GÜVENLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GÜVENLİK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2020 Perşembe

GÜVENLİK , TERÖR VE ETNİK TERÖR

GÜVENLİK , TERÖR VE ETNİK TERÖR 



İhsan BOZKURT 
Yrd.Doç.Dr.Ali Galip ALÇITEPE 

MANİSA 2013 

Güvenlik Kavramı 

TERÖR, PKK VE DIŞ DESTEK., 

ÖZET 

   Özellikle 2. Dünya savaşından sonra dünya dengelerindeki değişim ve uluslar arası ilişkilerde farklılaşmalar sıcak savaşların yerini soğuk savaşlara bırakmasına neden oldu. Soğuk savaşın gereği olarak ortaya çıkan psikolojik savaş ve bu savaşın vazgeçilmez unsuru, düşük yoğunluktaki çatışmalar, 
Amerika’ ya yapılan saldırı ile “Küresel Terör” şeklini aldı. Bu gün Terörizm tüm devletler, etnik yapılar ve toplumun tamamını tehtid eden çok önemli bir sorundur. Türkiye’ de Terörün sebebi içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanmaktadır ve dışarıdan desteklenmektedir. Bu çalışma Kürdistan işçi partisi (PKK) Terör örgütünün düşüncelerini, örgütsel yapısını ve siyasal şiddet stratejisini inceleyecektir. Kürt milliyetçiliğinin üzerine oturduğu, sosyal, ekonomik ve siyasi faktörler bağlamında son dönemde bu fikir sahipleri PKK Terör örgütünün ve uluslar arası güçlerle ilişkilerini de göz önüne alarak Tarihsel süreci anlatılmaktadır. 

   Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “TERÖR, PKK VE DIŞ DESTEK” adlı çalışmanın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilen eserlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanmış olduğumu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. 

Tarih 
11/04/2013 

İhsan BOZKURT 


ÖNSÖZ., 

     Bağımsız bir devletin varlığı ve bekası öncelikle sağlam temellere dayanmasına ve güvenlik politikalarının uygun bir biçimde hazırlanmasına bağlıdır. 
Aynı zamanda iç ve dış güvenliğin toplumsal huzurun tam tesisi ile ilgilidir. Günümüzde özellikle jeopolitik ve jeo stratejik öneme haiz devletler diğer 
devletlere göre bu konuda daha dezavantajlı durumdadır. Türkiye iç ve dış dinamikleri ile jeopolitik değeri ile ve imparatorluk bakiyesi olması sebebi ile hedef ülke konumundadır. Bunun tarihi, kültürel, ekonomik ve politik nedenleri vardır. Bu çalışmada yüzyıllar boyunca birlikte yaşamış insanların, hangi 
amaçlarla ve nedenlerle bir terör sarmalı içine konduğunu irdeleyeceğiz. Bölücü terörün son dönemde merkezini oluşturan PKK Terör örgütü araştırmamızda önemli bir yer almıştır. Araştırmada özellikle PKK Terör örgütünün hangi dış destekleri aldığı ve dış destekli terör faaliyetlerinin neler olduğunu ortaya 
koyacağız. 

Dış Destekli bölücü terör ülkemizin sosyal, kültürel, ekonomik, askeri ve siyasi yapısını bozmayı hedefleyen faaliyetler bütünü olmuştur. Ülkemizi bölmek isteyen bu devletlerin amacı Türkiye’nin Jeopolitik değerinden kaynaklanan bölgesel avantajını kullanmasını önlemek, Türkiye’nin büyük ve güçlü 
devlet olmasını önlemek, gelişimini yavaşlatmak, hatta durdurmaktır. 

Araştırmada öncelikle güvenlik ve terör kavramlarını kapsamlı olarak incelemeye çalışacağız. Bununla birlikte jeopolitik kavramı ve Türkiye’nin Jeopolitik değeri ile ilgili bilgiler vereceğiz. İkinci bölümde Kürtçülük faaliyetlerinin tarihsel 
analizini yaparak, 1960 lı yıllarda Türk solu içerisinde filizlenen Kürtçü yapılardan başlayarak PKK Terör örgütünün kuruluşu, Kongre ve konferansları, kronolojik olarak PKK tarihi ele alınacaktır. PKK’nın tarihte meydana gelen diğer Kürt isyanlarının devamı olduğu ortaya konmaya çalışılacak, PKK’ ya destek veren ülkeler teker teker incelenecek ve teröre verdikleri destekler somut olarak ortaya konacaktır. Bir sosyal ve siyasi hareketi anlamaya çalışmak, toplumsal yapı, toplumsal değişme, kültür, ideoloji, politika gibi sosyal bilimlerin temelini oluşturan bu kavramlarla yakından ilgilidir. Biz bu çalışmada Terör hareketlerini anlamaya ve çözüme nasıl ulaşılacağı ayağında da terörün beslendiği parametreleri ortadan kaldırmaya matuf bir çalışma yapmaya çalıştık. Araştırma sırasında özellikle konunun hazırlanmasında yapıcı eleştiriler ve yol gösterici tutumlardan dolayı Tez danışmanım Yrd.Doç.Dr. Ali Galip ALÇITEPE’ 
ye teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. 

GİRİŞ 

 Fransız İhtilal’ i neticesinde Avrupa’da ulus devlet ve milliyetçilik kavramları ortaya çıkmıştır. 
Ulus devlet ve milliyetçilik özellikle içerisinde değişik etnik grupları barındıran imparatorluklar açısından sancılı bir dönemin başlamasına neden olmuştur. Osmanlı Devletinin sınırları içerisindeki yabancı milletler bağımsızlıklarını birer birer alarak imparatorluktan kopmuşlardır. 1829 yılında Yunanistan, 
1878’de Sırbistan, Romanya, Karadağ, 1908’ de Bulgaristan ve 1912’ de Arnavutluk bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarında başta Rusya olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi büyük devletlerin etkileri olmuştur. Avrupa’da bunlar olurken sanayi devrimi neticesinde ham madde ihtiyacı olan İngiltere orta doğuya yönelmiş, Araplar üzerinde yaptıkları istihbarat operasyonlarıyla Orta doğuda da bir milli bağımsızlık harekâtı başlatmışlardır. Osmanlı’nın parçalanma süreci 1. Dünya Harbinin sonuna kadar devam ettirilmiş, İstanbul’un işgali ile noktalanmıştır. 

 19.yüzyılın başlarından itibaren Rusya ve Avrupalı devletler. Kürdistan ve Ermenistan tezlerini de ortaya atmışlardır. Özellikle Kürtlerin Türklerden farklı oldukları konusunda çalışmalar yaparak bir Kürt bilinci oluşturmaya çalışmışlar dır. Öncelikle 1800 yılların başından itibaren Osmanlı Topraklarında yaşayan Kürtler merkezi otoriteye karşı isyanlara teşvik edilmiş, Devlete vergi vermeme, orduda asker görevlendirmeme gibi sebeplerle bu isyanlar kışkırtılmıştır. 

Bu isyanlarda her türlü desteği ayrılıkçı Kürt aşiretlere veren bu devletler gerek misyonerlik faaliyetleri gerekse istihbarat operasyonlarıyla Kürt cemiyetler kurdurmuş ve propaganda amaçlı yayın organları bastırtarak bağımsız Kürdistan fikrini Anadolu topraklarına yaymışlardır. 1.Dünya savaşı sonrası ortaya atılan Wilson Prensipleri, manda fikri ve Sevr sürecinde sözde Kürdistan hep bu devletlerin gündeminde olmuştur. Cumhuriyet kurulmasından sonra da bu devletler “Kürdistan meselesini” Musul ve Hatay meselelerinde kendi lehlerine bir koz olarak kullanmışlar, Şeyh Sait ve Koçgiri gibi isyanlar çıkararak Masada ellerini güçlendirmişlerdir. 1960 ve 1970 yıllara gelindiğinde SSCB nin ideolojik etkisiyle Kürtçülük faaliyetleri Türk solu içerisinde kendine faaliyet alanı bulmuş ve SSCB’ den destek görmüştür. Bu süreçte Kuzey Irak’taki Barzani ailesinin etkisiyle bazı örgütler kurulduğu ve teşkilatlan dığı gibi, PKK gibi Marksist ideolojinin etkisi ile Terör Örgütleri kurulmuştur. Otuz yılı aşkın bir süredir Türkiye’de Terörist faaliyette bulunan PKK Terör örgütü sözde bağımsız Kürdistan hayaliyle başladığı yolu bugün Demokratik özerklik talebiyle devam ettirmektedir. 

Güvenlik, insanların toplu olarak yaşamaya başlamaları ve devletler kurmalarıyla bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmış, kavram olarak bilimsel çalışmalara ancak İkinci Dünya Savaşından sonra konu olmuştur. Güvenlik kavramı, başlangıçta yalnız askeri ihtiyaçlar ve düzenlemeler için kullanılırken, günümüzde bir sosyal bilim kavramı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İnsanların ve toplumların en temel 
güdüsü ve en ilkel ihtiyacı olan güvenlik karşılanamadığı takdirde, toplumların özgürlük ve refah arayışlarını gerçekleştirmeleri mümkün olamamaktadır. Bu nedenlerden dolayı devletlerin güvenliği sağlamaları varoluşsal bir önem arzetmektedir. 

Devletler, varlıklarının doğal bir gereği olarak içeride ve dışarıda dost ve düşman unsurlara sahiptirler. Bu düşman unsurlar dışta bir devlet olarak karşımıza çıkarken içeride ise mevcut rejim ve yönetimden hoşnut olmayan veya dış unsurların etkisinde kalan kişi ve gruplar olarak belirmektedir. Bu gruplar devletlerin sahip olduğu potansiyel güçleri, yer altı ve yerüstü zenginlikleri, jeopolitik ve jeostratejik konumundan istifade ederek tamamen hukuk dışı zora dayalı yollarla sonuca ulaşmak isteyeceklerdir. 

Devletlerin varlığının bir gereği olarak ortaya çıkan içteki ve dıştaki bu düşman lar karşısında devlet, kendi koruma mekanizmasını geliştirmek zorunda kalmaktadır. İç ve dış düşman unsurların faaliyetlerinin vatandaşları olumsuz yönde etkilememesi için devlet gerekli bütün düzenlemeleri yapmak ve tedbirleri almak zorundadır. Devletin en önemli görevlerinden biri vatandaşlarının can ve mal güvenliğini korumaktır.Güvenliğin zaafa uğradığı toplumlarda bu durum siyasi yapıyı olduğu kadar sosyal ve ekonomik yapıyı da derinden etkilemektedir. Dolayısıyla devlet kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamak, içten ve dıştan gelebilecek her türlü tehditlere karşı korumak zorunda olduğundan bunun için gerekli düzenlemeleri yapmakla, her türlü tedbiri almakla yükümlü kılınmaktadır. 

Milli Güvenlik (Topyekûn Güvenlik ) : İçten ve Dıştan gelebilecek her türlü tehditlere, saldırılara, güvenliği tehlikeye düşürücü her türlü faaliyetlere, teşebbüslere, doğal afet ve benzeri toplumu olumsuz yönde etkileyen olaylara karşı gerekli tedbirleri alabilmek, devlet otoritesini muhafaza ve devam 
ettirmek ve tehlike ve tehdidin giderilmesi için devletin bütün unsurlarıyla bir bütün halinde seferber edilmesi olarak anlaşılmaktadır. 

Milli Güvenlik Kavramı ülkelerin her birinde değişik zamanlarda, değişik kapsam ve organizasyonlarla gündeme gelmişse de Milli Güvenlik kavramının evrensel boyut kazanması, barışta ve savaşta topyekun bir savunma anlayışını getirmesi 1.Dünya harbiyle başlamış, 2.Dünya Harbi ve sonrasında tamamlanmıştır. Kavramdaki bu gelişim beraberinde politik, sosyal, ekonomik ve askeri 
güçler arasında yeni dengeler oluşturmuş ve bu husus devlet yönetiminde vazgeçilmez bir yere sahip olmuştur.

Küreselleşmenin yarattığı dinamik ortamın da etkisiyle ulusal ve uluslararası güvenliğe yönelik tehditler farklılaşmış ve bu durum klasik güvenlik kavramını değiştirmiştir. Nitekim BM Genel Sekreteri tarafından "Tehditler, Riskler ve Değişim" konusunda görevlendirilen 'Akil Adamlar Grubu', 2 Aralık 2004 tarihli "Daha Güvenli Bir Dünya: Ortak Sorumluluğumuz" başlıklı raporlarında, "Dünyanın BM'nin kurulduğu dönemde öngörülemeyen tehdit ve risklerle karşı karşıya olduğunu, tehdit / risklerin artık hiçbir sınır tanımadığını, birbirleri ile bağlantılı olduğunu ve ulusal düzeyde olduğu gibi küresel ve bölgesel düzeylerde ele alınmayı gerektirdiğini vurgulamıştır. Söz konusu rapora göre, büyük çaplı  ölümlere veya yaşam şansının azalmasına yol açan ve uluslararası sistemin temel birimi olan devleti zayıflatan herhangi bir olay veya süreç uluslararası güvenliğe tehdittir. 

Bu çerçevede, dünyanın ilgilenmesi gereken altı tehdit / risk grubu bulunmakta dır. Bunlar, terörizm, ülkeler arası çatışma, iç savaş, soykırım ve diğer büyük çaplı şiddet olayları dâhil iç çatışma, nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar, sınır aşan organize suçlar, açlık, bulaşıcı hastalık ve çevre sorunları dâhil ekonomik ve sosyal tehdit / risklerdir.

Güvenlik kavramı, önüne ve arkasına aldığı eklerle elliden fazla yerde ve biçimde kullanılmaktadır. Güvenlik, bu kadar geniş bir alanda kullanılan bir kavram olmasına karşın net olarak tanımı yapılamamıştır. Türkçe sözlükte, güvenlik ile emniyet kelimeleri anlam bakımından aynı ve birbirinin yerine kullanılmaktadır. Dietrich Fischer, güvenliği, “sadece savaştan korunmak ya da savaşı engellemek demek değildir. Aynı zamanda hayatta kalabilmemizi ve refahı etkileyen muhtemel tehlikelerden korunmayı da içerir. Savaştan korunmanın tek yolu askeri tehditlere karşı koymaktan geçmez. Muhtemel savaş nedenlerine dikkat etmek ve muhtemel çatışmaları öngörebilmek ve bunları bir 
savaşa yol açmadan önce çözebilmek, güvenliği sağlamak için doğru yaklaşımlardır” 3 şeklinde ifade etmektedir. 24 Ağustos–11 Eylül 1987 tarihleri arasında düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından düzenlenen Silahsızlanma ve Kalkınma Arasındaki İlişki Üzerine Uluslararası Konferansta 
benimsenen ve sonuç belgesinde yer verilen tanımda, "Ulusal güvenlik, askeri boyutuna ek olarak siyasal, ekonomik, sosyal, ekolojik ve insan haklarına ilişkin yönleri de bulunan bir kavram olarak nitelendirilmiştir

Güvenlik kavramının en yalın tanımı “varlığı sürdürme” olarak yapılmakta, varlığın sürdürülmesini engelleyecek her türlü unsur ise tehdittir. Güvenlik çalışmalarında varlığını sürdürmesi gereken tek aktör “devlet” kabul edilmiş, onun varlığına yönelen tehditler askeri yöntemlerle bertaraf edilebileceğine inanılmıştır. Bir başka ifadeyle, devletin toprak bütünlüğünün ve varlığının 
sürdürülmesinin öncelik arz ettiği uluslararası sistemde, onun varlığına ve bütünlüğüne yönelik tüm tehditlerin askeri güç ve kapasiteyle üstesinden gelineceği düşünülmüştür. Bu yüzdendir ki, güvenlik çalışmalarına Soğuk Savaş sonrası döneme kadar devleti özne kabul eden, askeri boyutlu çalışmalar 
damgasını vurmuştur.

Güvenlik kavramının bugünkü algılanma biçimini aktardıktan sonra tarihsel gelişimini de aktarmak gerekmektedir. Acaba güvenlik neden bu kadar gereklidir? “Güvenlik” kavramını, hukuk ve siyaset felsefesinin merkezine oturtan Hobbes.a göre; bir devlet yapılanmasının en önemli meşruluk 
kaynağı, devletin, insanların acil gereksinimlerini karşılayabilmesidir. Hobbes düşüncesinde ivedi olan ve öncelikle giderilmesi gereken ihtiyaç ise, “sivil barış”tır. Bu durumda, sivil barışı kurup devam etmesini sağladığı ve böylelikle insanların “güvenlik” ihtiyaçlarını temin ettiği oranda bir devletin meşru olduğu 
kabul edilir. Bir başka anlatımla, yüksek bir meşruluk düzeyine sahip olabilmek için bir devletin yapması gereken temel şey, insanlara emniyetli bir ortam sunmaktır. Zira insanlar, kendilerini korkudan bağımsız kılan bir devletin yapıp etmelerini daha rahat kabullenirler. Buna mukabil, insanların korkularına bir son 
veremeyen ve onların her daim endişe içinde yaşamalarına neden olan bir devletin düşük profilli bir meşruiyeti bulunur ki, bu neviden bir devletin ise, insanları kendi faaliyetlerine ikna etmesi son derece zorlaşır. Bu meyanda, bir devletin kendi iktidarını ve güvenliğini garanti altına almasının, yönetimi 
altında tuttuğu insanlara ne nispette güvenlik sağladığıyla direkt bağlantılı olduğunu söylemek mümkündür. 

İnsanların siyasal bir toplum haline gelmeden önce, her düzeyine çatışma ve şiddetin egemen olduğu bir doğal yaşam sürdürdüklerini belirten Hobbes.a göre, her bir insanın kendi bilek zorundan ve yaratıcılığından başka bir dayanağının bulunmadığı doğal yaşam, özü itibariyle bir “Savaş dönemidir.” Sürekli bir savaşın hüküm sürdüğü bu ortamda “çalışmaya yer yoktur; çünkü çalışmanın karşılığı belirsizdir. Dolayısıyla toprağın işlenmesine de yer yoktur; ne denizcilik, ne deniz yoluyla ithal edilecek malların kullanılması; ne rahat yapılar; ne fazla güç gerektiren şeyleri kaldırmak ve taşımak için gereken şeyler; ne yeryüzü hakkında bilgi, ne zaman hesabı; ne sanat; ne yazı; ne de toplum vardır. Hepsinden kötüsü, hep şiddetli ölüm korkusu ve tehlikesi vardır ve insan hayatı yanız, yoksul, kötü vahşi ve kısa sürer.”

“Herkesin herkese karşı savaş verdiği” bu tabiat halinde, insanlar -birbirlerine karşı herhangi bir güven hissiyatına sahip olmadıklarından- kendilerini korumak için güç kullanmaktan, sahtekârlığa başvurmaktan imtina etmezler ve kendileri haricindeki herkesi tahakküm altına almaya çabalarlar. İnsanlığın bu doğal durumunda, adil-gayri adil veya doğru-yanlış gibi ayrımlar yapmanın imkânı 
olmadığı gibi, özel mülkiyete sahip olmayı mümkün kılacak bir ortam da söz konusu değildir: “Bu herkesin herkese karşı savaşının bir sonucu da, böyle bir savaşta hiçbir şeyin adalete aykırı olamayacağıdır. Orada, doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik kavramlarına yer yoktur. Genel bir gücün olmadığı yerde yasa yoktur; yasa olmayan yerde de adaletsizlik yoktur… Herkesin herkese karşı savaşının bir başka sonucu; mülkiyetin, egemenliğin, benim ve senin ayrımının bulunmaması; sadece herkesin eline geçirebildiği şeye, onu elinde tutabildiği sürece sahip olmasıdır.”7 

Sonuç olarak, hiç kimsenin ne can ne de mal emniyetinin bulunduğu bu kargaşa manzarasının ilânihaye devam etmesi düşünülemez. Nitekim Hobbes, akıl sahibi insanların bencil tutkularının harap edici etkilerinden kurtulmak için aralarında bir sözleşme yaptıklarını ve tüm yetkilerini bir egemene (devlete) devrederek artık çekilmez bir hal alan doğal yaşamdan kurtulduklarını söyler. İnsanlar -saldırıya uğradıklarında bunu cezalandırma hakkı dışında- tüm doğal haklarını karşılıklı olarak devrettikleri dışsal otorite, artık “egemen taraf” vasfını kazanır; bu egemen bir Leviathan.dır.

Eşsizliği ve sınırsız muktedirliği nedeniyle Hobbes tarafından Leviathan olarak adlandırılan devlet; mutlak, ebedi ve bölünmez yetkilerle donatılmıştır. Devlet artık Tanrı katındadır. O; yargılama, anlaşmazlıkları çözme, barışa veya savaşa karar verme, ödüllendirme veya cezalandırma, şeref veya paye ihsan etme, insanlara nelerin öğretileceğini ve onlara nasıl davranılması gerektiğini belirleme gibi hakların tek sahibidir. Buna karşın uyrukların; yönetim şeklinin değişmesini talep etmeleri, egemene karşı durmaları, hiçbir surette egemeni eleştirmeleri veya cezalandırmaları mümkün değildir: Egemenin devasa gücü karşısında 
buyruklara bir tek egemene boyun eğmek kalır.

Halkın bu yeryüzü tanrısı formundaki devlete itaat etmesinin nedeni; devletin, sivil barışı ve insanların güvenliğini sağlamasıdır. Hobbes, sınırlı bir yönetimin düzeni koruyamayacağına inandığından, düzeni korumak ve güvenliği gerçekleştirmek için mutlak bir egemenliği kabul etmekten başka akılcı bir seçeneğin olmadığı kanaatindedir. Ona göre, mutlak bir yönetimin, insanı doğal 
özgürlüklerinden alıkoyduğu doğrudur. Ama unutulmaması gereken; bu nitelikteki bir yönetimin, insanlara hemcinslerinin baskısından uzak sınırlı-sivil bir özgürlük alanı bahşettiğidir. İnsan yaşamının huzura varabilmesi için, yönetimin çekişmelere son vermede mutlak bir tekelinin bulunması icap eder. 

Bu tekelin bazı kötü sonuçlara yol açtığı doğrudur ama devletin mutlak egemenlikten mahrum edilmesi daha kötü sonuçlara, hatta kötülerin en kötüsü olan savaş durumuna dönmeye sebep olur. “Hobbes, bedeli ne olursa olsun sürekli barış ve huzur arayışında olmamız gerektiğini öğretir. Burada mutlak yönetimin sıkıntıları., ödemek zorunda olduğumuz bir bedelin parçasıdır.”10 

Özgürlük-güvenlik ilişkisinde asıl üzerinde durulması gereken nokta, güvenliği sağlamak için özgürlükleri kısıtlamanın (hatta bazı aşırı örneklerde olduğu gibi özgürlüklerden vazgeçmenin) doğru bir tercih olup olmadığıdır. İki nedenden ötürü, bunun doğru bir tercih olmadığı söylenebilir: 

İlk olarak; herhangi bir sorunlu alanda özgürlükleri azaltmak ve yasakları derinleştirmek, başlangıçta kısa süreli rahatlamalar meydana getirebilir. Fakat zaman içinde yasaklanan görüşe, inanca, nesneye olan merak sürekli artış göstererek giderek daha da güçlenir ve sonunda yasaklar üzerine inşa 
edilen sistemi zorlar hale gelir. Dolayısıyla özgürlükleri sınırlama veya inkâr etme yoluyla sağlanan düzen çok kısa bir süre için güvenliği temin etse bile kamusal güvenliği sürekli kılamaz. 

İkinci olarak, “güvenlik” kavramının fetiş bir kavram haline getirilmesinin, devlet aygıtının bireysel yaşamlara daha fazla müdahale etmesine ve daha baskıcı olmasına sebep olduğunu belirtmek gerekir. Abartılmış bir güvenlik vurgusu, devletleri kamusal güvenliği sağlamak adına özgürlükleri daraltmaya ve özgürlüklerin kullanılmasını imkânsız kılan yeni suç kategorileri oluşturmaya götürür. 

Bunun nihai sonucu, devletin birey ve toplumdan soyutlanarak doğa-üstü bir varlık olarak algılanmasıdır. 
Kuşkusuz bu anlayış içerisinde devlet, bireyin hizmetinde bir araç olmaktan çıkar ve başlı başına bir amaç haline getirilir ki; insan yaşamı için en büyük tehdit budur. Çünkü 20. yüzyılın tarihsel deneyimi, insan hayatına ve mutluluğuna yönelik en büyük tehditlerin özgürlüklerden değil; güvenlik adına özgürlüğü 
boğan ve kendini “yüce bir amaç” olarak gören Nazi Almanyası, Stalin Rusyası ve Mao Çini gibi zalimce güçlü merkezi devletlerden geldiğini çok açık ortaya koymuştur. 

DİPNOTLAR;

1 MGK Genel Sekreterliği,‘Devlet’in Kavram ve Kapsamı’, Yayınları No:1,Ankara,1990,s.40-41 
2 Mgk.gov.tr 
3 İzci, Rana, ‘Uluslararası Güvenlik ve Çevre’, Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar, 
   Derleyen: Faruk Sönmezoğlu, Der Yayınları, İstanbul 1998, s.404 
4 Ülman, Burak, ‘Türkiye’nin Yeni Güvenlik Algılaması ve Bölücülük’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin 
   Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Derleyenler: Gencer Özcan, Şule 
   Kut,Büke Yayınları, İstanbul, 2000, s.100 
5 Aka, H.Burç , ‘Küresel Güvenlik Bağlamında Sağlık’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 11,2007, s.126 
6 Hobbes, Thomas , Leviathan, Çeviri: Semih Lim, Yapı Kredi Yayınları, 1995, İstanbul, s. 94 
7 Hobbes, s. 95–96 
8 Hobbes, s. 225 
9 Hobbes, s. 131–138 ‘Devletin amacı bireysel güvenliktir. Doğal olarak özgürlüğü ve başkalarına 
   egemen olmayı seven insanların devletler halinde yaşarken kendilerini tabi kıldıkları kısıtlamanın nihai 
   nedeni, amacı veya hedefi, kendilerini korumak ve böylece daha mutlu bir hayat sürmek; insanları korku 
   içinde tutacak ve onları, ceza tehdidiyle, ahitlerini ifa etmeye ve doğal yasalarına uymaya zorlayacak 
   belirgin bir güç olmadığında, insanların doğal duygularının zorunlu sonucu olan o berbat savaş 
   durumundan kurtulmaktır.’ Hobbes, s. 127. ‘İster bir monark olsun ister bir meclis, egemenin görevi, 
   kendisine egemenlik gücünün veriliş amacında, yani halkın güvenliğinin sağlanmasında yatar…’ Hobbes, 
   s. 234 
10 Amhart, Larry, ‘Siyasi Düşünce Tarihi’, Adres Yay., Çeviri:Ahmet Kemal Bayram,2005,Ankara, s.213 


***

23 Şubat 2017 Perşembe

ENERJİ GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA NATO’NUN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 3



ENERJİ GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA NATO’NUN ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 3


1.5 NATO’nun Riga Zirvesi ve Enerji Güvenliğinin Teskilatın Gündemine Girmesi;

11 Eylül saldırıları sonrasında tüm dünyada artan küresel terör tehdidi basta Ortadoğu olmak tüm dünyadaki enerji kaynaklarının ve tasınmasının güvenlik risklerini de ortaya çıkarmıstır. Zira 2006 yılının Ocak Ayında meydana gelen Ukrayna Krizi ve aynı yılın Subat ayı sonunda Abqaiq petrol rafinerisine El-Kaide tarafından gerçeklestirilen terörist saldırılar ve benzer gelismeler bir bakıma NATO’nun enerji güvenliği ile ilgili rolünün ne olması gerektiğine dair somutlasmıs gibidir. Çünkü enerji tesisleri ve arz yollarına yönelik tehdit algılarının yüksek olduğu ve baslıca enerji üreticilerinin güvenirliliğinin sorgulandığı bir uluslararası ortamda Subat 2006’da düzenlenen NATO’nun Riga Zirvesi ile birlikte enerji güvenliği konusu tarihinde ilk kez teskilatın siyasi gündemlerinden biri haline gelmistir. 

Dönemin NATO genel sekreteri Joop de Hoop Scheffer söz konusu Riga Zirvesinde enerji güvenliği konusunda NATO’nun kendi üyeleri namına ve hesabına bu risklerle yüzlesmesi gerektiğini ifade ederek ilk defa bu konunun gündeme gelmesini sağlamıstır. 

“NATO’nun enerji konusunda oynayabileceği bir rolünün varlığı konusunda Riga Zirvesinde bir ihtilaf yasanmazken, bu rolün doğasının ne olacağı ve hangi yönlerden NATO’nun konuya ‘yeni bir’ değer katabileceği konuları üzerinde tüm üyelerin uzlastığı bir zemin olusmamıstır.”33 “ Bu konular Lizbon Zirve’sine kadar sürecek İttifak içi tartısmaları tetiklemistir. Bu tartısmalarda öne çıkan baslıca 2 yaklasım olmustur. Buna göre;”34 


1) NATO, Dttifak, terör örgütlerinin ve/veya korsan gruplarının enerji üretim tesislerine (petrol kuyuları gibi), üreticilerce tüketiciler arasında yer alan enerji nakil rotalarına (dar suyolları) ve diğer kritik altyapıya (boru hatları) yönelik tehditlerinin giderilmesine yoğunlasmalıdır. Bu sekilde teskilatın üyeleri için hayati önem arz eden kesintisiz enerji arzı temini, gerekli pratik ve lojistik planlama ile garantiye alınacaktır 

2) NATO’ya üye ülkelerin enerji güvenliğine yönelen esas tehdit, kaynak milliyetçiliğidir. Somut planda, doğrudan referans verilmese de, burada kastedilen Moskova tarafından Gazprom-Ukrayna krizinde, Ocak 2006’da, ustalıkla kullanılan, enerji kaynaklarının birer siyasal silaha dönüsmesi durumudur. Gerçekten de bu kriz, Soğuk Savas döneminde Avrupa devletlerinin Sovyetler Birliğine bağımlılığı konusundaki Amerikan endiselerini yeniden canlandırmıstır. 

Bu tartısmalar devam ederken 2008 Bükres Zirvesi öncesinde NATO’nun enerji güvenliğine iliskin rolü, kritik enerji altyapısının korunması ile sınırlandırılmıstır. Bükres Zirvesinde, kritik enerji altyapı tesislerinin güvenliğinin sağlanması amacıyla özellikle potansiyel terörist saldırılar, teknik arıza ve kazalara karsı NATO’nun ne türden bir görev üstlenebileceğini tartısan “NATO’nun Enerji Güvenliğindeki Rolü” (NATO’s Role in Energy Security)35 isimli bir rapor hazırlanmıstır. 
Bu raporda kısaca NATO’nun katkıda bulunabileceği asağıdaki 5 alandan bahsedilmektedir. 

Bunlar: 

1) Bilgi ve istihbarat birlestirilmesi ve bunların paylasımı 
2) İstikrar yaymak 
3) Uluslararası ve bölgesel isbirliklerini gelistirmek 
4) Sonuç yönetimi36 konularında destek verilmesi 
5) Kritik altyapıların korunmasına yardımcı olma,

  Bu raporla “NATO, devlet-harici aktörlerden (terörist ve korsan gruplar), insan hatasından ve doğal afetlerden kaynaklanabilecek risk unsurlarına karsı kritik enerji altyapısının korunmasını, İttifak’ın ortaklasa eyleminin gereği olarak ilan etmiştir. 
Müdahalede öncelik sıralamasına gideceğini, askeri varlığıyla sahayı kaplamaya çalısmak yerine, risk değerlendirmesini esas alacağını ilan etmistir.”37 

NATO’nun enerji güvenliği konusunda attığı bir diğer adım 2009 Nisan ayında yapılan Strazburg-Kehl Zirvesinde “Enerji Güvenliği Alanında Sağlanan İlerleme” (Report on Progress Achieved in the Area of Energy Security) Raporu olmustur. Söz konusu raporda kısaca su noktaların altı çizilmistir. 

• Hidrokarbon kaynaklarının ve ulasım yollarının çesitlendirilmesi 
• Enerji sebekelerinin karsılıklı bağlantılarının tesis edilmesi yönünde hareket edilmesi38 

Ayrıca söz konusu Strazburg-Kehl Zirve Bildirgesinde ise enerji güvenliği gibi yeni ortaya çıkan tehditlere karsılık Yeni Stratejik Konseptin hazırlanacağı belirtilmistir 

1.6 NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti ve Ortadoğu;

NATO’nun yeni stratejik konseptinin belirlendiği Lizbon Zirvesi öncesinde 17 Mayıs 2010 tarihinde yayımlanan “NATO 2020: Sigortalanmıs Güvenlik; Dinamik Angajman”39 baslıklı uzmanlar raporunda “Kapsamlı Siyasi Yönerge ve Çoklu Gelecekler Projesi’nde belirtilen hususlar dikkate alınmıstır.”40 Raporda NATO’nun, geleceğini planlarken füze saldırılarına karsı önlemler gelistirme, küresel terörizm ve deniz korsanlığı ile mücadele, genislemenin devamı, Akdeniz Diyaloğu, Dstanbul Dsbirliği Girisimi gibi İttifak dısı ülkelerle ortaklık ve is birliğinin gelistirilmesi, iklim değisikliği, enerji güvenliği gibi konularda kapsamlı yaklasımlar olusturması önerilmistir. Ayrıca bu raporda, NATO’nun yetki alanını yeniden tanımlaması ve farklı coğrafyalarda üye olmayan ülkelerle is birliği yapılmasını gerektirecek durumlarda bu iliskilerin nasıl yürütüleceğinin belirlenmesi de tartısılmıstır. 

Kasım 2010’da Lizbon’da düzenlenen NATO Zirvesinde teskilatın gelecek vizyonunu ortaya koyan Yeni Stratejik Konsept kabul edilmistir. Söz konusu bu zirvede daha önce Nisan 2008 Bükres Zirvesi’nin kapsamını ve sınırlarını çizdiği NATO vasıtasıyla sürdürülecek faaliyetler bir kez daha tekrar edilmistir. Yeni Stratejik Konsept’te ayrıca teskilatın ilk enerji güvenliği tanımı ortaya konmustur. Bu tanım, enerji güvenliği kavramı ile alakalı üç temel unsuru içerisinde barındırmaktadır. “Bu unsurlar:41 

• Enerji arzının güvenli ve sürekli olması 
• Arz yollarının, arzı sağlayan ülkelerin ve kaynakların çesitlendirilmesi 
• Enerji sebekeleri arasında sürekli bağlantıların tesis edilmesi Enerji güvenliği konusundaki temel unsurlar ortaya konulduktan sonra NATO tarafından gerçeklestirilmesi beklenen eylemlerin neler olabileceği netlik kazanmıstır. Bunlar kısaca su sekildedir.”42 
• Deniz ticaret rotalarının güvenceye alınması 
• Yasadısı ticaretin engellenmesi için önlem alınması 
• Enerji fiziksel altyapısıyla ilgili üretim birimlerinin ve boru hatlarının korunması 
• Enerji üreten, satın alan ve nakleden ülkeler arasında isbirliğinin kurulması 
• NATO’nun BM, AB ve Uluslararası Atom Ajansı ile yakın temasta bulunması NATO’nun yukarıda belirtilen “zirve ve konferanslarında Dttifak’ın enerji güvenliğinin sağlanması yönünde kabul edilen prensipleri, birbirleriyle isbirliği içerisinde olan ülkelerin olusturmus olduğu çalısma grupları vasıtayla uygulamaya konulmustur. Bunlar arasında; Avrupa-Atlantik Dsbirliği Konseyi (Euro-Atlantic Partnership Council), Akdeniz Diyaloğu (Mediterranean Dialogue), Dstanbul Dsbirliği Girisimi (Istanbul Cooperation Initiative) ve NATO’nun Barıs ve Güvenlik için Bilim Programı (NATO’s Science for Peace and Security Programme) sayılabilir.”43 

Genel olarak değerlendirildiğinde Yeni Stratejik Konseptte ve Lizbon Deklarasyonunda betimlendiği sekliyle, Dttifak’ın enerji güvenliği konusunda liderlik rolü oynamak gibi bir niyetinin olmadığı anlasılmaktadır. NATO’nun bu tutumunun en önemli nedenleri sunlardır.44 

1) Üye ülkelerin ulusal çıkarlarının birbirinden farklı olması: Enerji güvenliği genellikle bir ulusal ekonomi konusu olduğu için birçok ülke konuyu çokuluslu 
forumlarda tartısmak istememektedir. Bu sadece NATO için değil, aynı zamanda AB için de bir sorundur. Avrupa Komisyonu’nun ileriye dönük bir enerji politikası 
olusturma konusundaki çabalarına rağmen üye ülkeler enerji ithal eden ülkelerle bireysel olarak anlasmalar yapmaya devam etmektedirler. Kısacası, is enerji 
güvenliğine gelince uluslar kendi çıkarlarını kollamaktadırlar. 

2) Enerji güvenliği konusunun AB’den Uluslararası Enerji Ajansına, Ekonomik İsbirliği ve Kalkınma Teskilatı’ndan (OECD) özel sektöre kadar çok sayıda 
oyuncu tarafından zaten ele alınmıs olması: NATO’nun oynayacağı rol bu nedenle ancak tamamlayıcı bir rol olabilir—sürece öncülük etmekten çok değer katacak bir rol oynayabilir. 

3) Öncelikli olarak askeri olarak tanımlanan bir ittifak olması: Enerji güvenliğinin askeri bir boyutu olabileceği gayet açıksa olsa da NATO’nun Somali açıklarında 
korsanlara karsı giristiği operasyonların aynı zamanda petrol tankerlerinin korunmasına yardımcı olması gibi temelde ekonomiyi ilgilendiren bir konunun 
gereksiz yere “askeri” hale gelebileceğinden endise duymaktadır. 

Bu anlamda Mayıs 2012’de NATO’nun Chicago Zirvesinde enerji güvenliği konusunun gündem dısında tutulması NATO üyesi ülkelerin konuya iliskin yaklasımlarının asgari-müsterek düzeyin ötesine geçemediğini göstermektedir. Bir baska deyisle NATO ancak Somali açıklarında korsanlara karsı girisilen operasyon askeri bir müdahaleye ihtiyaç olduğu durumlarda enerjiyle ilgili konularda etkin bir sekilde müdahil olabilmektedir. Yani NATO’nun enerji güvenliği konusunda yaklasımı proaktif olmaktan çok diğer aktörlerin yaklasımlarını tamamlar nitelikte olmaktadır. Bu noktadan hareketle “NATO’nun günümüzde ve yakın gelecekte enerji güvenliği konusundaki etkinliğinin asağıdaki su 4 uygulama noktasında yoğunlasabileceği öne sürülebilir.”45 

1) Enerji güvenliği durumunun gözlemlenmesi ve değerlendirilmesi: Dttifak üyelerinden ve ortaklarından gelen uzmanlara danısılarak, enerji güvenliğine iliskin gelismelerin değerlendirileceği mekanizmaların olusturulması ve askeri personelin ortaklasa hazırlayacağı analizlerin ve istihbarat raporlarının Kuzey Atlantik Konseyi’ne (North Atlantic Council) sunulması ve Konsey’de alınacak tedbirin karara bağlanması, bu mekanizmanın isleyis prensibini olusturmaktadır. Bu yapılanmaya ilave olarak, aynı uluslararası terörizm konusunda olduğu gibi, Kuzey Atlantik Konsey’ince olusturacak bir Enerji Güvenliği ve Dstihbarat Analiz Birimi, istihbarat paylasım mekanizmalarını daha da etkin kılacaktır. Böylece NATO, enerji altyapılarına yönelik küresel güvenlik risklerinin değerlendirilmesi konusunda son derece önemli bir rol oynayabilecektir. 

2) Deniz seyrüsefer gözlemi ve tehdit bazlı müdahale: seyrüsefer halindeki tankerlerin özellikle Afrika Boynuzu ile Süveys Kanalı gibi dar geçis noktalarında 
gözlemlenmesi ve meydana gelebilecek tehditlerin doğasına göre onlara müdahale edilmesi hakkındadır. Bu husus, sadece NATO ve üyeleri açısından değil, aynı zamanda ortaklar için de ciddi bir güvenlik açığını kapatabilir. Dlk uygulama alanında bahsedilen gözlem ve tehdit değerlendirmesi, bir bakıma, hayati kaynakların güvenlik riski olan bölgelerden güvenle geçisi açısından büyük önem arz etmektedir. Mevcut durumda NATO, Etkin Çaba Harekatı (Operation Active Endeavour) yoluyla Akdeniz’i gözlemlemekte ve askeri olmayan gemilerin maruz kalabileceği muhtemel saldırıları, eskortluk yaparak caydırmaya çalısmaktadır. 

3) Engelleme operasyonları: Enerji arz akısının güvenliğini tehdit eden bir kriz veya çatısma durumunda, askeri engelleme operasyonlarının nasıl tasarlanacağına iliskindir.46 

4) Müttefiklere güvenlik yardımı: Bir veya daha fazla sayıda müttefike güvenlik yardımı (Sivil Aciliyet Planı yoluyla afetlerde yardım, vb.) ve tehditkâr unsurlara karsı askeri engelleme operasyonları (denizden ve havadan devriye katkısı) yapılabilecektir. Olağan üstü hallerde ise, 4. Madde kapsamında acil müdahale gücünün kriz bölgesine nakledilmesi, bu sayede tehdit altındaki sahanın güvence altına alınması da, 4. uygulama alanı ile düzenlenebilecek bir baska NATO operasyonu örneği olarak verilebilir. Genel itibariyle Stratejik Konsept NATO’nun 1991 ve 1999 yıllarında açıkladığı diğer iki konseptte olduğu gibi, tehdit olarak herhangi bir bölge veya ülke telaffuz edilmemistir. Ancak “balistik füze, nükleer ve diğer kitle imha silahlarının yayılması, NATO’nun sınırları dısında olusan istikrarsızlık ve çatısma ortamı ve uluslararası terörizm” gibi  tehditlerin çoğunlukla Ortadoğu kaynaklı olduğunu söylemek mümkündür. 

Sonuç 

Tarihteki en basarılı ve güçlü askeri ittifak olarak kabul edilen Kuzey Atlantik Paktı Soğuk Savas yıllarında Avrupa’da güvenliği sağlamıs bu dönemin sona ermesinden sonrada kendisini günümüzün hızla değisen güvenlik tehlikelerine karsı uyarlamaya baslamıstır. 1990 sonrası dönemde güvenlik anlayısının farklılasmasıyla birlikte teknik olarak varlık sebebi ortadan kalkan NATO varlığını sürdürebilmek için faaliyetlerinde yeniliği ifade eden bir dönüsüm sürecine girmistir. Bu kapsamda Avrupa’da birçok ülkeyi kendi bünyesine katan ve bir kısmı ile Barıs İçin Ortaklık programı gibi ortaklıklar gelistiren NATO, günümüzde bölgesel bir örgüt olmanın ötesine geçerek küresel bir savunma ve isbirliği örgütü haline dönüsmüstür. Bu kapsamda müttefik devletlerin yakın çevresinde bulunan diğer devletlerin istikrarını da dikkate almaktadır. Zira günümüzde müttefiklerin güvenliği ancak Orta ve Doğu Avrupalı ve Ortadoğulu ortaklar arasında ve ortakların kendi aralarında yapacakları yakın isbirliği sayesinde garanti edilebilir. 

Bu süreç NATO’nun farklı coğrafi bölgelerde ortaklık programları kurarak bölgesel bir örgütten küresel bir örgüte dönüsmesi, yeni üyeler kabul etmek suretiyle genislemesi, bu doğrultuda kuvvet yapısının yeniden düzenlenmesi gibi çok yönlü faaliyet ve teskilat değisimini içinde barındırmaktadır. NATO eski Genel Sekreterlerinden George Robertson, bu ortaklık programlarını “NATO’nun altın tozu ve simdiye kadar daha güvenli bir gelecek için yapılmıs en önemli yatırım”47 olarak nitelendirmistir. Çünkü varlık sebebi ortadan kalkan NATO açısından bu Ortaklıklar, alan dısı harekâtların yanında, NATO’nun statik ve kolektif savunma örgütü yapısından çıkarak esnek ve küresel bir güvenlik ittifakına dönüsüm isteğinin en belirgin ifadesi olarak görülmektedir. Bir baska deyisle ortaklık programları, değisen güvenlik paradigmaları ve tehditlere karsı varlığını mesrulastıran ve kabuk değistirmesine imkan sağlayan araç olarak ifade edilebilir. 

Bu anlayısın bir yansıması olarak NATO’nun Soğuk Savas sonrası gelistirdiği stratejik konseptlerinde Ortadoğu’da yer alan devletlerle ortaklık programları gelistirmeyi ve bu programa katılan ülkelerle iliskilerini gelistirmeyi amaçlamaktadır. Kurumsal çerçeve açısından bakıldığında, NATO’nun Ortadoğu’ya yönelik politikasının iki ana dayanağı olduğu görülmektedir. Bunlar Akdeniz Diyaloğu ve Dstanbul Dsbirliği Girisimi’dir. Bu iki çerçevenin öncelikli oldukları, 2010 Kasımında Lizbon’da kabul edilen yeni stratejik konseptte’de ifade edilmektedir. Akdeniz Diyaloğu’na yeni ülkelerin katılmasından, Körfez ülkelerinin olusturduğu İstanbul İsbirliği Girisiminde de bölge ülkeleri ile olan siyasal veaskeri isbirliğinin daha da derinlestirilmesin den açıkça bahsedilmektedir. 

NATO’nun Ortadoğu’ya olan ilgisinin altında yatan diğer bir sebepte kuskusuz bölgenin sahip olduğu fosil yakıt kaynakları ve bu kaynaklardan elde edilen ürünlerin müttefik devletlerin pazarlarına güvenli bir sekilde transfer edilmesi yatmaktadır. Bu konuda NATO’nun özellikle 2006 Riga Zirvesinde enerji güvenliğini siyasi bir gündem maddesi Ortadoğu’ya olan ilginin artmasına neden olsa da gelinen noktada NATO’nun enerji güvenliği konusunda ancak askeri bir tehdit olduğunda devreye girmesinin düsünüldüğü üye devletlerin teskilatı bu konuda proaktif bir aktör olarak düsünmedikleri görülmektedir. Ancak NATO’nun denizde, havada ve karada kanıtlamıs olduğu operasyonel kabiliyetleriyle askeri güvenlik enerji güvenliğini sağlamada bir araç olarak kullanabileceği açıktır. Bu nedenle NATO’nun bu kapasitesi kullanılmadan Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde enerji güvenliği stratejisini sekillendirmek ve gerçeklestirmek zor olacaktır. 

NATO’nun Soğuk Savas sonrası olusturduğu ortaklıklar, NATO’nun bölgesel bir örgütten küresel bir örgüte dönüsümünün temel göstergeleri arasında sayılabilir. NATO ortaklık programlarının yapısı sürekli gelistirilmeye çalısılmaktadır. Ancak NATO’nun özellikle Orta Doğu’ya yönelik olarak olusturduğu ortaklıkların Dttifak’a sağladığı avantajlar hedeflerine ulasmasında sağladığı katkı ile ölçülebilir. Fakat bu katkının çok belirgin olduğunu söylemek yanıltıcı olacaktır. Çünkü söz konusu katkının sağlıklı bir biçimde ölçülebilmesi katılımcı ülkelerin hedeflerindeki farklılıklar, ülkelerin gelismislik düzeylerinin aynı olmaması, Ortadoğu coğrafyasının Batılı değerlerle anlasılması güç olan kendine has kültürel, sosyal ve ekonomik yapısı ve kronik hale gelen çatısmaları ile beraber değerlendirildiğinde daha güç bir hal almaktadır.48 

Günümüzde, NATO, sadece bir savunma değil, aynı zamanda bir güvenlik teskilatı haline gelmistir. 21. yüzyılın değisen güvenlik sorunlarının üstesinden gelebilmek adına ittifak yapısı yenilenmeye devam etmektedir. Dttifakın dayanağını olusturan, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ortak değerleri, müttefiklerinin güvenliğini sağlayabilmek adına NATO’nun genislemesi gerekmektedir. NATO’nun sınırları dısında olusan istikrarsızlık, terörizm, konvansiyonel saldırı olasılığı Dttifak’ın güvenliğini tehdit etmektedir. Zira Terörizm Avrupa ve Kuzey Amerika için olduğu kadar Orta Doğu ülkeleri için de bir tehdit olusturmakta ve bu konuda yapılacak isbirliği bu ülkeler için de son derece önemli hale gelmektedir. Ortadoğu’da son yıllarda yasanan Arap Baharı’nın getirebileceği istikrarsızlıklar, çatısmalar ve bilinmeyenler göz önünde tutulduğunda Ortadoğu, Körfez, Kuzey Afrika ve Akdeniz bölgesinin NATO’nun güvenlik tartısmalarında giderek daha fazla ağırlık kazanacağı ve dolayısı ile NATO’nun bu bölgelerle ortaklık faaliyetlerini derinlestirme ve gelistirme yolunda çaba harcayacağını söylemek yanlıs olmayacaktır. 

DİPNOTLAR,

1 John Kriendler, “Transforming NATO HQ: The Latest Hurrah”, Swindon, Conflict Studies Research Center Special Series 06/30, July 2006, s.1, ss.1–15 
2 Esas itibariyle Soğuk Savas döneminde 16 olan NATO’nun üye devlet sayısı Soğuk Savasın ardından SSCB’den ayrılarak bağımsızlıklarına kavusan Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya gibi eski Varsova Paktı üyesi devletlerin 1999’da teskilata katılması ile 19’a yükselmistir. Bunun ardından 2004 yılında 5. genişleme dalgasında NATO hem Baltık hem de Balkan coğrafyasında yer alan çoğu eski Varsova Paktı üyesi Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya’yı bünyesine katarak üye sayısını 26’ya yükseltmistir. 2009 
yılında 6. genisleme dalgasında Arnavutluk ve Hırvatistan teskilata katılarak üye sayısı 28 olmustur. Gelinen noktada NATO üye devletler bakımından Kuzey Atlantik bölgesini kapsamaktadır. Yani bir bakıma üye devlet 
bakımından teskilat hala bölgesel niteliktedir. 
3 Suat İlhan, Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın Jeopolitiği, Ankara, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü Yayınları, 134, Seri 8, Sayı A.1, 1989, s. 50 
4 İbrahim Karagül, “NATO'nun Genisleme Stratejisi, İslam ve James Jones'un Sözleri”, 
http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/eylul/30/ikaragul.html (Erisim 8 Eylül 2014) 
5 Arif Bağbaslıoğlu, “Ortaklık Politikası Çerçevesinde Nato’nun Ortadoğu’ya Bakısı”, Akademik Ortadoğu Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 2011, s.83, ss. 77 – 95 
6 Mediterranean Dialogue Work Programme 2003, http://www.nato.int/med-dial/2003/mdwp-2003.pdf (Erisim 8 Eylül 2014) 
7 Madrid Declaration of North Atlantic Council, 
http://www.nato.int/cps/en/SID-A9413620-D36797B1/natolive/official_texts_25460.htm (Erisim 8 Eylül 2014) 
8 NATO Handbook 2006, s.233, www.nato.int/docu/handbook/2006/hb-en-2006.pdf (Erisim 8 Eylül 2014) 
9 Nicola de Santis, “Akdeniz ve Büyük Orta Doğuya Açılmak”, NATO Dergisi, Sonbahar 2004, 
http://www.nato.int/docu/review/2004/issue3/turkish/art4.html (Erisim 9 Eylül 2014) 
10 A More Ambitious and Expanded Framework for the Mediterranean Dialogue, 
http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/docu-meddial.htm (Erisim 9 Eylül 2014) 
11 NATO’nun düzenlediği askeri operasyonlara Akdeniz Diyalogu ülkelerinin katılımı oldukça sınırlı olmustur. 
Bu ortaklık programı üyelerinden sadece Fas Bosna ve Hersekteki SFOR ve Kosova’daki KFOR’da asker konuslandırmıstır. Bunun dısında Mısır ve Ürdün geçmiste Bosna Hersek’teki NATO baskanlığındaki operasyona asker vererek katkıda bulunmuslardır. 
12 Operation Endeavour: NATO'nun Akdeniz’de yürüttüğü bir deniz operasyonudur. Bu operasyonun amacı teröristlerin veya kitle imha silahlarının hareketini önlemeyi amaçlamaktadır. Kuzey Atlantik Antlasması’nın kolektif savunma yapılmasını öngören 5. maddesinin uygulanmasından sonra NATO tarafından baslatılan ilk operasyonlardan biridir. Bkz. Operation Active Endeavour, http://en.wikipedia.org/wiki/Operation_Active_Endeavour (Erisim 9 Eylül 2014) 
13 Muhammed Kadry Said, “NATO’nun Akdeniz Diyaloğu ile ilgili Bir Değerlendirme” 
http://www.nato.int/docu/review/2004/issue1/turkish/art4.html (Erisim 9 Eylül 2014) 
14 Nicola de Santis, a.g.m 
15 Graeme P. Herd ve Daniel Kight, “Future Visions of NATO Partnerships and Cooperation Programs”, 
Connections The Quarterly Journal, Cilt 6, Sayı 3, 2007, s.6, ss. 1–9 
16 Dstanbul Cooperation Initiative, 28 – 29 June 2004, 
http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/docu-cooperation.htm (Erisim 9 Eylül 2014) 
17 Nicola de Santis, a.g.m 
18 Pierre Razoux, “What Future for NATO’s Dstanbul Cooperation Dnitiative”, NATO Defence College, Research Paper No: 55, 2010, s. 4–8, ss.1–12 
19 Deniz Ülke Arıboğan ve Mert Bilgin “New Energy Order Politics Neopolitics: From Geopolitics to Energeopolitics”, Uluslararası İliskiler Dergisi, Cilt 5, No 20, 2009, s.119, ss. 109 – 132 
20 Marshall I. Goldman, Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford University Press, 2010,s.12
21 Jennifer Giroux, “Targeting Energy Infrastructure: Examining the Terrorist Threat in North Africa and its Broader Implications”, Analysis of the Real Instituto Elcano, 
http://www.realinstitutoelcano.org/wps/portal/rielcano_eng/Content?WCM_GLOBAL_CONTEXT=/elcano/elcano_in/zonas_in/international+terrorism/ari25-2009 (Erisim 10 Eylül 2014) 
22 Gal Luft ve Anne Corin, Energy Security Challenges for the 21th Century, California, Praeger, 2009,s.147–156 
23 World Energy Outlook 2009, International Energy Agency, s.118, 
http://www.iea.org/textbase/nppdf/ free/2009/WEO2009.pdf , (Erisim 10 Eylül 2014) 
24 BP Statistical Review of World Energy 2011, 
http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistical_en 
ergy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world_energy_full_report_2011.pdf, (Erisim 10 Eylül 2014) 
25 Mehmet Efe Biresselioğlu, “NATO’nun Değisen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu”, 
Uluslararası İliskiler Dergisi, Cilt 9, Sayı 34, 2012, s. 236, ss. 227–252 
26 Mehmet Efe Biresselioğlu, a.g.e, s.237 
27 Mehmet Efe Biresselioğlu, a.g.e, s.238 
28 Mehmet Efe Biresselioğlu, a.g.e, s.239–240 
29 Mehmet Efe Biresselioğlu, a.g.e, s.239 
30 Mehmet Efe Biresselioğlu, a.g.e, s.240 
31 Mehmet Efe Biresselioğlu, a.g.e, s.240 
32 Zurab Khamashuridze, “Energy Security and NATO: Any Role for The Alliance?”, Connections: The Quarterly Journal, Cilt 2, Sayı 4 2008, s.54, ss. 43–58 
33 Andrew Monaghan, “Energy Security: NATO’s Limited, Complementary Role”, NATO Defense College Research Paper, No 36, 2008, s.2, 
http://www.incipe.org/rp_36en.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 
34 Monaghan, a.g.e., s.3 
35 NATO’s Role in Energy Security, http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_49208.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
36 Sonuç Yönetimi: Terörist saldırı, doğal afet, kaza gibi olağanüstü hal sonrası yönetim manasına gelmektedir. 
Bkz. Scott R.Taylor vd., “Consequence Management in Need of a Timeout”, Joint Force Quarterly, 1999, s.79 ss.78-85, 
37 Monaghan, a.g.e., s.4 
38 Strasbourg / Kehl Summit Declaration, 4 Nisan 2009, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ news_52837.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
39 NATO Public Diplomacy Division, “NATO 2020: Assured Security; Dynamic Engagement-Analysis and 
Recommendations of the Group of Experts on a New Strategic Concept for NATO”, Brusselss, 17 May 2010, 
http://www.nato.int/strategic-concept/expertsreport.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 
40 Çoklu Gelecek Projesi’nde herhangi bir ülke ya da bölgenin tehdit olarak isminin geçmemesine özen gösterilmis; İttifak için tehdit olan/olabilecek ülke ve bölgeler için “gelisime entegre olamamıs ülkeler” ve “otoriter yönetimlerin bulunduğu bölgeler” gibi üstü kapalı ifadeler kullanılmıstır. Bu çerçevede söz konusu belgede “Ortadoğu” ifadesi doğrudan kullanılmamıs olmakla beraber; yukarıda bahsettiğimiz üstü kapalı ifadelerle ve “enerji kaynaklarına sahip, kültürel olarak gelismis ülkelerden farklı” gibi özelliklerle tanımlanan bölgelerden biriyle de Ortadoğu’nun kastedildiği açıktır. 
41 Emre Dseri, A.Oğuz Dilek, “ Yeni Enerji Jeopolitiğinde NATO’nun Enerji Güvenliğinde Tamamlayıcı Rolü ve Türkiye’nin Potansiyel Katkıları ”, Gazi Üniversitesi Akademik Bakıs Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2012, s.237, ss. 229 – 248 
42 Strategic Concept For the Defence and Security of The Members of the North Atlantic Treaty Organisation, 20 Kasım 2010, 
http://www.nato.int/lisbon2010/strategic-concept-2010-eng.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 
43 İseri ve Dilek, a.g.e., s. 238 
44 Michael Rühle, “NATO ve Enerji Güvenliği”, http://www.nato.int/docu/review/2011/Climate-action/Energy_Security/TR/index.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
45 Jamie Shea, “Energy Security: NATO’s Potential Role”, 
www.nato.int/docu/review/2006/issue3/english/special1.html (Erisim 10 Eylül 2014) 
46 Örneğin, İran-Irak savası esnasında Kuveyt’in petrol tankerlerini korumak için Hürmüz Boğazı’na savas gemilerinin konuslandırılması veya tanker bayraklarının bir 
sasırtmaca olarak değistirilmesi türünden tedbirleri içeren Operation Earnest Will, bir NATO operasyonu olmasa dahi, gelecekte yapılacak engelleme operasyonları 
için NATO güçlerine bir örnek teskil etmektedir. Bu tip bir operasyon, kritik enerji altyapılarının korunması için kısa süreliğine seyrüsefer eskortluğu desteği verilmesi biçiminde de yürütülebilir 
47 George Robertson, Farewell Speech to the Council on 17 December 2003 in NATO Headquarter, 
http://www.nato.int/docu/speech/2003/s031217a.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
48 Bağbaslıoğlu, a.g.e, s.94 

KAYNAKÇA 

A More Ambitious and Expanded Framework for the Mediterranean Dialogue, 
http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/docu-meddial.htm (Erisim 9 Eylül 2014) 
Arıboğan, Deniz Ülke ve Bilgin, Mert, “New Energy Order Politics Neopolitics: From Geopolitics to Energeopolitics”, Uluslararası Dliskiler Dergisi, Cilt 5, No 20, 2009, s.119, ss. 109 – 132 
Bağbaslıoğlu, Arif, “Ortaklık Politikası Çerçevesinde Nato’nun Ortadoğu’ya Bakısı”, Akademik Ortadoğu Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 2011, ss. 77 – 95 
BP Statistical Review of World Energy 2011, 
http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/pdf/statistical_review_of_world 
_energy_full_report_2011.pdf , (Erisim 10 Eylül 2014) 
Giroux, Jennifer, “Targeting Energy Infrastructure: Examining the Terrorist Threat in North Africa and its Broader Implications”, Analysis of the Real Instituto Elcano, 
http://www.realinstitutoelcano.org/wps/portal/rielcano_eng/Content?WCM_GLOBAL_CONTEXT=/elcano/elcano_in/zonas_in/international+terrorism/ari25-2009 (Erisim 10 Eylül 2014) 
Goldman, Marshall I., Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford University Press, 2010 
Herd, Graeme P. ve Kight, Daniel, “Future Visions of NATO Partnerships and Cooperation Programs”, Connections The Quarterly Journal, Cilt 6, Sayı 3, 2007, ss. 1–9 
İlhan, Suat, Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın Jeopolitiği, Ankara, Türk Kültürünü 
Arastırma Enstitüsü Yayınları, 134, Seri 8, Sayı 1, 1989 İstanbul Cooperation Initiative, 28 – 29 June 2004, 
http://www.nato.int/docu/comm/2004/06-istanbul/docu-cooperation.htm (Erisim 9 Eylül 2014) 
İşeri, Emre ve Dilek, A.Oğuz, “Yeni Enerji Jeopolitiğinde NATO’nun Enerji 
Güvenliğinde Tamamlayıcı Rolü ve Türkiye’nin Potansiyel Katkıları”, Gazi Üniversitesi Akademik Bakıs Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2012, ss. 229 – 248 
Karagül, Dbrahim, “NATO'nun Genisleme Stratejisi, Dslam ve James Jones'un Sözleri”, http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/eylul/30/ikaragul.html (Erisim 8 Eylül 2014) 
Khamashuridze, Zurab, “Energy Security and NATO: Any Role for The Alliance?”, Connections: The Quarterly Journal, Cilt 2, Sayı 4, 2008, ss. 43–58 
Kriendler, John, “Transforming NATO HQ: The Latest Hurrah”, Swindon, Conflict Studies Research Center Special Series 06/30, July 2006,ss.1-15 
Luft, Gal ve Corin Anne, Energy Security Challenges for the 21th Century, California, Praeger, 2009 
Madrid Declaration of North Atlantic Council, http://www.nato.int/cps/en/SID-A9413620-D36797B1/natolive/official_texts_25460.htm (Erisim 8 Eylül 2014) 
Mediterranean Dialogue Work Programme 2003, http://www.nato.int/med-dial/2003/mdwp-2003.pdf (Erisim 8 Eylül 2014) 
Mehmet Efe Biresselioğlu, “NATO’nun Değisen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası Konumu”, Uluslararası Dliskiler Dergisi, Cilt 9, Sayı 34, 2012, ss. 227–252 
Michael Rühle, “NATO ve Enerji Güvenliği”, 
http://www.nato.int/docu/review/2011/Climate-action/Energy_Security/TR/index.htm, (Erisim 10 Eylül 2014) 
Monaghan, Andrew, “Energy Security: NATO’s Limited, Complementary Role”, NATO Defense College Research Paper, No 36, 2008, 
http://www.incipe.org/rp_36en.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 
NATO Handbook 2006, s.233, www.nato.int/docu/handbook/2006/hb-en-2006.pdf (Erisim 8 Eylül 2014) 
NATO Public Diplomacy Division, “NATO 2020: Assured Security; Dynamic Engagement-Analysis and Recommendations of the Group of Experts on a New Strategic 
Concept for NATO”, Brusselss, 17 May 2010, 
http://www.nato.int/strategic-concept/expertsreport.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 
NATO’s Role in Energy Security, 
http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_49208.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
Operation Active Endeavour, 
http://en.wikipedia.org/wiki/Operation_Active_Endeavour (Erisim 9 Eylül 2014) 
Razoux, Pierre, “What Future for NATO’s Dstanbul Cooperation Dnitiative”, NATO Defence College Research Paper No: 55, 2010, ss.1–12 
Robertson, George, Farewell Speech to the Council on 17 December 2003 in NATO Headquarter, 
http://www.nato.int/docu/speech/2003/s031217a.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
Said, Muhammed Kadry, “NATO’nun Akdeniz Diyaloğu ile ilgili Bir Değerlendirme”, 
http://www.nato.int/docu/review/2004/issue1/turkish/art4.html (Erisim 9 Eylül 2014) 
Santis, Nicola de, “Akdeniz ve Büyük Orta Doğuya Açılmak”, NATO Dergisi, Sonbahar 2004, 
http://www.nato.int/docu/review/2004/issue3/turkish/art4.html (Erisim 9 Eylül 2014) 
Shea, Jamie, “Energy Security: NATO’s Potential Role”, 
http://www.nato.int/docu/re¬view/2006/issue3/english/special1.html (Erisim 10 Eylül 2014) 
Strasbourg / Kehl Summit Declaration, 4 Nisan 2009, 
http://www.nato.int/cps/en/natolive/ news_52837.htm (Erisim 10 Eylül 2014) 
Strategic Concept For the Defence and Security of The Members of the North Atlantic Treaty Organisation, 20 Kasım 2010, 
http://www.nato.int/lisbon2010/strategic-concept-2010-eng.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 
Taylor, Scott R.vd., “Consequence Management in Need of a Timeout”, Joint Force Quarterly, 1999, ss.78-85 
World Energy Outlook 2009, International Energy Agency, s.118, 
http://www.iea.org/textbase/nppdf/ free/2009/WEO2009.pdf (Erisim 10 Eylül 2014) 



***

ENERJİ GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA NATO’NUN ORTADOĞU POLİTİKASI BÖLÜM 2




 ENERJİ GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA NATO’NUN ORTADOĞU  POLİTİKASI BÖLÜM 2


Enerji güvenliği bakımından enerji kaynaklarına sahip ülkeler açısından pek büyük bir sorun olmasa da tüketici durumda bulunan ülkeler için üç temel sorun olustuğu görülmektedir. 

Bunlar; 

1) Kaynak milliyetçiliği: 

Kaynağa sahip devletin giderek ulusal enerji sektöründe daha fazla otoriteye sahip olması ve enerji politikalarını devletçi bir bakıs açısıyla sürdürmesini ifade etmektedir. Bu konuda özellikle Rusya basta olmak üzere İran, Çin ve Venezuella gibi devletler son yıllarda milli çıkarları doğrultusunda enerji oyununun kurallarını değistirmekte ve enerji kaynaklarını bir manivela gibi dıs politika hedeflerini gerçeklestirmekte kullanmaktadır. “Örneğin Rusya, 2000’li yılların basından itibaren bir “enerji süper gücü” biçiminde (yeniden) ortaya çıkarak, bu türden politikaların en ‘bariz’ örneklerini enerji fakiri Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde tatbik etmistir. Moskova lehine olusan bu asimetrik güç dengesi NATO’nun özellikle de Rus enerji kaynaklarına yüksek oranda bağımlı üyelerini endiseye sevk etmektedir.”20 

2) Enerji Terörizmi: 

Petrol ve doğalgaz boru hatları, petrol ve LNG tankerleri, enerji terminalleri, enerji santralleri, demir yolları vb. kritik enerji altyapılarını hedef alan saldırıları ifade etmek için kullanılmaktadır. Dünya genelinde petrolün % 35’i, doğalgazın ise % 75’i giderek uzamakta ve çoğu zaman istikrarsız bölgelerden geçmekte olan -boru hatları tarafından tasınmaktadır. 2003 yılında terör saldırılarının yaklasık % 25’i enerji sektörünü hedef almısken, bu oran 2003–2007 arası dönemde %30-35’lere sıçramıstır.21 Enerji tankerleri ise okyanuslar kat ederek gerek terör gerekse de kazaya yönelik çesitli güvenlik riskleri bulunan Hürmüz, Süveys, Malaga ve Türk Boğazları gibi dar suyollarından (choke points) geçerek bir kıtadan diğerine enerji nakletmek tedirler. Ayrıca Çin ve Hindistan gibi dünya nüfusunun yaklasık yarısını barındıran iki ülkenin de gelismesi göz önüne alındığında önümüzdeki yıllarda petrol ve doğalgazın tasıma hacminde büyük bir artıs beklenmektedir. “Enerji altyapıları terör örgütleri için son derece çekici hedeflerdir. 

Bir boru hattının sadece belli bir kısmına yapılacak basarılı bir sabotaj eylemi, enerji üstyapıları karsılıklı bağımlı sebekeler olduklarından, enerji akısını tamamen kesebilir, enerjiye bağımlı bütün sanayi bransları doğrudan veya direkt olarak zarar görür, dahası bu ülkeye yapılacak yabancı yatırımlar gecikebilir veya toptan iptal edilebilir. Dünya petrol arzının 1/6’sını gerçeklestiren Suudi Arabistan’a karsı El-Kaide’nin giristiği terör eylemleri, diğer örnekler arasında özel bir öneme sahiptir. Bunlardan dünya kamuoyunda en fazla ilgi uyandıranı, dünya petrol arzının yaklasık %10’unu tek basına sağlayan Suudi Arabistan’ın en büyük petrol rafinerisi Abqaiq’e 2006 yılında yapılan ve ‘basarısız’ olmasına rağmen petrolün varil fiyatını 2,5 Amerikan Doları düzeyinde artıran saldırıdır”22 

3) Enerji Korsanlığı: 

Dünya genelinde tüketici ülkelerin enerji güvenliği zafiyetini arttıran teröre paralel bir baska tehdit kaynağı Korsanlık faaliyetleridir. 

“Uluslararası 20 Marshall I. Goldman, Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford University Press, 2010, s.12 

Tasımacılık Ajansı verilerine göre açık denizlerde düsük seyir hızları nedeniyle kolay hedef olan petrol tankerlerine yılda 300’den fazla korsanlık faaliyetinin 
gerçeklestirilmektedir. Korsan saldırılar, küresel enerji arzı üzerinde ancak küçük bir etki olustururken, bu gemilerden birisinin terör saldırısına uğraması, dar geçitlerde batırılması (dar bir kanalı tıkayacağından) ise enerji akısını haftalarca kesintiye uğratma riskine sahiptir.”23 

1.3 NATO Üyesi Devletlerin Enerji İhtiyaçları 

Dünya’da 1990 sonarsında yasanan küresellesme, süreci ile birlikte hızla artan endüstrilesme ve buna paralel olarak hızla artan enerji talebi yasanmıstır. Buna göre 1991 yılında, dünyanın birincil enerji tüketimi 8.156 milyon ton esdeğer petrol (TEP) olurken bu rakam 2010 yılında 12.000 milyona çıkmıstır. Son 20 yılda, küresel enerji tüketimi yaklasık olarak % 47 oranında artmıstır. Buna ek olarak, 2009 ile 2010 arasındaki talep değisimi ise % 5,6 seviyesinde olmuştur. 



Grafik 1: 1991 – 2010 Yılları Arasındaki Dünyadaki Birincil Enerji Tüketimi24 

Enerji talebinde 20 yılda görülen bu yüksek artıs enerji güvenliğinin öneminin tekrar ortaya çıkmasında önemli nedenlerden biri olmustur. Bunun yanında hızla artan enerji fiyatları, Çin ve Hindistan gibi OECD üyesi olmayan ülkelerde artan talep, üretici ülkelerdeki çıkar çatışmaları, örneğin Arap Baharı’ndan etkilenen ülkeler ve Nijerya, hızla artan fosil yakıt kullanımı, çevresel kaygılar ve doğal afetler gibi ulusal ve uluslararası sorunlar da artması da katkı da bulunmuştur.25 



Grafik 2: Enerji Tüketiminde NATO Üyesi Ülkelerin Payı 

Enerji güvenliği perspektifinden bakıldığında NATO İttifak’ını tehdit eden en önemli sorun hızla artan dısa bağımlılık oranlarıdır. Bütün üye ülkeler arasında sadece Norveç, Kanada ve Danimarka (sırasıyla yüzde -563, yüzde -55 ve yüzde -18) dısa bağımlılık oranlarıyla net ihracatçılardır. Estonya, İzlanda, Romanya, Hollanda, Birlesik Krallık, ABD, Çek Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Polonya yüzde 30’un altında dısa bağımlık oranıyla kabul edilebilir sınırlar içerisindedir. 
Almanya, Yunanistan, Türkiye, Belçika, İspanya, Portekiz, İtalya ve Lüksemburg gibi ülkelerin dısa bağımlılığı ise yüksek orandadır.26 

Bunun sonucunda NATO’nun enerjide dısa bağımlılık oranı yüzde 25,5’dir. Ancak, Norveç dısarıda bırakıldığında bu oran yüzde 30’a, buna ek olarak Danimarka ve 
Kanada’yı çıkardığımızda bu oran yüzde 36’ya çıkmaktadır. NATO üyesi 28 ülkenin 21’i Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu düsünüldüğünde, AB’nin enerjide dısa bağımlılığının yüzde 55 ile ABD’nin yüzde 22 oranındaki enerji bağımlılığının üzerinde olduğu belirtilmelidir. Bu oranlar değerlendirildiğinde arz güvenliğinin NATO için ne derecede öncelikli olduğu görülmektedir. 

NATO’nun en fazla enerji tüketen ülkeleri, AB üye ülkelerle ABD’nin olusturduğu 22 ülkelik bir gruptur. Kalan 6 ülkelik grubun içerisinde, Norveç ve Kanada net ihracatçı, Arnavutluk, Hırvatistan ve İzlanda’yı içeren alt grubun toplam paydada küçük bir yeri bulunmakla beraber, sadece Türkiye net ithalatçı ve muazzam bir enerji tüketicisidir. Sonuç olarak, bu çalısma, AB ve ABD’nin petrol ve doğal gaz ithalatını hangi ülkeden yaptıklarına bakılarak NATO’nun hangi ülkelerden enerji ihtiyaçlarını karsıladığını ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. 

AB petrol ihtiyacının yaklasık % 83’ünü ithal etmektedir. AB’nin mevcut halde siyasal ve ekonomik olarak güvenilirliği az olan Rusya, Kuzey Afrika ve Orta Doğu gibi bölgelerdeki petrol rezervlerine erisimi vardır. AB ithal ettiği petrolün % 33’lük oranını yukarıdaki grafikte görüldüğü gibi Rusya’dan gerçekleş tirmektedir. 
Norveç ise güvenilir ve NATO müttefiki bir ortak olarak ikinci sırayı almaktadır. Üretim stratejilerinde tekelci eğilimleri olan OPEC üyesi ülkeler ise AB’nin toplam Petrol ithalatından % 40 oranında pay almaktadır.27 



Grafik 3: Avrupa Birliği’nin Petrol İthalatının Ülkelere Göre Dağılımı 

Bunun yanında günümüzde AB doğal gaz ihtiyacının yaklasık yüzde 66’sını ithal etmektedir. AB mevcut hale bakıldığında erisimi olduğu doğal gaz rezervleri yukarıda bahsedilen petrol rezervleri erisimiyle aynıdır. AB ithal ettiği doğal gazın %35’lik oranını asağıdaki grafikte görüldüğü gibi Rusya’dan ithal etmektedir. Norveç ise petrol ithalatında olduğu gibi güvenilir ve NATO müttefiki bir ortak olarak ikinci sırayı almaktadır. Bunların dısında, Cezayir % 14’lük LNG formatındaki ihracatıyla üçüncü sırayı alırken, bunu Libya %9 ile ve Katar %5 ile takip etmektedir. LNG’nin AB’nin toplam doğal gaz ithalatındaki payının da arttığını not etmeliyiz. 
Bu da AB için denizyolu güvenliğinin öneminin arttığını göstermektedir.28 



Grafik 4: Avrupa Birliği’nin Doğal Gaz İthalatının Ülkelere Göre Dağılımı; 

Diğer taraftan günümüzde NATO’nun en büyük gücü durumunda bulunan ABD petrol ihtiyacının yaklasık %52’sini ithal etmektedir. ABD’nin mevcut halde siyasal ve ekonomik olarak güvenilirliği olan Kanada, Meksika ve güvenilirliği az olan Orta Doğu ve Güney Amerika gibi bölgelerdeki petrol rezervlerine erisimi vardır. ABD ithal ettiği petrolün %21’lik oranını asağıdaki grafikte görüldüğü gibi güvenilir ve NATO müttefiki ortağı olan Kanada’dan almaktadır. Meksika ise ABD petrol ihracatında ikinci sırayı almaktadır. OPEC üyesi ülkelerinden yaptığı ihracat ise yaklasık yüzde 50 oranla tehlike arz etmektedir. ABD’nin petrol arzında karsılastığı sorunlar ve görünüsüne bakıldığında AB üyesi ülkelerle 
aynı olduğu görülmektedir.29 




Grafik 5: ABD’nin Petrol İthalatının Ülkelere Göre Dağılımı; 

Günümüzde ABD doğal gaz ihtiyacının sadece %16’lık kısmını ithal etmektedir. Bu oran AB ile karşılaştırıldığında düşüktür. Kanada ise bu ithalatın yaklasık %88 gibi büyük bir bölümünü aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi tek basına karsılamaktadır. Enerji güvenliği açısından bakıldığında AB’nin aksine ABD’nin doğal gaz ithalatında herhangi bir tehdit oluşmamaktadır.30 



Grafik 6: ABD’nin Doğal Gaz İthalatının Ülkelere Göre Dağılımı 

Yukarıdaki verilere bakıldığında, NATO üyesi ülkelerin petrol ve doğal gaz ithalatında büyük bir çoğunluğunun öncelikle Rusya’ya, daha sonra büyük kısmını Arap üyelerinin olusturduğu OPEC ülkelerine ve Kuzey Afrika’ya yüksek oranda bağımlı olduğu görülmektedir.31 

1.4 NATO’nun Enerji Güvenliği Konseptinden Ortadoğu’ya Yaklasımı ;

NATO’nun kurulusundan itibaren “2006 yılındaki Riga zirvesine kadar, enerji ve enerji güvenliği konusu teskilatın hiç bir bildirisinde veya zirve gündeminde ayrı bir konu baslığı olarak ele alınmadığı için bu konuya yönelik sistematik bir yaklasım gelistirilmediği görülmektedir. NATO için enerji güvenliği, daha çok, dolaylı bir sekilde askeri-lojistik gerekliliklerle ilintili olarak islenmis, İttifak’ın askeri kuvvetlerine yakıtın kesintisiz olarak sağlanması manasına gelmistir.”32 Ancak enerji kaynaklarına yönelik artan terör saldırıları, korsanlık faaliyetleri ile Rusya gibi kaynak ülkelerin bu özelliklerini dıs politika malzemesi olarak kullanmaya baslaması sebebiyle NATO’yu kendi enerji güvenliği paradigması 
konusunda yeniden düşünmeye zorlamıstır. 

3 CÜ BÖLÜ,M İLE DEVAM EDECEKTİR,



***