İhsan BOZKURT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İhsan BOZKURT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Nisan 2020 Pazar

Devlet ve Etnik Terör., BÖLÜM 2

Devlet ve Etnik Terör., BÖLÜM 2



    Birsen Gökçe ise “Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar” isimli eserinde etnik grupların temel özelliklerinin dört ana fikirden kaynaklandığını söylemektedir. Bunlar; 

. Yaşamlarını birlikte sürdürdükleri egemen unsurdan çeşitli özellikleri dolayısıyla ayrıldıkları, farklı oldukları fikrinde olmaları, 
. Dominant gruptan ırk, dil, din,kültür olarak farklı olduklarını iddia etmeleri, 
. Kendilerinin de içinde bulunduğu etnik grubun asil ve köklü bir gruptan geldiğine inanmaları, 
. Yapılanmalarının farklılığıdır.107 

Etnik gruptan farklı olarak, etniklik ise kavram olarak, "ırk gurubu"ndan farklı bir anlam ifade etmekte, belli bir ırk özelliğine dayanabileceği gibi kültürel, dini veya siyasî faktörlerden birine ya da birkaçına da dayanabilmektedir. Etniklik kavramını siyasi etniklik ve kültürel etniklik olarak da ele almak mümkündür. Siyasi etniklik, etnik bir grubun siyasi arenadaki aktivitelerini ve bilincini anlatırken, kültürel etniklik ise, sahip çıkılan ortak kültüre olan bağlılık ile o kültürün pratiklerini ifade eder. Ancak sonuç olarak her ikisinde de ortak olan husus, gruptaki farklı olma bilincinin varlığıdır.108 

Bunların haricinde, konumuz itibariyle, “etniklik”, “etnik grup” kavramları ve bunların “azınlık” kavramı ile ilişkisi üzerinde durmamız gerekmektedir. Bu kapsamda, Aytekin Yılmaz’ın, konu ile ilgili eserinde “etnik grup” kavramı “azınlık” kavramı yerine koyularak incelenmektedir. Yılmaz “etnik” 
kavramını şu şekilde açıklamaktadır: “Aralarında biyolojik olarak bir farklılık bulunmamasına rağmen, insanlar, etnik kökene dayalı olarak kendileriyle diğer insanlar arasında fark görmekte, etnik grup fikri ise, biz ve onlar, grubun içindekiler ve dışındakiler ayrımını içirmekte, en kuvvetli anlamında üyeler için 
kaderlerin ortak bağlılığı ve ortak yazıyı ifade etmektedir. Etnik grup da kişilerin aynı halk olma duygusunu paylaştıkları veya kendilerini özdeşleştirdikleri, geri alınamaz bir bağlılık duydukları ve anlamlı bir tarihi gelenekle ortak kökleri olan insanlar olarak tanımlanmaktadır.” 109 

Geçmişin azınlık terimi, günümüzde etnik grup kavramı ile birlikte ele alınıp farklı değerlendirmelerde kullanılabilmektedir. Bu iki kavram zaman zaman birbirinin yerine geçmekte, azınlık denince etnik grup, etnik grup denince de azınlık kavramı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, etnik farklılaşmanın bir toplum içindeki azınlık ve çoğunluk ayrımıyla yakından ilgili olduğunu söylemek 
yanlış olmayacaktır.110 Sosyoloji ve antropoloji sözlüklerine göre azınlık, “herhangi bir grubun yanında daha az temsil edilen” olarak tanımlanır ve uygulamada ise, azınlık, çoğunlukla bir toplumun yan bölümlerini belirlerken, etniklik hem soy hem de milliyet birliği anlamında kullanılmaktadır.111 

Sonuç olarak, yukarıda bahsedilen kavramlarla ilgili yapılan tüm tanımlar, bize bu iki kavramın (ve onlardan türeyen kavramların) son derece esnek ve grift kavramlar olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla burada da karşımıza devletlerin kendi öznel uygulamaları çıkmakta, devletler kendi ulusal politikalarına göre bünyesinde barındırdıkları unsurların etnik grup ya da azınlık olduğuna karar vermekte ve buna göre politikalarını belirlemektedirler. 

1.11 Etnik Terörün Uluslararası Boyutu 

Etnik terör amaçlarına ulaşabilmek için gerektiğinde diğer devletlere yönelik bazı eylemlerde de bulunabilir 112. Özellikle mücadele ettikleri devlete yardımcı olan yabancı devletlerin bu desteğini kesmeleri için bu ülkelere yönelik eylemlerin sıklıkla yapıldığı görülmektedir. Örneğin çeşitli Filistin gruplarının ABD’li sivil ve resmi kişi ve kuruluşlara yönelik olarak gerçekleştirdikleri eylemlerin en 
önemli nedeni bu ülkenin İsrail’e verdiği destek oluşturmaktadır 113

Bu çerçevede bazen uluslararası sistemde yer alan büyük güçlerin destekleri etnik terörü önlemede hayati olabilir. Etnik çatışmalar ve etnik terör kendilerine yöneldiğinde büyük devletler bu gruplara karşı mücadele veren ülkelere yardım 
edeceklerdir 114. 

Terör örgütlerinin uluslararası hedefleri seçmelerinin bazı önemli ve pratik sonuçları bulunmaktadır. İlk ve en önemli olarak bu tür eylemler ile terör örgütleri kendilerini kolaylıkla duyurmaktadırlar. İkincisi, hedef aldıkları ülkenin cevap vermesi daha da kolaylaşmaktadır. Kendi vatandaşlarına yönelen saldırılara sessiz kalan bir devlet ülkesi içinde yabancılara bir saldırı olduğunda 
ise genellikle hemen harekete geçmekte ve terör örgütlerinin istedikleri şiddet yollarına başvurmaktadırlar. Terör gruplarının istediği de zaten budur 115. Örneğin Bileşmiş Milletler ve diğer bazı uluslararası örgütlerin mensuplarına karşı yürütülen terör eylemlerinin asıl amacı bu yolla kendilerini bütün dünyaya duyurmaktır. Aynı şekilde bu tür eylemlerin gerçekleştiği ülke prestijini korumak için terörist eylemlere karşı hemen harekete geçmektedir. Fakat yabancılara yönelik olarak yapılan terör eylemlerinin bazen de ters teptiği, terör örgütüne karşı uluslararası işbirliğini hızlandırdığı da unutulmamalıdır. 

Bazen de terör grupları dış destek bulabilmekte ve bu yolla eylemlerini daha kolay bir şekilde sürdürebilmektedirler. Bu çerçevede diplomatik kanallar silah sağlayabilmekte ve hayati istihbarat bilgileri ulaştırılabilmektedir. Bu destek bazen de yabancı bir ülkede verilen eğitim ve barınma imkânları şeklinde olabilmektedir. PKK’nın Suriye tarafından desteklenmesi, Lübnan ve Yunanistan gibi ülkeler ile olan ilişkileri bu tür dış desteğin en belirgin şeklini oluşturmaktadır 116. 

Dış güçler etnik çatışmaları uluslararası sistemde ve başka ülkelerin iç yapıları üzerindeki nüfuzlarını arttırmanın bir aracı olarak kullanmakta ve etnik terör gruplarını desteklemektedirler. Bu çerçevede büyük güçlerin etnik çatışmalar üzerindeki etkileri çok büyük olabilmektedir 117. Soğuk Savaş döneminde ise terörizm rakip güçler tarafından birbirlerinin istikrarlarını bozmak için sıkça başvurulan bir yöntem olmuştur 118. 

Örneğin Suriye Fırat su kaynağından daha fazla yaralanmak, GAP projesini engellemek ve Hatay’ı geri almak düşüncesini gerçekleştirebilmek için PKK’yı desteklemekte ve bu yolla Türkiye’nin istikrarını bozmak istemektedir 119.  

Etnik terör ise böyle bir amaç için oldukça elverişli bir terör türü özelliği göstermektedir. Çünkü dünyanın pek çok bölgesinde bağımsızlık peşinde koşan etnik grupların olması ve bu grupların da yardıma muhtaç bulunmaları başka devletlerin içişlerine karışmak isteyen ülkelerin bu grupları kullanmasını kolaylaştırmaktadır. 

1.12 Etnik Terör /Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşı 

Dilbilim bakımından İspanyolca kökenli olan “Gerilla” (Guerilla) sözcüğünün yine Napolyon’un ordularına karşı savaşan İspanyollarca askeri literatüre kazandırıldığı bilinmektedir 120. Gerilla Savaşı tarih boyunca, taarruz halindeki büyük bir kuvvete karşı küçük, hareketli ve düzensiz kuvvetlerin; sistematik 
vur–kaç eylemleri yapmak suretiyle uyguladıkları, taktik ve stratejik savunmayı amaçlayan askeri ya da paramiliter etkinlik olmuştur. Gayri Nizami Harp ile Gerilla Savaşı birbirleri ile ilintili ancak farklı kavramları ifade etmektedir. Gerilla Savaşı yöntem olarak Gayri Nizami Harbin unsurlarından birisidir. 

Daha büyük ve genel bir kavram olan Gayri Nizami Harp, Gerilla Savaşı da dahil olmak üzere; istihbarat faaliyetlerini, sabotajları, örtülü operasyonları, kaçırma/kurtarma faaliyetlerini, yıkıcı faaliyetleri, terörizmi, kontr–terörizmi, enformasyon savaşını, kitle imha silahlarının üretim ve satışını engellemeye 
yönelik faaliyetleri içeren, konvansiyonel olmayan askeri ve paramiliter savaş türüdür. Gayri Nizami Harp; daha dar çerçeveli ele alındığı Amerikan ve daha geniş kapsam kazandığı İngiliz yaklaşımlarında, Düşük Yoğunluklu Çatışma kullanımı ile akademik bir ifade kazanmaktadır. Özdağ, Düşük Yoğunluklu 
Çatışmanın (DYÇ) karmaşık bir olgu olduğunu belirtirken, bu konuda en basit tanımın belki de en isabetlisi olacağını vurgulamakta ve Orta Yoğunluklu Çatışma (OYÇ) ya da Yüksek Yoğunluklu Çatışma (YYÇ) olarak tasnif edilemeyecek çatışmanın bir Düşük Yoğunluklu Çatışma (DYÇ) olduğunu belirtmektedir 121. Dolayısıyla Gerilla ve Gerilla Savaşı bu bütünün unsurlarından birisidir. Greene’ye göre 1960 sonrası on yıllık dönem Gerilla Savaşının gelişme evresidir ve bu tarihlerden itibaren Gerilla Savaşı “askeri bir yetim muamelesi” görmekten çıkmıştır 122. 

 Soğuk Savaş dönemine kadar gerilla yöntemlerine başvuranın genellikle savaşın zayıf tarafı olduğuna dikkat çeken Hart, bu tarihsel olagelişin ünlü savaş teorisyenlerinin görüşlerini de etkilediğini belirtmekte ve Clausewitz’in Gerilla Savaşını; “halkın silahlandırılması” olarak tanımlamasını “savunma yöntemi” algılamasına örnek göstermektedir 123. Bununla birlikte Gerilla Savaşı, Kıbrıs’ta EOKA’nın ya da Bosna’da Sırp paramiliter kuvvetlerinin yaptıkları; proaktif nitelikler taşıyan ve stratejik taarruz hedefleri olan faaliyetler olarak değerlendirilebilir. Her iki olayda da gerilla faaliyetleri, yöntemsel olarak, 
taarruz amaçları ile kullanılabilmişlerdir. Bu mücadele tipinin taarruz amacı ile kullanılmasının ardında yatan faktörler; Gerilla Savaşının halk desteği unsuru, yine bu silahlı mücadele türünün sağladığı; baskın, şok, dehşet ve hedefte yaratılabilecek bütünsel korku potansiyeli şeklinde değerlendirilebilir. Zira şok ve dehşet yaratan baskın faktörü taarruzun doğasında bulunmaktadır. Özellikle etnik temizlik yapmak isteyen grupların hedef toplumda panik ve yılgınlık yaratmak, paramiliter kuvvetler kullanarak çeşitli bağlayıcı askeri protokol ve hukuki düzenlemelerin “arkasından dolaşmak”, etnik temizliği geniş bir 
coğrafyaya yaymak, yerel halkı mücadeleye etkin bir şekilde dahil etmek gibi amaçlar ile Gerilla Savaşını yöntemsel olarak tercih ettikleri söylenebilir. 

Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşının salt askeri konular değil Uluslararası İlişkiler açısından da büyük önem taşıdığı değerlendirilmektedir. Uluslararası İlişkiler kuramcısı Morton Kaplan, uluslararası davranış örneklerinin askeri, ekonomik, teknolojik ve demografik unsurlara bağlı olduğunu öne sürmüştür 124. Bugün dünyanın geldiği nokta itibariyle, Düşük Yoğunluklu Çatışmaların uluslararası sistemde Etnik Temizlik, Terörizm, Vekaleten Savaş ve Asimetrik Tehdit gibi alanlarda çok önemli belirleyenler olduğu düşünülmektedir. Dolayısıyla DYÇ ve gerilla hareketlerinin uluslararası sistem içinde salt askeri değil demografik bir mahiyet taşıyan ve ekonomik sonuçları haiz faktörler olduğu ve bu nitelikleri ile davranış modellerini etkiledikleri söylenebilir. 

Düşük Yoğunluklu Çatışmanın ana unsuru olan gerilla stratejisinin her an ciddi bir teyakkuz durumunda bulunmayı, üstün bir hareket ve yer değiştirme anlayışını ve baskınlara karşı dayanma kabiliyetini gerektirdiği bilinmektedir. Pratiğe bakıldığında çatışmanın asimetrik unsurunun temel hareketinin, sürekli yer değiştirme ve gizlenme şeklinde iki sütun üzerine oturduğu görülmektedir. Bu nedenle gerilla faaliyetlerinin en önemli dayanak noktalarından birisi arazi ve iklim şartlarının maksimum verimlilik ile kullanılabilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır 125. Nitekim terörist Şemdin Sakık, PKK bünyesinde gerçekleştirdiği eylemlerde, gündüzleri gizlenme ve geceleri sürekli yer değiştirme şeklinde hareket ettiklerini ifade etmektedir. 

Düşük Yoğunluklu Çatışmada hedefe yönelik saldırıların hızı, sıklığı ve temposu büyük önem arz etmekte ve mücadelenin genel karakteristiğini ortaya koymaktadır. Hart, bu temponun saldırıların hızının giderek artması şartı ile sınırlı olabileceğini belirtmiştir. Bununla birlikte sınırlı bir derinlikte ancak çok hızlı bir tempoda icra edilecek seçenekleri de dışlamamaktadır 126. Buradan anlaşılabileceği gibi hız, Düşük Yoğunluklu Çatışmaların en önemli unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir. 

Hız olgusunun DYÇ kapsamında birliklere gerek savunma gerekse taarruz hallerinde büyük avantajlar sağladığı söylenebilir. Savunma açısından bakıldığında hızlı hareket etmenin, sürekli yer değiştirme prensibi ile birleştiğinde; birliklerin takip ve tespitini güçleştirdiği değerlendirilmektedir. 

Takip ve tespitin güçleşmesi ise gerilla için bir yaşam alanı yaratmakta ve zaten sınırlı nicelikte olan personelin hayati risklerini mümkün olan ölçülerde minimize etmektedir. Hız olgusunun taarruz hallerinde sağladığı avantajların başında ise çatışmanın doğasından kaynaklanan vur–kaç eylemlerinin geldiği belirtilebilir. 

Bu eylemlerin, verdirdikleri zayiatın ötesinde, yarattıkları panik ve dehşet havası ile zaman ve mekan boyutundaki belirsizliklerinden kaynaklanan avantajları dolayısıyla etkili olduklarını söylemek mümkündür. Ayrıca Hart, Gerilla Savaşında meydana gelebilecek hareketsizlik ve ara verme durumlarının, hem düşmana hedef bölgeyi daha sıkı kontrol etme imkanı vermesi, hem de yerel halkın gerilla hareketine olan desteğinin azalmasına yol açabilmesi dolayısıyla çok sakıncalı olduğunu ortaya koymaktadır 127. 

Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Gerilla Savaşını özgün kıldığı düşünülen bir diğer husus, ilginç sıklet merkezi prensibidir. Askeri literatürde ağırlık merkezi, (sıklet merkezi) fiziksel ve psikolojik gücün merkezi olarak tanımlanmakta ve muharebe içinde bu merkezin değişebileceği belirtilmektedir 128. Ağırlık merkezinin değişimi Düşük Yoğunluklu Çatışmalarda, konvansiyonel savaşlara göre çok daha hızlı olmaktadır. Hız ve yer değiştirme hususunda ortaya koyulan görüşlerden çıkarılabilecek sonuç; taarruz durumlarında toplanma, müteakip olarak etkin bir savunma faaliyeti olarak dağılma yöntemlerinin izlenmesinin gerilla birlikleri açısından büyük önem arz ettiğidir. Bu toplanma ve dağılma silsilesi Akıcı Kuvvet İlkesi olarak adlandırılmaktadır. Akıcı Kuvvet İlkesi, (ya da akıcı sıklet merkezi) sadece Gerilla Savaşı icra eden unsurlarda değil, gerillaya karşı koyan ordularda da sıklet merkezi prensiplerini değiştirmiştir ve Düşük Yoğunluklu Çatışmaların omurgasını oluşturmaktadır 129. 

Bu prensip değişikliğinin Türk Silahlı Kuvvetleri de dahil olmak üzere terörle mücadele eden ordu ve birliklerde de çok benzer şekilde ortaya çıktığı belirtilebilir. Çünkü düzensiz, hareketli ve hızlı birlikler karşısında 
savaşan konvansiyonel orduların alacakları klasik savunma tedbirlerinin; yetersiz kalmanın ötesinde, pasif ve durağan yapıları ile önemli sakıncalar doğurduğunu gözlemlemek mümkündür 130. Akıcı Kuvvet İlkesi kapsamında harekat icra edebilmenin en önemli koşullarından biri, etkin bir istihbarat ağına sahip 
olabilmektir. Bu ağ sayesinde düşmanın nerede olduğu erken haber alınabilecek ve gerek savunma tedbirleri gerekse taarruz daha etkin uygulanabilecektir. Düşük Yoğunluklu Çatışmalar çok önemli ölçülerde bilgi savaşını da içermektedir. Başka bir anlatımla, DYÇ’nın gerek hız ve tempo nitelikleri, gerekse akışkan kuvvet prensibi nedeniyle bir istihbarat savaşı niteliği taşıdığı değerlendirilmekte dir. Bu tip mücadele kapsamında istihbarat iki temel boyutta ele alınabilir.Bunlar stratejik ve taktik boyutlardır. 

Stratejik boyutun, stratejik istihbaratın prensiplerine uygun olarak; plan ve prensipler, doktrin ve yüksek strateji çerçevesinde; uzun vadeli mücadelenin ana hatlarını çizen, istihbaratın çeşitli kademelerinde görev alan personelin dikkat ve riayet edeceği genel hususları belirleyen ve temel istihbarat vizyonunu oluşturan çalışmaları kapsadığı söylenebilir 131. Bu boyutta ele alınan konular, genel ve uzun erimlidir. DYÇ kapsamında uygulanacak stratejik istihbaratın temel işlevi, gerilla hareketinin ya da asimetrik tehdit ile mücadelenin uzun erimli hedeflerine uygun olarak operasyonel sınırların çizilmesi şeklinde değerlendirilebilir. Bu aşamada istihbarat faaliyetlerinin yoğunlaşacağı bölgeler ve hangi prensiplerle ne tip çalışmaların yapılacağının tespiti ile bu çalışmaların niteliğinin kurgulanması beklenmelidir. Anılan evrede istihbarat faaliyetinin entelektüel yapısının ön plana çıktığı değerlendirilebilir. Zira istihbaratın, özellikle stratejik boyutta entelektüel bir etkinlik olduğunu söylemek mümkündür. Doğru kaynakların belirlenmesi, istihbarat toplayıcılarının yönlendirilmesi ve gelen 
bilgilerin analizinin ancak yüksek bir zihinsel pratik ile analitik kabiliyetin ürünü olabileceği düşünülmektedir. İsrail istihbarat servisi MOSSAD hakkında en detaylı eserlerden birini vermiş olan Thomas da, istihbarat faaliyetini aynı doğrultuda değerlendirmek suretiyle; ulusal güvenliğin ilk şartının “bilgi” olduğunu söylemektedir 132 . PKK örneğine geri dönüldüğünde Ersever, istihbaratın DYÇ kapsamındaki önemini doğular şekilde; PKK ile mücadelede en büyük zaaflardan birinin bu alanda yaşandığını ve bu zaafın önemli kayıplara neden olduğunu ifade etmektedir 133. 

DYÇ ve bu kapsamda Gerilla Savaşının genel yapısı ve niteliği ile ilgili bir başka konu da stratejik hedefleri ve fonksiyonlarıdır. Greene’nin çalışmasında Gerilla Savaşının üç temel işlevinden söz edilmektedir. Bu işlevler aşağıda görüldüğü şekilde sıralanmaktadır 134: 

• Ülkeyi istila etmeye çalışan veya fiili olarak istila etmiş büyük ve güçlü bir düşmana karşı sınırlı kuvvetlerle karşı koymak, 
• Siyasi iktidarı ele geçirmek amacına yönelik silahlı bir isyan hareketi yürütmek, 
• Yabancı hareketlere maşalık etmek (Vekaleten Savaş). 

Gerilla Savaşının taarruzun bir parçası olarak kullanıldığı bir diğer savaş türü ise Greene’nin bir işlev olarak nitelediği Vekaleten Savaştır. Kavramsal olarak, bir(kaç) devletin örgütlediği bir veya daha çok paramiliter kuvvet ya da terör örgütünün başka bir(kaç) devlete yönelik; örgütleyici devlet(ler) adına 
ve o devlet(ler)in kontrolünde ve desteği ile yürüttüğü; bozguncu–yıkıcı faaliyetler, istihbarat operasyonları, suikastlar, sabotajlar, terör eylemleri gibi unsurları da içeren sistematik silahlı faaliyetler Vekaleten Savaş olarak adlandırılabilir. Saldırgan devlet ya da devletlerin Vekaleten Savaş yöntemini 
genellikle saldırıya maruz kalan devlet ile doğrudan ve orta ya da yüksek yoğunluklu bir çatışmaya girmek istemedikleri durumlarda kullandığı değerlendirilmektedir. Vekaleten Savaşlar saldırıya maruz kalan devletin topraklarında icra edilebileceği gibi, hedef devletin kendi toprakları dışında kalan unsurlarına ya da ulusal çıkar alanlarına karşı da gerçekleştirilebilir. 

PKK’nın Türkiye’ye karşı yürüttüğü terörist faaliyetlerin bir Vekaleten Savaş niteliği taşıdığı ortadadır. Nitekim Terörist Şemdin Sakık, PKK’nın “bir parça Avrupa, bir parça ABD ve bir parça da Ortadoğu istihbarat örgütlerinin malı” haline geldiğini belirtmekte; örgütün kısa sürede çok farklı yönelimler içine girebilmesini de bu odakların güç çatışmasına bağlamaktadır 135 . Sakık, örgüte katılımında Erivan Radyosu’nun yaptığı propaganda nitelikli Kürtçe yayınların da etkili olduğunu ifade etmektedir . Ersever de PKK’nın bir Vekaleten Savaş unsuru olarak kullanıldığını doğrulamakta ve Saddam Hüseyin dönemi Irak’ı da PKK’yı kullananlar listesine eklemektedir 136. PKK ile mücadelede 
görev yapmış olan Albay Sarızeybek, İran’ın topraklarında PKK kampları bulunduğunu ve bu durumun Tahran’ın bilgisi ve iradesi dâhilinde olduğunu kesin bir dil ile vurgulamaktadır 137. Geçmiş döneme bakıldığında, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki sosyo–politik yapının, Vekaleten Savaş unsuru 
olarak kullanılmasının ciddi bir tarihsel arka planı olduğu görülecektir. Dönemin başbakanı İsmet İnönü, Atatürk’ün isteği üzerine hazırladığı ve 21 Ağustos 1935 tarihinde tamamladığı “Kürt Raporunda” Fransa’nın bölgedeki unsurları Türkiye aleyhine kullanma potansiyelinden açıkça söz etmekte, etnik ayrılıkçı eğilimlerin boyutlarının ne kadar ciddi olduğunu ifade etmektedir 138. 

PKK’nın Türkiye’ye karşı bir Vekâleten Savaş unsuru olarak görülmesinde Suriye, Ermenistan ve Yunanistan’ın temel amaçlarının, Türkiye’den toprak taleplerinin gerçekleştirilmesi hususunda terör örgütünün yaratacağı avantajların kullanılması; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “gerekçesinin”, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki varlığından tehdit algılaması; İran’ın motivasyonunun ise Ortadoğu’da başat güç olmak hedefiyle Türkiye’nin ayrılıkçılık gibi bir güvenlik sorunu ile yıpratılması ve Tahran’ın Türkiye’nin laik rejiminden duyduğu kaygılar olduğu değerlendirilmektedir. PKK’ya Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden, kısmen Rusya Federasyonu ve öncesinde SSCB’den gelen destek de düşünüldüğünde, 
terör örgütünün çok geniş bir “Politik Araziye” sahip olduğu görülecektir. Literatüre Cezayir Direnişi ile giren Politik Arazi kavramı, paramiliter organizasyonun siyasi etkisinin hissedildiği yurtiçi ve yurtdışı alanı tanımlamaktadır 139. 

   Bu alan, söz konusu unsurun dış destek aradığı ve göreli bulabildiği, resmen 
yasadışı ilan edilmediği, resmi ya da gayri resmi olarak çeşitli hükümetler, bürokratlar, istihbarat servisleri ile irtibat kurabildiği, halk arasında uyandırdığı sempatiyle siyasi karar vericiler üzerinde politik baskı tesis edebildiği bölge olarak tanımlanabilir. 

DİPNOTLAR;

85 Gottlıeb, Gidon, ‘Nations Without States’, Foreign Affairs, C. 73, no. 3, 1994,s. 100-113 
86 Baharçiçek, Abdulkadir, ‘Etnik Terör ve Etnik Terörle Mücadele Sorunu’, Fırat Üniversitesi Sosyal 
     Bilimler Dergisi Cilt: 10 Sayı : 1, s.11-27, Elazığ-2000 
87 Kalaycı, Hüseyin. ‘Avrupa Birliği ve Mikro-Milliyetçilik’ Stratejik Analiz – ASAM, Ankara,2006 
88 Kalaycı, Hüseyin ,a.g.y 
89 İnat, Kemal (Ed.) ve Diğerleri, ‘Dünya Çatışma Bölgeleri’, İstanbul, Nobel Yayıncılık,2007 
90 Tişkov, V. A ve E. İ. Filippova, ‘Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar’ ,Ankara, ASAM Yayınları, 2000, s.38-40 
91 Volkan, Vamık D. ‘Kanbağı Etnik Gururdan Etnik Teröre’, İstanbul, Bağlam Yayıncılık,1999 
92 Önder, Ali Tayyar. ‘Türkiye’nin Etnik Yapısı’ (7. Baskı), Ankara, Fark Yayınları, 2006.s.1-2 
93 Volkan, Vamık D, a.g.e, s.32 
94 Çevik, Abdülkadir ve Ceyhun Birsen, Politik Psikoloji Serisi 1: ‘Psikopolitik Yönden Kimlik Gelişimi 
    ve Etnik Terörizm’, Ankara, Politik Psikoloji Merkezi – Medikomat Basım Yayın,1995.s.14 
95 Çitlioğlu, Ercan. “Terörizmin Yeni Konsepti” Stratejik Analiz – ASAM, Ankara, 2007 
96 Volkan, Vamık D. a.g.e, s.30-31 
97 Volkan, Vamık D. a.g.e, s.183 
98 Çevik ve Ceyhun, a.g.e, s.11 
99 Günay, Tuncer, ‘Şemdin Sakık Anlatıyor’, İstanbul, Doğan Kitap, 2007 
100 Özdağ , Ümit,a.g.e,2007,s.22 
101 Türkdoğan, Orhan, ‘Etnik Sosyoloji (Türk Etnik Sosyolojisi)’, Timaş Yayınları, İstanbul, 1999 
102 Türkdoğan, a.g.e., s.62. 
103 Türkdoğan, a.g.e., s.63. 
104 Türkdoğan, a.g.e, s.64 
105 Gökçe Birsen, ‘Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar’, Savaş Yayınevi, Ankara, 2004, s.247 
106 Türkdoğan, a.g.e, s.114-115 
107 Gökçe, a.g.e, s.255 
108 Türkdoğan, a.g.e, s.104 
109 Yılmaz, Aytekin, ‘Etnik Ayrımcılık, Türkiye, İngiltere, Fransa, İspanya’, Ankara, 1994, s.20 
110 Türkdoğan, a.g.e, s.105 
111 Türkdoğan, Orhan, ‘Milli Kimliğin Yükselişi: Niçin Milletleşme’, Alfa Yayınları, İstanbul,1999, s.16 
112 Jones, Walter S, ‘The Logic of International Relations’, Seventh Edition, Harper Collins, 1991,New York. 
113 Byman, Daniel,’The Logic of Ethnic Terrorism’, Studies in Conflict and Terrorism, c. 21, no. 2, s. 163 
114 Evans, Ernest, (1996), ‘The Clinton Administration and Peacemaking in Civil Conflicts’, World Affairs, c. 159, no. 1, s. 24-28 
115 Byman, Daniel,a.g.e, s. 163 
116 Kocaoğlu, Mehmet, ‘Suriye ve PKK’, Avrasya Dosyası, c. 2, no. 3, 1995 s. 81-104 
117 Joseph, Joseph, ‘Theorizing About Ethnopolitics and International Politics: Some Conclusions from Cyprus’, Innovation: 
      The European Journal of Social Sciences, c. 10, no. 1, 1997,s. 69-85 
118 Başeren, Sertaç, ‘Terörizm: Kavramsal Bir Değerlendirme ve Mücadele’, Avrasya Dosyası, c. 1, no. 4, 1995 s. 163-174 
119 Yurtsever, Cezmi, ‘PKK ve Terör Silahı’, Avrasya Dosyası, c. 2, no. 3,1995 s. 117-130 
120 Hart, B. H. Liddell. ‘Strateji Dolaylı Tutum’, (Çev. Selma KOÇAK), İstanbul, Doruk Yayıncılık, 2003.s.500 
121 Özdağ, Ümit, Kişisel İnternet Sitesi. 7 Şubat 2008
122 Greene, T. N. ‘Guerilla and How to Fight Him’, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1965.s.35 
123 Hart, B. H. Liddell, a.g.e,s.500-505 
124 Köni, Hasan, ‘Genel Sistem Kuramı ve Uluslararası Siyasetteki Yeri’, Ankara, AsamYay., 2001.s.25 
125 Greene, T. N ,a.g.e, s.6-7 
126 Hart, B. H. Liddell,a.g.e,s.503 
127 Hart, B. H. Liddell,a.g.e,s.504 
128 Eslen, Nejat, ‘Küresel Hamleler Anahtar Stratejiler’, Ankara, Tek Ağaç Yayıncılık, 2005.s.122-123 
129 Hart, B. H. Liddell,a.g.e,s.505 
130 Pamukoğlu, Osman, ‘Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok’, İstanbul, İnkılap Kitabevi,2004.s.36 
131 Todd, Paul ve Bloch, Jonathan, ‘Küresel İstihbarat’, (Çev. Enver GÜNSEL), İstanbul,Truva Yayınları, 2006. 
132 Eslen, Nejat, ‘Küresel Hamleler Anahtar Stratejiler’, Ankara, Tek Ağaç Yayıncılık, 2005.s.463 
133 Ersever, A. Cem, ‘Üçgendeki Tezgah’, İstanbul, Milenyum Yayınları, 2007. 
134 Greene, T. N,a.g.e,s.36 
135 Günay, Tuncer,a.g.e,s.172 
136 Ersever, A. Cem, ‘Üçgendeki Tezgah’, İstanbul, Milenyum Yayınları, 2007,s.113 
137 Sarızeybek, Erdal, ‘İhaneti Gördüm’, İstanbul, Pozitif Yayınları, 2007,s.158 
138 Öztürk, Saygı, ‘İsmet Paşa’nın Kürt Raporu’, İstanbul, Doğan Kitap, 2007 
139 Greene, T. N, a.g.e,s.37 


***

Devlet ve Etnik Terör., BÖLÜM 1

Devlet ve Etnik Terör., BÖLÜM 1

İhsan BOZKURT 
Yrd.Doç.Dr.Ali Galip ALÇITEPE 
MANİSA 2013

Etnik temele dayalı sorunların ortaya çıkmasında önemli bir faktör olan devletlerin ortaya çıkış şeklinin açıklığa kavuşturulması günümüzde görülen etnik terörün hem nedenini anlamada ve hem de nasıl önlenebileceği konusunda ipuçları sağlayacaktır. Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler örgütüne üye 
yaklaşık 200 devlet bulunmaktadır. Oysa daha yüzyıl öncesine bakıldığında dünyadaki devlet sayısının aslında bugünkü ile mukayese edildiğinde oldukça az sayıda olduğu ve bugün devlet denilen siyasal yapıların büyük ölçüde son yüzyılda, hatta son elli yılda ortaya çıktıkları görülecektir. 

Bu çok sayıdaki yeni devletin ortaya çıkış şekli ile günümüzde yaşanan etnik temele dayalı sorunlar arasında önemli bir ilişkinin var olduğunu söylemek mümkündür. Bu devletlerin ise büyük ölçüde iki şekilde ortaya çıktıkları görülmektedir. İlk olarak imparatorlukların dağılmaları sonucu çok sayıda yeni devlet ortaya çıkmıştır. Özellikle güçlü devletlerin bazı imparatorluklar dağılırken etnik temele dayalı yeni, küçük ve aynı zamanda zayıf devletlerin yaratılmasını kendi çıkarlarına uygun gördükleri için çaba harcadıkları ve teşvik ettikleri görülmüş ve bunun sonucu olarak pek çok yeni devlet ortaya çıkmıştır. 85 

İkinci olarak 20. yüzyılda pek çok sömürge bölgesi bağımsızlığını kazanarak yeni bir devlet kimliği kazanmıştır. Her iki şekilde de yeni ortaya çıkan devletlerin pek çoğunun bir devlet geçmişlerinin bulunmayışı belirgin özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Sömürgeci devletler dünyayı kolonileştirirken etnik sınırlara göre değil kendi aralarındaki güç dağılımına göre dünyayı paylaşmışlardır. 

Bu bölgeler bağımsızlıklarını elde ettiklerinde ise sömürgeci güçler tarafından çizilen sınırlar esas alınarak bağımsızlık mücadelesi vermişlerdir. Başarılı olduklarında bir devlete sahip olmakla birlikte hemen hemen hiçbirinde siyasal istikrarı sağlayacak bir sosyal yapı bulunmadığından pek çok sorun da ortaya 
çıkmaya başlamıştır. Bu sorunların en önemlilerinden biri de etnik sorunlar olmuştur. Etnik sorunlar ise beraberinde etnik terör denilen farklı bir terör çeşidini yaratmakta gecikmemiştir.86 

Türkiye’yi tehdit eden bölücü–ayrılıkçı tehdidin anlaşılabilmesi için; etnikliğin, etnik kimliğin, etnik ayrılıkçılığın ve etnik ayrılıkçı terörün doğasını kavramak büyük önem taşımaktadır. Etnik ayrılıkçılığın temelde mikro–milliyetçi talepler ile ortaya çıktığı bilinmektedir. Kimi zaman “etnik” ya da “mikro–milliyetçi” sözcükleri anlamsal olarak “sevimsiz” bulunduğundan bu talepler; “federal istekler”, “çok kültürlülük”, “demokratik açılım” gibi konseptler içerisinde dile getirilmektedir. Bu talepler karşısında kimi entelektüeller, anılan isteklerin karşılanmasının ayrılıkçı süreci frenleyeceğini ve bölücü tavrı yumuşatacağını düşünmektedir. Oysa İspanya’daki Bask ya da Kanada’daki Quebec örnekleri kimi zaman “taleplerin karşılanmasının, bastırılması ile aynı sonuçları doğurabildiğini” ortaya koymaktadır 87

Bu iki örnekte her türlü dilsel ve kültürel hakkın sağlanmasına hatta otonomiye (Bask örneği) rağmen ayrılıkçılığın önlenemediği gözlemlenmektedir. Zira ayrılıkçılık; temelde adaletsizlikten ya da demokrasi ile ilgili konulardan değil ulusal kimlik ve aidiyet algısından kaynaklanmaktadır 88 . İspanya’da Bask 
Toplumu’nun tarihsel geçmişi, farklı dili, etnik kökeni, yaşadığı coğrafyanın Madrid’in etkisinden uzak ve dağlık olmasından ötürü İspanyol kimliğine entegre olamadığı bir gerçektir. 
Günümüzde Bask Toplumu, İspanya’daki dört Bask bölgesinden üçünde, bir kısmını Madrid’e göndermek şartıyla vergi toplamak, otonom parlamento gibi kazanımlarına rağmen ayrılıkçı eğilimler gösterebilmektedir. Ayrıca Bask Bölgesinin belirli şehirleri, ekonomik açıdan İspanya’nın diğer bölgelerinden geri kalmamakta, hatta göç almaktadır. Bununla birlikte terör örgütü ETA’nın faaliyetlerini sürdürdüğü bilinmektedir 89 

Yukarıda sözü edilen durum açısından ayrılıkçı terörün “etnik doğasının” çatışma potansiyeli bakımından temel belirleyenlerden biri olduğu düşünülmektedir. 

Zira etnik sorunlar var oldukça, bu zeminde terör eylemlerinin sıklıkla gerçekleşebildiği  gözlemlenmektedir 90. Bu nedenle etnikliğin özel olarak incelenmesinde yarar görülmektedir. Bu kavramsal inceleme için; politik psikoloji teorik ve analitik alt yapı olarak kullanılacaktır. 

“Etnik” sözcüğünün kökeni Yunancadır ve ethnos’ tan gelmektedir. Ethnos’ un kelime anlamı ise topluluk, insanlar ya da kabiledir. Etnik grup veya “modern anlamda ethnos” nedir, sorusuna yanıt arayan Antropolog De Vos, kendi disiplinine uygun bir tanım kullanarak; aynı geleneklere sahip ve bu 
gelenekleri başka topluluklar ile paylaşmayan insanları bir “etnik grup” olarak kabul etmektedir. Bu gelenekler manzumesi çok geniş bir yelpazeye yayılmış olup; dini inanışları, dili, ortak bir ataya sahip olmayı, köklere ait coğrafi bir yeri; hatta mitolojik anlamda bir başlangıcı dahi içerebilmektedir 91. 

A. Tayyar Önder, etniklik kavramının tanım bakımından esnekliğine dikkat çekmekte ve etnik grupları; benimsedikleri dil, din ve kültür bakımından diğer gruplardan belirgin bir biçimde ayrılan gruplar olarak nitelendirmektedir. Ayrıca etnik grubun oluşumu açısından dil, din ve kültürel farklılıkların aynı anda bulunmayışını da bir eksiklik olarak kabul etmeyen Önder, savını desteklemek amacıyla ortak dile ve ırksal kökene rağmen etnik kutuplaşmanın ve etnik terörün mezhep temelinde yaşandığı Kuzey İrlanda’yı örnek göstermekte dir 92. Önder’in etniklik tanımında önemli olan hususun belirginlik olduğu düşünülmekte dir.  Bu yaklaşıma göre, bir grubun farklılığının açıkça bulunması ve tespit edilebilmesinin esas alındığı değerlendirilmektedir. 

Genel olarak sosyo–kültürel ve dilsel temelde tanımlanan etniklik–etnik grup olgularının, literatürde çoğunlukla sübjektif ölçütler çerçevesinde ele alındığını söylemek mümkündür. Irkçılık akımlarının dünya siyasi tarihinde, özellikle İkinci Dünya Savaşı esnasında ve hemen öncesinde yarattığı yıkımın ve saldırgan ırkçılığın günümüzde devam eden etkilerinin araştırmacıların tanımlarını 
netleştirmelerini zorlaştırdığı bir gerçektir. Bununla birlikte ırksal faktörleri ön planda tutan objektif tanımlar da yok değildir. Objektif ve sübjektif etniklik tanımlamalarının geçerliliklerinin göreli olduğu ve bahsedilen görelilik faktörünün yüksek bir coğrafi değişkenlikten kaynaklandığı söylenebilir. Yani bir 
bölgede aynı dili konuşan ancak farklı ırklara mensup iki ya da daha çok etnik grup bulunabilirken, kimi zaman da ırksal köken bakımından aynı ancak farklı öğeler ile ayrılan gruplar mevcuttur. Volkan, bu duruma Eski Yugoslavya’yı örnek göstermektedir. Burada yakın geçmişte yaşanmış olan etnik çatışmanın 
tarafları; Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklardır. Dikkat çekicidir ki; yakın geçmişte çok kanlı çatışmaların tarafları olmuş bu üç grup da Güney Slav Gen Havuzuna mensuptur 93. 

Çevik’in etniklik kavramına daha çok tarihsel bakış açısı ile yaklaştığı gözlemlenmektedir. 
Çevik, etnikliğin biyolojik ya da morfolojik olarak belirlenemeyeceğini öne sürmekte ve bu kavramın doğrudan toplumun tarihsel gelişimi ve sembolleri ile ilgili olduğu değerlendirmesini yapmaktadır. Bu görüşe göre, etnik kimliğin şekillenmesi tarihsel süreçte toplumun başından geçen olaylar ve bu olaylara 
ilişkin algılar ile ilgilidir. Kökleri ilkel dönemlere kadar dayanan bu sürecin temelinde, “biz” ve “onlar” ayrımının bulunduğu önemle vurgulanmaktadır 94. 

Değerlendirmek gerekirse, etniklik kavramının bir toplumda diğer(ler)ine kıyasla geniş ve derin farklılıklar bütünü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Burada kullanılan geniş ifadesi, toplumun çok büyük bir çoğunluğuna homojen olarak yayılmış ve büyük çoğunluğunca benimsenmiş anlamına gelmektedir. Derin ifadesi ise uzun bir geçmişi olan ve kökleşmiş anlamında kullanılmıştır. Kökleşmiş ve yaygın farklılıkları olan etnik grubun, kendi kimliğini içinde bulunduğu daha büyük grubun ya da komşu olduğu diğer etnik grubun/grupların kimliklerinden net bir biçimde ayırması ve farklı olduğunu bütünsel olarak bilmesi de çok önemli bir ölçüt olarak nitelendirilebilir. 

Etniklik nasıl olup da kendi içinde çok şiddetli bir çatışma potansiyeli barındıra bilmiştir? En nihayetinde etnik farklılıklar; grubun kendisini “biz” ve başka grupları “onlar/ötekiler” şeklinde tanımlamasına neden olmakta ise ötekilere duyulan kin ve düşmanlığın sebepleri neler olabilir? Bu durum, Önder’in ifade ettiği etniklik anlayışı çerçevesinde kültürel değerlerden mi; yoksa Çevik’in 
yaklaşımına daha uygun düşecek şekilde tarihsel arka planın yarattığı toplumsal bir ruh halinden mi kaynaklanmaktadır? Bu sorulara isabetli yanıtlar verilebilmesi, etnik ayrılıkçı terörün dinamiklerinin analiz edilebilmesi bakımından önem taşımaktadır. Çünkü sadece farklı olmanın, top yekûn ve sistematik bir şiddete neden olabileceğine inanmak güçtür. Söz konusu farklılıkların, tarih boyunca yaratılan “öteki” algısı ile birlikte değerlendirilmesi daha aydınlatıcı olabilir. Zira, “öteki”ne ilişkin algılar tarihsel süreç içinde oluşmaktadır. Dolayısıyla sorunun salt farklı olmaktan değil, farklı olana atfedilen toplumsal algıdan da kaynaklanabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Farklı olanın hangi nitelemeler, sıfatlar ve tarihsel algılar ile etiketlendiği, grubun “ötekine” ne şekilde bakabileceğini belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Ötekine atfedilen olumsuz tarihsel ön yargıların çok büyük trajedilere neden olabildiği ise doğruluğu sınanmış bir gerçektir. Dolayısıyla sorunun karmaşık bir yapısı olduğu düşünülmektedir. 

Çitlioğlu da benzer bir yaklaşımla, etnik teröristleri “kana susamış vahşi canavarlardan” ibaret görmenin; açıklama kapasitesi bakımından yetersiz olacağına dikkat çekmektedir. Klasik tanımlamaların terörün gelişmiş ve karmaşık yapısını açıklamak hususunda yeterli olmadığı görülmektedir. Başka bir anlatımla terörist eylem; istihbari ve lojistik hazırlık, stratejik planlama, taktik alan gibi yaratıcı bir aklın yıkıcılığına muhtaç iken, teröristleri şizoid–şizopital, vahşi, kana susamış kişiler gibi görmek sorunun tanımlanmasına yardımcı olmamaktadır. Çitlioğlu’na göre terörün temel amacı, hedef toplumu bütünsel bir kabule yönlendirmek, itaat edici ruh haline sokabilmek ve ardından da terör grubunun siyasi amaçlarını dayatabilmektir. Bu alt yapıya sahip terör olgusu, kavramsal açıdan yarı–askeri bir faaliyet olarak tanımlanabilir 95. 

Volkan, etnik terörizm de dahil olmak üzere etnik şiddetin, çatışmanın tarafı olmayanlarca dehşetle izlenen, şaşkınlıkla “bu nasıl olabildi” şeklinde tepki verilebilen bir olgu olduğunu belirtirken; çatışmanın dışında kalanların bu tavırlarının nedeni olarak rasyonaliteye ilişkin ön kabulleri gerekçe  göstermekte dir. Bu ön kabuller genel olarak insan hareketlerinin rasyonel gerekçelere dayandığını öngörmektedir. Etnik Çatışmanın tarafı olmayan ve dışarıdan izleyenlere göre insanları hayvanlardan ayıran en temel özellik rasyonel karar alma süreçleri ve aldıkları kararların akla uygunluğudur. Esasen bu bir tespit kadar bir temenninin de ifadesi gibi görünmektedir. Bahsi geçen sistematik şiddeti yaşamayan birey ve toplumlar için irrasyonelliğin toplumsal ve politik kurumlarca gösterilebileceği, çoğu zaman bir zihinsel egzersizin dahi konusu olamayacak kadar uzak bir ihtimaldir 96 . 

Volkan’a göre Etnik Terörizm, terörist liderlerin kendi büyük grup kimliklerine aşırı derecede bağlanarak onu yaygın bir şekilde genişletme çabasıdır. Etnik teröristler, gelişmiş politik durumlar altında grup için özerklik ya da devlet olma gibi durumları amaçlayarak kendi hareketlerini, baskın bir etnik grup 
ya da başka büyük bir grubu işgalci, engelleyici, kolonileştirici ya da dış güç olarak nitelendirerek yasallaştırma yoluna giderler 97. Etnik terörizmin temel nedenleri arasında toplumsal hayal kırıklıklarının çok büyük yer tuttuğu söylenebilir 98. Volkan’ın tespitlerine paralellik gösterecek şekilde Şemdin Sakık, kendisinin terör örgütüne katılımında, çocukluk ve gençlik döneminde büyüklerinden duyduğu Kürt İsyanları’nın başarısızlığına ilişkin hikayelerin etkili olduğunu belirtmekte, terör örgütü içinde; büyük grup kimliği ile “kurtarıcı” rolü çerçevesinde yoğun bir özdeşim yapıldığını ifade etmektedir 99. 

Kategorik olarak etnik ayrılıkçı terör hareketi olan PKK; teknik anlamda Düşük Yoğunluklu Çatışma kapsamında ele alınabilecek asimetrik bir tehdittir. Askeri açıdan çatışmanın doğasını kavrayabilmenin; çatışmanın sınıflandırılabilmesi, incelenmesi, yaşanan sürecin analiz edilebilmesi ve yakın gelecekteki muhtemel gelişmelerin önceden tahmin edilebilmesi açısından büyük önem taşıdığı 
değerlendirilmektedir 100

1.10 Etnik Grup ve Etnik Kimlik Kavramları 

Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan devlet düzenlerinde, bütünüyle birbirine benzer özelliklerde insanlardan meydana gelmiş bir toplumdan söz etmek mümkün değildir. Her sosyal yapı değişik şekillerdeki sosyal tabakalardan ve onu meydana getiren birbirinden farklı özelliklere sahip alt gruplardan meydana gelmektedir. Bütün sosyal gruplarda, ortak bir kültür, ortak bir geçmiş ve ortak toplumsal değerlerin varlığından söz edilebilir ancak, sosyal bütünlüğü sağlayan ve bütüne yayılmış bu temel özelliklerden uzaklaştıkça etnik ayrılıkların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Etnisite ve etnik kimlik kavramları sosyolojik ve tarihsel açıdan incelendiğinde, insanoğlunun var oluş tarihi kadar eski olan 
kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanoğlunun bireysel veya küçük aile organizasyonları içinde yaşamını sürdürdüğü ilkel çağlardan, klan, site, oba, aşiret gibi grupsal birlikteliği ifade eden toplumsal yaşantıya geçişi ile birlikte bu topluluklar içinde grup bilinci oluşmaya başlamıştır. İnsanoğlu ilk dönemlerde korunma, beslenme ve yardımlaşma amacıyla gruplaşmaya giderken, zamanla bu gruplaşmalarda büyüme ve gelişmeler kaydedilmiştir. 

Tarihin devam eden akışı içerisinde bu küçük ve orta ölçekli gruplaşmalar yerini daha büyük sosyal organizasyonlar olan feodal yapılara ve kavimlere bırakmıştır.101 Toplum olgusunun gelişmesi ve toplumların, bir diğerinden farklı fakat kendi içerisinde aynılık gösteren kültürel özelliklerini yaratması ve 
süreç içerisinde aynı geçmişi ve tarihsel birlikteliği paylaşmaları ırk anlayışını geliştirmiştir. Bu dönem, tarihi süreç içerisinde ilk çağ dönemine tekabül etmektedir.102 

Etniklik/etnik grup gibi kavramlar, Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik akımının etkisiyle türetilen ve kullanılan kavramlar olmuştur. Bu dönemden itibaren başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada milliyetçilik ve millet olma anlayışı hızla yayılmış, bu durumdan da en çok bünyesinde değişik ırk ve 
dinden toplumları barındıran devletler etkilenmiştir. Batı dünyası 19. yy.da ulus olgusuyla tanışıp, bu kavrama yeni bir tanım, yeni bir içerik kazandırırken, aynı anda bu tanıma uymayan ya da aynı kavram içinde ele almak istemedikleri toplum ve topluluklara etnik grup adını vermişlerdir.103 

Etnik grup, bireyin doğup, büyüyüp, var olduğu toplumdaki mevcut egemen gruba ait kültürel unsurlardan farklı olarak, ayrı ve değişik bir kültürel , ortak kimlik olan milli kimliğe bağlılık azaldıkça başka kimlik arayışları artmakta ve etniklik kavramı ön plana çıkmaktadır. 

Eğer toplum içi bütünleşme  sağlanamadıysa ve etnik gruplar arasında mesafe mevcut ise o toplumda etnik farklılıkların bir sosyal tabakalaşma yaratacağından söz etmek mümkündür. Etnik grup, sosyal yapı içindeki egemen gruptan 
farklı bir ortak geçmişe sahip olma bilincinden ortaya çıkan kimliğin yarattığı bir sosyal grup türüdür. Etnik grupların kendilerine ait kültürel, geleneksel, örfi ve ahlaki değer sistemleri vardır. Bunların yanında ayrıca, kendi inanç ve değer yargılarına sahiptirler.104 

Etnik grup bilinci, kültürel ve geleneksel değerlere daha katı daha fazla sahiplenici bir yapı ortaya koymaktadır. Bu gruplarda “farklılığın farkındalığı ” normal gruplara göre çok daha fazla gelişmiştir. Farklılık bilinci, gerçek bir farklılığa dayanabildiği gibi, yapay olarak da üretilebilir.105 Bu konuda ülkemizde etnik bir grup olarak yaratılmaya çalışılan Kürt kökenli vatandaşları örnek olarak vermek mümkündür. Bu kapsamda, çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde yaşayan bu vatandaşların ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan diğer vatandaşlarla, aynı dini ve kültürel değerlere sahip olmalarına, aynı geçmişi paylaşmış olmalarına rağmen, çoğunluğu Türkçe kelimelerden oluşan karma bir dil gerekçe gösterilerek yapay bir toplumsal bölünme yaratılmaya çalışılmaktadır. 

Etnik grup kavramının bilimsel çerçevede farklı tanımlamaları vardır. Buna göre; T. Parsons etnik grubu, “Ortaklaşa bir soydan veya aynı gruptan geldiklerini kabul eden akrabalık gruplarının bir araya toplanması”, Gren, “Dil, sadakat, mizaç ve kendine özgü hayat tarzını bir dereceye kadar koruyan yabancı bir gruptur” şeklinde tanımlamıştır. Bu anlamda etnik bilinç, belirli bir gruba duyulan kültürel ve ırki bir sempatidir. Ptirim Sorokin ise “Aynı dili konuşan ve aynı kültür değerlerine ortak olan fertler milliyet veya etnik grubu teşkil eder” şeklinde tanımlamıştır.106 


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Terörizmin Unsurları., BÖLÜM 2


Terörizmin Unsurları., BÖLÜM 2



Terörist grupların tamamı aynı şekilde hareket etmez ve aynı tarzda saldırılarda bulunmazlar ancak tüm terörist gruplar “devrim” ve “kurtuluş” yolunda engel teşkil eden ne var ise onun feda edilmesi tüm örgütlerin ortak noktalarıdır. Nükleer silahların kullanımında bazı engeller de bulunmaktadır. 

Bu engellerden en önemlisi silahların sıkı bir devlet kontrolü altında tutulması, güvenlik güçlerinin sorumluluklarında olması ve kullanımları aşamasında bazı özel güvenlik şifrelerine ihtiyaç duyulmasıdır. 
Ancak terörist örgütler bu engeller karşısında farklı tepkiler vermekte, nükleer silahlara sahip olmaktansa parçalara sahip olarak, silahlarını kendileri yapma yoluna gitmekte, nükleer silah sanayinden eksiklerini tamamlamaya çalışmaktadırlar 67. 

Terörizm, zayıfın kullandığı bir silah olarak görüldüğü takdirde, nükleer silahların da bu oyunun bir parçası olması çok doğaldır; nükleer silahlar kitleleri imha etmek için son derece uygun bir araç olarak kabul edilmektedir. Terörizmin yalnızca kitle imha amacını değil, aynı zamanda korku verme, tedirginlik 
yaratma gibi amaçlarını da önlemek için yapılan uluslararası antlaşmalar herhangi bir yarar sağlamamış, örgütlerin faaliyetleri devam etmiştir. 

 Terörün Sebepleri., 

Terörün sebeplerini tek bir başlık halinde açıklamak mümkün değildir, konunun anlaşılması açısından sebeplere maddeler halinde değinilecektir. 

Sosyal Sebepler., 

Bilindiği gibi toplumun çekirdeği, temel taşı ailedir. Bireyi topluma ailesi kazandırır. Davranışın referans çerçevesini oluşturan aile hiçbir toplumda vazgeçilmeyen ve korunmak zorunda olan toplumsal bir kurumdur.68 Daha sonra arkadaş çevresi ve okulu ferdin karakterini ve psikolojik yapısını etkilemeye ve şekillendirmeye başlar. Terör örgütü üyeleri de toplumun bir ferdidir. Dolayısıyla yukarıda bahsedilen unsurlar onun hayata tümüyle kötümser bakan, kinle dolu ve psikolojik dengesi bozuk olan bir insan olmasına katkıda bulunur.69 

Bir insan tek başına terörist olamaz. Mutlaka bir grubun veya örgütün içinde bulunması gerekir. 
Belirli bir siyasi ve psikolojik eğitimden geçirilmelidir. Burada çevre faktörü ön plana çıkar. Bireyin siyasi düşüncesinin oluşmasında çevrenin çok büyük bir etkisi vardır. Eğer toplumun içinde de siyasi, dinsel, etnik ve kültürel hizipleşmeler varsa terörün oluşması kaçınılmazdır. Kişiler bir grubun siyasi 
ideolojisini kabullenir ve bu ideolojiye göre yetiştirilir. Çoğu terörist saldırılar, şimdiki seküler gruplar ya da bireylerden çok, etnik ya da dini ilhamlı gruplar tarafından yapılıyor. Bu çatışmalar etnik, dini ve kültürel grupların kimlikleriyle bağlantılı çatışmalar olarak görülmektedir.70 

Ekonomik Sebepler., 

Ağır ekonomik koşullar altında yetişen bir insan, bu durumu istismar edilerek çok rahat kullanılabilir. Terör örgütleri de bu durumda olan insanlardan en iyi şekilde yararlanmaya çalışırlar. 
Özellikle genç yaştaki kişiler çeşitli vaatler verilerek terör örgütünün tuzağına düşürülmektedir. Ekonomik sıkıntılardan dolayı eğitim almamış cahil insanlar da istismar edilmeye çok müsaittirler. Bu şekilde kendine ve topluma yabancılaşan bu insanlar, ilk öğrendikleri ideolojiye kendilerini adapte etmeye çalışırlar. Zorluklarla büyümüş, her türlü sıkıntıyı çekmiş, hayattan hiçbir beklentisi kalmamış insanların, intikam hissiyle topluma savaş açması kaçınılmazdır.71 

Siyasal Sebepler., 

Öncelikle belirtilmelidir ki, terörizmin oluşması için mutlaka bir ideolojinin olması gerekir.72 
Terör örgütlerinin ideolojileri hem teröristleri örgüte daha da yakınlaştırır, hem de motivasyonlarını sağlar. Siyasal unsurlar terör örgütleri için en temel öğelerdir. Terör örgütleri eylemlerini siyasal amaçları doğrultusunda gerçekleştirirler. Eğer bir ülke iyi yönetilmiyorsa, iktidar iyi kullanılmıyor veya otorite boşluğu varsa, bu ülkede terörün olması kaçınılmazdır.73 Çünkü terör siyasetle beslenir. Kendi ideolojisini ön plana çıkarmak için karşı ideolojinin zayıf yönlerini arar. Güçlü devletler, kendilerine rakip olabilecek, jeopolitik öneme sahip ülkeleri zayıflatmak amacıyla çeşitli stratejiler geliştirirler. 

Bu stratejilerden yaygın olanı da terör örgütlerini kullanmalarıdır. 

Psikolojik Sebepler., 

Terörizmle başa çıkabilmek için öncelikle insanların neden terör örgütlerine katıldıklarının cevabını bulmak gerekir. Bu cevabı ararken bu insanların duygu ve düşüncelerini, nasıl bir kişilik yapısına sahip olduklarını tespit etmek önem arz etmektedir.74 Bu durum insan psikolojisiyle direkt olarak ilişkilidir. Saldırganlık eğilimi olan insanları terör örgütlerine çekmek ve onları eylemlerde kullanmak son derece basit bir iştir. Çünkü ruhsal bozukluğu olan bu insanlar, kendi egolarını tatmin etmek için terörü kullanırlar. Yani insanın bir ideolojiye hizmet etmek uğruna terörü bir araç olarak kullanması, onun psikolojik durumu ile ilgilidir.75 Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden adli psikiyatrist Dr. Harold 
J.Bursztajn, insanı yıkıcı ve vahşete tutkun hale getiren özelliğin bireysel psikolojiden ziyade terör örgütlerinin yapı ve isleyişlerinde aranması gerektiğinde ısrar eder. Bursztajn, terör gruplarının otoriteryen bir liderliğe ve hiyerarşik bir yapıya sahip olduğunu; bu yapı içine katılan herkesin bir biçimde duygu, düşünce ve davranışlarında benzerlik ve uygunluk göstermeye zorlandıklarını söylüyor. 
Ona göre, “terörist denilen kimseler de başlangıçta sıradan öfke dolu insanlar; onları vahşetin askerleri haline getiren şeyse ortak kültleri. Bu kült sayesinde kendi amaçlarına, liderlerine ve kendilerine tapınılacak düzeyde anlam atfediyorlar; dünyevi hazlardan vazgeçiyor, hakikatin istisnai bir bilgisine 
eriştikleri inancına kapılıyorlar. Hatta aralarından bazıları, eylemlerinin sonucunda cennete gideceklerine inanacak kadar telkine yatkın ve manipülasyona açık hale gelebiliyorlar. Böyle bir zihinsel isleyiş başlayınca onlar için haz kaynağı, küçümsedikleri ve hiç yerine koydukları diğer insanları aşağılama ve acıya tabi tutmak oluyor. İnançlarını paylaşmayan herkese karşı tahammülsüz hale geliyorlar”.76 

 Terörist eylemlere katılan ve sürdüren bir bireysel psikolojide, yeteri kadar öfke ve adanmayı sağlayacak bir koşullar yumağıyla birlikte şu üç özellikten birinin mutlaka bulunması gerekir. Bunlardan birincisi, belli düzeyde tehlikeye atılma ve risk alma potansiyeline, ikincisi ise yine başkalarını düşünmeme, acımasızlık ve vicdansızlık düzeyine sahip olmaktır. Ölümü ve öldürmeyi böylesine basit bir 
şey haline getiren üçüncü özellik ise, kendisinin bir biçimde böyle bir eylemi yapmaya layık olduğu fikridir. Tüm bu özellikler, kolayca “gözü peklik, korkusuzluk, yiğitlik, fedakârlık” olarak ideolojik dile çevrilmesi mümkün olan nitelikler taşır.77 

Bir terör örgütünün içine çekilmek istenen bireyi, öncelikle kendi kişiliğinin değersiz olduğuna ve hizmet edeceği ideolojinin büyüklüğüne inandırmak gerekir. Daha sonra düşmanı tanıması sağlanır. Bu düşmanı yok ettiği takdirde bütün kötülüklerin yok olacağı düşüncesi hâkim kılınmaktadır. 

Son olarak, yapacağı eylemlerle bir kahraman olacağı ve insanların gözünde yükseleceği fikri benimsetildiğinde, artık bu bireyin terörist olmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır.78 

Terörün Amaçları., 

Genellikle bütün terör örgütlerinin öncelikli amaçları propaganda yaparak davalarının varlığını ortaya çıkarmaktır. Nihai amacı ise terör eylemlerini kitle hareketine dönüştürerek, devlete karşı bir isyan oluşturmaktır.79 

Sosyo-Kültürel Amaçları., 

Toplumlarda farklı kültürel altyapı ve dünya görüşüne sahip grupların karşı karşıya getirilmek suretiyle çatıştırılmaya çalışılmaları, dolayısıyla toplumun birlik ve bütünlüğünü, düzenini bozma terörün dikkati çeken amaçları arasındadır.80 Etnik yapının istismarı, zaman içinde teröre kaynak teşkil 
etmektedir. Yapay veya doğal, oluşan etnik yapı teröre kaynak teşkil ettiğinde bu unsura karşı, toplumda zamanla oluşmaya başlayan tepkiler, yavaş yavaş dışa vurulmaktadır. Terör eylemleri sonucu açığa çıkan toplumsal duyarlılık, toplumun, terörün kaynağını teşkil eden unsura karşı ayrım gözetmeksizin, bilinçsiz bir şekilde tepki duyması sonucunu doğurmaktadır. 

Böylece muhtemel bir iç çatışmanın ilk sinyalleri de verilmeye başlanmış olmaktadır. Terör örgütleri kamuoyunu etkilemek için propaganda faaliyetlerine çok önem verirler. Bu faaliyetlerde kitle iletişim araçları etkin olarak kullanılmaya çalışılır. Örgütsel işlevlerini gündeme getirip halkın duygularını istismar etme amacını güderler. Örneğin; bazı terör örgütü mensuplarının öldürülen teröristlerin cenazelerine sahip çıkması, onları bir kahramanmış gibi göstermeleri en sık başvurulan istismar yöntemlerindendir. 

Ekonomik Amaçları.,

Özellikle ekonomik olarak zayıf olan ülkeler için terör çok büyük bir tehlikedir. Ülkenin kalkınabilmesi için planlanan faaliyetlere harcanması gereken paraların terörle mücadele için kullanılması ekonomiye büyük zararlar vermektedir. 

Terör örgütlerinin saldırı stratejileri arasında ekonomik hedeflerin bulunması, dolayısıyla ülkeyi zarara uğratması en önemli amaçlarındandır. Bu sayede, ekonomik olarak zayıflayan devlete halk büyük bir tepki gösterecek ve ülke kargaşa ortamına sürüklenecek, terör örgütü de bu ortamdan azami derecede istifade edecektir. 

Siyasal Amaçları., 

Terörün esas amacı, hedef alınan rejimi, sistemi, şiddet yoluyla yıkarak, yerine kendi ideolojileri doğrultusunda yeni bir yönetim tesis etmek olarak belirtilebilir. Terör örgütlerinin eylemlerinin birinci aşamadaki temel amaçları, halkın gözünde siyasal iktidarı yıpratmak ve giderek, devletin manevi otoritesinin zayıflamasını sağlamaktır. Böylece devletin başındaki yöneticilerin yeteneksiz olduğu 
gösterilmeye çalışılacak, terör örgütünün alternatifi kamuoyuna sunulacaktır. Başka devletlere göre stratejik önemi olduğu değerlendirilen ülkeleri zayıflatmak amacıyla terörü bir araç olarak kullanan söz konusu devletler, bu ülkeleri terör ortamına çekmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla terör, bir ülkenin diğer 
bir ülkeye zarar vermesi için bir “siyasi mücadele aracı” 81 olarak da kullanılmaktadır. 

Psikolojik Amaçları., 

Terör örgütlerinin hedef gözetmeksizin şiddet eylemlerinde bulunması toplumun genel huzur ve refahını zedelemekte, bir korku ağı oluşturmaktadır. Böylece toplumun devlete olan güveni sarsılmaktadır. Amacı zaten devletin halkın önündeki otoritesini zayıflatmak olan terör örgütleri, korku, şiddet ve tedhiş yöntemlerini kullanarak halkı baskı altına almaktadır. Baskı altında olan toplumun gözünde devletin güvenilirliği giderek azalır. Sürekli terör baskısı altında ezilen halk, terör örgütlerine çeşitli tepkiler vermektedir. Bu tepkiler bazen çok sert olmakta, bazen de tepkisizliği doğurmaktadır. 

Böyle bir ortamda ne yapacağını tam olarak kestiremeyen halk, çok farklı tepkiler verebildiğinden ülke bir kargaşaya doğru sürüklenebilmekte dir. Terör örgütleri için yaptıkları eylemlerin cinsi veya çeşidi önemli değildir. Onlar için önemli olan unsur, hareketin sonucunda oluşan olaylar, karışıklıklar ve devlet ile halkın gösterdiği tepkidir. Bu durumda terör kendi davası doğrultusunda sesini 
duyurmuş olur. Unutulmamalıdır ki, terör eylemlerinde önemli olan husus, eylemlerin büyüklüğü değil, yarattığı veya yaratacağı etkinin büyüklüğüdür. 

Tarihte İlk Terör Hareketleri ve Terörizmin Gelişimi., 

Terörizm 20. yüzyıla özgü, tarihsel anlamda yeni bir olgu olarak kabul edilmemelidir. İlk örneklerinin incelenmesi halinde M.S. 66–73 tarihleri arasında faaliyette bulunan “Sicarii” Örgütüne kadar uzanılabilecek olan bir terör tarihçesi yazmanın mümkün olduğu da bilinmektedir. Bağnaz bir Yahudi fraksiyonu olan ve bugünkü İsrail topraklarında faaliyet gösteren örgüt, Roma yönetimine karşı 
mücadele etmiş ve kurbanlarını esas olarak ılımlı Yahudiler arasından seçmiştir. Hububat depolarına ve su kanallarına saldırılar da düzenleyen örgüt üyelerinin, “sica” denilen bir silahı kullanmalarından ötürü kendilerine “Sicarii” adı verilmiştir. XI. yüzyıl, Hasan Sabbah’ın liderliğindeki “Haşhaşiler” adı verilen 
grubun eylemleriyle sarsılmıştır. Dinsel motivasyona sahip olan bu grubun üyeleri, haşhaş alışkanlıkları ve uyuşturucu alarak eylem yapmalarıyla ün salmışlardır. İsmailliye Mezhebi’nin bir kolu olan ve İran’da faaliyet gösteren bu grubun özellikle siyasette önemli kişilere suikastlar düzenleme stratejisini 
kullandıkları bilinmektedir. İngilizce ve Fransızcadaki “assasin” kelimesi de bu örgütün adından türemiş ve son derece disiplinli ve sistematik bir gruptan oluşan örgüt, bugünkü dinsel nitelikli terörist örgütlenmelere de ilkel bir model teşkil etmiştir.82 

Modern dönemin terörizm literatürü ise 1793–1794 yılları arasında yaşanan Jakobenler dönemi ile yeni bir veçhe edinmiş ve “terör” kelimesi bu dönemle birlikte, siyasal amaçlı şiddeti tarif eden bir terim olarak Uluslararası terminolojiye girmiştir. Fransa’da terörün egemenliğinin ilan edildiği 5 Eylül 
gününden sonra yaklaşık 300 bin kişi tutuklanmış, 17 bin kişi idam edilmiştir.83 XIX. yüzyıl süresince terörizm literatürü açısından en önemli grup ise Rusya’daki Narodnaya Volya hareketi olmuştur. Sosyal değişmeyi gerçekleştirebilmek adına aydınların köylüye ulaşması gerekliliğine inanan ve bu amaçla 1870’lerde köylere akın eden bu genç aydınlar grubu giderek daha da radikalleşmiştir. 1871’de 
II.Alexander’ın öldürülmesinin sorumluluğunu taşıyan örgüt üyeleri, bu olaydan sonra ülke dışına kaçmak zorunda kalmışlardır. 

Siyasal amaçlı şiddetin tarihinin çok eski dönemlere kadar uzandığını kabul etsek, pek çoklarına göre terörizmin farklı bir olgu olarak ayırt edilebilmesi için, bir modern devlet arka planının bulunması gerekmektedir. Bunun nedeni ise ancak modern devlet oluşumunda ulusal güvenliğin ve sivil düzenin korunması yükümlülüğünün devlete verilmesidir. Modern devlet öncesi siyasal amaçlı mücadelelerin kavimler arası mücadeleler, taht kavgaları, feodal yapının yansımaları çerçevelerinde değerlendirilmesi ve doğal kabul edilmesi, bunun yanı sıra toplumsal güvenlik olgusunun, “insan hayatının değerli olduğu 
fikrinin” ve bunların korunmasında devletin sorumluluğunun bulunduğu düşüncesinin yerleşmemiş olması dolayısıyla, o dönemdeki siyasal şiddet hareketlerinin terörizmin bugünkü tanımlamaları ışığında açıklanamayacağı görülmektedir. Zira terörizmin, onu, adi suçlardan ve küçük çaplı savaş olarak 
adlandırılan çatışmalardan ayırt edilebilmesi, ancak her insanın siyasal ve sosyal birtakım hakları olduğunun, bunların devlet ve hukuk tarafından korunması gerekliliğinin kabul edilerek, siyasal mücadelede kullanılabilecek araçların sınırlandırılması ve dolayısıyla “haklı savaş” doktrinlerinin geçerliliğini yitirmesi gibi birtakım çağdaş değerlerin benimsenmesi ile söz konusu olmuştur. 

 Bu şekilde modern devlet anlayışının getirdiği sınırlamaların dışında kalan siyasal mücadele biçimleri, bir anlamda “terörizm” olarak kabul edilmiş ve hem devlete hem de insanlığa karşı girişilen bir suç olarak nitelendirilmiştir. Ancak her şeye rağmen bu suçun siyasal nitelikli olması dolayısıyla nesnel bir içeriğe sokulamaması ve modern devlet anlayışının ayrılmaz bir parçası olan insan hakları olgusu ile zaman zaman çatışmaya düşmesi, “terörizmin” net olarak kavramsallaştırılmasına olanak vermemektedir. 

Bu nedenle terörizmin insan hakları bağlamında ele alınması, iki ucu keskin kılıç olarak algılanmalıdır. 

Bir tarafta terörizme maruz kalanların hakları, diğer yanda ise terörist olarak adlandırılan ve kimi zaman teröristler kadar sempatizanları, ilgili ya da ilgisiz masum kişileri de kapsayan karşı tarafın hakları. Bu hakların hangisinin daha öncelikli olarak ele alınacağının ise, bugünkü modern devlet anlayışında 
belirlenememiş olması dolayısıyla, terörizmin ve terörizmle mücadele amaçlı eylem ve felsefelerin toplumsal kurumlar üzerindeki etkilerini tarif etmek mümkün olamamaktadır. Bu nedenle modern devletin ortaya çıkışından bu yana devlet yöneticileri tarafından benimsenen genel eğilim, terörün bir felsefe ve eylem olarak nedenleri ya da etki ve sonuçlarını tanımlamaktansa, onun devletin ve egemen otoritenin varlığının sürdürülmesi için bir tehdit olarak değerlendirilmesi ve onunla silahlı mücadele yönteminin seçilmiş olmasıdır.84 

Terörist grupların, siyasal amaçlarının genellikle var olan kurulu düzeni yıkmak ve değiştirmek yönünde şekillenmesine karşın devletlerin politikaları, yapılan eylemlerin düzene karşı değil, topluma karşı girişildiğinin vurgulanması ve teröristin hedeflediğinin aksine, eylemin amacının değil, kurbanının ön plana çıkarılmasıdır. Zira terörizm, iki farklı aşamada faaliyet göstermekte ve bir yandan kurulu düzene karşı bir siyasal felsefe olarak gelişirken, diğer yandan da stratejik ve taktik bir aksiyon biçimi olarak gündeme gelmektedir. Teröristin stratejisi, kullanılan taktiğin, girişilen eylemlerin, kurbanların masum olup olmadığına bakılmaksızın belirli bir etkiyi yaratacak biçimde planlanması ve ortaya çıkan toplumsal reaksiyonun ise kendi savundukları felsefeyi doğrular bir nitelikte olmasının sağlanmasıdır. 

Devlet politikaları açısındansa bunun engellenmesi ve eylem ile amacın mümkün olduğunca ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde terörizmin ana ilkelerinden birisi olan hedef ve kurbanın farklılaştırılması bilinçli olarak ortadan kaldırılmaya çalışılmakta ve kurban ön plana çıkarılarak teröristin eylemi, tıpkı bir okun atılmasından sonra hedef tahtasının yerinin değiştirilmesi gibi farklı bir hedefe 
yönlendirilmektedir. Nitekim Uluslararası düzeyde kabul gören bu yaklaşım ile terörizm, Uluslararası platformlarda da bir suç olarak tarif edilmekte ve bir insan hakları ihlali olarak tanımlanmaktadır. 

Böylece terörizm tüm Uluslararası kamuoyunda lanetlenirken, her bireyin onu kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak görmesi ve siyasal felsefesi ne olursa olsun, çağdaş toplumun benimseyemeyeceği bir siyasal mücadele biçimi olarak tanımlaması kaçınılmaz hale gelmektedir. Ancak bu değerlendirmenin dahi göreceli olduğu bilinmektedir. 

DİPNOTLAR;

54 Çağlar, Ali, ‘Terör ve Örgütlenme. Amme İdaresi Dergisi’, 30 (3).1997,s.123 
55 Çağlar, Ali, a.g.e , s.124-125 
56 Demirel, Emin. ‘Dünyada Terör’ (3. Baskı). İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.2000.s.115 
57 Akmaral, Kemal, ‘Anti-Teröristin El Kitabı’ (1. Baskı). İstanbul, Bilge Karınca,2004,s.60 
58 Çağlar, a.g.e, s.128 
59 Çağlar, a.g.e, s.127
60 Deutsch, J. ‘Terörizmi Yeniden Düşünmek’,Strateji 96/4,1996,.s133-135 
61 Demirel Emin,a.g.e,s,103
62 Demirel Emin,a.g.e,s,111
63 Demirel, Emin,a.g.e,s133
64 Demirel, Emin,a.g.e,s136
65 Deutsch, a.g.y.s.133 
66 Deutsch, a.g.y.s.134 
67 Wilkinson, P. ‘Terrorism And The Liberal State’ (2nd ed.). Hong Kong: The Macmillan Press Ltd.1979 s 203-204 
68 Yalvaç, Mehmet, ‘Aile Sosyolojisi - İlkel toplumdan Modern Topluma Aile’, Malatya, 2000, s.1. 
69 Denker, M.Sami, ‘Uluslar arası Terör, Türkiye ve PKK’, Bogaziçi Yayınları, İstanbul, 1997, s.11 
70 Volkan, Vamık, ‘Kanbağı Etnik Gururdan Etnik Teröre’ ,Bağlam Yay., İstanbul, 1999, s.26 
71 Denker, M.Sami, a.g.e., s.10-11. 
72 Zafer, Hamide, ‘Sosyolojik Boyutuyla Terörizm, Beta Basım Yayın’, İstanbul, 1999, s.15 
73 Denker, M.Sami, a.g.e., s.12. 
74 Kongar, Emre, ‘Küresel Terör ve Türkiye’, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2001, s.75. 
75 Denker, M.Sami, a.g.e., s.13. 
76 Göka, Erol, ‘Siyasi Vahset Gruplarının ve İntihar Eylemcisinin Psikolojisi’, 9. Ulusal Sosyal Psikiyatri 
    Kongresi, ‘Küresellesme ve Psikiyatri’, Malatya, 11-14 Haziran 2002, s.204 
77 Göka, Erol, a.g.m., s.204-205 
78 Kongar, Emre, a.g.e., s.75-76. 
79 Zafer, Hamide, a.g.e., s.96 
80 İlhan, Suat, ‘Terör Neden Türkiye?’, Nu-do Yayınevi, Ankara, 2001, s.23. 
81 Kaynak, Mahir, ‘Sil Bastan, Devletler Oyununda Çıkarları Korumak’, Timaş Yay., İstanbul, 2004, s.65 
82 Altuğ Yılmaz, ‘Terörün Anatomisi’, İstanbul, 1995, s.9 
83 Orgun Faruk , ‘Küresel Terör’, İstanbul, 2001, s.60-61 
84 Gilbert, Paul, ‘Terrorism, Security and Nationality’, Routledge, New York, 1994, s.55 


***

Terörizmin Unsurları., BÖLÜM 1

Terörizmin Unsurları., BÖLÜM 1 

İhsan BOZKURT 
Yrd.Doç.Dr.Ali Galip ALÇITEPE 
MANİSA 2013


Terörle ilgili çalışmalar incelendiğinde, terörizmin üç ana unsurunun olduğu görülmektedir. 

Bunlar; ideoloji, örgüt ile eylemdir. 

İdeoloji.,

Terör Örgütlerinin, mensuplarını örgüte bağlama stratejisi gerçekte ideolojiyi belirlemektedir. 
Örgüt öncelikle kendisine, mensuplarını etkileyebilecek ve eylemlerine temel hazırlayacak bir strateji belirler. Belirlenen strateji doğrultusunda mensuplara eğitim verilir ve ideoloji bu eğitim sürecinde mensuplara öğretilir, ki örgütün organize bir yapı olması durumunda verilen eğitim öğretilmekle kalmaz, 
mensuplar bu eğitimi bir yaşam biçimi, hayat tarzı olarak benimserler. Mensup olması hedeflenen kişi ya da grupların aileleri, zaafları kullanılarak hareket edilmekte, grup içerisinde kişiyi eritme ya da zayıflatma yoluna gidilerek ona ideolojiyi benimseten yayınlar okutulmakta ve izletilmekte, karşı olunan yapıyı 
kötüleyen konuşmalar ve tartışmalar yapılmaktadır. Örgüt mensubu olması istenen kişi sosyo-psikolojik açıdan çökertilmekte ve dolayısıyla mevcut rejimi hedef alıcı bir pozisyona getirilerek örgüt içerisinde aktif bir pozisyonda görev almaları sağlanmaktadır. Psikolojik yaklaşımlar kullanılarak kişiler etkilenmekte ve kişiye bir karakter kazandırmaya yönelik bir tutum izlenmektedir. Yalnızca konuşarak ve etkileyerek değil, aynı zamanda uyuşturucunun yardımıyla da kişi örgüt içerisine çekilebilmektedir. 

İdeolojiye sahip olmayan örgütlerin faaliyetleri terörizm olarak değil, organize suç olarak algılanmalıdır 54. Terörizm; uyuşturucu kaçakçılığı, çek-senet mafyası, soygun ve gasp yapan çetelerden ideolojiye sahip olma konusunda farklılık göstermektedir. Terör örgütü üyeleri ideolojiyi benimsedikleri 
ölçüde örgüt, aktif ve etkin olabilmektedir. Tüm örgütlerin ortak bir ideolojilerinin olmadığı dikkati çekmekte, farklı ideolojiler benimseseler bile devlet rejimini yıkma ve/veya benzeri bir siyasal amaç benimsediklerinden ortak bir noktada buluşmaktadırlar. 

Terör Örgütlerinin ideolojileri bakımından farklılıklar gösterdikleri belirtilmişti. Literatürde örgütler ideolojik açıdan dört farklı şekilde incelenmektedir.55 

İlk grup olarak Marksist – Leninist ideolojiye sahip örgütlerdir; bu tür örgütler devlet rejimini yıkarak yerine Marksist –Leninist bir yapıyı kurmayı amaçlamışlar ve kendi içlerinde farklar nedeniyle iki parçaya bölünmüşlerdir. Bir grup, demokratik yollarla, seçimle iktidara gelerek Marksist –Leninist yaklaşımı devlet düzeni olarak kurmak isterken, diğer grup devrim hareketiyle ve silahlı çatışmalar aracılığıyla Marksist – Leninist bir politik sistemi tesis etmek istemektedir. Bu tür örgütlere verilebilecek en önemli örnek 1968 yılında, dünya üzerinde Marksist yapının oturmasını sağlamak, Batı kapitalizmini yok etmek, Federal Almanya ile ABD ilişkisini terörizm yardımıyla bozmak amacıyla oluşturulmuş, iyi eğitim görmüş mensuplardan oluşan Kızıl Alman Ordusu (RAF)’dır 56. Örgütün, Kızıl Zora, Baader Meinhoff ve 2 Haziran Hareketi isimlerinde kolları bulunmakta, özellikle 2 Haziran Hareketi, ırkçı saldırılarıyla kendinden söz ettirmekteydi. Marksist – Leninist örgütlerde, merkez komitesi, yürütme komitesi, sekretarya, bölge örgütleri, il ya da ilçe örgütleri ve hücreler yapılanmayı oluşturmaktadır. Ülkemizde bu tür örgütlere DHKP/C –MLKP-TİKB gibi örgütler örnek olarak verilebilir. 

 Etnik kökene bağlı kalan bir ideoloji ikinci grubu oluşturmaktadır. Etnik kökenin yanı sıra bölücü bir özelliği olan bu tür örgütler, devlet içerisinde bağımsız ya da yarı bağımsız bir devlet kurma amacı gütmüşlerdir. Etnik kökenli örgütlerin yapılanması bölge sorumluları, il ya da ilçe sorumluları ve komitelerden oluşmaktadır. 

 Faşist, aşırı milliyetçi ideoloji üçüncü grubu oluştururken, bu örgütler tek bir liderin varlığına inanarak kültür, ekonomi ve siyaset gibi alanlarda yeni bir düzenlemeyi amaçlayarak merkezi bir yapıyı savunmaktadırlar. Irklarına son derece bağlı olan bu tür örgütler, vatandaşlığı pek de göz önünde  bulundurmak sızın, yalnızca ırk birliğine inanırlar. Irkçı örgütlerin yapılanması üst yönetim, bölge sorumluları il ya da ilçe sorumluları ve başkanlıklardan oluşmaktadır. 

 Son grup olarak ise dini kendisine ideolojik temel olarak alan terör örgütleri oluşturmaktadır. 
Bu tür ideolojilere sahip örgütler devlet yapısını kendi ideolojilerine göre şekillendirmekte ancak bu ideolojinin temelini dine dayandırmaktadırlar. 

Aşırı milliyetçiler nasıl tamamen ırk temeline dayanılmasını öngörüyorlarsa, dini ideolojiye sahip örgütler de ırktan çok dini birliğe önem vermektedirler. 

Bu tür örgütlerin lideri genellikle şeyhtir. Yapılanma ise şura, komiteler, bölge 
sorumluları, medreseler ve dergâhlardan oluşmaktadır. 

İdeolojik yaklaşımların yapılanmasına bakıldığında göze çarpan en önemli nokta tüm ideolojilerin bölge/il/ilçe sorumlularının oluşu, komiteler oluşturdukları, propaganda ve eğitime önem verdikleridir. Din eksenli örgütlerde komite ve eğitim merkezlerinin isimleri diğerlerinden farklı görünse de içerik ve şekil bakımından aynıdır. 

Örgüt., 

Terörizmin tanımı yapılırken sıkça kullanılan, terörist yapıyı ortaya koymaya yarayan “ örgütlü yapı”, Türkiye Cumhuriyeti Terörle Mücadele Kanunu’na göre iki veya daha fazla kimsenin aynı amaç etrafında birleşmesiyle meydana gelir 57. Bu tanım birçok açıdan ele alınabilir; herhangi bir hedef doğrultusunda bir araya gelmiş kişiler de bu tanıma bakılarak terörist olarak nitelendirilebilir, ancak 
tanımın, terörizmin tüm unsurlarını taşıyan kitle ya da kişiler için geçerli olduğu açıktır ve terörist örgütlerde bir yasa dışı olma söz konusudur. Türk Ceza Kanunu’na göre silahlı topluluk, örgüt ve çetelerin bir amaç uğruna birleşmeleri terörizmin bir kanıtıdır. Devlet yapılarında da olduğu gibi, örgütlerde hiyerarşik bir yapı dikkati çekmektedir. Bu yapı içerisinde bir örgüt lideri, üst düzey 
sorumlular, orta düzey sorumlular, birim sorumluları gibi bir oluşum vardır. Hiyerarşik yapıda kayıplar olduğu takdirde hiçbir düzen ya da karara bağlı kalınmaksızın kaybın yeri doldurulmakta, bu sayede sürekli değişim yaşanmakta ve örgüt içerisinde kimin hangi görevde olduğu, yerine kimin getirildiği gibi 
noktalar kolayca aydınlanamamaktadır. Bu yapı içerisinde birimler birbirlerinden habersiz bir şekilde hareket etmekte, bir birimin emniyet güçleri tarafından ele geçirilmesi durumunda diğer bir birim hakkında bilgi verilmemesi durumu sağlama alınmaktadır. Birimlerin detaylı bilgileri ancak birim yöneticilerinde gizli tutularak diğer yöneticilere de bu konuda bilgi verilmemektedir. Bu tür bir yapılanma ‘hücre tipi yapılanma’ olarak literatürde yer almaktadır. Şehirlerde yer alan hücreler propaganda, eylem, mensup kazandırma, ekonomik kaynak sağlama, sahte kimlik temin etme gibi konularla ilgilenirken, kırsal kesimde oluşturulan hücreler savaşçı hücreler olarak adlandırılarak direk olarak aktif eylemlerde bulunmaktadırlar 58. Şehirde yapılanan hücreler hiyerarşik yapının bir örneği olarak karşımıza çıkarken, kırsal kesimde yapılanan savaşçı hücreler, ordunun yapılanma düzenine göre şekillendirilmiştir. 

Örgüt içerisinde yer alan teröristler aktif olarak eylemlere katılanlar ve yönetimde olanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Aktif olarak eylemlere katılanlar militan olarak adlandırılır; örgütün faal kanadını oluşturarak silahlandırılır, örgütün ideolojisini benimser ve eylemlerine başlarlar. Türkiye Cumhuriyeti 
bünyesinde Terörle Mücadele alanında görev yapan kişiler ile yapılan görüşmeler sonucunda, yönetici ve eğitici konumunda olanlar terör örgütü mensuplarının drijan olarak adlandırılarak örgütün stratejisini belirledikleri, kararları uygulattıkları, yapılandırmada rol oynadıkları ve yeni ele alınan kişilerin drije 
edilmelerini, yani yönlendirilme, eğitilme ve bilgilendirilmelerini sağladıkları anlaşılmıştır. 

Dolayısıyla bu safhalardan geçen kişiler örgütün ideolojisini benimseyip, bu doğrultuda örgüt amaç ve gayelerine yönelik her türlü eyleme girebilecek bir yapıya sahip olmaktadırlar. Drijanlar da birimler içinde kimlerin bulunduğunu tam olarak bilmemektedirler, yalnızca kendilerinin sorumlu oldukları hücreler konusunda bilgiye sahiptirler. Drijanların yanı sıra militan ile aynı anlamda 
kullanılabilen gerilla kelimesi de terörizm literatüründe çoklukla kullanılmakta, kent gerillası ve kır gerillası olarak iki bölümde incelenmektedir 59

Örgüt yönetiminin güvende olması amacıyla üst yönetim kadrosu faaliyet gösterilen ülke dışında herhangi bir ülkede bulunmaktadır. Üst yönetim kadrosunun güvenliği, örgütün güvenliği ile paraleldir. 

Bu nedenle çok sayıda olmayan üst yönetim kadrosu aktif olmazlar, yalnızca yönetim ve eğitim alanında faaliyet gösterirler. Tüm bu güvenlik sağlayıcı önlemlere rağmen örgüt mensuplarının bireysel kararlarına bağlı olmakla birlikte, aktif eylemlere de katılabilmektedirler. Çağlar, terörist grupların hiyerarşik yapısını şu şekilde ortaya koymuştur: 

. Lider kadro, 
. Aktif (militan) kadro, 
. Aktif destekleyiciler, 
. Pasif destekleyiciler. 

Lider kadro, belirtildiği gibi yönetim, strateji ve eğitimden sorumlu bir kadro olarak çoğunlukla aktif eylemlere katılmamaktadırlar ve güvenlikleri üst düzeyde sağlanmaktadır. Aktif kadro, örgütün faaliyetlerini bizzat gerçekleştiren kişiler olup, özel eğitimler sonucunda aktif görevlere verilmektedirler. 

Örgüt içerisinde birlik oluşturulması esastır ve amaçları doğrultusunda militan kadroyu engelleyebilecek hiçbir şey yoktur. İdeolojinin sağlam bir şekilde örgüt içerisinde oturtulması ve örgüt mensuplarının bu ideolojiyi benimsemesi, aktif kadronun daha etkin ve kararlı bir şekilde eylemlerde bulunmasını sağlar. 
Aktif kadronun ardından gelen aktif destekleyiciler bizzat eylemlerde bulunmak tan çok, aktif kadronun işini kolaylaştırmak anlamında haber toplama, araştırma, propaganda yapma gibi görevler üstlenmektedir. 
Son grup olan pasif destekleyiciler ise örgütle direk bağları bulunmayan ancak potansiyel aktif destekleyici özelliği taşıyan ve örgütün eylemlerini dışarıdan destekleyen sempatizan kişilerden oluşmaktadır. 

 Eylem: 

Terörün tanımı yapılırken şiddetin olmazsa olmaz olduğu belirtilmişti. Terörist, mevcut yapıya karşı gelerek, hedef kitlesi konusunda ayrım yapmaksızın öldürücü silahlarla şiddet uygulamakta ve halktan ya da mevcut yapıdan bir pes etme adımı beklemektedir. Şiddetin en önemli aracı silahlanma ve saldırılardır. Organize bir saldırı planlanmasa dahi Molotof kokteyli, bombalı paketler ve araçlar, suikast, adam kaçırma, canlı bomba gibi yollara başvurularak şiddet uygulanmakta ve hedef kitleye kalıcı hasar verilmesi planlanmaktadır. 

Bu eylemler esnasında hem devletin kamu ve kuruluşları, hem özel sektör, hem de halkın özel konumları hedef alınarak toplu olarak bir zaafiyet ve güvenlik eksikliğini ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. 

Önemli olan, devletin güvenlik güçlerinin ve devlet yönetiminin zaafiyet içerisinde bulunduğunun halka yansıtılması ve halkın bu birimlere karşı olan güveninin sarsılmasıdır. 

Şiddet yalnızca silah aracılığıyla ve zarar vererek uygulanmamakta, söz, hareket, davranış ile de şiddet uygulanabilmektedir. Bu tür psikolojik şiddet uygulandığında, uygulanan kişi ya da gruplarda psikolojik bozukluklar meydana gelerek, amaçlanan hedefe doğru ilerlenebilmekte dir. 

Terörizmin Türleri., 

Terörizmin ilgili kişilerce üç boyutlu olarak ele alındığı görülmüştür; ilk boyutta terörizmin devlet tarafından desteklenmesi, ikinci olarak devlet yönetiminden memnun olmayarak, hükümetlerini devirmek ya da bağımsızlık elde etmek amacıyla terörizme başvurulması, son olarak ise İslamcı grupların 
uyguladıkları terörist faaliyetler incelenmiştir.60 

Devlete karşı yapılan terörizm, devlet yönetimini düşürmek ya da bağımsızlık elde etmek amacıyla yapılan bir terörizm biçimidir. Türkiye’de faaliyetlerini özellikle 1980’li yıllardan bu yana sürdüren PKK (KONGRE-GEL) örgütü, devlete karşı kanlı eylemlerde bulunmuş, yerleşmiş oldukları bölgede bağımsız bir devlet kurma amacı gütmüştür. Örgüt faaliyetlerini halen sürdürmektedir. PKK 
olarak anıldığı sırada Avrupa Birliği’nin terörist örgütler listesine girememişken, adını değiştirerek KADEK adını aldığında, eski adıyla terörist örgütler listesine eklenmiştir. Aynı durum, adının Kongra Gel olarak değiştirilmesi sırasında da yaşandığından Kongra Gel terör örgütü örneği, ikinci olarak belirtilecek devlet destekli terörizm kapsamı içerisinde de yer alabilmektedir. 

Kuzey İrlanda’da hâkim olan İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA) da bağımsızlık adına eylemlerini sürdüren örgütlerden biridir. 1920’li yıllardan bu yana faal olarak eylemlerini sürdüren bu örgüt milliyetçi bir tabana sahiptir. Çoğunluğu Protestan olan Serbest İrlanda ile çoğunluğu Katolik olan Kuzey İrlanda’nın birleşmesine Serbest İrlanda karşı çıkmakta ve bu bölge IRA’nın aktif eylemlerine sahne olmaktadır. 1960’lı yıllarda Katoliklerin haklarına sahip çıkma amacıyla terörist saldırılara başlamaları sonucunda 1969 yılında IRA, bölgede bağımsız bir devlet kurma amacı gütmüştür. 

Kuzey İrlanda’da terör örgütünün Libya tarafından desteklendiği sorumlu bakanı tarafından ortaya konulmuştur 61. Bu durum devlete karşı yapılan terör ve devlet destekli terörün aynı zaman ve mekânda yaşanabildiğinin bir kanıtı olarak göze çarpmaktadır. Bakanın yapmış olduğu açıklamayı müteakiben Libya ekonomik ve mühimmat yardımı kesmiş olsa dahi, zaman içerisinde IRA’ ya destek vermeye devam etmiştir.

Devlete karşı, bağımsızlık adına oluşturulan terör örgütlerine bir örnek de İngiltere’de bulunmaktadır. 1979 yılında kurulan Meibion Glyndwr, Galler’in bağımsızlığı için eylemler hayata geçirmiş, IRA kadar büyük bir örgüt olarak literatürde yer almamış olsa da 1992 yılında ses getirici bombalama eylemleri gerçekleştirmiştir 62

İtalya devletine karşı kurulan bir örgüt de Kızıl Tugaylar (Red Brigades) adı ile 1970 yılında kurulmuştur. İtalya hükümetini devrim yaparak yıkma amacı güden bu örgütün mensupları Filistin’de eğitim görmüş, İtalya’da kanlı saldırılarda bulunmuşlardır. Devrimci Hücreler (RZ) adındaki örgüt 1973 yılında kurulmuştur. Hücre yapısını benimseyerek faaliyetlerde bulunan Devrimci Hücreler, RAF, IRA, İrlanda Milli Kurtuluş Ordusu (INLA) ve Filistin örgütleriyle ilişki içinde bulunduğunu gizlememiş, eğitimli militanlarıyla, kapitalist sınıfın güven içerisinde yaşamaması amacıyla eylemlerine devam edeceklerini beyan etmişlerdir. Korsika Milli Bağımsızlık Cephesi (FLNC) de Korsika’nın bağımsızlığı için savaşan bir diğer örgüttür. 1970’li yıllardan bu yana Korsika’nın bağımsızlığı için mücadele eden FLNC özellikle devlete başkaldırının bir kanıtı olması amacıyla devlet dairelerine karşı saldırılar düzenlemiştir. 

Terör örgütlerinin, çok kişiyi öldürmektense çok kişinin eylemlere şahit olmasını sağlama hedefine uygun olarak, FLNC de eylemlerinde can kaybı olmamasına önem vermiştir. Fransa devletine göre Fransız mafyasıyla sıkı işbirliği içerisinde olan FLNC’nin ekonomik gereksinimlerini mafyanın sağladığı ileri sürülmüştür. 63 

Bağımsızlığı için örgütlenerek terörist eylemlerde bulunan bir diğer örgüt de İspanya’da Bask bölgesinin bağımsızlığı için savaşan Bask Ayrımcı Harekatı (ETA)’dır. 1959 yılında kurulan ETA silahlı eylemlerde bulunmuş ve kendi içinde kanatlara bölünerek ETA-Askeri Kanat (ETA-M) ve ETA-Politik ve Askeri Kanat (ETA-PM) isimlerini almıştır. Örgütün en etkin şekilde kan döken kanadı ETA-Askeri Kanat’tır. ETA, Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyerek devlete karşı bağımsızlığı için savaşmasına rağmen, mensuplar ideolojileri için Marksist-Leninist adını kullanmaktan çok Bask milliyetçiliği demeyi tercih etmektedirler. İspanya’nın demokratik rejimi benimsemesinin ardından ETA’nın eylemleri daha da hareketlenmiştir. 1979 yılında Bask Bölgesine özerklik verilmiş ancak bu durum ETA için tam bağımsızlık önünde bir engel olarak algılanmıştır. 64. 

1987 yılına kadar Güney Amerika ve Sovyetler Birliği’nden destek alan ETA, Fransa ve İspanya emniyet güçlerinin ortak çalışması sonucunda zayıflatılmıştır. Günümüzde ETA, özerklikten çok, bağımsız bir bölge olarak kabul edilmek amacıyla İspanya devletinden olanaklarının iyileştirilmesi, ETA tutuklularının serbest bırakılması gibi isteklerde bulunmaktadır. 

Devlet destekli terörizm, terörizm içerisinde en tehlikeli kategori olarak algılanmaktadır 65. 
Terörizm konusunda büyük yaralar almış olması nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri, Küba, Irak, İran, Sudan, Suriye ve Libya’yı terörizmi destekleyen devletler olarak açıklamıştır. Devlete karşı yapılan terörizm içerisinde belirtildiği gibi özellikle IRA ve FLNC’ye Orta Doğu’dan ekonomik yardım ve silah 
yardımı gelmiştir.66 İran’ın terörizmi ne derecede desteklediğini tartışılmış, İran’ın, muhalif İranlılara yapılan suikastlere karıştığı ortaya koyulmuş ve yalnızca ABD’nin çabalarıyla İran’ın durdurulamayacağını, diğer ülkelerin de buna destek vermesi gerektiği vurgulanmıştır. 

Devlete karşı ve devlet destekli terörizmin yanı sıra, tek bir devleti hedef almakla birlikte çoğunlukla kendine düşman ilan ettiği ülkeler grubuna karşı da eylemlerde bulunan Radikal İslami grupların yaptıkları terör eylemlerinden de söz etmek olanaklıdır. İslami örgütler daha çok Orta Doğu’da faaliyet göstermektedirler. 

Hamas ve Filistin İslami Cihad Örgütü’nün amacı İsrail’in yıkılması ve Filistin İslam Devleti’nin kurulması olmuştur. Aşırı İslami hareketler sonucunda İslami terörizm ortaya çıkmıştır. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD İkiz Kuleleri’ne ve Pentagon’a yapılan saldırılar, İslamcı terörün sınırları aşmaya başladığının bir göstergesi olmuştur. İkiz Kulelerin ardından Madrid’deki bombalama ile İslamcı terörün ABD’nin ardından Avrupa’ya da girmiş olduğu fark edilmiştir. Avrupa içerisinde terörist eylemlere sahne olabilecek yerler tespit edilmeye çalışılırken, bu kez de İstanbul’da Sinagog, İngiliz Konsolosluğu ve bir bankaya yapılan saldırılarla İslamcı terör örgütleri isimlerini duyurmaya devam etmişlerdir. Bazı batılı yazarların İslamı bir terör dini olarak lanse etmesi önyargılı bir yaklaşımdır. Temelleri de Emperyalist politikaların bir ürünü olan Oryantalizmdir. Terör dini Saiklerle yapılabilir ancak bu sadece İslam dinine has bir durum değildir. 

İnternet yaygınlaştıkça dünya bireyler için daha da küçülmüştür. Bu durum terörist örgütlerin işine büyük ölçüde yaramış, örgütler propagandalarını internet üzerinden sınırlandırılmadan yapmışlardır. İnternet üzerinden yayınlarının devlet kuralları ve yasaları gereği kesintiye uğradığı zamanlarda ise internet servis sağlayıcının değiştirilmesi ve yayının yapıldığı ülkede farklılık yapılması sonucun da propaganda devam edebilmiştir. Bazı örgütler eylemlerini internet üzerinden yayınlayarak, eylem yapılan kurum, kuruluş ya da kişinin düşmanlarını kendi taraflarına çekmeyi amaçlamışlar. 

 Radikal İslamcı El Kaide örgütünün misyonerlere karşı düşmanca mesajlar verdiği, bu mesajları ise kodlamalarla, gizli bir şekilde ilettiği ortaya çıkmıştır. Örgüt, militanlarına iletmesi gereken kod, parola ve mesajları internet ortamından yayınlayarak hem kesintisiz iletişimi sağlamış, hem de verilen 
mesajların güvenliğinden emin olmuştur. Örgütler tüm dünyanın rahatça ulaşabileceği internet sitelerinde gizli bilgileri topluluklarla paylaşmakta ve bunu büyük bir ustalıkla yapmaktadırlar. Bilgiler, internet sitelerinde yaygın fakat üstü kapalı bir şekilde verilmektedir. Bu çelişki de örgütün görevini ne büyük 
sorumluluk duygusu ve bilinciyle gerçekleştirdiğinin bir göstergesidir. 

Nükleer terör denildiğinde ilk akla gelen yer Ortadoğu olmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, Irak, Suriye ve İran’ı terörist ilan etmiş ve ambargo altına almıştır ancak bu ülkelere özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere gibi Avrupa ülkelerinden kimyasal, biyolojik ve nükleer alanlarda bilgi, teknoloji ve 
malzeme yardımı yapıldığı da açıktır. İnsanları tehdit eden terör biçimlerinin en önemlisi ve en fazla zarar verici olanı olarak nükleer terörizm belirtilebilir. Terörizm, dehşet ve korku yaymak, kendi savunduğu fikrin propagandasını yapmak, yıldırma ve sindirme amacında olduğundan teröristlerin nükleer tehdidinin fazla büyütüldüğü, bu tehdidin aslında çok da ciddiye alınmaması gerektiği düşünülmektedir. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Terör mü? Özgürlük Savaşı mı? Terörizmin Tanımlanamama Sorunu.,

Terör mü? Özgürlük Savaşı mı? Terörizmin Tanımlanamama Sorunu., 


İhsan BOZKURT 
Yrd.Doç.Dr.Ali Galip ALÇITEPE 
MANİSA 2013

Terörizmin, zaman ve mekâna göre değişen bir içeriği vardır ve siyasi cinayet, gerilla savaşı, anarşizm gibi benzer kavramlarla kolayca karıştırılabilir. Pek çok siyasi grup, muhalif oldukları devletin eylemlerini terörizm olarak vasıflandırarak itibarlarını düşürmeye çalışmakta, kimi devletler ise, destek verdikleri dış siyasi örgütlerin (örneğin bir başka devlette faaliyet gösteren yasadışı örgütler) eylemlerini terörizm kapsamında ele almaktan kaçınarak bu örgütlere uluslararası meşruiyet sağlamayı hedeflemektedirler.36 Hukukun üstünlüğünün reddi anlamına gelen "Birine göre terörist olan kişi, bir başkasına göre özgürlük savaşçısıdır" deyimi, terörizmle ilgili çalışmalarda sıkça tekrarlanmaktadır.37 

Terörizmle mücadeleyi konu alan antlaşmalar, belli eylemler veya hedefler üzerinde yoğunlaşmakta, "anti terörist" tedbirler içermekte, ancak terörün ne olduğunu söylememektedirler. 

Suçluların iadesine ilişkin bölgesel ya da ikili antlaşmalar da, genelde terör suçlarını "siyasi suç" kavramının dışında tutmakta (yani, ilgili devlete iade etmek ya da bizzat yargılamak yükümü getirmekte), ancak terörizmi tanımlamaktan kaçınmaktadırlar.38 

Diğer yandan, terörizmin tanımı bir zaruret olarak da belirmektedir. Terörizme karşı yürütülen mücadelenin bir cephesi hukuki, diğer cephesi siyasi ve diplomatiktir. Terörizm kavramı üzerinde uzlaşma sağlanamaması, hukuki cepheyi zayıflatmaktadır. Terörizmin tanımı bulanık kaldığı sürece, şiddet eylemlerinin failleri, tanımın dışında kaldıkları savunmasına başvurmayı sürdüreceklerdir 39 

1936 ile 1981 yılları arasında, uluslararası düzeyde 109 terörizm tanımının ortaya konulduğu tespit edilmiştir.40 Bilimsel alanda, terörizmin tanımının unsurları üzerinde tam bir ittifak yoktur, fakat bir görüş beraberliği şekillenmeye başlamıştır. Önerilen tanımlarda bazı müşterek unsurlar göze çarpmaktadır. 
Bu ortak unsurlar iç hukukumuzda referans olarak alınmıştır.Bir terörist faaliyetin tespitinde bu unsurlar göz önünde bulundurulmaktadır.Bu unsurlar şunlardır: 

. Şiddet eylemi: Terörizmin maddi unsurunu oluşturan şiddet eylemi, kişilere ya da mallara yönelik olabilir. Ancak, mallara yönelik eylemlerin dolaylı olarak kişiler üzerinde de tehlike doğurması aranmaktadır 41 Terör eylemleri; adam öldürme, yaralama, işkence gibi vücut tamlığına yönelik fiillerinin yanı sıra deniz ve hava araçlarının kaçırılması, adam kaçırma, rehin alma gibi fiilleri de içerebilir ve öncelikli hedefleri devlet adamları, diplomatlar, kamu görevlileridir.42 

. Eylem, kişi ya da grup(lar) tarafından önceden itinayla tasarlanmış ve bir amaca yönelik olarak,  bir plan çerçevesinde, eşgüdümlü biçimde gerçekleştirilmiş olmalıdır. Terörist eylem, "doğaçlama"43 olarak gerçekleştirilemez. 

. Terör yaratma amacı, terörizmin özgün yönünü oluşturmaktadır. Terörizmin mağdurları, birey olarak hedef alınmamış, ya tesadüfî olarak ya da sembol olarak seçilmişlerdir. Aslında araç olarak kullanılan mağdur, savunmasızdır ve böyle bir eylemi beklememektedir. Amaç, mağduru ortadan kaldırmak değil, mağdurun ait olduğu grup içinde dehşet doğurmaktır.44 Korku ve dehşet, yasal yollarla ulaşılamayacak hedefe varmak için anahtar unsuru oluşturmaktadır. 
Terörist stratejiye göre, kamuoyu öyle bir ümitsizlik ve kötümserliğe kapılmalıdır ki, gerilimi düşürecek herhangi bir çözüme rıza gösterecek hale gelmelidir.45 Böylece korku, hem toplumda yaratılmak istenen amaç, hem de siyasi saike götüren yöntem vazifesini görmektedir. İletişim araçlarının büyük gelişim gösterdiği günümüzde, teröristin dehşet mesajının dünya kamuoyuna yayılması kolaylaşmış ve hızlanmıştır. Aynı iletişim kolaylıkları, kimi terörist gruplarca, şiddet eylemlerini birer kahramanlık gösterisi gibi sunmak ve dünya kamuoyunda sempati oluşturmak amacıyla da kullanılabilmektedirler. 

Bir hükümetten, ya da genel kamuoyundan taviz koparmak, çeşitli makam ve mercileri belli bir biçimde davranmaya, en azından kendi görüşlerine saygı göstermeye zorlamaktır. Hedef, aşırı korku yoluyla siyasi ve benzeri amaçlara ulaşmak olarak özetlenebilir. Bu açıdan terörizm, aynı teknikleri kullanan 46 adi suç örgütlerinin (örneğin mafyanın) yaygın şiddet eylemlerinden ayrılır. Siyasi, askeri, dini ya da ideolojik amaçlarla bir milleti ya da grubu etki altında bırakmayı hedefleme saiki, eylemin suç oluşturması için zorunlu değildir, ancak böyle bir saik, şiddet eylemine terör niteliği kazandırır.47 

Günümüzde bunlara ek olarak terörizmin zorunlu olarak uluslararasılık unsurunu da içerdiğini savunulmaktadır. Gerçekten de, dünyanın küresel bir köye dönüştüğü çağımızda, sebep ve etkileri bakımından tek bir ülkenin sınırları içinde kalan terörist eylemler düşünmek zordur. Terörizm, genellikle, gerek ideolojik, gerekse lojistik bakımdan uluslararası bir örgütlenme içinde bulunmaktadır. Belli bir devlet içinde faaliyet gösteren terörist unsurlar, çoğunlukla yabancı devletlerin psikolojik, siyasi, hatta askeri desteğini almaktadırlar. Yabancı siyasi destek bulunmasa bile, eylemlerini gerçekleştirmek için saldırı araçlarına ihtiyaç duyan teröristlerin uluslararası silah pazarı ile ilişki içine girmeleri kaçınılmazdır. Bu noktada, silah alımının finanse edilmesi için maddi kaynak temini, örneğin uyuşturucu ticareti gibi olgular da devreye girmektedir. Bu nedenlerle, uluslararası boyut kazanan terörizme yönelik karşı tedbirlerin de uluslararası düzeyde alınması zorunlu hale gelmiştir. 

 Terörizm, anarşizmden de farklıdır, zira anarşizm bir kurum olarak devleti ortadan kaldırmayı; terörizm ise çoğu zaman devletin hukuki-siyasi yapısını değiştirmeyi ya da bütünlüğünü parçalamayı hedeflemektedir. Terörizmin tanımı konusunda iç hukukların yaklaşımlarına kısaca bakmak gerekirse Fransa, XIX. yüzyıl anarşizmine 28 Temmuz 1894 tarihli kanunla karşılık vermiştir. İzleyen dönemde, kanun koyucunun eğilimi, suçun siyasi niteliğini göz ardı ederek bütün ciddi boyutlu eylemleri terör kategorisine sokmak yününde olmuştur. 

9 Eylül 1986 tarihli Fransız kanununa göre, şiddet eylemlerinin terörizm kapsamına girmeleri için, bu eylemlerin "sindirme ya da tedhiş yoluyla kamu düzenini bozma amacı taşıyan bireysel ya da toplu bir girişim ile ilişki içinde" olmaları gerekir. Buradaki "kamu düzeni" kavramı, Fransız hukukuna 
özgü ve iyi tanımlanmış bir kavram olup uluslararası hukuka aktarılması güç görülmektedir. 

ABD'de 22 Aralık 1987 tarihli bir kanuna göre, "Terörist faaliyet, silahlı çatışmaya katılmayan bireylerin vücut bütünlüğüne ciddi zarar verme ya da ölümlerine yol açma riski karşısında aşırı bir kayıtsızlık göstererek şuurlu ve ayrım gözetmeyen bir şiddet eylemini tertip etmek, desteklemek ya da bu 
eyleme katılmak demektir"48. Kongre'ce kabul edilen ve Amerikan Dışişleri Bakanlığının 1983'ten beri itibar ettiği bir tanıma göre "Terörizm terimi, milli-benzeri (subnational) gruplar ya da yasadışı görevliler tarafından muharip olmayan hedeflere karşı gerçekleştirilen ve genellikle kamuoyunu etkilemeyi 
hedefleyen, siyasi saikli, önceden tasarlanmış şiddet eylemlerini" ifade etmektedir. Bu bağlamda, muharip olmayanlar deyimi, hem sivilleri, hem de olay esnasında silah taşımayan ve görevli bulunmayan askeri personeli kapsamakta ve çatışma halinin bulunmadığı zamanlarda askeri yerleşim ya da personele yönelik saldırılar da terörizm tanımına girmektedir. 49 

1984 yılında, Tel-Oren Libya Arap Cumhuriyeti'ne karşı davasında, Columbia istinaf Mahkemesi kendisini yetkisiz sayarak davadan el çekmiş ve Hâkim Bork, mevzuatta terörizmin kullanışlı bir tanımının bulunmadığını gerekçe göstermiş tir. 50 İngiltere'de, 1976 ve 1984 tarihli kanunlarda benimsenen tanıma göre, terörizm, "Siyasi amaçlarla şiddet uygulanması ve halka ya da halkın bir bölümüne korku salmak amacıyla herhangi bir şiddet uygulamasını içerir." 

    Burada şiddet terimi, sadece fiziksel şiddeti değil, diğer şiddet biçimlerini de içermektedir. 

İngiliz tanımının ilginç tarafı şudur ki, siyasi amaç belirleyicidir. Yani, başka amaç güden şiddet eylemlerin terörizm kapsamına girmez, ancak terör yaratma amacı gütmeyen siyasi şiddet eylemleri terörizm kapsamına girebilir.51 

1991 tarihli Kuzey İrlanda'ya ilişkin Kanun ise, eylemlerin önceden tasarlanmış olmaları üzerinde durmakta ve bir eylem listesi vermektedir. Bu kapsama giren eylemler, jürisiz bir yargılama usulüne ve farklı bir ispat rejimine tabi olmaktadırlar 52.
Alman mevzuatı "cinayet ve rehine alınması gibi muhtelif suçlar işleme amacıyla örgüt oluşturulması" suçu için ağır cezalar öngörmektedir. 
Bu tür örgütleri "terörist" olarak nitelendiren mevzuat, aslında Kızıl Ordu Fraksiyonu ile mücadeleyi öngörmektedir ve terörizmin tatmin edici bir tanımını vermekten uzaktır. Zira nadiren de olsa bazı terör eylemleri örgüt kurulmadan gerçekleştirilebileceği gibi, bazı şiddet örgütleri de mutlaka terör amacı gütmez ler. Öte yandan, bu düzenlemeye göre bizatihi örgüt kurmak, on yıla dek varan hapis cezasıyla cezalandırılan bir suç oluşturmaktadır.53 

DİPNOTLAR;

36 Guillaume Gilbert, ‘Terrorisme et droit international’, RCADI, 1989, III, vol. 215, s. 295 
37 Blakesley, Christopher L., ‘Terrorism, Drugs, International Law, and Protection of Human Liberly’, Transnational Publishers, New York,1992, s. 30 
38 Murphy, John F., ‘ Defining International Terrorism: A Way Out of the Quagmire’ Israel Yearbook on Human Rights.vol 19, 1989, s. 21 
39 Cassese, Antonio, ‘The International 'Legal' Reponse to Terrorism’, International and Comparative Law Quarterly, vol 38., 1989, s, 605 
40 Laqueur, Walter, ‘Reflections on Terrorism’ ,Foreign Affairs, 64, 1986, s. 86-88 
41 Guillaume, a.g.e, s. 304 
42 Alexandce, Yonah, ‘Minorites and Terrorism; Some Legal and Strategic Perspcctives’,Y. Dinstein and M. Tabory (eds) The Protcction of Minorities 
    and Human Rights, Kluwer Academic Publishers,1992, s. 347. 
43 Guillaume, a.g.e, s. 305 
44 Dinstein, Yoram, ‘Terrorism as an International Crime’ , Israel Yearbook on Human Rights, vol. 191989, s. 55. 
45 Higgins, Rosalyn, ‘The General International Law terrorism’, s. 15 
46 Fedianin, V. Y. ‘Terrorism: A Search for a Common Definition’ Moscow Journal of International Law, vol 4, No. 1, 1998, s. 11 
47 Blakesley, ‘Terrorism, Drugs, International Law...’, s. 40 
48 Guillaume, a.g.e, s. 302 
49 Frowein, Jochen, A., ‘The Present State of Research Carried Out by the Englih-Speaking Secton of the 
    Center for Studies and Research’ Les aspects juridiques du terrorisme international, Académie de droit 
    international de La Haye, Centre d'études et de recherche de droit international et de relations 
    internationals 1988, s 56. 
50 Badey, Thomas J., ‘Defining International Terrorism: A Pragmatic Approach’ Terrorism and Political Violence, vol. 10, No. 1, 
    (Spring 1998) s. 91-92 
51 Paust, Jordan, "An Introduction to and Commentary on Terrorism and the Law" , Connecticut Law Review, vol 19, no. 4, Summer 1987, s. 700. 
52 Schiff, David, "Managing terrorism in the British way" , Terrorism and International Law, edited by Rosalyn Higgins and Maurice Flory, Routledge, 1997, s.127-128. 
53 Guillaume, a.g.e, s. 301 

***