mhp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mhp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2020 Çarşamba

KÜRTLER İÇİN AKP, POST-CHP’DİR

KÜRTLER İÇİN AKP, POST-CHP’DİR



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
06.10.2013 


      Laik/Türkçü CHP, yeniden Kürdistan’da gelişebilir mi? Kürtler arasında da bunu candan isteyenler olabilir. Ancak tarihsel süreç buna izin vermez. CHP, milliyetçi Türkçü ideolojisinden vazgeçip demokratik bir yapıya dönüşürse gelişeblir. O zaman da  CHP, CHP olmaktan çıkar. CHP’nin Kürdistan’daki misyonun AKP yürütüyor. AKP, dünya siyasetinde yeni bir tür yeni CHP rolünü oynamaktadır. Bunu Cumhuriyet döneminde CHP’nin yaptığı gibi yapıyor. Laiklik, modernleşme ve İslam’ı birlikte yürütmek yoluyla. CHP, laiklik ve modernleşmeyi İslam dışı yöntemlerle yaparken, AKP buna İslam’ı eklemiştir. CHP de İslam’dan vazgeçmemiştir. İslam’ın, bir güç olmasını engelleyerek(Batı da bunu istemiştir.) laiklik adı altında kendi kontrolüne almıştır. Ve siyasi talebi olmayan İslam’ı kendisine destek olarak görmüştür. Kur’an tefsirlerinin devlet eliyle yapılması, diyanetin kurulması bununla ilgilidir. Siyasal taleplerde bulunabilecek tekkeler kapatılmış devlete bağlı tarikatlar oluşturulup desteklenmiştir. 

İslam evrenselliğinin önüne geçmek için yoğun ideolojik çalışmalar yapılmıştır. Böylece dinsel kitlenin talepte bulunmasının yolu kapatılmıştır.

Türklük sıkıştığı alanlarda İslamcılığı hep imdada çağırmıştır. Kürt halkının baskı karşısındaki direnişi Türkçülüğü işlemez duruma getirdi. Kürdistan’da hiçbir etkinliği kalmadı. Laik Türkçülük (CHP) Irkçı Türkçülük(MHP) nin hiçbir rolü kalmamıştır. Batı’da da giderek eriyordu. Türkçülük yok oluşa doğru gidiyordu. 

Bu durumda İslamcı aşı yeniden deneniyor. Türkçülüğün İslamcı yönü ortaya çıkarılarak Kürtlerin devlete bağlılığı sağlanmaya çalışıldı. Bunu AKP yapacaktı. Bunu, Ortadoğu’da etkin olmak isteyen emperyalist güçlerden ayrı düşünmemek lazımdır. Canlı bir Türkçülüğün yaşatılması emperyalist güçlerin de isteğiydi. Giderek güçlenip devlet kapısına hakim hale gelen bu görüş Türkçülükten vazgeçmeyecek. Kürtleri cezaevine ve şiddetle kıstırmayı temel politika haline getiren bu devlet yapısının geçmişin eleştirisi üzerinden şirin görünme çabası bir örtü olmaktan başka bir anlama gelmez. Kürtleri sözcüsüz ve örgütsüz bırakıp kendi ilkel çözümünü kabul ettirmek çabasını görmek gerekiyor. Yine Kürtler devlet yapısı içinde etkili olmanın yolu da tamamen kapatılmış durumda.
İslamcılık Türkçülüğü Kurtarabilecek mi?

İslamcılık Türkçülükle birlikte anılır oldu. Milletin tanımı yapılırken dini birlik vurgusu zaten hep yapılıyordu. İstiklal Marşındaki “millet” vurgusunun temeli buydu. Buna rağmen Mehmet Akif çeşitli eziyetlere tabi tutuldu. Ancak onun şiiri ırkçı devletin marşı olarak okutulmaya devam ediliyor. Mehmet Akif ve onun şiiri İstiklal Marşı, İslamcılarla Türkçüler arasında ara bağlantı rolünü oynamaya devam ediyor. Al bayrak vurgusu da bununla bağlantılıdır. İşte tarihi olan bu bağlar ve Türkçülüğün kurtuluşunu İslam’a bağlı olduğu bir aşamaya daha gelmiş bulunuyoruz. Ve bu aşamada Türkçülük yeni bulduğu nefesle bir dönem daha etkinliğini devam ettirecektir. Ancak burada bir soru daha vardır: İslamcılık yaşatıldıkça İslam egemen olacak mı?

Hatırlanacağı gibi I.Dünya savaşından sonra Türkçülük yenilgiye uğramış ve bu nedenle yüzünü Anadolu Müslüman Türkler ve diğer halklara dönmüştü. Mehmet Akif’in düşünceleri  ve I.BMM yapısı dikkate alındığında İslami bir dileyiş olduğu görüldü. Bu şekilde Kurtuluş savaşı yaşandı. Başarı geldikten sonra bunlar tasfiye edildiler. Türkçülük, tehditleri boşa çıkardıktan sonra İslamcılık yönünü bir tarafa attı. Yeni bir Atatürk Türkçülüğü yürürlüğe konuldu. Ezan dahi Türkçeleştirildi. Buna karşı oluşan tepkiler şiddetle bastırıldı. O sıkışık durumda Türkçülüğün İslamcılığı etkisiz hale getirmesinde Türkçülerin Batıcıların desteğini almaktan sonradır.

Şu anda AKP bir anlamda Türk-İslam sentezine göre hareket ediyor. Temel kaygısı Türkçülüğün devam edip etmeyeceği kaygısıdır. Mevcut 12 Eylül Anayasasına yapışıp kalmasının en büyük nedenlerinden biri de budur. Suriye’de Irak’ta yapmak istediği de budur. Bağımsız stratejik bir çalışmadan çok dünya dengelerinde bir partnere tutunma çabasından başka bir anlamı yoktur. Bunların ideolojik olarak Fethullahçılıktan öte bir ideolojisi de yoktur. İsrail’e kıl dokundurmayan ve ABD’de rehine gibi yaşayan, Kürt Said’i Köylü Said yapan Gülen derin ilişkiler ve AKP’ye esir olan bu hareket temelde Türkçü olduğundan dolayı tarihte hiç olmadığı kadar Türkçülüğe hizmet edecek gibi duruyor. Çünkü Türkçülüğe hizmet eden bir İslamcılık dolaylı yönden Batı’ya karşı Doğu’nun bütünlüğünü ve mücadele gücünü de doğu aleyhine geliştirmektedir. Gülen Hareketinin TV’de Kürtçe yayın yapması, anadilde eğitim konusunda olumlu sinyaller vermiş olması onu Türkçülükten uzaklaştıran eğilimler olarak görmemek gerekiyor. Türkçülüğün Batı’yla ilişkisi değişik tonlarda olsa da(İslami/Laik vs.) olsa süreklilik halindedir. Bu şekilde, NATO rolü, daha iyi oynanıyor. Afganistan, Pakistan daha kolay kontrol ediliyor. Sonuçta İslami kökeni kuvvetli olan bir hareketin toplum ve devlet yapısında etkili hale gelmesini de istemezler. Bir süre sonra onun hareket alanları ve kapsamı hatırlatılır. Gülen’in ABD’de bulunuşu ve ABD dışına adım atmayışı onu siyasetteki etkinliğinin vesayet altına alınması içindir. Nitekim İsrail, batı ile ilişkiler ve Radikal İslam’a yönelik sert tavırları onun ABD’de bulunmasıyla doğrudan ilgilidir. Bunu en iyi bilen de Türkiye’deki İslami hükümettir. Son dönemlerde Hükümet/Hizmet tartışmaları bununla ilgilidir. Yaptığı yatırımlar özellikle medya ve eğitim alanındaki yatırımlarının kapsamı da dikkate alındığında bunların yaşamı için siyasal iktidarla kapışmasının kendileri için olumlu olmayacağının farkındalar. Onlara “basit bir tarikat oldukları” hatırlatılır, devlet işlerinin kendilerinde olduğu vurgusu yapılır, onların görevinin itiraz etmeyen, itaat eden bir toplumun devamı için toplumda sufiliğin devam etmeleri halinde yaşamaya devam edeceği konusu özellikle işlenir. Nakşilikte de Kadirilikte de durum bundan farksızdır. Said’i Nursi’ye yapılan ve Said’i Nursi’nin yaptığı da buydu. Eski/Kürt Said’in yerini Yeni/Nur Said geldi. Böylece İttihat ve Terakki akımının etkisinde olmayan Eski Said düşüncesinde dönüşüm yaşatılarak onunla bağlantılı hale getirildi.  

19.Yüzyılın sonu 20.Yüzyılın başında Osmanlıcılık nasıl ki İmparatorluğu kurtarmayı başarmadıysa; Türk siyasi yaşamında 100 yıla aşkın süredir etkili olan Türkçülük, İslami rütuş ve dayanaklarla da olsa Batı’nın etkisinden çıkamayacaktır. İslam Kardeşliği adı altında Ortadoğu’daki siyasetin yerlerde süründüğü dikkate alındığında Türk-İslamcılığın Batı’nın daha fazla kalıcı hale gelmesindeki araçsallığını görünür kılmıyor mu? 20. Yüzyılın başı yeniden tekrarlanıyor. Kürtler CHP’nin neler yaptıklarını gördükleri için CHP’ye kapıyı kapattılar. Aynı işlevi gören AKP’nin de bu yüzünü görmenin zamanı gelmiştir.


***

15 Ekim 2018 Pazartesi

MHP, AKP'nin Koltuk Değneği mi?

MHP, AKP'nin Koltuk Değneği mi? 


Alaettin Parmaksız 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
26 Ağustos 2007 Pazar

İtiraf etmeliyim ki bu başlığı atarken kendi kendime çok düşündüm. Hatta başlığı birkaç defa değiştirdim. Ancak yaşanan süreci göz önüne getirdiğim zaman da 
farklı bir başlık seçemedim. Bu yazıyı okuyan ve MHP’ye oy veren birçok kişi de bana kızacak

Ancak MHP'nin politikalarını ve sonuçlarını objektif olarak göz önünde bulundurursa lar sanırım onlarda bana hak vereceklerdir.

 22 Temmuz öncesi Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu durum karşısında hayatında hiç MHP'ye oy vermemiş belki de bir daha asla vermeyecek insanlar MHP'nin Meclise girmesi için çalıştılar. Onları MHP'ye destek olmaya iten ana düşünce artık sağ sol kavramlarının kalmadığı, küreselleşmeden Türkiye'yi korumanın tek yolunun kendilerini Milliyetçi ve Ulusalcı olarak tanımlayan partilerin parlamentoda yer almalarıydı. Bunun için ortak noktaları ise ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, anayasada esasları belirlenmiş Cumhuriyetin korunması, Kıbrıs gibi, Sözde Ermeni Soykırımı gibi, Amerika ile ilişkiler gibi, Kuzey Irakta bir Kürt Devletinin kurulması gibi, Türkmenlerin asgari insan haklarına sahip olarak güvenlik içinde yaşamaları gibi, AB'nin ikiyüzlü dayatmalarına karşı olma gibi, ABD'nin BOP politikasına karşı olmak gibi dış konularda, bölücü terör örgütüne karşı yapılacak mücadele gibi, Cumhuriyet karşıtlarının devleti ele geçirilmesinin önlenmesi gibi, Türk ekonomisinin borç batağından kurtarılması gibi temel iç konularda ki öngörülen tutumlarıydı. 

22 Temmuz seçimleri öncesi yapılan propaganda döneminde AKP yaptığı propagandalarda DTP ile MHP'yi aynı kefeye koymuş, hatta DTP' in Meclise 
girmesine itiraz etmezken MHP için bunlar meclise girerse kavga olur bunlara oy vermeyin diye propaganda yapmış ve saldırıyı o kadar ileri götürmüştür ki MHP 
için bunlara Mecliste selam bile vermeye değmez diyecek kadar haddini aşmıştı.

Seçim günü akşamı ERDOĞAN tek başına iktidarı kazanmasına rağmen Cumhurbaşkanlığında istediği sonucu alamadığını görünce bildiği en iyi şeyi 
yaparak eski fikirlerinden çark ederek Cumhurbaşkanlığı için bütün partileri kapsayacak şekilde diyalog geliştireceğini açıklamış, parti liderlerini arayarak 
en kısa zamanda kendileri ile görüşeceklerini belirterek uzlaşma ortamı yaratmıştır. Hatta haklı olarak Bahçeli Erdoğan'la telefonla dahi görüşmemiştir.

 AKP de GÜL aday olduğu takdirde uzlaşmanın sağlanamayacağını gören başta Erdoğan olmak üzere bazı partililer ve onların güdümündeki medya Gül'ün 
adaylıktan çekilmesi kampanyasını başlatmak üzereyken MHP'nin açıklaması gelmiştir. Biz meclise gireceğiz. AKP kimi isterse Cumhurbaşkanı seçsin. 
Şüphesiz Siyasi Partilerin asli görevleri meclise girip ülke yararları doğrultusunda politikalar üretilmesine katkıda bulunmaktır. Ancak bu ne olursa olsun biz meclise gireriz demek yerine bazen de girmeyerek te sağlanabilir.

 MHP Meclise girmekle Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasına koltuk değneği olmuştur. Oy vermemek bir şey ifade etmez. Çünkü onların ihtiyacı olan MHP nin oyları 
değildi. Şimdi MHP oy vermese bile meclise girerek Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasının yolunu açmış, Bahçeli'nin açıklamasından sonra Başbakan bir daha 
uzlaşma lafını ağzına almamış, yine en iyi bildiği şeyi yapmış millet önünde verdiği sözden çark etmiştir.

 MHP Meclise girerek Gülün izlediği AB politikalarına, Irak politikalarına, Annan planına, ABD karşısında izlenen teslimiyetçiliğe, Kuzey Irak ta bir Kürt 
Devletinin kurulmasına, PKK ya karşı izlenen politikalara dolaylı destek vermiştir. Şimdi televizyonlarda çıkıp bizim ilkelerimiz var diye yaptıkları hatayı telafi etmeye çalışıyorlar. Aynı hatayı 2002 öncesi idam cezasının kaldırılmasında da yapmışlardı. Biz idamın kaldırılmasına oy vermeyiz siz istiyorsanız kaldırın. Kaldırdılar. Günahı kime kaldı? MHP'ne. Hâlbuki milliyetçiliği kendisine şiar edinmiş parti kurum ve kişiler ben oy vermedim diyerek sorumluluktan kurtulamazlar. Ülke ve millet yararına olmayan konularda sadece oy vermemek yetmez onun gerçekleşmemesi için de gerekli çabaları göstermek zorundadır.

 Aslında Gül veya başka AKP linin seçilmesinin sistemin çalışması açısından pek bir farkı olmayacaktı. Köksal Toptan Meclis Başkanı seçildi de ne oldu? 
Cumhurbaşkanı kabineyi onaylamayınca Meclis Başkanlık Divanın Cumhurbaşkanını ziyaret programını iptal etti.Felsefe aynı oyuncular farklı. Ama burada Gül'ün durumu biraz farklıydı. Bu farkı yaratan yaklaşık 1970'lerden beri yürütülen karşı devrimin içinde ve öncü kuvvet olarak bulunan Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasının onlar açısından bütün kalelerin zapt edilmesi ve son kalenin fethedilmesi anlamı taşıyordu. İşte MHP bunu sağladı. Yarın seçim meydanlarında yine karşısına çıkarılacaktır. Tıpkı idam cezasının kaldırılması gibi.

 Benim Milliyetçilikten veya ulusalcılıktan anladığım ilk şey ülke ve millet menfaatleri söz konusu olduğu zaman bireysel menfaatler veya kurumsal 
menfaatlerin göz önüne alınmamasıdır.Devlet Bahçeli gerek 2002 seçimlerine giderken, gerekse Meclise girme konusunda hiçbir yetkili kurulları toplamadan 
kendisi karar alıp açıklamakta ve beyni özgür diye düşündüğümüz ve milliyetçiliği siyasal anlamda temsil etmekle sorumlu Milletvekilleri ve parti 
yöneticileri aynen uygulamaktadırlar. Yoksa ben mi milliyetçiliği anlamadım? 

Örneklerimi yanlış zaman gösterecek. 

Sayın Bahçeli Çiçek Bahçesini Sever, Gül' Hayırlı olsun iyi Kokar.

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/2007/08/26/907/mhp-akpnin-koltuk-degnegi-mi
..

9 Şubat 2017 Perşembe

İşte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 11 Sabıkası


 İşte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 11 
Sabıkası,



 08 Şubat 2017 Çarşamba





İşte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 11 Sabıkası

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye’nin içinden geçtiği her kritik dönemeçte oynadığı rol ile Türk siyaset tarihine sabıkalarıyla kaydedildi.

_ AKP yöneticileri ile anlaşarak Türkiye’yi başkanlık çıkmazına sürükleyen Bahçeli’nin sicili kabarık.
_ Aydınlık'ın haberine göre siyaset arenasında oynadığı kritik rollerle çıkmazlara kapı aralayan Bahçeli’nin 11 Sabıkası şöyle:

1- TÜRKİYE’Yİ AB KAPISINA BAĞLAYARAK KIBRIS VE EGE’Yİ VERMEK

Devlet Bahçeli’nin en büyük sabıkası, Türkiye’yi AB kapısına bağlayan Triumvira’nın içinde yer almasıdır. Bahçeli, Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’la birlikte, 1999 yılı 10 Aralık günü son Türk devletinin adım adım tasfiye edilmesi, Türk milletinin parçalanması ve Atatürk Devrimi’nin yıkıma uğratılması operasyonundaki görevini yerine getirdi ve AB Aday Üyelik Protokolu’na imzayı bastı.
2- BARZANİ DEVLETİNİN KURULUŞUNA HİZMET
Ecevit-Bahçeli hükümeti kurulduğunda, Çekiç Güç çoktan Türkiye’ye yerleşmişti. Kukla Devlet’in adım adım kurulması işini bundan böyle Ecevit-Bahçeli hükümeti yürütecekti. 26 Aralık 1998 günü Çekiç Güç’ün süresi, daha önce olduğu gibi 6 ay değil, 12 ay süreyle uzatılmıştı. Bir yıl sonra 26 Aralık 1999 günü toplanan Meclis, süreyi altı ay daha uzattı.
3- İKİZ SÖZLEŞMELERİ İMZALADI
Bahçeli’nin başbakan yardımcısı olduğu Bakanlar Kurulu, Türkiye’de halklara ayrı devlet kurma hakkı dahil, bilinen azınlık haklarını tanıyan bu sözleşmeyi hükümet adına imzalaması için, Birleşmiş Milletler Daimi Delegesi Volkan Vural’a talimat 
verdi. 15 Ağustos 2000 tarihinde ‘Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ ile ‘Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme’ işte bu talimatla imzalandı. Ancak Bakanlar Kurulu’nun ve Bahçeli’nin bu büyük 
suçu, yine hükümetin kararıyla gizli tutuldu.
4- APO’YU ASACAĞIM VAADİYLE KANDIRMAK VE OY AVCILIĞI
Devlet Bahçeli, ‘Apo’yu asacağız’ vaatleriyle oy topladı ve iktidara geldi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının ardından Bahçeli şu mesajı verdi: Karara herkes saygı duymalı. Bundan sonraki süreç neyi gerektiriyorsa o takip edilecektir.
Bahçeli, madem ABD ve AB’den gelen talimatlarla Apo hakkında verilen kararı uygulatmayacaktı, niçin yıllarca şehit cenazelerinde o nutukları attı, neden ortamı kızıştırdı.
5- KÜRESELLEŞMEYE VE İMF’YE TESLİM OLMAK
Kemal Derviş cebinden 15 yasa ile geldi. Çiftçiyi ve köylüyü yıkıma götüren “15 günde 15 yasa” Devlet Bahçeli’nin, Ecevit’in ve Mesut Yılmaz’ın gayretleri ve talimatlarıyla çıkartıldı. Türkiye’nin finans sektörüne, sanayisine, tarımına ağır darbeler indirildi. Çiftçinin, sanayicinin, milli bankacılığın beli kırıldı.
6- DEVLET BAHÇELİ’NİN TÜRKÇÜ DÜŞMANLIĞI
Devlet Bakanı Abdulhaluk Çay’ın genel başkanlığını yaptığı TÜDEV Vakfı tarafından düzenlenen “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı”nın sekizincisinin KKTC’de yapılmasını engelledi. Bahçeli, kurultayın KKTC’de toplanmasının, ABD’ye meydan okumak anlamına geleceğini biliyordu.
7- KAREN FOGG’U GÖRMEZDEN GELDİ
AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Karen Fogg’un, diplomatik görevlerinin dışına çıkarak, ülkemiz ve KKTC aleyhine bir casusluk şebekesi oluşturduğu, Devlet Bahçeli’ye belgeleri ile bildirildi. Ancak, Bahçeli, hiçbir girişimde bulunmadı. Bu belgeler, Doğu Perinçek tarafından kamuoyuna açıklandı.
8- ABD TELAFER’İ BOMBALARKEN SUSTU
Amerika, Irak işgalinin ardından ikinci olarak Türkmen kenti Telafer’e girdi ve Türkmenleri katletti. ABD, Telefer’i bombalarken Devlet Bahçeli ağzını açmadı, bu katliam karşısında sessizlige gömüldü.
9- ERKEN SEÇİM KARARI ALDI AKP’Yİ HÜKÜMET YAPTI
Bahçeli, Yılmaz ve Ecevit hükümetinin yerine AKP’yi iktidara getirmek üzere, 2002 yılının Temmuz’unda harekete geçti. Kemal Derviş’in açıklamaları ile başlatılan “erken seçim operasyonu” başarıya ulaşamadı. Ancak Devlet Bahçeli,
bu aşamada, 7 Temmuz 2002 günü, şaşırtıcı bir açıklama koalisyon ortaklarından dahi habersiz erken seçim yapılmasını isteyen bir açıklama yaptı. Bunun üzerine başlayan hükümet krizinin ardından yeni kurulan AKP tek başına iktidara geldi. AKP’yi hükümet yapan süreci Bahçeli başlattı.
10- ÇATI ADAY PROJESİYLE KOLTUK ERDOĞAN’A VERİLDİ
Bahçeli, Tayyip Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yolunu açan süreçte de kritik rol oynadı. Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte toplumdan destek görmeyeceği belli olan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösteren Bahçeli, Erdoğan’ı Çankaya’ya taşıdı.
11- ERDOĞAN’A BAŞKANLIK PASI
Türkiye’yi referanduma sürükleyen süreçte Devlet Bahçeli kritik rol oynadı. “Fiili durumu resmiyete taşımak gerekir” diyen Bahçeli, olası anayasa değişikliğinde ihtiyaç olan desteği vereceklerini söyledi. Bunun üzerine AKP düğmeye bastı. Bahçeli’nin desteğiyle Meclis’e gelen paket, milletvekillerine santaj ve tehditlerle kabul edildi.

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/iste-mhp-genel-baskani-devlet-bahceli-nin-11-sabikasi-h143675.html






ALLAH'IM AKLIMIZA SAHİP OL


ALLAH'IM AKLIMIZA SAHİP OL,


Kimden: refhan irtem <rfhi...@gmail.com
Tarih: 24 Ağustos 2010 18:15
Konu: Re: ALLAHIM AKLIMIZA SAHİP OL
Kime: adam-gib...@googlegroups.com

Siyasi iktidar bu gün devlete  hükümet ediyorsa devlet olarak yaptıklarının kanıtıdır zaten.

Devlete suçu atmak devletlik olsaydı başımızda bir devlet var diye düşünürdük.

Demek ki başımızda devlet de yok Hanefi Avcı'nın kitabında ki gibi cemaatlerin eline geçmiştir.Bu da gösteriyor ki cemaatlerden emir alınıyor çünki devlet yok!

24 Ağustos 2010 06:42 tarihinde BİLGİ NOTU <blgnt...@gmail.com> yazdı:
 Görüşmeyi Hükümet değil, Devlet yapar,













Erdoğan, “İktidar olarak hiçbir zaman terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayız. Şu veya bu şekilde çeşitli kurumlarıyla bu tür bazı münasebetler gerekirse devlet onu kendisi yapar” dedi

Görüşmeyi hükümet değil, devlet yapar
Başbakan Tayyip Erdoğan, hükümet olarak hiçbir zaman terör örgütü veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayacaklarını vurguladı. Show TV’de Siyaset Meydanı programına konuk olan Erdoğan “terör örgütünün eylemsizlik kararı ve buna bağlı olarak hükümetin ya da devletin terörist başı ile irtibat kurduğu” yönündeki iddialar anımsatılarak, “ Danışmanlarınızdan Yalçın Akdoğan’ın bir yazısı çok çarpıcıydı, ’ Evet hükümlü ile görüşme olmayabilir bir temas olabilir ’ şeklinde. Böyle bir temas var mı?” sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:

DEVLET KENDİSİ YAPAR: Burada bir şeyi birbirine karıştırmayalım. Biz siyasi iradeyiz, siyasi iktidarız. Biz iktidar olarak, siyasi hükümet olarak hiçbir zaman bir terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayız. Böyle bir şeyimiz bizim asla olmamıştır, yoktur, olamaz da. Şu veya bu şekilde çeşitli kurumlarıyla bu tür bazı münasebetler gerekirse devlet onu kendisi yapar. Burada bunu birbirine karıştırmamak gerekir.

BAZI KİLİTLERİ AÇMAK İÇİN: 
( “Devlet kurumları” ile neyi kastettiğinin sorulması üzerine) Devletin İstihbarat kurumu vardır. Bu istihbari görevdir. İstihbari görev nedir, bazı kilitleri açmak içindir, çözmek içindir. Bunları yapar ama hiçbir zaman siyasi irade kalkıp da muhatap alıp masaya oturmaz, böyle bir şey olamaz. 

KİMSE BİZE YIKAMAZ: 
İstihbarat örgütlerinin görevi de nedir, ağırlıklı olarak zaten bu tür görevlerdir. Bunu yaparken de niçin yaparlar, bir çözüm kilidi açmak için yaparlar. Burada muhalefetin söylediği gibi arkadaşlarımın veyahut siyasi iradenin görüşmeler yaptığı, masaya oturduğu yani bu, ağır konuştum ama bu bir şerefsizliktir. Böyle bir şeyi kimse bize yıkamaz. Böyle bir şeyi ne ben, ne arkadaşlarım, ne benim bilgim dahilinde siyasi iradeden hiçbir kimse bugüne kadar yapmamıştır, yapamaz.

NASIL OLUR DA İNANMAZSINIZ: 
Burada örgütün kendini meşrulaştırma gayreti var. Bu meşrulaştırma gayreti içerisinde adeta bizi bir karşı taraf olarak masada gösterme gayretidir bu. Bunun da destekçileri ana muhalefettir, diğer muhalefet partileridir. Onlar da onlara meşruiyet kazandırmak için gayretin içerisinde bulunuyorlar. Nasıl olur da siz Kandil’deki adamın sözüne inanırsınız ama bu ülkenin Başbakanı’nın sözüne inanmazsınız. Bu gaflet değil, dalalet değil de nedir?

82’DE ‘HAYIR’ DEDİM: 
“ 12 Eylül 1982 Anayasasında oyunuzun Rengi neydi?” sorusu üzerine Erdoğan, “ İnancaksanız,Hayır’ dedim” karşılığını verdi.  

KILIÇDAROĞLU’NA ÇAĞRI: 
(CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “ Anayasa paketinde neden grev hakkı yok ” sözleri üzerine) Buradan çağrı yapıyorum. Bu konuda kararlıysanız gelin, biz Türkiye’de çalışanlar olarak işçi memur ayrımını kaldıralım. Kendilerine grev hakkını hep birlikte verelim.  

AVCI’YA YANIT: 
(Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın “ Haliç’te Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabındaki iddialarla ilgili soru üzerine) Talihsiz bir iştir. Devlet memurunun bu tür bir eseri yazmasının nasıl olacağı konusunu bimesi gerekir. Bunun yasal mevzuat içinde kuralları var. Teftişten sonra konuyu bir yere İçişleri Bakanlığı’mız bağlayacaktır. Ben o iddiaların üzerinde durmam. 
CHP ve MHP’nin Dili Kandil’le örtüşüyor
Başbakan Recep Tayyip ErdoğanVan’da dün 15 bin kişiye seslendi. CHP ve MHP’ye yüklenen Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: “Gördünüz değil mi?Dörtyol’da ortaya çıkan kirli ilişkiler dikkatinizi çekiyor değil mi? Kandil ile MHP’nin, Kandil ile CHP’nin dilinin nasıl örtüştüğünü görüyorsunuz değil mi? Terör örgütü burada dağlarda güvenlik güçlerimize vuruyor, Ankara’da CHP ve MHP hükümete vuruyor. Kandil’den iftira atıyor. CHP ve MHP terör örgütünün yalanlarına sımsıkı sarılıyor. Biz artık bu kirli oyunu bozmak istiyoruz.”
Konuşmasında, isim vermeden BDP’yi ayrımcılık yapmakla eleştiren Erdoğan, şöyle devam etti: “Şimdi ‘Kürtler’in temsilcisiyiz’ diyenler, yahu siz ne verdiniz, ne yaptınız? Siz sadece ayrımcılık yaptınız, hâlâ da ayrımcılık yapıyorsunuz. Baskıyla, terör estirerek benim halkımın hakları savunulmaz. Kim ne derse desin, ayrım yok.”
Mitingde Kürtçe Pankart
http://i.milliyet.com.tr/GazeteHaberIciResim/2010/08/24/fft16_mf794525.Jpeg
Erdoğan’ın Van mitinginde Kürtçe “ Ere ere hezar caran ere ” (Evet evet bin kere evet) yazılı pankart dikkat çekti. Başbakan mitingin ardından Ak Parti Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu’nun   babası Niyazi Türkmenoğlu adına yaptırdığı Niyazi Türkmenoğlu  Anadolu Lisesi’nin açılışını yaptı. Erdoğan açılışta halk oyunları ekibiyle bir süre halay çekti.
Erdoğan'ı terletecek açıklama geldi

 
Erdoğan'ı terletecek açıklama geldi

" Öcalan ile Hükümet Görüştü " iddiasını ortaya atan Karayılan sözlerinin arkasında. Karayılan'ın yeni iddiaları da var.
PKK’nın Kandil’deki lideri Murat Karayılan "Öcalan ile hükümet görüştü" iddiasını sürdürdü. Örgüt adına yapılan açıklamada "Türk devleti adına bazı yetkili organların hükümetin de bilgisi dahilinde Öcalan ile diyalog kurduğu" duyuruldu.

Karayılan’ın açıklamasının “kesinlikle doğru” olduğu iddiasında bulunun örgüt, Başbakan Erdoğan’ın MHP tabanından oy almak için bunu reddettiğiiddiasında bulundu.

Örgütün açıklaması PKK'ya yakın internet sitesinde yayınlandı. Açıklamada şöyle denildi:

“13 Ağustos'tan 20 Eylül’e kadar eylemsizlik sürecini ilan etmiştik. Gerekçelerden biri Türk devleti adına bazı yetkili organların hükümetin de bilgisi dahilinde Önderliğimizle geliştirmiş olduğu diyalogdur. Önderliğimiz hem kendisiyle gerçekleştirilen diyalogu hem de birçok STK ve şahsiyetlerin yaptığı ateşkes çağrılarını dikkate alarak hareketimize barışa bir şans verilmesi yönünde mesaj iletmiştir. Hareketimizin yönetimi bu çağrıyı değerlendirerek, İslam alemi için mübarek olan Ramazan ayını da dikkate alarak eylemsizlik sürecini kamuoyuna açıklamıştır.”
MHP’DEN OY ALMAK İÇİN GÖRÜŞMEYİ REDDEDİYOR!

Karayılan’ın Öcalan ile görüşme olduğu yönündeki ifadelerinin “kesinlikle gerçek” olduğunun vurgulandığı açıklamada ayrıca şöyle denildi:

“Erdoğan devletin bazı yetkililerinin Önderliğimizle diyalog içerisinde olduğu yönündeki açıklamayı bir iftira ve referandum sürecini etkilemeye dönük uydurulmuş bir yalan olarak tanımlamıştır. Murat Karayılan'ın yaptığı açıklama var olan bir süreci doğal bir biçimde ifade edilmesi olup kesinlikle doğru ve gerçektir. AKP hükümeti ve başbakan salt MHP tabanından oy almak için reddedici üslubuyla kendisini tarih karşısında büyük bir yalancı durumuna düşürmektedir.


 

Karayılan: Devlet ateşkes talep etti,

PKK liderlerinden Murat Karayılan Fırat Haber Ajansı’na verdiği mülakatta eylemsizlik kararını zorlanarak aldıklarını söyleyerek “Türk devleti ve AKP hükümetine karşı büyük bir güvensizlik durumu söz konusudur” dedi. Karayılan ateşkes teklifinin de devletten geldiğini açıkladı. 

Karayılan eylemsizlik süreciyle ilgili açıklamasında bu kararın ayırd edici özelliğinin öncekilere kıyasla daha yoğun bir istem ardından gerçekleşmesi olduğunu belirterek, "Yani hem devletten yana, hem kamuoyunu önemli oranda temsil eden güçlerden yana daha yoğun bir istemin gündemleştirilmiş olmasıdır" dedi. 
" Devlet Öcalan’la Görüşerek Ateşkes talebinde bulundu"

Karayılan ateşkes sürecinin gelişiminde kritik aşamayı şu şekilde anlattı: 
"Tüm bunlarla beraber artık açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişmede devletin Önderliğimizle geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır. Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti ancak talep üzerine yeniden devreye girerek hem yapılan çağrıları ve hem devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak bir kez bir kez daha barışa ve demokratik çözüme şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi."
Taleplerini sıraladı
Karayılan karşılıklı ateşkesi aradıklarını söyleyerek taleplerini şu şekilde sıraladı: 
"Yani karşılıklı ateşkes yapılmalıdır. Ardından 14 Nisan’dan bu yana haksız yere tutuklanan sivil Kürt siyasetçileri ile barış grubu üyeleri serbest bırakılmalıdırlar. Bunların tutuklanması aslında her türlü tahrik ortamını oluşturmuştur. Çünkü hiçbir suçları olmadan tutuklanmışlardır. Sadece Kürt halkının iradeleşmesinin mücadelesini verdikleri için suçlanmışlardır. Bu nedenle bu haksızlık giderilmeden yumuşama ve uzlaşma ortamı gelişmez." 
Abdullah Öcalan’ın da çözüm sürecine aktif katılabilmesinin koşullarının yaratılmasını isteyen Karayılan, "Diğer bir husus ise, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde olmayan yüzde 10 seçim barajının aşağı çekilmesidir. Neden? Çünkü bu Kürtlere karşı bir tampondur. Bu baraj bunun için muhafaza ediliyor. Bu koşullar eğer gerçekleştirilirse, süreç bu biçimde kalıcı bir barışa doğru ilerleyerek sonuç alıcı bir sürece dönüşebilir" dedi. 
"AKP hükümetine karşı büyük bir güvensizlik söz konusu"
Bu kararı tartışırken zorlanarak karar aldıklarını söyleyen Karayılan, bunun nedenini ise şöyle açıkladı: 
"Çünkü Türk devleti ve AKP hükümetine karşı büyük bir güvensizlik durumu söz konusudur. Özellikle AKPnin çok demagojik bir biçimde hiçe sayma ve oyalama taktikleri ciddi bir güvensizlik ortamı doğurmuştur. Bu nedenle çözümün gelişeceğine dair ciddi kaygılar taşıyan arkadaşlarımızın bu karara katılım göstermesi kolay olmamıştır. Bir de ek olarak son dönemde gelişen olaylar vardır. Yandaş diye tabir edilen basın çevrelerinin tahrik edici üslupları, şehit cenazelerimize yapılan işkence uygulamaları Dörtyol ve İnegöl’de görüldüğü gibi halkımıza karşı geliştirilen sindirme politikaları ikna edilmeyi zorlaştıran hususlar olmuşlardır. Bu nedenle hamleye kalkışan güçleri ikna etmek kolay olmamıştır. Diğer bir husus da önderliğin gönderdiğin mesajın etkisidir."
"Hükümet yanlısı basın konuyu es geçti"
Aldıkları karar karşısında basının tutumunu değerlendiren Karayılan’ın AKP yanlısı basına yüklenmesi dikkat çekti: 
"Bu ateşkesi sıradan gösterme, bunun karşısında herhangi bir heyecan duymama tutumu da aynı çerçevededir. Türkiye’de 20’yi aşkın günlük gazete vardır. Bunlardan sadece tek bir tanesi manşet yapmıştır. Öbürleri ya vermemiş ya da çok sıradan basit bir olay gibi göstermiştir. Halbuki, Türkiye’nin gündemini belirleyen bir gelişmedir. Şurası bir gerçek ki önder Apo ve PKK hareketi artık Türkiye’nin gündemini belirleyen en önemli aktörlerden birisi durumundadır. Şimdi tüm Türkiye siyasetinin can simidi gibi yaklaştığı referandum süreci üzerinde en önemli etkiyi yapacak olan hareketin bizim hareket olduğu açık ortadadır. Özellikle de hükümet yanlısı basının konuyu es geçmesi ve hiçbir şey olmamış gibi göstermeye çalışması onların gazetecilik değil politika yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bu kesim basın organları aslında gazetecilik mesleğine de ihanet etmektedirler. Çıkarlarına geldiği vakit ala bildiğine öne çıkarıyorlar. Çıkarlarına gelmediği vakit en önemli olayı bile sıradan gösterebiliyorlar. Bu üsluplarıyla sorunun çözümü değil çözümsüzlüğünde en önemli kesim bu olmaktadır."
Fethullahçı basına: Hani Ergenekonla ilintilendiriyordunuz?
"Şimdi ben hükümet yanlısı ve Fettuhlahçı basına şunu sormak istiyorum. Hani siz çeşitli karanlık güçlerle ilintilendiriyordunuz. Ne oldu? Hani siz sayfalar dolusu yorumlarla PKK’nin Ergenekon’la bağlantılı olarak AKP’yi zorlamak için eylem sürecini başlattığını, anayasa değişikliğini engellemek için başlattığını belirtiyordunuz. İşte PKK eylemsizlik ilan etti. Ne oldu da dut yemiş bülbül gibi sustunuz. Çünkü daha önceki iddialarınız ve yorumlarınızın hepsi temelsiz ve yalana dayalıydı. Gerçekle hiçbir alakası yoktur. PKK’nin aradığı kendi kimliği onurlu bir barış yapmaktır."
Karayılan: Savaşı sürdürseydik,
http://www.gundemmersin.com/haberler/resimler/orjinal/8J5V8E8H7S5V7X4M3P4W0A7H9N3W2D.gif

PKK liderlerinden Murat Karayılan, PKK’nin savaşı sürdürmesi halinde referandumda
Murat Karayılan, ANF’ye verdiği röportajın ikinci kısmı bugün yayınlandı. Karayılan röportajda, PKK’nin Türkiye’nin gündemini ve geleceğini belirlemede önemli bir konum kazandığını vurgularken, çarpıcı bir iddiada bulunduk: "Biz şu anda savunma savaşını etkili bir biçimde sürdürmüş olsaydık evetçilerin kaybedeceği kesindir."
Karayılan, PKK’nin Türkiye’nin gündemini ve referandum sürecinin sonucunu belirlemede önemli bir konuma geldiğini şu sözlerle ifade etti:
"Önderlik stratejik bir önderliktir genel çerçeveyi koyar. Ancak uygulamayı ise Kürt hareketi somutlaştırarak yapar. Şurası kesin ki hareketimiz Türkiye’nin gündemini belirlemede ve geleceğini de tayin etmede önemli bir konum kazanmıştır. Çeşitli çevreler bunu kabul etmeseler de gerçek budur. Dolayısıyla Türkiye siyaseti için önem kazanan referandum sürecinin belirlenmesinde hareketimizin rolü çok önemlidir."
Evet’çiler Kaybedecekti...
Murat Karayılan, bu konumun referandumun sonucunu tayin edecek noktaya geldiğini savundu ve alınan eylemsizlik kararı sürece etkisini şöyle değerlendirdi:
"Neredeyse sonucu tayin edecek bir düzeye gelindiği açık ortadadır. Eğer biz şu anda savunma savaşını etkili bir biçimde sürdürmüş olsaydık evetçilerin kaybedeceği kesindir. Bizim eylemsizliği ilan etmemiz bir denge oluşturmuş durumdadır. Aynı zamanda bu AKP’nin eğer varsa bir samimiyeti adım atmasının koşullarını yaratmıştır. Biz referandumun sakin demokratik bir ortamda gelişmesini istiyoruz. Bizim eylemsizlik kararımız da buna imkan sunuyor. Bazı çevrelerin referandum sürecini etkilemek için eylemleri başlattığımız biçimindeki tespitleri doğru değildir. Bizim eylemsizliği ilan etmemizle bu tür çevrelerin tespitlerinin yanlışlığı ispatlanmıştır."

26 Mart 2016 Cumartesi

AKP=CHP=MHP=?



AKP=CHP=MHP=?



Soner Polat




Soner Polat

18 Temmuz 2014, 16:50

Isaac Newton(1642-1727)’un buluşları tüm dünyayı heyecanlandırmıştı. Özellikle kütle çekim kuvveti(gravitasyon)’nin bulunması ve matematik dili ile ifade edilmesi bilimde devrim niteliğindeydi.İnsanlık acaba evrenin sırlarını çözmeye çok mu yaklaşmıştı? Ancak akan yıllar, evrenin şifreleri için insanlığın önünde daha uzun yıllar bulunduğunu gösterdi.

Sosyal olayları matematiğinin dili ile açıklayamayız. Toplumsal gelişmeler matematik denkleminin içine sığmayacak kadar karmaşık ve değişkendir. Ama bazen gözümüzün önündeki olaylar o kadar açık, sade ve bariz bir şekilde ortaya çıkar ki basit bir denklemin içine rahatlıkla sokabiliriz.

Soma’da karın tokluğuna ölümle dansa davet edilen çaresiz işçilerimizin dramı, aslında Meclis’teki siyasi partilerin gerçek karnesidir. Bu partilerin Cumhurbaşkanlığı adayı olarak önümüze koyduğu kişiler ya siyasi İslam temsilcileri ya da yıkıcı ve bölücü politikaların öncüleridir. Bu partiler, mevcut bozuk düzenin yandan çarklı köhne gemileridir. İnsanları ezen ve yaşama hakkı dâhil tüm değerlerini ayaklar altına alan çürümüş sistemin paslanmış çarklarıdır.

TBMM’deki tüm partilerin Batı’nın hem ekonomik hem siyasi hem de stratejik çıkarları ile uyumlu olması, siyaset ve sosyoloji bilimlerinin bile açıklayamayacağı garip ve sıra dışı bir olaydır. Çünkü bu durum siyasetin doğasına aykırıdır. Klan ve kabilelerde bile, muhalefetin iktidara göre farklı bir söylemi olur.

Üç parti de, zarfı bir kenara bırakırsak, mazrufta Batıcı, ABD’ci ve AB’cidir. Üç partinin de, bir sömürü belgesi olan AB’nin Gümrük Birliği’nde anlaşması, ABD’nin, Irak, Afganistan, İran, Libya ve Suriye politikalarına destek vermeleri anlamlıdır. CHP ve MHP’nin Suriye konusunda eleştirdiği Batı değil, hükümettir.

Muhalefet partilerinin alternatif bir iktisat politikası yoktur. Üç parti de küresel ekonomik politikalar konusunda aynı fikirdedir.Madencilerimizi, zebanilerin bile girmeye cesaret edemeyeceğiyerin yedi kat dibinde kara ölümle buluşturan özelleştirme ve onun doğal bir sonucu olan taşeronlaşma konusunda aralarında ayrı gayrı yoktur.

Ulusal servetimizin yağmalanması, çevrenin yok edilmesi ve halkımızın açlığa mahkûm edilmesi pahasına olsa da, zalim piyasanın insanları ezen acımasız egemenliği, üç parti tarafından da cansiperane savunulmaktadır. Halkın çıkarlarını gözeten ulusal bir kalkınma politikasını ağzına bile alan olmamıştır.

Üç partinin yarışı, Batı’nın gözüne girme, onun güvenini kazanma kulvarındadır. “Batı desteği olmadan, iktidar olunamaz!” görüşü siyasi partilerimizin gizli anayasasıdır. Bu yönüyle de siyasi partilerimiz, siyasetteki normal ve doğal yapıların dışında, gerçek dışı inorganik bir görüntü sergilemektedir.

Batı, ülke içinde kurduğu sistem ile toplumsal gerçekliğe uygun, doğal ve halkı uyarıcı muhalefeti, yani organik muhalefeti Meclis dışına itmektedir. Böylece, Türkiye’nin doğasına uygun gerçek muhalefet, hem korunmasız bırakılmakta hem de halkın gözünden kaçırılmaktadır.

Bütün engellemelere rağmen sesini duyurmayı başaran, milleti aydınlatan muhalifler ise, sahte belgeler, sudan bahanelerle hapse attırılmaktadır. Siyasi partileri kontrol eden Batı, bu partilerin milletvekillerini de doğrudan veya dolaylı yollarla denetim altında tutmaktadır. Kendisi için hayati önem taşıyan konularda bir risk sahası gördüğü takdirde, tertip ve tuzaklar tezgâhlamaktadır.

1 Mart 2003 teskeresine onay vermeyen AKP milletvekillerinin çoğunun bir daha seçilememesi, CHP ve MHP’ye kurulan kaset tuzakları aysbergin sadece görünen yüzüdür. Batı, gerçek anlamda Türk ulusunun çıkarlarını savunan ve kendi dümenlerini deşifre eden tek bir milletvekilinin bile Meclis’te yer almasının ne kadar büyük bir etki yaratacağının bilincindedir.

Muhalefet,terbiye edilerek uysallaştırıldığından, bölünme yolunun asfaltı halka hissettirilmeden dökülmektedir. Denetim altına alınan basın, mütareke basınını aratır niteliktedir.

Ergenekon, Balyoz ve diğer isimli sahte davalar, esas itibarıyla yabancıların çıkarlarına hizmet eden kirli projelerdir. Bu davaların amiral gemisi Balyoz’dur. Çünkü doğrudan Türkiye’nin güvenliğini hedef almaktadır. Her üç parti de bu davalara ya doğrudan destek vermiş ya da “Darbeciler ayıklansın, darbeciler yargılansın!” ya da “Yargıtay suçlu ile suçsuzu ayırmada titiz davranmadı!” gibi söylemlerleadalet, hukuk ve kanun dışı bu sürece meşruiyet kazandırmıştır.
II. Dünya Savaşı da dâhil olmak üzere, hiçbir büyük harpte görülmeyen sayıda general, amiral ve subayın esir alınması yeteri kadar açıklayıcıdır. Düşmanın çok ciddi ve ölümcül plânları mevcuttur. Hiçbir güç, “spor olsun” diye bu kadar yüksek sayıda askerle uğraşmaz! Bu saldırı, makul ve rasyonel gerekçelerle açıklanamaz! CHP ve MHP’nin uyumlu tutumu düşmanı bu saldırılarında daha da cesaretlendirmiştir.

Bazı CHP milletvekillerinin kişisel olarak yaptığı karşı çıkışlar ve MHP’nin PKK’ya yönelik sert söylemlerinin hiçbir önemi yoktur. Zaten TSK’ya yönelik saldırıların önlenmesi, bölücülük ile mücadele ve işçilerimizi mezara sürükleyen olumsuz çalışma koşullarının iyileştirilmesikonularında bu iki partinin hiçbir etkisinin bulunmadığı yaşayarak öğrenilmiştir. Çünkü neticede bu iki parti de, sistemin Türkiye’de kurmuş olduğu çarpık düzenin birer dişlisidir.

Sahte davalardaki tertipler; Tuncay Güney’ler, Orhan Aykut’lar, gizli tanık Engin Bağbars’lar, Ali Fuat Yılmazer’ler ve hatta çok sayıda devletin en üst düzey yöneticisi tarafından açıkça itiraf edilmiştir.Daha da ilginç olanı üç partinin de, çeşitli vesilelerle “bu davaların hukuk dışı yürütüldüğünü!” beyan etmeleridir. Halkın yoğun baskısının etkisiyle ortaya çıkan karşı konulamaz irade, özel görevli mahkemeleri tarihin çöplüğüne yollamıştır. Eğer Meclis’te güçlü bir milliyetçi (ulusalcı) ve yurtsever damar olsaydı, bu kirli oyun oynanabilir miydi? İnsanın aklına, “Acaba daha üstün bir irade mi belirleyici rol oynuyor?” sorusu gelmektedir.

Daha önce engebeli yollarda paralel yapı ile birlikte ıslanan AKP rota değiştirmiş ama bu kez de yağan şiddetli yağmurun hizmeti kesintiye uğratmaması için CHP ve MHP şemsiye açmıştır. Bu da göstermektedir ki kendi değirmenlerine su taşıdığı sürece AKP, CHP ve MHP için her yol mubahtır.Amaca giden her yolu haklı bulan ve Avrupa’da siyaset biliminin kurucusu kabul edilen NiccoloMachiavelli(1469-1527) yaşıyor olsaydı, hasedinden çatlardı!
Bu partiler, kadim çağın ünlü Filozofu Platon (Eflatun, MÖ 428-347)’un sanal mağarasında açıklamağa çalıştığı gibi, Batı sisteminin ülkemizdeki farklı ölçeklerdeki gölgeleridir.Gerçeklerden kopmuşlardır. Emperyalist güç, önümüzdeki dönemde ülkemizde yeni bir kumpas kurduğu takdirde, muhtemelen bu partilerden hiç biri ciddi bir direnç göstermeyecektir.

Efsanevi devrimci Che Guevera(1928-1967) diyor ki, “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını atan nabzından değil, onurlu duruşundan anlarsınız!” Donanma ve ordusuna kurulan hain tuzağa bile cepheden karşı çıkamayan, 21’inci yüzyılın en büyük insanlık ayıplarından birisi olan Soma’yı doğuran koşulları yaratan bu partilerle Türkiye her geçen gün daha da kırılgan hale gelecektir.

CHP de MHP de iktidar olsa, Soma’lar sürecek, insanlar güzel ölmeye (!) devam edecektir. Çünkü üç parti de yozlaşan sistemin yasal payandaları, koltuk değnekleridir. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, bu çürüyen düzeni yapısal olarak eleştirdiği için üç partinin de atış menziline girmiştir. Topçuların sloganıdır: “İlk vurmak, çok vurmak, devamlı vurmak!” Her yönden yoğun ateş altına alınan Sayın Feyzioğlu’na toplum olarak kalkan olamazsak, atılan salvolar bizim üzerimize düşer.

Cumhurbaşkanlığı için yurtsever halkın gönlündeki aday olan Emine Ülker Tarhan’ı, çeşitli politika oyunları ile seçmenden kaçıran bu sistem giderek inandırıcılığını kaybetmektedir. Türk milletinin ve Türk devletinin gerçek çıkarlarını savunan bir siyasal örgütlenme tesis edilemediği takdirde, bu kargaşa ortamı şiddetlenerek devam edecektir.
İdeoloji ve soyut söylemleri bir kenara bırakarak, devletin ve milletin çıkarlarını somut verilerle analiz ettiğimizde, bu üç partiden hangisi ya da hangileri iktidar olursa olsun, nüanslar dışında, yaşantımızda hiçbir şeyin değişmeyeceği sonucuna kolaylıkla ulaşırız.

Kişisel düşünceme göre Meclis’teki partiler; devletin bekası, ulusumuzun hayati çıkarları ve milletin gönencini sağlamak için, öncelikle bunlara kasteden dış ve iç düşmanlarla göğüs göğüse mücadele edebilme iradesi gösterebildikleri takdirde, gerçek bir siyasi parti hüviyeti kazanarakTürk halkının kalbinde kendilerine yer bulabilirler.

Hannibal (MÖ247-183), kar ve buzlarla kaplı Alp dağları zirvelerinde umutsuzluğa kapılan ordusuna şöyle seslenmiş ve onlara yeni bir ruh ve yeni bir heyecan kazandırmıştı: “Ya bir yol bulacağız ya bir yol yapacağız!” Güvendiğimiz dağlar karlarla kaplandı. Bu nedenle,Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve yurtsever insanlarımız da ya bir yol bulmak ya da yepyeni bir yol yapmak zorunda.

Soner Polat / Tümamiral (E)


7 Mayıs 2011 Cumartesi

MHP'yi sarsacak 'Öcalan' iddiası! BU İDDİA MHP'Yİ BİTİRİR! - İdalimForum.Com

MHP'yi sarsacak 'Öcalan' iddiası! BU İDDİA MHP'Yİ BİTİRİR!


04:41 by Kartal MEDYA ·
Şamil Tayyar, terörist başı Abdullah Öcalan'ın Şam'da iken görüştüğü askeri ateşenin MHP milletvekili Kürşat Atılgan olduğunu iddia etti.
Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar, terörist başı Abdullah Öcalan'ın Şam'da iken görüştüğü askeri ateşenin MHP milletvekili Kürşat Atılgan olduğunu iddia etti.
Ülke TV'de yayınlanan "Gazeteci Milleti" programının konuklarından birisi olan Şamil Tayyar, MHP'nin asker kökenli milletvekili Kürşat Atılgan'la ilgili çok çarpıcı bir iddiada bulundu.

(Kaynak: MYNET)
Son günlerde Öcalan'ın yakalanmadan önce Şam'da kaldığı evin Türk askeri ateşe ile komşu olduğu iddiaları gündeme gelmişti.
Ayrıca Öcalan'la görüşen Askeri Ateşenin Ergenekon sanığı Hasan Atilla Uğur olduğu iddia ediliyordu.
Şamil Tayyar dün akşam katıldığı programda bütün ezberleri bozdu.
ÖCALAN'LA GÖRÜŞEN KİŞİ KÜRŞAT ATILGAN
Tayyar, Öcalan'ın Şam'da görüştüğü Askeri Ateşe'nin Hasan Atilla Uğur değil, 2007'de MHP'den milletvekili olan Kürşat Atılgan olduğunu açıkladı.
İşte Şamil Tayyar'ın gündeme bomba gibi düşecek sözleri;
"Öcalan'ın Şam'da kaldığı evde görüştüğü Askeri Ateşe'nin Hasan Atilla Uğur olduğu yazıldı çizildi. Öcalan'ın da görüştüğünü teyit ettiği kişi MHP milletvekili olan Kürşat Atılgan.
Kürşat Atılgan ismi neden önemli?
Bir taraftan milli değerler üzerinden siyaset yapacaksınız, milliyetçilik yapacaksınız, Öcalan'ın kellesini isteyeceksiniz, Erzurum'dan meydana ip atacaksınız sonra da bu kadrolarla ilişkisi olan kişileri kendi partinizden aday yapacaksınız. Bunu BDP bile yapmadı"
BİR İDDİA DAHA!
Şamil Tayyar ayrıca Öcalan'a yönelik Mercedes operasyonunu engelleyenlerden birisinin de MHP'li Kürşat Atılgan olduğunu iddia etti.
Şamil Tayyar'ın gündeme bomba gibi düşecek o iddiası;
"Orada bir mercedes operasyonu vardı. MİT'in düzenlediği bir operasyon. O operasyonun birileri tarafından engellendiği hep konuşuldu. Ankara'dan Şam'ı arayarak operasyonu bilgi verenin İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner olduğu konuşuluyor. Konuştuğu kişinin de Kürşat Atılgan olup olmadığının ortaya çıkmasını istiyorum"
http://kartalmedya.blogspot.com/2011/05/mhpyi-sarsacak-ocalan-iddias.html

MHP'yi sarsacak 'Öcalan' iddiası! BU İDDİA MHP'Yİ BİTİRİR! - İdalimForum.Com