SÜLEYMAN DEMİREL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SÜLEYMAN DEMİREL etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2020 Cuma

Cumhurbaşkanlığı Seçimi.,

Cumhurbaşkanlığı Seçimi.,


Dr. Tahir Tamer Kumkale,
31 Ocak 2000 Pazartesi 

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Mayıs ayında yasal süresi dolmaktadır. Bu tarihte yeni Cumhurbaşkanı için seçim yapılacaktır.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara odur ki daha birkaç yıl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevi de büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır. Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır. Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Evet, bugün yürürlükte bulunan anayasamıza göre cumhur başkanları yedi yıllık süre ile ancak bir kere seçilebiliyorlar. Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasanın değişmesi gerekir. Bunun için T.B.M.M. üye tam sayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyası başlatıldı.
"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat bize göre artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965'lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı olmuştu.

- Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyor mu ?
- Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyor mu ?
- Yoksa yetişiyor da kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ? Göreve talip değiller mi ? Yoksa görev verildi de görevden mi kaçtılar ? Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.? Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatlı gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz. Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

- LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN.

..Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

- Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha iyi sergileyebilirsiniz.

- Bu ülkenin siz olmadan da büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.

- Bunu yapın ki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüzleştir sin ve tarihteki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
31 Ocak 2000 Pazartesi

BİLDİRİ-YORUM

2000-2012 | 
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=11


***

14 Temmuz 2017 Cuma

REFAH-YOL HÜKÜMETİ DÖNEMİ BÖLÜM 1




 REFAH-YOL HÜKÜMETİ DÖNEMİ, BÖLÜM 1 


1. REFAH-YOL Hükümetinin kuruluşu: 

 ANA-YOL Hükümetinin sona ermesi üzerine, Cumhurbaşkanı Demirel’in, hükümeti kurma görevini seçimlerde en yüksek oyu alan Refah Partisi (RP) lideri Erbakan’a vermesiyle Türkiye siyasi tansiyonu yüksek yeni bir döneme girmiştir. Erbakan, diğer siyasi parti yetkilileriyle yaptığı ilk görüşmelerde olumlu bir netice alamamıştır. Bu süreçte 22 Haziran 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinde ANA-YOL koalisyonunun yeniden kurulması yönündeki görüşler yeniden gündeme getirilmiştir. 

 Erbakan’ın temaslarında RP ve Doğru Yol Partisi (DYP) arasındaki görüşmelerde ilerleme kaydedildiğinin ortaya çıkması üzerine, bazı DYP milletvekilleri79 
partilerinden istifa ederek ANAP’a geçmiştir.80 Nihayet 28 Haziran 1996 tarihinde, RP lideri Erbakan, DYP ile ikişer yıl sürecek “dönüşümlü Başbakanlık” önerisi temelinde bir koalisyon hükümeti kurulması konusunda anlaşma sağlamıştır. Böylece ANA-YOL modeli esas alınarak, yeni bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. 
Protokole göre ilk iki yıl için Erbakan’ın Başbakan olması, Çiller’in ise Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olması öngörülmüştür. 

 Kamuoyunda REFAH-YOL olarak bilinen RP-DYP koalisyonu, 8 Temmuz 2006 tarihinde yapılan oturumda yapılan güven oylaması sonucunda, 54’üncü Cumhuriyet Hükümeti olarak kurulmuştur.81 

 RP’nin, DYP ile işbirliği yaparak Türkiye siyasi tarihinde ilk kez iktidara gelmesi, RP dışında kalan toplum kesimlerinde, “ Siyasal İslam ”ın yükselişi olarak 
görülmüş ve “ Laik Cumhuriyet Rejimi ” nin, “ Şariat ” ya da “ Askeri Yönetim ” ikilemiyle karşı karşıya kaldığı şeklinde değerlendirilmiştir. 

 Nitekim, REFAH-YOL’un kurulması merkez medya organlarında şaşkınlık ve tepkiye yol açmış; hükümet aleyhinde kampanya yürütülmeye başlanmış, hükümeti yıpratma faaliyetleri hızlandırılmıştır. 

2. Başbakan ERBAKAN’ın bürokrasi ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkileri: 

 Aralık 1995 seçimlerinde birinci parti olarak çıkan RP’nin lideri Erbakan, partisinin iktidar ortağı olacağını düşünerek, asker, sivil bürokrasisi, sermaye çevresi, üniversiteler, sivil toplum kurulışları ve merkez medya ile iyi diyalog kurmak için gayret göstermiştir. Başta asker ve sivil bürokrasi olmak üzere, toplumun geniş kesimlerinde var olan, partisi aleyhindeki görüşleri bildiğinden, Başbakanlığının ilk günlerinden itibaren, yerleşik iktidar güçleriyle iyi ilişkiler kurulmasına önem vermiş, kendisini yerleşik devletin asıl sahibi gören asker ve sivil bürokrasiyle iyi geçinmeye çalışmış, devlette artık teamül haline gelen, davranış kalıplarının dışına çıkmamaya özen göstermiştir. 

 MGK düzeyinde, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış güvenlik tehditleri hakkında bilgi alan ERBAKAN, Türkiye’nin özellikle ABD, AB ve İsrail’le ilişkilerinin önemi konusunda bilgilendirilmiştir. 

 Nitekim, ERBAKAN, bu bilgilendirmenin yapıldığı MGK toplantısının hemen sonrasında, Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmasına onay vermiş; sonrasında ise Türkiye ve İsrail Genelkurmay Başkanlıkları tarafından müzakere edilen, “Gizli” gizlilik dereceli “Türkiye-İsrail Askeri Eğitim ve Savunma Sanayii Anlaşması”nı “kamuoyuna açıklanmamak kaydıyla” imzalamış, daha önce yargı yolunun açık olmasını talep ettiği YAŞ toplantısında, askerler tarafından hazırlanan “ihraç dosyaları”nı incelemiş ve neticede “irticai faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle 13 subay ve astsubayın ihraç edilmesine; aşırı sağ ve sol örgütlerle ilişkili 13 subay ve 16 astsubayın da ilişiklerinin kesilmesine kararını imzalamıştır. 

 Bu çerçevede, 1977 yılında Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümetinden bu yana, Türkiye’de “muhafazakar” partilerin her iktidara geldiğinde gündeme getirilen, Taksim’e Cami inşa etme projesi için gerekli izin, Kültür Bakanlığına bağlı Eski Eserler ve Anıtlar Genel Müdürlüğü’nden çıkmasına rağmen, kamuoyundaki tepkiler üzerine,82 proje 28 Şubat’ın baskıcı uygulamaları nedeniyle yapılamamıştır. 

 31 Ağustos 1996 tarihli gazetelerde RP Van milletvekili Fethullah Erbaş’ın terör örgütü tarafından kaçırılan Türk askerlerinin serbest bırakılması ve 
Abdullah Öcalan’ı silah bırakmaya ikna etmek amacıyla İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal ile birlikte Kuzey Irak’taki bir PKK kampına gittiği, burada 
PKK bayrağı altında çektirdiği fotoğraflarının yayımlanması tepkiyle karşılanmıştır. 

Cumhurbaşkanı Danışmanı Arcayürek, Demirel’in RP’nin PKK’lılara af ve uzlaşma içeren önerilerini sert bir dille eleştirdiğini öne sürmüştür. 

   Başbakan Erbakan’ın, aynı gün düzenlenen 30 Ağustos Bayramı törenlerinde Cumhurbaşkanı Demirel tarafından sert bir dille uyarıldığı iddia edilmiştir. 83 

   Başbakan Erbakan, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının da katıldığı, 6 Eylül 1996’da gerçekleştirilen Adli Yıl açılış töreninde bir konuşma yapan Yargıtay Başkanı Müfit Utku “Türkiye’ye şeriat getirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini” ifade etmiş; Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen ise “Ülkemiz trafik kazalarını mevlit okutarak ve kurban keserek önlemek isteyen, yağmurun çaresini duada bulan, bütçe açığını karşılamak için Allah’ın nimetlerini kaynak gösteren ve dini politikaya alet eden bir zihniyetle idare edilmektedir” demiştir.84 Utku ve Özgen’in Komutanlar tarafından tebrik edilmesi üzerine, töreni müteakip düzenlenen resepsiyona Başbakan ve Bakanların katılmadığı basına yansımıştır. 

 12 Eylül 1996 tarihinde DYP Genel Başkan Yardımcısı Meral Akşener’in medya patronlarına yönelik olarak, “Çiller fanatiği gençleri tutmakta zorluk yaşayacaklar” şeklinde açıklama yapması gündemi değiştirmiştir. Akşener’in bu açıklaması Meclis’te DSP lideri Ecevit tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş; 
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli ise sözkonusu açıklama hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. 

 Hükümetin “Zorunlu Tasarruf Yasası” ve “Bedelsiz Otomobil İthalatı Kararnamesi” işçi sendikaları tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 15 Eylül 1996 tarihinde, Bursa’da düzenlenen “yerli üretime saygı” mitinginde, hükümet protesto edilmiştir. TÜRK-İŞ Başkanı Bayram Meral’in Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret ettiğinde “tasarruf teşvik fonlarının geri ödenmesinin bir takvime bağlanması” ve “Bedelsiz Oto Kararnamesi’nin durdurulması” önerilerinin yer aldığı basına yansımıştır. Meral’in ayıca, devletteki kadrolaşmaya dikkat çektiği öne sürülmüştür. 

 27 Eylül 1996 günü Karadayı’nın Türkiye’yi Afganistan’a benzettiği konuşmasının basında yer alması üzerine, Başbakan Yardımcısı ÇİLLER’in, “Afganistan’la Türkiye’yi kıyaslayanlar Atatürk’ü anlamamışlardır” şeklindeki sözleri basına yansımıştır.85 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL ise ertesi gün “laikliğin kıymetini bilin” şeklinde bir açıklama yapmıştır.86 

 YÖK Başkanı ve Rektörler “Atatürk devrimlerinin ve ilkelerinin yakın izleyicisi olacaklarını” ifade etmiştir. 

 27 Eylül 1996 tarihli MGK toplantısında, Genelkurmay ve MİT tarafından verilen birifinglerde, İran’ın PKK’ya destek verdiğinin anlatıldığı, Erbakan’ın bu durum 
karşısında sessiz kaldığı öne sürülmüştür. 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL, 1 Ekim 1996 tarihinde TBMM açılışında yaptığı konuşmada, “Cumhuriyetin temel nitelikleri değiştirilemez” şeklinde konuşmuş; bu töreni Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da izlemiştir. ANAP lideri Yılmaz, 2 Ekim’de, Meclis’teki grup toplantısında “darbe hakkında bilgisinin” 
olduğunu ifade etmiştir. RP Grup Başkanvekili Kapusuz bu konuşmaya tepki göstermiştir. 

 Başbakan Erbakan, 3 Kasım 1996’da gerçekleştirilen ara yerel seçimlerde, “ilk defa halkın inancının iktidara geldiğini” ifade etmiş, partinin seçim propagandası 
çalışmalarında, “üniversitelerde başörtüsü nedeniyle mağdur olan öğrencilerin mağduriyetlerinin sona ereceğini” ve “karayoluyla haccın mümkün olacağını” 
taahhütlerinde bulunulmuştur. 

 5 Aralık tarihli gazetelerde, “üst düzey bir askeri yetkili” kaynak gösterilerek yapılan haberlerde, “Eşkiyanın bile kıyafeti, elinde silahı var. Onu bertaraf etmek kolay, ama diğerlerini tanımak zor. Bu nedenle rejim açısından daha büyük tehlike. Şeriat tehlikesi, ordunun üst kademelernce MGK toplantıları başta olmak üzere her düzeyde vurgulanmaktadır” denilerek, şeriat tehlikesinin PKK’dan daha öncelikli bir tehdit olduğu görüşü gündeme getirilmiştir. 

 Nitekim, sözkonusu YAŞ toplantısında, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Başbakan Erbakan’a verilen brifingde “iç ve dış tehditler kapsamında 
irticanın/şeriatın PKK’dan daha öncelikli bir tehdit olduğu” vurgulanmış; toplantı sonucunda, 58 subay/astsubay ile 11 personelin irticacı oldukları 
gerekçesiyle Ordu’dan uzaklaştırılması kararlaştırılmıştır. ERBAKAN, bu dayatma karşısında sessiz kalarak kararları imzalamıştır. 

 20 Aralık 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşetinde; “Bu defa işi Silahsız Kuvvetler halletsin” manşeti atılmıştır. Ertuğrul Özkök’ün köşesinde yer alan 
röportajdan alınarak haberde konu edilen bu sözün Dz.K.K.Ora.Güven Erkaya’ya ait olduğunu gazeteci Sedat Ergin tarafından daha sonra açıklanmıştır. 

 9 Ocak 1997 tarihinde Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 

 27 Ocak 1997 tarihli MGK Toplantısında, ilk kez Ağustos ayı MGK toplantısında gündeme gelen irtica konusunun Dz.K.K.Ora.Güven ERKAYA tarafından bir kez 
daha gündeme getirilmiştir. Basına göre bu toplantıda ERKAYA, “Aşırı dinci akımlar bugün PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline gelmiştir. 
PKK tehdidi ikinci plana düşmüştür” açıklamasını yaparak, irtica konusunun MGK gündemine gelmesini istemiştir. Diğer Komutanların da bu görüşe iştirak 
etmesi üzerine Cumhurbaşkanı DEMİREL’in de, bu konunun Şubat ayında yapılacak MGK toplantısında gündeme alınmasına karar verdiği öğrenilmiştir. 

 3 Şubat 1997 tarihinde Başbakan Necmettin ERBAKAN, partisinin Merkez Karar Yürütme Kurulu Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, hükümet programında 
"din-vicdan özgürlüğü" konusundaki düzenlemenin kamuda türban serbestisini de kapsadığını ve bu konuda DYP Genel Başkanı Tansu ÇİLLER ile anlaşma 
sağladıklarını söylemiştir. 

 22-25 Ocak 1997 tarihleri arasında GnKur. Bşk.İsmail Hakkı KARADAYI’nın başkanlığında Gölcük Donanma Komutanlığında üç gün süren bir toplantı yapmıştır. 
Bu toplantıya GnKur. Bşk.İsmail Hakkı Karadayı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Ordu Komutanları, Harp Akademileri Komutanları, 
İlgili genelkurmay “J” başkanları daire başkanları, Genelkurmay Adli müşaviri ve diğer ilgili personelin katıldığı anlaşılmıştır.87 

 Basına göre bu toplantılarda Komutanlar şu değerlendirmeleri yapmıştır: 

 - Org. Koman’ın Susurluk Komisyonu’na çağırılması “ Şova ” yöneliktir. 

 - Bir generalin, bir semte Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir. 

 - Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. 

 - TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Orduyu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir.” 

 Basında, askerlerin sorunların demokratik zeminde çözümlenmesine özen gösterme ve bu maksatla üç maddelik bir eylem planı üzerinde anlaştıkları öne 
sürülmüştür. İlk iki maddenin “Batı Harekat Konsepti esasları çerçevesinde sorunların MGK’da gündeme getirilmesi, brifinglere devam edilmesi 
olduğu, üçüncü maddenin ise sır olduğu” öne sürülmüştür. 

   Refah-Yol Hükümeti Döneminde Önemli Siyasi ve Sosyal Olaylar 

   _Kamuoyunda İrtica Algısı Oluşturan Olaylar: 

 REFAHYOL hükümeti iktidara gelir gelmez, bazı camilerin önünde özellikle Cuma günlerinde bazı aşırı uç gruplar tarafından çeşitli eylemler düzenlenmeye 
başlamıştır. Bunlardan en dikkat çekici olanı, Acz-i Mendiler olmuştur.88 6 Ekim 2006 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde zikir çekerek “şeriat isteriz” şeklinde 
bağıran sakallı, cüppeli ve asalı Acz-i Mendi görüntüleri, günlerce televizyon ve gazetelerde yayımlanmıştır. RP Başkanvekili KAPUSUZ, bunun bir provakosyon 
olduğunu söylemiştir. 

 Bu gösterilerin zamanlama olarak Başbakan’ın Libya gezisine denk gelmesi bu yayınların etkisinin artmasına yol açmıştır. 20 Ekim tarihinde yine aynı yerde 
gösteri yaparak, Atatürk’e hakaret eden yüz civarındaki Acz-i Mendi gözaltına alınmıştır. 

 Öte yandan, İstanbul’un Fatih/Çarşamba semtinde bulunan Ali Kalkancı’ya ait, tarikat olduğu söylenen oluşum ortaya çıkmıştır. Fadime Şahin adlı bir kadının 
Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz arasında özel ilişkiler olduğu öne sürülmüştür. Gündüz’ün Fadime Şahin’le basılma görüntüleri polis kameralarınca çekilerek 
yayımlanmıştır. Daha sonra, Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin’in özel olarak görevlendirilmiş kişiler olduğu öne sürülmüştür.89 

 Bu olayların 28 şubat sürecini tetikleyen kurgulanmış olaylar olduğu, Aczmendiler, Fadime Şahin, Ali Kalkancı gibi isimlerin provokasyon amaçlı kullanılmış oldukları yapılan tetkiklerde görülmüştür. 

   _Susurluk Olayı: 

 Yerel ara seçimlerin yapıldığı 3 Kasım 1996’da, Susurluk skandalı patlak vermiş; “kanun kaçağı” Abdullah Çatlı’nın, sevgilisi olduğu söylenen Gonca Uslu 
ile birlikte, eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Bucak aşireti reisi ve DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak’la birlikte otomobile bir kamyonun çarpmasıyla, devlet içindeki karanlık ilişkilerin su yüzüne çıktığı öne sürülmüştür. 

 Bu olayın ardından, basın organlarında, “ Derin Devlet ” ve “devlet-mafya-siyaset üçgeni” iddiaları tartışılmaya başlanmıştır. Bu olayın içinde DYP’li bir vekilin 
olması, Çiller’in kazadan yaralı olarak kurtulan Bucak’ı hastanede ziyaret etmesi, ölen Çatlı için TBMM Genel Kurulu’nda “ Devlet için kurşun atan da, kurşun 
yiyen de bizim için şereflidir ” şeklindeki sözleri, basın yayın organlarında eleştirilmiştir. 

 Erbakan’ın, bu gelişmeler karşısında, basında çıkan haberler için “fasa fiso” diyerek, olayı “medyanın abarttığını” öne sürmesi bu kez RP’nin eleştirilmesine 
neden olmuştur. Erbakan’ın koalisyon ortağını korumak için bu sözleri sarf ettiği öne sürülmüştür. 

 Bu gelişmeler üzerine, Çiller, skandala adı karışan İçişleri Bakanı ve eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın istifasını istemiştir. ANAP lideri YILMAZ, 
Cumhurbaşkanı DEMİREL’den Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilmesini istemiş ancak Demirel “sistemin işletilmesi” gerektiğini söyleyerek, talebi geri 
çevirmiştir. Müteakip günlerde, YILMAZ, Almanya gezisi sonrası uğradığı Budapeşte’de kaldığı otelde kimliği belirsiz bir kişinin yumruklu saldırısına uğramıştır. 

 Neticede, daha önce, Erbakan’ın Libya gezisine ilişkin kararnameyi imzalamamasından dolayı parti içinde gerginliğe yol açan AĞAR, 8 Kasım 2006’da “ herhalde Kaddafi memnun olmuştur ” diyerek istifasını sunmuş90 ve yerine Meral Akşener getirilmiştir. Akşener’in ilk işinin Ağar’ın imzalamadığı 
Erbakan’ın Libya gezisi kararnamesinin imzalanması olduğu öne sürülmüştür. 

 Bu olayı araştırmak amacıyla, 13 Kasım 1996’da, üç ay için görev yapacak Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu kurulmuştur. Komisyon Başkanı 
Mehmet Elkatmış, olayın arkasında JİTEM’in olabileceğini işaret etmiştir. Bu olay hakkında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan sözkonusu raporun bir bölümü “devlet sırrı”91 sayılarak yayımlanmamıştır. 

 9 Ocak 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Çankaya Köşkü'nde bir görüşme yapan Başbakan Necmettin Erbakan, Susurluk kazasıyla ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu'nca hazırlanan raporun Demirel’e sunulduğunu söylemiştir. Susurluk konusunda orduya yönelik açıklamalar yapan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Vekili Hanefi AVCI mahkeme kararıyla tutuklanmıştır. 

 Başbakan Necmettin Erbakan daha sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'yı ziyaret etmiştir. 

 10 Ocak 1997 tarihinde Adalet Bakanı Şevket Kazan düzenlediği basın toplantısında, Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerince hazırlanan Susurluk raporu hakkında bilgi vermiş; adli mercilerce soruşturması istenenlerin 35, tanık olarak dinlenmesi istenenlerin de 85 kişi olduğunu söylemiştir. 

 Başbakan ERBAKAN Susurluk skandalını araştırmak amacıyla MİT’e de ayrıca bir rapor hazırlatmıştır. Bu rapor sadece mecliste grubu bulunan parti başkanlarına 
verilmiştir. 

 Bu gelişmeler sonrasında, 15 Eylül 2011 tarihinde Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar hakkında 
“ Suç örgütü yöneticisi ” olduğu gerekçesiyle 5 yıl hapis cezası istenmiştir. 

 Konuyla ilgili olarak Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Komisyonumuza bilgi vermiştir.92 

  _ “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” Eylemi: 

 Susurluk skandalı toplumda yaygın bir infiale sebep olmuş; skandalın üzerinin örtüldüğümü düşünen “Yurttaş Girişimi” adı verilen bir grup aydın tarafından 
1-29 Şubat 1997 tarihlerinde yürütülen “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” adlı kampanyalarla, Susurluk’ta açığa çıktığı öne sürülen “derin devlet”  hedef alınmıştır. Ancak, Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın bu eylemi “mum söndü”ye benzetmesi, başta Alevi vatandaşlarımız olmak üzere, toplumun geniş 
kesimlerinde infiale sebep olmuş; böylece protestolar özellikle Refah Partisi’nin aleyhine dönük kampanyaya dönüştürülmüştür. 

  _ Refah Partili Belediyelerin ve Milletvekilerinin Eylem ve Söylemleri: 

 28 Şubat sürecinin en tartışmalıkonularından bir diğeri de, Refah Partili belediye başkanlarının yaptığı açıklamalar olmuştur. 28 Şubat sürecinde Refahlı 
belediyelerin kamuoyundaki “hizmet veren” imajı zedelenmeye çalışılmış, belediyeler üzerinden RP yıpratılmaya çalışılmıştır. Özellikle, Sincan, Şanlıurfa, Bingöl, Konya, Ankara gibi Refah Partili belediyelerle ilgili haberler öne çıkarılmış; aynı şekilde Refah Partili Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, 
İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’nın, Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın çeşitli yer ve tarihlerde yaptığı konuşmaların video kasetleri ara ara 
TV ve gazetelerde “Şok şok…Flaş Haber” üst başlıkları ve gerilim müzikleri fonuyla konu edilmiş, çeşitli tartışma programları düzenlenmiş ve sürekli sıcak 
tutulmuştur. 

 Şevki Yılmaz’ın Arafat’ta yaptırdığı yemin, günlerce TV ekranlarından “Şeriat yemini” gibi başlıklarla haberleştirilmiş, İlahiyat mezunu olan ve dini vaazlarıyla tanınan Şevki Yılmaz’ın yaptığı dini içerikli konuşmalar dönemin ruhu içinde “şeriat konuşmaları” gibi sunulmuştur. Bazı Refahlı belediyelerin ve Refah Partisine yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıfların yine aynı dönemde başlattıkları “alternatif Yılbaşı” etkinlikleri de, irticai kalkışma olarak sunulmuştur. 

 Sultanbeyli Belediyesi; 

 28 Şubat döneminde adı sık sık irticaın merkezi olarak takdim edilen İstanbul’un Sultanbeyli ilçesinde, 11 Ocak 1997 tarihinde, dönemin 2’nci Zırhlı Tugay 
Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu tarafından, Belediye Başkanı’nın onayı alınmaksızın, ilçe meydanına Atatürk anıtı yaptırılması uzun süre kamuoyunu 
meşgul etmiştir. 

 28 Şubat darbesini soruşturan savcıya 6 Kasım 2012 tarihinde ifade veren dönemin Sultanbeyli Belediye Başkanı Nabi KOÇAK’ın; “Doğu Silahçıoğlu'nun 
bölgede provokasyon peşinde koştuğu, Meydana fiber Atatürk büstü diktikleri, amaçlarının büstü yaktırıp suçu Müslümanların üzerine yıkmak olduğu, heykel 
yakılmasın diye 15 gün boyunca başında nöbet tutturduğu, sonra fiber heykel yerine tunç olanını diktikleri" şeklindeki basına yansımıştır. 

  _Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım konuşması; 

KARATEPE’nin 10 Kasım törenlerine ilişkin konuşması basında irticaın ayak sesleri olarak yansıtılmıştır. Karatepe’nin konuşmasındaki “İnancımıza saygı 
duyulmadığı bu dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törene katıldım… Bu zulüm düzeni yıkılmalıdır….Müslümanlar içinizden bu hırsı, bu kini, bu nefreti, bu inancı eksik etmeyin” şeklindeki sözleri basında günlerce işlenmiştir. 

 Refah Partili Kayseri Belediye Başkanı Karatepe, bu sözleri dolayısıyla medya eliyle suçlanmış, siyasi irade görevden almış, resmi görevlerinden el çektirilmiştir. 
Dönemin Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe 02.11.2012 tarihinde Komisyonumuza bu konuda açıklamalarda bulunmuştur. 93 

 Diğer taraftan, bu süreçte Refah Partili Belediyeler de sıkı gözlem altına alınmış ve teftişten geçirilerek yargısal süreç başlatılmıştır. 

 Bunlardan; Gebze İlçesi Belediye Başkanı Ahmet PEMPEGÜLLÜ hakkında MGK Genel Sekret erliği tarafından alınan ihbar mektubu işlem yapılmak amacıyla İçişleri Bakanlığı’na gönderilmiştir.94 Yazının sonuç bölümünde; “Uygun görüldüğü takdirde, konunun 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre incelenmesi için yazımız ve eklerinin Teftiş Kurulu Başkanlığına havalesi” istenmiştir. 

 İçişleri Bakanlığı tarafından söz konusu yazı hakkında işlem yapılmıştır. 

 _ Kudüs Gecesi etkinliği: 

 Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile dönemin İran Büyükelçisinin de iştirak ettiği bu etkinlikte çeşitli şiirler okunmuş, İsrail’in Filistine uyguladığı baskı bir tiyatro 
gösterisiyle izleyicilere gösterilmiş ve Refah Partili Belediye Başkanı tarafından Filistin’de uygulanan baskı ve zulüm konusunda bir konuşma yapılmıştır. 
Ancak bu etkinlik, gazetelerde “Türkiye İran mı olacak?” şeklinde yansıtılmıştır. 

 Sincan Belediyesi tarafından düzenlendiği iddia edilen “ Kudüs Gecesi ” olarak adlandırılan etkinliğin, kamuoyunda bilinenin aksine, Kudüs Platformu ile 
ortaklaşa yapıldığı öğrenilmiştir. 

 Geceye davetli olan İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’nin yaptığı konuşmada, “Amerika ve İsrail'i düşman ilan ettiği, şeriat çağrısı yaptığı” öne 
sürülmüştür. 

 CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Bagheri'nin Türkiye'nin iç politikasına karışmasına hakkı olmadığını belirterek, " Dışişleri Bakanı'nı göreve çağırıyorum. Derhal tepkisini dile getirmeli ve Türkiye'nin olması gereken tavrını ortaya koymalıdır" demiştir. 

 Bu gelişmeler üzerine, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Ali Tuygan, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen " Kudüs Gecesi "ndeki konuşmaları nedeniyle İran'ın Türkiye Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'yi Bakanlığa çağırarak görüşmüştür. Görüşmenin ardından Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, "Büyükelçinin söz konusu gecede yaptığı konuşmanın, içişlerimize müdahale niteliği taşıyan unsurlar ve Türkiye'nin dostu bazı ülkelere karşı uygun olmayan eleştiriler içerdiği, bu beyanlarının tarafımızdan protesto edildiği belirtilmiştir" denilmiştir. Ancak, Hükümetin söz konusu Büyükelçiyi derhal sınır dışı etmemesi Genelkurmay tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu olaydan üç gün sonra, 3 Şubat 1997 tarihinde Sincan’daki Kudüs gecesine ilişkin olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından inceleme başlatılmıştır. 

 İçişleri Bakanı Meral Akşener, hakkında açılan soruşturmanın selameti açısından Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın geçici tedbir olarak görevinden 
uzaklaştırdığını açıklamış; Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi de, Yıldız hakkında " Gözlem altına alınması " talimatını vermiştir. DGM Başsavcılığının Esas Hakkındaki Mütalaaında “Kudüs Gününün, Kudüs’le ilgisinin olmadığı; diriliş günü ve Müslümanların günü” olduğu vurgulanmıştır. 

 Bekir Yıldız, Kudüs gecesinde yaptığı konuşma nedeniyle 17.5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Sincan’da düzenlenen Kudus günü etkinliği 28 Şubat sürecinin 
en tartışmalı hadiselerinden birisini teşkil etmiştir. Etkinliklerle gündeme gelen Sincan’da NATO Tatbikatı dolayısıyla tanklar yürütülmüş, tankların caddede 
yürütülmesi medya tarafından “Tanklar Yürüdü” başlıklarıyla verilerek siyasi bir içerik kazandırılmıştır. 

 Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Komisyonumuzda, bu denli tartışma yaratan olayın Ramazan programları çerçevesinde yapıldığından bahisle, 
Kudus etkinliğinin ilk defa değil, daha önceki yıllarda da aynı platformca düzenlendiğini beyan etmiş ancak bu yıl belediyenin Kültür müdürlüğünce 
yapıldığını anlatarak; 

 “Büyükelçiyle birlikte salona girdik, salona girdiğimizde o güne kadar bizim programımıza bu denli basından ilgi olmazdı, basının çok ciddi anlamda ilgisini 
gördük, bütün televizyonların orada bulunduğunu görünce doğrusu ben o esnada şaşırdım…Görüldüğü gibi dönemin şartları bakımından da birkaç yıldır yapılan 
bir kültürel etkinliği o günkü şartlarda başka bir atmosfer oluşturmak için kullanılmıştır. …Kudüs Gecesi yapıldı, iki gün ortada haber yok, ikinci gün Sabah 
gazetesi bir haber yaptı “Bu ne rezalet diye.” Sabahleyin telefon çaldı, açtımŞevket Kazan. “Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, hangi süreçten geçtiğimizi biliyorsun, nasıl böyle bir hata olur?” dedi. Böyle girdi arkasından da… Yani sesi titriyordu, kızgındı, bu şekilde ifadeler kullandı” 95 demiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

13 Kasım 2016 Pazar

TURGUT ÖZAL VE SÜLEYMAN DEMİREL’İN SİYASİ LİDERLİKLERİNİN BÜROKRASİ İLE İLİŞKİLER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI BÖLÜM 2





TURGUT ÖZAL VE SÜLEYMAN DEMİREL’İN SİYASİ LİDERLİKLERİNİN  BÜROKRASİ İLE İLİŞKİLER AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI  BÖLÜM 2



3. SÜLEYMAN DEMİREL’İN HAYATI VE BÜROKRASİ İLE İLİŞKİLERİ 


3.1. SÜLEYMAN DEMİREL VE HAYATI 




 Türk siyasi tarihinde Atatürk’ten sonra belki de adı en çok zikredilenlerden birisi de Süleyman Sami Demirel’dir. Defalarca iktidara bir şekilde ortak olması ya da iktidardan uzaklaştırılması Demirel’i siyasetin vazgeçilmez isimleri arasına sokmaya yetmiştir. 
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın resmi internet sitesi Demirel’in hayatını bizlere şu şekilde takdim etmektedir:61 

  “1924’te Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Isparta ve Afyon’da bitirdi. Şubat 1949’da 
İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde göreve başladı. Sulama ve elektrik konularında araştırma yapmak üzere ABD'ye gönderildi. 1954 yılında Devlet Su İşleri Barajlar Dairesi Başkanlığı’na, 1955 yılında da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne atandı. 1960–1962 yıllarında serbest müşavir ve mühendis olarak çalıştı. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi oldu. Siyasî yaşamına, 1962 yılında, Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliği ile başladı. 28 Kasım 1964’te bu partiye genel başkan seçilmesinin ardından, kurulmasını sağladığı ve Şubat-Ekim 1965 aylarında görev yapan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev aldı. 10 Ekim 1965 genel seçimlerinde Isparta Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi ve seçimlerde Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olması üzerine Türkiye’nin 12. Başbakanı olarak hükümeti kurdu. Süleyman Demirel 4 yıl süren bu hükümetten sonra 1969, 1970, 1975, 1977 
ve 1979 yıllarında 5 kez daha hükümet kurdu. 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askerî müdahale üzerine görevden uzaklaştırıldı ve yedi yıl yasaklı olarak 
siyaset dışı kaldı. 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması ile siyasî yasaklar kaldırılınca Süleyman Demirel 24 Eylül 1987’de Doğru Yol Partisi Genel 
Başkanlığı’na seçildi. 29 Kasım 1987’de yapılan genel seçimlerde Isparta milletvekili olarak yeniden TBMM’ye girdi. 20 Ekim 1991’de yapılan genel 
seçimler sonrasında Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin oluşturduğu 49. Hükümet’te başbakan olarak görev aldı. 16 Mayıs 1993’te, 
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi. Demirel, 16 Mayıs 2000 günü görev süresini tamamlayarak cumhurbaşkanlığı ndan ayrıldı.” 

 İlkokulu köyünde tamamlayan Demirel’in şehir hayatı ile tanışması, orta halli memur ve esnaf çocuklarıyla beraber okuduğu ortaokul yıllarında Isparta’da olmuş, daha sonra da parasız yatılı olarak lise yıllarını da Muğla ve Afyon’da tamamlamıştır. Öğrenim hayatı devam ederken yaz tatillerinde ailesinin işlerine yardım etmiştir. 

Üniversiteyi okumak için İstanbul’a gelen Süleyman Demirel, bu süreçte okulun pansiyonunda kalmış ve derslerinde başarılı olmasının yanında vaktini iyi değerlendirerek, haftanın belli günlerinde gittiği kursla da İngilizceyi de öğrenebilmiştir. O yıllarına tanıklık edenlerce okumayı seven, yardımsever ve sorumluluk sahibi bir mizaca sahip olduğu ifade edilmektedir. Üniversite hayatı esnasında içlerine tam dâhil olmasa da Türkçü ve İslamcı gruplarla yakınlaşma ları olmuş ve bu gruplardan bazı arkadaşlıklar edinmiştir. Bunlardan bazıları denilebilecek ve sonraları Türk siyasi tarihinde önemli roller üstlenecek olan Necmettin Erbakan, Turgut Özal ve Korkut Özal’la tanışması onlarla yaklaşık olarak aynı dönemlerde ve aynı üniversitede eğitim hayatının devam etmesi ile de ilgilidir.62 

 Üniversiteden mezun olmadan da birkaç küçük iş tecrübesi olsa da diplomasını aldıktan sonra mühendis olarak çalıştığı ilk kurum Elektrik İşleri Etüt İdaresi’dir. 
Bu arada 7 yıl nişanlı kaldığı Nazmiye Şener ile evlenmiştir. Süleyman Demirel önce Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nde çalışırken ve daha sonra da Su işleri örgütüne bağlı Barajlar İdaresi’nin başına geçtikten sonra ABD’de ye eğitim için gitmiştir. İkinci gidişi Eisenhower bursuyla olmuş ve bu sefer eşi Nazmiye Hanım’ı da yanında da götürmüştür.63 

 1960 Temmuz’unda yaşı biraz da ilerlemiş olarak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü görevini bırakıp askerlik başvurusunu Ankara’da Akköprü semtinde Ordu Donatım Yedek subay Okulu’na yapmış, aynı okulda yedek subay eğitimini birincilikle tamamladıktan sonra kıta hizmetini de yeni kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı’nda sivil olarak uzmanlık yaparak 2 yılda askerlik görevini tamamlamıştır.64 

 Askerden terhis olduktan sonra –ki bu tarihler siyasete atıldığı döneme rastlar Ankara’da Ulus semtinde bir iş hanında kiraladığı büroda müteahhitlik yapmaya 
başlayacaktı (Turgut, 1992: 186). Bu süre zarfında ayrıca özel danışman ve temsilci olarak Morrison Knudsen isimli Amerikan firmasında çalışmıştır ki bu durumu sonraları siyasi yaşamında hem Amerikan karşıtlığı üzerine siyaset yapanlarca hem de Amerikan yanlısı denebilecek Adalet Partisi içinde ciddi eleştiri sebebi olacak ve kendisine Morrison Süleyman isminin takılmasına engel olamayacaktı.65 Bir yandan ODTÜ’de de dersler veren Demirel, sanat etkinliklerinden de kopmamaya çalışmış, mühendislik meşguliyetlerine rağmen Ankara’nın sanat ve siyasi çevrelerinin gittiği mekânlarda bulunup, seçkinlerle yakın ilişki içinde olmaya özen göstermiştir.66 

 27 Mayıs darbesinden sonra, darbecilerin kapattırdığı Demokrat Parti(DP), yerini Adalet Partisi(AP) ve Yeni Türkiye Partisi(YTP)’ne bırakmış ve haliyle DP’liler bu iki partiye bölünmüştü. 1962 yılında askerden terhis olan Demirel, askerlik yaptığı süre içerisinde de vaktin, imkânların, şartların müsaadesi ile ilgili olduğunu söylediği ve her zaman danıştığı ve görüştüğü arkadaşlarının çoğunun kurucularından olduğu AP ile siyaset sahnesine atılma kararını veriyor ve AP’nin ilk büyük kongresinde rekor oyla partinin Genel İdare Kuruluna seçilmişti. Böylelikle, 1960 öncesinde Türkiye’nin sulama ve baraj hamlesinde başı çeken bu ünlü DSİ eski Genel Müdürü, genç yaşta popüler bir kimlik kazanıp ve zirveye giden yolda adımlarını atmaya başlamıştı.67 

 1963 yılında kendisine İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığı da teklif edilen Demirel, 1964 yılında o zamanki AP lideri Gümüşpala’nın ölümünün ardından, AP genel başkanlığına teşvik eden arkadaşlarının da etkisiyle adaylığını koymuş ve Saadettin Bilgiç’e verilen 552 oya karşı aldığı 1072 oyla AP Genel Başkanlığına seçilmiştir.68 

 O dönemde artan nüfusuna rağmen Türkiye, kendi yiyeceğini ve giyeceğini karşılayan az sayıda ülkelerden biri durumundaydı. Cumhuriyet döneminde ülkede 7 adet su bendi bulunurken, “Barajlar kralı” olarak adlandırılan Süleyman Demirel’in iktidarında, 56 yeni barajın da projelendirilip inşaatına geçildiği gibi baraj sayısı da 73’e çıkarılmıştı.69 

a. SÜLEYMAN DEMİREL’İN BÜROKRASİ İLE İLİŞKİLERİ 

 Süleyman Demirel’in bürokrasi ile olan ilişkisine geçmeden önce, kendisiyle ilgili olarak şu bilgilerin bilinmesinde fayda vardır. Demirel 30 yaşında genel müdür, 
40 yaşında önce parti genel başkanı, sonra başbakan olmuş; 12 seneye yaklaşan başbakanlık görevi yapmıştır. Türkiye'nin en genç genel müdürü, en genç başbakanı ve İsmet İnönü'den sonra en uzun başbakanlık yapmış kişisidir. 6 dönem Isparta Milletvekilliği yapmış, 7 sene yasaklı kalmış, 6 defa hükümetten gitmiş, 7 defa hükümet kurmuştur. Bu kısa bilgi Demirel’in siyasi ihtirasının aslında mücessem bir halinden başka bir şey değildir. Demirel iktidarı çok seven ve arzulayan bir kişiliğe sahiptir. Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde görev süresinin bitimine doğru cumhurbaşkanlığı süresinin 3 yıl daha uzatılmasını öngören TC Anayasası’nın 101. maddesi ilgili değişiklik teklifi, 5 Nisan 2000 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda reddedilmiştir.16 Mayıs 2000 tarihinde, görevini Ahmet Necdet Sezer’e devretmek zorunda kalmıştır.70 Demirel’in, Özal’a oranla devlet işlerini daha ciddiye aldığını söyleyebiliriz 71. Ayrıca Demirel, davranış ve konuşmalarında devlet ciddiyetini de daha ön planda tutmuştur72

 Küreselleşme, Avrupa'nın bütünleşmesi ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından hemen sonra yeni siyasî coğrafyada Balkanlar, Kafkasya, demokrasi, pazar ekonomisi, insan hakları, daha iyi yönetim, kararlılık, yoksulluk, kalkınma, eğitim, kültür, spor, sanat, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, özürlüler, çevre kirliliği, işsizlik, gelir dağılımını düzeltme; ulusal ve evrensel hukukun üstünlüğüne dayanan iç barış, bölgesel barış ve dünya barışı gibi konular; bilgi çağının sağladığı büyük kolaylıklardan yararlanarak evrensel olarak tartışılmaktaydı. Demirel bu tartışmalara kendisinin de katıldığını ifade etmektedir:73 

“Acaba, Türkiye halkın hür iradesine dayanan seçilmiş idareleri taşımakta güçlük mü çekiyor? Meseleye böyle bakıldığı zaman: Bu kadar olup bitenden 
sonra, evet, öyle olduğu doğrudur yani güçlük çekmiştir. Yani halkın hür iradesiyle kurulmuş, seçilmiş idareler dediğimiz zaman, devletin işlemesi 
dediğimiz zaman, demokrasi kurallar rejimidir, kurumlar rejimidir, kavramlar rejimidir, kuralların işlemesi, iktidarların oyla gelip oyla gitmesi, kansız, kavgasız, iktidarların hilesiz el değiştirebilmesi, kurumların uyumlu çalışması, rejime sahip çıkan ve herkesin üstüne düşeni sadakatle yapması. 
Bunları anlamışızdır ve tabii ki bu şartlarda karşımıza pek çok engel çıktı ve bunları da aşarak bugüne geldik. Dünya kurulduğundan beri, yerleşim 
yerlerinin bulunduğu her yerde bir yöneten ve yönetilen mutlaka vardır. 

Yönetenler değişebilir, yani bir kraldan kabile reisine kadar. Aile reisi bile bir yöneticidir aslında. Tabi ki yönetilenlerin rahat olması için de iyi yönetilmeleri şart. Bu, demokraside de, krallıkta da aynı şekilde olup, her şeyde, bütün sistemlerde aynıdır. İyi yönetilmenin en önemli şartı huzur yani sükûndur. Eğer ülkeyi yönetenler huzuru, sükûnu, barışı sağlayamıyorlarsa, adaletin gerçekleşmesini sağlayamıyorlarsa ve daha doğrusu, halkın mal ve can güvenliğini sağlayamıyorlarsa o ülke iyi yönetilmiyor demektir. 
Aslında, yönetimlere olan düşmanca tutumun veya yönetimlere karşı çıkmanın en önemli ve aynı zamanda en kolay yolu halkın hoşnutsuz duruma getirilmesidir. Yani yönetimin karşısında olanların en kolay başvurduğu metot halkı huzursuz yapmaktır. Kısacası eğer bir ülkede kargaşa ve fetret meydana getirilebiliyorsa ve bu kontrol edilemiyorsa bunun arkasından mutlaka kural dışı olan iktidarlar geliyor, birtakım kural dışı reçetelerle, kural dışı yollara başvuruluyor ve işte o zaman ne oluyor? Ülkenin iyi yönetilmesi gerçekten çok önemli bir hadisedir. Bugün de dünyanın her tarafında olduğu gibi, iyi idare edilen ülkelerde bile iyi yönetim arayışları hala sürmektedir. İyi yönetim arayışının bu durumda bir eksiklik değil, ülke için birinci gelen bir çözüm arayışı olduğunu düşünmektedir. Vatandaş o ülkenin vatandaşı, o ülkenin insanı evvela “canım” diyor, ikinciye aldığı şey adalettir.” 

 Demirel’in bürokratik ilişkilerde önem verdiği husus demokrasinin hep işlerliğidir. Askerle ilişkilerinde de bu açıkça görülür ki 1971 muhtırasından sonraki hareket tarzına Demirel zamanının bürokratlarından Ali Yavuz’un vurgusu kayda değerdir 74

“Bir kısım devlet kuruluşlarıyla siyasi teşekküllerin teşvik ve himayesiyle tehlikeli bir duruma giren sokak hareketleri karşısında kuvvet kumandanlarınca 12 Mart 1971 günü verilen muhtıra karşısında “ben sandıktan çıktım, milli irade ile geldim ancak aynı yoldan giderim” sözü yerine cumhuriyetin daha ağır bir yara almasına meydan vermeden hükümetinin istifasını vererek meclisi ve demokrasiyi kurtarmıştır.” 

 Askerle bu tarz ilişkisini, demokrasiyi kurtarmak olarak görmeyenler de vardır. Demirel’in bu durumda direnmemesi, askerin sivil otoriteyi takmaması neticesini de doğurmuştur. Demirel’i 1987’nin Nisan ayında, henüz hakkındaki siyaset yasağı devam ederken, Uluslararası Basın Enstitüsü Direktörü Peter Galliner’le Güniz sokaktaki evinde ziyaret eden Cemal, Demirel’in “ Bir de siviller, bazı entelektüeller askeri darbeye cesaretlendiriyor, bir de bunlar olmasa…” diye yakınmasını eleştirmiş ve Demirel’in askeri Darbeye kışkırtan sivillerden “ Demokratlar nerede? ” diye yakınmaktansa önce bu soruyu siyasetimizin başpehlivanlarından olan kendisine sorması gerektiğini söylemiştir 75.
Demirel, 12 Eylül sürecinde kendisine sorulan “ Kenan Paşa parti kurar mı? ” sorusuna “ Hayır, o hatayı yapmaz ” demiş, bunun nedeni sorulunca da 
“ Siyasetçi Kenan Evren çok tartışılır, bu tartışmaların altından kalkamaz. 13 Eylül günü duran kan, 11 Eylül günü neden akıyordu?  Siz o zaman Antalya Tapu Müdürü mü idiniz? , deriz ” şeklinde “ darbe yapabilmek için mi kan akmasına göz yumdunuz ” anlamına gelecek bir cümleyle Evren Paşa’ya çok ağır bir suçlama yöneltmişti. 
Ancak aynı Demirel, bunları söylemesine rağmen, geçen yıllar içinde darbe liderinden bunun hesabını, akan kan ve gözyaşının hesabını sormamıştır. 
Cemal, bu durumu, “asker karşısında sürekli boyun eğen bu Şark kurnazlığı, bu uysallık da Türkiye’nin ‘sivil sorunu’ dur” diyerek özetlemiştir 76. 

 Devlet yönetiminde Demirel, organik devlet görüşünü benimsemişti yani bürokrasiyi büyüten bir yönetim anlayışı vardı. Bu görüşe göre devletin amaçları, bireylerin amaçlarının mekanik toplamından ibaret değil, devletin bunun dışında ek ve ya farklı amaçları olabilirdi, yani devlet bireyler üzerinde ayrı bir varlık olarak görülebilirdi 77. 




Bu da devletin biraz daha kutsallığı anlamına da geliyordu. 

 Demirel’in bürokrasisini anlamak için özellikle kendisinin ülkemizde gerçekleşen darbeler ve arkasından yapılan seçimlerle halkın tepkisine dair söylediği şu sözlere birlikte bakılabilir:78 

“Bir olay var: Ülkemizde darbenin ardından seçimlerin yapılması gecikmemiş. Ancak bu seçimlerde, referandumlarda vatandaş geçmişi çok fazla irdelememiş, hep ileriye bakmıştır. Yani darbe olmuş ancak sonrasında yapılan seçimlerde ve referandumlarda halkın bir kısmının ya da tamamının sandık başına gitmeyeceği, bir şekilde reaksiyon göstereceği beklenirken, durum hiç de beklenildiği gibi olmamış. Çünkü bu ülkenin sağduyu sahibi vatandaşı geriyle uğraşmaktansa “Şundan bir an evvel kurtulup yine eski yolumuza gidelim.” gibi bir yolu tutmuş ve o yolda gitmiş. Neticede arka arkaya darbeler gelmiş, Türkiye bu darbeleri göğüslemiş ve büyük zararlar görmüş. Eğer ülkemiz bir darbe ülkesi olmasaydı şu andaki durumdan daha iyi olurdu, her şey çok daha iyi olurdu. Darbeden, darbeyi alkışlayanlar, darbeyi teşvik edenler, darbeden memnun olan ve olmayan, herkes zarar görmüş. Bunun idraki içinde olunmazsa, bundan sonra Türkiye’yi ileriye götürmek de zor olur.” 

 Demirel’e göre, birinci mesele halkın sıkıntılarının çözümünü, olağanüstü birtakım reçetelerde, kurallarda ve yönetim şekillerinde değil, hür iradesiyle seçtiği idarelerde aramalı ve eğer halk hür iradesiyle seçtiği idarelerden memnun değilse, o idarenin değişme zamanı gelinceye kadar beklemelidir. Değişme zamanı bir sonraki seçim dönemidir. Halk, sandığın gelmesini bekleyecek ve iradesini orada ortaya koyacak. Bu yerleştirilemediği sürece ülkede huzuru, sükûnu sağlama konusunda sıkıntılar, tüm gayretlere rağmen aşılamaz. 

 Demirel, bürokraside liyakate değer vermiştir. Kendisine faydalı olacağına inandığı kişilerle siyasi görüşleri uyumlu olmasa bile çalışmayı tercih edebilmiştir. 
Donat bu konuyu bir köşe yazısında şu şekilde ifade etmektedir79

“Vahit Erdem (Ak Parti, Kırıkkale Milletvekili), Turgut Özal’ın savunma Sanayi Müsteşarıydı. Özal’dan sonra Demirel, Başbakan olunca Vahit Erdem’i çağırdı: - 

Başarılısın, göreve devam edeceksin.” 

 Burada Demirel’in bürokrasi terbiyesiyle ilgili son olarak ifade edilebilecek önemli bir not da Çekirge’nin 80 ifadeleriyle şu şekildedir: 




“O günlerde Özal köşkte akşam yemekleri verirdi. Türk cumhuriyetlerinin devlet başkanları davet edilirdi. Yemek salonunda biz gazeteciler de masalara oturur, cumhurbaşkanının gelmesini beklerdik. Elbette protokol masasında Meclis Başkanı, Başbakan Demirel, Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı gibi önemli isimler otururdu. Bütün salon oturduktan sonra Kaya Toperi kapıda anons ederdi: “Sayın Cumhurbaşkanları!!! Bu anons üzerine salondaki herkes ayağa kalkardı. Aradan yıllar geçmiş ve Özal cumhurbaşkanı olarak salona giriyor… Ama bu defa Demirel ayağa kalkıyordu. Demirel her akşam o yemeklere geldi ve Özal salona girince ayağa kalktı. Bugünün demokrasi çınarı olan Süleyman Bey, o günlerde eski müsteşarının önünde her ayağa kalktığında, demokrasi terbiyesini bir ibret olarak hafızalarımıza kazıyordu.” 


4. TURGUT ÖZAL VE SÜLEYMAN DEMİREL’İN BÜROKRASİ İLE İLİŞKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI 


 Turgut Özal ve Süleyman Demirel, Türkiye’nin siyasi tablosunda önemli yerlere sahip olan politikacılardır. Bu iki siyasi liderin izledikleri ortak siyaset anlayışlarının yanı sıra birbirine benzemeyen çok farklı yönleri de mevcuttur. Örneğin hem Özal hem de Demirel merkez sağın temsilcileridirler. Bu ortak noktaya rağmen Özal liberal geleneğe Demirel ise devletçi geleneğe daha yakındır. 

 İlgili bölümde de vurgulandığı gibi Özal ve Demirel bürokrasinin içerisinden gelen iki siyasi figürdür. Bundan dolayıdır ki hem Özal hem de Demirel için rahatlıkla bürokrasiyi çok iyi tanıdıkları sonucuna varılabilir. Bürokrasiyi bu denli iyi tanımanın sonucu olarak Özal ve Demirel bürokraside kendi anlayışlarına göre bir dizi yenilikler ve iyileştirmeler yapmışlardır. Fakat Demirel bürokrasiyi Özal’dan daha iyi tanıdığı için bürokrasiyle ters düşmemeye azami özen göstermiştir. Her ikisi de Türkiye’nin kalkınma hamlesine önemli yere sahip iki siyasetçi olmuş, zamanlarında Türkiye’de hamle üstüne hamle yapmışlardır. 
Ancak özellikle bürokrasi ile ilişkilerinde Demirel’in daha temkinli olduğu söylenilebilir. Çünkü Özal’ın geçmişinde hapse girme ve partisinin kapatılması yoktu fakat Demirel bu süreçleri defalarca yaşadığı için mayınlı siyaset tarlasında temkini hiç elden bırakmadı özellikle Demirel’in 28 Şubat sürecinde askere yakın durması bunu en güzel örneğidir. 

 Demirel ve Özal, kendi dönemlerinde siyaset ve bürokraside önemli atılımlar yapmışlardır. Merkez sağda, Demirel-Özal çizgisini dikkate aldığımızda, Süleyman Demirel iktidarında ekonomide büyük kalkınma yaşanmıştır. Demirel, Türkiye’nin en büyük imar ve inşa dönemine damgasını vurmuş liderdir. 
Turgut Özal merkez sağı “ Çarıklılardan ”, “ Kasketlilerden ” şehirli, modern çizgiye taşımıştır. Özal merkez sağ çizgiyi yerel olmaktan, küresel sınırlara çıkarmış bir liderdir. Merkez sağ partiler DP’den başlayarak çoğunlukla toplumun alt gruplarından oy aldılar. DP’nin sürekli ezilenlerden, köylülerden, 
AP’nin de fakir kesimden söz ettikleri görülmektedir. Merkez sağ politikaların arkasındaki destek kültürel nedenlerin yanında ekonomide büyüme politikalarının etkisiyle oluştu. Ekonomide büyüme politikaları sonucu kırsal alana da birçok vaatlerde bulunuldu. Süleyman Demirel’li DP’den itibaren merkez sağ partiler köylü kesime zenginlik, şehre göç gibi vaatlerde bulundular. Aynı zamanda muhafazakâr geleneği de takip ettikleri görülmektedir. 

 Süleyman Demirel’in devlet işlerinde Turgut Özal’dan daha ciddi olduğu görülmektedir. En azından görüntüde bu böyledir ve Demirel, Özal’a göre devlet işlerini daha çok ciddiye almıştır. Önceden de belirtildiği gibi Cansen bu durumu Demirel’in olaylara bir devlet adamı gözüyle bakarken Özal’ın ise bir iş adamı gözüyle bakmasıyla açıklamıştır 81. Burada hem Demirel hem de Özal için vurgulanması gereken en önemli nokta her ikisinin de devlet yönetiminde liyakate önem vermeleridir. Örneğin Özal’ın liyakate verdiği önemle ilgili bir hatırasında Korkut Özal şunları nakletmektedir: 82 

“- Abim Başbakan’dı. Ziyaretine gitmiştim. Birkaç kişi abime diyordu ki efendim filanca bürokrat ile falanca bürokrat halkçı, onları alın. 

Turgut Abim kızdı. 
– Ne dedi? 
- Bahsettiğiniz kişiler, başarılı bürokratlar. Ben adamın partisine değil, liyakatine bakarım. 

Korkut Özal’ın bu hatırasından sonra Donat, Demirel’in liyakate verdiği önemi de Vahit Erdem’le Demirel arasında geçen şu hatırayla anlatmaktadır: 

Vahit Erdem (Ak Parti, Kırıkkale Milletvekili), Turgut Özal’ın savunma Sanayi Müsteşarıydı. Özal’dan sonra Demirel, Başbakan olunca.. Vahit Erdem’i çağırdı: 

- Başarılısın, göreve devam edeceksin.” 

 Devlet yönetiminde Demirel, organik devlet görüşünü benimsemişti yani bürokrasiyi büyüten bir yönetim anlayışı vardı. Bu görüşe göre devletin amaçları, bireylerin amaçlarının mekanik toplamından ibaret değil, devletin bunun dışında ek ve ya farklı amaçları olabilirdi, yani devlet bireyler üzerinde ayrı bir varlık olarak görülebilirdi 83
Bu da devletin biraz daha kutsallığı anlamına da geliyordu. Özal ise devlet yönetiminde mekanik devlet görüşünü benimsemişti. Bürokrasiyi küçültmek en önemli hedefleri arasında olmuştu. Mekanik devlet yönetimi anlayışında devlet toplumun organik bir parçası değil, bireyler tarafından kendi ortak amaçlarına ulaşmak için yaratılan bir kavramdır. Devlet, bireyler üzerinde ayrı bir varlık olarak görülmeyip onlar için var olan bir egemenlik anlayışıdır. Devleti kutsama söz konusu değildir 84. 

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 

Siyaset bilimi araştırmaları genellikle problemli olarak kabul edilirler. Siyaset biliminin bu problemli alanında ilk göze çarpan konu ise “ Siyasi Liderlik ” konusudur. 
Liderlik konusu her devlet tipi için oldukça önemli olmuştur. Bundan dolayıdır ki güçlü bir siyasi liderliğin devleti başarıya götüreceğine ve tam tersi bir durumda da yani zayıf bir siyasi liderliğin ise devleti başarısızlığa sürükleyeceğine inanılmaktadır.85 Küreselleşme ile birlikte siyasi liderliğin de tanımı değişmiştir. 
Bu yeni siyasi liderliğe getirilen tanımla küreselleşmenin; bilgi, üretim, yatırım, yeni fikirler ve uluslararası otoriteyi kendi içinde barındıran yeni uluslararası ve 
hatta ulus üstü liderlere ihtiyaç duyulmasına sebep olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca küreselleşmenin ortaya çıkardığı yeni siyasi lider tipinde; uluslararası 
organizasyonlarla, ülkelerin bölgesel gruplarıyla ve küresel aktörlerle uyumiçinde olmanın önemine vurgu yapılmaktadır. 

 Türkiye özelinde de siyasetin en önemli bileşeni hep siyasi liderlerin karar ve uygulamaları olmuştur. Hatta toplumun her alanında siyasi liderlerin öne çıkan rolleri ile siyasetin akışını alt üst edebilir oluşları, Türkiye’deki demokrasinin iddialı bir söylemle “ Siyasi Lider Demokrasisi ” olarak tanımlanmasına bile sebep olmuştur 86. 

Bundan dolayıdır ki ,

Türkiye’de siyasi liderler partilerinden ve parti programlarından daha çok konuşulmuş ve ön planda olmuşlardır. Türk siyasi hayatında kendileri hakkında çok konuşulmuş ve tarihe isimlerini yazdırmış en önemli siyasi liderlerden ikisi Turgut Özal ve Süleyman Demirel’dir. 

 Özal bürokrasinin içinden gelmiştir fakat bürokrasinin dar kalıpları tarafından şekillenmeye müsaade etmemiştir. Özal çoğu yazar tarafından ifade edildiği gibi 
bürokrasiyi yok kabul etmemiş aksine bürokrasiyi iyi tanıdığı için bürokrasiyle ters düşmeden bürokrasiyi dönüştürmeye çalışmıştır. 
Özellikle bürokrasinin hantallığını gören Özal çok hızlı bir şekilde kamu reformları yapmış ve tedrici olarak bürokrasiye istediği şekli vermeye çalışmıştır. 
Özal için bürokraside temel unsur liyakat ve işlevsellik olmuştur. Özal bürokrasi ile ilgili aldığı kararlarda cesur davranmıştır. Temkinden ziyade şecaati tercih etmiştir. Bu ise daha çocukken hiçbir yere bağlanmadan il il gezmesine ve ABD’den aldığı liberal bakış açısı endeksli eğitimine verilebilir. 

 Demirel de bürokrasinin içinden gelmiş bir liderdir. Demirel 30 yaşında genel müdür, 40 yaşında önce parti genel başkanı sonra başbakan olmuştur. 
Bu süreçte 6 defa hükümetten gitmiş ve 7 defa da tekrar hükümet kurmuştur. Bundan dolayıdır ki Demirel’in bürokrasiyi çok iyi tanıdığı bir gerçektir. 
Demirel’in bürokrasiyi çok iyi tanıması O’nun bürokrasiye karşı sürekli temkinli olmasını sağlamıştır. Bundan dolayıdır Demirel hiçbir zaman bürokrasiye karşı olmamıştır. 
Partisinin askeri ve yargı bürokrasisinden çektiği sıkıntılar ve kendisinin de belli bir zaman aralığında yasaklı olması bu temkinin ana sebeplerindendir. 
Demirel’in 28 Şubat sürecindeki özellikle de askeri ve yargı bürokrasisini destekler mahiyetteki beyanatları da bu bilinçaltının yansımasıdır. 

 Demirel’de sürekli bir devlet ciddiyeti vardır. Bu ise yukarıda da bahsedildiği gibi devlet kademelerinin hemen hepsinde görev yapmış olmasından ileri gelmektedir. 

Demirel’in bu ciddiyetinin arkasında da devletçi geleneğin izlerini bulmak mümkündür. 

    Yukarıda bahsedilenler ışığında Özal millete güvendiği ve bunun sayesinde askeri ve yargı bürokrasisi gibi çoğu dengeyi görmezden geldiği ve bunları devre dışı bıraktığı söylenebilir. Demirel ise bu dengeleri hayatı boyunca hep gözetmiştir. Askerle ve yargıyla çatışmamış, her zaman orta yolu tutmuştur. 

 Sonuç olarak Özal ve Demirel’e bakıldığında her ikisinin de bürokrasinin içinden gelmiş olmasından dolayı devleti çok iyi tanıdıkları söylenebilir. Özal da Demirel de kendilerine Türkiye’nin kalkınmasını hedef olarak almışlardır. Özal bu kalkınmayı küresel ölçekte ele alırken Demirel bunu ülke sınırları ile sabitlemiştir. 
Hem Özal için hem de Demirel için demokrasi mecburi istikamettir. Her iki lider de bu istikamette gerek tavizler vererek gerek bürokrasiyi yok sayarak ilerlemişlerdir. Her iki lider de Türkiye’yi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için birikimlerini seferber etmişlerdir. Kimisi ekonomik alanda başarılı olurken kimisi de kalkınma alanında muvaffak olmuştur. Halkla mesafeleri ve yakınlıkları gerek kullandıkları dil ve gerekse kullandıkları enstrümanların farklılığına rağmen son derece özenli olmuştur. 
Her iki lider de halkın unutamadığı liderler arasında yerlerini almışlardır. Buradan hareketle günümüz siyasi liderleri için her iki liderden de alınacak çok dersin olduğu muhakkaktır. Çünkü devlet ciddiyetiyle de halkla irtibat kurulabileceği gerçeği bu iki liderde ortaya konulmuştur. 

 Burada Özal ve Demirel bürokrasi ile ilişkileri açısından karşılaştırılmıştır. Unutulmamalıdır ki sosyal bilimler alanında yapılan her türlü karşılaştırma mutlaka ama mutlaka belli noktalarda eksik kalmak zorundadır. Çünkü insanın merkez alındığı sosyal bilimlerde karşılaştırılan kurum, ideoloji, sistem ve insanın kendisi hiçbir zaman mütekabiliyet ölçüsünde karşılaştırılamaz. Bu gerçekten hareketle Özal ve Demirel için yapılan bu karşılaştırmada da her iki şahsın geçmişleri, hayat tecrübeleri, imkân ve imkânsızlıkları, yaşadıkları devir…gibi özellikler bu iki şahıstan birisinin belli bir alanda daha önde görülmesine sebep olmuş olabilir. 
Özal Türkiye’yi liberalleştiren ve dünyaya açan bir lider olarak telakki edilmekte ve anılmaktadır. 

Oysa unutulmamalıdır ki Özal’ı keşfeden ve Türk siyaset sahnesine çıkaran Demirel’dir. 


DİPNOTLAR;

61 http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanlarimiz/suleyman_demirel/ 
62 Komşuoğlu, A. (2008). Siyasal Yaşamda Bir Lider Süleyman Demirel, İstanbul: Bengi Yayınları, s. 103-108. 
63 Komşuoğlu, a.g.e., s. 111-112. 
64 Turgut, H. (1992). Demirel’in Dünyası I. Cilt, İstanbul: ABC ajansı Yayınları, s.177. 
65 Bora, T. (2002). Amerika: “En” Batı ve “Başka” Batı. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık içinde, İstanbul, İletişim Yayınları, s.147-149, 
Arat, Y. (2008). Süleyman Demirel, M.Heper ve S.Sayarı(Der.) içinde, Türkiye’de Liderler ve Demokrasi (s.101-120), İstanbul: Kitap Yayınevi, s. 101. 
66 Komşuoğlu, a.g.e., s. 114. 
67 Turgut, H. (1992). a.g.e., s.185-186 
68 Arat, Y. (2008). a.g.m., s. 103. 
69 Sarıer, İ. (1999). “Zaferden Hezimete”, Sabah, (Yazı Dizisi: 21-24 Nisan 1999), s. 16. 
70 http://www.milliyet.com.tr/suleyman-demirel/ 
71 Çakır, R.(1994). Çiller Takiyye mi Yapıyor?. Milliyet, 12 Aralık 1994, s. 12. 
72 Cansen, E. (1989). Oyunun Kuralı “Demirel ve Özal”, Hürriyet, 4 Haziran 1989, s. 4. 
73 Süleyman Demirel (2012).TBMM Tutanak Hizmetleri Daire Başkanlığı, Komisyon: Darbe Kom. Giriş: 14.45 Tarih: 7/6/2012 Grup: Uyan-Selim Sayfa: 3 

74 Oral, F. S. (1973). Süleyman Demirel’in Kişiliği, Ankara: Fuat Süreyya Oral Yayını, s.198-199. 
75 Cemal, H.(2010). Türkiye’nin Asker Sorunu, İstanbul: Doğan Kitap, s.33. 
76 Cemal , a.g.e., s.27. 
77 Tokatlıoğlu, M.Y. (2005). Küreselleşme ve Kamu Hizmetleri, İstanbul: Alfa Aktüel Yayınları, s.24. 
78 Süleyman Demirel, (2012).TBMM Tutanak Hizmetleri Daire Başkanlığı, Komisyon: Darbe Kom. Giriş: 14.45 
Tarih: 7/6/2012 Grup: Uyan-Selim Sayfa: 4 
79 Donat, a.g.m. 
80 Çekirge, F. (2014). Akşam Yemeklerindeki İbret. Hürriyet, 
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26197722.asp, 
Erişim Tarihi: 11.04.2014. 
81 Cansen, a.g.e., s. 4. 
82 Donat, a.g.m. 
83 Tokatlıoğlu, a.g.e., s.24. 
84 Çelebi, a.g.e., s.5. 
85 Masciulli, J., Molchanov, M. A., & Knight, W. A., a.g.m. 
86 Heper ve Sayarı, a.g.e., s. 8. 

KAYNAKÇA 

Adair J.(2005).Kışkırtıcı Liderlik-Inspiring Leadership(Çev. P. Ozaner), Ankara: Alteo Yayıncılık. 
Afkhami, M. , Eisenberg, A. , Vaziri, H.(2007). Kadınlar İçin Liderlik Eğitimi El kitabı (Z. Şişman, Çev.), İstanbul: Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı. 
Akyol, M. (2000). Beni Çok Ararsınız, Ankara: Akçağ Yayınları. 
Arklan,Ü.(2006). Siyasal Liderlikte Karizma Olgusu: Recep Tayyip Erdoğan Örneğinde Teorik Ve Uygulamalı Bir Çalışma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler 
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 16, Konya. 
Ataman,M. (2000). Özalizm: Türkiye’de Yeniden Yapılanma Teşebbüsü,” Liberal Düşünce, C.5, S. 19, ss. 53-63. 
Aydın, N. (2012). Weberyen Bürokraside Liyakat Ve Türk Kamu Bürokrasisinden Bir Kesit: ‘Siyasetin Bürokrasi İronisi’. Sayıştay Dergisi, 85, 51-67. 
Başaran, İ. E. (1982). Örgütsel Davranışın Yönetimi, Ankara: A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayını. 
Başaran, İ. E.(1992). Yönetimde İnsan İlişkileri(1.Basım), Ankara: Kadıoğlu Matbaası. 
Binark, İ. (2008),Turgut Özal Hayatı ve Eserleri, Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği Yayınları. 
Birand, M.A. ve Yalçın, S.(2001). The Özal, Bir Davanın Öyküsü, İstanbul: Doğan Kitapçılık. 
Bora, T. (2002). Amerika: “En” Batı ve “Başka” Batı. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık içinde, İstanbul, İletişim Yayınları. Arat, Y. (2008). 
Süleyman Demirel, M.Heper ve S.Sayarı(Der.) içinde, Türkiye’de Liderler ve Demokrasi (s.101-120), İstanbul: Kitap Yayınevi. 
Cansen, E.(1989). Oyunun Kuralı “Demirel ve Özal”, Hürriyet, 4 Haziran 1989. 
Cemal, H.(2004). Özal Hikayesi, İstanbul: Doğan Kitap, s.136. 
Cemal, H.(2010). Türkiye’nin Asker Sorunu, İstanbul: Doğan Kitap, s.33. Tokatlıoğlu, M.Y. (2005). Küreselleşme ve Kamu Hizmetleri, İstanbul: Alfa Aktüel Yayınları. 
Çakır, R. (1994). “Çiller Takiyye mi Yapıyor?”, Milliyet, 12 Aralık 1994. 
Çekirge, F. (2014). Akşam Yemeklerindeki İbret. Hürriyet, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/26197722.asp, Erişim Tarihi: 11.04.2014. 
Çelebi, K. (2000). Kamu Ekonomisi Analizi Kamu Ekonomisinin Büyüklüğü Sorunu, Manisa: Emek Matbaası. 
Diker, H.Ü.(2007). “Siyasal Liderlik”, http://siyasal.org/content/view/608/80/. 
Donat, Y., (2005) “Bürokrasiye Dair”, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/donat/2005/05/04/burokrasiye_dair (ErişimTarihi : 05.03.2014) 
Erol, E. (2005). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, İstanbul: Beta Yayınları. 
Eryılmaz, B. (2013). Bürokrasi Ve Siyaset, Bürokratik Devletten Etkin Yönetime, İstanbul: Alfa. 
George, A L. and Bennett, A. (2005). Case Studies and Theory Development in the Social Sciences ,Cambridge MA: MIT Press. 
Greenstein, F. (2004). The Presidential Difference: Leadership Style from FDR to George W. Bush ,Princeton NJ: Princeton University Press. 
Grint, K.(2005). Leadership: Limits and Possibilities ,New York: Macmillan. 
Güney, S.(2012). Liderlik, Ankara: Nobel Yayıncılık. 
Heper, M. , Sayarı, S. (2008). Türkiye’de Liderler ve Demokrasi, İstanbul: Kitap Yayınevi. 
Heywood, A. (2015). Siyaset, Ankara: Adres Yayıncılık. 

http://trosmtr.blogspot.com.tr/2012_08_01_archive.html 

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-5504-37-ozalin-yerli-prensi.html 

http://www.milliyet.com.tr/suleyman-demirel/ 

http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanlarimiz/suleyman_demirel/ 

http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanlarimiz/turgut_ozal/ 


İbicioğlu, H.(1998). Türk Aile Sistemi Normlarının Üniversitede Okuyan Öğrencilerin Lider Özellikli Yetişip Yetişmemesine Etkisinin İncelenmesi ve Süleyman Demirel 
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğrencileri Üzerinde Bir Uygulama, Isparta: SDÜ İİB. İzmir Ticaret Odası, “ 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 
İzmir Ticaret Odası’ndaki Konuşmaları”, 24 Aralık 1992. 
Kapani, M., (2014). Politika Bilimine Giriş, Ankara: Bilgi Yayınevi. 
King, A. (2002). Leaders’ Personalities and the Outcomes of Democratic Elections, New York: Oxford University Press 
Koçel, T.(2010). İşletme Yöneticiliği, İstanbul: Beta Yayınevi. 
Komşuoğlu, A. (2008). Siyasal Yaşamda Bir Lider Süleyman Demirel, İstanbul: Bengi Yayınları. 
Konukman, E. (1991). Çağ Atlayan Türkiye 1920-1983-1990, Hazırlayan: Kutlay Doğan, Türk Basın Birliği Ankara Temsilcisi, Ankara. 
Laçiner, S. (2003). Özal Dönemi Türk Dış Politikası, Türkiye’nin Dış; Ekonomik, Sosyal Ve İdari Politikaları, Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 25-48. 
Masciulli, J., Molchanov, M. A., & Knight, W. A.(2009). Political Leadership in Context. 
The Ashgate Research Companion to Political Leadership, Farnham: Ashgate. 
Melih, H. (1989). Şahsi Tutumlarında ve Devlet İdaresinde Demirel-Özal Karşılaştırması. 
Doğru Söz, Temmuz 1989, Yıl: 14, Sayı: 161, s. 22.,Demirtepe, Ü. (1991). 
Politikacılarımızın Röntgeni. Milliyet, (19-26 Ekim 1991). 
Nye, J.J. (2008). The Powers to Lead, New York: Oxford University Press. Peele, G. (2005). Leadership and Politics: A Case for a Closer Relationship?,Leadership, 1, 2, 187–204 
Oral, F. S. (1973). Süleyman Demirel’in Kişiliği, Ankara: Fuat Süreyya Oral Yayını. 
Özkazanç, A. (1998). Türkiye’de Siyasi İktidar Tarzının Dönüşümü, Mürekkep, No:10-11. 
Sarıer, İ. (1999). “Zaferden Hezimete”, Sabah, (Yazı Dizisi: 21-24 Nisan 1999), s. 16. 
Süleyman Demirel (2012).TBMM Tutanak Hizmetleri Daire Başkanlığı, Komisyon: Darbe Kom. Giriş: 14.45 Tarih: 7/6/2012 Grup: Uyan-Selim. 
Süleyman Demirel, (2012).TBMM Tutanak Hizmetleri Daire Başkanlığı, Komisyon: Darbe Kom. Giriş: 14.45 Tarih: 7/6/2012 Grup: Uyan-Selim. 
Tolan, B. (1991). Toplum Bilimlerine Giriş, Ankara: Feryal Matbaacılık. 
Tosun, K. (1990). Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İ.İ.E.Ya.,Ya. No:125. 
Turgut, H. (1992). Demirel’in Dünyası I. Cilt, İstanbul: ABC ajansı Yayınları. 
Tümtürk, Y. (2008)Yeni Türkiye’nin Mimarı. Ankara: Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği Yayınları. 
Uğur, F. (2011). Özlenen Demokrat Turgut Özal, İstanbul: Zaman Kitap. 
Uluç, A. V. (2014). Liberal - Muhafazakar Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi. Yönetim Bilimleri Dergisi Cilt: 12, Sayı: 23, s. 107-140. 
Wildavsky,A. (2006). Cultural Analysis, ed. Brendon Swedlow, Dennis Coyle, Richard Ellis, Robert Kagan and Austin Ranney ,New Brunswick: Translation. 
Wright, P. (1996). Managerial Leadership, Mackays of ChathanPub., Kent. 
Yalçın, A.S.(1999). Personel Yönetimi, İstanbul: Beta Basım. 
Yavuz, M.H. (1997).Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey. Comparative Politics, s. 63-82. 
Yıldız, M. (2008). Yüksek Lisans Tezi: Avrupa Birliğine Tam Üyelik Başvurusuna Giden Süreçte Turgut Özal’ın Yaklaşımları, Çalışmaları ve Politikası, Isparta. 
Yıldız, N. (2002). Liderler, İmajlar, Medya, Ankara:Phoenix Yayınevi. 
Zaleznik, A. (1992). Managers and Leaders; Are They Different, Harvard Busines Review, Mart- Nisan, s.126-132. 


http://dergipark.ulakbim.gov.tr/jemsos/index


****