaatların sürekli bu organlardan geri tepmesi üzerine bu kez de başkanlık sistemini gündeme getiriliyor.
Başakanlık sistemi, devlet bürokrasisinin ortadan kalkması ve yetkinin tıpkı Amerikan sisteminde olduğu gibi başkan ve etrafındaki danışman kadrosunun denetimine girmesi demek. Başkanlık sistemine geçiş aynı zamanda Cumhuriyet rejiminin ortadan kaldırılması anlamına geliyor
Bakanlık yapmak için seçilmiş olma zorunluluğunun aranmadığı ve dışarıdan atamaların mümkün olduğu böylesi bir sistemin Türkiye’yi nerelere sürükleyeceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Bunun şeriatçı hareket açısından yaratacağı fırsatları saymaya da herhalde gerek yok.
Başkanlık sisteminin yanısıra hükümet tarafından hazırlanan yerel yönetimler yasasayla da merkezi devlet çökertilerek yetki ve karar belediyelere devrediliyor ki bunun sonucunda şeriatçı belediyeler ve özellikle Güneydoğu’daki HADEP çizgisindeki belediyelerin etkinlikleri daha da artacak. Bu üniter devletin ortadan kaldırılması ve Türkiye’nin eyaletlere parçalanmasına yolaçacak bir gelişme
AKP 
Türkiye’yi yönetmeye devam edebilir mi?
Altı aylık AKP iktidarı Türkiye’de şeriatçı bir partinin iktidarda kalmasının mümkün olmadığı ve ordunun buna izin vermeyeceği gerçeğini doğruluyor. AKP daha iktidara gelmeden ordu tarafından dikkatle takip ediliyordu ve AKP’nin şeriatçı hareketin bir parçası olduğu ordu tarafından biliniyordu.
Ancak AKP’nin 3 Kasım seçimlerinde aldığı oy oranı ordunun müdahale etmesini geciktiren bir faktör. Arkasında geniş halk desteği bulunduğu izlenimi medyanın da aynı yöndeki yayınları biraraya geldiğinde AKP’nin bu gerilim ortamında bir süre daha iktidarda kalması mümkün.
Ancak AKP devlet ilişkilerinin geri dönülemez biçimde tahrip olduğu düşünüldüğünde uzun vadeli bir AKP iktidarına Türkiye’nin tahammülünün kalmadığı da görülmeli.
Şu anda yapılacak bir ordu müdahalesi sadece ordunun demokratik süreci kesintiye uğratan ve on yıllık periyotlarla müdahaleyi alışkanlık haline getirdiği yönündeki propagandanın güç kazanmasına ve ordunun puan kaybetmesine yolaçacak. O nedenle kısa süre içinde bir ordu müdahalesi çok mümkün görünmüyor.
Fakat çok uzun süre önce kopan AKP ordu ilişkisinin yeniden tamiri mümkün değil. O nedenle AKP’lilerin yarattığı ve yaratacağı benzeri bütün gerilimler sadece AKP’nin dosyasının kabarmasına yol açacak ve zamanı geldiğinde yapılacak müdahalenin daha da meşruluk kazanmasını sağlayacak.
Devlete savaş açan AKP karşılığını almaya başladı bile. Bu savaşın iki değil tek bir olasılığı var: Türkiye Amerikancı ve gerici AKP iktidarından kurtulacak.
İnan Kahramanoğlu - AKP devlete karşı
http://www.turksolu.org/29/kahramanoglu29.htm
***

29 Temmuz 2018 Pazar

AKP’NİN SORUNU NASIL AŞILACAKTI VE SN. RECEP TAYYİP BEYİN SONU NE OLACAKTI? BÖLÜM 2


AKP’NİN SORUNU NASIL AŞILACAKTI VE SN. RECEP TAYYİP BEYİN SONU NE OLACAKTI? BÖLÜM  2


ARALIK 2006 Yazar Milli Çözüm Dergisi
04 Aralık 2006   ..


Ona sordum: Öyleyse siz dünyayı kapitalizm ve onun temsilcisi ABD adına mı
yönetiyorsunuz?

Şöyle yanıtladı: 

“Bugünkü sistem tarihi bir aşamadır ve sonu da yaklaşmaktadır.  
Şu anda yaşadığınız büyük çalkantı yeni bir modelin oluşumunun doğum sancılarıdır. Biz hiçbir düzenin ve düşüncenin ebedi olmadığının farkındayızdır. İnsanlığın geleceği konusunda iki hâkim düşünce vardır. Birincisi bazı ütopik dindarlarca ya da Marksist odaklar gibi determinizmi savunanlarca ileri sürülen görüştür. Buna göre gelecek, insanların iradeleri dışında kendi dinamikleriyle oluşacaktır. Biz ise geleceğin insan aklının bir ürünü olduğunu düşünür ve bu geleceği kurgulayıp uygulayarak inşa etmeye çalışırız. Daha doğrusu Yaratan bizleri kullanarak kendi projesini yürürlüğe koymaktadır.” Tekrar sordum: Peki bugün gördüğümüz krallar, başkanlar, diktatörler, kurtarıcılar ne işe yaramaktadır?

“Bunlar bizim kullandığımız dişliler konumundadır ve toplumun dinamiklerini istediğimiz yöne çevirme araçlarımızdır. Düşüncemizi eyleme geçirecek gücü nerden bulduğumuzu merak edeceğini biliyorum. Ülkelerde ve küresel mahfillerde bizimle birlikte davranan yönetimde söz sahibi olan mason bağlantılı kişiler vardır. Ama bunlar şatafatlı bir hayat süren krallar ya da demokratik Başkanlar gibi vitrine çıkmamaktadır. Çoğu zaman arada
sırada verilen rolü oynamak zorunda kalan ve kendilerine başka imkânlar sağlanan kadrolarımızdır.”

Daha da meraklandım: Siz kime bağlısınız? İllimünati mi, Masonluğun Protestanlık gibi ya da dini bir mezhebin uzantıları mısınız?
“Biz taraf değiliz, tarafları kuran ve kullanan ÜST AKIL kadrosuyuz. Bugün dünyayı birkaç kere yok edecek, hem de bunları kendimize zarar vermeden gerçekleştirecek teknolojik imkânlara ve silahlara sahip olanlar varken kendimizi nasıl güven içinde hissediyorsunuz? Biz ne bir ekibiz ne de bir örgüt. Biz insanların içlerinde var olan korkuyu ve umudu çok iyi istismar ve suiistimal ederek kendi hedefleri hesabına kullanan bir oluşumuz! (Yani Siyonist baronlarız ve Deccalin ordusuyuz!)” Lütfen hatırlayınız, o süreçte:

1-Şemdinli’de TSK’yı karalamaya ve halka kapıştırmaya uğraşmışlar, bu sebeple ordu mensuplarını sabotajcı, suikastçı gösterip terörü meşrulaştırmaya çalışmışlardı.

2-AKP’nin ve AKP’li bir Anakent Belediye Başkanı’nın desteklediği emekli bir Albay MİT müsteşarı yapılmak üzere bir grup oluşturulmuş bizzat Tayyip Beyin yerine oynayan Anakent Belediye Başkanının malı destekçisi izlenimini veren bir grup yakalanmış, bu girişim maalesef kasıtlı bir şekilde TSK’ya mal edilerek AKP’nin iç hesaplaşması saklanıp saptırılmıştı.

3-Şemdinli provokasyonları, hain Danıştay katliamı ve Atabey saldırıları ile Polisin ve Askerin itibarını sıfırlama faaliyetleri yoğunlaşmıştı. Oysa TSK’ya açılan savaş Türkiye’ye ve Türk Milletine açılmış bir savaştı. Küresel oyunun durabilecek milletini sinesinden çıkmış Türk Ordusunu oyunun parçası haline getirmek isteyen koltuk sevdalılarının hırsına, Türk Polis Teşkilatı alet edilmeye çabalanmıştı.

4-Bu talihsiz gelişmelerin ve gerginliklerin artması durumunda ve hükümetin tahribat icraatları acil tehdit ve tehlike konumuna ulaştığında; başta Başbakan olmak üzere bazı Bakanlar, bazı Milletvekilleri ve bazı üst düzey bürokratlar, vatana ihanet suçlaması ve yabancı bir ülkenin gizli servisine çalıştıkları iddiasıyla hatta “cürmü meşhut” (yani suçüstü yakalanma) sonucu gözaltına alınıp tutuklanabilirdi. Bizden hatırlatması” (Bak: 07.06.2006 – Sesar raporundan) diyecek kadar uyarı dozunu arttıran ve hatta haddini
aşan yorumlardan gerekli dersler çıkarılmış ve yeterli tedbirler alınmış mıydı?

5- Ve şimdi; Tekirdağ'da halka seslenen Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe
teşebbüsü sonrası Saray'a gittiğini hatırlatıp, “İlk kez burada söylüyorum. 15 Temmuz’dan sonra Saray'a gittim. 15 Temmuz'da linç edilen askerlerin faillerinin yakalanması gerektiğini söyledim. Hepsi evet dedi. Evet dediler   ama gereğini yapmadılar.” açıklamasını yapmıştı. “Henüz 15 Temmuz darbe girişimi tam olarak aydınlanmış değildir. İktidara ve ilgili makamlara sorduk, “15 Temmuz darbesinden haberiniz var mıydı, yok muydu?” halâ yanıtını alamadık” diyen Ana Muhalefet Liderinin bu denli net sorularına bile yanıt alınamıyorsa, bu ülke hangi badirelere yuvarlanmaktaydı?

6- ABD’li Komutanın “Kapatılırsa bizim için felaket olur” dediği İncirlik Üssü’yle ilgili değerlendirme yapan İbrahim Kalın, “İncirlik’i kapatma hakkı bizim elimizde” diyerek halkın havasını almaya çalışmıştı. Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın “Koalisyonun destek vermemesi İncirlik Üssü’nü de sorgulatıyor”
çıkışının ardından Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da İncirlik Üssü’yle ilgili süren tartışmalara değinerek böyle bir açıklama yapmıştı. Yani AKP iktidarı edebiyat yapmakla icraat sorumluluğundan kurtulacağını sanmaktaydı
IŞİD'i (DEAŞ) kuran ABD çıkmıştı. Kuruluş sebebi de Irak'ı işgal için bahane oluşturmaktı.

ABD'li General Wesley Clark DEAŞ'ın nasıl kurulduğunu anlatmıştı! A Haber'de yayınlanan Söz Teması programında ABD'li General Wesley Clark'a ait şok
açıklamalar yayınlanmıştı. Clark, DEAŞ'ı kendilerinin kurduğunu açıklamıştı. ABD'nin devrilecek hükümetler ve işgal edilecek ülkeler listesini de açıklayan Clark, DEAŞ'in Suudilerden para sızdırmak ve ülkeleri işgal için bahane yaratmak maksadıyla kurulduğunu vurgulamıştı. 11 Eylül saldırısından yaklaşık 10 gün sonra Pentagon'a gittiğini belirten General Wesley Clark DEAŞ'ın kurulduğu o görüşmeyi ayrıntılı olarak anlatmıştı. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve yardımcısı Paul Wolfowitz ile görüştüğünü belirten Clark, şunları aktarmıştı;

"Görüşmeye gittiğimde Rumsfeld 'Biraz konuşmamız lazım.' diyerek beni alttaki odasına çağırdı. Bana dönerek; -'Biz Irak'a savaş açacağız.' açıklamasını yaptı.
-'Peki Saddam ile El Kaide arasında bir bağlantı mı buldunuz?' diye sorduğumda.
-'Hayır hayır. Bu konuda yeni hiçbir şey yok. Sadece Irak'a savaş açacağımıza karar alındı. Darbelerle hükümetleri alaşağı edip görevden uzaklaştırmamız lazım. Bize bu konularda aracı bir örgüt gerekiyordu, bu yüzden DEAŞ'ı kurduk.' şeklinde yanıtladı.
Wesley Clark ABD'nin devirilecek hükümetler için de bir liste yaptığını belirtip şunları anlattı;

-"Bu arada biz Afganistan'ı hala bombalıyorduk. Birkaç hafta sonra tekrar
karşılaştığımızda Savunma Bakanı'na tekrar sordum. Oradan bir kağıt aldı ve bana dedi ki; 'Bu kağıtta 7 yıl içinde devireceğimiz hükümetler ve işgal edeceğimiz ülkeler var.

Bunlar sırasıyla Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali ve son olarak da İran'dır.' 'DEAŞ ve El Kaide gibi örgütleri Afganistan'da ve dünyanın diğer yerlerinde Sovyetler Birliği'ne karşı kullanmaya alıştık. Suudi Arabistan'dan para koparmak için de bu örgütlerle anlaştık. Bu örgütler sadece bu işe yarayacak ve Müslümanlar birbirlerine vurdurulacaktır.' Sn. Cumhurbaşkanı yine Sevr'den söz açıp: "Bugün Türkiye yeni bir istiklâl mücadelesi yapmaktadır. Bu mücadeleyi kazanırsak, 2023 hedeflerimize de ulaşacağız, 2053 ve 2071
vizyonlarımızı da şekillendirmiş olacağız. Kaybedersek, 100 yıl önce başarılamayan bir Sevr tezgâhı yeniden önümüze konulacaktır. Tüm vatandaşlarımızın, sorumluluk sahibi her insanın bu bilinçle meseleye yaklaşması, üslubunu, tavrını, sözünü ona göre belirlemesi lazımdır."
ifadelerini kullanmışlardı.

Bugüne kadar AKP'yi destekleyen ve "liberal" denilen çevrelerde Türkiye'nin bölünmek istendiğinden bahsedenler, "Sevr paranoyası" görmekle suçlanır ve böyle bir tehlike bulunmadığı anlatılırdı. Bölücü çevreler de aynı ifadeleri kullanırdı. Fakat Özal döneminden itibaren Türkiye'nin desteğiyle kurulan ve AKP iktidarınca resmiyet kazandırılan Barzani devletinin anayasasında Sevr
'e atıf yapılmaktaydı. Evet "Kürdistan Bölge Devleti Anayasası", kendi meşruiyetini Sevr Andlaşması'na dayandırmıştı! Barzani Anayasası
"1920 yılında imzalanan Sevr Andlaşması'nın 62-64 nolu maddeleri Kürtlere
self-determinasyon hakkını tanımasına rağmen, uluslararası çıkarlar ve siyasal dengeler Kürtlerin bu hakkı elde edip uygulamaya geçirmelerini engellemiştir" diye başlamaktaydı... AKP iktidarı da etnik gruplara kendi kaderini tayin hakkı verilmesini öngören ikiz yasaları zaten imzalamıştı. 2009 yılında kurulan Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Üst Kurulu, azınlık haklarıyla ilgili reformlara tepkileri "Sevr paranoyası" olarak tanımlayıp, Milli duyarlı insanlara sataşmıştı. 2011 yılında AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Artık bölünür müyüm korkuları ve Sevr paranoyası ile defansif alanlara çekilmiş bir Türkiye geride kalmıştır. Dünyanın her yerinde diplomasi yapan,
gücünü her yerde gösteren bir Türkiye vardır, Türk başbakanı gittiğinde bütün Libya'nın, Mısır'ın, Tunus'un ayağa kalktığı bir Türkiye vardır.” havaları atmaktaydı” tespitlerini yapan ve Tayyip Erdoğan’ın ise "tek adam"lık inadından vazgeçip, "Atatürk modeli"ne dönmesini” hatırlatan Arslan Bulut haklıydı.

Ama halâ: “Bu nedenle acıyı biz çeksek de, bizim kanımızı dökseler de kavga Anadolu üzerindedir ve İngiltere ile ABD arasındadır. Bunu anlamak istemeyenler var mıdır?

Ahmaksa vardır… Hani İngilizler DEAŞ'a sızmıştı! Niye panik var şimdi! Çünkü savaşın büyüklüğünü onlar çok iyi biliyor. 100 yıl önce sınırlarını çizdikleri coğrafyayı bırakmak istemiyorlar. Rakipleri birinci derecede ABD... İki taraf da bizi yanına alarak yürümek istiyor. Ve bizi saldırılarla sarsıyorlar. Korkutup rotamızdan çıkartarak yanlarına çekmek için uğraşıyorlar. TERÖR bu nedenle var! Küresel politika üreten iki merkez var dünyada! Londra ve Washington... Özellikle Orta Doğu İngilizler'in çok iyi bildiği bir yer. Kavga bunlar arasında. Bizi de bombalarla canlı bombalarla suikastlarla yanlarına çekmeye çalışıyor  lar... Onların istediği politikaya yönlendirmeye uğraşıyorlar. Şimdi İngiliz
medyasına bakın! Sultan, padişah, diktatör yaptıkları Erdoğan'ın yanında olmaya çalışıyorlar. Ankara'yı kolundan tutup yanlarına almak için çırpınıyorlar... İşte böyledir bu işler... Türkiye çok değerli bir elmastır! Hem vuruyorlar, hem de Erdoğan'ı ve Türkiye'yi yanlarında görmek istiyorlar. Oyun böylesine kanlı ve acımasız... İki ateş arasındayız...

Elbette bizi kalbimizden vuramazlar. Çünkü ihtiyaçları var. Ama bacaklarımızı hedef almaya devam edip duracaklardır… ABD'yi karşımızda görürüz ama İngilizler ABD maskesiyle (bizi vurmaya çalışacaklardır)” safsatalarıyla: ABD ile İngiltere, Ortadoğu’ya hükmetmek için yarışmakta bu nedenle Türkiye’yi yanlarına almaya çalışmaktadır. Bizim yararımız ABD’nin safında kalmaktır. Çünkü tek başımıza kendi haklarımızı korumamız imkânsızdır ve bağımsız liderliğe kalkışmamız hezimetle sonuçlanacaktır” demeye çalışan
ve bunu her yazısında hatırlatan Recep Beyin danışmanlarından Ergün Diler, üstelik bu mandacılık tavsiyelerine karşı çıkanları “ahmak”lıkla suçlayacak kadar saçmalayıp küstahlaşmıştı.

"Rejim değişikliği mi–Sistem değişikliği mi?” tarzında bir tartışma sürekli gündemde tutulmaktaydı. CHP tartışmayı klasik rejim değişikliği zemini üzerinden yürüterek bu konuda duyarlı çevrelerde bir alerji oluşturmaya çalışmaktaydı. AKP de “Rejim değişikliği değil sistem değişikliği” diyerek, o alerjiyi bertaraf etme çabasındaydı. Şöyle bir soru sorayım: -Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diyelim CHP’nin gösterdiği adayın seçilme ihtimali yüksek olsaydı, AKP böyle bir sistem değişikliğine yanaşır mıydı?

Bunun ortak cevabının “Hayır” olduğunu, Türkiye’de, AKP çevresi de dahil herkes bilip durmaktadır. Böyle bir tesbitin anlamı, AKP’nin “Cumhurbaşkanlığı sistemi”ne geçişinin, Cumhurbaşkanlığına Tayyip Erdoğan’ın seçileceğini garanti görmesinden kaynaklanıyor olmasıdır. AKP olarak bu işi bir “sisteme bağlamak” ise, sadece önümüzdeki

Cumhurbaşkanlığı seçimini değil, bundan sonraki bütün zamanlarda seçimi Tayyip Erdoğan gibi birisinin kazanacağını öngörmek anlamını taşımaktadır.

Şayet şöyle olsaydı, “İster önümüzdeki seçimi, ister sonraki seçimleri, mesela Ahmet Necdet Sezer gibi birisinin kazanmasında herhangi bir mahzur yok, onun partili olmasında ve Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanına verilen yetkileri kullanmasında bir sakınca yok” diye konuya yaklaşılsaydı, ben katılmasam bile,
AKP açısından belki tutarlı sayılırdı. Ama AKP, onu kendi tabanında savunamazdı. Yani bu yetkileri CHP’nin seçtirdiği bir cumhurbaşkanı da kullanacak dendiğinde AKP tabanı, bunun nelere mal olacağını düşünür ve o yapıya asla destek çıkmazdı. Muhtemel ki AKP, “CHP’li birisi seçimi kazanamaz” düşüncesinde olduğu gibi “Bundan sonra millet iradesi
dışında bir müdahale de olmaz” gibi garantili bir kanaat taşımaktadır. Onun için “Evren gibi birisi iktidara el koyup, bugün AKP’nin getirdiği Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullansa ne olur?” diye sormayı gereksiz bulmaktadır. Ama Allah korusun, dünyanın ne halleri vardır!

Daha önce yazdım. Kahramanmaraş’ta bir panelde sevgili Mahir Ünal’ın “FETÖ ile mücadele için MGK’da ‘legal görünümlü illegal yapı’ tanımlaması yaptık” sözüne de karşı çıkmıştım. Orada dedim ki: Dileyelim AKP iktidardan düşmesin, çünkü bir başka yapı geldiğinde MGK’nın bu kararını alıp “Legal görünümlü illegal yapı” damgasını AKP’nin alnına yapıştırıp onu mahkûm edebilir. “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” yaftası nasıl yapıştırılmışsa... Şimdi diyelim, “mallara el koyma” kararları patır patır veriliyor.

Ama dileyelim bir daha 28 Şubat’lar gelmesin, o zaman “Yeşil sermaye” falan gibi ürkek-çekingen tanımlamalar yapmakla yetinmeyip, “Tehlike” ilan ettikleri alanlarla iltisaklı tüm dünyanın üzerine karabasan gibi çökebilirler ve
“AKP de böyle yapmıştı” yı gerekçe olarak kullanabilirler. AKP bu kaygıyı taşımıyor olabilir ama ben söyleyeyim, bakın, muhafazakâr camiada birçok kamu görevlisi, adı herhangi bir listede yer almasın diye, mesela dini bir mecmuaya abone olmaktan çekinme refleksleri gösteriyor. Demek onlar, AKP icraatından yola çıkıp refleks olarak bir başka ihtimali satın alıyorlar. Avrupa
Bakanı Ömer Dinçer Habertürk’te bir yazı yazdı.

“Başkan mı güçlü yasama mı?” sorusunu soruyordu ve AKP’ye
“Meclis’in gücünü artırmanın yollarını araştırmalı” çağrısında bulunuyordu. Unutmayın O AKP’li bir bakandı. Abdullah Gül de, “Mallara el koyma”yı sakıncalı buluyordu. O da AKP’nin içinden çıkmış Cumhurbaşkanıydı.”[1] diyen Ahmet Taşgetiren, acaba nelerin farkındaydı ve hangi gelişmelerden kaygı duymaktaydı?

[1] 09.01.2017 – Star – Sistem Kurarken

https://docplayer.biz.tr/52690940-Akp-nin-sorunu-nasil-asilacakti-ve-sn-recep-tayyip-beyin-sonu-ne-olacakti-milli-cozum.html
***