Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dr. Tahir Tamer Kumkale etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2021 Pazar

DONALD TRUMP DERHAL AZLEDİLMELİ VE YARGILANMALIDIR.

 DONALD TRUMP DERHAL AZLEDİLMELİ VE YARGILANMALIDIR.


Dr. Tahir Tamer Kumkale
10 ocak 2021

Bir milletin siyasi alın yazısında mevki sahibi olabilmek için onun ihtiyacını görebilme ve onun kudretini takdir edebilmede ehliyet sahibi olmak birinci şarttır.- 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1927


Dünya demokrasisi önemli bir sınavın eşiğindedir. Gücünü kontrol edemeyen ABD Başkanı Donald Trump hırslarının esiri olmuş ve dünyada demokrasinin beşiği olarak bilinen ABD’nin tarihine kara bir leke sürmüştür.

 Donald Trump

Demokrasilerde seçilerek iktidar olanların yine seçilerek kazananlara yerlerini terk etmeleri kaçınılmaz bir gerçektir. Şimdi ABD’nin önünde tarihi bir görev vardır. Bu görev dünya insanlığına örnek olacak şekilde seçmenin gücünü kendi diktatoryası nı kurmak için kullanan liderlere örnek olacak şekilde Trump’ın cezalandırılmasıdır.

Eğer bu yapılmaz ve son günlerde meydana gelen kanlı olaylar görmezden gelinirse dünya tarihinde karanlık bir dönem başlamış olacaktır. Yani dünyadaki dikta heveslisi devlet yöneticilerine demokrasinin beşiği kabul edilen ülkeden yeşil ışık yakılmış olacaktır. Ve böylece seçimle gelen ve seçimle gitmemek için kendilerini diktatör ilan eden liderlerin önü açılacaktır.
Bekleyip göreceğiz. 

Ama ben ABD’de demokrasinin tüm kurumlarıyla galip geleceğine inanıyorum.

24 Aralık 2020 Perşembe

DEVRİM ŞEHİDİ KUBİLAY I UNUTMAYALIM VE ASLA UNUTTURMAYALIM.,

  DEVRİM ŞEHİDİ KUBİLAY I UNUTMAYALIM VE ASLA UNUTTURMAYALIM.,



DEVRİM ŞEHİDİ KUBİLAY’I UNUTMAYALIM VE ASLA UNUTTURMAYALIM
23 Aralık 2020

Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1923)
Bugün 23 Aralık 2020

Yani her yıl Menemen başta olmak üzere memleketin her yanında saygıyla andığımız Devrim Şehidimiz KUBİLAY’ın vefatının doksanıncı yılıdır.
Şehit Asteğmen Kubilay; Cumhuriyetimizin bekası için daima hatırlanması gereken bir simgedir. Kubilay’lar asla unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.
23 Aralık 1930’da Menemen’de tanık olduğumuz irticai isyan olayının izleri son yıllardaki unutturulma gayretlerine rağmen toplumsal bellekten hiç silinmemiş, Kubilay “devrim şehidi” olarak milletin hafızasında anıtlaşmıştır..
Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyerek ayaklanan bir grup meczup yobaz tarafından vahşice öldürülmüştür. Bağ bıçağı ile kesilen kafası sırığa takılarak ilçede dolaştırılmıştır.

Aslında burada saldırı asker Kubilay’a değil Cumhuriyete devrimlerine karşı yapılmıştır. Beyinleri şartlanmış yobazlar ülkenin kalkınmasında hizmet alanlara ne yapacaklarını Kubilay’ın şahsında göstererek gözdağı vermek istemişlerdir..
Bu elim olay kısa sürede bastırıldı. 31 Aralık 1930’da, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilân edildi ve sanıkların yargılanması için de Divanı Harp kuruldu. 105 sanığının yargılandığı Sıkıyönetim Mahkemesi 25 Ocak 1931’de Divanı Harp Kararlarını açıkladı. 37 sanık için ölüm cezası verildi. 6’sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıl “idama bedel hapis cezası”na çevrildi. Diğer sanıklardan 20’sine bir yıl, 14’üne üç yıl, 6’sına 15 yıl, birine 12,5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık beraat etti.

Kubilay Vakası; birkaç yobazın kendi başlarına düzenledikleri münferit bir olay değildir. Yer seçimi ve zamanlaması profesyonelce hazırlanmış başlamadan söndürülen bir ayaklanma hareketidir. Her yıl sadece 23 Aralıkta Menemen’de Kubilay anıtının önünde yapılan göstermelik bir askeri törenle hatırlanmaktan çıkarılmalıdır. Bu olay, milli bilinç ve şuurlaşmasının kökleştirilmesinde önemli bir yapı taşı olarak değerlendirilerek daima canlı tutulmalıdır.
Türkiye’de irtica tehdidi olmadığını vurgulayarak Anayasanın İnkılâp Kanunlarının korunmasına ilişkin 174. üncü maddesine rağmen İrtica’yı cumhuriyet için tehdit olmaktan çıkarmaya çalışanların Kubilay olayını ibretle incelemelerinde yarar vardır.
Cumhuriyet şehidi aziz Kubilay’ı rahmetle anıyor ve hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhu Şad Olsun … Mekanı cennet olsun…

***

GERÇEK KAHRAMANLAR ÖLMEZLER, ONLAR MİLLETİNİN GÖNLÜNDE YAŞAMAYA DEVAM EDERLER…


GERÇEK KAHRAMANLAR ÖLMEZLER, ONLAR MİLLETİNİN GÖNLÜNDE YAŞAMAYA DEVAM EDERLER…


Türk milleti ve onun küçük ve büyük yaştaki çocukları çelikten yapılmış heykellerdir; onların ne olduklarını anlamak için onlarla savaş meydanlarında boy ölçüşmek lazımdır. 
-Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1937)


Değerli devre arkadaşım, Dostum, Kardeşim, Kıbrıs Barış Harekatı Gazisi, Kahraman asker, Emekli Piyade Binbaşı Haluk Üstügen hakkın rahmetine kavuştu. Türk milletinin başı sağolsun.



Ruhu Şad, Mekanı cennet olsun…

Büyük insanlar büyük milletlerden çıkar. Büyük milletler gerçek kahramanları ile gurur duyarlar ve gençlerini bu kahramanların inanılmaz öyküleri ile geleceğe hazırlarlar.

20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekatının kahraman subaylarından biri olan Haluk Üstügen’in kahramanlığı 46 yıl sonra halâ Kıbrıs’lı anne ve babalar tarafından evlatlarına efsane halinde aktarılmaktadır. Yani bugün kaybettiğimiz Haluk Üstügen ismi kahramanca savaştığı topraklarda dilden dile dolaşmaktadır.
Haluk binbaşı, kendisine yakışanı yapmış ve Kıbrıs Barış Harekatı anılarını kitap haline getirerek ders alınması için milletinin hizmetine sunmuştur. Kitabını gururla okudum. Ayni bölgede görev yapmış bir silah arkadaşı olarak olayları abartmadan ve asla kendisini bir kahraman olarak nitelendirmeden mütevazi bir dille kaleme almasından dolayı kendisini tebrik etmiştim. Ben biliyorum ki Haluk Üstügen o kitapta yazılanlardan çok daha fazlasına şahit olmuştur.




Nurlar içinde uyu kahraman kardeşim.

Sen gerçek bir kahramansın ve Türk Milletinin gönlünde sonsuza kadar yaşayacaksın..

Dr. Tahir Tamer Kumkale


3 Nisan 2020 Cuma

5+5 Cumhurbaşkanı.,

5+5 Cumhurbaşkanı.,


Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe 

" KABİLİYETLİ ÇIRAK, USTADAN USTA OLUR."

Uzun ve karmaşık çalışmalardan sonra iktidar partilerinin desteği ve isteğiyle Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in yeniden seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği nihayet 29 Nisan'da T.B.M.M. gündemine geldi. Yapılan bütün uzlaşı çağrılarına ve Sayın Başbakan Ecevit'in bütün ikna konuşmalarına rağmen sonuç iktidarın beklediği gibi olmadı. Milletin beklediği gibi oldu. Yapılan ilk tur oylamalar Anayasa değişikliği için geçerli 367 oy'un bulunamayacağını gösteriyor. Değişiklik geçse bile, kulisler; milletin vekillerinin artık Demirel'den başka bir yüz görmeyi arzu ettiklerini haykırıyor.

Kimsenin kuşkusu ve korkusu olmasın yüce meclisimiz yeni Cumhurbaşkanımızı 16 Mayıs'ta Çankaya'ya uğurlayacaktır. Her kim seçilirse seçilsin yeni Cumhurbaşkanımız büyük bir liyakat ile ülkemizi yönetecektir. Çünkü demokrasi şahışların değil, sistem ve kuralların hakim olduğu rejimin adıdır. Türk devlet yönetimi güçlüdür. Türkler devlet yönetiminde dünyada eşine rastlanmayacak kadar çok tecrübe kazanmıştır.

Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak daha öncede vurguladığım düşüncelerimi bir kere daha açıklamak istiyorum.

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Sayın Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Yasal bekleme süresi 16 Mayısta dolmaktadır. Anayasmız bir kişinin 7 yıl süre ile ve sadece bir kere seçileceğini öngördüğü içindir ki Sayın Demirelin anayasa değişmeden yeniden seçilmesi hukuken mümkün değildir. Şimdi T.B.M.M. büyük bir ciddiyetle 16 Mayıstaki bu seçime hazırlanmaktadır. Meclis ve Türkiye'nin gündemi bu seçime kitlenmiştir.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda lisede öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara o'dur ki daha birkaç yIl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır.

Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevi de büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak ; kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır? . Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır.? Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasamızın ilgili maddelerinin
değişmesi gerekir. Bunun içinde T.B.M.M. üye tam sayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor. Bu sayının tutturulması için bütün partilerin uzlaşması gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyaları yürütülmektedir.

"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada Sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat benim kanaatime göre ;artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkan? olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965' lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında ise Cumhurbaşkanı olmuştu.

 - Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyor mu ?
 - Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyor mu ?
 - Yoksa yetişiyor da kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ?

 * Göreve talip değiller mi ?
 * Yoksa görev verildi de görevden mi kaçtılar ?
 * Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.?
 * Gençlere ne zaman güvenilecek tir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri
destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatli gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz.

Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN...

Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha iyi sergileyebilirsiniz.

Bu ülkenin siz olmadan da büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.

Bunu yapın ki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüz kılsın.Sizi tarih içindeki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=25

***

Kafkaslar gerçeği ve Kafkasya politikamız.,

Kafkaslar gerçeği ve Kafkasya politikamız.,


Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Mart 2000 Pazar


TÜRKİYE'NİN KAFKASLAR POLİTİKASI

" OYUNA TEKRAR GİRMEZSENİZ, BAŞARILI OLMA ŞANSINIZ HİÇ OLMAZ."

21 Mart 2000 tarihinde haber bültenlerinden çok ilgi çekici ve beklenmedik bir haber bütün ayrıntıları ile duyuruluyor."26 Mart tarihinde yapılacak Başkanlık seçimlerinde Rusya Devlet Başkanlığına aday olan şimdiki Başkan Vekili Viladimir Putkin bir savaş uçağı ile Çeçenistana gitti. Bu süpriz gezide Putkin eli kanlı haydutlarla Çeçenistan barışı için görüşmeyeceğini, yetkili ve etkili sivillerle görüşmeye hazır olduğunu, bölgeye mutlak barışı getireceklerini bildirdi." Görülen o ki; Rusya'daki başkanlık seçimlerinin geleceği Kafkaslardaki barışa bağlı. Rusya başta olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu için olduğu kadar; Avrupa Birliği ve ABD başta olmak üzere batı dünyasında da KAFKASLAR dış politikanın şimdiki odak noktası olma konumunu koruyor.

Türkiye'yi Kafkaslardan ayrı düşünmek mümkün değildir. Kafkaslar; Türkiye'nin uluslararası dış politikalarına etkisi yanında bölgedeki Türk unsurların varlığı ile iç politikasında da önemli rol oynamaktadır. Ayrıca Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile doğrudan temasın sağlanmasında da bir köprü vazifesi görmektedir.

Kafkaslar; coğrafi yakınlık, ekonomik işbirliği imkanları ve sahibolduğu doğal kaynakları nedeniyle de Türkiye için önemli bir ilgi alanı oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu'nun mevcut problemleri ve ekonomik sıkıntıları yanında, sahibolduğu askeri gücü, kültürel, ekonomik ve idari yapısı ile teşkil ettiği potansiyel tehlike karşısında Kafkasların bir "barış kuşağı" ve"Rusya ile bir tampon bölge teşkil etmesi " Türkiye için çok önemlidir.

Ermenistan ve Gürcistan ile Türkiye arasında muhtemel bir dostluk ve barış sürecinin doğması ve devamının sağlanmasının bu ülkelerin yararına olacağı açıktır. Azerbaycan ile başlatılan dostluk, ve işbirliğinin gelişerek devam etmesi de; hem bölge barışı ve hemde Türk Cumhuriyetlerinin batı ile olan doğrudan bağlantıları için hayati önem arzetmektedir.

Türkiye'nin Kafkas Devletleri ve Kafkas Toplulukları ile ilgili imkan ve kabiliyetleri ve bu bölgede uygulayabileceğini değerlendirdiğim alternatif politikaları ana hatları aşağıya çıkartılmıştır.

1. Sovyetler Birliğinin dağılması ile Kafkaslar'dan ülkemize yönelen tehdit şimdilik ortadan kalkmıştır. Bu durum Türk dış politikasına yeni aktiviteler kazandırmıştır. Kafkaslar; Türkiye için stratejik değere sahiptir. Türkiye eline geçen bu imkanı kendi güvenliği açısından en iyi şekilde korumak ve kullanmak zorundadır.

2. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Türkiye'nin bu bölge ile bağlantısı daha da önem kazanmıştır. Bu bağlantı; Kafkaslar ,Rusya Federasyonu ve İran gibi üç yol üzerinden sağlanabilir. Bunlardan en güvenlisi Kafkaslar ve Azerbaycan üzerinden yapılanıdır

3. Kafkasların pek çok devlet ve milletten meydana gelen karmaşık yapısı Türkiyenin bölgedeki güvenliği için olumsuzluk nedenidir. Bu olumsuzluğun ana unsurları İran, Ermenistan
ve Rusya'dır. Tek olumlu faktör dost ve kardeş Azerbaycan'ın mevcudiyetidir. Kıbrıs, Türkiye için ne kadar önemli ise Azerbaycan'da en az Kıbrıs kadar önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölgedeki politikası Azerbaycanı her alanda desteklemeğe ve güçlendirmeye dayanmaktadır.

4. Kafkaslarda Türkiye'nin başını ağrıtacak ülkelerden biri sınır komşumuz Ermenistan'dır. Çünkü Ermenistan kendi siyasi emelleri için Kafkasların zaten karmaşık olan yapısına dış faktörleri çekmeği dış politika ilkesi haline getirmiştir. Bu durum Türkiye'yi daha önce de olduğu gibi bölge dışı ve özellikle batılı devletlerle karşı karşıya getirebilecektir. Türkiye buna daima hazır olmak durumundadır. Osmanlı'dan kalan "ERMENİ SOYKIRIMI iddiaları ,daima her platforma taşınmaya hazır beklemektedir.

5. Türkiye; Ermenistan politikasında bu ülkenin deniz bağlantısının olmamasından doğan dezevantajını çok iyi kullanmak zorundadır. Bu devletle olan ilişkilerinde birtakım dostluk heveslerine ve gereksiz iyi niyet gösterilerine kapılmadan aklıselim ile hareket etmelidir.

6. Kafkaslardaki bir diğer önemli sorun da İran'dır. Bilindiği gibi İran Azerbaycanı'nda bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin birkaç katı Azeri yaşamaktadır. İran; Türkiye'nin elinden Azerbaycan faktörünü almak ve/veya hiç değilse zayıflatmak için her çareye başvuracaktır.
Ankara -Bakü eksenine alternatif olarak bölgede Tahran-Erivan ve hatta Tahran-Moskova ekseninin kurulması bir fantezi değildir. Türkiye'nin İran'ın bölgedeki faaliyetlerini dikkatle izlemesi gerekmektedir.

7. Bütün bunların içinde Türkiye için bölgede sıkıntı yaratacak en büyük faktör Rusya Federasyonu'dur. Türkiyeye yönelik Çarlık Rusyası'ndan gelen temel hedefler değişmemiştir ve aynen muhafaza edilmektedir. Türkiye bugün Rusya'yı bu hedeflerinden uzaklaştırmak için bu devletle çeşitli işbirliği projelerine girmiştir. Bunlardan en önemlisi Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi' dir.

Bunun yanında Türkiye; Karabağ meselesine de Rusya' yı ortak ederek (Ermenistan üzerindeki etkinliği dolayısıyla )çözüm için iş birliği yaratmak istemiştir. Bunların hiçbiri ciddi bir sonuç vermemiştir. Kısacası Rusya; Türkiye'nin bütün çabalarına rağmen bölgedeki varlığı için Türkiye'yi hala en büyük tehdit ve kendi politikalarına engel olarak görmektedir. Hiçbir zaman Türkiye ile işbirliği içinde olmak istememektedir.

8. Kafkaslar da Türkiye'nin önem vermesi gereken ülkelerden biri de GÜRCİSTAN'dır. Bu ülke her alanda Rusya'ya bağımlıdır. Gürcistan ile olan münasebetlerimizde de Rusya faktörü daima gözönünde bulundurulmalıdır.

Sonuç olarak KAFKASYA; TÜRKİYE için olduğu kadar RUSYA FEDERASYONU içinde çok önemlidir. Bu bakımdan Türkiyenin bölge ülkeleri ile ilişkilerini sürdürürken daima gözönünde bulundurması gereken genel prensiplerin özünde Rusya ile olan ikili ilişkilerimiz yatmaktadır. Bu prensipleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

 * Kafkas ülkelerine yaklaşımın PAN-TÜRKİST olmamasına özellikle dikkat edilmelidir.

 * İlişkilerin geliştirilmesinde Rusya'nın karşımıza alınmamasına özen gösterilmelidir.

 * Uluslararası kuruluşlar ve bilhassa batı ülkeleri nezdinde Türkiye'nin yayılmacı bir ülke imajı yaratmamasına dikkat edilmelidir.

 * Bölge ülkelerinin Rusya ile olan ilişkileri ve bağımsızlıklarının derecesi takip edilerek Türkiye'nin politikaları buna göre şekillendirilmelidir.

 Yukarıda sayılan genel prensipler çerçevesinde bölgedeki hedflerimiz şunlar olabilir;

 (1) Kafkasya'yı Orta Asya ve Rusya Federasyonu ile ulaşım yollarımız bakımından rahat geçit veren bir köprü durumuna getirmek.

 (2) Rus yayılmacılığının yeniden canlanması ihtimaline karşı bu bölgeyi bir tampon bölge haline getirmek

 (3) Türk ekonomisinin güçlendirilmesi için karşılıklı çıkar ilkesi korunmak kaydı ile bölgenin ekomik potansiyelinden azami yararlanmaktır.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
26 Mart 2000 Pazar

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=24

***

Toplumun Hakkı (A. Nazmi Çora)

Toplumun Hakkı (A. Nazmi Çora)


Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Mart 2000 Pazartesi 

"YASALAR, İNSANLARI  ÖZGÜR  YAPMAZ; YASAYI ÖZGÜR YAPACAK OLAN İNSANLARDIR."

İnsanın, doğduğu toplumun kültürüne göre yetiştiği bir gerçektir. İnsan, pekçok değeri doğduğu toplumda hazır bulur. Dil, din, ahlaki kurallar ve örf-adetler onun şahsiyetine şekil verir ve hayat tarzını düzenler. Eğitimi, sosyolojik açıdan tanımlayınca bu oluşumlardan hareket edildiğini görüyoruz. "Geçmiş nesillerin kültürünün gelecek nesillere aktarma faaliyetine eğitim " diyoruz. Bu tanım, sosyolojik açıdan yapılan evrensel bir tanımdır.

Demek ki, ana doğuruyor; toplum yoğuruyor. Toplumun kendisi bizzat bir eğitimci olduğu için, insan yavrusunun kültürel kaderini belirlemektedir. Hangi dille konuşacağını, hangi inanç sistemini benimseyeceğini ve ahlaki davranışları nı hangi geleneklere ve değerlere göre yapacağını toplum ona dikte etmektedir. Onun içindir ki, toplumun ana kadar önemi vardır ve bazen de onun önüne geçmektedir.

Çocuğun doğumuna kadar annenin rolü, okul çağına kadar ailenin rolü önem kazanır. Okul çağından sonra ise; okul ve toplumun rolü öne geçmektedir. Ana-baba hakkı bize verdiklerinden kaynaklanmaktadır.

Bilindiği gibi,"milletin teşkilatlanmış haline devlet" diyoruz. Bayrağı, vatanı ve bağımsız sosyal müesseseleriyle devlet, bizi köle olmaktan korumaktadır. Bizleri başka devletlerin emperyalizminden koruyan, kültür, namus ve ekonomik bağımsızlığımızı temin eden devletin bizim üzerimizde hakkı vardır. Çoğu insanlar devlet ile hükümet kavramlarını yeterince ayıramadıklarından, hükümeti tenkit etme yerine, daima devleti tenkit etmektedirler.

Devlet bir hükmi şahsiyettir. Devletin dinlisi, dinsizi olmaz. Çünkü hükmi şahsiyetlerin inancından bahsedilmez. Devletin, islamlısı-islamsızı, inançlısı-inançsızı, kafiri, hıristiyanı, yahudisi olmaz. Devlet bir şemsiyedir ve her inanç sistemine eşit mesafededir. Onun işi, bir inanç sistemini öne çıkarıp, ötekilere baskı yapmak değildir. Onun görevi, belli kültür ve inanç guruplarının kavgasını önlemek ve herkesi kendi alanında kalıp amacına hizmet etmesini temin etmektir. Devlet bu hizmetlerini yaparken, verdiği emeğin karşılığında bizim üzerimizde de hakkı doğmaktadır. Bunların en önemlisi itaat hakkıdır.

"Devlete itaat" bir sosyal görevdir. Devlet çökünce, millet de çöker. Milletin bütün dini ve kültürel değerleri, devlet sayesinde hayatlarını sürdürür, gelişir ve serpilir.

Toplumun örf-adet ve değerlerine sahip çıkmak, fertlerin üzerine düşen bir haktır. Toplumun yücelttiği değerlerin yaşaması için elinden geleni yapmak, gayret göstermek fertlere düşen çok önemli bir vazifedir. Topluma bu hizmeti veren fertler, aynı zamanda da devletin üzerindeki hakkı yerine getirmiş olmaktadırlar.

Toplumda iyiliklerin gelişip yayılması, kök salması için kötülüklerden uzak durmak gerekiyor. Toplumun iyiliğine çalışmak, onun ruhu olan milli ve manevi değerleri yaşatmak, onu hastalandıracak yıkıcı ve bölücü davranışlardan sakınmak, doğduğumuz ve içinde yaşadığımız toplumun üzerindeki hakkıdır. (Yazan: A. Nazmi Çora)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
20 Mart 2000 Pazartesi

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=23

***

Türk Ülküsü (A. Nazmi Çora).,

Türk Ülküsü (A. Nazmi Çora).,



Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Mart 2000 Perşembe 

" TÜRK MİLLETİNİN İSTİDADI VE KAT'İ KARARI; MEDENİYET YOLUNDA DURMADAN VE YILMADAN İLERLEMEKTİR."
Mustafa Kemal Atatürk

Sözlük anlamı “AND” ve “UZAK HEDEF” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.

Ülkü; ilk önce insanların gönüllerinde, gönüllerinin derinliğinde, şuuraltlarında, hayallerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, Milli Liderler tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamle sırasında da ülkülü millet, liderinin ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen, sonra maddeten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.

Milli ülküler, milletleri yüzyıllar boyunca ayakta tutacak yegane enerji kaynağıdır. Ülkücü milletler, fedakar insanlarla doludur. Fedakar insanların çokluğu, her türlü insani meziyetlerin hakimiyeti demektir. İnsan toplumları insani meziyetlerle yaşar. İnsani meziyetlerini kaybetmiş toplumlar refah ve dış görünüşü ile büyüklük içinde olsalar dahi, yıkılmaya mahkumdur. Ancak kabiliyetli ve enerjik olan milletler büyüklük ülküsü ardından koşar. Çünkü büyüklük ülküsü, büyük fedakarlıklar ülküsü demektir. Bundan dolayıdır ki, korkaklarla aşağılıklar büyüklükten korkar, daima küçük kalmak ister.

Türkçülük, Türk milliyetçiliğinin adıdır. Türk milleti nedir, kimler Türk’tür diye sorulacak olursa;

“Türk milleti; Türk kökünden gelenlerle Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kişilerdir” diye açıklanabilir. Türkçülük kelimesinin sonundaki ek; yerine göre mensupluk, sevgi, taraftarlık gösteren bir ektir. Türkçülük de Türk sevgisi ve taraftarlığı demek olduğuna göre, kelime, yerinde kullanılmıştır. Başka milletlerin Türk taraftarlığı ve Türk sevgisi bu kelime ile ifade olunamaz. Zaten başka milletlerin Türk’ü sevmesi de gerçekten bu sevgiye değil, geçici bir nezakete, çıkara, siyasi zorunluluklara işarettir. Türk’ü gerçek olarak, Türkten başkası sevmez.

Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin, manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi dahi silik ve sönük kalmaya mahkumdur. Eğer bu millet talihli de değilse, onun sonucu yenilmek, ezilmek, hatta yok olmaktır.

Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.

Türkçülük ; Milli ülkümüzün ismi demektir. Bu isim, “Türk birliği” sözleriyle özetlenebilir.

Türkçülük; Türk yurdunda Türk milletinin kayıtsız şartsız hakimiyeti ve bağımsızlığı ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.

Türkçülük; bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.

Ülküler; gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir. Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptirler.

Ülkücülük ;“idealizm” demektir. Bizim ülkümüzün hedefi; Türk Milleti’ni en kısa yoldan, en kısa zamanda, başkalarında avuç açmadan çağlar üzerinden sıçrayarak çağdaş medeniyetin en ön safına geçirmek, ilimde, teknikte, medeniyette insan hakları ve eşitlikte, çevrecilikte yeryüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek, Türklüğü yüceltmektir.

Türkçüler olarak davamız; Türk milletinin varlığını yüceltmek ve ebediyen devam ettirmek davasıdır. Bu fikrin, bu davanın üstünde başka hiçbir fikir, başka bir dava yer alamaz. Türk milletinin varlığını korumak, yükseltmek ve onu ebediyyen devam ettirmek fikrine hizmet etmeyen, bu fikre uygun olmayan hiçbir davranış, hiçbir hareket Türk milleti için geçerli olamaz.

Türk milletinin kendine has gerçekleri vardır., şartları vardır, tarihi vardır, milli gelenekleri vardır, milli ruhu vardır. Türk milleti, yabancı ülkelerin kendi şartlarına göre meydana getirilmiş olan sistemlerin kopya edilmesiyle kalkınamaz kurtulamaz. Türk milletinin milli gerçeklerini dikkate alan, milli ruhunu dikkate alan, milli tarihine ve milli geleneklerine, milli ahlakına, dinine bağlı, saygılı modern ilmi, modern tekniği de rehber edinen yüzde yüz milli bir sistemle olabilir. (A. Nazmi Çora)

A. Nazmi Çora'nın "İYİ İNSAN" sitesinin "ÖZEL YORUMLAR" bölümünde yer alan "TÜRK ÜLKÜSÜ" isimli yazısı aynen "GÜNÜN YORUMU" bölümüne aktarılmıştır. Bu şekilde daha çok ziyaretçinin yararlanmasına imkan hazırlanmıştır.

ÜLKÜ'ler; milletlerin yönetiminde ve yönlendirilmesinde en büyük itici güçtür. Ülküler; geçmişin ve bu geçmişteki büyük başarıların günümüze ve geleceğe yansımasıdır. Ülkülere ulaşılması ,devlete milli yarar ve millete refah sağlar. Ulaşılması zor ve uzak ülküler ise milletleri daha çok çalışmaya ve gayrete sevkeder. Bu bakımdan seçilen milli ülküler, kolaylıkla elde edilebilir olmamalıdır. Bu doğal özelliği dolayısıyla bazı dar düşünceli ve bağnaz kafalar ile satın alınmış beyinler; konuyu günümüz şartları içinde değerlendirerek ülküler ile bu ülkülere sahip çıkan ülkücüleri hayalperestlik ile suçlarlar. Bu nevi şuçlama ve saldırılar dikkate alınmamalıdır.

Komşumuz Yunanistan yönetiminin, Yunan Milletini fiziki olarak gerçekleşmesi hiç bir şartta mümkün olamayacak 150 yıllık bir "Megal-i İdea" etrafında nasıl birarada tuttuğunu ve inatla bu hedefe ulaşma gayreti içinde oldukları hepimizin malumlarıdır. Milletimizin sahip çıkması gereken "TÜRK ÜLKÜSÜ" nü büyük bir vukufiyetle ve açıklıkla ortaya koyan Sayın Çora'yı kutluyorum.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
16 Mart 2000 Perşembe

BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | 
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=22

***


Tatil Cenneti Türkiye'm

Tatil Cenneti Türkiye'm


Dr. Tahir Tamer Kumkale
8 Mart 2000 Çarşamba


" BÜYÜK İŞLER VE ÖNEMLİ ATILIMLAR,
ANCAK ANCAK BİRLİKTE ÇALIŞMA İLE ELDE EDİLEBİLİR."
Mustafa Kemal Atatürk

Evet. Güzel yurdum Türkiye'm bir tatil cennetidir. Dünyada bir benzeri daha yoktur.

Bununla eşsiz coğrafi, tarihi ve tabii güzelliklerinden ve Türk insanının emsalsiz misafirperverliğinden dolayı tatillerini Türkiye'de geçirmek için turistlerin birbirleriyle yarıştığı tatil cenetini kastetmiyorum. Dünyada en az çalışıp , çalışmadığı için çok yorularak devamlı tatile ihtiyacı olan, bu yüzden yöneticilerince kendilerine her vesile ile tatil imkanı sağlanan güzel insanların yaşadığı ülkemden bahsediyorum.

Hükümetimiz ülkemizin yüce menfaatlerini gözönünde bulundurarak; önümüzdeki kurban bayramında da yine 9 günlük tatil ilan etti. Bu şekilde enerji tasarrufu yapılabilecek, iç turizm canlanacak, ekonomimize büyük katkı sağlanacak v.s. v.s...

Sağ olsun Bakanlar Kurulumuz;" gece gündüz çalışıp, üretmekten adeta bitap düşmüş olan milletimizi
düşünüyor ve daha zinde bir kafa ile, daha iyi mal ve hizmet üretebilmemiz için" 2.5 günlük bayram tatilini 9 güne çıkartıyor.

Ekonomik dar boğazda inim inim inleyen ve kendisine düşen fedakarlığı son kertesine kadar yapan
sokaktaki vatandaş bu zorunlu tatile ne diyor.? Sorun bakalım. Tatilmi istiyor. Yoksa çalışmak mı istiyor ? Sayın yetkililerimizin sokağa inmeye zamanları olmayabilir. Uzağa gitmesinler. Çalıştıkları iş yerinin kapısında bekleyen güvenlik görevlisinden başlayarak odalarına girene kadar koridorda karşılaştıkları sıradan memurlarına
sorsunlar. Hepsinin ,hep bir ağızdan; " YETER ARTIK ÇALIŞMAK İSTİYORUZ " diyerek haykırdıklarını göreceklerdir.

 * Bayram mı geldi ? YAPIN UZATILMI? TATİL...
 * Yağmur yağdı. Kar yağdı. Yerler buz oldu. TATİL...
 * Deprem oldu. TATİL... Bayram
 * Yılbaşı ile başlayan RESMİ TATİLLER SİLSİLESİ...
 * Toplam 106 günlük rutin HAFTA SONU TATİLİ...
 * Yıllık KANUNİ ve MAZERET İZİNLERİ TATİLİ...
 * Okullarımızın YARI YIL ve üç aya kadar uzayabilen YAZ TATİLLERİ...
 * Grip salgını var, nezle oldun, diş çektirdin bahaneleri ile SAĞLIK TATİLLERİ....

BU LİSTE UZAYIP GİDER.

Peki biz ne zaman çalışacağız. ? Ne zaman üreteceğiz.? Ve ne zaman para kazanacağız?

Milletimiz adeta tatile adapte oldu. Artık hiç kimse çalışmayı düşünmüyor. Herkez oturdüğu yerden ve yorulmadan para kazanmak istiyor. Yeni işe giren bir kimsenin önünü gördüğü yok. 30 yılda Genel Müdürlüğe ulaşabilenlerin hayat standardını daha başlarken istiyor.

Peki gelecek yıllarda ne alacak ? Başlarken, 30 yıl sonraki hedefine erişen bir kimseyi nasıl çalışmaya ve daha ileriye gitmeye motive edebilirsiniz. İşte bütün bunlar bir türlü kabullenemediğimiz sosyal yaralarımız.Bunlar bir kaç günde ve yılda oluşmadı. Yılların getirdiği ve üstüste yığarak biriktirdiği tottular.

Bu uzun tatillerin milli geleneklerimizi ve karakterimizi de değiştirdiği kesin olarak biliniyor. Bayramda akraba , dost ve komşularla kaynaşılması , büyüklerin ziyareti yardımlaşma ve dayanışma yavaş yavaş kalktı. Önce büyüklerimiz tatil yörelerine ve yazlıklarına kaçtılar. Bunu gören küçükler de aynen taklit ettiler. ?imdi bayram denilince tatil ve evden uzaklaşmak akla geliyor. Acı ama gerçek. Binlerce yıllık geleneklerimiz gözlerimizin önünde teker teker yokoluyor.

Deniz ve göl kıyılarımız, kıyılara bakan bütün tepelerimiz, orman içlerimiz; kibrit kutusu gibi birbiri üstüne binmiş sayısız evle doldu. Yazlık almak , hatta mümkünse birkaç tane almak çok moda oldu. İstatistikleri bilmiyorum ama, yazlık tatil evlerinin sayısı devamlı oturulan evlere yakın olduğunu tahmin ediyorum.

Yılda ortalama en fazla 1,5 ay kalınabilen bu evlerde her türlü konfor ve medeni gereç mevcut. Telefon, beyaz eşya ve modern mimarinin bütün imkanları düşünülmüş. Bu şekilde sadece dinlenmek ve eğlenmek için gerçekleştirilen çarpık bir yapılaşmaya milli geliri bizimkinin on katı olan ülkelerde dahi rastlamak mümkün değil. % 90 'ı deprem kuşağında yer alan ülkemizde; bu üçüncü sınıf malzeme ile inşa edilerek, boya ile süslenen binlerce binanın insanlarımıza mezar olduğunu 17 Ağustos depreminde birlikte gördük ve yaşadık.

Milli servetimiz ; bu bize nereden geldiği belli olmayan tatil hevesi yüzünden şehirlerden tatil köylerine taşındı. Bu taşınma ile birlikte gelenek ve göreneklerimiz, Türkün kendine has milli hasletleri de kayboldu. Hükümetlerimiz sağ olsunlar; kabul ettikleri yerli yersiz tatillerle, yerleşik düzendeki insanlarımızı adeta evlerinden çıkartıp tatil beldelerine gitmeye zorladılar.

Oysa buralara yatırılan paralarla üretime yönelik işyerleri kurulsa, buraları yapmak veya almak için yapılan küçük, fakat biraraya geldiğinde çok büyük meblağlara ulaşan halkın tasarrufları daha faydalı ve yararlı yatırımlara yöneltilseydi. İnsanlar dinlenmeye ve yatmaya değilde , çalışmaya ve tasarrufa teşvik edilebilseydi. Ülkemizi 25 yıldır kasıp kavuran enflasyon bu seviyede olmazdı. Milli gelirden aldığımız pay da bugünkü seviyesinin birkaç kat üzerinde olurdu.

Allah insanımıza akıl ve fikir versin . Ne kadar çok tatil seviyoruz. Geçen 9 günlük bayram tatillerinden birinde Avrupada beş yıldızlı otellerde konaklayan 30 000 civarındaki Türk turistlerin 2 milyar dolar civarında bir parayı harcadıklarını gazeteler gururla haber olarak verdiler. Oysa; turizm cenneti olmaya layık ülkemize 365 günde gelen 10 milyon civarındaki yabancı turistin getirdiği döviz miktarı ise 5-6 milyar dolar civarında. Bu gelenler için bir yıl müddetle hizmet üreten insanımızın sayısı da 15 milyona yakın. Avrupalı dostlarımız artık biz zengin Türkleri hava alanlarında merasim ve de limuzin ile karşılıyorlar. Yorulan insanımızı dinlendirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar sağ olsunlar. Var olsunlar.

Sonuç olarak; Yeni bin yıla büyük umutlarlarla girdik. Türk dünyası başta olmak üzere bütün uluslar bu yüzyılda bizden çok şeyler beklediklerini açıkça vurguluyorlar. Dünya yeniden kuruluyor. Dengeler yeniden yerleşiyor. Bizim artık bu çağda dinlenmeye ve tatile değil çalışmaya , çok çalışmaya ve daha çok çalışmaya ihtiyacımız var.

Bizi tatile değil, daha çok çalışmaya, daha çok ürettmeye ve daha zengin olmaya zorlayan yönetim istiyoruz. Biz yatmayı haketmiyoruz. Bize dinlenme değil; çalışma ve üretme imkanları yaratacak bir yönetim istiyoruz. Ancak bu şekilde 21 nci asrın Türk Asrı olabileceğine inanıyoruz.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
8 Mart 2000 Çarşamba

BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=20

***

Balkanların Neresindeyiz?

Balkanların Neresindeyiz?




Dr. Tahir Tamer Kumkale
4 Şubat 2000 Cuma


Balkanlar; adını bölgede bulunan Balkan Dağlarından alır. Türkçede Balkan sözcüğü ; genellikle orman yada çalılıkla kaplı engebeli, sert ve yalçın araziye verilen isimdir. Halkımız bugün bu kelimeyi yaygın olarak kullanmaktadır. Balkan Yarımadası; batıda Adriyatik, doğuda Karadeniz ile kuzeyde ise Tuna ve Sava Nehirlerinin açtığı ovalarla çevrilidir. Güneyde ise birçok ada ve yarımada ile Akdenizin ortalarına kadar ilerler. Uzunluğu 600 kilometreyi bulan ve yüksekliği 2376 metreye ulaşan Balkan Dağları çok sarptır ve çok az geçit verir .Dağlar bu yapısı ile yarımadanın belkemiğini teşkil eder. Çeşitli kültür ve etnik yapıya sahip 60 milyona yakın insanın yaşadığı bölgede birbirleri ile problemleri bulunan Türkiye,Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ,Makedonya, Yugoslavya ( Sırbistan + Karadağ ), Hırvatistan , Slovenya ve Bosna - Hersek devletleri bulunmaktadır.

Bu devletlerin ve bunları meydana getiren milletlerin ortak özelliği 500 yıla yakın bir süre Osmanlı egemenliği altında yaşamış olmalarıdır. Müslüman Türklerin yönetiminde asırlarca yaşamış olmalarına rağmen Balkan milletleri milli özelliklerini hiç kaybetmeden günümüze kadar gelmişlerdir. Bugün Balkan Yarımadası ırk, dil, din ve mezhepler bakımından dünyanın en karmaşık bölgelerinden birisidir. Coğrafi yapıya yayılmış olan bu karışıklık tarihi ihtiraslar, ülkelerin birbirleri ile olan menfaat çatışmaları, büyük devletlerin çıkarları, doğu ve batı toplumları arasındaki tabii köprü olma durumu bölgede devamlı sıcak çatışmaların yaşanmasına ve nihayet bir dünya savaşının yaşanmasına yol açmıştır. Balkan milletleri bugün bir siyasi bütünlük içinde değildir. Uluslar birkaç ülke bayrağı altında bulunmaktadır. Bu durum yaşanan kargaşanın temel sebebini oluşturmaktadır. Tarihten günümüze intikal eden en önemli gerçek " Millet ve Milliyetçilik " duygularının daima canlı olarak tutulmasıdır.

Balkanlarda günümüzde mevcut başlıca problem sahalarını şu şekilde özetlemek mümkündür.

a. TÜRKİYE - YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ:

Yunanistan'ın Mora'da kurulduğu 1829 yılından itibaren kabul ettiği Megal - i Idea' sının elde edilmesine yönelik milli politikası hiç değişmemiştir. Gelen bütün hükümetlerin milli hedefleri aynidir ve bundan kesinlikle taviz vermemektedir. Türkiye aleyhine toprak genişlemesini hedefleyen bu milli politika ilişkileri daima uzlaşmazlığa sürüklemektedir. Bugün iki ülke arasında Kıbrıs, Kıt'a Sahanlığı, Fır Hattı, Karasuları, Hava Sahasının Kontrolu, Batı Trakya ve Azınlıklar, Ege Adalarının Silahlandırılması gibi alanlarda anlaşmazlık devam etmektedir. Ayni savunma paktı içinde bulunmamıza rağmen Türkiye'yi tek ve en büyük düşman olarak gören Yunanistan uzlaşma ve dialoğ yerine sorunları daima tırmandıran bir politika izlemektedir.

b. YUNANİSTAN'IN AZINLIKLARA KARŞI TUTUM VE DAVRANIŞLARI:

Yunanistan ülkesinde yaşayan tüm azınlıkları HELEN olarak kabul etmektedir. Buna göre bu ülkede yaşayan Batı Trakya Türkleri, Makedonlar, Bulgarlar, Arnavutlar, Sırplar azınlık değildir. Dolayısıyla hangi uluslararası anlaşma olursa olsun hiç bir hak tanınmamaktadır. Bu grupları asimile ederek eritmek için büyük bir baskı politikası takip etmektedir.

c. MAKEDONYA VE MAKEDONLAR:

Makedonya ;eski Yugoslavyanın dağılmasını müteakip kurulan 2 milyon nüfuslu genç bir devlettir. Devletleri olmasına rağmen Makedon milletinin çoğunluğu bu devlet sınırlarının dışında kalmıştır. Bugün Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistanda Makedonya adı ile anılan bölgelerde Makedonlar yaşamaktadır. Bu ülkelerin arasına sıkışmış bir coğrafyada bağımsızlığını ilan eden genç Makedonya Cumhuriyeti Büyük İskender zamanında kendilerinin olduğunu iddia ettikleri bölgeleri ve insanlarını geri istemektedir.

Tabii olarak Yunanistan ve Bulgaristan hem bu yeni ülkenin varlığına ve hemde kendi topraklarında böyle bir millet yaşadığı iddialarına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Konunun önümüzdeki günlerin önemli çatışma sebeplerinden biri olarak gündeme gelmesi kaçınılmazdır.

d. BÜYÜK BULGARİSTAN HAYALİ :.

Bulgaristan'ın Türk Trakyasını da içine alan Büyük Bulgaristanı yeniden kurma hayali değişmemiştir. Bu ülke; Yunanistandan Batı Trakya ile Ege Makedonyasını, Arnavutluktan Makedonya sınırındaki geniş bir bölge ile Makedonyanın tamamını istemektedir. Ülkesinde önemli bir çoğunluğu oluşturan Türklere karşı tarihi boyunca planlı bir şekilde asimile ve sindirme politikası uygulamıştır.Sovyetler Birliği ve Varşova Paktının güdümünden çıkmasını müteakip başlattığı yeniden yapılanma çalışmalarını tamamlayıp Büyük Bulgaristanı inşa faaliyetlerine yönelmesi beklenmektedir.

e. YUGOSLAVYA ( SIRBİSTAN + KARADAĞ ) :

Bilindiği gibi TİTO sonrası yönetimler Yugoslavyada istikrarı sağlayamamışlar ve sonunda federal cumhuriyetler 1990'dan itibaren Hırvatistan, Bosna - Hersek, Makedonya, Slovenya olarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Tarihteki büyük Sırp Devletini kurma hayalini daima muhafaza eden ve eski Yugoslavyanın en büyük toprak ve nüfusuna sahip olan sırplar geri kalan topraklarda Yugoslavya adına sahip çıkmışlardır. Halen Sırbistan ve Karadağ Federal Cumhuriyetleri ile özerk Voyvodina ve Kosova 'yı içine alan bölgede hükümranlıklarını sürdürmektedirler.

Sırplar meydana gelen bölünmeyi kabul edememiş ve bunu hazmedememişlerdir. Önce Türk ve müslüman Boşnakların çoğunlukta bulunduğu Bosna - Hersek devletine vahşice saldırmışlar ve 21 nci asra girerken insanlık tarihine utanç içinde geçecek toplu katliamları gerçekleştirmişlerdir. Balkanlardaki son Türk izlerinin silinmesi yolunda büyük mesafeler almışlardır. Sonunda medeni alemin beşiği kabul edilen Avrupadaki bu insanlık ayıbına dünya müdahale etmiş ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla akan kan zorla durdurulabilmiştir. Fakat çözüm bulunanamıştır.

Bosna'da yeterli dersi almadığı belli olan sırplar bu defa Türkler ve müslüman Arnavutların çoğunlukla yaşadığı Kosovada milliyetçilik akımlarını bahane ederek toplu katliamlara girişmişlerdir. Sonunda Mart 1999 da NATO ülkeleri sırbistana havadan müdahale kararı vermiştir. 3 aya yakın devam eden hava saldırıları sonucunda ülke harabeye dönmüştür. Sonunda Sırbistan pes ederek teslim olmuş ve sözde barış sağlanmıştır.11 Haziran 1999' da yapılan anlaşmaya uygun olarak Sırp asker ve polisleri Kosova'yı terk ederek yerini Nato devletlerinin oluşturduğu 50 000 kişilik barış gücüne terk etmiştir. Kağıt üzerinde barış antlaşmaları onaylanırken Kosova'da barıştan yararlanacak kimse kalmamıştır. İnsanlık tarihinin gördüğü en büyük mülteci olayları yaşanmıştır. Kosovalı müslümanların tamamına yakını ülkelerini terk etmişlerdir. Kanaatime göre sorun çözülmemiştir. Yeni boyutlar kazanmıştır. Balkan ülkelerindeki muhtemel barışın kolay olamayacağını tescil ettirmiştir.

f. ARNAVUTLUK :

Uzun süre tek partili komünist bir rejim altında medeni dünyadan kendini soyutlayarak yaşayan Arnavutluk bulunduğu bölgenin en fakir ve her alanda geri kalmış bir ülkesidir. Arnavutların milliyetçilik duyguları çok kuvvetlidir. Arnavutlar Yunanistandaki Güney Epir bölgesinde Arnavutların yaşadığını israrla öne sürerek açıkça bölgeyi isterler. Yunanistan ise Arnavutluktaki Kuzey Epir bölgesinde Yunanlıların yaşadığını iddia eder ve oda bölgede hak sahibi olduğunu vurgular. Ayrıca Arnavutluk Kosova halkının % 80' e yakınının Arnavut asıllı olduğunu belirterek bölgesinde bağımsızlık mücadelesi veren Kosova Kurtuluş Ordusunu açıkça desteklemektedir.

g. Ayrıca yeni oluşturulan Hırvatistan, Slovenya, Bosna - Hersek ve Sırbistan arasında sınırlar ve doğal zenginliklerin paylaşılmasından doğan gerginlikler mevcuttur.

Bir bölge ne kadar karmaşık bir yapıya sahip olursa o bölgeye karşı standart ve devamlılık arzeden bir politika takip etmek çok güçtür. Bugün Balkanlarda 10 ayrı devlet vardır. Her birinin siyasi, ekonomik, kültürel ve etnik yapıları farklıdır. Birbirleri ile pek çok alanda ihtilafları bulunması bu ülkelerin yegane ortak yanlarıdır. Oysa bölge insanının Osmanlıya karşı başkaldırışının başladığı 1840 ' lardan beri huzura ve güvenliğe ihtiyaçları vardır.

Balkanlar Türkiye'nin arka bahçesidir. Atalarımız başşehir İstanbul'u korumak için Tuna Nehri ve Balkan dağları geçitlerini kontrol ve elde bulundurmaya özel önem göstermişlerdir. Bugün başkentimizin Ankara olarak seçilmesinin en önemli etkenlerinden bir tanesi de başkent İstanbul'u koruyacak yeterli arazi parçasının elimizden çıkmış olmasıdır.

Ruslar, 1870' lerden itibaren, yani Panslavizm akımı meydana çıktıktan sonra Balkanlar ile yakından ilgilenmiştir. Balkan halklarının çoğunluğunun Slav olmasından yararlanarak Batı'ya ve Osmanlı'ya karşı bir Slav birliği meydana getirmek için büyük çabalar harcamıştır.

Avusturya - Macaristan İmparatorluğu da Pan Cermenizm politikası ile bölgede faaliyet göstermiştir. Bu iki temel görüş Balkanlar üzerinde kıyasıya mücadeleye girmişlerdir. Hatta I. Cihan Harbini başlatan Sırp Prensi'nin vurulması olayı dahi bu iki görüşün çatışmasının bir neticesidir.

Bu akımlarla birlikte dünyada imparatorlukların zayıflaması sonucunda meydana çıkan milliyetçilik akımları asrın başında Balkan ülkelerinin birbirine girmeleri için önemli bir etken olmuştur. II. Cihan Harbi'nde savaşın bütün zorluklarını yaşayan bölge halkı önce kendi işlerindeki iç harplerle kendilerini zayıflatırken bölge ile yakından ilgilenen Sovyetler Birliği'nin desteği ile Komünizm'in ağına düşmüşlerdir. Romanya, Bulgaristan ve Arnavutluk kesin olarak Komünist Rusya'nın güdümüne girmişlerdir.Yunanistan 1946 -1948 yılları arasında komünistlerin meydana getirdiği iç harpten zorlukla sıyrılabilmiş ve demokratik dünyadaki yerini almıştır. Yugoslavya ise Tito'nun yönetiminde yine Komünist bir dikta rejimi uygulamış ve fakat bulunduğu coğrafyanın avantajlarını iyi kullanarak Batı ile yakın ilişkiler içine girmesini bilmiştir.

Şimdi Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile meydana çıkan büyük kargaşa sonucunda Balkanların siyasi coğrafyası yeniden şekillenmiştir. Yeni devletler oluşmuştur. Fakat bu yeni devletlerin oluştukları coğrafyalar ile etnik, kültürel ve ticari yapıları isteklerine uygun oluşmamıştır. Mevcutla yetinmemektedirler ve diğer devletlerde bulunanlardan da pay almak istemektedirler. Balkanlardaki ateş Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk'u kaplamış ve Avrupa'yı dehşete düşürmüştür. Bugün Birleşmiş Milletler ve NATO bu ateşi nasıl söndüreceklerinin telaşı içindedirler.

Bu coğrafyada birbirleriyle ihtilaflı ve kan davası güden bu kadar çok devlet ve millet bulunduğu sürece balkanlarda istikrar olmayacağı açıktır. Hele Bulgaristanın Karadeniz kıyılarından başlayarak Batı Trakya - Makedonya - Kosova - Arnavutluk'a uzanan müslüman ve Türklerin oluşturduğu bir kuşağın mevcudiyeti , balkanlarda milli menfaati olan süper güçleri son derece rahatsız etmektedir ve edecektir. Bu arada Doğu Almanya ile birleşerek süper bir kara devleti haline dönüşen Almanya ile Rusyanın bu kuşağın güneyine inmesine ABD'nin müsade etmeyeceğide açıkça görülmektedir.

Türkiye; kendi iç sorunları dolayısıyla bölgedeki olaylara önce uzak kalmış, bilahare süper güçlerin yanında ve onları destekleyerek katılmak zorunda bırakılmış bir görüntü içerisindedir. Oysa Türkiye'nin misyonu, potansiyeli ve büyük tecrübesi ile bölgede istikrarı sağlayacak yegane güç olarak rol alması gerekmektedir. Türkiye'nin bölge ülkeleriyle tek tek siyasi alandan önce ekonomik, kültürel ve Psikososyal alanda doğrudan temas halinde bulunması ve bu ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde ağabey rölü oynaması beklenmektedir. Türkiye bunu yapacak güce, potansiyele ve tecrübeye sahiptir. Plevne'de Türkler bu topraklar için mücadelenin çok güzel örneğini vermişlerdir. Bütün olumsuz şartlara rağmen toprakların nasıl savunulabileceğini dosta düşmana göstermişlerdir. Balkan milletleri bundan örnek almalıdırlar.

1363'de Rumeli'ye geçerek Balkanlara adım atan Türkler, 1389'da Kosova Meydan Muharebesi'yle bölgeye yerleştiler. 500 yıl süren bir huzur , barış ve kalkınma dönemini başlattılar. Türkleri, Avrupa'dan atmak için her unsuru deneyen İngiltere, Rusya, Almanya gibi ülkeler, milliyetçilik akımlarını körükleyerek ve destekleyerek bölge halklarını ayaklandırdılar. Önce Osmanlı'yı bölgeden çıkardılar sonra bölge halklarını birbirine düşürerek Balkanlar'ı devamlı acı ve gözyaşına mahkum ettiler. Kaynayan Balkan milletleri birbirleriyle kıyasıya mücadele ederken 16 Haziran 1913'te Sultan Mehmet Reşat'ın Kosova'da atası Birinci Sultan Murat'ın şehit edildiği topraklarda kıldığı cuma namazına 100.000'i aşkın bir cemaatın katılması, bölge halkının Türklerden beklentilerinin en son göstergelerinden biridir.

Balkan devletleri son olarak 9 Şubat 1934'te Atatürk'ün önderliğinde Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Yugoslavya'nın katıldığı BALKAN ANTANTI adı altındaki Güvenlik ve İşbirliği Antlaşması etrafında birleştiler. Bu devletlerin dışişleri bakanlarının katılımıyla bir devamlı yönetim oluşturuldu. Ayrıca ekonomi, maliye ve ticari koordinasyonu sağlamak üzere her ülkenin beş üyesi ile temsil edildiği BALKAN ANTANTI DANIŞMA KURULU meydana getirildi. Ülkeler en son 1940 yılında Bükreş'te biraraya geldiler. Almanya'nın Romanya'yı işgali üzerine bu birlik kendiliğinden dağıldı ve bir daha biraraya gelemedi.

Sonuç olarak; bölgede tarihi, ekonomik, kültürel olarak hakkımız ve orada haklarını savunmamızı bekleyen soydaşlarımız vardır. Bölgede etkili olabilecek potansiyel gücümüz ve tecrübemiz mevcuttur. 2000 yılına adım attığımz bu günlerde bölge ülkelerine devamlı huzur ve barış temin edecek BALKAN ANTANTI gibi bir yapılanmaya süratle ve acilen ihtiyaç vardır. Balkan ülkeleri artık dışarıdan değil kendileri tarafından idare edilmelidir. Bugün bu işi başarabilecek yegane potansiyel güç ve devlet Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bu tarihi görevden kaçmak mümkün değildir. Barışın sağlanması için bu tarihi göreve her alanda hazır olmalıyız ve gerekli her türlü adımı şimdiden atmalıyız.


BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | 
Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=13

***

Örgüt Ceza ve Tutukevleri.,

Örgüt Ceza ve Tutukevleri.,




Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Şubat 2000 Çarşamba 

" BANA BENDEN OLUR NE OLURSA, BAŞIM RAHAT OLUR DİLİM DURURSA. "

TARİH : 26 OCAK 2000.

Jandarma özel timleri Metris Ceza ve Tutukevindeki İBDA-C örgütünün kaldığı koğuşlara ŞAFAK BASKINI adı altında bir operasyon düzenliyor.
Operasyonun hedefi; bir yılı aşkın bir süredir tutuklu olduğu halde üç seferdir koğuşundan alınamadığı için mahkemeye götürülemeyen ve her mahkeme günü isyan eden örgüt lideri bir sanığı hakim önüne çıkarmak. İfadesinin alınmasını sağlamak. Operasyon başarı ile sonuçlanıyor, isyan bastırılıyor. Bu defa sanıklar koğuşundan alınıp hakim önüne çıkartılıyor.

Basın ve yayın ordumuzun fedakar çalışanları önceden mevzilenmişler. 
Bu büyük ve son derece önemli olayı canlı olarak kamuoyuna duyurmanın telaşı içindeler.Adalet sisteminin, yakalayıp tutukladığı 65 İBDA-C örgüt üyesi karşısındaki aczini sergilemeye gelmişler sanki.

Bu kaçıncı isyan bilmiyoruz. Örgüt; lideri Salih MİRZABEYOĞLU'nu vermiyor. Onlar vermeyince de biz alamıyoruz. Onlar isyan ediyor. Ceza ve Tutukevi bir kere daha yakılıyor, yıkılıyor. Cezaevi çalışanları yine rehin alınıyor. Karşılıklı silahlı mücadele yapılıyor. Devletle pazarlığa oturuyorlar. Saatler süren pazarlıklardan sonra verilen tavizleri beyler lütfen kabul edip lütfederek isyanı bitiriyorlar. Tabi çoğunlukla onların dediği oluyor. Adalet Bakanımız " malesef hapishanelerde yönetimi tam olarak sağlayamadık" diyerek seminerlerde ve basın karşısında açıklama yapıyor. İşte kendi çok küçük fakat neticesi devlet otoritesine indirilen darbe olarak çok vahim olan bu olaylar basınımız tarafından kamuyu oluşturmak için çok güzel fırsatlar olarak değerlendiriliyor.

İsyanlar bastırıldıktan sonra tutuklu koğuşlarına girerek arama yapan kolluk kuvvetlerimiz basını çağırarak ele geçirdikleri bir cephaneliği dolduracak çap ve vüsatteki silah ve cephaneyi göstererek başarılarını vurguluyorlar. Bu haber malzemesini alan tecrübeli basınımız bu görüntüleri ballandıra ballandıra yayınlıyor. Her isyanda ayni yakma, yıkma, silah, cephane ve hapishanede bulunması yasak bir yığın malzemenin sergilenmesine herkez alıştı. Artık bu görüntüler haber niteliğini yitirdi.

Adaleti sağlayamayan bir adalet sistemi ile devlet işlerinin sağlıklı yürüdüğünü iddia etmek mümkün değildir.Efendim;" hapishaneler koğuş sistemi olarak inşa edilmiş. Ondan böyle imiş. Hücre sistemi olsa imiş bunlar olmazmış."

Özür; kabahatinden büyük. Yapmak istedinizde kim size engel oldu.? Paranız mı yoktu ?, Demiriniz mi yoktu ?, Çimento mu bulamadınız ? Yoksa bugünlerde Türk müteahhit ve mühendisleri yurtdışında dünyayı inşa ettikleri için elde inşaatçımız mı kalmadı?

Yapmıyorsunuz, veya yapmak istemiyorsunuz. Bu millet sizin 3 ayda 35000 ev yaptığınızın şahididir. Dünyaya karşı haklı kasılıyorsunuz. Japonların altı ayda yaptığını biz 3 ayda yaptık diye. Mazeretiniz bu olamaz sayın yetkililer. Lütfen devletimizi; Türk ve dünya kamuoyunda güçsüz gösterecek olayların gerçek sebebini açıklayınız. Gücünüz yoksa istediğiniz gücü bu millet size verir. Anlamak ve vatandaşın anlamasını beklemek mümkün değil.

Gelelim işin esas yanına, BU GÖRÜNTÜ ASLINDA DEVLET OTORİTESİN'İN ÇÖKTÜĞÜNÜN GÖRÜNTÜSÜDÜR. HUKUK SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜDÜR. 

65 milyonu temsil eden ve Cihan İmparatorluğunun mirası üzerine inşa edilen koca bir sistemin getirildiği yerin resmidir. Devletin koyduğu yasaları dinlemeyerek,yakalanıp cezalandırılmak için Ceza ve Tutukevine kapatılan 65 kişi; 65 milyonun gözünün içine baka baka " Biz senin yasalarını kabul etmiyoruz. Mahkemeni tanımıyoruz. Tanımadığımız bir sistemin mahkemesine de gelmiyoruz." diyorlar ve gelmiyorlar. Getirilemiyorlar.

Aslında kendi çok küçük ama yansıması çok büyük olan olayı, cezaevlerinin koğuş sistemi şeklinde inşa edilmesine bağlamanın yanlış olduğu görüşümü bir daha vurgulamak istiyorum. Olayların meydana gelmesinin sebebi devletimizin ve hukuk sistemimizin aczi ve sistemin bozukluğu değildir. Yetersiz ve yeteneksiz kadroların cezaevlerinde görevlendirilmesidir. Adam gibi adamların yokluğundandır. Bu sistemde , bu yönetmelikler ve kurallarla devletin gücü en iyi şekilde gösterilebilirdi. Gösterildi de. Bu cezaevleri yeni inşa edilmedi . İlk defa cezaevlerimize sanık ve suçlular getirilmiyor. Biz bu sistemle yıllarca hukukumuzu tatbik ettik. Bu derece acz içinde olduğumuz hiç bir dönem olmadı. Sorunun başı ve aslı personel zaafiyeti ve eğitim noksanlığıdır. Buradaki görüntünün asıl sebebi; gücünü gösteremeyen, yetkisini kullanamayan, basiretsiz ve cesaretsiz cezaevi yöneticileridir.

Binlerce yıllık köklü gelenekler üzerine inşa edilmiş devletimiz güçlüdür. Hiç kimse, hiç bir örgüt veya kuruluş devletten daha güçlü olamaz. Olmamalıdır. Fakat bugün devletimiz örgütler karşısında güçsüz durumda gösterilmiştir. Cezaevlerimiz devletin kontrolundan çıkmış ve ÖRGÜT CEZA VE TUTUKEVLERİ haline dönüşmüştür. Kanun ve kural dışı herşey buralarda yönetimin gözü önünde açıkça yapılabilmektedir.Buna ait haberler basınımız tarafından adeta dizi proğram halinde yayınlanmaktadır. Her türlü anarşi ve terör olayları buradan yönetilebilmekte, yeterince yetişmemiş militanlara buralarda akademik ve silah eğitimleri verilmektedir.

Burada mahkumlardan ziyade , onlara göz yuman, bilerek veya bilmeyerek cezaevlerini bu hale getiren yönetim başlıca sorumludur. Kanunları uygulamak yerine kanunsuzlukları destekler durumdaki sıralı yöneticilere bugüne kadar hiç hesap sorulmamıştır. Veya sorulamamıştır. Halkımız bu sorumsuzlardan hesap sorulmasını bekliyor. Üzülerek ve içi kan ağlayarak gelinen vahim durumu seyretmekle yetiniyor.

İsyan eden koğuşta ele geçen malzemeyi utancımızdan saklayacağımıza özenle bir araya toplar, gururla basını çağırır," işte biz bunları hapishanenin içinde ele geçirdik" diyerek takdir bekleriz. Gülelim ağlanacak halimize. Girmemize ramak kaldığımız avrupalı komşularımız bunları gördüğü zaman gülüyor halimize....

-Kim bunlar ?

-Kim bunları bu sorumlu mevkilere getirdi ?

-Görevini bilmeyen, yetkilerini kullanmaktan aciz, asli sorumluluklarını yerine getiremeyen bu yönetim kadrolarını kimler atadı?

-Hangi hak ve selahiyetle bu insanlar hala ayni görevlerinde tutuluyorlar ?

-Bu memlekette nice yetişmiş beyinler," merkez valisi, merkez emniyet müdürü, APK Uzmanı" gibi uydurma isimlerle boş oturup hizmet beklerken bu millet bu yeteneksiz kadroları beslemeye mecburmu ?

Birkaç gün önce Ulaştırma Bakanı Prof.Dr.Enis Öksüz'ün talimatıyla polis Sivil Havacılık Genel Müdürü Beyefendiyi 50000 dolar rüşvet alırkan suç üstü yakaladı. Tutuklanan genel müdürün bürosunda yapılan aramada daha pek çok rüşvet olayının belgeleri çıktı. Balık baştan kokar. Genel Müdür, bunu bu kadar açık ve serbestçe yaptığına göre kimbilir aşağısı ne yapıyor.

Kızılay, Türk Hava Kurumu, anlı şanlı devlet ve özel sektör bankalarımız, Turban gibi en büyük turizm kuruluşumuz ve daha nice kuruluşun sayın yöneticileri, batırdıkları kuruluşları için bugün yargı önündeler. Yani hep yönetim , yönetici ve insan hatası.

Suçluya hesap sormayan ve ona ceza veremeyen bir ülkede adalet tesis edilemez. Adaleti tesis edemeyen devlet, devlet olma vasfını muhafaza edemez. Atamız Osmanlı Devletinin 3 kıt'ada, 24 milyon km.kare topraklarda, 600 sene süren hakimiyetinin tek özelliği; her hal ve şartta adaleti mutlaka uygulaması olmuştur.

Devletimizin birinci ve temel görevi; devletin gücünü yeniden tesis etmek ve bunu dosta-düşmana göstermektir. Suçluya kendini saydıramayan devlet; normal yurttaşına hiç saydıramaz. Avrupalı olmak gayret gösteren sayın büyüklerimize duyurulur.

Lütfen gücünüzü bilin ve kullanın. 
KENDİ MİLLETİNİN SAYMADIĞI BİR DEVLETİ BİLİN Kİ BAŞKALARI HİÇ SAYMAZ VE DİKKATE ALMAZ.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Şubat 2000 Çarşamba

BİLDİRİ-YORUM
2000-2012 | Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=12

***

Cumhurbaşkanlığı Seçimi.,

Cumhurbaşkanlığı Seçimi.,


Dr. Tahir Tamer Kumkale,
31 Ocak 2000 Pazartesi 

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Mayıs ayında yasal süresi dolmaktadır. Bu tarihte yeni Cumhurbaşkanı için seçim yapılacaktır.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara odur ki daha birkaç yıl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevi de büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır. Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır. Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Evet, bugün yürürlükte bulunan anayasamıza göre cumhur başkanları yedi yıllık süre ile ancak bir kere seçilebiliyorlar. Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasanın değişmesi gerekir. Bunun için T.B.M.M. üye tam sayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyası başlatıldı.
"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat bize göre artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965'lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı olmuştu.

- Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyor mu ?
- Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyor mu ?
- Yoksa yetişiyor da kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ? Göreve talip değiller mi ? Yoksa görev verildi de görevden mi kaçtılar ? Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.? Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatlı gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz. Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

- LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN.

..Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

- Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha iyi sergileyebilirsiniz.

- Bu ülkenin siz olmadan da büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.

- Bunu yapın ki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüzleştir sin ve tarihteki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
31 Ocak 2000 Pazartesi

BİLDİRİ-YORUM

2000-2012 | 
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=11


***

27 Aralık 2019 Cuma

KANAL İSTANBUL NEDİR?

KANAL İSTANBUL NEDİR?




Dr. Tahir Tamer Kumkale.,
26 ARALIK 2019


    Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927)




Arkadaşlar Kanal İstanbul hakkında şimdiye kadar neden yazmadığımı soruyorlar. Haklılar. Ben hayalleri değil, gerçekleri konuşup yazmayı daha fazla severim. Boş ve gerçekleşmesi mümkün olmayan projelerle insanlarımızın zamanını öldürmek istemiyorum.

Deveye boynun eğri, demişler; nerem doğru ki, demiş..

Neresini yazayım…Neyini düzelteyim ..Adı bile yanlış koyulmuş olan bir projenin nesi doğru olabilir ki?

Evet Türkçede biz ” Kanal İstanbul” demeyiz. “İstanbul Kanalı” deriz. Yani oranın ismi “Cami Selimiye “değil Selimiye Camisidir…
NOKTA

https://kumkale.wordpress.com/2019/12/26/kanal-istanbul-nedir/

***

11 Aralık 2018 Salı

Birleşik Türk Devletleri (A. Nazmi Çora)

Birleşik Türk Devletleri (A. Nazmi Çora)


Dr. Tahir Tamer Kumkale
3 Mayıs 2000 Çarşamba


BU BİR KİTAP REKLAMIDIR. CYBERVISION BÜYÜK TÜRKİYE  İSİMLİ  KİTAP  ÇOK  YAKINDA KİTAPÇILARDA

Kitap dünyasında bir boşluk daha doluyor. Sitemizde yazılarını beğenerek okuduğunuz Ali Nazmi Çora Bey tarafından kaleme alınan CYBERVISION BÜYÜK TÜRKİYE isimli kitabın baskısı tamamlandı. Çok yakında okuyucuları ile buluşacak. BİRLEŞİK TÜRK DEVLETLERİ gibi çok önemli bir konuyu işleyen kitap, geleceğin Türk Dünyasını bütün unsurları ile yansıtıyor. Uzun ve titiz bir çalışmanın eseri olan kitabın iç ve dış kamuoyunda büyük yankılar uyandırması bekleniyor. Sayın Çora'yı şimdiden kutluyorum. Başarılı çalışmalarının devamını diliyorum. (T.T.K)

UZUN BİR ÇALIŞMA SONUCUNDA HAZIRLADIĞIM YENİ KİTABIM '' CYBERVISION, BÜYÜK TÜRKİYE'' İSİMLİ KİTABIM ÇOK YAKINDA YAYIMLANIYOR.

TÜRKİYE'NİN NEDEN BÜYÜK OLDUĞUNU, A.B.D.'NİN NEDEN TÜRKİYE'Yİ STRATEJİK ORTAK OLARAK SEÇTİĞİNİ ,A.B.D. VE ULUSLARARASI SAYGIN STRATEJİK ARAŞTIRMA KURULUŞLARININ GEÇMİŞTEKİ VERİLERİ ESAS ALARAK YAPTIKLARI GELECEKLE İLGİLİ PROJEKSİYONLARDA
2050 SENESİNDE TÜRKİYE'NİN, A.B.D.'DEN SONRA DÜNYADA 2NCİ SÜPER GÜÇ OLACAĞINA İLİŞKİN ŞAŞIRTICI SONUÇLARININ GERÇEK NEDENLERİNİ, TÜRKİYE'DE PARLAK GELECEĞİMİZİ ; PLANLI VE PROGRAMLI OLARAK AŞAĞILIK KOMPLEKSİ YARATMAK İSTEYEN İYİ , GÜZEL , GURUR VERİCİ ÇALIŞMA , SONUÇ VE BAŞARILARI SÜREKLİ KÜÇÜLTEN VEYA HİÇ BAHSETMEYEN BANA GÖRE BATIDAN ZİYADE DAHA BATICI ONLARDAN ÇOK DAHA TEHLİKELİ, BAZILARI MAALESEF KENDİLERİ GİBİLER TARAFINDAN MEŞHUR EDİLMİŞ BAZI MEDYA VE YAZARLARA KARŞI YAZILMIŞ BİR KİTAPTIR BU.

300'E YAKIN YERLİ VE YABANCI ESERDEN YARARLANILMIŞ VE DİP NOTU OLARAK VERİLMİŞTİR . BEN TÜRKİYE'NİN 2015'Lİ YILLARDA İÇİMİZDEKİ BUNCA HAİN YARADILIŞLI İNSANA RAĞMEN DÜNYA'YA, HER BAKIMDAN:
 - UYGARLIĞIMIZ,
 - EKONOMİMİZ ,
 - İNSAN HAKLARI UYGULAMALARINDAKİ MÜKEMMELLİĞİMİZ ,
 - DEMOKRASİMİZ ,
 - TEKNOLOJİMİZ ,
 - BİLİMSEL ALANDAKİ BAŞARILARIMIZ ,
 - İNSAN VE DOĞA SEVGİMİZ ,
 - SİYASİ SİSTEMİMİZ VE SİYASETÇİLERİMİZ ,
 - ÖRF VE ADETLERİMİZ ,
 - ADALET SİSTEMİMİZ ,
 - SAYGI , SEVGİ, DAYANIŞMA VE DOĞRULUK VASIFLARIMIZ ,
 - EĞİTİM SİSTEMİMİZ, KÜLTÜRÜMÜZ, KİTAPLARIMIZ ,
 - MEDYAMIZ ,
 - ÇEVREYE VERDİĞİMİZ DEĞER İLE BÜTÜN DÜNYADA ÖRNEK ALINACAĞIMIZA BÜTÜN İÇTENLİĞİMLE İNANIYORUM. HATTA DAHA DA İLERİYE GİDİYORUM;

 - UZAYIN FETHİNDE ÖNCÜLERDEN OLACAĞIMIZA

 - TÜRK CUMHURİYETLERİNİN; SIRASIYLA; KÜLTÜR VE İNANÇ BİRLİĞİ ,TÜRK ORTAK PAZARI, TÜRK BİRLİĞİ AŞAMALARINI TAKİBEN "TÜRK BİRLEŞİK DEVLETLERİNİ" KURACAĞINA İNANIYORUM.

SİZLERİNDE BANA İNANMANIZI YÜREKTEN İSTİYORUM. İNANANLARIN MİKTARI ARTTIKÇA SÖYLEDİĞİM HER ŞEY GİTTİKÇE ARTAN BİR HIZLA GERÇEKLEŞECEKTİR.

SONSUZ SAYGILARIMLA

BU İNANÇLA BU KİTAP 2015 YILINDAKİ TÜRK BİRLEŞİK DEVLETLERİ BAŞKANINA İTHAF EDİLMİŞTİR.

"SAYIN BAŞKANIM;

BENİM SİZDEN DİLEĞİM, TÜRK ÜLKÜSÜ'NÜNÜN VE DÜNYANIN EN GELİŞMİŞ, EN UYGAR, EN DEMOKRATİK, EN KİŞİ HAKLARINA SAYGILI, EN DÜRÜST, EN ÇEVRECİ, EN ÇALIŞKAN ULUSU OLARAK DÜNYADAKİ BÜTÜN ÜLKELERE ÖRNEK OLAN DURUMUMUZUN SONSUZA DEĞİN SÜRDÜRÜLMESİDİR. (Ali Nazmi ÇORA, 29 Ekim 2015)

Dr. Tahir Tamer Kumkale
3 Mayıs 2000 Çarşamba

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=34

***

Gazilerimiz Milletimizin en yüce varlıklarıdır

Gazilerimiz Milletimizin en yüce varlıklarıdır


Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Mayıs 2000 Salı


"HER ŞEY İNCELİKTEN, İNSAN KABALIKTAN KIRILIR."

Gazilerimizi Baştacı edelim.

Türk Dil Kurumunun sözlüğünde Gazi kelimesinin karşısında; "Düşmanla savaştan sağ ve zafer kazanmış olarak dönen kimse" ibaresini görürüz. Türk tarihi binlerce yıldır düşmanla savaşarak şehid veya gazi olarak evlerine dönen yüzbinlerce Türk evlâdının şanlı menkibeleri ile doludur. Topraklar onu besleyen şehid ve gazilerin kanları ile vatanlaşır ve kutsallaşır. Vatan sevgisi bununla gelişir. Üzerinde yaşadığımız Anadolu bin yıllık bir Türk yurdudur ve bu bin yıl içinde uğruna verilen yüzbinlerce canın kanı ile sulanarak vatanlaşmıştır. Dünyada eşi ve benzeri bulunmamaktadır.

Günümüzde şehid ve gazilik mertebesine sadece ülkeyi cephede koruyan askerler erişmiyor. Dış düşmanlarımız artık kendileri sınırdan orduları ile gelmiyorlar. Onlar içerideki işbirlikçileri ile ülkemizin her tarafını savaş alanına çevirdiler. Ülkemizin insan ayağının ulaştığı her karış toprağı artık birer savaş alanı . Saldırının hedefide artık sadece askerler değil. Hedefleri; büyük~küçük , erkek~kadın, rütbeli~rütbesiz, makamlı~makamsız, genç~yaşlı demeden bütün Türk Toplumu.

Türkiye ve Türklük düşmanlarının açtığı bu amansız savaşta ,kardeşin kardeşi katlettiği bu acımasız saldırılarda toplumumuzun her kesiminden şehid ve gazilerimiz oldu. Başbakanlar, bakanlar, orgeneralden başlamak üzere her rütbede askerler, emniyet müdürlerimiz ve her rütbeden polislerimiz, valilerimiz, kaymakamlarımız, kadın~erkek demeden katledilen öğretmenlerimiz, profesörlerimiz, aydınlarımız, dış temsilcilerimiz, değerli medya mensuplarımız, adalet mensuplarımız ,doktorlarımız, ebelerimiz, sokaktaki sade vatandaşlarımız, altı aylık bebeklerimiz ve daha niceleri.... Taraf olmadıkları bir savaşta can verdiler.Şehid oldular. Kan döktüler gazi oldular.

Yıllardır ülkemizi kasıp kavuran anarşi ve terör Türk kanına doymadı. Yıllardır bu milletin gözünden gözyaşı eksik olmadı. Yurdu bir uçtan bir uca kateden şehid cenazeleri artık günlük rutin görüntüler arasında yerini aldı. Kanıksandı.

Ülkemiz coğrafi konumundan kaynaklanan stratejik önemi dolayısıyla dünya güç odaklarının kesif ve sürekli saldırısından kurtulamıyor. Bu coğrafyada bu saldırılar adeta milletimizin kaderi oluyor. Güçlü Türkiye istenmiyor. Bundan sonrada istenmeyeceği kesin. Düşmanlarımızı bilerek onlara karşı devamlı hazırlıklı olmak durumundayız.

Saldırılarda doğrudan hedef olan kadirşinaş ve sağduyulu milletimize, bağrından çıkardığı en büyük eseri olan TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ tarafından 21 Nisan 2000 tarihinde gazeteler vasıtasıyla müjdeli bir haber iletildi.

Aşağıda özet olarak vereceğim bu güzel haber bütün günlük gazetelerde tam sayfa olarak yayınlanmasına rağmen gündemi işgal eden GALATASARAY MAÇI ve Hakan Şükür'ün LEEDS maçında attığı gol haberinin yanında hiç dikkati çekmedi.

Gözüm günlerce" Türkiye'nin gündemini belirleyen saygıdeğer köşe yazarlarımızın köşelerinde acaba bu konuda bir yorum bulabilirmiyim" diye arandı. Ama değişen gündem maddeleri arasında buna hiç yer ve değer verilmedi. Oysa verilen haber tamamen halkımızı ilgilendiriyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri; halkın desteği ve yardımları ile gerçekleştirdikleri dev bir eserin; yani TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ REHABİLİTASYON VE BAKIM MERKEZİ'nin 21 HAZİRAN'da hizmete girdiğini müjdeliyordu.

 Tam sayfa verilen ilanda her Türkün gurur duyacağı aşağıdaki ibareler yer almıştır.

 - YÜCE TÜRK MİLLETİNE TEŞEKKÜR.

 - BU BÜYÜK ESERİ HALKIMIZ BAŞLATTI,HALKIMIZ BİTİRDİ

 -GAZİLERİMİZ İÇİN NE YAPSAK AZDIR..

 AZİZ MİLLETİMİZ TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN VE TÜRKİYE'Yİ TEK BİR VÜCUT, TEK BİR KALP HALİNE GETİREN O UNUTULMAZ COŞKULU "HAYDİ TÜRKİYE MEHMETÇİKLE ELELE" KAMPANYASINDA TOPLANAN BAĞIŞLAR AMACINA ULAŞTI.ÇOK ÖNEMLİ BİR HİZMETİN YOLUNU AÇTI.

ÜLKE SAVUNMASI VE MİLLETİN BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ İÇİN GÖREVİ BAŞINDA SAKATLANAN VEYA UZVUNU KAYBEDEN GAZİ MEHMETÇİKLERİN RUHSAL VE BEDENSEL REHABİLİTASYONLARININ DAHA ÇAĞDAŞ KOŞULLARDA YAPILABİLMESİ VE BU UĞURDA ENGELLİ DURUMA DÜŞENLERİN YAŞAM BOYU DEVAMLI BAKIMLARININ SAĞLANABİLMESİ AMACIYLA BÜYÜK İHTİYAÇ DUYULAN 'TSK REHABİLİTASYON VE BAKIM MERKEZİ' İNŞAATINA 1996 YILINDA BAŞLANDI.

KADİRŞİNAS HALKIMIZIN DEĞERLİ KATKILARI İLE 21 NİSAN 2000 TARİHİNDE HİZMETE AÇILDI. KAHRAMAN GAZİLERİMİZİN BU TESİSTE ŞİFA BULARAK EN KISA ZAMANDA SAĞLIKLI YAŞAMLARINA DÖNMELERİNİ VE ARAMIZA KATILMALARINI DİLİYORUZ. BU ANLAMLI GÜNDE, ÜLKESİ VE MİLLETİ UĞRUNA CANLARINI FEDA EDEN ŞEHİDLERİMİZİ RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ.

TÜRKİYE'NİN, GAZİLERİNE VEFA BORCU OLARAK ARMAĞAN ETTİĞİ, ÜLKEMİZDE VE BÖLGEMİZDE EŞİ VE BENZERİ BULUNMAYAN, TIBBIN VE TEKNOLOJİNİN ÇAĞDAŞ HER TÜRLÜ İMKANLARIYLA DONATILMIŞ BU ANITSAL ESERİN OLUŞMASINDA; MADDİ VE MANEVİ KATKI VE YARDIMLARDA BULUNAN İSİMLERİNİ SAYAMADIĞIMIZ YURTİÇİ VE YURTDIŞINDAKİ MİLYONLARCA HAYIRSEVER VATANDAŞIMIZA, BASIN VE YAYIN ORGANLARIMIZA, KAMU VE ÖZEL KURUM VE KURULUŞLARIMIZA VE YÜREKLERİ GAZİLERİMİZLE BİRLİKTE ÇARPAN TÜM HALKIMIZA TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ADINA EN DERİN SAYGI İLE TEŞEKKÜR VE ŞÜKRANLARIMIZI SUNUYORUZ. ""

Evet; varlığımızı ve istiklalimizi borçlu olduğumuz şehid ve gazilerimiz için ne yapsak azdır. Kadirşinaş halkımız istemiş.Milletimiz arzu etmiş ve yapın demiş. Yapılmış. Eser hepimizindir. Emeği geçenleri, destek olanları kutluyoruz. Milletimize ve gazilerimize hayırlı olmasını diliyoruz. Bir kere daha birlik ve beraberlik içinde Ordu / Millet olma vasfını vurgulayan Türk Milletinin haklı gururunu paylaşıyoruz.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
2 Mayıs 2000 Salı

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=33

***


Kıbrıs'ta zirvedeki kavga kime yarar?

Kıbrıs'ta zirvedeki kavga kime yarar?


Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Nisan 2000 Cuma


"İSTEDİĞİNİ SÖYLEYEN, İSTEMEDİĞİNİ İŞİTİR."

20 Nisan 2000'deki yazımda Yavruvatan Kıbrısta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini konu olarak aldım ve Kıbrıs Türk Toplumunu sağduyuya davet ederek " DENKTAŞ VARKEN , BAŞKASI ASLA " sloganı ile kendilerine, kendileri için doğru olanı göstermeye çalıştım.

Sonunda akıl ve mantık galip geldi. "Demokratik hak ve özgürlükler" gibi sloganların arkasına sığınarak K.K.T.C yönetimine talip olanların zirvedeki anlamsız kavgasının ilk raundu Sayın Denktaş'ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesi ile şimdilik bitti. Sayın Denktaş yemin edip yeni görevine başladı. Önümüzdeki Mayıs ayından itibaren başlayacak toplumlararası görüşmeler için yeni bir şevk ve ivme kazandı. Bir ömür adadığı Kıbrıs Türk Toplumu'nun özgür yaşama mücadelesinde kendisine sonsuz başarılar diliyorum. Bütün Türk milletinin 65 milyonluk tek bir yumruk halinde bu haklı mücadelede Denktaş Bey'in yanında ve desteğinde olduğunu bir kere daha vurgulamak istiyorum.

Evet biz 65 milyon Anadolu Türkü; Kıbrıs Türk mtoplumunun daima yanında yer alırken siz başta sayın Cumhurbaşkanı adayı beyefendiler kimin yanındasınız. Bir avuç insansınız. Türkiye'nin tam 40 yıldır her sahada sürdürdüğü büyük mücadeleye rağmen haklı davanızı kimseye onaylatamamışken birbirinizle bu kıyasıya kavga niye? Neden birbirinizi yücelteceğize ve gerçekten hakettiğiniz , birbirinizle birlik ve beraberlik içinde uyumlu bir yaşam sergileyeceğinize zirvedeki bu çirkin kavga niye.?

Neyi paylaşamıyorsunuz? 26 yıl önce doğan genç nesli, yani yaşamının tamamını barış ve huzur içinde geçirmiş bir kitleyi bölmeye, parçalamaya ve onların tertemiz kafalarını yalan yanlış ve tutarsız bilgilerle doldurmaya ne hakkınız var.?

Cennet misali , bereketli topraklarınız bugünkü nüfusunuzun en az dört katını müreffeh bir şekilde yaşatmaya yeter. Yeterki onu iyi değerlendirin ve iyi kullanın . Çalışın ve üretin. Ama Türkiye'den görünen manzara hiçde iç açıcı değil. Siz sadece laf üretiyorsunuz. Özgürlüğü birbirinize hakaret etme olarak algılıyorsunuz.

Sayın Denktaş sizleri istememekte haklıdır. Seçim kampanyası adı altında Sayın Eroğlu ve bakanları tarafından Cumhurbaşkanı Denktaş hakkında meydanlardan atılan nutuklardan sonra sizler artık o'nunla birlikte bu toplumun menfaatlerini koruyamazsınız.

Demokrasilerde istifa mekanizması vardır. Bu durumda Sayın Eroğlu'nun derhal istifası zorunludur. Bu zirve ile Sayın Denktaş'ın toplumlararası görüşmelere katılması çok yanlış olur. "Kendi içinde birbirini yiyen bir avuç insanın rumlarla barış yapmasının imkanı yoktur" imajını yaratmaya hakkınız yoktur. Yaptığınız kavga temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz Kıbrıs Türk Toplumu'nun hakkı değildir.

"Efendim! onlar seçim meydanlarında kaldı. Bizler demokratik hakkımızı kullandık" demek lüksüne sahip değilsiniz. 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI ile Kıbrıs'ta 26 yıldır süren bir barış mevcuttur. Fakat hala savaş durumu devam etmektedir. Taraflar arasında sürekli bir Barış Antlaşması imzalanmamıştır. Barış görüşmelerinin başarısı sizin tek bir yumruk gibi hareket etmenize bağlıdır. Kavganın sebebi yoktur. Zamanı ve zeminide değildir. Biran önce birlik ve beraberliğinizi , toprak bütünlüğünüzü ve istiklalinizi tüm dünya kamuoyuna isbat etmek tek çabanız olmalıdır. Türkiye'nin 26 yıldır tam desteği yanınızdadır. Fakat siz önce birbirinize destek vermelisiniz. Birbirinizle kenetlenmelisiniz. Türk toplumu ve Kıbrıs Türk halkının sizden bunu bekllediğini bilmelisiniz

Sonuç olarak yavruvatana Türkiye'den baktığımızda, Kıbrıstaki mevcut yönetim ile yönetime talip olanların davranışlarına anlam verebilmek mümkün değildir. Kıbrıs gibi küçük bir ülkenin yönetimi için yapılan mücadeleyi çirkin ithamları anlamakta mümkün değildir.

Görülen çirkin manzara düzeltilerek yeniden seçilen Sayın Denktaş'ın etrafında kenetlenilmelidir. 1571 'de Kıbrıs'ı alırken çok şehit verdik. O kutsal topraklar binlerce Türk'ün kanı ile vatanlaştı. 1974' de dünya Kıbrıs Türkü'nün katliamını seyrederken yine sadece biz kardeşlerimizi katledenlere dur dedik. Yine kan verdik , can verdik. Gerekirse yine veririz. Ama artık can verme değil, barış ve huzurun meyvalarını toplama zamanıdır.

Gelinen noktayı iyi bilmek ve geleceği iyi görmek lazımdır. Sizin demokrasi diye yaptığınız kavga; sizi ortadan kaldırmak ve tarihten silmek isteyen Güney Kıbrıs Rum Kesiminde sevinçle izleniyor. Birbiriniz aleyhinde sarfettiğiniz her kelimenin, bu kesimin eline size karşı kullanılmak için verilen bir tank veya bir top olduğunu lütfen görün ve aklınızı başınıza toplayın. Kıbrıs Türkü'nün aklı başında liderlere ihtiyacı olduğunu unutmayın.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
28 Nisan 2000 Cuma


http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=32

***