TERÖR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TERÖR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2020 Cumartesi

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 3

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 3



Bu bağlamda medyanın önemli sorumlulukları bulunmaktadır. Medya kuruluşları, kamu yararını gözeten bir habercilik anlayışı ile hareket ederken; aynı zamanda korku ve şiddet unsurlarına minimum seviyede yer vermeleri gerekmektedir. Schlesinger’e (1994: 55) göre; medya sunumu “bulaşıcı etkiye” neden olmaktadır. Böylelikle, bir olayın medyada sunuluş biçimi toplumda korku ve paniğin yaygınlaşmasına neden olabilmektedir. Terör söz konusu olduğunda bu etkinin insanlardaki korku, endişe ve panik hissiyatını arttırdığı belirtilmektedir. Bu perspektiften hareketle korku, endişe, şiddet ve panik içeren görüntülere haberlerde minimum sürelerde ve tekrara düşmeden vermek önemlidir. 


Tablo 6: 29 Haziran 2016 Tarihli ATV Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 6’de olayın ertesi günü ATV Ana Haber Bülteni, saldırıyla ilgili haberleri ayrıntılı bir şekilde kategorize ettiği görülmektedir. Bu noktada ATV Ana 
Haber bülteninde, saldırının nasıl gerçekleştirildiği ile ilgili haberlerde şiddet içerikli görüntülere minimum sürelerde yer verilmiştir. Şekil3’de görüldüğü gibi 
illüstrasyonlar ile saldırganların temsil edilerek olayın nasıl gerçekleştiği bir, iki ve beş numaralı haberlerde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. 


Şekil 3: 29. 06. 2016 Tarihli ATV Haber'de Saldırının Nasıl Gerçekleştiğin Anlatımı 

Kaynak: ATV Ana Haber Bültesi, 2016, http://www.atv.com.tr/ 

ATV Ana Haber’in toplumsal hafızayı ve kitle psikolojisini olumsuz yönde 
etkileyecek görsellerden kaçınmak için ayrıntılı bir şekilde filtreleme yöntemine gittiği açıkça görülmektedir. 


Tablo 7: 30 Haziran 2016 Tarihli ATV Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 7’de 30 Haziran 2016 tarihli ATV Ana Haber’de konuya ayrılan süre yarı yarıya azalmış; benzer azalma haber sayısında da gözlemlenmiştir. 30 Haziran 
günü, ATV Haber sıklıkla resmi makamların açıklamalarına ve güvenlik birimlerinin almış olduğu tedbirlerine yer verirken; ilk gün uyguladığı filtreleme yöntemini koruduğu gözlemlenmiştir. Bir numaralı haberde, resmi makamların ifadelerine yer verilirken; saldırıda yaşamını yitiren vatandaşların kimlikleri direk olarak resmi makamlardan aktarılarak sunulmuştur. Ayrıca haberde kullanılan görüntülerde, kaosa, paniğe toplumsal huzursuzluğa etki edecek görsellerin kullanılmamasına özen gösterildiği tespit edilmiştir. İki numaralı haber devletin olay karşısında süratle geliştirmiş olduğu savunma mekanizmasını gösterme noktasında etkilidir. 


Tablo 8: 30. 06. 2016 Tarihli Show Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 



Tablo 8’de, Show Ana Haber 30 Haziran günü, ilk günde olduğu gibi saldırıyı derinlemesine ele almıştır. Konuyla ilgili on bir haberin yayınlandığı tespit edilmiştir. 

On bir haberin altısında resmi makamların açıklamalarına yer verilmesine rağmen; tekrar eden aynı olay yeri görüntülerine yer verildiği tespit edilmiştir. Ulusal güvenliğe ve bütünlüğe tehdit oluşturan olayları haberleştirirken özellikle resmi makamların ve devletin üst kademesindeki yetkililerin söylem ve kararlarını konu edinen haberlerin hazırlanması toplumsal huzurun sağlanması ve kamunun bilgilendirilmesi açısından önemlidir. Özellikle halk, devletin süreci kontrol etmesinden,olayla ilgili gerekli önlemleri almasından olumlu yönde etkilenmektedir. Böylelikle insanlar özellikle olayın yaşandığı şehirlerde gündelik hayatlarına daha çabuk adapte olmaktadır. 


Şekil 4: 30 Haziran 2016 Tarihinde Show Ana Haber'de Yaşanılan Korku ve Panik Anının Gösterimi 

Kaynak: Show TV Ana Haber , 2016 http://www.showtv.com.tr/ 

Aynı şekilde olay anı ve sonrasında yaşanılan korkunun Şekil4’deki örnekte gösterildiği gibi sıklıkla sunumu:Bireylerin ve toplumun risk algısını arttırmaktadır. 

Böylelikle terör örgütleri korku iklimini topluma yaymak için medyayı araçsallaştırmaktadır. Bireyin korku ve risk algısını tetikleyen, bu ve benzeri 
görüntüler, kitlelerin yaşam dünyalarını olumsuz yönden etkileyebilmektedir. 


Tablo 9: 1 Temmuz 2016 Tarihli ATV Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 9’da görüldüğü gibi 1 Temmuz 2016 tarihi itibariyle araştırmanın ana kütlesini oluşturan terör saldırısı ülke gündeminden, dolayısıyla da iki haber kanalının gündeminden çıkmıştır. Resmi makamlardan yapılan açıklamalara her iki haber kanalından yer vermesinin yanı sıra tekrar görüntülerinden, olayın şiddetini konu alan görüntülerden ve toplumsal risk algısını arttıracak içeriklerden kaçınıldığı tespit edilmiştir. 

Sonuç ve Değerlendirme 

Araştırma kapsamında ulaşılan sonuç ve değerlendirmeler: Türkiye’nin içinde bulunduğu konjonktür gereği, sansasyonel yönü kuvvetli olan intihar saldırıları 
haberleri dahi dört gün içerisinde ana haber bültenlerinin gündeminden düşmektedir. 
Grafik1 verileri, bu sonucu açıkça ortaya koymaktadır. 

Bu bağlamda araştırma kapsamında analiz edilen Atatürk Hava alanında ki intihar saldırısını konu alan haberlerin, etik değerlere uygun, toplumun haber alma özgürlüğünü kısıtlamayan ve ülkenin ulusal çıkarlarının göz önünde bulundurularak her iki haber kanalı tarafından hazırlandığı tespit edilmiştir. Araştırma kapsamında, saldırının nasıl gerçekleştiği, hangi terör örgütü tarafından düzenlendiği gibi teyide muhtaç bilgilerin resmi makamlar tarafından doğrulandıktan sonra gazetecilik etiğine uygun bir şekilde kamu oyuna aktarıldığı sonucuna ulaşılmıştır. 

Araştırma kapsamında Tablo 4’ten elde edilen veriler, intihar saldırısının nasıl gerçekleştiğini konu alan haberlerin, ana haber bültenlerinde daha sık bir şekilde ve yayın akışının ilk sıralarında yer aldığını ortaya koymaktadır. Bu tarz haberler kurgulanırken; panik içinde kaçışan, olayın şokunu yaşanan yaralı ve çaresiz insan görüntülerine minimum süreler içerisinde yer verilmesi önemlidir. Tablo3 verileri ortaya koymaktadır ki; haberlerde olay sonrası yaşanan korku ve şiddet içerikli görüntülere yer verilmektedir. Özellikle saldırının şiddeti ve sonrasında psikolojik yıkımı aktaran görüntüler terörün yaymak istediği korku ve risk algısını tetiklemektedir. Bu nedenle şiddet, yıkım ve kargaşanın hâkim olduğu görüntüler tekrar tekrar izleyiciye aktarılmamalıdır. Tablo 3 verileri her iki ana haber bültenin de tekrar görüntülerin kullanıldığını ortaya koymaktadır.Kaos, yıkım ve korku öğelerini aktaran görüntülerin, saldırıyı konu alan haberin içerisine görsel materyal olarak eklenmemelidir. Şekil3 örneğin de olduğu gibi saldırının nasıl gerçekleştiğini açıklamaya yönelik hazırlanan haberlerin şiddeti ve kaos’u aktaracak görüntülerden uzak olmasına özen gösterilmesi gerekmektedir. 

Ana Haber bültenlerinde intihar saldırılarını konu alan haberlerin önemli bir kısmını, saldırıda yaşamını yitiren vatandaşlar ve onların hayat hikâyeleri 
oluşturmaktadır. Saldırının nasıl gerçekleştiğini konu alan haberlerden sonra en çok haberi yapılan konu saldırı da yaşamını yitiren vatandaşlar ve onların hayat 
hikâyelerini işleyen haberlerdir. Tablo 4’te yer alan sayısal veriler, bu durumu ortaya koymaktadır. Bu tarz haberler hem toplum, hem de saldırının mağdurları ve yakınları üzerinde yıkıcı etkiler yaratabilmektedir. Bu noktada terör örgütlerinin ikincil amacı da saldırdığı düzenin yönetim ilişkilerinden sonra halkın huzur ve refahını bozarak; gündelik hayatı felce uğratmaktır. Bu bağlamda saldırıda yaşamını yitiren vatandaşlar ve geride kalan kederli aileleriyle ilgili haberlerin gerek dili, gerekse de kullanılan görüntülerinin titizlikle seçilmesi önemlidir. Şekil 2 ve Şekil 4’te yer alan görüntülere benzer acıyı, korkuyu ve paniği aktaran görsellere daha az ve kısa sürelerde yer verilmesi yerinde olacaktır. 

Tüm dünyada terörün bir jeopolitiği olduğu için: Terör örgütleri kitlelerin ya da uluslararası desteğin gücü olmaksızın devamlılığını sağlayamamaktadır. 

Bu bağlamda terör örgütleri uluslararası bilinirliğini ve eylemlilik halini ulusal sınırların ötesine ulaştırmak amacıyla medyayı önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Bu perspektiften hareketle yaşanan terör eylemleri sonrasında; saldırıya karşı gösterilen tepkilerin hem ulusal, hem de uluslararası boyutu daha sık ve uzun sürelerde ekranlara taşınması gerekmektedir. Araştırma kapsamında ana akım medyada yer alan iki haber bülteni, üç gün süresince uluslararası desteği konu alan toplamda dört haber yayınlamıştır. Bu sonuca tablo 4’deki analiz verileriyle ulaşılmıştır. Diğer bir noktada uluslararası destek mesajlarını konu alan haberlerin yayın sıklığı ve yayın akışındaki sırasıyla ilgilidir. Tablo 5 verilerine göre; Show Ana Haber’de 29 Haziran 2016 tarihli uluslararası desteği ve kınamayı konu alan haber 13. sırada verilmiştir. Tablo 6’da yer alan verilerde benzer bir sonucu ortaya koymaktadır. 29 Haziran 2016 tarihli ATV Haberin yayın akışı içerisinde intihar saldırısını konu alan haberler arasında 10. ve 11. sıradaki haberler uluslararası desteği ve kınamayı konu almaktadır. Bu iki haber aynı zamanda intihar saldırısını konu alan bültendeki son iki haberdir. Tablo 8 verileri de aynı sonucu ortaya koymaktadır. 30 Haziran 2016 tarihli Show Ana Haber’de Uluslararası desteği ve kınamayı konu alan haberler yayın akışına göre 8. sıradan verilmiştir. Bu noktada teröre karşı uluslararası desteğin haber bültenlerinde daha sıklıkla işlenmesi ve haber yayın akışında ilk sıralara çekilmesi yerinde bir uygulama olacaktır. 


KAYNAKÇA 

AKÇAY, Yaşar Ömer ve ÇELENAY, Engin Ömer (2012). “Terör ve Medya 
İlişkisinin 2003 Yılında İstanbul’ da Meydana Gelen Saldırılar Örneğiyle 
İncelenmesi”, NEÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2, s. 183-197. 

ANGENENT, Huub, ve MAN, Anton Frans (1996). Background Factors of Juvenile 
Delinquency, New York: Peter Lang. 

AVŞAR, Zakir (2002). “Terör Haberleri ve Medya”, Polis Bilimleri Dergisi, 4(2), s. 21-44. 

AVŞAR, Zakir (2017). “İnternet Çağında Medya, Terör ve Güvenlik”, TRT 
AKADEMİ, 2(3), s. 116-132. 

BECK, Ulrich (2006). Living In The World Risk Society. London School of 
Economics. 

BENNET, Tony (1988). Media, Reality, Signification. London: Routledge. 

CHOMSKY, Noam (1993). Medya Denetimi, (Çev. Şen Süer), İstanbul: Tüm 
Zamanlar Yayıncılık. 

COREY, Robin (2004). Fear: The History of a Political İdea. New York : Oxford 
University Press. 

DEĞER, Kamuran (2017). “Olağanüstü Durum Haberciliğinin Atatürk Havalimanı 
Terör Eylemi Üzerinden İncelenmesi”, TRT AKADEMİ, 2(3), s. 98-115. 

DÖNMEZ, Ali. (1998). Sosyal Psikoloji, Ankara : İmge Kitapevi. 

DURKHEIM, Emile (2003). Sosyolojik Yöntem Kuralları. İstanbul: Bordo Siyah. 

DURKHEIM, Emile (2002). İntihar. İstanbul: Cem Yayınevi. 

FİDAN, Mehmet (2004). Terör ve Medya, (Editörler), Orhan Gökçe ve Uğur Demiray. Terörün Görüntüleri, Görüntülerin Terörü, Konya: Çizgi Kitapevi, s. 59-81. 

FREEDMAN, Jonathan; SEAR, David; LETİTİA, Anne Peplau (2003). Sosyal 
Psikoloji, (çev. Ali Dönmez), Ankara: İmge Yayınevi. 

FUKUYAMA, Francis (2015). Güven Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması, 
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

FUREDI, Frank (2001). Korku Kültürü, (çev. Barış Yıldırım), İstanbul : Ayrıntı 
Yayınları. 

GABRIEL, Weimann (1983). “The Theater of Terror: effects of press coverage”, 
Journal of Communication, 33. 

GIDDENS, Anthony (2000). Elimizden Kaçıp Giden Dünya, (Çev: Osman Akınhay), İstanbul: Alfa Basom Yayın Dağıtım. 

Habertürk (2016). "Cuma Namazında Bomba Şüphesiyle Cami Boşaltıldı", 
Habertürk.
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1261482-adanada-cuma-
namazinda-bomba-suphesiyle-cami-bosaltildi, Erişim Tarihi: 22. 11. 2016. 

İNAL, Ayşe (2009). Haber Medyası, Siyaset ve Terör, (Editörler), Mustafa Şeker ve Tülay Şeker.Terör ve Haber Söylemi. İstanbul: Literatürk. 

İNCEOĞLU, Yasemin (2000). Uluslararası Medya, İstanbul : Beta Yayınları. 

LEWIS, Jeff (2005). Language Wars The Role of Media and Culture in Global Terror and Political Violence, London: Pluto Press. 

MARTIN, Gus (2006). Understanding Terrorism: Challenges, Perspectives, and 
Issues, Thousand Oaks: Sage. 

NORRIS, Pippa; KERN, Montague; JUST, Marion (2003). Framing Terrorism: The New Media, the Goverment and the Public, New York : Routledge. 

PARSONS, Talcott (1967). The Structure of Social Action. Free Press. 

PERESIN, Anita (2007). “Mass Media and Terrorism”,The Journal of Medij. İstrazs, (13)1, s.5-22. 

POSTMAN, Neil (2016). Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

POSTMAN, Neilve POWER, Steve (1996). Televizyon Haberlerini İzlemek, İstanbul: Kavram Yayınları. 

RACHMAN, Stanley (1998). Anxiety, East Susex: Psyhology Press. 

SCHILLER, Herbert (1993). Zihin Yönlendirenler, İstanbul: Pınar Yayınları. 

SCHLESINGER, Philip (1994). Medya, Devlet ve Ulus, (çev: Mehmet Küçük), 
İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

SPENCER, Herbert (2013). Zihin, Ahlak ve Beden Eğitimi, İstanbul: Pegem 
Yayınları. 

ŞEKER, Mustafa ve Şeker, Tülay (2009). Terör ve Haber Söylemi, İstanbul: Literatür Yayıncılık. 

TILLY, Charles (2011). Demokrasi, İstanbul: Phoenix. 

TURNER, Bryan (1996). Oryantalizm Postmodernizm ve Din; (Çev:İbrahim 
Kapaklıkaya), İstanbul: Anka Yayınları. 

YÜCEDOĞAN, Güleda (2002). “Terör, Savaş, Şiddet ve Medya”,İstanbul 
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi. s.105-114. 

ZENCİRKIRAN, Murat (2015). Sosyoloji, Bursa: Dora Basım Yayın. 

ZULLIGER, Hans (1998). Çocuklarımızın Korkuları, İsanbul: Cem Yayınevi. 


DİPNOTLAR;

1 Bu çalışmanın ortaya çıkmasında 2211a Doktora Burs Programıyla bizleri destekleyen TUBİTAK’a sonsuz teşekkürü bir borç biliriz. 

2 Arş. Gör. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi, bcayci@ticaret.edu.tr, 

ORCID ID: 0000-0001-5945-8655 

3 Arş. Gör. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi, aekaragulle@ticaret.edu.tr, 

4 Angenent ve de Man’ın tanımıyla sapma davranışı “geleneksel kural ve adetler bakımından istenmeyen ve kabul edilmeyen faaliyetler”dir (1996: 2). 

***

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 2

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 2




3. Araştırmanın Metodolojisi 

3.1 Araştırmanın Amacı 

Bu çalışma,ana haber bültenlerinde yer alan intihar saldırısı haberlerinin 
sunuluş biçimiyle ilgili durum tespiti yapması açısından önem arz etmektedir. 
Devletterör antagonizmasından hareketle çalışmanın amacı;intihar saldırısı 
haberlerinin, ana haber bültenlerinde sunuluş biçimlerini 28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı haberleri üzerinden incelemektir. 

Çalışma, ana akım medyada yer alan, ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri’nde, 28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleştirilen intihar saldırısını nasıl haberleştirildiği üzerine nicel anlatı analizi yöntemi kullanılarak tespit edilecektir. 

3.2 Araştırmanın Yöntemi (Evren, Örneklem ve Sınırlılıklar) 

Araştırmanın evrenini, 28 Haziran 2016 tarihinde “Atatürk Havaalanı’nda 
gerçekleştirilen intihar saldırısı” konulu haberler oluşturmaktadır. Bu evren 
içerisinden örneklem olarak belirlenen, ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri’nde yer alan konuyla ilgili haberlerdir. Çalışmanın örneklemi; rastlantısal olmayan örneklem türlerinden birisi olan, amaçlı örneklem yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. 

Evrenin temsil kabiliyetini arttırmak için araştırma kapsamında reyting ölçümlemeleri, örneklemin oluşturulmasında belirleyici olmuştur.  

Örnekleme dâhil edilen her iki kanalın sahiplik yapısı, ideolojisi gibi ekonomik ve siyasi etkip arametreleri örneklem seçilirken değerlendirilmeye alınmamıştır. 

Çalışmanın sınıflandırma sistemi oluşturulurken, örneklemi oluşturan haberlerin tamamı dikkatlice incelenmiştir. Ortak alanlar tespit edilmiş, çalışma sınıflandırılmıştır. Çalışmada iki temel kategori kullanılmıştır. Bunlar; “haber konusundan kaynaklanan sorunlar” ve “görüntüden kaynaklanan sorunlar” şeklindedir. 

 Çalışmanın referans süresi, araştırmanın örneklemini oluşturan iki haber 
kanalının, ana haber bültenlerinde intihar saldırısı haberlerine yer verdiği günler ile sınırlandırılmıştır. Sınırlılık kapsamında 29 Haziran 2016 ile 2 Temmuz 2016 tarihleri arası araştırmanın referans süreleri olarak belirlenmiştir. 

Araştırmanın sonuçlarını, niceliksel veriler ışığında ortaya koymak için nicel 
anlatı analizi yöntemi kullanılmıştır. 

Bu noktada haber metinlerinin, muhabirlerin ve / veya spikerlerin söylemleri araştırmaya dâhil edilmemiş olup; eleştirel söylem analizi yöntemi araştırmanın hiçbir safhasında kullanılmamıştır. Öncelikli olarak araştırmanın ana kütlesinin haber kanallarında kaç gün süreyle haberleştirildiği tespit edilmiştir. Ardından, araştırmaylailgili haberlerin ana haber bülteninde ne kadarlık bir zaman dilimi kapladığı tespit edilmiştir.Sonrasında, araştırmaya konu olan intihar saldırısının haber konuları içeriklerine göre belirlenmiştir. Saldırının neden olduğu acı 
verici görüntülerin ne şekilde verildiği incelenecektir. Ardından olayın şokunu 
yaşayan insanların haberlerde ne sıklıkla aktarıldığı incelenecektir. Araştırma 
kapsamında, olayın şokunu yaşayan insanların görüntüleriyle birlikte kaos ve panik görüntülerin yinelenme sıklığı incelenecektir. 

3.3. Bulgular 

28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Hava alanında gerçekleştirilen intihar 
saldırısı, Show TV Ana Haber Bülteninde toplamda dört gün; ATV Ana Haber 
Bülteninde ise; üç gün süreyle haberleştirilmiştir. 





Şekil1: Gün Bazında, Her İki Haber Bülteninde Yayınlanan İntihar Saldırısıyla İlgili Haberlerin Yüzdesi 



Şekil 1’deki verilere göre; her iki haber bülteni de, ilk iki gün saldırıyı konu 
olan haberlere yayınlarında uzun süreler ayırmıştır. Olayın ertesi günü (29.06.2016) iki haber kanalı da toplam yayın sürelerinin yarısından fazlasını araştırmanın ana kütlesini oluşturan, intihar saldırısını konu alan haberlere ayırmıştır. ATV Haber toplam sürenin %61,30’luk kısmını, Show Haber ise %54,19’luk kısmını Atatürk Havalimanı’nda gerçekleşen intihar saldırısını konu ala haberlere ayırmıştır. 02.07.2016 tarihine kadar ki süreçte, her iki haber kanalı da saldırıya ayırdıkları süreleri her geçen gün azaltmıştır. Dört günün sonunda yani 02. 07. 2016 tarihindeyse saldırı her iki haber kanalının da gündeminden tamimiyle kalkmıştır. ATV Haber 02.07.2016 tarihinde konuya yayın akışında hiç süre ayırmazken; Show Haber ise toplam sürenin %2,58’lik kısmını saldırıyla ilgili haberlere ayırmıştır. 

Şekil1’deki sayısal veriler göstermektedir ki: Türkiye’nin gündemi iki gün içerisinde değişmiştir. 

İki haber kanalı da ikinci günün sonunda konuyla ilgili haberleri gündemlerinden 
kaldırmaya başlamıştır. Bu tablo aynı zamanda Türkiye’de gündemin ne kadar hızlı bir şekilde değiştiğini sayısal veriler ışığında açıkça oraya koymaktadır. 

Atatürk Hava limanında gerçekleştirilen intihar saldırısı haberleri, Show TV 
Ana Haber Bültenin de dört gün süreyle haberleştirilmiştir. 





Tablo 1: Show TV Ana Haber Bülteninde Saldırının Gün Bazında Haberleştirilme Süreleri 

Tablo 1’deki verilere göre;saldırının ertesi günü Show TV Ana Haber Bülteni, toplam haber süresinin yarısını (%54,19) intihar saldırısı haberlerine ayırdığı tespit edilmektedir. İlerleyen günlerde kademeli olarak saldırıyla ilgili haberlerin süresi azalmıştır. 1 ve 2 Temmuz tarihlerindeyse, saldırıyı konu alan haberlerin süresi %6’nın aşağısına düştüğü tespit edilmiştir. Saldırının ertesi günü, ana akım medyada yer alan Show TV Ana Haber Bülteninde toplam süresinin yarısından fazlasının intihar saldırısını konu alan haberlere ayırması, medyanın terörist gruplar için ne kadar önemli olduğu gerçeğini sayısal verilerle ortaya koymaktadır. Ayrıca terör örgütlerinin, medya merkezli terörizm anlayışını benimsedikleri açıktır. Bu noktada medya merkezli terörizm (mediaoriented terrorism) kavramı, terörist gruplarının medyanın ilgisini çekecek şekilde düzenledikleri eylemleri tanımlamaktadır (Martin, 2006: 34). 

Birçok uzmanda terörist grupların, modern cephe olarak medyayı gördüklerini, araçsallaştırdıklarını ve terörizmin medya merkezli olarak geliştiği konusunda 
uzlaşmaktadır (Peresin, 2007: 7). Özellikle ilk iki günde, saldırıyı konu alan haberlere uzun süreler ayrılması, haber içeriklerinin toplum üzerindeki etki olasılığını arttırmaktadır.Bu nedenle ilk günlerde yayınlanan haberlerdeki söylemler kadar, görüntüler de toplumsal belleğin şekillenmesi noktasında önem arz etmektedir. 





Tablo 2: ATV Ana Haber Bülteninde Saldırının Gün Bazında Haberleştirilme Süreleri 


Atatürk Hava limanında gerçekleşen intihar saldırısı haberleri, ATV Ana 
Haber’de üç gün süreyle haberleştirilmiştir. Tablo 2’de ki verilere göre; saldırının ertesi günü ATV Ana Haber, toplam haber süresinin %61,30’luk kısmını çalışmanın ana kütlesini oluşturan intihar saldırısını konu alan haberlere ayırmıştır. 

Tablo 1’deki Show Ana Haber’e ait veriyle Tablo 2’deki veri karşılaştırıldığında iki ana haber bülteni de konuya uzun süreler ayırdığı ve yayın akışlarının gündemine intihar saldırısını konu alan haberleri yerleştirdikleri tespit edilmiştir. Ertesi gün,konuyla ilgili haberlerin,kapladığı süre azalmış (%33,38); 
2 Temmuz günü itibariyle de gündem tamamıyla değişmiştir. 

Atatürk Hava alanında gerçekleştirilen intihar saldırısının ana haber bültenlerin de geniş süreler yer alması, yayınlanan görüntülerin niteliğini önemli hale  getirmektedir. Özellikle terörist saldırılarının oluşturduğu olumsuz sonuçların tüm açıklığı ile yayınlanması: toplumsal yapıda psikolojik travmaların yaşanması na, korku kültürünün gündelik yaşamda hissedilmesine ve toplumsal risk algısının artmasına neden olabilmektedir. 




Tablo 3: Haberlerde Kullanılan Tekrar, Korku ve Şiddet Unsurlarının Dağılımı 


Televizyon haberciliğinin belirleyici ayrıcalığı, görüntüye olan bağlılığıdır. 

Bu bağlılık televizyonu ayrıcalıklı bir hale getirmektedir. Aynı zamanda bu durum habercilik anlamında bir dizi sorumluluklarda yüklemektedir. Haberde sunulan görüntüler, izleyiciyi üzerindeki etkisini arttırması bakımından yazılı ve sözlü metinden daha etkilidir. Bu nedenle haberde kullanılan görüntülerin nitelikleri, izleyicinin duygu ve anlam dünyasını etkilemektedir. Bu perspektiften hareketle haberlerde çok sayıda panik, kargaşa, şiddet, yaralı, kaçışan vatandaş ve benzeri görüntülerin tekrar edilmesi izleyiciyi olumsuz yönde etkilemektedir. Araştırma kapsamında iki haber bülteninde terörist saldırıyla ilgili toplam kırk iki haber incelenmiştir. Show Haber’de tekrar görüntülerinin yer aldığı haber sayısı yediyken (%28); ATV Haber’de bu sayı üçtür (%17,64). Korku ve şiddet içerikli görüntülerin yer aldığı haber sayısı Show Haber’de on birken (%44) iken; bu sayı ATV Haber’de yedidir (%41,17). Tablo-3’deki verilere göre; ATV Haber, Show Haber’e göre korku ve şiddet içerikli görüntüler ile tekrar eden görüntüle yayın akışı içerisinde daha az yer verdiği tespit edilmiştir. 



Tablo 4: Konularına Göre Haber İçerikleri 

Haber içeriklerine bakıldığında; her iki haber kanalı da “İntihar saldırısının nasıl gerçekleştiğini” konu alan haberlere, bültenlerinde büyük oranda (ATV Haber %41, 17, Show Haber %40) yer verdiği görülmektedir. Ardından, “Terör mağdurları ve yakınlarıyla ilgili” haberler ATV Haber’de %23,52, Show Haber’de 
%24 oranında yer bulmuştur. Siyasilerin saldırıya yönelik mesajlarını konu alan haberler ATV Haber’de %11,76, Show Haber’de %16 oranında yer bulmuştur. 
Yabancı ülkelerden gelen destek mesajlarını konu alan haberler, ATV Haber’de %11,76, Show Haber’de % 8 oranında yer bulmuştur. Her iki haber kanalı da saldırı sonrasında canlı bağlantılar gerçekleştirerek son dakika bilgilerini paylaşmışlardır. 




Tablo 5: 29 Haziran 2016 Tarihli Show Ana Haber'de Saldırıyla İlgili Haberlerin Konu Başlıkları ve Süreleri 


Tablo 5’de olayın ertesi günü, Show TV Ana Haber Bülteni’ndeterörist saldırıyla ilgili haberlerin ayrıntılı bir şekilde kategorize edildiği görülmektedir. 

Saldırının ayrıntılı bir şekilde kategorize edilmesi, toplumun bilgilenmesi noktasında doğru bir yaklaşımdır. Bu noktada,“Saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımızın aileleri”, “Saldırıda yaşamını kaybeden vatandaşlarımızın hayat hikâyeleri” ve “Yaralı yakınları birbirine girdi” başlıklı haberler hem konusu, hem de yayın sürecinde kullanılan görüntüleri itibariyle, titizlikle ve ayrıntılı şekilde hazırlanması gerekmektedir. Çünkü terör örgütleri, hedef aldıkları toplumların zihinlerinde ve psikolojilerinde yılma, panik korku gibi bir takım yıkıcı duyguları harekete geçirmek istemektedir (Avşar, 2002: 27). 

Özellikle yaşanan acının kamuya aktarımı, terörün yaratmak istediği korku ikliminin oluşmasında önemli bir faktördür. Terör örgütlerinin intihar saldırılarıyla birlikte hedefledikleri öncelikli olarak toplumsal huzursuzluğun ve korkunun gündelik hayata indirgenmesidir. 

Bu bağlamda saldırıda yaşamını yitiren vatandaşların yakınlarının yaşadığı üzüntü ve kederin uzun süreli haberleştirilmesi saldırının halk üzerindeki psikolojik etkilerini arttırabilmektedir. 


Şekil 2: Saldırıya Maruz Kalan Bir Personelin Yaşadığı Korku ve Panik 
 Kaynak: Show TV Ana Haber , 2016 http://www.showtv.com.tr/ 


Şekil 2’de saldırıya maruz kalan hostesin yaşadığı korku ve panik anı ekranlara yansıtılmıştır.  

İlgili görüntü 29. Haziran 2016 tarihli Show TV Ana Haber Bülteni’nde 1, 3, 5 ve 13 numaralı haberlerde tekrar yayınlanmıştır. Özellikle 5 numaralı 
haberde,aynıgörüntü iki defa yayınlanmıştır. Toplamda, saldırıya maruz kalan hostesin yaşadığı korku ve panik anını temsil eden görüntü bir haber bülteninde beş defa yayınlanmıştır.30 Haziran tarihinde ise; 6 numaralı haberde aynı görüntü tekrar yayınlanmıştır. Terör haberleri kuşkusuz izler kitle üzerinde duygusal gerilimlere neden olmaktadır. Terör stratejilerinde medyanın oynadığı rolü “korku tiyatrosu”na benzeten Weimann, terörle medya arasındaki etkileşimi, dramaturjiden aldığı kavramlarla açıklamaktadır. Teröristler öncelikle senaryolarını yazarlar, ardından senaryoya uygun şekilde sahnelerler. 
Bu bir korku tiyatrosudur. 
Bu noktada küresel iletişim sistemi içerisindeki sahne medyadır. 
Teröristler oyuncu, izleyiciler ise halktır. 
Korku tiyatrosu ancak medya dolayımı ile sahlenebilmekte dir 
(Gabriel, 1983: 38) 


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 1

İNTİHAR SALDIRILARININ MEDYADA HABERLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE BİR ANALİZ 1 




Berk ÇAYCI 2 
Ayşegül Elif ÇAYCI 3 

ÖZET 

Ulusal güvenliğe ve toplumsal refaha yönelik düzenlenen intihar saldırılarının amacı, terör eylemlerinin toplum üzerindeki yıkıcı sonuçları/etkileri kadar medyada görünür olmayı başarmaktır. Bu perspektiften çalışmanın temel sorunsalı, terör örgütlerinin geniş kitleleri etkilemek (korku, yıldırma, panik, kutuplaştırma); toplumsal belleği şekillendirmek ve uluslararası ölçekte sesini duyurmak adına modern cephe olarak gördüğü medyanın, intihar saldırısı haberleri üzerinden araştırılması dır. Bu bağlamda çalışmada savunulan temel argüman; intihar saldırısı eylemlerinin medyada haberleştirilme biçimlerinin ve sınırlılıklarının terör, korku ve risk algısının kolektif hafızada şekillenmesinde belirleyici olduğudur. Devlet terör antagonizmasın dan hareketle çalışmanın amacı, intihar saldırısı haberlerinin haber bültenlerinde sunuluş biçimlerini, 28 Haziran 2016 tarihinde Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı haberleri üzerinden incelemektir. Çalışmada, 28 Haziran 2016 tarihinde Atatürk 
Havaalanı’nda gerçekleştirilen intihar saldırısının, ana akım medyada yer alan ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri’nde haberleştirilmesi üzerine nicel anlatı analizi yöntemi uygulanmıştır. 


Giriş 

Terör eylemlerinin ortak amacı; saldırdığı düzenin yönetim ilişkilerini ve toplumsal refahı derinden sarsmaktır. Bu amaçla terör örgütleri,ulusal veya 
uluslararası arenada dikkat çekmek, sesini uluslararası ölçekte duyurmak ve geniş kitleleri “korkutarak”toplumsal refahın ortadan kaldırılması için şiddet içerikli ölümcül saldırılar düzenlemektedir (Schiller, 1993: 41-43). Böylelikle her terörist eylem, saldırdığı düzene ve/veya topluma karşı gücünü göstermektedir. 

Bu perspektiften hareketle, terörist eylemler aynı zamanda bir propaganda girişimidir. 

Terörist eylemler,saldırdığı egemenlik ilişkisini küçülterek, bu ilişki içerisinde yer 
alan sivil, asker veya bürokratik üyeleri korkutarak; kendi sempatizanlarına karşı varlığını ve faaliyetlerini göstermektir. Diğer ifadeyle terörist eylemler, sadece kriminal vakalar değildir. İrrasyonel davranış biçimi olarak terörün ve terörist saldırıların bir jeopolitiği ve eylemlere rehberlik eden inançlar dizisi bulunmaktadır. 

Terörün jeopolitiği içerisinde, aynı zamanda derin uluslararası siyasi ilişkileri ve 
konsorsiyumları da bulunmaktadır. Bu bağlamda; Türkiye’nin yer aldığıcoğrafya, 
özellikle intihar saldırılarının sıklıkla karşılaşıldığı bir bölge olarak,son yıllarda ulusal ve uluslararası basının dikkatini üzerine çekmektedir. 

Medya, özellikle 11 Eylül Saldırısı’yla beraber, modern terörizmin yeni 
boyutlarını ortaya koymuştur. Milenyumun başında, Dünya Ticaret Merkezi’ne 
gerçekleştirilen iki intihar saldırısının an ve an aktarılması, yıkılan binaların 
milyarlarca insan tarafından eşzamanlı olarak izlenmesi, terörün yarattığı korku ve risk algısını küresel boyuta taşımıştır. Korku ve risk algının küresel ölçekte 
yayılmasında,öncelikli etki parametresi; medyanın yaşananları haberleştirme 
biçimidir (Schlesinger, 1994: 24). Özellikle televizyonun medya ekolojisindeki hâkim konumu, terörün ürettiği panik ve dehşet türünden korkuların topluma hızla yayılmasına neden olmaktadır ( Postman ve Power, 1996: 68). Bu noktada medyanın intihar saldırılarıyla pratik düzeyde ilişkisi, liberal kuramın öğretisiyle yani “yansıtma düzeyi” ile sınırlı değildir. Medya, salt enformasyon aktarımıyla yetinmemekte, aynı zamanda terör edimlerinin her düzeyinde bilinçli veya bilinçsiz aktif roller de üstlenmektedir. Özellikle intihar saldırıları, yarattıkları dramatik etki nedeniyle televizyonlarda ve haber bültenlerinde sıklıkla yer almaktadır. 

Bu çalışmada, ana akım medyada yer alan ATV ve Show TV Ana Haber 
Bültenleri’nin, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleştirilen intihar saldırısını nasıl 
haberleştirdikleri üzerine, nicel anlatı analiz yöntemi kullanılmıştır. Devlet terör 
antagonizmasından hareketle çalışmanın amacı: İntihar saldırısı haberlerinin ana haber bültenlerinde sunuluş biçimlerini 28 Haziran 2016 tarihinde, Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı haberleri üzerinden incelenmektedir. Araştırmanın evrenini, 28 Haziran 2016 tarihinde “Atatürk Havaalanı’nda gerçekleşen intihar saldırısı” konulu haberler oluşturmaktadır. Bu evren içerisinden örneklem olarak seçilen ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri, rastlantısal olmayan örneklem türlerinden birisi olan amaçlı örneklem yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Araştırma kapsamında, reyting ölçümlemeleri, örneklemin oluşturulmasında belirleyici olmuştur. 

Çalışmanın referans süresi, araştırmanın örneklemini oluşturan iki haber kanalının ana haber bültenlerinde intihar saldırısı haberlerine yer verdiği günler ile sınırlandırılmıştır. Sınırlılık kapsamında, 29 Haziran 2016 ile 2 Temmuz 2016 tarihleri arası, araştırmanın referans süreleri olarak belirlenmiştir. 

Çalışmanın birinci bölümünde; medyada üretilen korku kültürü ve risk 
algısıliteratür taramasıylaincelenmiştir. İkinci bölümde; intihar saldırısı haberlerinin nasıl haberleştirildiği üzerine argümantatif çalışma yapılmıştır. Çalışmanın amacı ortaya koyulduktan sonra, 28 Haziran 2016 tarihinde meydana gelen intihar saldırısının ATV ve Show TV Ana Haber Bültenleri'nde yer alış biçimleri, nicel anlatı analiz yöntemiyle incelenmiştir. 

1. Medya ve Korku Kültürü 

Korku, tüm canlılar için ortak bir duygu olarak, varoluştan itibaren değişmeden 
varlığını sürdüren; ama nedenleri çeşitlenerek artan bir hissiyattır. Korku, insanın rasyonel çıkarımlarına dayandığı gibi, akıl dışı durumlarda dahi insanın hissettiği bir duygudur. Bu nedenle korku, bilinmezlik kadar bilindiği halde, denetlenemeyen durumlar karşısında, insanın bilinçli ya da bilinçsiz olarak ürettiği tepkinin nedeni konumundadır. Freud’a göre; korku, insanın olağan dışı olarak kabul ettiği ve çıkarları ile ters giden durumlarda bir şey yapamamasına bağlı olarak gelişen tehlikenin işaretidir (Zulliger, 1998: 19-36), (Dönmez, 1998: 623). Freud, korku durumunu rasyonel akılla birleştirerek ikiye ayırmıştır. Böylelikle dışarıdan gelen, kaynağı belirli bir tehlikenin neden olduğu korkuya “gerçek korku” adını vermektedir (Freedman vd., 2003: 78). 

Örneğin; televizyonda oğlunun eğitim gördüğü okulda rehine krizinin yaşandığı haberini alan annenin yaşadığı korku,tamimiyle nesnel kaygıların ürettiği gerçek bir korkudur. Gerçek korkunun karşısına Freud, “nevrotik kaygı” durumunu yerleştirmiştir (Freedman vd., 2003: 79-81). Duhm (2009: 13), nevrotik 
kaygıyı toplumsal korkular olarak adlandırmaktadır. Böylelikle, bu ayrım korku ve kaygı arasındaki ayrışmanın göstergesidir. Çünkü gerçek dışı kaygı, kaynağı belirli korkuların aksine bireyin veya toplumun zihin dünyasında, dışarıdan kazandığı enformasyonun, gözlemin ve tecrübenin sonucunda üretilen, aklın bir ürünüdür. 

Örneğin; gündelik yaşamda her gün terör haberlerinin hikâyeleştirilerek tüm detayları ile anlatılması, terör tehdidinin kent yaşamında olduğuna dair haberlerin sistematik şekilde tekrarlanması, şehirde yaşayan toplulukların nörotik kaygı taşımasına neden olmaktadır. Bu durumun güncelörneği; 28 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilen Atatürk Havalimanı saldırısının hemen sonrasında, Adana’da 1 Temmuz 2016’da Cuma namazı esnasında halkın camideki kişiyi intihar bombacısı zannederek linç etme girişimidir (Habertürk, 2016). Ardı ardına gerçekleşen olaylar göstermektedir ki, insanlar medya iletilerinin etkisi altında, kent hayatında her saniye yaşanabilecek terör 
saldırısının kaygısıyla yaşamlarını devam ettirmektedir. İnal’a (2009: 24) göre; XXI. yüzyılda, terör örgütlerinin yaydığı korku, tehdit ve muhtemel riskler, medya iletileri ve iletişim teknolojileri aracılığıylaulusal ve uluslararası ölçekte tekrarlanmaktadır. Bu noktada terör, medyanın kamuoyunu bilgilendirme özgürlüğü üzerinden yeni olası riskler üretmekte, böylelikle gündelik hayatı sekteye uğratmaktadır (Norris vd., 2003: 3-4). Bu noktada terörle mücadelede, en az siyasi otorite kadar, haber medyasına da önemli görevlerin düştüğünü göstermektedir. 

Kaygı kavramı, beklentinin ya da olası durumun öncesinde gelişen insani bir 
durumdur. Beklenti hali, olası kötü durumun gerçekleşmesiyle ilgili şüphe 
içermektedir. Herhangi bir şüphenin oluşması içinde, dışarıdan edinilen bilgiyle, ya da deneyimlenen durumla sahip olunan bilginin mantıklı bir bütünlük oluşturması gerekmektedir (Rachman, 1998: 119). Öyle ki, şüphenin kaygı durumuna geçmesinde, dışarıdan kazanılan bilginin niteliği belirleyici olmaktadır. Günümüzde algı, dünyamızı şekillendiren öncelikli araç halini alan iletişim ortamlarının dijitalleşmesiyle, zaman ve mekân bütünlüğünün iletişim sürecinde bozulması bireyin ve toplumsal hafızanın şekillenmesinde belirleyici olmaktadır. Etki alanı her geçen gün genişleyen medya, izleyiciye sunduğu iletilerle, korku veya kaygı üretebilmektedir. Korku ve kaygı, insan davranışlarını belirleyen önemli duygular olduğu için, bireysel ve toplumsal hayatı olumsuz yönde etkilemekte, kolektif davranışı biçimlendirmektedir. 

Dijital çağda toplumsal veya bireysel kaygı üretimi arasında, negatif yönde bir 
ivmelenme söz konusudur. Bu nedenle kaygının ve korkunun ürettiği öncelikli 
davranış, korunma ve kaçma düşüncesidir. Bunun nedeni; korkuların temelde kişisel deneyimlerle biçimlendirilmesidir (Furedi, 2001: 8). 

Günümüzdeyse tecrübe edilen korkuların büyük bir kısmı kişisel deneyimlerden kaynaklanmamaktadır. 

Örneğin; terör korkusu gibi bir takım korkular toplum içerisindeki çatışmalar dan kaynaklanmaktadır (Corey, 2004: 2). Bahse konu durumların, bireyle çoğu zaman organik bağı bulunmamaktadır. Buna rağmen, anlam dünyasını şekillendiren medya aracılığıyla dağıtılan iletiler ve bu iletilerin çerçeveleniş biçimleri, sunuluş biçimleri, teknik müdahaleleri, sonuç itibariyle korku ve kaygının insanlar tarafından içselleştirilmesiyle sonuçlanmaktadır. 

Bu durum toplumsal yapıda ortaya çıkan bireyin – bireye ya da bireyin topluma karşı duyduğu “güven” sorunsalıyla ilişkilidir. 

Fukuyama’ya (2015: 41) göre; güven, ortak normları temel alan ve sistemli 
olarak gerçekleşen dürüst davranışların sergilendiği topluluklarda, bireyin diğer 
üyelere yönelik ürettiği beklentidir. Tilly (2011: 251) ise; güven duygusunun, insanın toplulukçu ya da bireysel olarak gözlemlediği tüm davranış biçimlerinin ürettiği riskin sonucuna değer biçerek oluştuğunu söylemektedir. Bu bağlamda risk ile güven kavramları iç içe geçmiştir (Giddens, 2000: 48). Bu diyalektik yapı içerisinde risk ve güven birbirini sürekli denetlemektedir. Örneğin; toplumda bir kuruma duyulan güven azaldığında, olası riskler artmaktadır. Bu durum korku kültürünün toplumları depresif hale getirmesine neden olmaktadır. Kuş gribi haberlerinde, hastalığın küresel bir salgına dönüştüğü ve milyonlarca insanı etkileyebileceğine yönelik üretilen haberler, riskleri ve tehlikeleri sürekli abartan bir medya anlayışıyla karşı karşıya kaldığımızı göstermiştir. Bu süreçte, korku toplumda yaygınlaştıkça, bu duruma neden olan dinamikler abartılmakta, sorunun çözümleri göz ardı edilebilmektedir. Medya, çoğu zaman sadece olayın sansasyonel boyutlarına odaklanarak reyting kaygısıyla gelişen bir habercilik refleksi sergileyebilmektedir. Böylelikle, toplumsal yapı içerisinde kaygı ve/veya korku duygusu yükseldikçe güven duygusu azalmaktadır. Bu durumun 
sonucu olarak, olası risklerin yükselmesi, bireyin kendisini risk toplumu içerisinde yaşadığı hissine kapılmasına neden olmaktadır. Bu noktada, bireyin risk altında olduğuna karar vermesinin nedeni; medya aracılığıyla yayılan enformasyonun gerçeklik/hakikat ile olan ilişkisidir. Özellikle yeni dijital çağda, medyanın enformasyon akışındaki merkezi rolü yaşam dünyalarını şekillendirmektedir. 

Böylelikle, toplumsal yapı içerisinde medya dolayımlı ortaya çıkan güvensizlik hali, var olan risk algısının coğrafi sınırlarını silikleştirmektedir. Son kertede, korku ikliminin ürettiği atmosfer, küresel boyutta hissedilmektedir. Terör, güvenlik, ve iktisadi faaliyetlerde toplumların zihin dünyasında determinist etkiye sahip olan medya ve onun dijital uzantıları toplumsal hafızayı sınıfsal ayrım gözetmeksizin şekillendirmektedir. Beck’e (2006: 23-24) göre; risk toplumu, sınıflı toplum yapısını bertaraf etmektedir. Çoğunluğu etkisi altına alan risk, insanları olası tehlikeler karşısında eşit konuma indirgemektedir. Örneğin; yaşanan terör eylemi veya olası intihar saldırısı tehlikesi, herkes için ölümcül risk haline dönüşmektedir. 

Beck (2006: 46), asıl risk bilincinin, bugüne değil geleceğe ait olduğunu 
belirtmektedir. Bu nedenle risk, var olan tehlikelere dayalı süreç olduğu gibi küresel ya da bölgesel olarak üretilen stratejik güç konumundadır. Risk olgusunun üretilmesinde ise medya biriciktir. Çünkü medya, rızanın üretilmesi sürecinde olduğu gibi tüm teknik müdahaleleriyle gerçeği yapı bozumuna uğratma yeteneğine sahiptir. 

Giddens (2000: 46) bu durumu “imal edilmiş risk” olarak tanımlamaktadır. İmal 
edilmiş risk olgusu, korku, kaygı ve güvensizlik üzerinden türetilmektedir. İktisadi faaliyetler için üretildiği gibi, siyasal ve hatta devletler üstü amaçlar doğrultusunda risk, uluslararası güç politikalarının toplum üzerindeki aracı konumundadır. Bu nedenle, sıklıkla medya tarafından imal edilen risk olgusu genellikle küresel çıkarların tahakkümü altındadır. 

2. Televizyonda İntihar Saldırılarının Haberleştirilmesi 

İdeolojik eğilimleri yüksek topluluklar içerisindeki gruplar, örtük ya da net bir 
şekilde üyelerini baskı altına alarak kendilerini öldürmelerini istemekte veya 
emretmektedir. Böylesine bir özveriyi nedenselleştirirken de, toplumun ya da 
grubunrasyonel amaçları ön plana çıkartılmaktadır. Eğer kişi bu yükümlülüğü 
gerçekleştiremezse, bu durumda şerefini ve inancını yitireceğine inanmaktadır. Bu sebeple kişi topluluğun ve/veya üyesi olduğu grubun saygısını kazanmak adına yaşamına son vermektedir (Durkheim, 2002: 248-249). 

İntihar saldırıları, gündelik hayatta terör korkusunu hissettirmek, ulusal veya 
uluslararası medyanın dikkatini çekmek, medyada daha uzun süre yer almak ve maddi ya da manevimaksimum tahribata sebep olmak gibi nedenlerden ötürü terör örgütlerinin son zamanlarda sıklıkla başvurduğu eylem türüdür. Türkiye’de 2015’ten bu yana DAEŞ ve PKK terör örgütleri, sıklıkla şehirlerde gerçekleştirilen intihar saldırılarını tercih etmektedir. Bu noktada gazete, televizyon ve radyonun yanı sıra dijital iletişimin haber üretim ve dağıtım sürecine eklemlenmesiyle farklı boyutlar kazanan haber içeriklerinin terör propagandasına bilinçsizce alet olmadan kitlelere ulaştırılması yeni dijital çağın önemli bir sorunsaldır. 

Bu sorunsalın merkezinde, haber içeriklerinin kolektif bilinci ve ulusal / uluslararası güvenliği etkilemesi yer almaktadır. 

Yapısal fonksiyonel yaklaşımla konuyu ele aldığımızda toplum: Parsons (1967), 
Spencer (2013) ve Durkheim (2003) gibi sosyologların tanımlamalarıyla canlı bir organizma şeklindedir. Değişimin sürekliliği içerisinde toplumu oluşturan ve 
şekillendiren kurumlar arasında mutlak bir etkileşim söz konusudur. Bu nedenle 
medya iletileriyle toplumun yaşam dünyası arasında mutlak bir denge söz konusudur. 

Bir alt sistem olarak medyada sunulan içeriklerin nitelikleri,toplumun intihar 
saldırılarına karşı tutumunu, korku ve risk algısını belirlemektedir. Bu bağlamda eğer medya, terör eylemlerinin haberleştirilmesinde ulusal veya uluslararası çıkarları ve güvenliği gözetmez ya da reyting kaygısı ve sansasyonel habercilik adına teröre bilinçsiz şekilde alet olursa,medya disfonksiyonel/bozuk fonksiyonel yapı haline gelmektedir. Bu bağlamda, medyanın toplumsal sorumluluğu ön plana çıkmaktadır. 

Medya ve terör ilişkisi içerisinde yer alan aktörler; devlet, kamuoyu, terör 
örgütleri ve medya şeklindedir. Terör örgütleri, kamuyu ve devleti direk olarak 
hedefine almaktadır. Bu noktada medya, toplumu bilgilendirme rolünü üstlenirken; aynı zamanda mesleki ve etik sorumlulukları da beraberinde gelmektedir. Medya, toplumun huzur ve bütünlüğüne karşı tehdit oluşturan sorunları haberleştirirken; hassas davranması, haberlerde özenli dil kullanması ve terörün amacına hizmet edebilecek her türlü yayından kaçınması gerekmektedir. Özellikle saldırıların ilk saatlerinde, kaynağı ve doğruluğu kanıtlanmamış bilgileri verirken; habercilik reflekslerinin, habercilik etiğiyle bir arada hareket etmesi kamusal çıkarların korunması noktasında oldukça önemlidir. Ancak, medyanın bu merkezi önemine rağmen “reyting kaygısı” ve haberi ilk duyurma arzusuyla hareket edilmesi terör eylemlerinin toplumsal etkisini arttırmaktadır (Şeker ve Şeker, 2009: 70). 

Örneğin; 
Yüzyılın başında, Amerika’da İkiz Kulelere gerçekleştirilen intihar saldırılarının başta Amerikan medyası olmak üzere, hikayeleştirilerek bilinçli bir şekilde yeniden üretimi, terör-İslam ilişkisinin tartışılmasını beraberinde getirmiştir. Bu bilinçli yönlendirme, başta Amerikan medyası olmak üzere, haberin her türlü ayrıntısının medyada yer alması; intihar saldırılarının bilinçsizce terör örgütünün küresel ölçekte propagandasına dönüşmesine neden olurken; toplumun terör algısı yeni bir boyut kazanmıştır. Bu durum medya aracılığıyla terör riskinin ve bu durumun ürettiği korkunun şehirlere indirgendiği nin somut göstergesidir. 

Jeff Lewis (2005: 24), terörün ağ toplumunda bir iletişimsel eyleme dönüştüğü nü ifade etmektedir. Bu bağlamda,terör örgütleri özellikle kitlesel boyut 
kazanmak, gündelik hayatın içerisine girmek, sosyal hayatı bloke etmek ve en önemlisi medyada daha sık ve uzun süreler yer almak adına son yıllarda intihar saldırılarını tercih etmektedir. Terör kaynaklı intihar saldırılarının dört temel karakteristiği vardır (Fidan, 2004: 59). Bunlar: 

1. Küresel ve/veya yerel boyutta korku iklimi tasarlamak 
2. Askeri hedeflerin yerine daha geniş kitleleri hedef alarak; korku ikliminin etkisini arttırmak 
3. Sivillerin dâhil edildiği eylemler düzenleyerek; terörü siyasal ve askeri alanın dışarısına çıkartarak sivilleştirmek 
4. Hükümetin, toplumun ve sosyal grupların politikalarını etkilemek 


Meydana gelen intihar saldırıları, medyada yer almaya başladığı andan itibaren 
terör, sembolik bir eyleme de dönüşmektedir (Akçay ve Çelenay, 2012: 195). Tarihsel öğreti, terörist edimlerin ve özellikle de intihar saldırılarının toplumsal hafızanın içerisinde kendisine yer açmak adına sembolik değeri yüksek yerleri 
hedeflediğini göstermektedir. Atatürk Hava alanı, Sultan Ahmet Meydanı ve Beşiktaş Stadı gibi mekânlar, sembolik anlama sahiptir. Bu bağlamda sembolik anlama sahip mekânlarda düzenlenen eylemler, toplumsal hafızada yer edici ve mekânla birlikte her zaman hatırlanacağı için terör örgütleri tarafından özellikle hedef alınmaktadır. 

Habercilikte nesnellik, arzu edilen bir tutumdur (Bennet, 1988: 287). Ancak; 
medya terör ilişkisi, medyanın etik değerlendirmede en çok zorlandığı konular 
içerisinde ilk sırada yer almaktadır. Bir tarafta demokratik toplumların harcı olan, halkın haber alma özgürlüğü, diğer tarafta ise; terörün tabana yaymak istediği korku ve gerilim ikilemi içerisinde etik değerlere bağlı bir habercilik anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. 
Bu noktada medya, teröristlerin amaçlarına ve yönlendirmelerine alet olmadan halkı bilgilendirmeli ve bilinçlendirmelidir (Avşar, 2017: 126-127). 

Bu noktada kullanılan görsellerden üretilen haber diline kadar çok 
boyutlu bir yapı habercilik etiği içerisinde özenle düzenlemesi gerekmektedir. Çünkü görüntüler ve ifadeler, Chomsky’nin (1993:121) ifade ettiği gibi bilgi vermenin ötesine geçmektedir. Bu nedenle terör olaylarını haberleştirirken görsellerden, haber metinlerine kadar tüm süreçlerin farklı amaçlara hizmet etme olasılığı daima bulunmaktadır (Değer, 2017: 105). Özellikle terör olayları ve intihar saldırıları gibi kriz anlarında öncelikle toplumu bilgilendirici haberlerin hazırlanmasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım terörün amaçlarını sekteye uğratacağı gibi, kamuoyunun bilinçlenmesi noktasında önem arz etmektedir (İnceoğlu, 2000: 348). 

Bilhassa, intihar saldırıları gibi toplumu psikolojik travmaya sürükleyen olağanüstü durumlarda, habercilerin basın etiğine uygun şekilde hareket etmesi gerekmektedir. 

Özellikle, intihar saldırılarının beklenmedik bir anda gerçekleşmesi ve sonrasında topluma ivedilikle ulaştırılma arzusu medyanın haber üretim sürecindeki rutin işleyişinin dışında çıkmasına neden olmaktadır. Bu durum, sistemli bir yayın akışının gerçekleşmesine engel olurken; bu süreçte topluma servis edilen görüntüler, kanıtlanmamış bilgiler ve kişisel yorumlar, terör örgütlerinin medyayı araçsallaştırarak; görünür olmayı başarmasına ve saldırının dolaylı etkilerini arttırmasına neden olmaktadır. Bu yayınların veya paylaşılan enformasyonun uluslararası kuruluşlar tarafından da kullanılma ihtimaliyse, her zaman göz önünde bulundurulmalı dır. Bu noktada konuyla ilgili haber içeriklerinin şiddete özendirmeden; insan ve toplum üzerindeki tahrip edici etkilerini direk vermeden sunulması gerekmektedir. Kaos ve krize neden olacak gerçek dışı bilgilendirmenin yapılmaması, olay yerine giden muhabirlerin süreyi doldurmak adına olayı tekrar tekrar anlatmasının önlenmesi gerekmektedir. 

Özü itibariyle terörist eylemlerle ilgili haberler, gazetecilik etiğine uygun şekilde verilirken, bu eylemlerin medyada suç ve sapma 4 olarak gösterilmesi gerekmektedir. Avşar’ın (2017: 123) ifade ettiği gibi: Demokratik toplumlarda, terör saldırılarını konu alan haberler kamuoyunun bilgi alma hakkı çerçevesinde verilmesi gerekmektedir. Bu noktada haberleri vermemek medyanın kendi dinamiklerine ve demokratik sistemin işleyişine engel olmaktadır. Çözüm ise; terör olaylarını haberleştirirken; etik değerlere bağlı, ulusal veya uluslararası çıkarları göz ardı etmeyen sorumlu bir habercilik anlayışıdır. 

Son kertede, yeni iletişim teknolojileri ve dijitalleşme ile birlikte, içinde 
bulunduğumuz dönem gösteri çağıdır. Hakikatin imaja yenik düştüğü ve enformasyon bombardımanıyla birlikte insanların tepkisizleştiği, hafızanın içerisinin boşaldığı ve muhakeme yeteneğinin azaldığı bir dönemin içerisindeyiz (Postman, 2016: 28). 

Kitleler şiddet ve kaosun hâkim olduğu görüntüler aracılığı ile imaj bombardımanına tutulmaktadır. Bunun sonucunda da şiddet ve terör sahnesi zaman içerisinde kanıksanmaya başlamaktadır (Yücedoğan, 2002: 111). 

Bu perspektiften hareketle terör saldırılarıyla ilgili medyada sunulan içerik bireyin zihnini ve duygularını etkilemektedir. Medya aracılığıyla kitlesel etki düzeyine yükselen intihar saldırıları, kolektif korkunun ve belirsizliğin oluşmasına neden olmaktadır. Medya, söz konusu saldırıların spekülasyonlar ile büyümesine; korku ve kaygının gündelik hayata yerleşmesine neden olabileceği gibi sürekli tekrarlarla sıradanlaşmasına ve diğer medya içerikleri gibi anlık tüketilir olmasına da sebep olmaktadır. Medyada haberleştirilen intihar saldırılarının çerçevelenmiş biçimi, toplumu duyarlı ya da duyarsız hale getirmektedir. 

Bu durum toplumsal bir reaksiyon olarak bilinçsizce teröre hizmet 
edebilmektedir. Örneğin; terör eylemlerinin yüzeysel hale getirilmesi, sürekli aynı iletilerin medyada tekrarlanması toplumu aşırı duyarsız hale getirmektedir. Korku ikliminin verdiği huzursuzluk, güvensizlik, üretilen kaos ve krizortamı toplumda huzur ve refahın yıkımı olarak nitelendirilirken; aşırı duyarsızlık ise toplumsal hafızanın şekillenmesinde, ulus bilincinin yitirilmesinde belirleyici olmaktadır. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

16 Nisan 2020 Perşembe

Terör ve Terörizmin Tanımı,

Terör ve Terörizmin Tanımı, 

İhsan BOZKURT 
Yrd.Doç.Dr.Ali Galip ALÇITEPE 
MANİSA 2013


Değişen dünya dengeleri ve uluslararası ilişkilerdeki farklılaşmalar sonucunda, özellikle atom bombasının icadı sıcak savaşlar yerini soğuk savaş metotlarına bırakmıştır. Soğuk savaşın gereği olarak ortaya çıkan psikolojik savaş türü ve bu savaşın vazgeçilmez unsuru Düşük Yoğunluktaki Çatışmalar, terör kavramını da beraberinde getirmiştir. 

Siyaset bilimcisi Wardlaw, terörizmi politik hareketler sınıfına sokmaktadır.11 Terörizmi politik bir olay olarak gören bir başka yazar da Thornton’ dur.Thornton terörü, siyasi davranışlara etki yapmak amacıyla şiddet ve tehdit kullanımını gerektiren sembolik bir hareket şeklinde açıklamaktadır.12 

 Terör ve terörizme, bulunulan yerden bakılması, yaklaşılması, kavramlara farklı tanım, anlam ve içerikler kazandırmaktadır. “Terörizm; ulus devletleri ve uluslararası toplumu tehdit eden, sürekli olarak gelişen ve bugünün en tehlikeli problemlerinden biri olarak kabul edilen, oldukça karmaşık ve yaygın bir 
olgudur”.13 

Hoffman’a göre Terörizm: 

. Kaçınılmaz olarak politik amaçlara ve motivasyon unsuruna sahiptir. 
. Şiddete ve aynı şekilde önemli olan şiddet tehdidine başvurmaktadır. 
. Doğrudan hedef alınan kurbanın ötesinde, bazı psikolojik etkiler yaratma amacı taşımaktadır. 
. Tanımlanabilir bir emir–komuta hiyerarşisi içinde ya da (mensuplarının üniforma giymediği ya da belirleyici işaretler taşımadıkları) hücre yapılanması şeklinde örgütlenmiş bir organizasyon tarafından icra edilmektedir, 
. Ulus–altı (subnational) bir grup ya da devlet–dışı (non-state) bir teşekkül tarafından uygulanmaktadır. 14

Yaşanan ekonomik zorluklar, ağır şartlar ve eşit olarak paylaşılamayan kaynaklar terörizmin ortaya çıkmasından en büyük etkendir. Sinclair, eski zamanlarda terörün, gücü elde tutabilmek için harcanın çaba olduğunu belirtmiş ve terörün 10 prensibinin ortaya çıktığını söylemiştir. 

Bu prensipler şu şekilde sıralanabilir: 

. Terörün tolere edilmesi erdem değildir, 
. Terör, alçakların savaşıdır, 
. Terör, zulmün hayati özelliğidir, 
. Terör, basit bir katliamdır, 
. Terör, kanunsuzluk yolundakilerin en büyük silahıdır, 
. Terör, zavallı bir katliamdır, 
. Terör, bir sığınmacının sırtındaki kamçı darbesidir, 
. Terör, bazıları için gizlilikle başarı yakalanmasıdır, 
. Terör, halkın korkaklık sonucu yenilmesidir, 
. Eğer yılgınlığa uğrar isek, bizi korkutanlar karşısında zavallı bir duruma düşeriz ve terör, sebebinin değeriyle değil, kurbanlarının fazlalığıyla ölçülebilir 15

Walter Laquer’in vurguladığı gibi uzmanlar terörün şiddet kullanma veya şiddet kullanmaya tehdit etme ve belirli amaçlara erişme metodu veya stratejisi olduğu, amacının ise mağdurun korku haline düşmesi olduğu ve terörizmin acımasız, merhametsiz olup ahlak kurallarına uymadığı ve terörist stratejide 
tanınmanın, reklamın çok önemli olduğu konularında görüş birliğindedirler. Terörizm bir ideoloji değildir. Fakat farklı inançlara sahip insanlar tarafından kullanılabilen bir stratejidir. Terör etkili bir diktatörlükte var olma şansını yakalayamazken liberal bir ülkenin tamamen terörizmden korunabilmesi 
neredeyse hiç mümkün değildir 16. 

Akmaral, terör ve terörizm konularında farklı yaklaşımlar sergilendiğini belirtmiş, tüm bu yaklaşımları birlikte incelemenin, bu konuya hâkim olmak açısından fayda sağlayabileceğini eklemiştir. 
“Terrere” kökünü Latince’den alan terörizm, temel olarak korkudan sarsıntı geçirmek ya da dehşete kapılmak anlamlarına gelmekte, Türkçe’de ise yıldırma, korkutma, Siyasi Terimler ve Örgütler sözlüğünde ise kamu otoritesini yıkmak veya toplum yapısını değişikliğe uğratmak amacıyla, korku ve yılgınlık saçmaya yönelik şiddet hareketleri olarak tanımlanmaktadır 17. 

Laqueur, bu çalışmanın temeli olarak sayılabilecek tanımı The New Terrorism adlı eserinde vermiş, terörün şiddet olduğunu, ancak her türlü şiddetin de terör sayılamayacağını, terörizmin gerilla savaşı ile bir tutulamayacağını ve hatta zorbaların teröristlerden çok daha fazla zarar verdiklerini belirtmiştir. Laqueur, “Terrorism” adlı bir diğer eserinde de terörizmin gerilla savşından rekabetten 
savaşa kadar uzanabilen sosyo politik anlaşmazlık ve cepheleşmeler dir.18 

Bu sorunlar ülkedeki etnik gruplar arasında olabileceği gibi, devlet ile bir etnik grup arasında da olabilir. Etnik sorunlar bir yönüyle yasal, kültürel veya ekonomik ayrımcılığını, terörizmle ilgili her şeyi bir kenara bırakarak öncelikle bu tanımlamanın yapılması gerektiğini söylemiş, sosyalizm ve faşizmin de açıkça tanımlanamadığını ekleyerek bir anlamda bu üç alan için tek bir sınır çizmiştir. Siyasal terörizm literatürünü konu edinen bir yazarın 1936 ile 1981 yılları arasında terörizmle ilgili 109 ayrı tanım yaptığını, bu sayının ise günümüze 
kadar artmış olmasının muhtemel olduğunu vurgulamıştır 19. 

Terörizm kavramı Batı diline 1793-1794 döneminde Fransız Jakobenler tarafından uygulanan “terör rejimi” dönemindeki çatışma ortamından itibaren girmiştir. Ancak tarihteki ilk terörist faaliyetler, M.Ö. birinci yüzyılda Roma İmparatorluğu’na karşı büyük bir isyana neden olan ayaklanma hareketlerine 
kadar uzanmaktadır 20 
Başlangıçta sadece devlet tarafından uygulanan şiddet hareketleri, terör olarak ifade edilirken çağdaş tanımlamaların önemli bir bölümü artık devlet dışı unsurlar tarafından gerçekleştirilen şiddet hareketlerini de içerecek şekilde genişletilmiştir 21 

Ayrıca zaman içerisinde farklılaşmaya giden terörizm olgusu temel itibariyle; ülke içi ve uluslararası terörizm olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Ülke içi terörizm, yurt içinde üretilen ve sadece o ülkenin kurumları, vatandaşları ve varlıkları ile politikalarını etkileyecek sonuçlar yaratan şiddet eylemlerini ifade etmektedir. Hedefleri, yapısı, destekçileri ve teröristleri açısından birden fazla ülkeyi kapsayan uluslararası terörizm ise etkileri ve sonuçları ile daha geniş bir alana yayılmaktadır 22 

Kuçuradi terörü; örgütlü bir grubun psikolojik baskı yoluyla siyasal/ideolojik isteklerini dolaylı biçimde kabul ettirmek amacıyla bu isteklerinin gerçekleşmesi ne engel olarak gördüğü kimseleri korkutmak, yıldırmak ya da saf dışı etmek için; veya doğrudan doğruya öç almak için, sistematik bir biçimde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmekle tehdit ettiği, bazı insan haklarını çiğneyen ya da kamu veya özel mülke önemli sayılabilecek zararlar veren şiddet eylemleri olarak nitelendirmiştir.23 

İsrail Başbakanı Netanyahu terörizmi; “Terörizm: Batı Nasıl Kazanabilir” adlı kitabında “kasıtlı ve sistematik bir şekilde suçsuz insanları öldürme, sakat bırakma ve tehdit etmek suretiyle, siyasi sonuçlara ulaşmak için korku salma” olarak tanımlar24 Yine 1995 yılında çıkardığı “Terörizmle 

Mücadele: Demokrasiler Nasıl İç ve Uluslararası Terörle Mücadele Edebilir” adlı eserinde ise Netanyahu terörizmi; “demokrasilerin içerisinde yeşeren bir hastalık” olarak görmektedir 25 

Thornton terörü, “Normal sayılacak metotlarla siyasal davranışları etkilemeyi amaçlayan sembolik hareketler” olarak tanımlar26 Johnson, “Terörizm her çeşit siyasi eyleme karşı bilinçli ve soğukkanlı şiddet gösterisi ve şiddet kullanımıdır” der. Buna göre siyasi sürecin yerine kullanılmasından ötürü de terörizm genellikle totaliter rejimler kurmaya yöneliktir 27 

Ülkemiz bağlamında bu konuda araştırmacı, yazar ve düşünürlerde kendilerine göre terör tanımları yapmışlardır. Örneğin, Dönmezer, “şiddetin, sosyal, ulusal, ırki, dinsel fesat çıkarıcı ve diğer maksatlarla ve sosyal sınıfla arasında çatışma ve savaşı tahrik etmek üzere planlı ve hukuk dışı olarak kullanılması” olarak bir tanım yapmaktadır28 Ergil, terörizmi “dehşet salmak için girişilen seçilmiş ve 
planlı eylem ve/veya eylem tehdidi” biçiminde tanımlar 29 Ayrıca, Gani, “düşman, tarafsız yabancı toplumlar ve dost grupları tesir altına almak, sindirmek ve kendi saflarına çekmek maksadıyla illegal örgütlerce icra edilen, öldürme, tahrip, sabotaj, kaçırma, soygun ve benzeri planlı, kasıtlı faaliyetlere” 
şeklinde tanımlar 30. 

Kodaman, terörü hukuk açısından, her şeyden evvel adi bir suç olarak; askeri ve stratejik açıdan: ilan edilmemiş örtülü bir savaş aracı olarak; siyasi açıdan da: bir ideoloji olarak algılamaktadır. Ona göre terör, “yalnız başına ne suçtur ne savaştır ne ideolojidir ne de delilik ve çılgınlıktır”. Fakat, bu saydıklarımızın hepsini içine alan; ayrı ayrı birbirine benzemeyen karmaşık bir olaydır. Özetle çağımıza özgü bir hastalıktır” şeklinde değerlendirir 31 

   Terör kelimesi korkutma, sindirme ve yıldırma anlamlarına gelmekte, bu yol ile örgütler kendi fikir ve düşüncelerini insanlara kabul ettirmektedir. Şiddet eğiliminin baskın olduğu bir ruhsal yapı ile birey, tehdit eder, zor kullanır, bu şiddet eğilimini ortaya çıkartır ve en önemlisi hedefini rastgele seçer. 

Belirtilen tanım herkes tarafından üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanım değil, üzerinde oynamalar yapılabilecek bir tanımdır. Bunun nedeni; bir ülke, halk, toplum ya da topluluğun terör örgütü veya terör faaliyeti olarak kabul ettiği örgüt ve faaliyetin, başka bir ülke, toplum, halk ya da topluluk tarafından 
özgürlük için savaşanların faaliyeti veya özgürlük savaşçıları olarak adlandırılması dır. 

    1970’lerde ise terörü inceleyen CIA uzmanı Micholus, kavram ve yaklaşımların tanımlama sırasında çatıştığını, Güney Afrika’nın ırkçı rejim karşıtlarının terörist olarak nitelendiklerini ancak yine aynı rejim karşıtlarının bazı 3’üncü Dünya Ülkeleri tarafından özgürlük savaşçıları olarak nitelendiklerini belirttiğini aktarmıştır.32 İlhan, terörün tanımını yaparken diğer araştırmacılardan çok daha kısa bir tanım yapmış, terörün “örgütlü ve kuralsız şiddet” olduğunu, güçsüz olanların teröre başvurduklarını, bunu çoğunlukla bir şova dönüştürerek karşı koymayan kişilere terörizm uyguladıklarını, hedeflerine ise askeri harekâtlar aracılığıyla değil, kuralsızlığı merkez alan bir yöntem ile ulaştıklarını savunmuştur.33 

Sırım, hedefin rastgele seçilmesinin, terörün kendisinin yanında çok daha büyük bir tehlike unsuru olarak karşımıza çıktığını belirtmiş, bu şekilde korkunun halk arasında çok daha kolay yayılabildiğini ve kimsenin kendini güvende hissedemediğini ortaya koymuştur 34. Hedef belirlendiğinde, hedef dışında kalanlar kendilerini güvende hissetme şansına sahip olabilmekte, panik yaşanma riski en aza indirilmektedir, ancak belirsiz bir hedef seçildiğinde teröristin kendi bireysel seçimine ve yargılamasına bağlı olarak karşı taraf belirlenebilmektedir. Terörü, terörist açısından en ilgi çekici, terör mağduru açısından ise en tehlikeli hale getiren olgu belirsizlik ve keyfe göre hareket etme olanağıdır 35. 
Terör, amacına ulaşmak için her yolu meşru sayabilmekte, karar verildiği anda terörist örgütü engellemek için çok fazla çaba harcansa da terör faaliyetinin önüne geçilmesi her geçen gün zorlaşmaktadır. 

Terörün, Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde hukukî tanımı şu şekilde yapılmışken bu tanımın aslında terörizm kelimesinin tanımı olduğu dikkat çekmektedir:Terör; baskı, cebir ve şiddet korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle anayasada belirtilen cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak ve yıkmak veya ele geçirmek temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte (burada örgüt terimi iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle, teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi kapsamaktadır) mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir . 

Tarihsel süreç içerisinde terörist faaliyetler ve örgütler teknoloji ile birlikte ilerleme kaydetmiş, sosyal ve ekonomik yapıya bağlı olarak gelişme sağlamıştır. 1972 yılında gerçekleştirilen Münih Olimpiyatları’nda İsrail Olimpiyat Takımı’na yapılan Filistinli militanların saldırısı ile terörizm Olimpiyatlara sıçramıştır. Terör, büyük değişiklikler göstermiş, sınırlarını aşmış ve uluslararası düzeyde 
faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır. Terörizm, faaliyet alanlarını genişlettiği düzeyde silahlarını da geliştirmiş, hatta amaçları savaşmayan kişileri hedef almak olduğundan toplu katliama yönelmiş, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlarla faaliyette bulunmaya başlamıştır. Günümüze gelindiğinde ise internetin son derece yaygın olduğu, telefon ve bilgisayar ağının genişlediği dünyamızda yeni bir terörist akım ortaya çıkmış, virüsler aracılığıyla bilgisayar ağına girilerek finansal kaynak sağlanmış, bilgiler değiştirilmiş, terör örgütlerinin çıkarlarına uygun olarak ayarlamalar yapılmış ve bu akım “siber terör” 
olarak adlandırılmıştır. Siber terör tanımlaması içerisine, terör örgütlerinin cinayetleri ne şekilde işlediklerinin internet ortamında yayınlanması da girmekte, örgütler dünyaca ünlü internet sistemlerine erişimi engelleyerek ve kendi propagandalarını yaparak taraftar kazanmaya çalışmaktadırlar. 

Terör ile terörizm arasında ince bir fark bulunmaktadır. Teröre baktığımızda şiddet eğilimi sonucunda gerçekleştirilen, insanlar üzerinde düşüncelerini kabul ettirme yolu güdülen bir durum belirirken, terörizme bakıldığında sistematik bir siyasi yapı değişikliğinin amaçlanmış olduğu fark edilmekte, bu konu şu şekilde açıklanmaktadır: 

Terörizm; siyasal hedeflere ulaşmak için toplumun demokratik ikna ve eylem yoluyla barışçı davranışına karşı, hukukun üstünlüğü ve devlet otoritesini tanımayan, güçsüzlüklerini gizlemek için demokratik otoriteleri kitlelerden kopararak halka karşı şiddet kullanmaya yöneltmeyi amaçlayan, kendi 
güç ve doktrinleri ile sağlayamadıkları halk desteğini ve ayaklanmasını sağlamak için tarihsel görevlerinin olduğuna inandırılmış çeşitli unsurlardan oluşan ve uluslararası destek gören örgütlerin, tahripkâr silahlarla donanmış olarak gelişmiş taktikler kullanan, insanlığı hakir gören, ahlaki hiçbir temeli 
bulunmayan siyasi hedeflere ulaşmak için insan hayatını hiçe sayan, masum insanları hedef alan ve hiçbir savaş kuralı tanımayan, geleneksel politik suçlardan farklı, metodik, örgütlü, sistematik, öldürme, kaçırma, korkutma ve tahrip eylemleridir. 

 Toplumun terör örgütlerine veya terörist faaliyetlere karşı birlik olması, ülke ya da topluluklar içerisinde güven ortamının sağlanarak huzurlu bir yapı oluşturulması terör faaliyetlerini ve terör örgütlerinin ortaya çıkmasını engelleyebilmektedir. Hedefi rastgele seçen, bir düşünceyi zor kullanarak 
kabul ettirmeyi ya da kurulu bir düzene karşı gelmeyi amaçlayan, tüm bunları sindirme ve korkutma yöntemiyle gerçekleştiren teröristleri durdurma şekli bilinçli olmak, eğitime önem vermek ve bütüncül bir yaklaşım ile karşı koymaktır. Ayrıca tarihsel tecrübe terörle mücadelenin siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal alanların tümünde yapılması gereken bir mücadele olduğunu göstermiştir. 

DİPNOTLAR;

11 Wardlaw, Grant, ‘Political Terrorism:Theory,Tactics and Countermeasures’,Cambridge University,1982,p.9 
12 Thornton,Thomas P., ‘Terror as a Weapon of Political Agitation’ , Harry Eckstein(Ed),Internal War,New York,1968,p.73 
13 Beşe, Ertan, ‘Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları’,Ankara: Seçkin Yayıncılık,2002,s17 
14 Bruce Hoffman, ‘Inside Terrorism’, Columbia University Pres, New York, 1998.s.10-16 
15 Sinclair, Andrew, ‘An Anatomy Of Terror’ (1st ed.), Oxford: Pan Macmillan,2003,s16 
16 Bal, İhsan, ‘Devlet, Demokrasi ve Terör: Çözüm Önerileri’, H. H. Çevik ve T. Göksu, (Ed.), 
    ‘Türkiye’de Devlet, Toplum ve Polis’ (1. Baskı) içinde Ankara: Seçkin Yayıncılık. 2002,s.137-153 
17 Akmaral, Kemal, ‘Anti-Teröristin El Kitabı’ (1. Baskı). İstanbul, Bilge Karınca. 2004. s.23-24 
18 Laqueur, W, The New Terrorism (3rd ed.). Britain: A Phoenix Press.2002 s.8 
19 Güzel, C, Silinen Yüzler Karşısında Terör (1. Baskı) . Ankara: Ayraç Yayınevi. s.96 
20 Blomberg, S. Brock ve Gregory D. Hess , “From (No) Butter to Guns? Understanding the Economic 
    Role in Transnational Terrorism”, Terrorism, Economic Development, and Political Openness, Ed: Philip 
    Keefer ve Norman Loayza, Cambridge University Press, Cambridge.2008,s.83 
21 Sambanis, Nicholas, “Terrorism and Civil War”, Terrorism, Economic Development, and Political 
    Openness, Ed: Philip Keefer ve Norman Loayza, Cambridge University Press, Cambridge.2008,s.176 
22 Sandler, Todd , “Collective Action and Transnational Terrorism”, World Economy, Blacwell 
    Publishing. 2003,s.781 
23 Kuçuradi, Ionna, ‘İnsan Hakları ve Kavramları Sorunları’, Türkiye Felsefe Kurumu, 2007,Ankara 
24 Netanyahu, Benjamin, ‘Terrorist and Freedom Fighters’, (Ed. Benjamin, N). Terrorism How The West 
    can win. London.1986, s.9 
25 Köni, Hasan. ‘İsrail Sağının Terörü Önlemedeki Görüşleri’, Avrasya Dosyası, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi,1996,s.7 
26 Thorton, Thomas P. ‘Terror as a Weapon of Political Agitation’, Internal War: Problems and Approaches. (Ed. Harry Eckstein). New York:The Free Press. 1964 s.73 
27 Johnson, Paul . 'The Seven Deadly Sins of Terrorism’,1980,s.15 
28 Dönmezer, Sulhi . ‘Her yönüyle Tedhiş’, Son Havadis, 10-11-1977 
29 Ergil, Doğu , ‘Kırık Aynada Kendini Arayan Türkiye’ Ankara, Doruk Yayınevi, 1997 s.210 
30 Gani, Veysel . ‘Özel Harp’ Ankara,Jandarma Okulu Yayınları,1976 s.63 
31 Kodaman, Bayram. ‘Terör ve Otorite’. Teröristlerin Rehabilitasyonu Sempozyumu,İstanbul, 1985,s.3 
32 Tavlaş, Nezih, ‘Terörü Tanımlamak’, Strateji 95/2, 1995, s.126-127 
33 İlhan, Suat, ‘Terör Nedir, Ne Değildir?’, Strateji 96/3,1996,s.84-87 
34 Sırım, Veli, ‘İslâm’a Çok Uzak Bir Kavram’, Ekim 2004, 
35 http://www.ilkadimdergisi.com 

***

GÜVENLİK , TERÖR VE ETNİK TERÖR

GÜVENLİK , TERÖR VE ETNİK TERÖR 



İhsan BOZKURT 
Yrd.Doç.Dr.Ali Galip ALÇITEPE 

MANİSA 2013 

Güvenlik Kavramı 

TERÖR, PKK VE DIŞ DESTEK., 

ÖZET 

   Özellikle 2. Dünya savaşından sonra dünya dengelerindeki değişim ve uluslar arası ilişkilerde farklılaşmalar sıcak savaşların yerini soğuk savaşlara bırakmasına neden oldu. Soğuk savaşın gereği olarak ortaya çıkan psikolojik savaş ve bu savaşın vazgeçilmez unsuru, düşük yoğunluktaki çatışmalar, 
Amerika’ ya yapılan saldırı ile “Küresel Terör” şeklini aldı. Bu gün Terörizm tüm devletler, etnik yapılar ve toplumun tamamını tehtid eden çok önemli bir sorundur. Türkiye’ de Terörün sebebi içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanmaktadır ve dışarıdan desteklenmektedir. Bu çalışma Kürdistan işçi partisi (PKK) Terör örgütünün düşüncelerini, örgütsel yapısını ve siyasal şiddet stratejisini inceleyecektir. Kürt milliyetçiliğinin üzerine oturduğu, sosyal, ekonomik ve siyasi faktörler bağlamında son dönemde bu fikir sahipleri PKK Terör örgütünün ve uluslar arası güçlerle ilişkilerini de göz önüne alarak Tarihsel süreci anlatılmaktadır. 

   Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “TERÖR, PKK VE DIŞ DESTEK” adlı çalışmanın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilen eserlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanmış olduğumu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. 

Tarih 
11/04/2013 

İhsan BOZKURT 


ÖNSÖZ., 

     Bağımsız bir devletin varlığı ve bekası öncelikle sağlam temellere dayanmasına ve güvenlik politikalarının uygun bir biçimde hazırlanmasına bağlıdır. 
Aynı zamanda iç ve dış güvenliğin toplumsal huzurun tam tesisi ile ilgilidir. Günümüzde özellikle jeopolitik ve jeo stratejik öneme haiz devletler diğer 
devletlere göre bu konuda daha dezavantajlı durumdadır. Türkiye iç ve dış dinamikleri ile jeopolitik değeri ile ve imparatorluk bakiyesi olması sebebi ile hedef ülke konumundadır. Bunun tarihi, kültürel, ekonomik ve politik nedenleri vardır. Bu çalışmada yüzyıllar boyunca birlikte yaşamış insanların, hangi 
amaçlarla ve nedenlerle bir terör sarmalı içine konduğunu irdeleyeceğiz. Bölücü terörün son dönemde merkezini oluşturan PKK Terör örgütü araştırmamızda önemli bir yer almıştır. Araştırmada özellikle PKK Terör örgütünün hangi dış destekleri aldığı ve dış destekli terör faaliyetlerinin neler olduğunu ortaya 
koyacağız. 

Dış Destekli bölücü terör ülkemizin sosyal, kültürel, ekonomik, askeri ve siyasi yapısını bozmayı hedefleyen faaliyetler bütünü olmuştur. Ülkemizi bölmek isteyen bu devletlerin amacı Türkiye’nin Jeopolitik değerinden kaynaklanan bölgesel avantajını kullanmasını önlemek, Türkiye’nin büyük ve güçlü 
devlet olmasını önlemek, gelişimini yavaşlatmak, hatta durdurmaktır. 

Araştırmada öncelikle güvenlik ve terör kavramlarını kapsamlı olarak incelemeye çalışacağız. Bununla birlikte jeopolitik kavramı ve Türkiye’nin Jeopolitik değeri ile ilgili bilgiler vereceğiz. İkinci bölümde Kürtçülük faaliyetlerinin tarihsel 
analizini yaparak, 1960 lı yıllarda Türk solu içerisinde filizlenen Kürtçü yapılardan başlayarak PKK Terör örgütünün kuruluşu, Kongre ve konferansları, kronolojik olarak PKK tarihi ele alınacaktır. PKK’nın tarihte meydana gelen diğer Kürt isyanlarının devamı olduğu ortaya konmaya çalışılacak, PKK’ ya destek veren ülkeler teker teker incelenecek ve teröre verdikleri destekler somut olarak ortaya konacaktır. Bir sosyal ve siyasi hareketi anlamaya çalışmak, toplumsal yapı, toplumsal değişme, kültür, ideoloji, politika gibi sosyal bilimlerin temelini oluşturan bu kavramlarla yakından ilgilidir. Biz bu çalışmada Terör hareketlerini anlamaya ve çözüme nasıl ulaşılacağı ayağında da terörün beslendiği parametreleri ortadan kaldırmaya matuf bir çalışma yapmaya çalıştık. Araştırma sırasında özellikle konunun hazırlanmasında yapıcı eleştiriler ve yol gösterici tutumlardan dolayı Tez danışmanım Yrd.Doç.Dr. Ali Galip ALÇITEPE’ 
ye teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. 

GİRİŞ 

 Fransız İhtilal’ i neticesinde Avrupa’da ulus devlet ve milliyetçilik kavramları ortaya çıkmıştır. 
Ulus devlet ve milliyetçilik özellikle içerisinde değişik etnik grupları barındıran imparatorluklar açısından sancılı bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Osmanlı Devletinin sınırları içerisindeki yabancı milletler bağımsızlıklarını birer birer alarak imparatorluktan kopmuşlardır. 1829 yılında Yunanistan, 
1878’de Sırbistan, Romanya, Karadağ, 1908’ de Bulgaristan ve 1912’ de Arnavutluk bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarında başta Rusya olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerin etkileri olmuştur. Avrupa’da bunlar olurken sanayi devrimi neticesinde ham madde ihtiyacı olan İngiltere orta doğuya yönelmiş, Araplar üzerinde yaptıkları istihbarat operasyonlarıyla Orta doğuda da bir milli bağımsızlık harekâtı başlatmışlardır. Osmanlı’nın parçalanma süreci 1. Dünya Harbinin sonuna kadar devam ettirilmiş, İstanbul’un işgali ile noktalanmıştır. 

 19.yüzyılın başlarından itibaren Rusya ve Avrupalı devletler. Kürdistan ve Ermenistan tezlerini de ortaya atmışlardır. Özellikle Kürtlerin Türklerden farklı oldukları konusunda çalışmalar yaparak bir Kürt bilinci oluşturmaya çalışmışlar dır. Öncelikle 1800 yılların başından itibaren Osmanlı Topraklarında yaşayan Kürtler merkezi otoriteye karşı isyanlara teşvik edilmiş, Devlete vergi vermeme, orduda asker görevlendirmeme gibi sebeplerle bu isyanlar kışkırtılmıştır. 

Bu isyanlarda her türlü desteği ayrılıkçı Kürt aşiretlere veren bu devletler gerek misyonerlik faaliyetleri gerekse istihbarat operasyonlarıyla Kürt cemiyetler kurdurmuş ve propaganda amaçlı yayın organları bastırtarak bağımsız Kürdistan fikrini Anadolu topraklarına yaymışlardır. 1.Dünya savaşı sonrası ortaya atılan Wilson Prensipleri, manda fikri ve Sevr sürecinde sözde Kürdistan hep bu devletlerin gündeminde olmuştur. Cumhuriyet kurulmasından sonra da bu devletler “Kürdistan meselesini” Musul ve Hatay meselelerinde kendi lehlerine bir koz olarak kullanmışlar, Şeyh Sait ve Koçgiri gibi isyanlar çıkararak Masada ellerini güçlendirmişlerdir. 1960 ve 1970 yıllara gelindiğinde SSCB nin ideolojik etkisiyle Kürtçülük faaliyetleri Türk solu içerisinde kendine faaliyet alanı bulmuş ve SSCB’ den destek görmüştür. Bu süreçte Kuzey Irak’taki Barzani ailesinin etkisiyle bazı örgütler kurulduğu ve teşkilatlan dığı gibi, PKK gibi Marksist ideolojinin etkisi ile Terör Örgütleri kurulmuştur. Otuz yılı aşkın bir süredir Türkiye’de Terörist faaliyette bulunan PKK Terör örgütü sözde bağımsız Kürdistan hayaliyle başladığı yolu bugün Demokratik özerklik talebiyle devam ettirmektedir. 

Güvenlik, insanların toplu olarak yaşamaya başlamaları ve devletler kurmalarıyla bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış, kavram olarak bilimsel çalışmalara ancak İkinci Dünya Savaşından sonra konu olmuştur. Güvenlik kavramı, başlangıçta yalnız askeri ihtiyaçlar ve düzenlemeler için kullanılırken, günümüzde bir sosyal bilim kavramı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İnsanların ve toplumların en temel 
güdüsü ve en ilkel ihtiyacı olan güvenlik karşılanamadığı takdirde, toplumların özgürlük ve refah arayışlarını gerçekleştirmeleri mümkün olamamaktadır. Bu nedenlerden dolayı devletlerin güvenliği sağlamaları varoluşsal bir önem arzetmektedir. 

Devletler, varlıklarının doğal bir gereği olarak içeride ve dışarıda dost ve düşman unsurlara sahiptirler. Bu düşman unsurlar dışta bir devlet olarak karşımıza çıkarken içeride ise mevcut rejim ve yönetimden hoşnut olmayan veya dış unsurların etkisinde kalan kişi ve gruplar olarak belirmektedir. Bu gruplar devletlerin sahip olduğu potansiyel güçleri, yer altı ve yerüstü zenginlikleri, jeopolitik ve jeostratejik konumundan istifade ederek tamamen hukuk dışı zora dayalı yollarla sonuca ulaşmak isteyeceklerdir. 

Devletlerin varlığının bir gereği olarak ortaya çıkan içteki ve dıştaki bu düşman lar karşısında devlet, kendi koruma mekanizmasını geliştirmek zorunda kalmaktadır. İç ve dış düşman unsurların faaliyetlerinin vatandaşları olumsuz yönde etkilememesi için devlet gerekli bütün düzenlemeleri yapmak ve tedbirleri almak zorundadır. Devletin en önemli görevlerinden biri vatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumaktır.Güvenliğin zaafa uğradığı toplumlarda bu durum siyasi yapıyı olduğu kadar sosyal ve ekonomik yapıyı da derinden etkilemektedir. Dolayısıyla devlet kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak, içten ve dıştan gelebilecek her türlü tehditlere karşı korumak zorunda olduğundan bunun için gerekli düzenlemeleri yapmakla, her türlü tedbiri almakla yükümlü kılınmaktadır. 

Milli Güvenlik (Topyekûn Güvenlik ) : İçten ve Dıştan gelebilecek her türlü tehditlere, saldırılara, güvenliği tehlikeye düşürücü her türlü faaliyetlere, teşebbüslere, doğal afet ve benzeri toplumu olumsuz yönde etkileyen olaylara karşı gerekli tedbirleri alabilmek, devlet otoritesini muhafaza ve devam 
ettirmek ve tehlike ve tehdidin giderilmesi için devletin bütün unsurlarıyla bir bütün halinde seferber edilmesi olarak anlaşılmaktadır. 

Milli Güvenlik Kavramı ülkelerin her birinde değişik zamanlarda, değişik kapsam ve organizasyonlarla gündeme gelmişse de Milli Güvenlik kavramının evrensel boyut kazanması, barışta ve savaşta topyekun bir savunma anlayışını getirmesi 1.Dünya harbiyle başlamış, 2.Dünya Harbi ve sonrasında tamamlanmıştır. Kavramdaki bu gelişim beraberinde politik, sosyal, ekonomik ve askeri 
güçler arasında yeni dengeler oluşturmuş ve bu husus devlet yönetiminde vazgeçilmez bir yere sahip olmuştur.

Küreselleşmenin yarattığı dinamik ortamın da etkisiyle ulusal ve uluslararası güvenliğe yönelik tehditler farklılaşmış ve bu durum klasik güvenlik kavramını değiştirmiştir. Nitekim BM Genel Sekreteri tarafından "Tehditler, Riskler ve Değişim" konusunda görevlendirilen 'Akil Adamlar Grubu', 2 Aralık 2004 tarihli "Daha Güvenli Bir Dünya: Ortak Sorumluluğumuz" başlıklı raporlarında, "Dünyanın BM'nin kurulduğu dönemde öngörülemeyen tehdit ve risklerle karşı karşıya olduğunu, tehdit / risklerin artık hiçbir sınır tanımadığını, birbirleri ile bağlantılı olduğunu ve ulusal düzeyde olduğu gibi küresel ve bölgesel düzeylerde ele alınmayı gerektirdiğini vurgulamıştır. Söz konusu rapora göre, büyük çaplı  ölümlere veya yaşam şansının azalmasına yol açan ve uluslararası sistemin temel birimi olan devleti zayıflatan herhangi bir olay veya süreç uluslararası güvenliğe tehdittir. 

Bu çerçevede, dünyanın ilgilenmesi gereken altı tehdit / risk grubu bulunmakta dır. Bunlar, terörizm, ülkeler arası çatışma, iç savaş, soykırım ve diğer büyük çaplı şiddet olayları dâhil iç çatışma, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar, sınır aşan organize suçlar, açlık, bulaşıcı hastalık ve çevre sorunları dâhil ekonomik ve sosyal tehdit / risklerdir.

Güvenlik kavramı, önüne ve arkasına aldığı eklerle elliden fazla yerde ve biçimde kullanılmaktadır. Güvenlik, bu kadar geniş bir alanda kullanılan bir kavram olmasına karşın net olarak tanımı yapılamamıştır. Türkçe sözlükte, güvenlik ile emniyet kelimeleri anlam bakımından aynı ve birbirinin yerine kullanılmaktadır. Dietrich Fischer, güvenliği, “sadece savaştan korunmak ya da savaşı engellemek demek değildir. Aynı zamanda hayatta kalabilmemizi ve refahı etkileyen muhtemel tehlikelerden korunmayı da içerir. Savaştan korunmanın tek yolu askeri tehditlere karşı koymaktan geçmez. Muhtemel savaş nedenlerine dikkat etmek ve muhtemel çatışmaları öngörebilmek ve bunları bir 
savaşa yol açmadan önce çözebilmek, güvenliği sağlamak için doğru yaklaşımlardır” 3 şeklinde ifade etmektedir. 24 Ağustos–11 Eylül 1987 tarihleri arasında düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından düzenlenen Silahsızlanma ve Kalkınma Arasındaki İlişki Üzerine Uluslararası Konferansta 
benimsenen ve sonuç belgesinde yer verilen tanımda, "Ulusal güvenlik, askeri boyutuna ek olarak siyasal, ekonomik, sosyal, ekolojik ve insan haklarına ilişkin yönleri de bulunan bir kavram olarak nitelendirilmiştir

Güvenlik kavramının en yalın tanımı “varlığı sürdürme” olarak yapılmakta, varlığın sürdürülmesini engelleyecek her türlü unsur ise tehdittir. Güvenlik çalışmalarında varlığını sürdürmesi gereken tek aktör “devlet” kabul edilmiş, onun varlığına yönelen tehditler askeri yöntemlerle bertaraf edilebileceğine inanılmıştır. Bir başka ifadeyle, devletin toprak bütünlüğünün ve varlığının 
sürdürülmesinin öncelik arz ettiği uluslararası sistemde, onun varlığına ve bütünlüğüne yönelik tüm tehditlerin askeri güç ve kapasiteyle üstesinden gelineceği düşünülmüştür. Bu yüzdendir ki, güvenlik çalışmalarına Soğuk Savaş sonrası döneme kadar devleti özne kabul eden, askeri boyutlu çalışmalar 
damgasını vurmuştur.

Güvenlik kavramının bugünkü algılanma biçimini aktardıktan sonra tarihsel gelişimini de aktarmak gerekmektedir. Acaba güvenlik neden bu kadar gereklidir? “Güvenlik” kavramını, hukuk ve siyaset felsefesinin merkezine oturtan Hobbes.a göre; bir devlet yapılanmasının en önemli meşruluk 
kaynağı, devletin, insanların acil gereksinimlerini karşılayabilmesidir. Hobbes düşüncesinde ivedi olan ve öncelikle giderilmesi gereken ihtiyaç ise, “sivil barış”tır. Bu durumda, sivil barışı kurup devam etmesini sağladığı ve böylelikle insanların “güvenlik” ihtiyaçlarını temin ettiği oranda bir devletin meşru olduğu 
kabul edilir. Bir başka anlatımla, yüksek bir meşruluk düzeyine sahip olabilmek için bir devletin yapması gereken temel şey, insanlara emniyetli bir ortam sunmaktır. Zira insanlar, kendilerini korkudan bağımsız kılan bir devletin yapıp etmelerini daha rahat kabullenirler. Buna mukabil, insanların korkularına bir son 
veremeyen ve onların her daim endişe içinde yaşamalarına neden olan bir devletin düşük profilli bir meşruiyeti bulunur ki, bu neviden bir devletin ise, insanları kendi faaliyetlerine ikna etmesi son derece zorlaşır. Bu meyanda, bir devletin kendi iktidarını ve güvenliğini garanti altına almasının, yönetimi 
altında tuttuğu insanlara ne nispette güvenlik sağladığıyla direkt bağlantılı olduğunu söylemek mümkündür. 

İnsanların siyasal bir toplum haline gelmeden önce, her düzeyine çatışma ve şiddetin egemen olduğu bir doğal yaşam sürdürdüklerini belirten Hobbes.a göre, her bir insanın kendi bilek zorundan ve yaratıcılığından başka bir dayanağının bulunmadığı doğal yaşam, özü itibariyle bir “Savaş dönemidir.” Sürekli bir savaşın hüküm sürdüğü bu ortamda “çalışmaya yer yoktur; çünkü çalışmanın karşılığı belirsizdir. Dolayısıyla toprağın işlenmesine de yer yoktur; ne denizcilik, ne deniz yoluyla ithal edilecek malların kullanılması; ne rahat yapılar; ne fazla güç gerektiren şeyleri kaldırmak ve taşımak için gereken şeyler; ne yeryüzü hakkında bilgi, ne zaman hesabı; ne sanat; ne yazı; ne de toplum vardır. Hepsinden kötüsü, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır ve insan hayatı yanız, yoksul, kötü vahşi ve kısa sürer.”

“Herkesin herkese karşı savaş verdiği” bu tabiat halinde, insanlar -birbirlerine karşı herhangi bir güven hissiyatına sahip olmadıklarından- kendilerini korumak için güç kullanmaktan, sahtekârlığa başvurmaktan imtina etmezler ve kendileri haricindeki herkesi tahakküm altına almaya çabalarlar. İnsanlığın bu doğal durumunda, adil-gayri adil veya doğru-yanlış gibi ayrımlar yapmanın imkânı 
olmadığı gibi, özel mülkiyete sahip olmayı mümkün kılacak bir ortam da söz konusu değildir: “Bu herkesin herkese karşı savaşının bir sonucu da, böyle bir savaşta hiçbir şeyin adalete aykırı olamayacağıdır. Orada, doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik kavramlarına yer yoktur. Genel bir gücün olmadığı yerde yasa yoktur; yasa olmayan yerde de adaletsizlik yoktur… Herkesin herkese karşı savaşının bir başka sonucu; mülkiyetin, egemenliğin, benim ve senin ayrımının bulunmaması; sadece herkesin eline geçirebildiği şeye, onu elinde tutabildiği sürece sahip olmasıdır.”7 

Sonuç olarak, hiç kimsenin ne can ne de mal emniyetinin bulunduğu bu kargaşa manzarasının ilânihaye devam etmesi düşünülemez. Nitekim Hobbes, akıl sahibi insanların bencil tutkularının harap edici etkilerinden kurtulmak için aralarında bir sözleşme yaptıklarını ve tüm yetkilerini bir egemene (devlete) devrederek artık çekilmez bir hal alan doğal yaşamdan kurtulduklarını söyler. İnsanlar -saldırıya uğradıklarında bunu cezalandırma hakkı dışında- tüm doğal haklarını karşılıklı olarak devrettikleri dışsal otorite, artık “egemen taraf” vasfını kazanır; bu egemen bir Leviathan.dır.

Eşsizliği ve sınırsız muktedirliği nedeniyle Hobbes tarafından Leviathan olarak adlandırılan devlet; mutlak, ebedi ve bölünmez yetkilerle donatılmıştır. Devlet artık Tanrı katındadır. O; yargılama, anlaşmazlıkları çözme, barışa veya savaşa karar verme, ödüllendirme veya cezalandırma, şeref veya paye ihsan etme, insanlara nelerin öğretileceğini ve onlara nasıl davranılması gerektiğini belirleme gibi hakların tek sahibidir. Buna karşın uyrukların; yönetim şeklinin değişmesini talep etmeleri, egemene karşı durmaları, hiçbir surette egemeni eleştirmeleri veya cezalandırmaları mümkün değildir: Egemenin devasa gücü karşısında 
buyruklara bir tek egemene boyun eğmek kalır.

Halkın bu yeryüzü tanrısı formundaki devlete itaat etmesinin nedeni; devletin, sivil barışı ve insanların güvenliğini sağlamasıdır. Hobbes, sınırlı bir yönetimin düzeni koruyamayacağına inandığından, düzeni korumak ve güvenliği gerçekleştirmek için mutlak bir egemenliği kabul etmekten başka akılcı bir seçeneğin olmadığı kanaatindedir. Ona göre, mutlak bir yönetimin, insanı doğal 
özgürlüklerinden alıkoyduğu doğrudur. Ama unutulmaması gereken; bu nitelikteki bir yönetimin, insanlara hemcinslerinin baskısından uzak sınırlı-sivil bir özgürlük alanı bahşettiğidir. İnsan yaşamının huzura varabilmesi için, yönetimin çekişmelere son vermede mutlak bir tekelinin bulunması icap eder. 

Bu tekelin bazı kötü sonuçlara yol açtığı doğrudur ama devletin mutlak egemenlikten mahrum edilmesi daha kötü sonuçlara, hatta kötülerin en kötüsü olan savaş durumuna dönmeye sebep olur. “Hobbes, bedeli ne olursa olsun sürekli barış ve huzur arayışında olmamız gerektiğini öğretir. Burada mutlak yönetimin sıkıntıları., ödemek zorunda olduğumuz bir bedelin parçasıdır.”10 

Özgürlük-güvenlik ilişkisinde asıl üzerinde durulması gereken nokta, güvenliği sağlamak için özgürlükleri kısıtlamanın (hatta bazı aşırı örneklerde olduğu gibi özgürlüklerden vazgeçmenin) doğru bir tercih olup olmadığıdır. İki nedenden ötürü, bunun doğru bir tercih olmadığı söylenebilir: 

İlk olarak; herhangi bir sorunlu alanda özgürlükleri azaltmak ve yasakları derinleştirmek, başlangıçta kısa süreli rahatlamalar meydana getirebilir. Fakat zaman içinde yasaklanan görüşe, inanca, nesneye olan merak sürekli artış göstererek giderek daha da güçlenir ve sonunda yasaklar üzerine inşa 
edilen sistemi zorlar hale gelir. Dolayısıyla özgürlükleri sınırlama veya inkâr etme yoluyla sağlanan düzen çok kısa bir süre için güvenliği temin etse bile kamusal güvenliği sürekli kılamaz. 

İkinci olarak, “güvenlik” kavramının fetiş bir kavram haline getirilmesinin, devlet aygıtının bireysel yaşamlara daha fazla müdahale etmesine ve daha baskıcı olmasına sebep olduğunu belirtmek gerekir. Abartılmış bir güvenlik vurgusu, devletleri kamusal güvenliği sağlamak adına özgürlükleri daraltmaya ve özgürlüklerin kullanılmasını imkânsız kılan yeni suç kategorileri oluşturmaya götürür. 

Bunun nihai sonucu, devletin birey ve toplumdan soyutlanarak doğa-üstü bir varlık olarak algılanmasıdır. 
Kuşkusuz bu anlayış içerisinde devlet, bireyin hizmetinde bir araç olmaktan çıkar ve başlı başına bir amaç haline getirilir ki; insan yaşamı için en büyük tehdit budur. Çünkü 20. yüzyılın tarihsel deneyimi, insan hayatına ve mutluluğuna yönelik en büyük tehditlerin özgürlüklerden değil; güvenlik adına özgürlüğü 
boğan ve kendini “yüce bir amaç” olarak gören Nazi Almanyası, Stalin Rusyası ve Mao Çini gibi zalimce güçlü merkezi devletlerden geldiğini çok açık ortaya koymuştur. 

DİPNOTLAR;

1 MGK Genel Sekreterliği,‘Devlet’in Kavram ve Kapsamı’, Yayınları No:1,Ankara,1990,s.40-41 
2 Mgk.gov.tr 
3 İzci, Rana, ‘Uluslararası Güvenlik ve Çevre’, Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar, 
   Derleyen: Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul 1998, s.404 
4 Ülman, Burak, ‘Türkiye’nin Yeni Güvenlik Algılaması ve Bölücülük’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin 
   Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Derleyenler: Gencer Özcan, Şule 
   Kut,Büke Yayınları, İstanbul, 2000, s.100 
5 Aka, H.Burç , ‘Küresel Güvenlik Bağlamında Sağlık’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 11,2007, s.126 
6 Hobbes, Thomas , Leviathan, Çeviri: Semih Lim, Yapı Kredi Yayınları, 1995, İstanbul, s. 94 
7 Hobbes, s. 95–96 
8 Hobbes, s. 225 
9 Hobbes, s. 131–138 ‘Devletin amacı bireysel güvenliktir. Doğal olarak özgürlüğü ve başkalarına 
   egemen olmayı seven insanların devletler halinde yaşarken kendilerini tabi kıldıkları kısıtlamanın nihai 
   nedeni, amacı veya hedefi, kendilerini korumak ve böylece daha mutlu bir hayat sürmek; insanları korku 
   içinde tutacak ve onları, ceza tehdidiyle, ahitlerini ifa etmeye ve doğal yasalarına uymaya zorlayacak 
   belirgin bir güç olmadığında, insanların doğal duygularının zorunlu sonucu olan o berbat savaş 
   durumundan kurtulmaktır.’ Hobbes, s. 127. ‘İster bir monark olsun ister bir meclis, egemenin görevi, 
   kendisine egemenlik gücünün veriliş amacında, yani halkın güvenliğinin sağlanmasında yatar…’ Hobbes, 
   s. 234 
10 Amhart, Larry, ‘Siyasi Düşünce Tarihi’, Adres Yay., Çeviri:Ahmet Kemal Bayram,2005,Ankara, s.213 


***