CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2021 Pazartesi

MUHAFAZAKAR

MUHAFAZAKÂR

 

Suay Karaman

 

17 Ağustos tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yapılan bir röportaj yayınlanmıştı. Bu röportajı eleştirirken şöyle yazmıştık: “Hepimizin bildiği ve güvenmediği Kılıçdaroğlu, bu röportajda da her zamanki gibi gerçekleri bir yana bırakmış, kelimenin tam anlamıyla saçmalamıştır.”

 

Saçmalamakta sınır tanımayan yeni CHP’nin genel başkanı, böylelikle CHP’yi bitirdiği gibi, ülkemizin de bitirilmesine aracı olmakta, katkı sunmaktadır. 16 Ocak 2021 tarihinde İstanbul Anakent Belediyesi Halkla İlişkiler Koordinatörü tarafından çevrimiçi bir toplantı düzenlendi. Ahmet Hoca Enstitüsü adı altında toplanan muhafazakâr - tutucu isimlerle bir araya gelen CHP genel başkanı, her zaman olduğu gibi yine saçmaladı. Toplantıya katılanlar arasında Yeni Şafak Gazetesi yazarı, AKP kurucusu ve genel başkan yardımcısı, türbana özgürlük bildirisine imza atan akademisyen, HAK-İş Konfederasyonunun eski genel başkan yardımcısı, TESEV için raporlar yazan DEVA Partisi’nin kurucusu, AKP’nin Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon genel müdürü, dindar Kürtleri temsil eden ‘Hakkı Savunanlar Platformu’nun başkanı gibi muhafazakâr kişilerin olması, CHP genel başkanının yönünü göstermektedir.

 

 Toplantıya katılanlara “siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Asıl muhafazakâr olan CHP, çünkü değişime direniyor” diyerek partisini karalayan CHP genel başkanı “değişimin temel felsefesi toplumun her kesimini kucaklamak tır” sözüyle muhafazakâr seçmene göz kırpmaktadır. Kısaca CHP’den korkmanıza gerek yok, sayemde CHP de size benzedi demeye getirmektedir. 


   CHP’nin muhafazakâr bir parti olduğunu söylemek, sürekli değişimi simgeleyen devrimcilik okunu anlamamaktır. Bu söylem CHP’ye yöneltilen en büyük iftiradır. Bir siyasi partiye, o partinin programını, tüzüğünü benimseyen kişiler üye olur, görev alır. Toplumun her kesimini kucaklıyoruz diye CHP’nin kurucusu eşsiz liderimiz Atatürk’e “kefere” diyenleri, aşağılayanları, PKK terör örgütünün avukatı olanları, liberal takımdan Sorosun çocuklarını partiye doldurarak siyaset yapılmaz. Bunun adı sadece proje olarak verilen görevi yerine getirmektir.

 

“Necip Fazıl, CHP parti meclisi üyesiydi” diyerek, muhafazakâr seçmenden oy avcılığına çıkmak, bindiği dalı kesmektir. 1934 yılında Nakşibendîlik tarikatına giren Necip Fazıl, 1940 yılında CHP'den milletvekili olmayı istemiş ancak kabul edilmemiştir. Böyle birisinin CHP parti meclisi üyesi olduğunu söylemek gülünçtür.

 

Sağ ve sol kavramlarına karşı olduğunu bildiren CHP genel başkanı; “21. yüzyılın sorunlarını 18. yüzyıl kavramlarıyla mı çözeceğiz? Nedir sağcılığın, solculuğun kriterleri? Solcular kamu adına çalışır. Sağcılar kamu adına çalışmıyor mu? Solcular fakire yardım eder. Sağcılar fakire yardım etmiyor mu?” demiştir. Solculuk, kamucu bir anlayışla, eğitim, bilim, kültür, sağlık, sosyal güvenlik, tarım, hayvancılık ve sanayide insanları ekonomik ve sosyal özgürlüğe kavuşturmaktır. Yoksulluktan kurtararak üretime dönüştürmektir,  paylaşımda adaletli ve eşit olmaktır.  Sağcılık ise hep sermayeden yana olmuştur ve kapitalizmin yanındadır. Genel başkanı olduğu partinin tüzüğünden bile haberi olmayan birinin sağ ve sol kavramları üzerine konuşması da aymazlıktır. CHP Tüzüğü’nün “Kuruluş ve İlkeler” başlığını taşıyan 1. maddesinin 4. fıkrasında “çağdaş demokratik sol bir siyasal parti” olduğu yazılıdır. CHP Tüzüğü’nün “Genel Başkan” başlığını taşıyan 19. maddesinin 4. fıkrası şöyledir: “Genel Başkan partiyi bağlayıcı demeçler vermeye ve bildiriler yayınlamaya yetkilidir.” Buna göre parti tüzük ve programına ters düşecek açıklamaları tartışma konusu olacaktır. Buna karşın, sol ve sağ kavramlarını geçersiz ve anlamsız bulan açıklamaları sadece kendini bağlar, gerçek CHP’lileri bağlamaz.

 

CHP genel başkanı %3 daha fazla oy alacağını sanarak, yeni muhafazakâr dostlarına mavi boncuk dağıtmaktadır. Ali Babacan’ı “siyasetin yeni yıldızı” ilan eden, Ahmet Davutoğlu için “memlekete yararları, hizmetleri olmuştur” diyen Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP bitirilme aşamasına getirilmiştir. Kemalist, laik, devrimci ve sol değerlere kapalı olan CHP genel başkanının ideolojisi de yoktur, stratejisi de yoktur. Amacı böyle kadroları CHP’den tasfiye edip, partiyi Sorospularla, tarikatçılarla, ırkçılarla, cumhuriyet ve Atatürk ile sorunu olanlarla, ‘yetmez ama evet’çi liberal artıklarla doldurmaktır. Çünkü kendisine verilen görev budur, bu yüzden genel başkanlığa getirilmiştir.

 

Partiye demokrasi getireceğim diyerek, CHP’deki az da olsa demokrasiyi bitiren ve girdiği tüm seçimleri yitiren Sorosçuların TESEV kurucusundan hala beklentisi olanlar var mıdır? “Tıpış tıpış Ekmeleddin” olayı unutulmayacaktır. “Eşit yurttaşlık” diyerek, etnik ve din üzerinden siyaset yapan CHP genel başkanı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabul edilmesi için çırpınmaktadır. Özellikle AKP iktidarı döneminde “laiklik tehlikededir diyemem, çünkü altını dolduramam”, “yargıda cemaatçi yapılanma var diyemem” gibi gerçek dışı sözleri söyleyen bir genel başkan yok hükmündedir. Yeni seçilen ABD başkanından Türkiye’deki bütün demokrasi hareketlerini desteklemesini isteyen CHP genel başkanı, emperyalist projelerin oyuncağıdır. Birçok ülkede demokrasileri ortadan kaldıran emperyalist güçlerden, ülkemize demokrasi istemek, yüz yıl önceki mandacılığı savunmaktır. Bunun sonu ihanete kadar gider. Atatürk’ün partisi CHP bitirilmeden, güzel ülkemiz yitirilmeden Kemalist güçlerin çıkış yapmasının zamanı gelmiştir. 

 

Azim ve Karar, 25 Ocak 2021.

 https://azimvekarar.net/index.php/2021/01/24/muhafazakar/


***

7 Aralık 2018 Cuma

VAY CANINA, MEĞER ALİ BABACAN CHP’Lİ İMİŞ !

VAY CANINA, MEĞER ALİ BABACAN CHP’Lİ İMİŞ !





15 Mart 2015


Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir vatandır… Bu geniş memleketi bayındır bir hale çevirmek lazımdır. Bu halk zengin olmaya mecburdur. Memleket bayındır olmazsa, bu halk zengin olmazsa, size hala yaşama imkânından bahsederlerse inanmayınız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1930)

CHP’nin Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selin Sayek Böke’nin “Ali Babacan’ı başarılı buluyor musunuz?” sorusuna “Bazı söylemlerine bakınca Ali Babacan’ın adeta CHP’li olduğunu düşünüyorum” yanıtını vermiş..

Cumhuriyet tarihinin en başarısız olan ve en kötü yönetilen 13 yıllık bir döneme doğrudan damgasını vuran Ali Babacan’ı başarılı bularak kendisini adeta CHP’li olarak gören bir zihniyet iktidar olunca demek ki ayni başarısızlık CHP’de de devam edecektir.?.

Siz CHP olarak diyorsunuz ki; AKP ekonomik politikaları çok başarılıdır. Bizde geldiğimizde ayni çizgiye devam edeceğiz.

İşsizliği arttıracağız…Üretimi sıfırlayacağız.. İşçiyi, çiftçiyi ve esnafı bizde yok farz edeceğiz..Zenginleri daha zenginleştirip, halkı dahada fakirleştirip borçlarımızı katlayacağız .v.s..

Geçmiş olsun Sayın Kılıçdaroğlu.. Siz daha şimdiden seçimi kaybetmişsiniz. CHP olarak bizim halka verecek yeni bir umudumuz ve yeni bir söylemimiz yoktur diyorsunuz..

Sorum şudur?

Bu CHP bu kadrolarla ve bu politikalarla nasıl iktidar olacaktır?

Ben CHP’nin bu milleti bir dört yıl daha AKP iktidarına teslim etmek için var gücü ile çalıştığını düşünüyorum.. Çünkü CHP yönetiminden henüz bu sözleri kınayan ve kabul etmeyen ciddi bir söylem duymadım..

Sanırım CHP’nin kurucusu ve 15 yıllık Genel Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kemikleri sızlıyordur.

CHP’nin böyle sorumsuzluklar yapma lüksü yoktur. Titreyip aslına, Yani Atatürkçü Düşünce çizgisine dönmelidir.

Babacan yönetimi ekonomiyi üretim bazında sıfırlarken, 15 yıllık Atatürklü CHP yönetiminin kendi uçağını, tankını, topunu, havanını ve hafif silahlarını kendisinin yaptığını ve ağır sanayi ürünü bu silahları dünyaya kafa tutan Almanya’ya satarak para kazandığını asla unutmayalım.

Ülkemizin CHP’ye Şiddetle ihtiyacı olduğunu vurguluyorum.

Atatürkçü CHP tabanının yöneticilerini hizaya gelmeye davet etmesi gerektiğine inanıyorum..

https://kumkale.wordpress.com/2015/03/15/vay-canina-meger-ali-babacan-chpli-imis/

..

2 Eylül 2018 Pazar

Saadet Partisi eski Genel Sekreteri Suat Pamukçu Saadet Partisi CHP’ye çalıştı!


   Saadet Partisi eski Genel Sekreteri Suat Pamukçu Saadet Partisi CHP’ye çalıştı!


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığında birleşen Millet İttifakı seçimlerde hezimete uğradı. İttifakta yer alan partilerden ikisi TBMM’ye girerken, ittifak ortaklarından Saadet Partisi Meclis’e giremedi. Saadet Partisi’nin aldığı oylar barajı geçmeye yetmediği için, ittifakın içinde yer alan CHP’ye milletvekili kazandırdı.
SP, seçimlerden önce ‘kilit parti’ algısını yayarak dikkatleri üzerine çekti. AK Parti ile ittifak yapmak istediği ancak AK Parti’nin buna yanaşmadığı algısını yaydı.  Oysaki durumun böyle olmadığı gün yüzüne çıktı. SP, AK Parti ile ittifak kurmaya başından beri karşıydı ve hem AK Parti’yi hem de tabanını oyaladı.

AK Parti ve SP arasında ilk görüşme,  9 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın SP Genel Başkanı Karamollaoğlu arasında yapıldı. Görüşmede, Erdoğan SP’ye ittifak teklifini iletti. İttifak teklifinin ardından iki parti arasında görüşme trafiği başladı. İki parti arasındaki trafik 21 Şubat’ta TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop’un Karamollaoğlu’na ziyareti ile sürdü ve bu görüşmede, AK Parti’nin teklifi yinelendi. Şentop ile Karamollaoğlu son olarak 1 Mart’ta buluştu. Bu görüşmenin ardından Şentop, “Biz ittifakta yer alması konusunda teklifte bulunduk” açıklaması yaptı. Ancak, Saadet Partisi ittifaka yanaşmadı.

TEPKİLERİ DİNLEMEDİ

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı aday formülü çeken muhalefet, milletvekilliği seçimleri için yeniden görüşmelere başladı.  Görüşmeler neticesinde öncülüğünü CHP ve İYİ Parti’nin yaptığı arayışlarda, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi de içine alan bir ittifak kurulması kararlaştırıldı. İttifak resmiyete dökülmeden önce,  SP’nin eski liderlerinden Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’dan da tepki gelmişti. Fatih Erbakan “Osmanlı’ya zalim diyen Kemal Kılıçdaroğlu’na davamızı değnek yapmaya çalışanlar Milli Görüş’ü temsil edemezler” demişti. SP, tabandan gelen sert tepkilere rağmen, ittifak görüşmelerine devam etti.

GECE YARISI İTTİFAKI

CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti gece yarısı anlaştığı ittifakı resmiyete döktü.  Başını CHP ve İYİ Parti’nin çektiği, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi de içine alan ittifak kurdu. İttifakın adı ise “Millet İttifakı” oldu. CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi kendi listeleri ile seçime girerken Demokrat Parti İYİ Parti listelerinden seçime girme kararı almıştı.

CUMHUR İTTİFAKI’NDAN YÜZDE 20 AZ OY ALDI

Partilerin kendi kurumsal kimliklerini koruyarak girdiği seçimlerde, seçimlere ilk kez girecek İYİ Parti dışında ittifakta yer alan diğer partilerin 1 Kasım 2015 seçimlerinde oy oranı toplamda 26.14’lük bir orana denk geliyordu. 

Seçim sonuçları açıklandığında Millet İttifakı’nın oy oranı yüzde 33.4 oldu. 4 partinin birleşiminden oluşan İttifak, Cumhur İttifakı’ndan yüzde 20 düşük oy aldı. İttifakta bulunan partilerden CHP 146, İYİ Parti 43 milletvekili çıkarırken Saadet Partisi TBMM’ye hiç vekil sokamadı. SP’nin aldığı oylar ittifakın en büyük ortağı olan CHP’ye ve İYİ Parti’ye yaradı.  CHP’nin milletvekili çıkarabildiği her ilde SP’ye verilen oylar CHP’ye yaradı.

15 VEKİL CUMHUR İTTİFAKI’NA GEÇECEKTİ

2015 genel seçimlerinde 326 bin 50 oy alan SP, bu seçimde yüzde 1.34 oy oranıyla 668 bin 894 seçmenden oy aldı. Millet İttifakı’nın en az oy alan partisi olan SP, CHP ve İYİ Parti için çalıştı.  SP barajı geçemediği için CHP, son yıllarda  hiç vekil çıkaramadığı Adıyaman, Karabük, Elazığ, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kütahya, Nevşehir, Şanlıurfa ve Yozgat’ta milletvekili çıkardı. İttifakın diğer ortağı İYİ Parti de SP sayesinde Erzurum’dan fazladan birer milletvekili kazandı.

Saadet Partisi CHP ve İYİ Parti ile ittifak yerine AK Parti ve MHP’nin kurduğu Büyük Birlik Partisi’nin de AK Parti listelerinde yer alarak oluşturduğu Cumhur İttifakı’nda yer alsaydı, CHP ve İYİ Parti’ye kazandırdığı 13 milletvekili Cumhur İttifakı’na geçecekti. Bu vekillere ek olarak Muş’ta HDP’den 1, Afyonkarahisar’dan 1 milletvekili Cumhur İttifakı’na yazılacaktı.

KILIÇDAROĞLU’NUN ELİNİ DE RAHATLATTI

Saadet Partisi’nin CHP’ye kazandırdığı 13 milletvekili seçimde yenilgiye uğrayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da elini rahatlattı. Kılıçdaroğlu, seçim yenilgisinin ardından yaptığı açıklamada pişkin davranarak yenilmediğini aksine başarılı olduğunu ilan etti. Kılıçdaroğlu SP sayesinde aldığı milletvekilleri ile şu sözlerle övündü: “Bu süreçte Orta Anadolu’da artık CHP’nin sesi daha gür çıkacak. Uzun zamandır milletvekili çıkaramadığımız 13 ilde milletvekili çıkardık. Artık o iller şu tabloyu çok net görecekler. Parlamentoda bizim bir sesimiz var. Bizim sorunlarımızı dile getirecek bir milletvekilimiz var, görecekler. Hem sahada görecekler, hem parlamentoda görecekler.”

Seçimde 1.34 oy alan ve bu oylarını da CHP ve İYİ Parti’ye milletvekili olarak hediye eden Karamollaoğlu, izlediği yanlış politikayı ilginç bir biçimde savundu.  Karamollaoğlu, “Dip dalga bekliyorduk ancak olmadı. Milletin kararına saygılıyız” dedi.

CHP’YE VEKİL HEDİYE ETTİ

SP’nin Millet İttifakı’nda yer almasına tepki gösteren SP tabanı seçim sonrasında da tepkisini devam ettirdi. Saadet Partisi’nin 24 Haziran seçim kararının alınmasından önceki uygulamaları ile Milli Görüş gömleğini kirlettiğini vurgulayan Eski Saadet Partisi Genel Sekreteri Suat Pamukçu, “Seçim kararının alınmasından sonraki Cumhurbaşkanlığı aday tespit çalışmaları ve ittifak arayışları ile Milli Görüş gömleğini çıkarmıştır” dedi.

Pamukçu, “Rahmetli Erbakan Hocamızın kurduğu Saadet Partisi, Temel Karamollaoğlu’nun yüzünden CHP’ye vekil hediye etti. Bir tane daha milletvekili çıkaramayacağı yerde bu ittifaka destek olmanın bir manası yoktu” ifadelerini kullandı.

SP YANILGIYA DÜŞTÜ

Pamukçu, “Seçim sonuçları bizim için sürpriz olmadı. Keşke Milli Görüş Meclis’te temsil edilebilseydi. Bundan kimse zarar görmezdi ama hesabı yanlış yaptılar. Ortada bir yanılgı var. Özellikle Saadet Partisi ve Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu da dahil, sanki bir dip dalga gelecekmiş, Saadet Partisi büyük bir sıçrama yapacakmış gibi düşündüler. Bu yanılgının kaynağını da biliyorum. Özellikle bazı solcu kesim Saadet partilileri böyle bir yanılgıya yönelttiler. Bunu daha önceleri de yapmışlardı. Böyle bir yanılgıya düştüler. Neticede de bir yanılgı olduğu seçim sonuçlarından da belli” diye konuştu.

HATIR İÇİN BİLE OLSA KOMUŞUSUNDAN OY ALAMAZ MIYDI?

SP lideri Temel Karamollaoğlu’nun 40 yıldan fazladır Milli Görüş camiası içerisinde siyaset yaptığını belirten Pamukçu, “Böyle birisi nasıl böyle bir yanılgıya düştü. Seçimlerde bir şey daha dikkatimi çekti, Karamollaoğlu’nun kendi oy kullandığı sandıkta iki tane oy çıkıyor. Yani bir insan tüm teşkilatını ‘gayretli çalışın’ diye teşvik eden bir insanın komşusundan bırakın ikna etmeyi, hatır için bile olsa bir oy alması gerekmez miydi?” dedi.

CHP’YE VEKİL KAZANDIRMAK AĞIR BİR VEBAL

SP’nin seçimlerde CHP’nin değirmenine su taşıdığına dikkati çeken Pamukçu,   “CHP’ye bir tane dahi milletvekili kazandırmanın vebalini kim ödeyecek.  Bu ağır bir vebaldir. İttifak’a ‘Saadet barajı aşamıyor, böylece baraj sorununu atlatmış, Meclis’e Milli Görüş’ü sokmuş olacağız’ diye girdiler, iddia buydu. Maksat buysa bunun yolu CHP ile değil AK Parti’den geçerdi.  Bu partilere milletvekili kazandırmanın manası yok” diye konuştu.  Pamukçu, bugünden sonra Saadet Partisi’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti ve CHP aleyhinde konuşma hakkı kalmadığını belirtti.

SP’NİN YENİ BİR YOL ÇİZMESİ LAZIM

SP’nin bu şekilde aldığı netice sonucunda durumunu yeniden gözden geçirmesi gerektiğini vurgulayan Pamukçu,  “Bir şekilde yeni bir yol çizmesi lazım. Mevcut kadroyla SP’nin hiçbir yere varamayacağı anlaşılmış durumdadır. Bu konuda direnmek de doğru bir şey değildir. Yeni bir yol çizmesinde fayda var. Bunun da yolu önce küskünlerle barışmaktan geçer. Erbakan’dan sonra gelenler, bazı kesimleri dışlaya dışlaya partiyi bu hale getirdiler. Davasından kopmuş bir parti bundan sonra TBMM de Milli Görüşü temsil edemez” ifadelerini kullandı.

Nurbanu Aras - Gerçek Hayat

http://www.akasyam.com/saadet-partisi-eski-genel-sekreteri-suat-pamukcu-saadet-partisi-chpye-calisti-161388/

***

26 Mart 2016 Cumartesi

AKP=CHP=MHP=?



AKP=CHP=MHP=?



Soner Polat




Soner Polat

18 Temmuz 2014, 16:50

Isaac Newton(1642-1727)’un buluşları tüm dünyayı heyecanlandırmıştı. Özellikle kütle çekim kuvveti(gravitasyon)’nin bulunması ve matematik dili ile ifade edilmesi bilimde devrim niteliğindeydi.İnsanlık acaba evrenin sırlarını çözmeye çok mu yaklaşmıştı? Ancak akan yıllar, evrenin şifreleri için insanlığın önünde daha uzun yıllar bulunduğunu gösterdi.

Sosyal olayları matematiğinin dili ile açıklayamayız. Toplumsal gelişmeler matematik denkleminin içine sığmayacak kadar karmaşık ve değişkendir. Ama bazen gözümüzün önündeki olaylar o kadar açık, sade ve bariz bir şekilde ortaya çıkar ki basit bir denklemin içine rahatlıkla sokabiliriz.

Soma’da karın tokluğuna ölümle dansa davet edilen çaresiz işçilerimizin dramı, aslında Meclis’teki siyasi partilerin gerçek karnesidir. Bu partilerin Cumhurbaşkanlığı adayı olarak önümüze koyduğu kişiler ya siyasi İslam temsilcileri ya da yıkıcı ve bölücü politikaların öncüleridir. Bu partiler, mevcut bozuk düzenin yandan çarklı köhne gemileridir. İnsanları ezen ve yaşama hakkı dâhil tüm değerlerini ayaklar altına alan çürümüş sistemin paslanmış çarklarıdır.

TBMM’deki tüm partilerin Batı’nın hem ekonomik hem siyasi hem de stratejik çıkarları ile uyumlu olması, siyaset ve sosyoloji bilimlerinin bile açıklayamayacağı garip ve sıra dışı bir olaydır. Çünkü bu durum siyasetin doğasına aykırıdır. Klan ve kabilelerde bile, muhalefetin iktidara göre farklı bir söylemi olur.

Üç parti de, zarfı bir kenara bırakırsak, mazrufta Batıcı, ABD’ci ve AB’cidir. Üç partinin de, bir sömürü belgesi olan AB’nin Gümrük Birliği’nde anlaşması, ABD’nin, Irak, Afganistan, İran, Libya ve Suriye politikalarına destek vermeleri anlamlıdır. CHP ve MHP’nin Suriye konusunda eleştirdiği Batı değil, hükümettir.

Muhalefet partilerinin alternatif bir iktisat politikası yoktur. Üç parti de küresel ekonomik politikalar konusunda aynı fikirdedir.Madencilerimizi, zebanilerin bile girmeye cesaret edemeyeceğiyerin yedi kat dibinde kara ölümle buluşturan özelleştirme ve onun doğal bir sonucu olan taşeronlaşma konusunda aralarında ayrı gayrı yoktur.

Ulusal servetimizin yağmalanması, çevrenin yok edilmesi ve halkımızın açlığa mahkûm edilmesi pahasına olsa da, zalim piyasanın insanları ezen acımasız egemenliği, üç parti tarafından da cansiperane savunulmaktadır. Halkın çıkarlarını gözeten ulusal bir kalkınma politikasını ağzına bile alan olmamıştır.

Üç partinin yarışı, Batı’nın gözüne girme, onun güvenini kazanma kulvarındadır. “Batı desteği olmadan, iktidar olunamaz!” görüşü siyasi partilerimizin gizli anayasasıdır. Bu yönüyle de siyasi partilerimiz, siyasetteki normal ve doğal yapıların dışında, gerçek dışı inorganik bir görüntü sergilemektedir.

Batı, ülke içinde kurduğu sistem ile toplumsal gerçekliğe uygun, doğal ve halkı uyarıcı muhalefeti, yani organik muhalefeti Meclis dışına itmektedir. Böylece, Türkiye’nin doğasına uygun gerçek muhalefet, hem korunmasız bırakılmakta hem de halkın gözünden kaçırılmaktadır.

Bütün engellemelere rağmen sesini duyurmayı başaran, milleti aydınlatan muhalifler ise, sahte belgeler, sudan bahanelerle hapse attırılmaktadır. Siyasi partileri kontrol eden Batı, bu partilerin milletvekillerini de doğrudan veya dolaylı yollarla denetim altında tutmaktadır. Kendisi için hayati önem taşıyan konularda bir risk sahası gördüğü takdirde, tertip ve tuzaklar tezgâhlamaktadır.

1 Mart 2003 teskeresine onay vermeyen AKP milletvekillerinin çoğunun bir daha seçilememesi, CHP ve MHP’ye kurulan kaset tuzakları aysbergin sadece görünen yüzüdür. Batı, gerçek anlamda Türk ulusunun çıkarlarını savunan ve kendi dümenlerini deşifre eden tek bir milletvekilinin bile Meclis’te yer almasının ne kadar büyük bir etki yaratacağının bilincindedir.

Muhalefet,terbiye edilerek uysallaştırıldığından, bölünme yolunun asfaltı halka hissettirilmeden dökülmektedir. Denetim altına alınan basın, mütareke basınını aratır niteliktedir.

Ergenekon, Balyoz ve diğer isimli sahte davalar, esas itibarıyla yabancıların çıkarlarına hizmet eden kirli projelerdir. Bu davaların amiral gemisi Balyoz’dur. Çünkü doğrudan Türkiye’nin güvenliğini hedef almaktadır. Her üç parti de bu davalara ya doğrudan destek vermiş ya da “Darbeciler ayıklansın, darbeciler yargılansın!” ya da “Yargıtay suçlu ile suçsuzu ayırmada titiz davranmadı!” gibi söylemlerleadalet, hukuk ve kanun dışı bu sürece meşruiyet kazandırmıştır.
II. Dünya Savaşı da dâhil olmak üzere, hiçbir büyük harpte görülmeyen sayıda general, amiral ve subayın esir alınması yeteri kadar açıklayıcıdır. Düşmanın çok ciddi ve ölümcül plânları mevcuttur. Hiçbir güç, “spor olsun” diye bu kadar yüksek sayıda askerle uğraşmaz! Bu saldırı, makul ve rasyonel gerekçelerle açıklanamaz! CHP ve MHP’nin uyumlu tutumu düşmanı bu saldırılarında daha da cesaretlendirmiştir.

Bazı CHP milletvekillerinin kişisel olarak yaptığı karşı çıkışlar ve MHP’nin PKK’ya yönelik sert söylemlerinin hiçbir önemi yoktur. Zaten TSK’ya yönelik saldırıların önlenmesi, bölücülük ile mücadele ve işçilerimizi mezara sürükleyen olumsuz çalışma koşullarının iyileştirilmesikonularında bu iki partinin hiçbir etkisinin bulunmadığı yaşayarak öğrenilmiştir. Çünkü neticede bu iki parti de, sistemin Türkiye’de kurmuş olduğu çarpık düzenin birer dişlisidir.

Sahte davalardaki tertipler; Tuncay Güney’ler, Orhan Aykut’lar, gizli tanık Engin Bağbars’lar, Ali Fuat Yılmazer’ler ve hatta çok sayıda devletin en üst düzey yöneticisi tarafından açıkça itiraf edilmiştir.Daha da ilginç olanı üç partinin de, çeşitli vesilelerle “bu davaların hukuk dışı yürütüldüğünü!” beyan etmeleridir. Halkın yoğun baskısının etkisiyle ortaya çıkan karşı konulamaz irade, özel görevli mahkemeleri tarihin çöplüğüne yollamıştır. Eğer Meclis’te güçlü bir milliyetçi (ulusalcı) ve yurtsever damar olsaydı, bu kirli oyun oynanabilir miydi? İnsanın aklına, “Acaba daha üstün bir irade mi belirleyici rol oynuyor?” sorusu gelmektedir.

Daha önce engebeli yollarda paralel yapı ile birlikte ıslanan AKP rota değiştirmiş ama bu kez de yağan şiddetli yağmurun hizmeti kesintiye uğratmaması için CHP ve MHP şemsiye açmıştır. Bu da göstermektedir ki kendi değirmenlerine su taşıdığı sürece AKP, CHP ve MHP için her yol mubahtır.Amaca giden her yolu haklı bulan ve Avrupa’da siyaset biliminin kurucusu kabul edilen NiccoloMachiavelli(1469-1527) yaşıyor olsaydı, hasedinden çatlardı!
Bu partiler, kadim çağın ünlü Filozofu Platon (Eflatun, MÖ 428-347)’un sanal mağarasında açıklamağa çalıştığı gibi, Batı sisteminin ülkemizdeki farklı ölçeklerdeki gölgeleridir.Gerçeklerden kopmuşlardır. Emperyalist güç, önümüzdeki dönemde ülkemizde yeni bir kumpas kurduğu takdirde, muhtemelen bu partilerden hiç biri ciddi bir direnç göstermeyecektir.

Efsanevi devrimci Che Guevera(1928-1967) diyor ki, “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını atan nabzından değil, onurlu duruşundan anlarsınız!” Donanma ve ordusuna kurulan hain tuzağa bile cepheden karşı çıkamayan, 21’inci yüzyılın en büyük insanlık ayıplarından birisi olan Soma’yı doğuran koşulları yaratan bu partilerle Türkiye her geçen gün daha da kırılgan hale gelecektir.

CHP de MHP de iktidar olsa, Soma’lar sürecek, insanlar güzel ölmeye (!) devam edecektir. Çünkü üç parti de yozlaşan sistemin yasal payandaları, koltuk değnekleridir. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, bu çürüyen düzeni yapısal olarak eleştirdiği için üç partinin de atış menziline girmiştir. Topçuların sloganıdır: “İlk vurmak, çok vurmak, devamlı vurmak!” Her yönden yoğun ateş altına alınan Sayın Feyzioğlu’na toplum olarak kalkan olamazsak, atılan salvolar bizim üzerimize düşer.

Cumhurbaşkanlığı için yurtsever halkın gönlündeki aday olan Emine Ülker Tarhan’ı, çeşitli politika oyunları ile seçmenden kaçıran bu sistem giderek inandırıcılığını kaybetmektedir. Türk milletinin ve Türk devletinin gerçek çıkarlarını savunan bir siyasal örgütlenme tesis edilemediği takdirde, bu kargaşa ortamı şiddetlenerek devam edecektir.
İdeoloji ve soyut söylemleri bir kenara bırakarak, devletin ve milletin çıkarlarını somut verilerle analiz ettiğimizde, bu üç partiden hangisi ya da hangileri iktidar olursa olsun, nüanslar dışında, yaşantımızda hiçbir şeyin değişmeyeceği sonucuna kolaylıkla ulaşırız.

Kişisel düşünceme göre Meclis’teki partiler; devletin bekası, ulusumuzun hayati çıkarları ve milletin gönencini sağlamak için, öncelikle bunlara kasteden dış ve iç düşmanlarla göğüs göğüse mücadele edebilme iradesi gösterebildikleri takdirde, gerçek bir siyasi parti hüviyeti kazanarakTürk halkının kalbinde kendilerine yer bulabilirler.

Hannibal (MÖ247-183), kar ve buzlarla kaplı Alp dağları zirvelerinde umutsuzluğa kapılan ordusuna şöyle seslenmiş ve onlara yeni bir ruh ve yeni bir heyecan kazandırmıştı: “Ya bir yol bulacağız ya bir yol yapacağız!” Güvendiğimiz dağlar karlarla kaplandı. Bu nedenle,Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve yurtsever insanlarımız da ya bir yol bulmak ya da yepyeni bir yol yapmak zorunda.

Soner Polat / Tümamiral (E)


29 Aralık 2015 Salı

SHP'nin 1989 KÜRT RAPORU


SHP'nin 1989 KÜRT RAPORU 

  • Yoruma gerek Bırakmayan Belgedir.

    bugünlerde kürt açılımının en büyük muhalifi deniz baykal, 1989'da kürt sorununun korkusuzca konuşulması gerektiğini savunuyordu. chpve chp'nin yıllar önce hazırladıkları raporlarda 'kürt sorunu'na demokratik yöntemlerle çözüm aranıyor. 

    Ana Dil Vurgusu,

  • İktidarın “Kürt Açılımı” girişimleri çerçevesinde shp-chp'nin bu konuda hazırladığı raporlar da gündeme gelirken 1989 yılında shp'de dönemin genel sekreteri deniz baykal başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan raporda, “anayasadan başlayarak bütün ilgili yasal düzenlemeler demokratik hukuk ilkelerine uygun hale getirilecektir. anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır” deniliyor. baykal, bu rapora yazdığı “sunuş”ta, “resmi politikaların yok saydığı bu konunun korkusuzca tartışılması” gereği üzerinde duruyor. 

    Rapora DGM  soruşturma açmişti,

  • “Kürt açılımı” tartışmaları sürecinde shp'de 1989 yılında deniz baykal başkanlığında fuat atalay, hikmet çetin, cumhur keskin ve eşref erdem tarafından hazırlanan “shp'nin doğu ve güneydoğu sorunlarına bakış ve çözüm önerileri” raporu ile chp'nin 1999 ve 2001 yıllarında yayımladığı “doğu ve güneydoğu” ile “demokratikleşme, insan hakları” raporları da yeniden gündeme geldi. shp'nin raporunun ardından dgm soruşturma başlatmıştı. 

    Shp'nin raporunda yer alan bazı saptama ve öneriler şöyle: 

    * cumhuriyeti kuranlar laikliği ve etnik çoğulculuğu temel ilke olarak benimsemişlerdir. türkiye cumhuriyeti bir din, mezhep, ırk ve kafatası cumhuriyeti değildir. türkiye, etnik köken açısından çoğulcu bir yapıya sahiptir. dolayısıyla cumhuriyetimizin temel özelliği, onun bir siyasal bilinç cumhuriyeti olmasındadır. cumhuriyet, kurtuluş savaşı sürecinde bu anlayışla anadolu'da yaşayan ve değişik etnik kökenden gelen herkesin ortak katkısı ve eşit ağırlığı ile kurulmuştur. bu zengin mozaiğin unsurlarından birini ya da birkaçını yoksayan anlayış ve politikalar gerçeklere uymaz ve kabul edilemez. 

    * Shp olarak temel siyasi tercihlerimizin başında ulusal güvenlik gelmektedir. bütün sorunların ulusal bütünlüğü koruyarak ve üniter devlet yapısı içinde çözülebileceğine inanıyoruz. shp politikasında devlet, toplumdaki etnik farklılaşma ile mezhep farklılıkları ile ilgilenmez. öyle bir farklılaşmada taraf tutmaz. 

    'Demokratik haklar sorunuyla iç içe' 

  • * Doğu ve Güneydoğu Anadolu sorunu da, kürt sorunu da türkiye'nin demokratikleşme ve demokratik haklar sorunu ile iç içedir. nitekim sorunların yoğunlaşarak arttığı dönem, demokrasinin askıya alındığı dönemdir. 

    * Terörle mücadele elbette yapılacaktır. ancak terör örgütünün silahlı mücadelesi ileri sürülerek halka yapılan baskı haklı gösterilemez. bu, silahlı terör örgütlerinin tuzağına düşmektir. 

    * Demokratikleşme düzenlemesi içerisinde anayasadan başlayarak bütün ilgili yasal düzenlemeler demokratik hukuk ilkelerine uygun hale getirilecektir. bölge valiliği uygulamasına son verilecektir. köy koruculuğu uygulamasına son verilecektir. 

    * Kürt kimliğini kabul ederek kendine “kürt kökenliyim” diyen yurttaşlara bu kişiliklerine hayatın her alanında istedikleri gibi ve özgürce belirleme hakkına sahip olmaları olanağı sağlanacaktır. bu çerçevede anadil yasağı ile ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak, yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır. anadil yasağının kalkması ile anadillerin yurttaşların yaşamında özgürce kullanılması ve bu dillerde yayın yapılması olanağı sağlanmış olacaktır. 

    * Hiç kuşku yok ki türkçe türkiye cumhuriyeti'nin resmi dili olacak ve eğitim dili olarak kullanılacaktır. ayrıca türkçenin tüm yurttaşlara öğretilmesi için gerekli önlemler alınacak ve uygulanacaktır. 

    * Toplumdaki değişik kültür ve dillerin topluma, tarihe ve kültürlere saygı anlayışı içerisinde akademik bir çalışma olarak araştırılması devlet eliyle düzenlenecek, bu amaçla araştırma birimleri, enstitüler kurulacaktır. 

    * Temel anlayış olarak yurttaşların suçsuzluğu esas alınacak, yurttaşların her türlü temel hak ve özgürlüklerine sonuna kadar saygı gösterilecektir. zora dayalı istihbarat elemanı görevlendirmelerine son verilecektir. 

    Farkliliklar yasalarla engellenemez

  • Baykal, bu Rapora yazdığı “Sunuş” yazısında şu görüşleri dile getiriyordu: 
    “türkiye'nin demokratikleşme sürecinin başarıya ulaşabilmesi için tabu sayılan konuların bir bir ele alınıp açıklığa kavuşturulması gerekir. arkadaşlarımızın ortaklaşa emeğinin ürünü olan bu çalışmada, türkiye'nin demokratik bir toplumsal yapıya kavuşabilmesi için çözmesi şart olan kürt sorununa, ilk defa iktidara aday kitlesel bir partinin uygulama programında yazılı bir belge ile yer veriliyor. resmi politikaların yok saydığı bu konu önyargısız bir anlayışla, korkusuzca tartışılmadığı sürece toplumsal barışı sağlayacak siyasi programların ortaya çıkarılması olanaklı değildir. türkiye, insanların dil, etnik köken, gelenek, kültür farklılaşmasını toplumun bütünlüğü içinde ortaya koymaktan korkmamalıdır. devletin bu farklılaşmaları yasaklar koyarak engellemesi de özendirmesi de yanlıştır. asimilasyona, var olan bir etnik yapıyı inkâra dönük yaklaşımlarla bu sorunun çözülemeyeceği artık anlaşılmalıdır. bu çalışmayla kürt sorunu kapalı kapılar ardında konuşulan ve sözün belirsizliğine dayanan bulanıklığından kurtularak partimiz öncülüğünde gün ışığına çıkmış oluyor.” 

    Feodal yapi hemen ortadan Kaldirilmali

  • chp'nin 1999 ve 2001 yılında bugün de genel sekreter yardımcılığı görevini yürüten algan hacaloğlu başkanlığındaki komisyonlar tarafından hazırlanan raporlarında yer alan bazı değerlendirme ve öneriler de şöyle:

    • 75 yıllık cumhuriyetimiz feodal yapıyı aşamamıştır. bölgede toprak dağılımında dengesizlik feodal yapıyı güçlendiriyor eşitsizlikleri artırıyor. 

    • Güneydoğu anadolu'da demokrasi yok düzeydedir. polis devleti görüntüleri bölgede güven boşluğu yaratmaktadır. 

    • Anadil(ler), kültür alanının olgusudur. resmi dil ise kamu alanının ve siyasal birliğin aracıdır. anadil ile resmi dilin aynı olması her zaman mümkün değildir. türkiye'nin resmi dili, anayasal dili, ortak dilimiz türkçedir. ancak ülkemizde anadili türkçeden farklı olan milyonlarca yurttaşımız bulunmakta olup, bunlar arasında kürtçe, zazaca önemli yer tutmaktadır. 

    • Teröre ödün verilemez silahla sorunlar çözümlenemez ülkenin bölünmez bütünlüğü tartışma konusu yapılamaz. etnik duyarlılıklara demokratik çözüm, çokkültürlü toplumların, çoğulcu demokrasinin vazgeçilemez koşuludur. feodal yapı aşılmadan, eşitsizlikler giderilmeden, sosyal devlet yapılanması kökleştirilmeden sorunlara kalıcı çözüm sağlanamaz. 

    • Terör iç ve dış bölgesel boyutları olan bir sorundur. kürt sorunu ise ülkemizin çokkültürlü toplum olmasından kaynaklanan bir “ülke içi demokrasi” sorunudur. çoğulcu demokrasi içinde, etnik duyarlılıklara demokratik çözüm anlayışıyla aşılması gereken bir temel sorundur. 

    • Bölgede olağan hukuka geçilmelidir: hukuk ve adalet reformları gerçekleştirilmelidir. dgm'ler kaldırılmalıdır. milli güvenlik kurulu'nun anayasal bir kurum olma özelliğine ve sivil otorite üzerindeki demokrasi ile bağdaşmayan üstün konumuna son verilmelidir. köy koruculuğu tasfiye edilmelidir. 

    • Tüm siyasi görüşler özgürce örgütlenebilmelidir. düşünce suç olamaz. teröre doğrudan bulaşmamış olanlara genel af çıkmalıdır. terörle mücadele yasası, türk ceza yasası'nın 312. maddesi ve diğer yasalar çerçevesinde, düşünceyi ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü ve yataklık yapma kapsamında olup, doğrudan doğruya teröre karışmamış eylemler veya düşünceleri nedenleri ile tutuklu ve hükümlü konumda olanlar için, kısmi genel af çıkarılarak ülkede hoşgörü ve iç barış ortamına geçişin zemini yaratılmalıdır 

    • Kürt kökenli yurttaşlarımız da dil, kültür, folklor ve kimliklerini koruma, geliştirme ve açıklayabilme kendi anadillerinde yazılı basın, radyo ve televizyon dahil her türlü medya aracılığı ile yayın yapabilme özel okullarda kendi anadilleri ile eğitim yapabilme kürt dil ve kültürü üzerinde araştırma yapacak enstitüler ve benzeri kurumların kurulabilmesi haklarına kavuşmalıdırlar. 

    Demokrasi dişi yöntemlere itibar edilmemeli 

  • • Mit sivilleştirilmeli illegal yapılar tasfiye edilmelidir. kontrgerilla yapılanmasından günümüze kalan tüm yapılanmalar ve jitem gibi illegal istihbarat birimleri dağıtılmalıdır. tüm güvenlik güçleri haber almada ihbarcılık, özel hayatı gözleme, izleme ve gizlice dinleme gibi ilkel ve demokratik olmayan yöntemlere itibar etmemeli ulusal güvenlik ve çetelerin çökertilmesi amaçları dışında bu uygulamalar toplumsal gündemimizden çıkarılmalıdır. 

    Chp'nin 2008 yılı aralık ayında gerçekleştirilen program ve tüzük kurultayında kabul edilen “çağdaş türkiye için değişim” başlıklı yeni programında da bu konuda şu görüşlere yer veriliyor: 

    “Etnik Farklılıklar ülkemizin zenginliğidir. chp, lozan antlaşması ile azınlık olarak nitelenmiş olan yurttaşlarımızın kendilerine tanınmış olan dini ve kültürel azınlık haklarından eksiksiz olarak yararlanmalarını amaçlar. yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır. chp, daha 1989 yılında kürt kökenli yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuş etnik köken farklılıklarına, kültürel çoğulculuğa, bireysel kültürel haklara olan saygımız, demokratik değerlere, eşitliğe ve hoşgörüye olan bağlılığımız çerçevesinde toplumumuza, üniter devlet ve ulus devlet temeli dikkate alınarak kısıtlamaların kaldırılması ve çağdaş, kalıcı çözümler bulunması için politikalarını sunmuştur. 

    Chp, devletin etnik farklılıklar üzerine politikalar oluşturmasını benimsemez. devletin görevi bütün etnik kimlikleri, din ve mezhep farklılıklarının üzerine çıkarak insanı odak yapan yaklaşımları ortaya koymak, ortak değerleri bulup çıkarmaktır. ancak etnik kimliğini bireysel olarak vurgulamak isteyenleri saygıyla karşılar ve etnik kimliği insanların şerefi sayar. asimilasyon değil, entegrasyon öngörüyoruz. her etnik kökenden yurttaşımızın kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmeleri ve öğretebilmelerine kendi anadillerinde gazete, dergi, kitap yayımlamaları ve diğer her türlü yazılı ve sözlü yayında bulunabilmelerine, müzik ve sanatın diğer dallarında faaliyette bulunabilmelerine türkiye sınırları içinde yayın yapan radyo ve televizyon kurum veya kuruluşları üzerinden rtük'ün genel kuralları çerçevesinde kendi anadillerinde yayın yapabilmelerine değişik kültürel etkinliklerde bulunabilmelerine, kendi folklorlarını yaşatabilmeleri ve geliştirebilmelerine, tüm bu ve benzeri bireysel kültürel haklara özgürce ve dilediğince ulaşabilmelerine olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar.”


23 Kasım 2015 Pazartesi

CEVAP BEKLEYEN SORULAR



CEVAP BEKLEYEN SORULAR

 

 
   Mustafa Nevruz SINACI

Gazetelere göre: “CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sordu, Başbakan Erdoğan sustu.”
Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bütçe görüşmelerinde sorduğu 13 soru cevapsız kaldı, Başbakan Erdoğan soruların hiçbirine yanıt veremedi. (13 Aralık 2012, Perşembe)
Kılıçdaroğlu’nun mecliste sorduğu ve yanıtını alamadığı sorular şöyle:

1- Yasayı ihlal ederek orta vadeli programı neden 37 gün gecikmeyle açıkladınız?

2- Sayıştay raporları TBMM’ye gelmeden “kesin hesap kanun tasarısını” nasıl değerlendireceğiz? ”Kanun hükmünde kararnameyle düzenleme yaptık. Raporlar o nedenle yetişmedi” diyeceksiniz. O kanunu çıkarırken Sayıştay Genel Kuruluna sordunuz mu, sormadınız mı? Sormadıysanız, siz Sayıştay’ı da tanımıyorsunuz demektir. 

Böyle devlet olur mu? Sayın Başbakan, o raporlar Sayıştay’dan niye gelmedi?

3- Niğde’de patates üreticisinin derdini sordunuz mu? Patates 10 kuruşa düştü, ne oldu da bu böyle oldu? Siz, önce canlı hayvan, sonra kırmızı et, sonra kurbanlık koyun, en sonunda da saman ithal ettiniz. Acaba nasıl oluyor da saman ithal eder noktaya geliyoruz?

4- İşsizlik sorununu çözecektiniz, niye çözmediniz, elinizden tutan mı var? Siz yasa getirdiniz de biz karşı mı çıktık?

5- Sizden önceki ve sonraki icra daireleri sayısını açıklayın. Niçin icra dairelerinin sayısını artırıyorsunuz? 

6- Niçin 7 kez mali af çıkardınız? O mali afları niçin şantaj unsuru olarak kullandınız? 

7- Türkiye Cumhuriyeti 1987 yılında 14′üncü büyük ekonomiydi.  Bugün 17′nci sırada. Niye geriye gidiyoruz?
8- 1979′dan 2003′e kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesinden ödenen faiz 135 milyar lira. 2003-2011 döneminde ödediğimiz faiz 450 milyar lira. Sayın Başbakan 450 milyar lirayı kimin parasından ödediniz?

9- 2002′de hapishanedeki kişi sayısı 59 bin 429’dı. 2012 yılında 125 bin 100 kişi oldu. Ekonomi iyiyse, işsizliği çözdüyseniz, insanlar niye hapishaneye girer?
10- Türkiye Cumhuriyeti’nin, enerji konusunda Rusya’ya bağlı olduğu oranda başka bir ülkeye bu oranda bağlı olan ikinci bir ülke var mı?

11- Kapalı kapılar ardında İsrail’le yaptığınız pazarlıkları niye açıklamıyorsunuz? 

12- Parasız eğitim isteyenlerin hapse atıldığı bir ülkedeyiz. Yurt dışına gittiğiniz zaman, gittiğiniz ülkelerin Başbakanlarına, “Sizin ülkenizde basılmamış kitaba bir yargı kararıyla yasak getirilirse siz ne düşünürsünüz?” diye sordunuz mu?

13- Sayın Başbakan, 12 Eylül darbe hukukunu değiştirmeye var mısınız? Kenan Evren’in getirdiği yasanın arkasına niye saklanıyorsunuz? 

Bunlar, halk tarafından, tıpkı Milliyetçi Hareket (!?) nam MHP gibi: “Acaba! AKP ve Hükümet ile iştirak yahut ittifak halinde mi?, yoksa gerçekten muhalefet mi?, olduğu konusunda derin kaygı duyulan ve “Asli görevi olan muhalefet de acze düşerek, kamu vicdanını sızlatan”; Tarihi, kadim ve kurucu Halk Partisi’ne reddi miras eden “Yeni CHP"nin Başkanı’na ait!..

Lâkin “gerekli cevaplar verilse bile” önemi, anlamı yok!..
Çünkü Milletin, aylar yıllardır cevap beklediği "ACİL" sorular var: 
 
1. Başta anarşi, terör, tedhiş örgütü ile dâhili ve harici bedhahlara ait; Ardı arkası kesilmeyen rüşvet, iltimas, suiistimal, uyuşturucu, kara para, gasp-irtikap, organize suç ve nitelikli dolandırıcılık, kundakçılık, kaçakçılık bataklığı neden ve niçin halâ kurutulmuyor?..

2. Bunca asker, jandarma, polis, bakan, vekil ve generale rağmen; Anarşi, terör-tedhiş nasıl oluyor da her yerde kol geziyor? Yol kesiyor, yolsuzluk, hortumculuk ve kundakçılık yapabiliyor? Palikarya (Yunanistan) hırsızı, arsızı ve edepsizi tarafından; Alenen gasp, irtikap ve işgal edilen “Egedeki Türk adaları” rezaleti, gaflet, dalâlet ve hıyanetine “korkaklıktan mı” göz yumuluyor?.. Yoksa neden’... 

3. TÜİK tarafından belirlenen resmi enflâsyon oranına rağmen; Neden, niçin?, hangi hak, etik ve hukukla; Başta Benzin, Mazot, Doğalgaz, Elektrik, Telefon, Et, Ekmek, Süt ve Su olmak üzere; Temel tüketim, hayati hizmet ve zorunlu gıda ürünlerine yıllık enflâsyonu üçe, beşe katlayan; İnsan Hakları, Adalet, Hukuk, Yasa ve ahlâk ihlâl edilerek zam yapılabiliyor? Bu apaçık bir zulüm, hak ve halk düşmanlığı, İnsanlık davası ve İslâm’a muhalefet değil mi? 

4. Yaklaşık 50 yıldır Millet ve Devlet olarak maruz kalınan haksızlık, hukuksuzluk ve insanlık dışı dayatmalara, hakaretlere rağmen, ısrarla AB kapılarında pineklemenin; Sürekli taviz vermenin, cehalette direnmenin sebebi nedir?

5. Öncelikle Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarını ıslah edip; Demokrasi, İnsan hakları, adalet, ahlâk ve hukuk dışı: Ayrıcalık, dokunulmazlık ve imtiyazlar ile Memurin Muhakemat Kanunu’nu, sadece ve yalnızca kürsü masuniyeti hariç olmak üzere kaldırmak varken; İrtica, demokrasi düşmanlığı, gericilik ve yobazlıkta direnmek neden?...  

6. Mutlak bir harici zorlama, ısmarlama ve dayatma olmasına; Neticede ülke, millet ve devletimize ‘telâfisi gayri kabil’ büyük zararlar vereceği bilinmesine rağmen; Yeni ve (sözde) sivil anayasa saçmalığında inat etmenin sebebi, hikmeti ne?..   

..

17 Nisan 2015 Cuma

CHP, DEVLETİN KODLARINI NASIL ÇÖZECEK?




CHP, DEVLETİN KODLARINI NASIL ÇÖZECEK? 


Serdar Ant 

Türkiye son yıllarda açılımlarla çalkalandı. Alevi açılımı, Süryani açılımı, Kürt açılımı, Ermeni açılımı derken en sonunda işin ucu CHP’ye de dayandı. Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda bırakılmasıyla CHP de açılmaya başladı! Hafta sonu yapılacak CHP Kurultay’ında Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden sonra CHP’nin, Kürt açılımına eklemlenecek açılımlar yapması bekleniyor. 

Örneğin ünlü sosyal demokrat işadamı İshak Alaton, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na yürüyüşünü heyecanla izlediğini söylüyor ve ana muhalefet partisinde yaşanacak bir kan değişiminin başta Güneydoğu açılımı olmak üzere birçok konuda ilerlemeye zemin hazırlayacağı görüşünde olduğunu vurguluyor. (Milliyet, 21.5.2010) 

Alaton’un CHP ile ilgili onca konu arasında özellikle Güneydoğu Açılımı’nın altını çizmesi dikkat çekici doğrusu… Dahası, her iki lafından biri işçi, köylü, emekçilerle ilgili olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İshak Alaton gibi bir işadamını neden heyecanlandırdığı da üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta! Anlaşılan o ki, Kılıçdaroğlu’nun “sanayicimizin, yatırımcımızın yanındayım” mesajı, ilgili çevreler tarafından gayet iyi anlaşılmış!

CHP’nin Kürt açılımı konusundaki niyeti, sadece Alaton’un heyecanlanmasından belli değil tabii… Siyasi kulislerden sızan haberlere göre, Kurultay’dan sonra Diyarbakır Barosu eski Başkanı Sezgin Tanrıkulu’ nun CHP’ye katılacağı ve Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP) eski Genel Başkanı Murat Karayalçın’ ın ise yeni yönetimde yer alacağı söyleniyor. 

Murat Karayalçın’ı kamuoyu yakından tanıyor. Birkaç yıl önce, HADEP ve PKK uzantısı Kürt milliyetçileri ile blok listeler hazırlayarak yerel seçimlere giren Karayalçın, bu iş tutmayınca SHP’yi liberal döneklere ve PKK kuyrukçusu sözde “solculara” bırakıp Baykal’ın danışmanlığına atlamıştı. Görülüyor ki, SHP’de tutmayan maya, şimdi bir de CHP’de denenecek! 

CHP’deki “Kürt açılımı” girişimi konusunda asıl dikkat çekici isim ise Sezgin Tanrıkulu … Kurultay’dan sonra partiye katılacağı söylenen Tanrıkulu, Diyarbakır Barosu eski Başkanı… Kamuoyu, Sezgin Tanrıkulu’nu Karayalçın kadar yakından tanımadığı için, bu konuda biraz bilgi verelim. Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay, yaklaşık bir yıl önce, 18 Mayıs 2009 tarihinde Sezgin Tanrıkulu ile yaptığı röportajın sunuşunda şöyle diyor:

“Obama’nın danışmanlarından AB’li yetkililerle, yabancı gazetecilerden sivil toplum temsilcilerine kadar kim Türkiye’ye gelse ille de görüşmek istedikleri bir isim var: Sezgin Tanrıkulu… Eski Diyarbakır Barosu Başkanı ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı kurucusu olan Tanrıkulu’nun en son bir ay önce Diyarbakır’da öğle yemeğinde buluştuğu Danimarka Büyükelçisi Jasper Vahr, malum şimdi NATO Genel Sekreter yardımcısı… Geçen yıl ise ABD Dışişlerinin davetlisiydi.”

Bu yağlama girişinden sonra Sevimay, “nedir özelliği derseniz, Sezgin Tanrıkulu’nun kendisi şöyle açıklıyor” diyor:

“Benim tarafım belli… Ben insan haklarının tarafındayım, şiddete karşıyım ve hiçbir şeyi kapalı kapılar ardında konuşmuyorum. Fikrim neyse onu olduğu gibi herkesle ve gerekirse herkese rağmen paylaşıyorum.”

Görüldüğü gibi Sezgin Tanrıkulu, “şiddete karşı ve insan hakları taraftarı”! Onun için de Güney Amerika’dan Uzak Asya’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar mazlumların ensesinde boza pişiren, 2003’den beri Irak’ı bir açık mezbahaya çeviren ABD, Dışişleri Bakanlığı’nın konuğu olarak Tanrıkulu’nu Washington’a davet ediyor ve görüşüyor! Emperyalizmin kanlı eli NATO’nun Genel Sekreter Yardımcısı da -tabii o da Tanrıkulu gibi “şiddete karşı ve insan hakları taraftarı”(!) olduğu için- Diyarbakır’da öğle yemeğinde buluşuyor avukat beyle…

Sezgin Tanrıkulu o kadar “insan hakları taraftarı” ve o kadar “şiddete karşı” ki, dünyayı ölüm tarlalarıyla donatan güçlerin temsilcileri ile temaslarda bulunmakla yetinmiyor, tarihimizle de hesaplaşıyor ve “1915'te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” diyenlerden biri olarak Özür Belgesi’nin altına basıyor imzayı! 

Peki, “şiddete karşı ve insan hakları taraftarı” Sezgin Tanrıkulu, PKK hakkında ne düşünüyor? Devrim Sevimay’ın “PKK, sizce eski PKK değil mi?” şeklindeki sorusunu şöyle yanıtlıyor Tanrıkulu:

“Tabii ki değil. Birincisi, karşımızda ister kabul edelim ister etmeyelim, ama aradan geçen çeyrek yüzyıl içinde ciddi biçimde kitleselleşen bir örgüt var. O kadar kitleselleşmiş ki Türkiye’nin neredeyse bütün coğrafyasında, Avrupa’da, hatta beş kıtada sivil insanlara ulaşabilmiş durumda. Dolayısıyla bu örgütün istese de istemese de giderek şiddetten arınıp başka bir yapıya bürünmesi en başta kendisinin ayakta kalabilmesi için şart. Sonuçta hiçbir örgüt şiddet yöntemleriyle bu kadar kitleyi kendisine bağlı tutamaz. Zaten Karayılan’ın ‘Biz eski PKK değiliz’ derken söylemeye çalıştığı bu. Çünkü bu kadar sempatizanı olan bir örgütün silahlı yöntemlerle ayakta durması mümkün değildir. Bunu bence artık onlar da açık bir biçimde görüyorlar. 

İkincisi de PKK’nın artık silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefleri olması. Yani artık bir bağımsızlık hedefi yok. Böyle bir hedefi yoksa, o zaman silahlı yönteme de gerek yok.”
 

Tanrıkulu’nun, PKK propagandistlerine parmak ısırtan incelikte yaptığı “ciddi biçimde kitleselleşen PKK” propagandası, bölücü terör örgütünü beş kıtada at oynatır gibi gösteriyor, ama son seçimlerde PKK’nın yasal uzantısı olan partinin Türkiye’de neden her 20 kişiden sadece 1’inin desteğini alabildiğini açıklayamıyor. Dahası, bırakın bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını bir yana, sadece Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında bile PKK, her 6 kişiden sadece 1’inin desteğine sahip! Ama sözde “şiddet karşıtı” Tanrıkulu için bu gerçeğin bir önemi yok! 

Bu “şiddetten arınan PKK” palavraları; son günlerde artan PKK eylemleri, artan şehit cenazeleri, hatta birkaç ay önce babasının gözleri önünde PKK’lılar tarafından yakılarak katledilen 17 yaşındaki genç Serap Eser örneği karşısında Sezgin Tanrıkulu’nun maskesini düşürüyor! Ama Tanrıkulu’na göre “PKK’nın artık silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefleri” var ve “artık bir bağımsızlık hedefi yok.”[/b]

Peki, nedir o“silahlı yönteme başvurmaya gerek kalmayacak siyasal hedefler”?

Sezgin Tanrıkulu, bu konuda PKK görüşü de bu mudur bilinmez ama, Kürt sorununa kendi çözüm önerisi olarak Türkiye Barolar Birliği’nin 2001’de hazırladığı bir anayasa taslağını örnek gösteriyor. Tanrıkulu’nu dinleyelim:

“Taslağın 126. maddesinde, mevcut 1982 Anayasası’nın 126. maddesinin yerine şu düzenleme öneriliyor: ‘Türkiye’nin idari yapısı ilçe, il ve bölge yönetimlerinden oluşur. Bölge yönetimleri bölgenin iktisadi, sosyal ve ekonomik olarak planlamasını yapar, ihtiyaçlarını yerinden karşılar.’ Gerekçe de özetle şöyleydi: ‘Türkiye, merkezden yönetilemeyecek kadar büyüdü. Türkiye, 20-25 bölgeye ayrılmalıdır.” 

Kısacası Sezgin Tanrıkulu’nun PKK’ya önerdiği, bu bölüp parçalama işini artık silahla ve şiddet yönetmeleriyle değil, anayasal yollardan gerçekleştirmek için siyasal mücadeledir. Yalnız bu sefer hedefe doğrudan bağımsızlık isteyerek değil de, belki özerklik belki de Türkiye’nin kantonlara bölünmesi şeklinde formüle edilecek ara aşamalardan geçilerek ulaşılması söz konusu olacaktır. Şiddetin son bulacağı bu dönemde artık insanlar değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk ulusunu anlamlı kılan değerler ve ilkeler, insan hakları çığlıkları arasında katledilecektir!

Peki, bütün bunlarla CHP’de son yaşananların ve Sezgin Tanrıkulu’nun Kurultay’dan sonra CHP’ye katılacağı iddialarının ne ilgisi var?

Çok ilgisi var! Çünkü Sezgin Tanrıkulu, bu hedef bağlamında CHP’nin oynayacağı rolü bir yıl öncesinden açıklıyor. Kendisi ile yapılan söyleşinin bu bölümünü okuyalım şimdi de:

“- Çözüm için maddeleri sıralarsanız, en başa hangisini koyarsınız.

-En baş yok. Her şeyin eş zamanlı olması gerekiyor.

-İçinde kimler olmazsa Kürt sorunu çözülemez.

-AKP zaten hükümet ve doğrudan sorumlu… Ama bunun dışında çözümde mutlaka ihtiyaç duyulacak iki önemli siyasal hat var: Birincisi CHP’nin temsil ettiği siyasal hat, diğeriyse MHP’nin… Bana göre bilhassa CHP olmadan bu sorun çözülemez, çünkü CHP bu sorun bakımından devletin kodlarını çözecek tek partidir. 

-Ne demek devletin kodları?
-Devlet dediğimiz zaman bunun bir tarafından ordu, bir tarafından yüksek yargı organları, diğer tarafından yükseköğretim kurumları ve yüksek bürokrasi vardır.Ancak CHP’nin ‘evet’ diyeceği bir çözüm bu devlet kurumlarındaki düşüncelerin değişmesine neden olur.” 

İşte CHP’deki Baykal operasyonunun; Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığa yürüyüşünün İshak Alaton gibi işadamlarını “Güneydoğu açılımı” bakımından heyecanlandırmasının ve Sezgin Tanrıkulu gibi, Obama’nın danışmanlarından ve ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan NATO Genel Sekreter Yardımcısı’na kadar birçok “insan hakları taraftarı ve şiddet karşıtı”(!) çevrenin sevdiği birinin CHP’’ye girmeyi amaçlamasının nedeni… 

Önce CHP’yi çöz…

O da Devletin kodlarını çözsün… 
Sonra ülkeyi 20-25 parçaya bölüp Türkiye’yi çözelim…


Şimdi, CHP’lilere o ünlü sloganla son bir kez daha seslenmek gerek:

EY CHP’LİLER… TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...

http://www.bellek2009.blogspot.com/
.

27 Ocak 2015 Salı

CHP, KEMAL Derviş’i değil Kemalizmi Seçse en az %40 oy Alırdı




CHP,   KEMAL Derviş’i değil  Kemalizmi  Seçse  en az %40 oy Alırdı,


  Gökçe Fırat

23.09.2002/Sayı 13



Ulusal ve sol güçleVatandaş açlıkla boğuşuyor, Baykal bisiklet turu atıyor!

1999 seçimlerinde CHP’nin oyu %10’un altına düşmüştü. CHP’liler bu seçim mağlubiyetinin nedeni olarak, sert muhalefet yapmalarını tespit ettiler. O nedenle geçen üç yıl boyunca CHP, ülke sorunları üzerine tek söz etmedi. Madem ki sert muhalefet oy kaybettirmişti, o halde susarak oy toplayacaktı CHP.

Ancak sorun şu ki CHP siyasi bir parti. Yani bu işin hem iktidarı var hem muhalefeti. Muhalefet yapmadan puan toplayacağını düşünen CHP, Türkiye’nin yaşadığı tüm yakıcı sorunlardan uzak durarak, sesini çıkartmayarak, sadece siyasi parti kimliğini yitirmedi, halkla olan tüm bağını da koparttı. O nedenle CHP’nin geçen yılki tüm faaliyeti Baykal’ın bisiklet turları, piknikleri, balık avları oldu.

Peki Türk halkı geçtiğimiz yıl neyle boğuştu? Türkiye’nin en büyük ekonomik krizi! Vatandaşın cebindeki para yarı yarıya azalırken, işsizlik ikiye katlanırken, televizyonlarını açanlar Baykal’ın bisiklet turları ile karşılaştılar! Ve eminiz bu yapıcı muhalefetinden dolayı Baykal’a oy vermeyi düşünmüşlerdir!

 Derviş’in CHP’ye üyelik günü Kemalizme ihanet günü olarak geçecek tarihe


 Türkiye’yi felakete götüren partiler arasında, “hiç günahı olmayan tek parti biziz” ucuz propagandası ile vatandaşı kandırabileceğini ve %10’u aşacağını düşünen CHP yönetimi, bunun rahatlığı ile siyasetten uzak durmaya devam eti. Mevcut partilere öfkeli yurttaş sandık başında onları cezalandırırken mecburen CHP’ye atacaktı oyunu ne de olsa! Vatandaşı aptal yerine koyan bu Baykal politikası, ilk siyasi çıkışını ABD memuru Derviş’i CHP’ye katarak yaptı. Demek ki bir yıl o bisiklet turundan bu balık avına koşturan Baykal, bula bula bu çözümü bulmuştu CHP için.

Balık avında, muhalefet yerine susma politikasını keşfeden Baykal, yine de CHP’nin Meclis’e girip giremeyeceğinden emin olamamış olacak ki, O’na göre CHP’nin Meclis’e girmesinin önündeki en önemli engeli aşmayı düşündü. O engel ABD’nin ve iş dünyasının CHP’ye olan mesafeli tavrıydı. Bu mesafeyi Derviş’ten daha iyi kapatacak bir ikinci insan elbette bulunamazdı, adam hem Dünya Bankası’ndan geliyor, hem ABD’den!

Derviş’in CHP rozetini taktığı gün Baykal, kendisini belki de Başbakanlığa taşıyacak adımı atmanın rahatlığı içindeydi. Üstelik zaten %10’u geçen CHP oyları Derviş’le birlikte en az %15’e ulaşacaktı. Baykal’ın kişisel tarihinin bizim için hiç önemi yok ama Derviş’in CHP’ye katıldığı gün, Türkiye tarihine Kemalizme ihanet günü olarak geçecek.

Şimdi eminiz pek çok CHP’li, Derviş’li bile olsa Meclis’e kapağı atmanın ne kadar önemli olduğunu söyleyecektir. Meclis’te hiç yer almamaktansa Derviş’le birlikte yer almak yine de daha iyi değil mi diye soruyor pek çoğu.

Ancak CHP’lilerin anlayamadığı bir şey var. Türkiye, çok önemli sorunlarla boğuşuyor, bir taraftan ekonomik kriz diğer taraftansa bölünme süreci. Ve bu tarihi koşullar nedeni ile bir süredir Kuvayı Milliye sesleri yeniden işitilmeye başlandı. Bu, 1960’lı yıllardan sonra ilk kez oluyor. Vatanın içinde bulunduğu durum, bir çözüm olarak Kuvayı Milliye’yi zihinlere getiriyor. Atatarkçülüğün, milliyetçiliğin son dönemki yükselişi böyle tarihsel koşulların bir sonucu.

Atatürk’ün CHP’si bu seçimlerde en az % 40 oy alırdı


Geçtiğimiz seçim sonuçlarını şu şekilde yorumlamak gerek: Halk IMF’ci ve AB’ci partilere oy vermedi. DSP ve MHP’nin büyük başarısı sadece bir Apo olayına bağlanamaz, kaldı ki Apo karşıtlığı da bugün AB karşıtlığının içindedir. Tablo bu kadar açıkken bu tablodan çok sert muhalefet yaptık onun için oy alamadık sonucunu çıkartmanın hiç bir mantıklı gerekçesi olamaz.

Şu üç yıllık iktidar açısındansa yine iki değerlendirme ölçütü var; AB’ye ve IMF’ye tavır. DSP-MHP-ANAP koalisyonu bu noktada IMF’ye ve AB’ye tam teslimiyeti seçerek büyük puan kaybettiler ve o puanı dolduracak başka bir IMF ve AB karşıtı parti de seçimlere girmiyor. AKP’nin güçlenmesini de IMF ve AB politikalarının vatandaşta yarattığı tepki ile ölçmek gerekli.

Bu noktada seçime gidilirken aklı başında bir CHP yönetimi vatandaşa açık açık şunu demeliydi: Ey Türk halkı! Biz Atatürk’ün partisiyiz. Bu ülkeye yeniden bir Kuvayı Milliye ruhu lazım. Tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi bizi bölmek isteyenlere karşı çıkacağız. Türk halkını açlığa mahkum eden modern Duyunu Umumiye IMF anlaşmalarını yırtıp atacağız. Şeriatı güçlendiren bu koşulları ortadan kaldırırken aynı zamanda Atatürk kadar kararlı bir laiklik savunucusu olacağız.

İşte vatandaşın CHP’den beklentisi buydu. Türkiye’nin Kemalizme ihtiyaç duyduğu bir anda CHP’nin IMF’yi değil Kemalizmi seçmesini beklerdi halk. Böyle Kemalist bir CHP’nin oyu ise abartısız % 40’lara yakın olurdu. Bu Atatürk’ün büyük birleştiriciliğiydi, vatanını seven her yuttaşı biraraya getirecek gerçek milliyetçi ve gerçek laik bir program! Yok bu tutmaz diyenler Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün her farklı siyasi görüşteki insanları böyle birleştirdiğini unutmasınlar.

Ama nerde o CHP yönetimi. Bir de Baykal’ın yaptığı çağrıya bakın: Ey insanlar! Biz artık IMF’ci olduk, AB’ye sonuna kadar evet diyoruz. İsterse türbanlılar da okula girebilir. Hadi Atatürk’ün partisine oy verin!

İşte bu iki CHP arasındaki oy farkı en az %20’dir. Biri Atatürk’ün, Kemalizmin CHP’sidir, diğeri Kemalize ihanetin, Derviş’in CHP’si. Şimdi Baykal %15’lerle CHP’yi Meclis’e sokmanın başarısı üzerinden rant yemeyi düşünüyor ama CHP’ye kaybettirdiği bu %20’lik oyun hesabını ondan soracak Kemalistler eminiz CHP’de de vardır!

Şimdi gerçek Kemalistlere çok içten bir uyarı


Eğer kazayla CHP Meclis’e girer de hükümet kurarsa bu CHP’nin ve tüm CHP’lilerin sonu olacaktır. Çünkü seçim sonrası kurulacak hükümet bir Damat Ferit hükümeti olacak. Altından kalkılamaz borç yükü, Irak’ta başlayacak bir Kürdistan’ı kurma savaşı, Kıbrıs’ta savaş... Yani Türkiye her açıdan bir savaş hükümeti kuracak. Türkiye adeta Kurtuluş Savaşı günlerine doğru giderken, biz hükümet olalım demenin bir anlamı yoktur.

Türkiye’nin bölünmesinin, vatandaşın açlıktan kırılmasının vebalini CHP’ye yüklemek istemiyorsanız bu oyuna ortak olmayın. Bakın sağcılar çok uyanık, bu ağır yükü CHP’nin sırtına yüklemek istiyorlar, sonra da gördünüz mü ülkeyi solcular batırdı, vatanı solcular böldü diyecekler.

Mustafa Kemal böyle bir zamanda vatanı satan İstanbul Hükümetleri’ne hiç bulaşmadan Samsun’a doğru yola çıkmıştı. Bugün içinde bulunduğunuz CHP, işte o Samsun’a çıkanların kurduğu partidir, bilmem hâlâ hatırlıyor musunuz?

..