Serdar Ant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Serdar Ant etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2018 Pazar

BALYOZ!


BALYOZ!


balyoz.jpg




Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ soruyor:
«Darbe iddialarının gündemde kalmasından kim menfaat sağlıyor?»
İlginç değil mi, koskoca Türk ordusunun komutanı yanıtı belli olan bir soruyu neden sorar ki?
Son 7 Yıldır iktidarda olan kim?
«AKP…»
Son 7 Yıldır ülkenin geldiği durumun sorumlusu kim?
«AKP…»
Ülkenin içine saplandığı batağı gözlerden saklamak zorunda olan kim?
«AKP…»
O zaman gündemi meşgul eden, Türkiye’nin gerçek sorunlarının tartışılmasını engelleyen, kısacası AKP’nin günahlarını gözlerden saklayan darbe tartışmalarından yarar sağlayan da belli değil mi? Sormaya gerek var mı?
Peki, neden AKP?
Nedeni açık…
2009’a 10,4 milyar lira açık verme hedefiyle başlayan AKP hükümeti, yılı 52,2 milyar liralık bütçe açığı ile kapattı. Açık, hedefi beşe katladı.
Bugün Türkiye’nin 3,3 milyon işsizi var. İşsizlik, resmi açıklamalarda bile % 13’ün altına düşmüyor. 2009’da 569 bin kişi işsizler ordusuna eklendi. Genç nüfusta işsizlik oranı 2009’da % 2,2 artarak % 24 oldu. Her dört gençten biri işsiz…
Hazine, önümüzdeki yıl 200,3 milyar TL borç ödeyecek. Bunun 56,7 milyar TL’lik kısmı faiz… Bu çerçevede Türkiye, önümüzdeki yıl dakikada yaklaşık 107 971 TL, saniyede ise yaklaşık 1799 TL faiz ödemesinde bulunacak. Daha somut konuşmak gerekirse, fert başına yaklaşık 793 TL borç faizi ödemesi düşerken; bu rakam 4 kişilik bir aile için 3174 TL olacaktır. Bu para, Türk halkının cebinden çıkan net kaynaktır! AKP iktidarı döneminde iç ve dış borçlar, 82 yılda Cumhuriyet hükümetlerinin toplam borçlarının 2 kat üstüne çıkmıştır.
Türk İş’in yaptırdığı bir araştırmaya göre Aralık ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 795 TL, yoksulluk sınırı da 2 588 TL… Ama 2010 yılında asgari ücret sadece 577 TL…
AKP iktidara geldiğinde Türkiye «kalkınma hızı bakımından 149 gelişmekte olan ülke arasında 29’uncu, G-20 ülkeleri arasında 3’üncüyken, 2010’da G-20 ülkeleri arasında 17’inci sıraya, gelişmekte olan ülkeler arasında da 136. sıraya düşmüştür.» AKP iktidarının ortalama kalkınma hızı, Türkiye’nin 80 yıldır, 2002’ye kadar gerçekleştirdiği ortalama kalkınma hızının altındadır.
Türkiye ekonomisi, 2009’da yaklaşık yüzde 6 oranında küçülmüştür.
Sonuçta asıl balyoz Türk ekonomisi üzerine indiriliyor! Millet darbeler altında inliyor.
Genelkurmay Başkanı, ilk olağan görüşmede yukarıdaki tabloyu Başbakan’ın önüne koyabilecek mi? Kim bilir, Org. Başbuğ’un sorusunu belki de Başbakan Erdoğan yanıtlar!
Serdar ANT

***

BİR İHTİMAL DAHA VAR!

BİR İHTİMAL DAHA VAR!
SERDAR ANT
5.7.2014
İşçi Partisi, Aydınlık ve Ulusal Kanal çevresinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İhsanoğlu ve Demirtaş’ın dışında Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin tercih edebileceği bir üçüncü aday çıkarmak için son dakikaya kadar mücadele ettiği biliniyor. Bu bağlamda CHP içinden bazı milletvekillerinin de desteğiyle Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı gerçekleştirilmeye çalışıldı, ama aday olmak için gerekli olan 20 milletvekilinin desteği sağlanamadığından bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Dolayısıyla Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı yarışı bir “BOP eş başkanı”, bir “Osmanlı hayranı İslamcı” ve bir “bölücünün” arasında olacak ne yazık ki…
Peki, Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçler ne yapacak? Her şey bitti mi artık?
Örneğin Cumhuriyetçi güçler de 4 Temmuz akşamı Can Ataklı’nın Ulusal Kanal ekranlarından yaptığı gibi, isim vermeden, ama diğer bütün seçeneklerin olmazlığını vurgulayarak sonunda Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vereceğini mi ilan etmeli?
Cumhuriyetçi güçlerin kendilerine dayatılan Ekmeleddin İhsanoğlu seçeneği karşısında Can Ataklı gibi boyun eğmek dışında başka bir seçenekleri yok mu gerçekten?
Bu soruya bir yanıt vermeden önce, bir an için seçime Cumhuriyetçi güçlerin de bir adayla katıldığını varsayalım. Örneğin bir an için, Emine Ülker Tarhan’ın aday olması için gerekli olan 20 milletvekilinin imzasının elde edildiğini ve Tarhan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimine 4. aday olarak katılma hakkını elde ettiğini düşünelim.
Peki, o zaman ne olacaktı?
10 Ağustos günü, sandık başına gidecek ve Emine Ülker Tarhan için oy kullanacaktık. Amaç, Emine Ülke Tarhan’ın Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha fazla oy alarak ikinci tura kalmasını sağlamak ve böylece ikinci tur oylamada Erdoğan’a karşı Cumhuriyetçi oyların toplanacağı bir direniş cephesi yaratabilmekti. Emine Ülker Tarhan’ın adaylığının tartışıldığı günlerde, Erdoğan’ı durdurabilmenin tek formülü olarak, özelikle Doğu Perinçek tarafından savunulan görüş bu değil miydi?
Bugün artık kesinleşti ki Cumhurbaşkanlığı seçimi sadece üç adayın katılımı ile yapılacak ve ne yazık ki bu stratejinin uygulanması mümkün değildir. Ama her şey yine de bitmiş değil.
Eğer Emin Ülker Tarhan seçime aday olarak katılsaydı, sandığa gidip onun birinci turda en çok oy alan iki adaydan biri olması için oy kullanacak olanlar, bence bugün de hâlâ bir şeyler yapabilirler. 10 Ağustos günü, yine sandığa gider ve BOŞ OY kullanırlar! Kısacası biz Cumhuriyetçi, laik demokrat güçlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayımız “BOŞ OY” olur!
Mesela bu şekilde davranılacak bir seçimde birinci tur sonunda şöyle bir sonuç ortaya çıkarsa bu nasıl yorumlanmalıdır?
ERDOĞAN: % 45
İHSANOĞLU: %22
DEMİRTAŞ: %7
BOŞ OY: %26
Bu durumda yasal olarak ikinci tur oylamaya Erdoğan ve İhsanoğlu katılma hakkını elde ederler. Ama birinci tur öncesinde Cumhuriyetçi, laik ve demokrat güçlerin birinci tur oylamada sandığa gidip BOŞ OY kullanacaklarının propagandası iyi yapılırsa, şu açık bir şekilde görülecektir ki, yasal sonuç ne olursa olsun bu, toplumsal gerçeği yansıtmamaktadır.
Böyle bir davranış tarzının iki sakıncası vardır: 
Birincisi, açıktır ki hukuksal sonuç almak olanaklı olmayacaktır.
Yani en nihayetinde ikinci tur oylama yine Erdoğan ile İhsanoğlu arasında olacaktır.
İkincisi de bu biçimde BOŞ OY kullanmak amacıyla sandığa gidip bir anlamda gövde gösterisi yapılsa bile, bu davranış en sonunda bu düzmece seçime, bu danışıklı dövüşe bir tür hukuksal geçerlilik, bir meşruiyet kazandıracaktır.
Ne var ki bu olumsuzlukların yanında elde edilecek bir kazanım vardır ki,
bence ilk iki sakıncayı dengeler.
Eğer Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda BOŞ OY’ların sayısı en azından sıralamada ilk iki arasında yer alırsa, başka bir anlatımla BOŞ OY’lar Ekmeleddin İhsanoğlu’na verilecek oylardan daha çok olursa,  o zaman bu ülkede Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin hâlâ var olduğu; bu tür düzmece seçimlerle, dayatmalarla Cumhuriyeti tasfiye etme girişimlerine kimsenin meşruiyet kazandıramayacağı bütün dünyaya gösterilmiş olur.
Böyle bir seçenek Can Ataklı gibi, en sonunda boyun eğip “ne yapalım başka yapacak bir şey yok ki?” demeye getirerek üstü kapalı bir şekilde Ekmeleddin İhsanoğlu için destek vereceğini açıklamaktan çok daha onurlu ve çok daha işlevseldir.
Bu önerdiğim seçeneğin daha radikal olanı, hiç sandığa gitmemek ve seçime katılım oranını en azından yüzde 70 altına düşürmektir. Bu ikinci seçeneğin daha az göze batıcı ve ses getirici olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, eğer kitlesel olarak yapılabilirse ve sonunda boş oylar en azından % 20’ler düzeyine çıkarılabilirse, sandığa gidip BOŞ OY kullanmanın da aslında Cumhuriyetçi, laik, demokrat güçlerin sesini duyurması için etkin bir yol olduğu açıktır.
Ayrıca böyle bir seçenek, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında gündeme gelecek CHP Olağanüstü Kurultay’ında Cumhuriyeti güçlerin elini güçlendirecek, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesini daha da kolaylaştıracaktır.
Kısacası, her şey bitmiş değil. Mücadele son dakikaya kadar sürmelidir. Hele ki sözkonusu olan Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi mücadelesi ise umutsuzluğa kapılmak, teslim olmak asla düşünülmemelidir.
Ne güzel diyordu Nazım:
Mesele esir düşmekte değil,Teslim olmamakta tüm mesele…
SERDAR ANT5.7.2014

***

17 Eylül 2016 Cumartesi

12 EYLÜL ...,



12 EYLÜL ...,




12 Eylül 2016 Pazartesi


“…Türkiye’deki gelişmeler öyle bir noktaya gelmiştir ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahalesinden başka bir çıkış noktası görülmemek tedir. Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale edecek,  ama gelişmeleri uzun vadede ordu da düzeletemeyecektir.”

(Haziran 1980 tarihli ABD Silahlı Kuvvetler dergisinden aktaran Mehmet Ali Birand, 12 Eylül 04:00, Karacan Yay., İstanbul, 1984, s. 33- 35)

***

“12 Eylül akşamı ABD Başkanı Carter, Washington’daki Kennedy Center’da “ Damdaki Kemancı ” müzikalini seyrediyordu. Oyunun yarısında locanın hemen dışındaki telefonu sinyal verdi. Beyaz Saray santralı, Dış işleri Bakanı Muskie’nin Başkan ile görüşmek istediğini söyledi ve bağlantıyı kurdu: ‘Mr. President, Türk Ordusunun komuta heyeti Ankara’da yönetime el koydu. Herhangi bir kaygıya gerek yok. Kimler müdahale etmesi gerekiyorsa onlar müdahale etti’ 

(Mehmet Ali Birand, 12 Eylül 04:00, Karacan Yay., İstanbul, 1984 s.33-35)

***

“Türk Silahlı Kuvvetleri, Ülkenin ve Milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hâkimiyetini diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle Devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır.

(Org. Kenan Evren, Genelkurmay Başkanı, 12 Eylül 1980, Saat 13:00’da yaptığı radyo-TV konuşması)



Sayın Evren şunun hesabını vermek zorundadır. 13 Eylül günü duran kan, 11 Eylül günü neden akıyordu. Hayır efendim! Verdiği cevaplar da kurtaramaz kendisini. Kendileri daha iyi biliyor niye durmadığını o kanların. Kanlar akıyordu, çünkü Sayın Evren’in Çankaya’ya çıkması gerekiyordu. Bu ithamla karşı karşıyadır.”

(Süleyman Demirel ile söyleşi: “Kanlar Evren’i Çankaya’ya taşımak İçin Akıyordu”, Nokta, 18.11.1990)

***

“Artık vatandaş öyle bir hale gelecekti ki, ‘lanet olsun, cumhuriyet geleceğine, ne gelirse gelsin, yeter ki sokağa rahat çıkalım, rahat gezelim, rahat ticaret yapalım’diyecekti

(Kenan Evren, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Org. Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri (12 Eylül 1980- 12 Eylül 1981), Ankara, 1981, s.22- 23)

***

“Komuta heyeti, bir taraftan sureti haktan görünüp, diğer taraftan tertip içinde olmuştur. Bu tertibi de iyi kamufle etmiştir. Elinizdeki yetkileri kullanıp devleti koruma ve kollama görevi yerine, devletin dibine dinamit koyanların akıttıkları kanları ikbalinizin merdivenlerine basamak yaptınız. Anarşiyi, terörü, vurgunu, soygunu önleme çağrılarına kulağınızı tıkayıp yangını seyre daldınız. Akan kanlar, yanan canlar, göl olan yaşlar karşısında darbenize meşru zemin yarattınız.

(Süleyman Demirel, “Demirel’den Evren’in Anılarına Yanıt”, Milliyet, 23.11.1990)

***

“Türkiye’yi her zaman hür dünyanın stratejik bir değeri olarak mütalaa etmişsizdir. Bu değerlendirme yalnız NATO çerçevesinde değildir. Netice itibarıyla NATO’nun gerçekleştirmesi gereken durumlar bellidir. Türkiye, NATO’nun ötesinde bir önem taşır. İyi bilirsiniz ki, Washington’da dostlarınız vardır. Başkan Reagan durumu gayet iyi kavramıştır. Başarınız için her desteği verecek. Sizin başarınız bizim de başarımız sayılır”

(ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig’in Org. Evren ile 14 Mayıs 1982’de yaptığı görüşme, Kenan Evren’in Anıları III, Milliyet Yay., 1991, s.28)

***

“Asıl zorlandığım konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına entegrasyonunu sağlamak olmuştu. Gerçi bu sorun sonraları daha kolay çözüldü. Biraz General Rogers sayesinde. Sayın Evren ile çok yakın dosttu. Sayın Evren’in, çok takdir ettiğim bu güçlü liderin iyi niyetli yaklaşımı olmasaydı, bu sorun çözülemezdi. Yıllarca uğraşıp, vaatler yapıp, telkinlerde bulunup başaramamıştık, ama dostlukla oldu. 1980 Harekatı olmasaydı, bu mümkün olmazdı

(ABD Başkanı Jimmy Carter’ın 1985’in Temmuz ayında Cumhuriyet muhabiri Ufuk Güldemir ile söyleşisinden aktaran Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü - Tank Sesi İle Uyanmak, Bilgi Yay., Ankara, 1986, s.105)

***

"... Seçimlere katılan üçüncü ve bizim hesaplarımıza en uygun parti ise eski Başbakan yardımcısı Turgut Özal'ın liderliğindeki Anavatan Partisi'dir.
... Amerikan diplomasisinin Türk generallerinden bilmelerini kesinlikle istediği nokta şudur: Toplumda bir gerginlik yaratılmadan, seçimlerde Özal'ın partisinin kazanması, demokrasiye erken dönüş için esen bir ümit rüzgarıdır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı, bu işin üstesinden gelinmesini dikkatle izlemektedir. Ancak geçmiş dönemdeki olaylar Amerikan yönetimini bu konuda kaygılandırmaktadır. Olayların akışı içinde Amerikan dış politikası, herhangi bir bunalım ortaya çıktığında kendisine etkili taktikler bulabilir.  İnsan hakları üzerinde etkili konuşma sanatını kullanarak diplomasi taktiklerini geliştirebilir. Amerikalılar, bir ulusun gerçekten oluşumunu beklerken pek fazla sabırlı olmadıklarını da unutmazlar."

(Wall Street Journal, 27 Ağustos 1983'den aktaran Yalçın Doğan, Dar Sokakta Siyaset 1980-1983, Tekin Yayınları,1985) 

***

“6 Kasım seçimleri öncesi ABD eski Dışişleri Bakanı Alexander Haig Ankara’yı ziyaret etti. Alman Sosyal Demokratları Ankara’dan Amerika’ya dönüşünde Haig’i Frankfurt’ta akşam yemeğine çağırdılar. …Yemekte ağırlık taşıyan konu Türkiye ve Türkiye’de 6 Kasım’da yapılacak seçimdi. Almanlar Haig’e tepeden inme bir soru yönelttiler:
‘Amerika neden Turgut Sunalp’i destekliyor?’
Haig şaşırdı ve çok önemli bir şey söyledi:
‘Amerika, Sunalp’i desteklemiyor.’
Şaşırma sırası bu kez Alman Sosyal Demokratlarındaydı:
‘Peki, kimi destekliyorsunuz?’
Haig çok net bir karşılık verdi:
‘Amerika, Özal’ı destekliyor.’ …Benim Ankara’ya gidiş nedenim asıl seçimlerle ilgili. Son zamanlarda Turgut Özal’ın seçimlere sokulmayacağına dair sözler dolaşıyor. Engelleneceği bildiriliyor. Bize böyle raporlar geliyor. Ben Amerikan yönetiminin bir ricasını ilettim Cumhurbaşkanı Evren’e. Türk ordusuna hayranlığımızı ve kendisinin sayesinde Türkiye’nin yeniden demokrasiye dönmekte olduğunu anlattım. Demokrasiye dönmenin şartları arasında da seçimlere girmesine izin verilen partilerin engellenmemesi gerektiğinin bulunduğunu söyledim. Bu nedenlerle Özal’ın seçime girmesinde bir engellemenin olmaması gerektiğini, bunun demokrasi açısından şart olduğunu söyledim.” 

(Yalçın Doğan, Dar Sokakta Siyaset 1980-1983, Tekin Yayınları,1985) 
https://ulusalbellek.blogspot.com.tr/2016/09/12-eylul.html



BU HUSUSTAKİ  GÖRÜŞLERİM..;

Sayın Serdar bey.., 
ÖNCE BAYRAMINIZI KUTLAYAYIM ALLAH SAĞLIKLI SIHHATLİ NİCE BAYRAMLAR NASİP ETSİN..

   O dönemi bizler de yaşadık.. Metin Toker in 03-01-1980 tarihinde yanı İhtilalden 9 ay önce basına  ( Hürriyet Gazetesindeki yazısını  bulup okuyunuz..  ) TAVSİYE MEKTUBU..,

   MGK  yi   AKAN KANIN DURMASI İÇİN DÖNEMİN İKTİDARINA TAVSİYE MEKTUBU GÖNDERİYOR MGK 9 AY ÖNCE 27 ARALIK 1979 TARİHİNDE.. DİKKATE ALINMIYOR KARDEŞ KARDEŞİ ÖLDÜRMESİN DİYEDE YAPILMASI GEREKENLERİ SÖYLÜYOR..  BASINA BU TAVSİYE MEKTUBUNUDA SIZDIRAN '' METİN TOKER '' İSMET İNÖNÜ DAMADIDIR..GECE SIKI YÖNETİM VAR ASKERİN KANUNLARA UYMAYANLARI YAKALADIĞINI GÜNDÜZ POLİS POL-BİR Lİ  SAGCI YI  POL-DER Lİ  SOLCUYU  YİNE SOKAĞA SALIYORDU  SENDİKALAR BÖLÜNMÜŞ 365 GÜNÜN 200 GÜNÜ GREVDE.. EGİTİM BÖLÜNMÜŞ SAĞCI OKU SOLCU OKUL TÖB-BİR  TÖBDER  ÖGRETMEN AYRIŞMIŞ.SANAYAĞI YOK SİĞARA YOK BENZİN YOK TÜP YOK < VAR AMA YOK DENMİYORMUYDU.? >) 

<  http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdullahmuradoglu/27-aralik-muhtirasinin-hikayesi-31963 >

BURADA 12 EYLÜLÜN TEMELİNDE BENCE 1974 KIBRIS HAREKATI VE 2 Cİ ÇIKARTMA ÜZERİNE ABD 6 CI FİLOSUNUN ÜZERİMİZE GÖNDERİLMESİ EGE NATO TATBİKATINDA MUAVENET GEMİMİZİN VURULMASI.1974 DEN 1980 NE 6 SENEDE KARDEŞİN KARDEŞE DÜŞMAN EDİLMESİ ALTINDAKİ DIŞ GÜÇLERİN  ROLÜ BENCE DAHA ÖNEMLİ  ASKERİ VE EKONOMİK ANBARGO YU BİZE KİMLER KOYDU? BUNLAR TEMEL ETKENLERDİR..BENCE  SAYGIYLA

..

24 Şubat 2016 Çarşamba

BİR MEKTUBA CEVAP


BİR  MEKTUBA  CEVAP


AYDINLIK GELECEK Hareketi] Re: Sayın Serdar Ant'ın eleştirisi için bir açıklama + Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a açık mektup No: 2

"Çanakkale İl Başkanı" imzalı bu yazı Zuhat Uzun isimli kişiden gelmiş. Oysa İşçi Partisi web sitesinde Çanakkale İl Başkanı olarak görünen isim Zuhat Yokuş...  İkisi aynı kişi midir, bilmiyorum. Öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Çünkü " Çanakkale İl Başkanı " şeklinde imza atıldığına göre, Ali Serdar Bolat gibi kendi adına değil, İşçi Partisi adına konuşuyor bu Zuhat Uzun! 


Kendisine yanıtım şudur: SAÇMALAMAYIN... 

Kimse adına, herhangi bir örgüt, oluşum ya da hareket adına konuşmuyorum. Sadece " Serdar Ant " olarak düşüncelerimi söylüyorum. Hiçbir örgüt, hareket ya da oluşumla da ilgim yoktur! Zuhat Uzun (ya da Yokuş) falcı mıdır ki, benim "İbrani Temizliği"  projesine sahip olduğumu ya da böyle bir açılıma olumlu baktığımı imâ edebiliyor. Benim bu konuda olumlu görüş bildiren tek bir satırımı, tek bir yazımı göstersin, ben bütün söylediklerimi geri almaya hazırımAma bunu yapamazsa, bu ithamından ötürü bir en azından bir düzeltme yapması gerekir. Hodri meydan! İşçi Partisi İl Başkanlığı, böyle ağzından çıkanı kulağı duymayan sorumsuzlara teslim edilmemeli!
İkincisi, bu orduyu düşmana teslim edecekmişiz! Bu birincisinden de aşağılık bir karalama... Bugüne kadar gerek sanal ortamda, gerek gerçek hayatta yazdığım yazılarda ordumuzun ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne taşeron kılınmasına, NATO  üyeliğinin yarattığı askeri bağımlılığa dikkat çekmeye çalıştım, bunu eleştirdim. Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında yazdığım her yazıda, yüksek rütbeli komutanların söyledikleri ile ilgili kaynakları gösterdim. Zaten kimsenin bir şey sakladığı da yok! Adamlar açık açık ABD'ci, AB'ci olduklarını ilan ediyorlar! Harp Okulları'nın ya da Harp Akademileri'nin açılışlarında ya da Kuvvet Komutanlıkları'nın devir teslim törenlerinde ABD'ye, AB'ye, küreselleşmeye övgüler dizen ben değilim, Zuhat Uzun'un alkışladığı bugünkü NATO Paşalarıdır! ABD, bana değil, eski Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'a " Üstün Hizmet Madalyası " verdi! Hizmet Madalyası, hizmet edene verilir! Ben, 30 sene Türk ordusuna şerefle hizmet etmiş bir askerin oğluyum. Benim babama ABD hizmet madalyası takmadı! Ama ABD'den hizmet madalyası alıp emekli olanlara, emekliliklerinde " Altıncı yıldızı " TÜSİAD takıyor! Onun için Zuhat Uzun gibilerinden bu konuda nasihat dinlemeye hiç ihtiyacım yok!
Kısacası sapla samanı birbirine karıştırmayın, egolarınızın esiri olmayın. Mustafa Kemal'in tam bağımsızlık ülküsünü, " Ya istiklal ya Ölüm" kararlılığını paylaşan, " Özgürlük ve bağımsızlık benim Karakterimdir " diyebilen ve bunu sadece söylemi ile değil eylemi ile de gösterebilen tek bir orgeneral, korgeneral, tümgeneral gösteremezsiniz! Bu komutanların tümü, sanki yeminliymiş gibi bağımsızlık sözünü bile ağzına almazlar!
Onun için mesnetsiz iddiaları, göz boyamaya yönelik laf salatasını bırakın. Benim bunlara karnım tok kardeşim...
Serdar Ant 
Binnur Zuhat Yokuş Uzun İP Kars adayıydınız, NE zaman Çanakkale il 
başkanı oldunuz bilmiyorum. Ama şayet "Bu orduyu düşmana teslim edin, 
yenisinin kuruluşunu da sizden bekleriz. Bu arada sizin de İbrani 
temizliği projeniz var mı?" Mesajını yazan siz iseniz ve Çanakkale İl 
başkanı sıfatıyla bunu yazmışsanız bir Çanakkaleli olarak buna en 
fazla üzülecek kişilerden biri benim. 

Binnur Hanım; Genel başkanınız  D.Perinçek ve nice aydınımızı Ergenekon süsüyle içeri atan gladyonun sponsorunun kim olduğunu sanıyorsunuz acaba. Rockefellerler başta birkaç Siyonist global şirketin olduğun bilmeden mi İP'ye il başkanı seçildiniz? Üstelik emperyalizmin tek yenildiği il olan Çanakkale'ye. 
Keşke bu  dediğinizi yapabilecek bir siyasi iktidar olabilse de 
Siyonist zulmünün dünya egemenliği kalksa.Siz bu bakış açısıyla Tarih 
Vakfının Çanakkale şubesiyle,dolaylı yoldan savunduğunuz İbrani  kökenli Siyonist katillerin sponsorluğunda Çanakkale sokaklarında Yahudi eserleri arayıp tarih bulduk diye halkımıza yutturursunuz. 

Ben Yahudi düşmanı değilim, ülkeme düşmanlık yapanın düşmanıyım. Bu 
babamın oğlu olsa da böyledir. Bu düşüncenizin İP'nin genel politikası 
olduğunu da düşünmüyorum. Ama öğrenmek için de gerekli yerlere 
soracağım. Dünyanın başının belası silah devi ABD'nin sadece 
göstermelik bir dev olduğu, asıl patronların Siyonist Yahudiler 
olduğunu ne zaman anlayacaksınız. Türkiye'nin ayrılıkçı kürt,global 
İbrani kökenli Siyonist çeteler,yeşil ihanetin kıskacında olduğunu 
anlayamadan mı İP gibi bir partiden siyasete girdiniz.Bu talihsiz mesajınıza lütfen açıklık getiriniz. 
Saygılar. 
Levent Kalem 

*****


Emperyalizmin dini imanı mı var ? Bu tür söylemleri hedef saptırma olarak görüyorum .Her kim uygularsa uygulasın sorun emperyalist politikalardır.İbrani temizliği bu gurupta açıkça ifade edildi. Kendimizi hak etmediğimiz  nitelemelere maruz bırakmayalım . Uzun zamandır Çanakkale il Başkanıyım .Eşim Çanakkaleli  .Ben aslen Karslı olduğumdan  bu seçimde memleketimi tercih ettim. Soyadlarımın ikisi de bana ait.Öyle  ufak hesaplarım olmaz. Selamlar
ZUHAT UZUN 
> Date: Tue, 23 Sep 2008 06:33:13 -0700


****

Sayın SERDAR Bolat, Sizin niyetinizi bu olabilir ve bu mektubu yazarken partili kimliğinizi ayrı tutma konusunda özen göstermiş olabilirsiniz. Ama siyasal eylem sürecinde bu ikisinin birbirinden ayrılması, kitleler tarafından net bir şekilde anlaşılmayabilir. Ama asıl önemli olan nokta şudur: İşçi Partisi de en kısa zamanda sizin birey olarak benimsediğiniz bu tutumu almalıdır artık. Benim özellikle vurgulamak istediğim budur. Selamlarımla,Serdar
 21 Eylül 2008 Pazar 23:12 tarihinde Ali Serdar Bolat <serdarbo...@superonline.com> yazdı: 
Sayın Ant,
 Eleştirileriniz faydalı oluyor.
 Ancak "İşçi Partisi böyle açık mektuplarla durumu idare edemez artık." sözleriniz yanlış anlamaya dayanıyor. Ben bu açık mektupları parti adına değil, şahsım adına yapıyorum.
 Parti adına yapsa idim adımın altına ilçe başkanı ünvanımı yazardım.
 Selamlar 
https://groups.google.com/forum/#!msg/aydinlik-gelecek-hareketi/GROFfk6HzNA/9wkEn3bXC0UJ

Kemal Simsek 
25 09 2008
Re: [AYDINLIK GELECEK Hareketi] Re: Sayın Serdar Ant'ın eleştirisi için bir açıklama + Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'a açık mektup No: 2
Değerli Cüneyt Itır Arkadaşım
 
Sizi sadece bu beyaz ekrana düşen sözcüklerinizle tanıyorum ama en az 2-3 yıldır da biliyorum.
 
Güzel bir insansınız.
 
Yüreğiniz bu halk ve bu ülke için atıyor, sevginiz yüksek.
 
Herşeyi yeniden düşünecek aklınız ve cesaretiniz var.
 
Bu toprakların değerleri üzerinden yükselecek gerçekten halkın olan emekten aydınlıktan yana siyasi düşünce ve örgütte
sizler önden giden olacaksınız, buna eminim.
 
Bugünlerde güç topluyoruz, akıl bilgi topluyoruz, zamana ihtiyacımız var ve zaman bize çalışıyor.
 
Biliyorum gidişat hızla çok kötüye. Ne kadar derine iterlerse itsinler, oradan karanlığı yırtar çıkarız.
 
Bizim mecazi anlamda nefesimiz güçlüdür. Bunca sene "su altına itildik" dayandık.
 
Değerli arkadaşlarım,
 
Özellikle 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi yüzlerce ilericiyi, yurtseveri, devrimciyi biçerken, öldürürken, sakat bırakırken, büyük sıkıntılara sokarken, hayatını karartırken BU ÜLKEYE VE HALKA YÜKSEK SEVGİNİN GEREĞİNİ YAPAN HALK ÇOCUKLARINA bunların reva görülmesini KENDİ ORDUSUNDAN TEMİZLENMESİNİ normal karşılayıp BU ÜLKEYİ HALKI İÇERİDEKİ BİR AVUÇ ŞEBEKE MENSUBU İLE DÜNYA YAHUDİ PARTİSİNE TESLİM EDENLERİN AYIKLANMASINA karşı çıkanların, ne solla ne de insanlıkla ilgisi olabilir.
 
Bu ülkede devrimi, ilericilik unsurları taşısada İbrani egemen yapılar içindeki siyasi partiler yapamaz. Ola ki başardıkları ancak REFORM ya da RESTORASYON olarak tanımlanabilir yani eski düzenin iyileştirilerek yeniden sürdürülmesi...
 
Bu sözüm diğerlerinin yanısıra İşçi Partisi için de geçerlidir, Türkiye Komünist Partisi için de...
 
Hele bu özel dönemde, bana Tuncay Özkan ve arkadaşlarının, İşçi Partisi yönetiminin, ta geçmişten bu yana TKP yöneticilerin kimlerden oluştuğunu analiz ettirmeyin, sevgili dostlarım. Kullanılan sloganları, seçilen kavramları... Gereğinden çok abartılıp öne çıkarılanları, hiç adı bile anılmayanları...
 
İlgili kişiler ne dediğimi anlıyorlar.
 
Son 6 senedir herşeyi ama herşeyi yeniden düşünüyorum, sorguluyorum, araştırıyorum...
 
Daha önceki çıkarsamalarımdaki ? işaretlerini azaltıyorum, tabi yeni ? işaretleri oluşuyor ama büyük resim bu 6 sene öncesinden çok daha net...Hala çok az bilgim olduğunu düşünerek, çok okumam ve araştırmam gerektiğini düşünsem de...
 
Sizi döne döne, HERŞEYİ AMA HERŞEYİ YENİDEN KENDİ AKLINIZLA DÜŞÜNÜN, SORGULAYIN VE ARAŞTIRIN diyorum dostlarım...
 
Etrafta ciddiye alınacak çıkarsama ve değerleme yapanların sayısı çok ama çok az...
 
Konuşmalarımızın ağırlık noktası, şu bu parti ya da hükümetin ya da emperyalistlerin ne kadar kötü olduğunu, şu ya da bu bilgiyle ortaya koymak olmamalıdır. Bunları hep biliyoruz.
 
YENİ BİR TÜRKİYE kurmalıyız. O yeni Türkiye'nin somut görüntüsünü ortaya çıkarmalıyız. Ve o Türkiye'yi kimlerle nasıl kuracağımızı konuşmalıyız.
 
Bunun için hummalı bir çalışma içine girmeliyiz. SANAL KÜTÜPHANE, SANAL FORUM ALANI, İNTERNET GAZETESİ ve diğerleri (SÖZLÜK ÇALIŞMAM dahil) bunun için kullanılacak araçlardır. Bilgi işlemin sağladığı olanaklardan en iyi şekilde yararlanmalıyız.
 
Tabii ki kafamda genel anlamda, çerçevesi genel hatları ile çizilmiş, devrimci programın kaba ön hali olarak düşünülebilecek değerlendirmeler var. Bunlar hakkında ipucu verecek değerlendirmelerim de oldu. Ama bunu hep birlikte büyük bir çalışma ile ortaya çıkarmak gerekiyor. Bu konuda ileride yeniden düşüncelerimi paylaşacağım.
 
İçten Sevgilerimle
Kemal Şimşek
 
 *****
Değerli Binnur Zuhat Uzun
 
Bu grup içinde bu konuda yeterince söz söylendi. Daha önce de dediğim üzere, sizinki bilindik İbrani özsavunma tepkisi.
 
Ortadan kaldırılacak olan İbrani ayrımcı cemiyetçilik anlayışıdır, İbraniler değildir.
 
Yeni ortaçağ düzeninde emperyalizmin kullandığı din vardır, imanı yoktur. Yeni Ortaçağ düzeni de eskisi gibi semboller üzerinden yürür.
 
Eğer bu ülkede, su üstündekilerin tümü İbrani ise, siz bunu çok çalışmalarına, çok akıllı olmalarına, biraz da dayanışmalarına bağlayabilirsiniz. Biz İbrani ayrımcılık anlayışı diyoruz ve tepemizdeki şebekeyi bu özelliğin bir araya getirdiğini, ülkemizde İsrail'in kendi ülkesinden daha güçlü olmasının nedeninin bu olduğunu söylüyoruz.
 
İşçi Partisinde yönetim kadrosuna kimler nasıl seçiliyor konusuna, bu özel günlerde girmeyeceğim.
 
Bu konuda görüşlerimi doğrudan genel başkanınıza ilettim. Bu da yeterlidir.
Kendisinin bu durumu aşma yanlısı olduğu izlenimi edindiğim için, yanılıyor olabilirim, İP'ne olumlu bakıyorum.
 
Bu ülkede, başka ülkelerde olan biten konusu ayrı, İbrani ayrımcı cemiyetçiliği vardır, zenginler sınıfı ve çevresi büyük çoğunlukla İbranilerden oluşur, sözde sol değerleri İbraniler tekeline aldığı için, zavallı halkımıza başka değerleri sahiplenmek kalmıştır.
 
İbrani egemen anlayış, halksızdır, halkı nesne olarak görür, çeşitli kademelerde bir bilen İbraniler, zavallı halkı bilinçlendirip iktidara gelinecektir. İktidarda iken neleri nasıl yapılacağı konusundan ziyade, bugünkü iktidarın, emperyalistlerin ne kadar kötü olumsuz oldukları anlatılır durur.
 
Halkımız birkaç yüze kelime ile konuşuyor diye yerilirken, bu arkadaşlarımız da istendiğinde listeleyebileceğim ve içi boş ama hoş birkaç yüz kavram üzerinden halkı etkilemeye güya bilinç aşılamaya çalışır.
 
İçimizdeki dışımızdaki İsrail'e, zenginler sınıfına ve çevresine, şebekeye karşı olmayan ne ANTİ EMPERYALİSTTİR ne de SOLCU...
 
Vasat İbranilerin kolay ezberlebilen laf ebeliği ile parti yönetimleri doldurmaları, düşün peşimize demeleri, kırk yıldır dinmeyen bir akıldışılıktır bu ülkede.
 
En iyi ekonomi profesörlerini içinde barındıran partide, son devlet müdahalelerini sosyalizmle karıştırabilme, döviz kurları çıkarsa Türk şirketleri yabancıların eline geçer diyebilme (Koç'ların ağzı), Koçlar sabancılar da zavallı küresel emperyalizm onların da mülklerine el koyacak diyebilecek kadar sığ ve sağ düşünceler ifade edilebilmiştir. İktidara gelindiğinde izlenecek ekonomi siyasetlerini, partinin üst yönetimindekiler bile bilmemektedirler, muhtemelen çoğu işte Atatürk dönemindeki gibi karma ekonomi diyecektir, bugünün koşulları ona uygun ise bunu CHP yapar, devrimci bir partiye ne gerek var sorusunun yanıtı boştadır.
 
Bir sonraki seçimlerde yine yüzde biri bulmayan oy alındığında,
Osman Pamukoğlu'nun partisini ya da Tuncay Özkan'ın partisini ABD'nin kurdurduğunu ve oylarınızı çaldığını, zaten seçimlerin önemli de olmadığını, seçimlerden önce ise barajı aştığınızı söylersiniz.
 
6 yıldır İşçi Partisi yönetimi ile bir şekilde ilgileniyorum. Düşüncelerimi paylaşıyorum.
 
Bu İşçi Partisi'ne açık mektubumdur.
 
Sonuçta ortaya çıkarılacak olan yeni bir partidir. Bunu biz kuracağız, bugün ya da yarın. Siz de varsanız, kapımız açık.
Yoksa sizin yolunuz açık olsun.
 
Bu ülkede emekten aydınlıktan yana, ülkesini halkını seven, bu ülkede bağımsız başı dik onurlu insanca her tür ayrımcılığın dışlandığı düzende yaşamak isteyenlerin sayısı onmilyonlardır, birkaç on bin değil.
 
Her tür ayrımcılığın dışlanmasına, ortadan kaldırılmasına Hitler suçlaması ile yanıt vermek ancak gerici siyonistlerin ağzı olabilir.
İP yönetiminde bu ağızla konuşanları görmek yadırgatıcı. Toptancı yahudi düşmanlığı yapanları haklı çıkarıyorsunuz.
 
Bilginize
Kemal Şimşek
 
 
...