BÜLENT ECEVİT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BÜLENT ECEVİT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2020 Cuma

Cumhurbaşkanlığı Seçimi.,

Cumhurbaşkanlığı Seçimi.,


Dr. Tahir Tamer Kumkale,
31 Ocak 2000 Pazartesi 

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Mayıs ayında yasal süresi dolmaktadır. Bu tarihte yeni Cumhurbaşkanı için seçim yapılacaktır.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara odur ki daha birkaç yıl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevi de büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır. Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır. Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Evet, bugün yürürlükte bulunan anayasamıza göre cumhur başkanları yedi yıllık süre ile ancak bir kere seçilebiliyorlar. Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasanın değişmesi gerekir. Bunun için T.B.M.M. üye tam sayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyası başlatıldı.
"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat bize göre artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965'lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı olmuştu.

- Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyor mu ?
- Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyor mu ?
- Yoksa yetişiyor da kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ? Göreve talip değiller mi ? Yoksa görev verildi de görevden mi kaçtılar ? Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.? Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatlı gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz. Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

- LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN.

..Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

- Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha iyi sergileyebilirsiniz.

- Bu ülkenin siz olmadan da büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.

- Bunu yapın ki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüzleştir sin ve tarihteki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
31 Ocak 2000 Pazartesi

BİLDİRİ-YORUM

2000-2012 | 
Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=11


***

28 Ağustos 2018 Salı

Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül


Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül


Siyasi cinayetler, kanlı 1 Mayıs, Çorum ve Maraş olayları, Meclis'in kilitlenmesi, Ekonomik buhran ve diğerleri...

Türkiye tarihine bir balyoz gibi inen sürecin kilometre taşları. 


Darbenin ardından 1982 yılında yapılan referandumla Kenan Evren'in yedi yıllığına Cumhurbaşkanlığı'na getirilmesi kabul edildi. [AA]

Türkiye'nin siyasi ve sosyal hayatını yeniden dizayn eden 12 Eylül süreci öncesindeki çalkantılar, askeri müdahalenin ardından
yerini mutlak baskının hakim olduğu bir atmosfere bıraktı.

Darbenin ardından 650 bin kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi.

98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
 171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.
 31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı. Üç gazeteci silahlı saldırıda öldürüldü.
 Gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
 Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 14 kişi açlık grevinde öldü.

1977




1 Mayıs: İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlenen İşçi Bayramı kutlamalarında kalabalığın üzerine meçhul saldırganlar tarafından bir binanın çatısından ateş açıldı. Hâlâ aydınlatılamayan ve tarihe 'Kanlı 1 Mayıs' olarak geçen olayda 33 kişi hayatını kaybetti.

13 Haziran: Dönemin başbakanı Süleyman Demirel istifa etti. Milliyetçi Cephe Hükümeti sona erdi.

29 Mayıs: İzmir Havaalimanı'nda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’e silahlı saldırı düzenlendi. Sağ kurtulan Ecevit, kontrgerillayı suçladı.

21 Haziran: Hükümeti kurma görevini alan CHP lideri Bülent Ecevit kabineyi açıkladı.

1978


15 Ocak: Sol ve sağ örgütler arasındaki şiddet olayları arttı, son iki haftada 30’dan fazla kişi öldü.

16 Mart: İstanbul Üniversitesi’nden çıkan sol görüşlü kalabalık bir öğrenci grubunun üzerine bomba atıldı ve otomatik silahlarla ateş açıldı.
'16 Mart Katliamı' adı verilen olayda yedi öğrenci öldü, 47 kişi yaralandı. Saldırı aydınlatılamadı, üç kişinin yargılandığı dava 2008 yılında zamanaşımından düştü.

17 Nisan: Adalet Partisi üyesi Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, kendisine gönderilen bir bombalı paketi açarken, gelini ve iki torunuyla birlikte öldü. Malatya’da büyük olaylar yaşandı. Sokak gösterileri günlerce sürdü.

19 Mayıs: Ankara’da, Gençlik ve Spor Bayramı’nda kız öğrencilerin kıyafetlerinden dolayı aleyhte tezahürat yapıldı. İstanbul’da tribünlerin önünde bomba patladı. Antakya’da kız öğrencilere saldırıldı, elbiseleri yırtıldı. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Anıtkabir’deki anma törenine katılmadı.

2 Haziran: Madrid’de Ermeni örgütü ASALA’nın düzenlediği silahlı saldırı sonucunda, Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam arabasında bulunan eşi Necla Kuneralp, emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve aracın şoförü öldü. Büyükelçi araçta bulunmadığı için kurtuldu. Bu tarihten sonra Ermeni örgütü 21 ülkede gerçekleştirdiği saldırılarda 42 Türk diplomat hayatını kaybetti.

4 Ekim: MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlı, oğluyla birlikte evinde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Cinayeti, 'Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği' örgütü üstlendi.

9 Ekim: Ankara’da Bahçelievler semtinde yedi Türkiye İşçi Partisi üyesi öğrenci, Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da aralarında olduğu ülkücüler tarafından evlerinde öldürüldü. Kırcı 1999'da yakalanıp yargılandı ve hüküm giydi. Cezaevinden çıktıktan sonra verdiği röportajda, "O zaman gençtik; bizleri kullandılar" dedi.

20 Ekim: İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Karafakioğlu İstanbul’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi.

27 Kasım: Abdullah Öcalan PKK örgütünü kurdu.


27 Kasım Abdullah Öcalan PKK örgütünü kurdu 1978

19 Aralık: Kahramanmaraş’ta Çiçek Sineması’na bomba atılması olayının sol görüşlü gruplar tarafından gerçekleştirildiği haberinin yayılmasıyla ayaklanan sağcı ve ülkücü gruplar, sol partilerin ve derneklerin binalarına saldırdı. Kısa sürede karşılıklı çatışmaya dönen olaylar bir hafta sürdü. 100’den fazla vatandaşın öldüğü olaylarda Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, işyerleri tahrip edildi.

Şiddet olaylarının kontrolden çıkma nedeni olarak, güvenlik güçlerinin, saldırıların kendilerine yöneldiği iddiasıyla kentten çekilmesi gösterildi. Bu durum Aleviler üzerindeki baskının ve saldırıların artması anlamına geliyordu. Olaylar Kayseri ve Gaziantep'ten gönderilen askeri birliklerin müdahalesiyle bastırıldı.

Olayların ardından İstanbul ve Ankara dahil çok sayıda ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, Başbakan Ecevit ise olayların kendisini, süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını söylemişti.

26 Aralık: 13 ilde daha sıkıyönetim ilan edildi.

1979



1 Şubat: Milliyet Gazetesi Başyazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, İstanbul Nişantaşı’ndaki evinin önünde otomobilinin İçinde iken uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Saldırının faili Mehmet Ali Ağca 5 ay sonra yakalandı. Ağca, 6 ay sonra ülkücü bir grubun yardımıyla, tutulduğu askeri cezaevinden kaçtı ve Bulgaristan'a geçti.

9 Nisan: CIA hesabına casusluk yaptığı öne sürülen MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı emekli Albay Sabahattin Savaşman 17 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum oldu.

25 Nisan: Sıkıyönetim TBMM tarafından 2 ay daha uzatıldı.

13 Mayıs: TÜSİAD gazetelere ilan vererek, Bülent Ecevit Hükümeti’nin çekilmesini istedi.

11 Haziran: IMF’nin baskısıyla Türk Lirası’nda devalüasyon yapıldı.

13 Temmuz: Ankara’da Mısır Büyükelçiliği’ni basan üç Filistinli, elçilik personelini rehin aldı. Çıkan çatışmada bir polis ile bir bekçi öldü. Eylemciler 15 Temmuz’da teslim oldu.

5 Ekim: İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş sinema oyuncusu Aynur Aydan’la ilişkisinin basına yansıması sonucu görevinden istifa etti.

19 Kasım: Milliyetçi gazeteci - yazar, eski AP milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.
27 Aralık: Türk Silahlı Kuvvetleri, Cumhurbaşkanı'na uyarı mektubu verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ile kuvvet komutanlarını imzasını taşıyan mektupta ülkedeki iç karışıklıkla ilgili rahatsızlıklar dile getirildi.
Mektup 2012 yılında mahkeme tarafından kabul edilen 12 Eylül davası iddianamesinde 'müdahalenin şartlarını olgunlaştırma' kararınının bir yıl önce alındığının delili olarak gösterildi.

Mektupta "Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, Milli Menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir" ifadelerine yer verildi.

1980




1 Ocak: Genelkurmay Başkanı Evren ile kuvvet komutanları Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ile görüştü.

24 Ocak: '24 Ocak Kararları' olarak bilinen ekonomik program açıklandı. Yaşanan ekonomik istikrarsızlık, üretimin azalması ve kara borsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması, ücretlerin düşürülmesi, serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemlerin alınması kararlaştırıldı. Bunun için Süleyman Demirel, daha sonra Türk siyasi yaşamına damgasını vuracak bir ismi, Turgut Özal'ı Başbakanlık Müsteşarı olarak atadı. IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.

6 Nisan: Fahri Korutürk’ün cumhurbaşkanlığı süresinin sona ermesiyle TBMM’de seçim bunalımı başladı. CHP ve AP adaylarını son anda gösterdi. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamadı. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni CCumhurbaşkanı seçilemedi.



Korutürk’ün görevinin bitişinin ardından 9 Kasım1982’ye kadar cumhurbaşkanı seçilemedi. [AA]

27 Mayıs: MHP’li eski bakanlardan Gün Sazak Devrimci Sol örgütü üyeleri tarafından aracına binerken öldürüldü.
17 Haziran: Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay 2. Başkanı Necdet Öztorun'a kod adı 'Bayrak Harekatı' olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi talimatını verdi.
2 Temmuz: 'Bayrak Harekatı' Süleyman Demirel hükümetinin güvenoyu almasıyla ertelendi.
4 Temmuz: Kahramanmaraş’ta yaşanan Alevi-Sünni çatışmasına benzer olayların tekrarı Çorum'da yaşandı. Olaylarda resmi kayıtlara göre 57 kişi hayatını kaybetti.
19 Temmuz: Eski başbakanlardan Nihat Erim İstanbul Dragos'ta öldürüldü.
22 Temmuz: DİSK'in eski genel başkanı, Maden-İş Sendikası Başkanı Kemal Türkler, Nihat Erim cinayetine misilleme olarak öldürüldü.
28 Ağustos: '5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması' bildirilen 'Bayrak Harekatı' emirleri özel kuryelerle kuvvet komutanlarına teslim edildi.
5 Eylül: Dışişleri Bakanı AP’li Hayrettin Erkmen, TBMM’de gensoru ile düşürülen ilk bakan oldu.
6 Eylül: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan tarafından İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesini protesto etmek amacıyla Konya’da düzenlenen mitingde söylenen sözler, TSK tarafından "şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi" olarak değerlendirildi.

Kenan Evren darbe bildirisini okurken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun yanındaydı. [AA]

12 Eylül: Ordu ülkenin yönetimine el koydu. Genelkurmay Başkanı Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri darbe bildirisini TRT aracılığıyla duyurdu.

Bildiride, "Türk Silahlı Kuvvetleri el ele vererek İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur" ifadelerine yer verildi.

Daha sonraki bidirilerle sıkıyönetim bölgelerine komutanlar atandı. Siyasi partiler ile Türk Hava Kurumu ve Çocuk Esirgeme Kurumu dışındaki derneklerin faaliyetleri yasaklandı. Polis, jandarmanın emrine verildi.

Darbenin gece 03:00'te ilanından sonra aynı gün sabah saat 5:30'da Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan'a Genelkurmay Başkanı imzasıyla birer tebliğ gönderildi.

Tüm tebliğlerde "TSK yönetime el koymuştur. Hükümetiniz feshedilmiş, parlamento üyeliğiniz düşmüştür. Talimatı getiren subayın
ikazlarına uyunuz" ifadesiyle birlikte gidecekleri adresler belirtildi.

17 Eylül: Gözaltı süresi uzatıldı.
18 Eylül: Milli Güvenlik Konseyi'nin başkan ve dört üyesi TBMM Onur Salonu'nda törenle yemin etti.



 Erdal Eren mahkeme salonunda jandarma ile birlikte.Erdal Eren’in yaşının tespiti için kemik muayenesi yapılmadı. [AA]
19 Eylül: 1402 Sayılı Yasa, sıkıyönetim komutanlarının bütün kamu personelini gerekçesiz görevden alabilecek şekilde yeniden düzenlendi.
8 Ekim: Darbeden sonra ilk idam edilenler solcu Necdet Adalı ve sağcı Mustafa Pehlivanoğlu oldu. Cezaları sabaha karşı Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde infaz edildi.
Kenan Evren, 2012 yılındaki 12 Eylül davası’nda "Bir sağdan, bir soldan astık" diyerek tarafsız davrandıklarını söyledi.
11 Ekim: Aranan MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve diğer milletvekilleri dahil 36 MHP'li hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi.
15 Ekim: Erbakan ve diğer MSP'liler 2 Numaralı Askeri Mahkeme tarafından tutuklandı.
10 Kasım: Onur Yayınları Sahibi İlhan Erdost, Mamak Askeri Cezaevi'ne götürülürken, dövülerek öldürüldü.
3 Aralık: 17 yaşında olduğu söylenen Erdal Eren, resmi nüfus kaydındaki yaşı göz önüne alınarak idam edildi. Eren, 17 Günlük yargılamadan sonra idam edildi.
19 Aralık: DİSK davası başladı.

1981

24 Nisan: MSP'lilerin yargılanmasına başlandı. Erbakan için 14-36 yıl hapis istendi.
29 Nisan: Toplam 587 sanıklı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davasında Türkeş dahil 220 sanık hakkında idam istendi.
22 Temmuz: Evren, Erzurum konuşmasında "Artık yeni aldığımız bir kararla ilk ve ortaokullara, liselere mecburi din dersi konulacaktır" dedi.
15 Ekim: Ülkedeki bütün siyasi partiler kapatıldı.

1982

13 Temmuz: Geçici maddeler dışında 200 maddeden oluşan yeni anayasa tasarısı açıklandı.
7 Kasım: Yeni anayasa için halk oylaması yapıldı. Anayasa yüzde 90'ın üzerinde oyla kabul edildi. Evren yedi yıllığına Cumhurbaşkanı seçilirken, Milli Güvenlik Konseyi de Cumhurbaşkanlığı Konseyi'ne dönüştü.

1983

24 Nisan: Siyasi Partiler Yasası çıktı.
20 Mayıs: Anavatan Partisi (ANAP) kuruldu.
6 Kasım: Darbe sonrası ilk genel seçimler yapıldı. Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi oyların yüzde 45‘ini alarak tek başına iktidar oldu.

2010

12 Eylül: Anayasa değişikliği için yapılan referandum sonucunda 12 Eylül darbesinin sorumlularının yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde kaldırıldı.

2012


4 Nisan: Darbeden sonra ülkeyi yöneten Milli Güvenlik Konseyi’nin hayatta kalan iki üyesi yargılanmaya başlandı. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ilk duruşmaya sağlık raporu göndererek gelmedi.
İki isim, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek'' suçlamasından 'ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası' istemiyle yargılanıyor.

11 Nisan: TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu kurulması için verilen önergeler oybirliği ile kabul edildi.
17 milletvekilinden oluşan komisyon, 1404 sayfalık bir rapor hazırladı. (raporun birinci ve ikinciciltleri)

20 Kasım: Hastanede yatan Evren ve Şahinkaya telekonferans yöntemiyle ilk kez hakim karşısına çıktı.

21 Kasım: Evren ve Şahinkaya, 'kurucu iktidar' olduklarını belirterek, mahkemenin kendilerini yargılayamayacağını iddia ettiler.
"Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık" diyen Evren, sorulara yanıtvermedi.

2013

13 Şubat: Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, davada haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yaptı.

27 Mart: 32 yıldır süren ve 1243 sanıkla başlayan Devrimci Sol örgütü ana davası "olağanüstü zamanaşımı" gerekçesiyle düştü. 2009’da ömürboyu hapis cezasına çarptırılan 39 sanık da serbest kaldı.


2014

18 Haziran: Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'yı 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler" başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme daha sonra takdirini kullanarak sanıklar hakkındaki cezayı müebbet hapse çevirdi.


***

1 Kasım 2017 Çarşamba

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 4


11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ  POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE  ABD  İLİŞKİLERİ BÖLÜM 4



2.2.2.7.1974 Kıbrıs Müdahalesi 

Sönmezoğlu’na göre Türk halkı ve yetkilileri Amerika’yla ilişkilerinde iki olayda ihanete uğradıklarını düşünmektedirler. Bunlar Johnson mektubu ve 1975– 
1978 döneminde uygulanan silah ambargosudur. Birincisi Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin önlenmesinde rol oynamıştır, ikincisi ise Kıbrıs’a müdahalenin bir 
sonucudur.124 Bu “ihanete uğrama duygusunun” 1960’lı yılların ortalarından itibaren en önemli göstergelerinden biri, Altıncı Filo’nun Türkiye limanlarını ziyaret etmesine karşı öğrencilerin büyük gösteriler düzenlemesidir.125 

Çandar’a göre, Türkiye’nin ABD’ye bakışında 1960’lı yılların belirleyici etkilerinden biri, Türk ulusal çıkarlarının bu Atlantik ötesi müttefikten uzak durmak ya da içeriği ne olursa olsun Amerika’nın isteklerine direnmek olduğuna dair fikrin bu dönemde gelişmesi olmuştur.126 1970’li yıllarda Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kırılma daha yaşanmıştır.127 Haşhaş Ekimi Kriziyle başlayan ve 1974’teki Kıbrıs müdahalesiyle devam eden gerilimlerin ardından Şubat 1975’te yürürlüğe giren ve 3,5 yıl süren silah ambargosu ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. 1975-1978 yılları arasında uygulanan silah ambargosu, bir süre ilişkilerin olumsuz bir seyir izlemesine ve iki ülkenin ulusal çıkarları aleyhinde Türk-Amerikan ilişkilerine gölge düşürecek kadar etkili olabilen belli başlı etnik lobilerin harekete geçmesine yol açmıştır.128 Yeni kurulan Ege Ordusu’nun NATO’nun hizmetine sokulması yönündeki çağrılara olumsuz cevaplar verilmiştir. Ayrıca Sovyetler Birliği ile artan ilişkiler Haziran 1978’de İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği İlkeleri Siyasal Belgesi’nin imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.129 

Türkiye’nin Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği ikinci harekât ve bunun neticesinde 
adanın büyük kısmını kontrolü altına alması, Amerikan yönetimi ile Kongre arasında Türkiye’ye karşı Kıbrıs’taki askeri operasyonlarında kendilerinden aldığı silahları kullandığı için askeri ambargo uygulanıp uygulanmaması konusunda uzun süren bir mücadele yaşanmasına neden olmuştur. 5 Şubat 1975’ten itibaren Kongre’deki Yunan lobisinin de etkisiyle ABD Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başlamıştır.130 Başkan Kongre kararı uyarınca ambargoyu uygulamaya koymuş ancak Türkiye'nin ABD'nin güvenliği için kilit önem taşıdığını ve bu adımın Ortadoğu'da durumu olumsuz etkileyeceğini belirterek, Kongre'den kararı yeniden gözden geçirmesini istemiştir.131 Ambargo kararıyla birlikte verilmesi daha önceden kararlaştırılmış olan 200 milyon dolar değerindeki silahın sevki dondurulmuştur. Amerika’nın silah ambargosuna Türkiye’nin cevabı ise, 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulması olmuştur. Amerikan yetkililerinin ambargoyu kullanarak Türk yöneticilerini Kıbrıs sorununda taviz vermeye zorlamak istedikleri söylenebilir. Türk yöneticileri ise Kıbrıs ve askeri işbirliğini birbiriyle ilişkilendirilmemesi gereken konular olarak görmüşlerdir. Misilleme olarak Türk hükümetinin 25 Temmuz 1975’te iki ülke arasındaki 1969 tarihli Savunma İşbirliği Anlaşması’nı feshetmesi ve Amerikan üslerini kapatması, iki devlet arasındaki ilişkileri en alt düzeye indirmiştir132. Ambargonun kaldırılması ancak uzun çabalardan sonra 1 Ağustos 1978’de mümkün olabilmiştir.133 

2.2.2.8.Reagan Dönemi: İlişkilerin Düzelmesi 

1980’lerde ilişkiler, yaşanan bazı iç ve dış gelişmeler sebebiyle düzelmeye 
başlamıştır. Can Dündar’a göre bu yıllarda ilişkiler sorulacak olsa “iyilik, sağlık” 
cevabı verilmesi yanlış olmazdı.134 Ambargonun kalktığı 1978 Eylül’ü ile askeri 
yönetimin işbaşına geldiği 12 Eylül 1980 tarihleri arasında Türkiye’nin içine düştüğü kargaşa, siyasi istikrarsızlık, anarşi ve terör ortamı Amerika’yı tedirgin etmiştir.135 

1979 Şubat’ında İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleştirilmesi, 1979 yılının sonunda Sovyetlerin Afganistan’ı işgali gibi 1980’li yıllarda da etkisi görülen yeni gelişmeler Ortadoğu’daki istikrarı alt üst etmiştir. Bu yeni stratejik yapı içinde Türkiye, ABD için neredeyse tek güvenilir müttefik haline gelmiş ve önemi artmıştır. 

12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Batı Avrupa, Türkiye’ye karşı yoğun 
bir kampanya başlatmış, Türkiye’yi bütün forumlardan dışlamış, Avrupa 
Konseyi’nden çıkartılmasını gündeme getirmiştir.136 Bu yaşanan gelişmeler 
Türkiye’yi dış ilişkilerinde oldukça zor durumda bırakırken, ABD, herhangi bir 
şekilde Türkiye’deki askeri rejimi eleştirme ve Türkiye aleyhinde girişimde bulunma yoluna gitmemiştir. Avrupalıların, yönelttikleri aşırı eleştirilerle Türkiye’nin 1982 yılında Avrupa Konseyi’nin Parlamenterler Meclisinden çekilmesine neden olmaları karşısında, ABD’nin Türkiye’ye verdiği destek Türk yöneticilerce takdir edilmiştir. Sonuç olarak ABD için bölgedeki istikrar önem taşımaktaydı ve Türkiye’deki istikrarı sağlamak üzere yapıldığı ifade edilen137 askeri müdahale bu yüzden ABD açısından olumlu bir gelişme olarak görülmüştür denilebilir. 1974 Kıbrıs müdahalesi üzerine iki ülke arasında yaşanan gerginlik sonrası 1980–1983 döneminde Türk-Amerikan ilişkileri altın çağını yaşamıştır. Avrupa ile ilişkilerde yaşanılan kriz, Türkiye’yi diplomatik, ekonomik ve askeri alanlarda ABD’ye yakınlaştırırken, İhsan Dağ’ın deyimiyle Soğuk Savaş’ın “yeniden ısınması”, uluslararası ortamdaki yumuşama havasının yerini tekrar gerginliğe bırakması, ABD’nin Türkiye’ye olan ihtiyacını pekiştirmiştir. Ancak askeri yönetimin destek vermesiyle Kasım 1983’te 
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Kuzey 
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası toplum tarafından tanınması konusu iki 
ülke ilişkilerinde sorun oluşturmuş, Amerikan Kongresi Türkiye’nin KKTC’yi 
tanıma kararını geri çekmesini talep ederek Kıbrıs sorununun çözümü ile Amerikan yardımı konusunda ilinti kurulmasını gündeme getirmiştir.138 Ancak, Reagan yönetiminin ısrarıyla iki konu arasında ilinti kurulması yönündeki karar önerisi kabul edilmemiştir. Bunun yanında Kongre bu dönemde Ermeni sorununu da aralıklarla gündeme getirmiştir. Bu dönemde, ABD ile kapsamlı bir Ekonomik ve Savunma İşbirliği anlaşması imzalanmıştır.139 29 Mart 1980’de imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) 1980’li yıllardaki Türk-Amerikan ilişkilerinin çerçevesini oluşturmuştur. SEİA Antlaşması, beş yıllığına imzalanmış ve beş yıldan sonra da yıllık olarak uzatılması öngörülmüştür. SEİA Antlaşması çerçevesinde 

ABD, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon ve savunma programına ihtiyacı olduğunu kabul etmiş, aynı zamanda iki hükümet arasındaki güven ve işbirliğini 
arttırmak amacıyla Türkiye’ye, savunma malzemesi ve askeri eğitimden oluşan savunma desteği sağlamayı garanti etmiştir.140 Bunun karşılığında ise ABD’nin Türk toprakları üzerinde belirlenen tesislerde silahlı kuvvet bulundurmasına ve askeri faaliyet gerçekleştirmesine izin verilmiştir.141 Ayrıca Türkiye’nin kaynaklarının güvenliği için nasıl kullanılacağını araştırmak ve tartışmak üzere bir ortak Türk - Amerikan komisyonu kurulmuştur.142 SEİA, ilk beş yıllık süresinin dolmasından sonra yapılan görüşmelerden sonra 1990 yılına kadar tekrar uzatılmıştır. 

Türkiye, 1980’li yıllar boyunca ABD açısından büyük stratejik önem taşımaya devam etmiştir. Bu dönemde ABD için Türkiye’nin Ortadoğu açısından 
sahip olduğu stratejik konumu onun ABD için taşıdığı stratejik önemin en temel unsurlarından biri olmuştur. Türkiye’nin sahip olduğu jeopolitik konumunun 
ABD’nin global stratejisinin önemli bir parçası olduğu söylenebilir. Türkiye, sadece Sovyetler Birliği’ne karşı değil, fakat daha önemlisi Basra Körfezi’nin güvenliği açısından anahtar bir ülke; sadece coğrafyasıyla değil, sahip olduğu büyük tarihi, nüfusu, siyasi ve askeri donanımı itibariyle de gözden çıkarılamayacak bir müttefik ve bu güçlü potansiyeliyle, bölgedeki dengeleri etkileyebilecek bir devlet olarak algılanmıştır.143 Bu arada Türkiye’nin ekonomik gelişmesi o derece hızlı olmuş ve o noktaya varmıştı ki, Türkiye, Amerika’yla ilişkilerinde artık daha fazla yardım yerine daha fazla ticaret ister hale gelmişti. Başbakan Özal, güçlü ekonomiyi, ulusal güvenliği korumanın en önemli şartı olarak gördüğü için, iç ve dış yatırımcıları, Türk ekonomisinin değişik alanlarında ve bu arada savunma sanayinde yatırım yapmalarını teşvik etmiştir. Özal’ın gerçekleştirmeyi düşündüğü projeler çerçevesinde Amerikan pazarının Türk mallarına, özellikle tekstil ürünlerine açılması ve Türk şirketlerinin Amerikan endüstrisinin şirketleriyle avantajlı ortaklıklar kurması büyük önem taşımıştır. 

Bu konuda ortaya çıkan en büyük problem, Amerikan makamlarının Türkiye’den yapılan tekstil ithalatına kota koymaları olmuştur. 1986 yılında SEİA’nın uzatılması görüşmelerinde Türk yetkililer Amerikan Dışişleri Bakanı Shultz’un Mart ayındaki Türkiye ziyareti sırasında antlaşmanın tekstil kotalarıyla ilişkilendirilmesi yönünde taleplerde bulunmuşlardır.144 

Türk yetkililer tekstil kotası ve ticaretteki dengesizliğin kaldırılması konularında ABD’den olumlu bir yaklaşımla karşılaşmazlarken, bu ülkeden ekonomik alanda 
elde edebildikleri en önemli ekonomik katkı, Türkiye’nin AB’ye gelecekte üye olması konusunda Amerikan hükümetinin açık bir destek vermesi olmuştur.145 

2.2.2.9.George Bush (Baba Bush) Dönemi: İlişkilerin Doruk Noktası 

Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte 
Türkiye’nin dış politikasında yeni bir döneme girilmiştir. Soğuk Savaş boyunca 
Türkiye, Sovyetlerin Ortadoğu’ya yönelik emellerinin önündeki bir set olarak 
güvenlik ve dış politikasını Batıyla, özelikle de ABD ile olan ittifak ilişkileri ile 
yürütmüştür. Soğuk Savaş sonrası Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslardaki gelişmeler, Türkiye’nin stratejik önemini hala koruduğunu göstermiştir. 

Türkiye, yeni bölgesel tehditlerin merkezinde bulunması ve enerji 
kaynaklarına yakınlığı dolayısıyla Amerikan politikalarında merkezi bir hale 
gelmiştir. İki ülke arasında 1990’lı yıllarda çeşitlendirilen ilişkilerde enerji, 
ekonomik ve ticari işbirliği, bölgesel işbirliği ve Kıbrıs konuları ana başlıkları 
oluşturmuştur. 1999’da yapılan üst düzey resmi ziyaretlerde Avrupa, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu’ya kadar olan bölgelerde geniş çapta örtüşen çıkarlar çerçevesinde çok boyutlu ve çok yönlü bir stratejik işbirliği anlamına gelen “Stratejik Ortaklık” sağlamlaştırılmış ve bunun ekonomik ve ticari alanlara da yayılması desteklenmiştir. 

Bu bağlamda 1999 ve 2002 de ekonomik alanda bazı anlaşmalar imzalanmış tır.146 

Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında Irak, Bosna, Kosova, Afganistan gibi ABD 
öncülüğündeki operasyonlara gerek asker yollayarak, gerekse üslerini açarak destek vermiştir. Türkiye Bosna’da bulunan BM Barış Gücü UNPROFOR’a asker ve silah göndermiştir.147 Irak operasyonunda üslerini açan Türkiye, Afganistan 
operasyonunda ISAF’a asker göndermiştir. Körfez Savaşı’nın ardından Irak’ın 
çevrelenmesinde önemli bir rol oynamış ve BM yaptırımlarını ilk uygulayan 
ülkelerden biri olmuştur. Bu süreçte İsrail ile artan ekonomik ve askeri ilişkiler ABD tarafından desteklenmiş ve üç ülke Akdeniz’de ortak askeri tatbikatlar 
gerçekleştirmiştir. ABD ise AB’ye giriş, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Kıbrıs ve 
Ermeni meselesi gibi konularda Türkiye’nin hassasiyetlerine önem vermiştir.148 

Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkan belirsizlik ortamı ve otorite 
boşluğu, bölgenin ve Türkiye’nin güvenliği için eskisinden daha büyük tehditlerin oluşması endişesini de beraberinde getirmiştir. Körfez Krizi, Yugoslavya’daki etnik ve dinsel çatışmalar, Kafkasya’da Azeri-Ermeni gerginliği ve Çeçenistan savaşı gibi gelişmeler, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’nın kesiştiği bölgede yer alan Türkiye’yi güvenlik önlemleri almak konusunda harekete geçirmiştir. Nasuh Uslu’ya göre Türkiye bu çok yönlü gelişmeler karşısında ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde “dünya jandarmalığı” rolünü benimseyen ABD’nin yardımıyla kendini daha güvenli hissedebilirdi. Bu çerçevede Türkiye, Soğuk Savaş boyunca taşıdığı Batı’nın bir “kanat ülkesi” ya da “ileri karakolu” rolünden sıyrılarak, istikrarsız ortam içerisinde “güvenli ada” rolünü üstlenmiştir.149 Özellikle Soğuk Savaş yıllarında NATO tarafından asıl korunması gerektiği düşünülen merkez bölgenin güvenliğe kavuşması ve tehdit algılamalarının Türkiye’nin etrafındaki bölgeden kaynaklanması, Türkiye’nin bunu daha iyi kavrayıp önemini vurgulamasına ve ABD ile ilişkilerini daha da kuvvetlendirmenin yollarını aramasına yol açmıştır. 

Brezezinski’ye göre Türkiye, yeni bölgesel tehditlerin merkezinde bulunması, enerji kaynaklarına yakınlığı ve jeopolitik konumu dolayısıyla Amerikan  politikalarında merkezi bir hale gelmiştir. Bu dönemde Türkiye çok önemli bir jeopolitik eksen ve jeopolitik oyuncu olarak tanımlanmıştır.150 Kor’un ifadesi ile Türkiye bir mihver ülke olarak görülmüştür. Türk-Amerikan çıkarları bu yeni dönemde geniş çapta örtüşmüştür. Türkiye, Amerika’nın ulusal çıkarlarını  ilgilendiren birçok bölgesel sorunda stratejik bir role sahip önemli bir müttefik  olmuştur. Washington, Türkiye’nin Amerikan ulusal çıkarları için taşıdığı önem dolayısıyla Türkiye’nin AB’ye tam üye olma girişimini ve Azeri petrolünün Batı piyasalarına nakledilmesiyle ilgili olarak Bakü-Ceyhan petrol boru hattının yapımını desteklemiştir. ABD, Ortadoğu’daki istikrarsız petrol üreticisi devletler üzerindeki nüfuzunu arttırma ve bunlar üzerinde denetim sağlama amaçları çerçevesinde, Türkiye’yi kilit ülke olarak görmüştür. Diğer tarafta ABD’nin uluslararası finans ve ticaretteki güçlü konumunun farkında olan Türkiye, ekonomik alandaki sıkıntılarını giderme ve Hazar petrolünün taşınmasıyla ilgili isteklerini gerçekleştirme konularında ABD’nin desteğine ihtiyaç duymuştur. Bu örtüşen çıkarlar çerçevesinde ikili ilişkiler daha sonra “stratejik ortaklık” olarak geliştirilmiştir.151 ABD Ortadoğu’ya ulaşmak için güvenilir yollara ve sağlam, güvenilir müttefiklere ihtiyaç duymuştur. Bu çerçevede sahip olduğu stratejik konum dolayısıyla Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olunması ABD açısından büyük önem taşımaktadır denilebilir. 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

124 Sönmezoğlu, 2000: 674. 
125 Cengiz Çandar, (2001): “Türklerin Amerika’ya Bakışından Örnekler ve Amerika’nın Türkiye 
Politikası,” iç. Morton Abramowitz (der.), Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası, (çev. Nasuh 
Uslu ve Faruk Çakır), Liberte Yayınları, Ankara: s. 183. 
126 Çandar, 2001: 184. 
127 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576, (21.07.2009). 
128 Türkiye-ABD Siyasi İlişkileri, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasiiliskileri.
tr.mfa, (11.11.2009). 
129 Nisan 1978’de Sovyet Genelkurmay Başkanı Ogankov Türkiye’ye, iki ay sonra ise Başbakan 
Ecevit SSCB’ye gitmiştir. Zamanın Başbakanı Ecevit’in Haziran’daki Moskova ziyareti sırasında İyi 
Komşuluk ve Dostça İşbirliği İlkeleri Siyasal Belgesi imzalanmıştır. 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1978/nisan1978.htm, (05.12.2009), Ayrıca, 
http://www.rusya.ru/tur/index/turkiye_rusya_iliskileri, (01.12.2009), 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1978/haziran1978.htm, (26.12.2009). 
130 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasi-iliskileri.tr.mfa, (11.11.2009). 
131 http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1&p=41121, (02.12.2009). 
132 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576, (21.07.2009). 
133ABD Temsilciler Meclisi şartlı olarak ambargonun kaldırılmasına karar vermiştir. 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1978/agustos1978.htm, (04.12.2009). 
134 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576 (21.07.2009). 
135 Armaoğlu, 1989: 824. 
136 Mehmet Dikkaya (2005); “Türkiye-AB İlişkileri: Uzun ve Zorlu Bir Yolun Ekonomi Politiği”, 
Ekonomik Entegrasyon Küresel ve Bölgesel Yaklaşım, (Ed). Osman Küçükahmetoğlu, Hamza 
Çeştepe, Şevki Tüylüoğlu, Ekin Kitapevi, Bursa, s:334, Cevdet Akçalı(2002), “12 Eylül 1980 
Döneminde Avrupa ile İlişkilerimiz”, http://www.tumgazeteler.com/?a=127504, (04.12.2009) 
137 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1980/eylul1980.htm, (04.12.2009). 
138 İhsan D. Dağı, (2000): İnsan Hakları, Küresel Siyaset ve Türkiye, Boyut Kitapları, İstanbul: s.111. 
139 T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s. 2–47. 
140 Sibel Kavuncu (2006), Turgut Özal’ın Başbakanlığı Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası 
İlişkiler A.B.D, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: s.129 ; http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1980/mart1980.htm, (23.11.2009). 
141 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-amerika-birlesik-devletleri-siyasi-iliskileri.tr.mfa, (04.12.2009); Antlaşmanın tamamı için; T.C. Resmi Gazete, Sayı:17238, 1 Şubat 1981, s. 2–47. 
142 http://www2.dpt.gov.tr/dei/iei/1981.htm, (03.12.2009). 
143 Gözen, 2001: 78-81. 
144 Kavuncu, 2006:150. 
145 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/avrupabirligi/2004/06/29x06x04.htm,    (06.12.2009). 
146 Kor, 2005: 73. 
147 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1994/haziran1994.htm, (02.12.2009). 
148 Kor, 2005: 73. 
149 Nasuh Uslu, (2000): “1947’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkilerinin Genel Portresi,” Avrasya 
Dosyası: ABD Özel, Cilt: 6, Sayı: 2, ASAM Yayınları, Ankara: ss. 203–232. 
150 Zbigniew Brezezinski, (2005): Büyük Satranç Tahtası, İnkılâp Kitabevi, İstanbul: s. 246. 
151 Kor, 2005: 73. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

14 Temmuz 2017 Cuma

REFAH-YOL HÜKÜMETİ DÖNEMİ BÖLÜM 1




 REFAH-YOL HÜKÜMETİ DÖNEMİ, BÖLÜM 1 


1. REFAH-YOL Hükümetinin kuruluşu: 

 ANA-YOL Hükümetinin sona ermesi üzerine, Cumhurbaşkanı Demirel’in, hükümeti kurma görevini seçimlerde en yüksek oyu alan Refah Partisi (RP) lideri Erbakan’a vermesiyle Türkiye siyasi tansiyonu yüksek yeni bir döneme girmiştir. Erbakan, diğer siyasi parti yetkilileriyle yaptığı ilk görüşmelerde olumlu bir netice alamamıştır. Bu süreçte 22 Haziran 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinde ANA-YOL koalisyonunun yeniden kurulması yönündeki görüşler yeniden gündeme getirilmiştir. 

 Erbakan’ın temaslarında RP ve Doğru Yol Partisi (DYP) arasındaki görüşmelerde ilerleme kaydedildiğinin ortaya çıkması üzerine, bazı DYP milletvekilleri79 
partilerinden istifa ederek ANAP’a geçmiştir.80 Nihayet 28 Haziran 1996 tarihinde, RP lideri Erbakan, DYP ile ikişer yıl sürecek “dönüşümlü Başbakanlık” önerisi temelinde bir koalisyon hükümeti kurulması konusunda anlaşma sağlamıştır. Böylece ANA-YOL modeli esas alınarak, yeni bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. 
Protokole göre ilk iki yıl için Erbakan’ın Başbakan olması, Çiller’in ise Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olması öngörülmüştür. 

 Kamuoyunda REFAH-YOL olarak bilinen RP-DYP koalisyonu, 8 Temmuz 2006 tarihinde yapılan oturumda yapılan güven oylaması sonucunda, 54’üncü Cumhuriyet Hükümeti olarak kurulmuştur.81 

 RP’nin, DYP ile işbirliği yaparak Türkiye siyasi tarihinde ilk kez iktidara gelmesi, RP dışında kalan toplum kesimlerinde, “ Siyasal İslam ”ın yükselişi olarak 
görülmüş ve “ Laik Cumhuriyet Rejimi ” nin, “ Şariat ” ya da “ Askeri Yönetim ” ikilemiyle karşı karşıya kaldığı şeklinde değerlendirilmiştir. 

 Nitekim, REFAH-YOL’un kurulması merkez medya organlarında şaşkınlık ve tepkiye yol açmış; hükümet aleyhinde kampanya yürütülmeye başlanmış, hükümeti yıpratma faaliyetleri hızlandırılmıştır. 

2. Başbakan ERBAKAN’ın bürokrasi ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkileri: 

 Aralık 1995 seçimlerinde birinci parti olarak çıkan RP’nin lideri Erbakan, partisinin iktidar ortağı olacağını düşünerek, asker, sivil bürokrasisi, sermaye çevresi, üniversiteler, sivil toplum kurulışları ve merkez medya ile iyi diyalog kurmak için gayret göstermiştir. Başta asker ve sivil bürokrasi olmak üzere, toplumun geniş kesimlerinde var olan, partisi aleyhindeki görüşleri bildiğinden, Başbakanlığının ilk günlerinden itibaren, yerleşik iktidar güçleriyle iyi ilişkiler kurulmasına önem vermiş, kendisini yerleşik devletin asıl sahibi gören asker ve sivil bürokrasiyle iyi geçinmeye çalışmış, devlette artık teamül haline gelen, davranış kalıplarının dışına çıkmamaya özen göstermiştir. 

 MGK düzeyinde, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış güvenlik tehditleri hakkında bilgi alan ERBAKAN, Türkiye’nin özellikle ABD, AB ve İsrail’le ilişkilerinin önemi konusunda bilgilendirilmiştir. 

 Nitekim, ERBAKAN, bu bilgilendirmenin yapıldığı MGK toplantısının hemen sonrasında, Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmasına onay vermiş; sonrasında ise Türkiye ve İsrail Genelkurmay Başkanlıkları tarafından müzakere edilen, “Gizli” gizlilik dereceli “Türkiye-İsrail Askeri Eğitim ve Savunma Sanayii Anlaşması”nı “kamuoyuna açıklanmamak kaydıyla” imzalamış, daha önce yargı yolunun açık olmasını talep ettiği YAŞ toplantısında, askerler tarafından hazırlanan “ihraç dosyaları”nı incelemiş ve neticede “irticai faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle 13 subay ve astsubayın ihraç edilmesine; aşırı sağ ve sol örgütlerle ilişkili 13 subay ve 16 astsubayın da ilişiklerinin kesilmesine kararını imzalamıştır. 

 Bu çerçevede, 1977 yılında Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümetinden bu yana, Türkiye’de “muhafazakar” partilerin her iktidara geldiğinde gündeme getirilen, Taksim’e Cami inşa etme projesi için gerekli izin, Kültür Bakanlığına bağlı Eski Eserler ve Anıtlar Genel Müdürlüğü’nden çıkmasına rağmen, kamuoyundaki tepkiler üzerine,82 proje 28 Şubat’ın baskıcı uygulamaları nedeniyle yapılamamıştır. 

 31 Ağustos 1996 tarihli gazetelerde RP Van milletvekili Fethullah Erbaş’ın terör örgütü tarafından kaçırılan Türk askerlerinin serbest bırakılması ve 
Abdullah Öcalan’ı silah bırakmaya ikna etmek amacıyla İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal ile birlikte Kuzey Irak’taki bir PKK kampına gittiği, burada 
PKK bayrağı altında çektirdiği fotoğraflarının yayımlanması tepkiyle karşılanmıştır. 

Cumhurbaşkanı Danışmanı Arcayürek, Demirel’in RP’nin PKK’lılara af ve uzlaşma içeren önerilerini sert bir dille eleştirdiğini öne sürmüştür. 

   Başbakan Erbakan’ın, aynı gün düzenlenen 30 Ağustos Bayramı törenlerinde Cumhurbaşkanı Demirel tarafından sert bir dille uyarıldığı iddia edilmiştir. 83 

   Başbakan Erbakan, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının da katıldığı, 6 Eylül 1996’da gerçekleştirilen Adli Yıl açılış töreninde bir konuşma yapan Yargıtay Başkanı Müfit Utku “Türkiye’ye şeriat getirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini” ifade etmiş; Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen ise “Ülkemiz trafik kazalarını mevlit okutarak ve kurban keserek önlemek isteyen, yağmurun çaresini duada bulan, bütçe açığını karşılamak için Allah’ın nimetlerini kaynak gösteren ve dini politikaya alet eden bir zihniyetle idare edilmektedir” demiştir.84 Utku ve Özgen’in Komutanlar tarafından tebrik edilmesi üzerine, töreni müteakip düzenlenen resepsiyona Başbakan ve Bakanların katılmadığı basına yansımıştır. 

 12 Eylül 1996 tarihinde DYP Genel Başkan Yardımcısı Meral Akşener’in medya patronlarına yönelik olarak, “Çiller fanatiği gençleri tutmakta zorluk yaşayacaklar” şeklinde açıklama yapması gündemi değiştirmiştir. Akşener’in bu açıklaması Meclis’te DSP lideri Ecevit tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş; 
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli ise sözkonusu açıklama hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. 

 Hükümetin “Zorunlu Tasarruf Yasası” ve “Bedelsiz Otomobil İthalatı Kararnamesi” işçi sendikaları tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 15 Eylül 1996 tarihinde, Bursa’da düzenlenen “yerli üretime saygı” mitinginde, hükümet protesto edilmiştir. TÜRK-İŞ Başkanı Bayram Meral’in Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret ettiğinde “tasarruf teşvik fonlarının geri ödenmesinin bir takvime bağlanması” ve “Bedelsiz Oto Kararnamesi’nin durdurulması” önerilerinin yer aldığı basına yansımıştır. Meral’in ayıca, devletteki kadrolaşmaya dikkat çektiği öne sürülmüştür. 

 27 Eylül 1996 günü Karadayı’nın Türkiye’yi Afganistan’a benzettiği konuşmasının basında yer alması üzerine, Başbakan Yardımcısı ÇİLLER’in, “Afganistan’la Türkiye’yi kıyaslayanlar Atatürk’ü anlamamışlardır” şeklindeki sözleri basına yansımıştır.85 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL ise ertesi gün “laikliğin kıymetini bilin” şeklinde bir açıklama yapmıştır.86 

 YÖK Başkanı ve Rektörler “Atatürk devrimlerinin ve ilkelerinin yakın izleyicisi olacaklarını” ifade etmiştir. 

 27 Eylül 1996 tarihli MGK toplantısında, Genelkurmay ve MİT tarafından verilen birifinglerde, İran’ın PKK’ya destek verdiğinin anlatıldığı, Erbakan’ın bu durum 
karşısında sessiz kaldığı öne sürülmüştür. 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL, 1 Ekim 1996 tarihinde TBMM açılışında yaptığı konuşmada, “Cumhuriyetin temel nitelikleri değiştirilemez” şeklinde konuşmuş; bu töreni Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da izlemiştir. ANAP lideri Yılmaz, 2 Ekim’de, Meclis’teki grup toplantısında “darbe hakkında bilgisinin” 
olduğunu ifade etmiştir. RP Grup Başkanvekili Kapusuz bu konuşmaya tepki göstermiştir. 

 Başbakan Erbakan, 3 Kasım 1996’da gerçekleştirilen ara yerel seçimlerde, “ilk defa halkın inancının iktidara geldiğini” ifade etmiş, partinin seçim propagandası 
çalışmalarında, “üniversitelerde başörtüsü nedeniyle mağdur olan öğrencilerin mağduriyetlerinin sona ereceğini” ve “karayoluyla haccın mümkün olacağını” 
taahhütlerinde bulunulmuştur. 

 5 Aralık tarihli gazetelerde, “üst düzey bir askeri yetkili” kaynak gösterilerek yapılan haberlerde, “Eşkiyanın bile kıyafeti, elinde silahı var. Onu bertaraf etmek kolay, ama diğerlerini tanımak zor. Bu nedenle rejim açısından daha büyük tehlike. Şeriat tehlikesi, ordunun üst kademelernce MGK toplantıları başta olmak üzere her düzeyde vurgulanmaktadır” denilerek, şeriat tehlikesinin PKK’dan daha öncelikli bir tehdit olduğu görüşü gündeme getirilmiştir. 

 Nitekim, sözkonusu YAŞ toplantısında, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Başbakan Erbakan’a verilen brifingde “iç ve dış tehditler kapsamında 
irticanın/şeriatın PKK’dan daha öncelikli bir tehdit olduğu” vurgulanmış; toplantı sonucunda, 58 subay/astsubay ile 11 personelin irticacı oldukları 
gerekçesiyle Ordu’dan uzaklaştırılması kararlaştırılmıştır. ERBAKAN, bu dayatma karşısında sessiz kalarak kararları imzalamıştır. 

 20 Aralık 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşetinde; “Bu defa işi Silahsız Kuvvetler halletsin” manşeti atılmıştır. Ertuğrul Özkök’ün köşesinde yer alan 
röportajdan alınarak haberde konu edilen bu sözün Dz.K.K.Ora.Güven Erkaya’ya ait olduğunu gazeteci Sedat Ergin tarafından daha sonra açıklanmıştır. 

 9 Ocak 1997 tarihinde Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 

 27 Ocak 1997 tarihli MGK Toplantısında, ilk kez Ağustos ayı MGK toplantısında gündeme gelen irtica konusunun Dz.K.K.Ora.Güven ERKAYA tarafından bir kez 
daha gündeme getirilmiştir. Basına göre bu toplantıda ERKAYA, “Aşırı dinci akımlar bugün PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline gelmiştir. 
PKK tehdidi ikinci plana düşmüştür” açıklamasını yaparak, irtica konusunun MGK gündemine gelmesini istemiştir. Diğer Komutanların da bu görüşe iştirak 
etmesi üzerine Cumhurbaşkanı DEMİREL’in de, bu konunun Şubat ayında yapılacak MGK toplantısında gündeme alınmasına karar verdiği öğrenilmiştir. 

 3 Şubat 1997 tarihinde Başbakan Necmettin ERBAKAN, partisinin Merkez Karar Yürütme Kurulu Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, hükümet programında 
"din-vicdan özgürlüğü" konusundaki düzenlemenin kamuda türban serbestisini de kapsadığını ve bu konuda DYP Genel Başkanı Tansu ÇİLLER ile anlaşma 
sağladıklarını söylemiştir. 

 22-25 Ocak 1997 tarihleri arasında GnKur. Bşk.İsmail Hakkı KARADAYI’nın başkanlığında Gölcük Donanma Komutanlığında üç gün süren bir toplantı yapmıştır. 
Bu toplantıya GnKur. Bşk.İsmail Hakkı Karadayı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Ordu Komutanları, Harp Akademileri Komutanları, 
İlgili genelkurmay “J” başkanları daire başkanları, Genelkurmay Adli müşaviri ve diğer ilgili personelin katıldığı anlaşılmıştır.87 

 Basına göre bu toplantılarda Komutanlar şu değerlendirmeleri yapmıştır: 

 - Org. Koman’ın Susurluk Komisyonu’na çağırılması “ Şova ” yöneliktir. 

 - Bir generalin, bir semte Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir. 

 - Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. 

 - TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Orduyu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir.” 

 Basında, askerlerin sorunların demokratik zeminde çözümlenmesine özen gösterme ve bu maksatla üç maddelik bir eylem planı üzerinde anlaştıkları öne 
sürülmüştür. İlk iki maddenin “Batı Harekat Konsepti esasları çerçevesinde sorunların MGK’da gündeme getirilmesi, brifinglere devam edilmesi 
olduğu, üçüncü maddenin ise sır olduğu” öne sürülmüştür. 

   Refah-Yol Hükümeti Döneminde Önemli Siyasi ve Sosyal Olaylar 

   _Kamuoyunda İrtica Algısı Oluşturan Olaylar: 

 REFAHYOL hükümeti iktidara gelir gelmez, bazı camilerin önünde özellikle Cuma günlerinde bazı aşırı uç gruplar tarafından çeşitli eylemler düzenlenmeye 
başlamıştır. Bunlardan en dikkat çekici olanı, Acz-i Mendiler olmuştur.88 6 Ekim 2006 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde zikir çekerek “şeriat isteriz” şeklinde 
bağıran sakallı, cüppeli ve asalı Acz-i Mendi görüntüleri, günlerce televizyon ve gazetelerde yayımlanmıştır. RP Başkanvekili KAPUSUZ, bunun bir provakosyon 
olduğunu söylemiştir. 

 Bu gösterilerin zamanlama olarak Başbakan’ın Libya gezisine denk gelmesi bu yayınların etkisinin artmasına yol açmıştır. 20 Ekim tarihinde yine aynı yerde 
gösteri yaparak, Atatürk’e hakaret eden yüz civarındaki Acz-i Mendi gözaltına alınmıştır. 

 Öte yandan, İstanbul’un Fatih/Çarşamba semtinde bulunan Ali Kalkancı’ya ait, tarikat olduğu söylenen oluşum ortaya çıkmıştır. Fadime Şahin adlı bir kadının 
Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz arasında özel ilişkiler olduğu öne sürülmüştür. Gündüz’ün Fadime Şahin’le basılma görüntüleri polis kameralarınca çekilerek 
yayımlanmıştır. Daha sonra, Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin’in özel olarak görevlendirilmiş kişiler olduğu öne sürülmüştür.89 

 Bu olayların 28 şubat sürecini tetikleyen kurgulanmış olaylar olduğu, Aczmendiler, Fadime Şahin, Ali Kalkancı gibi isimlerin provokasyon amaçlı kullanılmış oldukları yapılan tetkiklerde görülmüştür. 

   _Susurluk Olayı: 

 Yerel ara seçimlerin yapıldığı 3 Kasım 1996’da, Susurluk skandalı patlak vermiş; “kanun kaçağı” Abdullah Çatlı’nın, sevgilisi olduğu söylenen Gonca Uslu 
ile birlikte, eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Bucak aşireti reisi ve DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak’la birlikte otomobile bir kamyonun çarpmasıyla, devlet içindeki karanlık ilişkilerin su yüzüne çıktığı öne sürülmüştür. 

 Bu olayın ardından, basın organlarında, “ Derin Devlet ” ve “devlet-mafya-siyaset üçgeni” iddiaları tartışılmaya başlanmıştır. Bu olayın içinde DYP’li bir vekilin 
olması, Çiller’in kazadan yaralı olarak kurtulan Bucak’ı hastanede ziyaret etmesi, ölen Çatlı için TBMM Genel Kurulu’nda “ Devlet için kurşun atan da, kurşun 
yiyen de bizim için şereflidir ” şeklindeki sözleri, basın yayın organlarında eleştirilmiştir. 

 Erbakan’ın, bu gelişmeler karşısında, basında çıkan haberler için “fasa fiso” diyerek, olayı “medyanın abarttığını” öne sürmesi bu kez RP’nin eleştirilmesine 
neden olmuştur. Erbakan’ın koalisyon ortağını korumak için bu sözleri sarf ettiği öne sürülmüştür. 

 Bu gelişmeler üzerine, Çiller, skandala adı karışan İçişleri Bakanı ve eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın istifasını istemiştir. ANAP lideri YILMAZ, 
Cumhurbaşkanı DEMİREL’den Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilmesini istemiş ancak Demirel “sistemin işletilmesi” gerektiğini söyleyerek, talebi geri 
çevirmiştir. Müteakip günlerde, YILMAZ, Almanya gezisi sonrası uğradığı Budapeşte’de kaldığı otelde kimliği belirsiz bir kişinin yumruklu saldırısına uğramıştır. 

 Neticede, daha önce, Erbakan’ın Libya gezisine ilişkin kararnameyi imzalamamasından dolayı parti içinde gerginliğe yol açan AĞAR, 8 Kasım 2006’da “ herhalde Kaddafi memnun olmuştur ” diyerek istifasını sunmuş90 ve yerine Meral Akşener getirilmiştir. Akşener’in ilk işinin Ağar’ın imzalamadığı 
Erbakan’ın Libya gezisi kararnamesinin imzalanması olduğu öne sürülmüştür. 

 Bu olayı araştırmak amacıyla, 13 Kasım 1996’da, üç ay için görev yapacak Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu kurulmuştur. Komisyon Başkanı 
Mehmet Elkatmış, olayın arkasında JİTEM’in olabileceğini işaret etmiştir. Bu olay hakkında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan sözkonusu raporun bir bölümü “devlet sırrı”91 sayılarak yayımlanmamıştır. 

 9 Ocak 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Çankaya Köşkü'nde bir görüşme yapan Başbakan Necmettin Erbakan, Susurluk kazasıyla ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu'nca hazırlanan raporun Demirel’e sunulduğunu söylemiştir. Susurluk konusunda orduya yönelik açıklamalar yapan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Vekili Hanefi AVCI mahkeme kararıyla tutuklanmıştır. 

 Başbakan Necmettin Erbakan daha sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'yı ziyaret etmiştir. 

 10 Ocak 1997 tarihinde Adalet Bakanı Şevket Kazan düzenlediği basın toplantısında, Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerince hazırlanan Susurluk raporu hakkında bilgi vermiş; adli mercilerce soruşturması istenenlerin 35, tanık olarak dinlenmesi istenenlerin de 85 kişi olduğunu söylemiştir. 

 Başbakan ERBAKAN Susurluk skandalını araştırmak amacıyla MİT’e de ayrıca bir rapor hazırlatmıştır. Bu rapor sadece mecliste grubu bulunan parti başkanlarına 
verilmiştir. 

 Bu gelişmeler sonrasında, 15 Eylül 2011 tarihinde Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar hakkında 
“ Suç örgütü yöneticisi ” olduğu gerekçesiyle 5 yıl hapis cezası istenmiştir. 

 Konuyla ilgili olarak Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Komisyonumuza bilgi vermiştir.92 

  _ “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” Eylemi: 

 Susurluk skandalı toplumda yaygın bir infiale sebep olmuş; skandalın üzerinin örtüldüğümü düşünen “Yurttaş Girişimi” adı verilen bir grup aydın tarafından 
1-29 Şubat 1997 tarihlerinde yürütülen “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” adlı kampanyalarla, Susurluk’ta açığa çıktığı öne sürülen “derin devlet”  hedef alınmıştır. Ancak, Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın bu eylemi “mum söndü”ye benzetmesi, başta Alevi vatandaşlarımız olmak üzere, toplumun geniş 
kesimlerinde infiale sebep olmuş; böylece protestolar özellikle Refah Partisi’nin aleyhine dönük kampanyaya dönüştürülmüştür. 

  _ Refah Partili Belediyelerin ve Milletvekilerinin Eylem ve Söylemleri: 

 28 Şubat sürecinin en tartışmalıkonularından bir diğeri de, Refah Partili belediye başkanlarının yaptığı açıklamalar olmuştur. 28 Şubat sürecinde Refahlı 
belediyelerin kamuoyundaki “hizmet veren” imajı zedelenmeye çalışılmış, belediyeler üzerinden RP yıpratılmaya çalışılmıştır. Özellikle, Sincan, Şanlıurfa, Bingöl, Konya, Ankara gibi Refah Partili belediyelerle ilgili haberler öne çıkarılmış; aynı şekilde Refah Partili Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, 
İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’nın, Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın çeşitli yer ve tarihlerde yaptığı konuşmaların video kasetleri ara ara 
TV ve gazetelerde “Şok şok…Flaş Haber” üst başlıkları ve gerilim müzikleri fonuyla konu edilmiş, çeşitli tartışma programları düzenlenmiş ve sürekli sıcak 
tutulmuştur. 

 Şevki Yılmaz’ın Arafat’ta yaptırdığı yemin, günlerce TV ekranlarından “Şeriat yemini” gibi başlıklarla haberleştirilmiş, İlahiyat mezunu olan ve dini vaazlarıyla tanınan Şevki Yılmaz’ın yaptığı dini içerikli konuşmalar dönemin ruhu içinde “şeriat konuşmaları” gibi sunulmuştur. Bazı Refahlı belediyelerin ve Refah Partisine yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıfların yine aynı dönemde başlattıkları “alternatif Yılbaşı” etkinlikleri de, irticai kalkışma olarak sunulmuştur. 

 Sultanbeyli Belediyesi; 

 28 Şubat döneminde adı sık sık irticaın merkezi olarak takdim edilen İstanbul’un Sultanbeyli ilçesinde, 11 Ocak 1997 tarihinde, dönemin 2’nci Zırhlı Tugay 
Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu tarafından, Belediye Başkanı’nın onayı alınmaksızın, ilçe meydanına Atatürk anıtı yaptırılması uzun süre kamuoyunu 
meşgul etmiştir. 

 28 Şubat darbesini soruşturan savcıya 6 Kasım 2012 tarihinde ifade veren dönemin Sultanbeyli Belediye Başkanı Nabi KOÇAK’ın; “Doğu Silahçıoğlu'nun 
bölgede provokasyon peşinde koştuğu, Meydana fiber Atatürk büstü diktikleri, amaçlarının büstü yaktırıp suçu Müslümanların üzerine yıkmak olduğu, heykel 
yakılmasın diye 15 gün boyunca başında nöbet tutturduğu, sonra fiber heykel yerine tunç olanını diktikleri" şeklindeki basına yansımıştır. 

  _Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım konuşması; 

KARATEPE’nin 10 Kasım törenlerine ilişkin konuşması basında irticaın ayak sesleri olarak yansıtılmıştır. Karatepe’nin konuşmasındaki “İnancımıza saygı 
duyulmadığı bu dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törene katıldım… Bu zulüm düzeni yıkılmalıdır….Müslümanlar içinizden bu hırsı, bu kini, bu nefreti, bu inancı eksik etmeyin” şeklindeki sözleri basında günlerce işlenmiştir. 

 Refah Partili Kayseri Belediye Başkanı Karatepe, bu sözleri dolayısıyla medya eliyle suçlanmış, siyasi irade görevden almış, resmi görevlerinden el çektirilmiştir. 
Dönemin Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe 02.11.2012 tarihinde Komisyonumuza bu konuda açıklamalarda bulunmuştur. 93 

 Diğer taraftan, bu süreçte Refah Partili Belediyeler de sıkı gözlem altına alınmış ve teftişten geçirilerek yargısal süreç başlatılmıştır. 

 Bunlardan; Gebze İlçesi Belediye Başkanı Ahmet PEMPEGÜLLÜ hakkında MGK Genel Sekret erliği tarafından alınan ihbar mektubu işlem yapılmak amacıyla İçişleri Bakanlığı’na gönderilmiştir.94 Yazının sonuç bölümünde; “Uygun görüldüğü takdirde, konunun 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre incelenmesi için yazımız ve eklerinin Teftiş Kurulu Başkanlığına havalesi” istenmiştir. 

 İçişleri Bakanlığı tarafından söz konusu yazı hakkında işlem yapılmıştır. 

 _ Kudüs Gecesi etkinliği: 

 Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile dönemin İran Büyükelçisinin de iştirak ettiği bu etkinlikte çeşitli şiirler okunmuş, İsrail’in Filistine uyguladığı baskı bir tiyatro 
gösterisiyle izleyicilere gösterilmiş ve Refah Partili Belediye Başkanı tarafından Filistin’de uygulanan baskı ve zulüm konusunda bir konuşma yapılmıştır. 
Ancak bu etkinlik, gazetelerde “Türkiye İran mı olacak?” şeklinde yansıtılmıştır. 

 Sincan Belediyesi tarafından düzenlendiği iddia edilen “ Kudüs Gecesi ” olarak adlandırılan etkinliğin, kamuoyunda bilinenin aksine, Kudüs Platformu ile 
ortaklaşa yapıldığı öğrenilmiştir. 

 Geceye davetli olan İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’nin yaptığı konuşmada, “Amerika ve İsrail'i düşman ilan ettiği, şeriat çağrısı yaptığı” öne 
sürülmüştür. 

 CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Bagheri'nin Türkiye'nin iç politikasına karışmasına hakkı olmadığını belirterek, " Dışişleri Bakanı'nı göreve çağırıyorum. Derhal tepkisini dile getirmeli ve Türkiye'nin olması gereken tavrını ortaya koymalıdır" demiştir. 

 Bu gelişmeler üzerine, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Ali Tuygan, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen " Kudüs Gecesi "ndeki konuşmaları nedeniyle İran'ın Türkiye Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'yi Bakanlığa çağırarak görüşmüştür. Görüşmenin ardından Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, "Büyükelçinin söz konusu gecede yaptığı konuşmanın, içişlerimize müdahale niteliği taşıyan unsurlar ve Türkiye'nin dostu bazı ülkelere karşı uygun olmayan eleştiriler içerdiği, bu beyanlarının tarafımızdan protesto edildiği belirtilmiştir" denilmiştir. Ancak, Hükümetin söz konusu Büyükelçiyi derhal sınır dışı etmemesi Genelkurmay tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu olaydan üç gün sonra, 3 Şubat 1997 tarihinde Sincan’daki Kudüs gecesine ilişkin olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından inceleme başlatılmıştır. 

 İçişleri Bakanı Meral Akşener, hakkında açılan soruşturmanın selameti açısından Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın geçici tedbir olarak görevinden 
uzaklaştırdığını açıklamış; Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi de, Yıldız hakkında " Gözlem altına alınması " talimatını vermiştir. DGM Başsavcılığının Esas Hakkındaki Mütalaaında “Kudüs Gününün, Kudüs’le ilgisinin olmadığı; diriliş günü ve Müslümanların günü” olduğu vurgulanmıştır. 

 Bekir Yıldız, Kudüs gecesinde yaptığı konuşma nedeniyle 17.5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Sincan’da düzenlenen Kudus günü etkinliği 28 Şubat sürecinin 
en tartışmalı hadiselerinden birisini teşkil etmiştir. Etkinliklerle gündeme gelen Sincan’da NATO Tatbikatı dolayısıyla tanklar yürütülmüş, tankların caddede 
yürütülmesi medya tarafından “Tanklar Yürüdü” başlıklarıyla verilerek siyasi bir içerik kazandırılmıştır. 

 Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Komisyonumuzda, bu denli tartışma yaratan olayın Ramazan programları çerçevesinde yapıldığından bahisle, 
Kudus etkinliğinin ilk defa değil, daha önceki yıllarda da aynı platformca düzenlendiğini beyan etmiş ancak bu yıl belediyenin Kültür müdürlüğünce 
yapıldığını anlatarak; 

 “Büyükelçiyle birlikte salona girdik, salona girdiğimizde o güne kadar bizim programımıza bu denli basından ilgi olmazdı, basının çok ciddi anlamda ilgisini 
gördük, bütün televizyonların orada bulunduğunu görünce doğrusu ben o esnada şaşırdım…Görüldüğü gibi dönemin şartları bakımından da birkaç yıldır yapılan 
bir kültürel etkinliği o günkü şartlarda başka bir atmosfer oluşturmak için kullanılmıştır. …Kudüs Gecesi yapıldı, iki gün ortada haber yok, ikinci gün Sabah 
gazetesi bir haber yaptı “Bu ne rezalet diye.” Sabahleyin telefon çaldı, açtımŞevket Kazan. “Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, hangi süreçten geçtiğimizi biliyorsun, nasıl böyle bir hata olur?” dedi. Böyle girdi arkasından da… Yani sesi titriyordu, kızgındı, bu şekilde ifadeler kullandı” 95 demiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***