Derin Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Derin Devlet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2019 Salı

Amerikada Gölge Hükümet ve Trump..

Amerikada Gölge Hükümet ve Trump.. 




Prof.Dr. Sait Yılmaz 

30 Ekim 2018 

 ABD’de seçilmiş başkan Donald Trump’ı dikkate almayan hatta devirmeye çalışan bir mekanizma olduğu iddiaları uzun süredir gündemdedir. Aslında ABD dâhilinde üç devlet bulunmaktadır. Birincisi en derin olan Wall Street merkezli, tek dünya hükümeti hedefi peşindeki Küresel Sermaye diye adlandırdığımız küresel akıl’dır. Bu derin devleti size ‘Dünyayı Kim Yönetiyor?’ başlıklı makalede anlatmıştık. İkinci derin devlet birincisinin devlet bürokrasisi içindeki uzantısı yani ‘gölge hükümet’tir. Gölge hükümet, iktidarda kimin olduğuna bakmaksızın kendi pusulasını takip eden “devlet içinde devlet” diye de anılır. 

Üçüncü ve açıkta olan hükümet ise Beyaz Saray ve ABD Kongresi’nin de dâhil olduğu resmi hükümettir1. Trump ile birlikte derin devlet tartışmaları ABD’yi sardı. Bazılarına göre sorun derin devlet değil, Trump’ın seçtiği danışmanlarının Soğuk Savaş sonrası dünya öncelikleri konusunda aynı görüşte olmamasıdır1. Bazı Amerikalılar ülkede bir derin devletin olduğunu ama bunun derin değil sığ olduğunu düşünüyor2. İşte bu kastettikleri gölge hükümet’tir. Bu makalede ise size ‘gölge hükümeti’ ve nelerle uğraştığını açıklayacağız. 

 Derin Devlet Konsepti ve ABD.. 

 Dünya genelinde “derin devlet” konsepti genellikle Türkiye ve Pakistan gibi ülkelere ait bir paranoya konsepti olarak takdim edilir. Bu konsepte göre, derin-devlet ülke içinde perde arkası şebekeler kullanarak, yetkilerini aşan veya yasadışı faaliyetler ile kendi çıkar ve rejimlerini korumaya çalışan örtülü bir ağdır. Derin devletin kaynağı bürokrasinin politize olmasıdır. Derin devlet, her ülkede farklı ve belirli kurgulara sahiptir, özellikle zayıf demokrasilerde en iyi şekilde ve değişik formlarda ortaya çıkar. Cezayir’de üst düzey askerler 
ve onlarla bağlar kuran siviller (le pouvoir) ülke politikaları konusunda başkandan daha çok söz sahibi idiler. Arap ülkelerinin istihbarat servisleri (muhaberat), resmi görevlerinin ötesinde kontrolü olmayan bir güç ile korku salarlar. Rusya’da Putin’in etrafında toplanan ve onun gibi düşünen KGB emeklileri ve diğer güvenlik unsurlarının bir araya geldiği Siloviki, derin devlet işlevlerine sahiptir. 

Amerikan gölge hükümetinin işlevlerini anlamak için önce biraz Amerikan devlet yönetimi sistemi ile bilgiler verelim. Amerikan sistemi bir demokrasi değil azınlık bir zengin sınıfın çıkarlarını korumak için kurgulanmış plütokrasidir. Noam Chomsky, "1787'de ABD Anayasa Konferansı'nda James Madison'ın vurguladığı şekilde ABD, zengin azınlığı çoğunluktan korumak ilkesi üzerine kurulmuştur” demektedir3. Ülkedeki değişimler güç, zenginlik ve imtiyaz peşinde koşan plütokratlar tarafından belirlenmektedir. İki büyük parti özellikle ikincil konular da farklı görüşlere sahip gibi gözüküyor olsa da ikisinin de mevcut plütokrasiyi değiştirmeye niyeti yoktur. Amerikan sistemindeki problemin temelinde para,  güç ve etki döngüsü yatmaktadır. Temsilciler tüm nüfusu değil onlara en çok çalışan zenginleri öncelikle ve en iyi şekilde temsil eder. Ülkedeki yoksulluk, suç, şiddet, sağlık güvencesi olmamak, işsizlik, evsizlik, hırsızlık, fazla çalışma, boşanma, göç, uyuşturucu kullanımı, fahişelik, yalnızlık, rüşvet, ahlaksızlık gibi aklınıza gelebilecek tüm sosyal hastalıkların nedeni plütokrasinin sonuçlarıdır. 

Amerika’da çoğunluğun fikri ne olursa olsun elit tabaka bildiğini okur, gerekirse medyayı kendi görüşlerini yayacak propaganda için kullanır. Bu aslında Amerika’nın ülke dışındaki müdahaleleri için gerekçe olarak kullandığı tiranlık düzenidir. Bu tiranlık da tüm imparatorluk gibi yayılmacı amaçlar için vardır. Amerikan anayasası ise bu imparatorluğun vicdanı değil, vasıtasıdır. Amerikan anlayışına göre; derin devlet, ülke dış politikasını kontrolünü ele geçirmek için daimi (atanmış) ulusal güvenlik bürokrasisi içinde en doğru yerlere yerleşmiş ve ülke sanayisi ve düşünce merkezleri ile sıkı sıkıya irtibatlı bir kurgu kast edilmektedir. Bu kurgu, çeşitli mekanizmalar yolu ile içeride ve dışarıda baskı yapmakta, ülkenin geniş kaynaklarını ve kabiliyetlerini kontrol etmekte, bilgi asimetrisini kendi menfaatleri için kullanmakta, tehdit enflasyonu yaratmakta ve seçilmişlerin sistemlerine sızıntılar yapmakta; kendi anlayışını anahtar kurumlar içinde yaymak için düşünce ve kültürünü yaymakta, takviye etmekte ve politika haline getirmektedir 4. 

 Amerikan Derin Devleti.. 

 (Derin devlet içinde) derin devleti, Roosevelt Komünistlere karşı iç işleri için, Truman ise uluslararası amaçlar için kurmuştu. Nixon, 1969’da başkan olduğunda partisi Kongre’nin iki kanadında da çoğunlukta değildi. Vietnam ve diğer konularda gizliliği koruması için amatör kadrosu ona tavsiyelerde bulunmuş ve fakat Watergate ortaya çıkınca yargılanmamak için istifa etmişti. Böylece derin devlet kazandı; Kongre, Güney Vietnam’a yardımı kesti, milyonlarca kişinin öldüğü ülkeyi Komünistlere bıraktı. Asıl derin devlet 
Sanayi Devrimi ile belirginleşmeye başlarken, gölge devlet Reagan dönemi ile kemikleşmeye başladı. Derin-devlet teorisyenlerine göre; seçilmiş yetkililer ve atanmış siyasilerin tercihleri, halkın istekleri ve hükümetin şekli göz ardı edilmektedir. Buna kanıt olarak, değişim önermelerine rağmen seçilen yeni liderlerin dış politikada devamlılık sağlamaları gösterilmektedir. Bu sadece Trump yönetimi için getirilmiş bir iddia değil. 

Obama döneminde de kamu ve özel kurumlar içindeki melez bir yapının ülkeyi sürekli eğilimleri içinde yönettikleri ve bu yapıdaki kişilerin seçilen liderlerin sürekli kontrolünde olmadığı iddia edildi. ABD’nin en büyük sorunlarından birisi yasama-yargı-yürütme arasındaki dengenin uzun yıllardır erimeye devam etmesidir. Hükümet ve yargı gerçek bir bağımsızlığa sahip değildir. Nitekim Obama’nın ilk dönemi içinde şu eleştiriler yapılmıştı 5; 

- Büyük kapsamlı yasalar halk içeriğini anlamadan hızla geçirildi. 
- Başkanın icra emirleri ile çok geniş yetkilerle donatılmış ve Senato tarafından denetlemeyen özel yetkili kişiler ortaya çıktı. 
- Kongre yerine BM ve Arap Ligi kararlarına göre askeri harekât kararları alındı. 
- Seçimle işbaşına gelmemiş kişilerce yönetilen Federal Rezerv Sistemi tarafından finansal tahsisler yapıldı. 

Anayasa Mahkemesi ise tüm bunlara suskun kaldı. Tufts Üniversitesi’nden Prof. Michael Glennon, Obama döneminde “çifte hükümet” olduğunu söylemektedir. Glennon, Obama’nın Bush’un tersine politikalar izleyeceğini söylemiş olmasına rağmen, benzer politikalar izlediğini, bunun nedeninin ise bir düzine kadar askeri, diplomatik ve kolluk kurumunda oturan birkaç yüz kadar yöneticinin oluşturduğu ‘de facto’ yönetim olduğunu açıkladı6. 

Amerikan Gölge Hükümeti.. 

 Gölge hükümetin omurgasını istihbarat örgütleri ve kariyer peşindeki bürokrasi oluşturmaktadır. Bunlar resmi düzen içinde kendi bataklık alanlarını oluşturmaktadır. Bu alana çektikleri kişilere ise “biz kazanacağız” demektedirler. Özel amaçları ülkenin gündemini kendilerine göre değiştirmek, konumlarını korumak ve güçlendirmektir. Eğer yükselmek isteyen bir Amerikalı devlet adamı varsa gölge hükümet ile birlikte ikinci kariyer yaparak hayallerine kavuşabilir7. 

 ABD’de derin devletin 15 Bakanlık ve 7-15 kadar devlet kuruluşu içinde olabileceği değerlendirilmektedir. Derin devletin vasıtaları; askeri-sanayi kompleksi, istihbarat toplumu, plütokratlar, büyük petrol, ana akım medya, ulusal güvenlik bürokrasisi ve Silicon Vadisi’dir8. Toplam sayıları 2-3 bin kişi olabilir9. Gölge hükümetin ana unsurları şunlardır; 

 (1) Resmi devletin içinde konumlanmış özellikle CIA ve NSA gibi istihbarat örgütlerinde yer alan ağ, özel istihbarat teşkilleri (Booz Allen Hamilton). 
 (2) Asıl derin devletin kaynağı olan Wall Street’in uzantısı güçlü bankalar ve hukuk firmaları (örneğin Sullivan and Cromwell). 

 Özellikle güvenlik ve istihbarat kurumları sadece Kongre’yi değil, mahkemelerin ve başkanlığın yerini de alarak ulusal güvenliği yönlendirmektedir. Bu yüzden, yaklaşık 25 yıldır ABD dış politikası otomatik pilotta gidiyor. Amerikan gölge hükümetinin işlevleri şu şekilde sıralanabilir10; 

- ABD plütokrasisinin çıkarlarını en iyi şekilde korumak; Amerikan toplumunun %1 ve %99 olarak ikiye ayrılması. 
- Küresel elitin varlıklarını garanti altında tutmak; onların şirket ve bankalarının resmi hükümet tarafından iflası istenmeyecek kadar büyük kabul edilmesi. 
- Ekonominin içeride halkı sınırlama ve vergilere mahkûm ederken, ülke dışında denetimden uzak olması 11, 
- Ülke içi krizleri yönlendirmek; 2009 krizi gibi önlemeyen darbeler ile gelirlerini düzene sokmak. 
- Küresel casusluk (NSA). 
- Amerikan örtülü operasyonlarını çıkarlarına göre yönlendirmek, küresel operasyonlar için fonlar sunmak, yerel ayaklanma ve terör örgütleri oluşturmak. 
- Bitmeyen dış savaşlar. 
- Silah satışları sözleşmeleri yapmak. 
- Amerika’nın müttefikleri ve adamlarını organize etmek. 
- İstihbarat teşkillerinin asıl bütçesi olan uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, kara para işlerini organize etmek. 
- Diğer ülkelerde darbeler, rejim değişiklikleri. 

Yıllık sadece 600 milyarlık savunma bütçesine göre; Amerikan imparatorluğunu sürdürmenin bedeli ayda 15 milyar, bir saatte 20 milyon dolara geliyor. 

Sonuç; Trump ve gölge hükümet.. 

 Trump dönemi, gölge hükümetin yükselişi olarak adlandırılmaktadır12. Trump’ı derin devletin hedef aldığını savunanlar, adres olarak FBI ve CIA çalışanları ile onların müttefikleri ve sızıntı yapan muhbirleri gösteriyorlar. Ancak, derin devlet için bunlar yetmez, farklı bir gündemleri de olmalıdır. Gölge hükümet, kendisini kurumlardan soyutlamış elit tabaka da değildir. Gölge hükümet, güç ve çıkar peşinde koşan, yönetici sınıf içine entegre olmuş oligarşik bir gruptur. Trump ise şu anda; iki partideki muhalifleri, bürokrasi, ulusal medya, lobiciler, Hollywood ve Wall Street ile mücadele halindedir. Ona göre tüm sistem çürümüş durumda ve binlerce ölü bırakarak ve trilyonlarca doları boşa harcayarak ülkeyi sonuçsuz 
savaşlar ile başarısız hale getirdiler. İran’ın etkisi arttı, insani kriz yükseldi, ekonomi kötü, iş gücü azaldı, yoksulluk ve suç arttı, borçlar çoğaldı. 

ABD içinde birkaç yüz kişilik askeri, istihbarat, diplomatik ve kolluk gücü yöneticisi politika yapıcısı ve dış politikayı yürütüyor. ABD Başkanı, ülke güvenliğinin yönlendirilmesinde bu grup üzerinde çok az kontrol uygulayabiliyor. Amerikan gölge hükümetinin hâlihazırda ülke içinde uğraştığı işleri sıralayalım 13; 

(1) Ülke içi gözetleme ve takip (NSA). 
(2) Ulaştırma merkezlerinin sıkı kontrolü için yeni güvenlik düzenlemeleri, 
(3) Vatandaşlık Kanunu (Patriotic Act) ile hukukun üstünlüğünün ortadan kalkması. 
(4) Askerileşmiş polis devleti (polisin askeri silah ve malzemeler ile güçlendirilmesi). 
(5) SWAT (Özel Silah ve Taktik) timlerinin yaygınlaşması. 
(6) Ülke içi drone kullanımı. 
(7) Üniversite ve liselerde polis varlığının artması. 
(8) Suç oranı ile birlikte kolluk güçlerinin yetkilerinin de artması. 
(9) Hapishanelerin özelleştirilmesi (hapishanelerde doluluk %90 oranında). 

Güvenlik güçleri ve iktidar vatandaşı evcilleştirirken, dışarıdaki kötülerden korkmayı sağlar. Amerikan vatandaşı; işini kaybetmek, terörizm tehdidi ile korkutulur, devlet ve ordunun desteklenmesi için güdülenir. Özel hayat üstünde devlet kontrolü her gün daha da artarken vatandaştan sadece koyun gibi itaat etmesi istenir. Liberaller, sosyalistler, sendikalar, bağımsız muhabirler hedef haline gelir, sesleri yok edilir. Onların yerini şirket kontrollü akademisyenler, medya ve hükümet görevlileri alır. Tek taraflı görüşler milliyetçilik ve 
yurtseverlik duyguları ile işlenir. Bazı sembollerin ve mitlerin arkasına saklanarak kolektif kimlik korunmaya çalışılır, bu aslında gerçekte olmayan Amerika illüzyonudur. Kısaca, Amerika’da demokrasi sadece bir masaldır ve gerçekten demokratik olarak adlandırılabilecek tek bir kurum dahi yoktur. Amerika, anayasası nedeni ile daha doğarken edindiği hayati bir hastalığa sahiptir ve bu yüzeysel bazı tedavilerle iyileşemez yani hastanın hayatını kurtaracak derin bir ameliyata ihtiyaç bulunmaktadır. 


DİPNOTLAR;

1 Emma M. Ashford, The Deep State Isn't What You Think, Cato Institute, (February 11, 2018). 
2 Paul R. Pillar, America Has No Deep State, National Interest, (February 15, 2018). 
3 Noam, Chomsky: America is not a Democracy, By, America is Not a Democracy, Nor was It Intended to Be. (June 16, 2007), 
   http://www.trinicenter.com/articles/2007/160607.html 
4 William Ruger, Groupthink, Not the Deep State, Is the Real Culprit, Charles Koch Institute (February 18, 2018). 
5 Thomas Sowell: Waiving Freedom, Hoover Institution, (Nov 7, 2012). 
6 Michael Glennon, National Security and Double Government, Oxford University Press, (2014), 35. 
7 Mike Lofgren, A Shadow Government Controls America, Reader Supported News, (February 22, 2014). 
8 Peter Dale Scott, Donald J. Trump and The Deep State, WhoWhatWhy, (Jan 25, 2018). 
9 Gary Hart, The 'Deep State' Conspiracy Is a Joke, American Security Project, (February 13, 2018). 
10 Peter Dale Scott, The State, the Deep State, and the Wall Street Overworld, Global Research, (February 11, 2018). 
11 Dana Priest and William Arkin, Top Secret America: The Rise of the New American Security State, Little Brown, (New York, 2011), 52. 
12 Mike Lofgren, The Deep State: The Fall of the Constitution and the Rise of a Shadow Government, Penguin Books, (New York, 2016). 
13 John W. Whitehead, No Doubt About It: The Deep State Is Real and Trump Is Its Latest Tool, Rutherford Institute, (23 July, 2018). 


***

14 Temmuz 2017 Cuma

REFAH-YOL HÜKÜMETİ DÖNEMİ BÖLÜM 1




 REFAH-YOL HÜKÜMETİ DÖNEMİ, BÖLÜM 1 


1. REFAH-YOL Hükümetinin kuruluşu: 

 ANA-YOL Hükümetinin sona ermesi üzerine, Cumhurbaşkanı Demirel’in, hükümeti kurma görevini seçimlerde en yüksek oyu alan Refah Partisi (RP) lideri Erbakan’a vermesiyle Türkiye siyasi tansiyonu yüksek yeni bir döneme girmiştir. Erbakan, diğer siyasi parti yetkilileriyle yaptığı ilk görüşmelerde olumlu bir netice alamamıştır. Bu süreçte 22 Haziran 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinde ANA-YOL koalisyonunun yeniden kurulması yönündeki görüşler yeniden gündeme getirilmiştir. 

 Erbakan’ın temaslarında RP ve Doğru Yol Partisi (DYP) arasındaki görüşmelerde ilerleme kaydedildiğinin ortaya çıkması üzerine, bazı DYP milletvekilleri79 
partilerinden istifa ederek ANAP’a geçmiştir.80 Nihayet 28 Haziran 1996 tarihinde, RP lideri Erbakan, DYP ile ikişer yıl sürecek “dönüşümlü Başbakanlık” önerisi temelinde bir koalisyon hükümeti kurulması konusunda anlaşma sağlamıştır. Böylece ANA-YOL modeli esas alınarak, yeni bir koalisyon hükümeti kurulmuştur. 
Protokole göre ilk iki yıl için Erbakan’ın Başbakan olması, Çiller’in ise Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olması öngörülmüştür. 

 Kamuoyunda REFAH-YOL olarak bilinen RP-DYP koalisyonu, 8 Temmuz 2006 tarihinde yapılan oturumda yapılan güven oylaması sonucunda, 54’üncü Cumhuriyet Hükümeti olarak kurulmuştur.81 

 RP’nin, DYP ile işbirliği yaparak Türkiye siyasi tarihinde ilk kez iktidara gelmesi, RP dışında kalan toplum kesimlerinde, “ Siyasal İslam ”ın yükselişi olarak 
görülmüş ve “ Laik Cumhuriyet Rejimi ” nin, “ Şariat ” ya da “ Askeri Yönetim ” ikilemiyle karşı karşıya kaldığı şeklinde değerlendirilmiştir. 

 Nitekim, REFAH-YOL’un kurulması merkez medya organlarında şaşkınlık ve tepkiye yol açmış; hükümet aleyhinde kampanya yürütülmeye başlanmış, hükümeti yıpratma faaliyetleri hızlandırılmıştır. 

2. Başbakan ERBAKAN’ın bürokrasi ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkileri: 

 Aralık 1995 seçimlerinde birinci parti olarak çıkan RP’nin lideri Erbakan, partisinin iktidar ortağı olacağını düşünerek, asker, sivil bürokrasisi, sermaye çevresi, üniversiteler, sivil toplum kurulışları ve merkez medya ile iyi diyalog kurmak için gayret göstermiştir. Başta asker ve sivil bürokrasi olmak üzere, toplumun geniş kesimlerinde var olan, partisi aleyhindeki görüşleri bildiğinden, Başbakanlığının ilk günlerinden itibaren, yerleşik iktidar güçleriyle iyi ilişkiler kurulmasına önem vermiş, kendisini yerleşik devletin asıl sahibi gören asker ve sivil bürokrasiyle iyi geçinmeye çalışmış, devlette artık teamül haline gelen, davranış kalıplarının dışına çıkmamaya özen göstermiştir. 

 MGK düzeyinde, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış güvenlik tehditleri hakkında bilgi alan ERBAKAN, Türkiye’nin özellikle ABD, AB ve İsrail’le ilişkilerinin önemi konusunda bilgilendirilmiştir. 

 Nitekim, ERBAKAN, bu bilgilendirmenin yapıldığı MGK toplantısının hemen sonrasında, Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmasına onay vermiş; sonrasında ise Türkiye ve İsrail Genelkurmay Başkanlıkları tarafından müzakere edilen, “Gizli” gizlilik dereceli “Türkiye-İsrail Askeri Eğitim ve Savunma Sanayii Anlaşması”nı “kamuoyuna açıklanmamak kaydıyla” imzalamış, daha önce yargı yolunun açık olmasını talep ettiği YAŞ toplantısında, askerler tarafından hazırlanan “ihraç dosyaları”nı incelemiş ve neticede “irticai faaliyetlerde bulunduğu” gerekçesiyle 13 subay ve astsubayın ihraç edilmesine; aşırı sağ ve sol örgütlerle ilişkili 13 subay ve 16 astsubayın da ilişiklerinin kesilmesine kararını imzalamıştır. 

 Bu çerçevede, 1977 yılında Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümetinden bu yana, Türkiye’de “muhafazakar” partilerin her iktidara geldiğinde gündeme getirilen, Taksim’e Cami inşa etme projesi için gerekli izin, Kültür Bakanlığına bağlı Eski Eserler ve Anıtlar Genel Müdürlüğü’nden çıkmasına rağmen, kamuoyundaki tepkiler üzerine,82 proje 28 Şubat’ın baskıcı uygulamaları nedeniyle yapılamamıştır. 

 31 Ağustos 1996 tarihli gazetelerde RP Van milletvekili Fethullah Erbaş’ın terör örgütü tarafından kaçırılan Türk askerlerinin serbest bırakılması ve 
Abdullah Öcalan’ı silah bırakmaya ikna etmek amacıyla İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal ile birlikte Kuzey Irak’taki bir PKK kampına gittiği, burada 
PKK bayrağı altında çektirdiği fotoğraflarının yayımlanması tepkiyle karşılanmıştır. 

Cumhurbaşkanı Danışmanı Arcayürek, Demirel’in RP’nin PKK’lılara af ve uzlaşma içeren önerilerini sert bir dille eleştirdiğini öne sürmüştür. 

   Başbakan Erbakan’ın, aynı gün düzenlenen 30 Ağustos Bayramı törenlerinde Cumhurbaşkanı Demirel tarafından sert bir dille uyarıldığı iddia edilmiştir. 83 

   Başbakan Erbakan, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının da katıldığı, 6 Eylül 1996’da gerçekleştirilen Adli Yıl açılış töreninde bir konuşma yapan Yargıtay Başkanı Müfit Utku “Türkiye’ye şeriat getirmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini” ifade etmiş; Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen ise “Ülkemiz trafik kazalarını mevlit okutarak ve kurban keserek önlemek isteyen, yağmurun çaresini duada bulan, bütçe açığını karşılamak için Allah’ın nimetlerini kaynak gösteren ve dini politikaya alet eden bir zihniyetle idare edilmektedir” demiştir.84 Utku ve Özgen’in Komutanlar tarafından tebrik edilmesi üzerine, töreni müteakip düzenlenen resepsiyona Başbakan ve Bakanların katılmadığı basına yansımıştır. 

 12 Eylül 1996 tarihinde DYP Genel Başkan Yardımcısı Meral Akşener’in medya patronlarına yönelik olarak, “Çiller fanatiği gençleri tutmakta zorluk yaşayacaklar” şeklinde açıklama yapması gündemi değiştirmiştir. Akşener’in bu açıklaması Meclis’te DSP lideri Ecevit tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş; 
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli ise sözkonusu açıklama hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuştur. 

 Hükümetin “Zorunlu Tasarruf Yasası” ve “Bedelsiz Otomobil İthalatı Kararnamesi” işçi sendikaları tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 15 Eylül 1996 tarihinde, Bursa’da düzenlenen “yerli üretime saygı” mitinginde, hükümet protesto edilmiştir. TÜRK-İŞ Başkanı Bayram Meral’in Cumhurbaşkanı Demirel’i ziyaret ettiğinde “tasarruf teşvik fonlarının geri ödenmesinin bir takvime bağlanması” ve “Bedelsiz Oto Kararnamesi’nin durdurulması” önerilerinin yer aldığı basına yansımıştır. Meral’in ayıca, devletteki kadrolaşmaya dikkat çektiği öne sürülmüştür. 

 27 Eylül 1996 günü Karadayı’nın Türkiye’yi Afganistan’a benzettiği konuşmasının basında yer alması üzerine, Başbakan Yardımcısı ÇİLLER’in, “Afganistan’la Türkiye’yi kıyaslayanlar Atatürk’ü anlamamışlardır” şeklindeki sözleri basına yansımıştır.85 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL ise ertesi gün “laikliğin kıymetini bilin” şeklinde bir açıklama yapmıştır.86 

 YÖK Başkanı ve Rektörler “Atatürk devrimlerinin ve ilkelerinin yakın izleyicisi olacaklarını” ifade etmiştir. 

 27 Eylül 1996 tarihli MGK toplantısında, Genelkurmay ve MİT tarafından verilen birifinglerde, İran’ın PKK’ya destek verdiğinin anlatıldığı, Erbakan’ın bu durum 
karşısında sessiz kaldığı öne sürülmüştür. 

 Cumhurbaşkanı DEMİREL, 1 Ekim 1996 tarihinde TBMM açılışında yaptığı konuşmada, “Cumhuriyetin temel nitelikleri değiştirilemez” şeklinde konuşmuş; bu töreni Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da izlemiştir. ANAP lideri Yılmaz, 2 Ekim’de, Meclis’teki grup toplantısında “darbe hakkında bilgisinin” 
olduğunu ifade etmiştir. RP Grup Başkanvekili Kapusuz bu konuşmaya tepki göstermiştir. 

 Başbakan Erbakan, 3 Kasım 1996’da gerçekleştirilen ara yerel seçimlerde, “ilk defa halkın inancının iktidara geldiğini” ifade etmiş, partinin seçim propagandası 
çalışmalarında, “üniversitelerde başörtüsü nedeniyle mağdur olan öğrencilerin mağduriyetlerinin sona ereceğini” ve “karayoluyla haccın mümkün olacağını” 
taahhütlerinde bulunulmuştur. 

 5 Aralık tarihli gazetelerde, “üst düzey bir askeri yetkili” kaynak gösterilerek yapılan haberlerde, “Eşkiyanın bile kıyafeti, elinde silahı var. Onu bertaraf etmek kolay, ama diğerlerini tanımak zor. Bu nedenle rejim açısından daha büyük tehlike. Şeriat tehlikesi, ordunun üst kademelernce MGK toplantıları başta olmak üzere her düzeyde vurgulanmaktadır” denilerek, şeriat tehlikesinin PKK’dan daha öncelikli bir tehdit olduğu görüşü gündeme getirilmiştir. 

 Nitekim, sözkonusu YAŞ toplantısında, Genelkurmay Başkanlığı tarafından Başbakan Erbakan’a verilen brifingde “iç ve dış tehditler kapsamında 
irticanın/şeriatın PKK’dan daha öncelikli bir tehdit olduğu” vurgulanmış; toplantı sonucunda, 58 subay/astsubay ile 11 personelin irticacı oldukları 
gerekçesiyle Ordu’dan uzaklaştırılması kararlaştırılmıştır. ERBAKAN, bu dayatma karşısında sessiz kalarak kararları imzalamıştır. 

 20 Aralık 1996 tarihli Hürriyet Gazetesinin manşetinde; “Bu defa işi Silahsız Kuvvetler halletsin” manşeti atılmıştır. Ertuğrul Özkök’ün köşesinde yer alan 
röportajdan alınarak haberde konu edilen bu sözün Dz.K.K.Ora.Güven Erkaya’ya ait olduğunu gazeteci Sedat Ergin tarafından daha sonra açıklanmıştır. 

 9 Ocak 1997 tarihinde Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 

 27 Ocak 1997 tarihli MGK Toplantısında, ilk kez Ağustos ayı MGK toplantısında gündeme gelen irtica konusunun Dz.K.K.Ora.Güven ERKAYA tarafından bir kez 
daha gündeme getirilmiştir. Basına göre bu toplantıda ERKAYA, “Aşırı dinci akımlar bugün PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline gelmiştir. 
PKK tehdidi ikinci plana düşmüştür” açıklamasını yaparak, irtica konusunun MGK gündemine gelmesini istemiştir. Diğer Komutanların da bu görüşe iştirak 
etmesi üzerine Cumhurbaşkanı DEMİREL’in de, bu konunun Şubat ayında yapılacak MGK toplantısında gündeme alınmasına karar verdiği öğrenilmiştir. 

 3 Şubat 1997 tarihinde Başbakan Necmettin ERBAKAN, partisinin Merkez Karar Yürütme Kurulu Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, hükümet programında 
"din-vicdan özgürlüğü" konusundaki düzenlemenin kamuda türban serbestisini de kapsadığını ve bu konuda DYP Genel Başkanı Tansu ÇİLLER ile anlaşma 
sağladıklarını söylemiştir. 

 22-25 Ocak 1997 tarihleri arasında GnKur. Bşk.İsmail Hakkı KARADAYI’nın başkanlığında Gölcük Donanma Komutanlığında üç gün süren bir toplantı yapmıştır. 
Bu toplantıya GnKur. Bşk.İsmail Hakkı Karadayı, Kuvvet Komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Ordu Komutanları, Harp Akademileri Komutanları, 
İlgili genelkurmay “J” başkanları daire başkanları, Genelkurmay Adli müşaviri ve diğer ilgili personelin katıldığı anlaşılmıştır.87 

 Basına göre bu toplantılarda Komutanlar şu değerlendirmeleri yapmıştır: 

 - Org. Koman’ın Susurluk Komisyonu’na çağırılması “ Şova ” yöneliktir. 

 - Bir generalin, bir semte Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir. 

 - Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. 

 - TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Orduyu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir.” 

 Basında, askerlerin sorunların demokratik zeminde çözümlenmesine özen gösterme ve bu maksatla üç maddelik bir eylem planı üzerinde anlaştıkları öne 
sürülmüştür. İlk iki maddenin “Batı Harekat Konsepti esasları çerçevesinde sorunların MGK’da gündeme getirilmesi, brifinglere devam edilmesi 
olduğu, üçüncü maddenin ise sır olduğu” öne sürülmüştür. 

   Refah-Yol Hükümeti Döneminde Önemli Siyasi ve Sosyal Olaylar 

   _Kamuoyunda İrtica Algısı Oluşturan Olaylar: 

 REFAHYOL hükümeti iktidara gelir gelmez, bazı camilerin önünde özellikle Cuma günlerinde bazı aşırı uç gruplar tarafından çeşitli eylemler düzenlenmeye 
başlamıştır. Bunlardan en dikkat çekici olanı, Acz-i Mendiler olmuştur.88 6 Ekim 2006 tarihinde Ankara Kocatepe Camii’nde zikir çekerek “şeriat isteriz” şeklinde 
bağıran sakallı, cüppeli ve asalı Acz-i Mendi görüntüleri, günlerce televizyon ve gazetelerde yayımlanmıştır. RP Başkanvekili KAPUSUZ, bunun bir provakosyon 
olduğunu söylemiştir. 

 Bu gösterilerin zamanlama olarak Başbakan’ın Libya gezisine denk gelmesi bu yayınların etkisinin artmasına yol açmıştır. 20 Ekim tarihinde yine aynı yerde 
gösteri yaparak, Atatürk’e hakaret eden yüz civarındaki Acz-i Mendi gözaltına alınmıştır. 

 Öte yandan, İstanbul’un Fatih/Çarşamba semtinde bulunan Ali Kalkancı’ya ait, tarikat olduğu söylenen oluşum ortaya çıkmıştır. Fadime Şahin adlı bir kadının 
Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz arasında özel ilişkiler olduğu öne sürülmüştür. Gündüz’ün Fadime Şahin’le basılma görüntüleri polis kameralarınca çekilerek 
yayımlanmıştır. Daha sonra, Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin’in özel olarak görevlendirilmiş kişiler olduğu öne sürülmüştür.89 

 Bu olayların 28 şubat sürecini tetikleyen kurgulanmış olaylar olduğu, Aczmendiler, Fadime Şahin, Ali Kalkancı gibi isimlerin provokasyon amaçlı kullanılmış oldukları yapılan tetkiklerde görülmüştür. 

   _Susurluk Olayı: 

 Yerel ara seçimlerin yapıldığı 3 Kasım 1996’da, Susurluk skandalı patlak vermiş; “kanun kaçağı” Abdullah Çatlı’nın, sevgilisi olduğu söylenen Gonca Uslu 
ile birlikte, eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve Bucak aşireti reisi ve DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak’la birlikte otomobile bir kamyonun çarpmasıyla, devlet içindeki karanlık ilişkilerin su yüzüne çıktığı öne sürülmüştür. 

 Bu olayın ardından, basın organlarında, “ Derin Devlet ” ve “devlet-mafya-siyaset üçgeni” iddiaları tartışılmaya başlanmıştır. Bu olayın içinde DYP’li bir vekilin 
olması, Çiller’in kazadan yaralı olarak kurtulan Bucak’ı hastanede ziyaret etmesi, ölen Çatlı için TBMM Genel Kurulu’nda “ Devlet için kurşun atan da, kurşun 
yiyen de bizim için şereflidir ” şeklindeki sözleri, basın yayın organlarında eleştirilmiştir. 

 Erbakan’ın, bu gelişmeler karşısında, basında çıkan haberler için “fasa fiso” diyerek, olayı “medyanın abarttığını” öne sürmesi bu kez RP’nin eleştirilmesine 
neden olmuştur. Erbakan’ın koalisyon ortağını korumak için bu sözleri sarf ettiği öne sürülmüştür. 

 Bu gelişmeler üzerine, Çiller, skandala adı karışan İçişleri Bakanı ve eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın istifasını istemiştir. ANAP lideri YILMAZ, 
Cumhurbaşkanı DEMİREL’den Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilmesini istemiş ancak Demirel “sistemin işletilmesi” gerektiğini söyleyerek, talebi geri 
çevirmiştir. Müteakip günlerde, YILMAZ, Almanya gezisi sonrası uğradığı Budapeşte’de kaldığı otelde kimliği belirsiz bir kişinin yumruklu saldırısına uğramıştır. 

 Neticede, daha önce, Erbakan’ın Libya gezisine ilişkin kararnameyi imzalamamasından dolayı parti içinde gerginliğe yol açan AĞAR, 8 Kasım 2006’da “ herhalde Kaddafi memnun olmuştur ” diyerek istifasını sunmuş90 ve yerine Meral Akşener getirilmiştir. Akşener’in ilk işinin Ağar’ın imzalamadığı 
Erbakan’ın Libya gezisi kararnamesinin imzalanması olduğu öne sürülmüştür. 

 Bu olayı araştırmak amacıyla, 13 Kasım 1996’da, üç ay için görev yapacak Meclis Susurluk Araştırma Komisyonu kurulmuştur. Komisyon Başkanı 
Mehmet Elkatmış, olayın arkasında JİTEM’in olabileceğini işaret etmiştir. Bu olay hakkında Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan sözkonusu raporun bir bölümü “devlet sırrı”91 sayılarak yayımlanmamıştır. 

 9 Ocak 1997 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Çankaya Köşkü'nde bir görüşme yapan Başbakan Necmettin Erbakan, Susurluk kazasıyla ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu'nca hazırlanan raporun Demirel’e sunulduğunu söylemiştir. Susurluk konusunda orduya yönelik açıklamalar yapan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Vekili Hanefi AVCI mahkeme kararıyla tutuklanmıştır. 

 Başbakan Necmettin Erbakan daha sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'yı ziyaret etmiştir. 

 10 Ocak 1997 tarihinde Adalet Bakanı Şevket Kazan düzenlediği basın toplantısında, Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerince hazırlanan Susurluk raporu hakkında bilgi vermiş; adli mercilerce soruşturması istenenlerin 35, tanık olarak dinlenmesi istenenlerin de 85 kişi olduğunu söylemiştir. 

 Başbakan ERBAKAN Susurluk skandalını araştırmak amacıyla MİT’e de ayrıca bir rapor hazırlatmıştır. Bu rapor sadece mecliste grubu bulunan parti başkanlarına 
verilmiştir. 

 Bu gelişmeler sonrasında, 15 Eylül 2011 tarihinde Ankara Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar hakkında 
“ Suç örgütü yöneticisi ” olduğu gerekçesiyle 5 yıl hapis cezası istenmiştir. 

 Konuyla ilgili olarak Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Komisyonumuza bilgi vermiştir.92 

  _ “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” Eylemi: 

 Susurluk skandalı toplumda yaygın bir infiale sebep olmuş; skandalın üzerinin örtüldüğümü düşünen “Yurttaş Girişimi” adı verilen bir grup aydın tarafından 
1-29 Şubat 1997 tarihlerinde yürütülen “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” adlı kampanyalarla, Susurluk’ta açığa çıktığı öne sürülen “derin devlet”  hedef alınmıştır. Ancak, Adalet Bakanı Şevket KAZAN’ın bu eylemi “mum söndü”ye benzetmesi, başta Alevi vatandaşlarımız olmak üzere, toplumun geniş 
kesimlerinde infiale sebep olmuş; böylece protestolar özellikle Refah Partisi’nin aleyhine dönük kampanyaya dönüştürülmüştür. 

  _ Refah Partili Belediyelerin ve Milletvekilerinin Eylem ve Söylemleri: 

 28 Şubat sürecinin en tartışmalıkonularından bir diğeri de, Refah Partili belediye başkanlarının yaptığı açıklamalar olmuştur. 28 Şubat sürecinde Refahlı 
belediyelerin kamuoyundaki “hizmet veren” imajı zedelenmeye çalışılmış, belediyeler üzerinden RP yıpratılmaya çalışılmıştır. Özellikle, Sincan, Şanlıurfa, Bingöl, Konya, Ankara gibi Refah Partili belediyelerle ilgili haberler öne çıkarılmış; aynı şekilde Refah Partili Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, 
İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’nın, Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın çeşitli yer ve tarihlerde yaptığı konuşmaların video kasetleri ara ara 
TV ve gazetelerde “Şok şok…Flaş Haber” üst başlıkları ve gerilim müzikleri fonuyla konu edilmiş, çeşitli tartışma programları düzenlenmiş ve sürekli sıcak 
tutulmuştur. 

 Şevki Yılmaz’ın Arafat’ta yaptırdığı yemin, günlerce TV ekranlarından “Şeriat yemini” gibi başlıklarla haberleştirilmiş, İlahiyat mezunu olan ve dini vaazlarıyla tanınan Şevki Yılmaz’ın yaptığı dini içerikli konuşmalar dönemin ruhu içinde “şeriat konuşmaları” gibi sunulmuştur. Bazı Refahlı belediyelerin ve Refah Partisine yakınlığıyla bilinen dernek ve vakıfların yine aynı dönemde başlattıkları “alternatif Yılbaşı” etkinlikleri de, irticai kalkışma olarak sunulmuştur. 

 Sultanbeyli Belediyesi; 

 28 Şubat döneminde adı sık sık irticaın merkezi olarak takdim edilen İstanbul’un Sultanbeyli ilçesinde, 11 Ocak 1997 tarihinde, dönemin 2’nci Zırhlı Tugay 
Komutanı Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu tarafından, Belediye Başkanı’nın onayı alınmaksızın, ilçe meydanına Atatürk anıtı yaptırılması uzun süre kamuoyunu 
meşgul etmiştir. 

 28 Şubat darbesini soruşturan savcıya 6 Kasım 2012 tarihinde ifade veren dönemin Sultanbeyli Belediye Başkanı Nabi KOÇAK’ın; “Doğu Silahçıoğlu'nun 
bölgede provokasyon peşinde koştuğu, Meydana fiber Atatürk büstü diktikleri, amaçlarının büstü yaktırıp suçu Müslümanların üzerine yıkmak olduğu, heykel 
yakılmasın diye 15 gün boyunca başında nöbet tutturduğu, sonra fiber heykel yerine tunç olanını diktikleri" şeklindeki basına yansımıştır. 

  _Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım konuşması; 

KARATEPE’nin 10 Kasım törenlerine ilişkin konuşması basında irticaın ayak sesleri olarak yansıtılmıştır. Karatepe’nin konuşmasındaki “İnancımıza saygı 
duyulmadığı bu dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törene katıldım… Bu zulüm düzeni yıkılmalıdır….Müslümanlar içinizden bu hırsı, bu kini, bu nefreti, bu inancı eksik etmeyin” şeklindeki sözleri basında günlerce işlenmiştir. 

 Refah Partili Kayseri Belediye Başkanı Karatepe, bu sözleri dolayısıyla medya eliyle suçlanmış, siyasi irade görevden almış, resmi görevlerinden el çektirilmiştir. 
Dönemin Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe 02.11.2012 tarihinde Komisyonumuza bu konuda açıklamalarda bulunmuştur. 93 

 Diğer taraftan, bu süreçte Refah Partili Belediyeler de sıkı gözlem altına alınmış ve teftişten geçirilerek yargısal süreç başlatılmıştır. 

 Bunlardan; Gebze İlçesi Belediye Başkanı Ahmet PEMPEGÜLLÜ hakkında MGK Genel Sekret erliği tarafından alınan ihbar mektubu işlem yapılmak amacıyla İçişleri Bakanlığı’na gönderilmiştir.94 Yazının sonuç bölümünde; “Uygun görüldüğü takdirde, konunun 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerine göre incelenmesi için yazımız ve eklerinin Teftiş Kurulu Başkanlığına havalesi” istenmiştir. 

 İçişleri Bakanlığı tarafından söz konusu yazı hakkında işlem yapılmıştır. 

 _ Kudüs Gecesi etkinliği: 

 Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile dönemin İran Büyükelçisinin de iştirak ettiği bu etkinlikte çeşitli şiirler okunmuş, İsrail’in Filistine uyguladığı baskı bir tiyatro 
gösterisiyle izleyicilere gösterilmiş ve Refah Partili Belediye Başkanı tarafından Filistin’de uygulanan baskı ve zulüm konusunda bir konuşma yapılmıştır. 
Ancak bu etkinlik, gazetelerde “Türkiye İran mı olacak?” şeklinde yansıtılmıştır. 

 Sincan Belediyesi tarafından düzenlendiği iddia edilen “ Kudüs Gecesi ” olarak adlandırılan etkinliğin, kamuoyunda bilinenin aksine, Kudüs Platformu ile 
ortaklaşa yapıldığı öğrenilmiştir. 

 Geceye davetli olan İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’nin yaptığı konuşmada, “Amerika ve İsrail'i düşman ilan ettiği, şeriat çağrısı yaptığı” öne 
sürülmüştür. 

 CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Bagheri'nin Türkiye'nin iç politikasına karışmasına hakkı olmadığını belirterek, " Dışişleri Bakanı'nı göreve çağırıyorum. Derhal tepkisini dile getirmeli ve Türkiye'nin olması gereken tavrını ortaya koymalıdır" demiştir. 

 Bu gelişmeler üzerine, Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Ali Tuygan, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen " Kudüs Gecesi "ndeki konuşmaları nedeniyle İran'ın Türkiye Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri'yi Bakanlığa çağırarak görüşmüştür. Görüşmenin ardından Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, "Büyükelçinin söz konusu gecede yaptığı konuşmanın, içişlerimize müdahale niteliği taşıyan unsurlar ve Türkiye'nin dostu bazı ülkelere karşı uygun olmayan eleştiriler içerdiği, bu beyanlarının tarafımızdan protesto edildiği belirtilmiştir" denilmiştir. Ancak, Hükümetin söz konusu Büyükelçiyi derhal sınır dışı etmemesi Genelkurmay tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu olaydan üç gün sonra, 3 Şubat 1997 tarihinde Sincan’daki Kudüs gecesine ilişkin olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından inceleme başlatılmıştır. 

 İçişleri Bakanı Meral Akşener, hakkında açılan soruşturmanın selameti açısından Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın geçici tedbir olarak görevinden 
uzaklaştırdığını açıklamış; Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi de, Yıldız hakkında " Gözlem altına alınması " talimatını vermiştir. DGM Başsavcılığının Esas Hakkındaki Mütalaaında “Kudüs Gününün, Kudüs’le ilgisinin olmadığı; diriliş günü ve Müslümanların günü” olduğu vurgulanmıştır. 

 Bekir Yıldız, Kudüs gecesinde yaptığı konuşma nedeniyle 17.5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Sincan’da düzenlenen Kudus günü etkinliği 28 Şubat sürecinin 
en tartışmalı hadiselerinden birisini teşkil etmiştir. Etkinliklerle gündeme gelen Sincan’da NATO Tatbikatı dolayısıyla tanklar yürütülmüş, tankların caddede 
yürütülmesi medya tarafından “Tanklar Yürüdü” başlıklarıyla verilerek siyasi bir içerik kazandırılmıştır. 

 Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız Komisyonumuzda, bu denli tartışma yaratan olayın Ramazan programları çerçevesinde yapıldığından bahisle, 
Kudus etkinliğinin ilk defa değil, daha önceki yıllarda da aynı platformca düzenlendiğini beyan etmiş ancak bu yıl belediyenin Kültür müdürlüğünce 
yapıldığını anlatarak; 

 “Büyükelçiyle birlikte salona girdik, salona girdiğimizde o güne kadar bizim programımıza bu denli basından ilgi olmazdı, basının çok ciddi anlamda ilgisini 
gördük, bütün televizyonların orada bulunduğunu görünce doğrusu ben o esnada şaşırdım…Görüldüğü gibi dönemin şartları bakımından da birkaç yıldır yapılan 
bir kültürel etkinliği o günkü şartlarda başka bir atmosfer oluşturmak için kullanılmıştır. …Kudüs Gecesi yapıldı, iki gün ortada haber yok, ikinci gün Sabah 
gazetesi bir haber yaptı “Bu ne rezalet diye.” Sabahleyin telefon çaldı, açtımŞevket Kazan. “Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun, hangi süreçten geçtiğimizi biliyorsun, nasıl böyle bir hata olur?” dedi. Böyle girdi arkasından da… Yani sesi titriyordu, kızgındı, bu şekilde ifadeler kullandı” 95 demiştir. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

24 Şubat 2016 Çarşamba

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)



Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)

Amerika İsrail merkezli kaos politikalarıyla oluşturduğu “ Büyük Ortadoğu Projesi ”, tamamen ülkeleri devletsizleştirme ülke halkını da kimliksiz leştirme projesidir. Amerika'ya göre model ülke Türkiye, işi organize edecek “ Derin Devlet ” kısmını halledecek olan ülkede İsrail olacak. Amerikan yönetiminin proje dahilinde yaptıklarına bakarsak ülke yönetimlerine müdahale etme, darbeleri tetikleme, terörist gruplar yaratmak, vb onlarcası. Evangelist-Yahudi-Şeytan ortaklığının tekelindeki Amerikan yönetimi halen uyguladığı politikaya devam ederse batağa saplanacak. Amerikan ekonomisi şimdiki durumu günde 2 milyar dolar açık vermekte bu açığın nedeni 1950'ler den sonra üretim ekonomisini bırakıp kabul ettiği para ekonomisinden kaynaklanıyor Amerikan yönetimi kontrolünde olan devletlerde yaptığı borsa ve para oyunlarıyla verdikleri günlük 2 milyar dolarlık açığı kapatmaktadır. Bunun kalıcı olamadığını bildikleri için dünya enerji piyasasını tekelerine almak zorunda. Şahinlerin Rusya ile yaptığı Hazar petrolü çekişmesinde kazanan oldu "Ya bizdensiniz ya onlardan" diyerek işe başlayan Bush yönetimi oldu. Hazar petrolü ilk önce Ermenistan üzeri getirilecekti. Türkiye nasıl olduysa Ermenistan'ı projeden çıkardı. Gürcistan üzeri getirilecek olan Hazar petrolüne zamanın da SSCB Dışişleri Bakanlığı yapmış ve Sovyetler Birliği tarafından darbeyle iktidara gelmiş olan Eduard Şvardnadze Rusya'ya olan yakınlığın dan dolayı projeye karşı, Kadife Devrim için ülkedeki bütün sendikalar sivil toplum örgütleri George Soros'un finansmanı ile harekete geçirildi ve darbeyle iktidara gelen devlet başkanı yine darbeyle gönderildi. Amerika ve Avrupa Birliği darbeyi hemen kabul etti IMF kredi musluklarını açtı. Rusya için tam bir hezimet Amerika için zaferle sonuçlandı Rusya-Çin bypass edildi ve Hazar petrolü doğuya değil batıya akmaya başladı. Eduard Şvardnadze'yi emekliye ayırtan Amerikan yönetimi yerine 40 yaşlarında genç dinamik çok iyi derecede İngilizce bilen Amerika da hukuk bürolarında hukuk eğitimi almış gözü kapalı Amerika'ya güven duyan Mihail Sakaşvili'yi göreve getirildi. CIA Gürcistan da Kadife devrim için çalışan görev arkadaşlarının emeklilik işlemleri başladı doğal gazdan zehirlenerek öldürülen Başkan Zurub Jvaniya sonrada Başkan'ın danışmanı Giorgi Gelaşvili de evinde intihar ettirilerek öldürüldü. Gürcistan'a da demokrasi geldi bu ülke de özgürleşti. Gürcistan yenilgisini Putin ülkesindeki Yahudi asıllı Amerika için çalışan petrol ve medya patronlarına çıkardı. Rus ekonomisi enerji ihracatına bağlı petrol fiyatı artıkça rahatlayan petrol fiyatları düşerse zora giren Putin yönetimi bunlara ekrana getiren medya patronu Aleksandır Gussinsky'yi ait milyarlarca dolarlık vergi borçlarını ödemesi için baskı yapıp tüm mal varlığını el koyup Rusya'yı terk ettirdi. Putin Amerikalılar ile Dudayev'i ve Şamil Basayev'i görüştüren ve batıya çalışan ajan Nezamisnya İzvestiya da affedemedi. Putin ülkenin en zengin işadamı olan Mihail Hadorkovsk'un da milyarlarca dolar vergi borçlarını bulup ödemesi için baskı yapıp ülkeden yolladı. Son derece medyatik olan İngiliz Chelsea Kulüp'ün sahibi olan Roman Abramoviç'i de Yeltsin döneminde ülkeden kaçırılan 500 milyar dolarlık Rus kara parasının yurt dışına kaçırılmasından sorumlu tutup ülkeden gönderdi. Bu dört Yahudi kafadarın buluştuğu yer Yukos dünyanın sayılı petrol şirketleri arasında olan bu şirket şimdi Putin'in elinde Putin devletin olan Sibneft ile Yukosu birleştirip dünyanın en büyük 4. petrol şirketini yarattı.. 

Projenin Kafkaslardaki diğer bir ayağı da Çeçenistan, Amerika ve Rusya burada da çekişti ve hala kazanın olmadığı bölgeye sonun da Vehabiler de el attı Beslan kasabasında yaşanan okul baskını eylemini de Vehabiler organize etti Çeçen'lerin bu direnişi bağımsızlık hareketinden çıkıp süper güçlerin gövde gösterisine dönüştü. Vehabilerin etkisiyle Çeçenlerin haklı direnişi terör olarak nitelendiril meye başladı. Dudayev'den sonra Rusya'ya rağmen başa geçen Aslan Mashadov 'un öldürülmesinin nedeni Dağıstanlı komutan Şamil Basayev'in Çeçen direnişinin başına getirilip yeni bir Dağıstan cephesi açıp Çeçenistan ve Dağıstan'ı birleştirip Kuveyt modeli gibi Hazar petrolü etrafında yeni bir körfez petrol ülkesi yaratmak. 

CIA'nin Lübnan da ki faaliyetleri Ekonomi Bakanı Marwan Hamadeh suikastı ile başladı. Bu suikastı da Lübnan da ki iç savaşı önlemek için Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Amerika desteği ile Lübnan'a giren Suriye'ye ihale ettiler. Lübnan da MOSSAD'ın ince ince planladığı senaryo 16 yıl sürecek bir iç savaş başladı. Hıristiyanlara çok fazla imtiyazlar verilmesi kısa süre de azınlıkların iç hesaplaşmalarına dönüştü Lübnan ordusu ikiye ayrıldı, koyu bir İsrail ve Amerika düşmanı görünümdeki Suriye'nin Lübnan'a müdahalesi başladı. Suriye'nin Lübnan'a girmesiyle Suni Müslümanları sindirilmeye başladı iç savaş sırasın da Devlet daireleri, hastaneler, okullar yıkılıp tahrip edildi, Ortadoğu'nun en güzel şehirlerinden biri olarak bilinen Beyrut bir harabeye döndü. Suriye müdahale etmeseydi ülkedeki Hıristiyan azınlık neredeyse tamamen yok edilecekti. Tam bu sırada Lübnan'ın Turgut Özal'ı Bay Lübnan Refik Hariri ortaya çıktı. 16 yıl süren iç savaştan sonra ülkeyi yeniden yaratı 15 Şubat 2005 tarihinde Aziz George Oteli'nin önünde 350 kilogram patlayıcı ile bombardıman sonucu oluşabilecek etki gibi asfaltlar yerinden söküldü, insanlar yanarak, parçalanarak öldüğü suikast sonucu öldürüldü. Patlamadan sonra halkın olay yerine akın etmesinin engellenmemesi 17 gün sonra bile patlamanın olduğu bölge de cesetler bulunmasının nedeni Lübnan Hükümetinin suikastı ört bas etmesidir. Hariri'nin araçlarında konvoyda bomba uyarıcı düzenekler mevcut nasıl olduysa sistemler kilitlendi uydudan alınan uyarı iletileri durdu. Patlama sonrası hemen bir yalan kurgulandı olaydan 1 saat sonra muhalif birkaç siyası hemen televizyonda direkt suçlu Suriye gösterildi CNN de alt yazılar geçiyor Amerika Suriye Büyük Elçisini geri çekti. Refik Hariri nisan ayında yapılacak seçimlerdeki en büyük Başkan adayıydı. Tek başına iktidara gelmesine kesin gözüyle bakılan Refik Hariri Suriye'nin Lübnan dan çekilmesine karşıydı Lübnan'ın güvenliği için Suriye kuvvetlerinin ülkede kalmasını istiyordu. Hariri' nin yerine artık Muhalif Dürzi Lider Velid Canbolad Lübnan siyasetine yön veriyor Velid Canbolad Suriye'nin ülkeyi derhal terk etmesini istiyor ve sonrası bildik görüntüler ülkedeki bütün kötü gidişten Suriye sorumlu tutuluyor 1 milyon kişi sokaklarda 14 gün süren eylemler sonucun da Cumhurbaşkanı Emil Lehud tapun ağzın da Başbakan Ömer Kerame istifası veriyor. Bu halk darbesine de Sedir Devrimi adını veriliyor. Lübnan özgürleşti ve demokrasi bu ülkeye de geldi.

Irak ta olanlar bir yana işgale bakarsak herkes esas savaş Bağdat'ta olacak derken, Bağdat savaşmadan teslim edilmişti. Tarih 10 Nisan 2003'ü gösteriyordu. Teslimatı yapan, gerçekte Irak'ta herkesin bildiği ama ortalıkta elle tutulur bir şekilde gözükmeyen Kesnizani tarikatıydı. Tarikat Körfez Savaşından sonra Saddam'ın etrafını örümcek ağı gibi sarmıştı. Saddam'ın eşi, çok güvendiği generalleri ve istihbarat kuruluşlarının basındakiler hepsi bu tarikatın müritleriydi. Kesnizani tarikatı MOSSAD ve CIA tarafından Saddam'ı içten yıkmak, Irak'ı kolayca teslim almak için organize edilmişti. Tarikatın kurucusu Şeyh Muhammed kendisi ortalarda pek görünmüyordu. Medyatik değildi. Onun ismi Irak'ta efsane haline gelmiş getirilmişti. Tarikatın müritlerine MOSSAD'ın hahamlıktan tövbekar hocaları ders veriyor, dönüşüm etkisini göstermiş, bir Kürt tarikatı olan Kesnizanilik Türkmenler ve Araplar arasında da kendisine müritler edinmişti. Zaten uzun yıllardır Kuzey Irak Kürtleriyle temasta olan İsrail işi şansa bırakmak niyetinde değildi. Irak hızlı bir şekilde parçalanmalıydı. Gözüne kestirdiği Kürt tarikatı Kesnizani'lik üzerinden Irak'ın İslami hayatini da kontrol altına alacaktı. Artık Saddam ve çevresinde neler olup bittiğinden Kesnizani tarikatı ve şeyhi vasıtasıyla MOSSAD anında bilgi sahibi oluyor ve gereği yapılıyordu. Tarikatın içine MOSSAD iyice yerleşmişti. şeyh adına rahat rahat operasyon yapar hale gelmişti. Güney'de Şii Müslümanlar Kuzey'de ise Türkmenlerin büyük çoğunluğu hariç sivil Araplar ve Kürtler ile Irak devlet mekanizmasını elinde bulunduranlar Kesnizani tarikatı kullanılarak MOSSAD ve CIA tarafından devrilmişler ve psikolojik harbin kurbanını olmuşlardı. Saddam Irak'ın işgalinden birkaç ay önce durumu fark etmiş, eşi dahil, yakın çevresini etrafından uzaklaştırmıştı. Kesnizani tarikatı intikam almaya hazırlanıyordu. Derken Amerikan, İngiliz birlikleri Irak'a saldırdılar. Güney'de müthiş bir direnişle karsılaştılar. Dünya medyası, ve Türk medyası, asıl savaşın Bağdat ve çevresinde olacağını dile getiriyorlardı. Amerika'nın bu kadar az sayıda birliklerle Bağdat ve çevresindeki direnişi kıramayacağını söyleniyordu. Bağdat ve çevresi Saddam'ın askerleri tarafından hiçbir direnç gösterilmeden Amerikan askerlerine teslim edildi. Irak devlet mekanizması devrilmişti. Şeyh Muhammed müritlerine Amerikan askerlerine direnmemelerini öğütlemişti. Şeyhin emrindeki mürit generaller vatanlarının bağımsızlığı için savaşmak yerine Şeyh Muhammed'in emrine uydular. Bugün Şeyh Muhammed'in liderliğindeki Kesnizani tarikatı Irak'ta devletin ve siyasetin tam orta yerinde faaliyetlerine devam ediyor. 

Ukrayna da ki Portakal, Lübnan da ki Sedir Gürcistan da ki Kadife devrimleri Kırgızistan'a da ithal edildi. Sivil darbe operasyonlarında kullanılan metotlar hep aynı Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Kırgızistan'da yapılan parlamento seçimlerinin uluslararası demokratik normlara uygun olmadığını açıklıyor darbelerin finansmanı George Soros' un vakıfları ülkenin gençliğinin beynini yıkayıp yönlendiriyor Başbakan Askar Akayev'in istifasını isteyen muhalefet devlet dairelerine saldırıyor. Kırgızistan'da genel seçimlerde usulsüzlük yapıldığını iddia eden muhalefet adeta geze geze darbe yapıyor. Ülkedeki devlet binaları teker teker ele geçiriliyor. Önce eyaletlerdeki valilik binaları sonra da ilçe kaymakamlıkları işgal ediliyor. Muhalefet lideri Atayurt Partisi Başkanı Roza Otunbayeva Başbakan olmasıyla Kırgızistan da özgürleşecek demokrasi bu ülkeye de gelecek. Usame Bin Laden'in Afganistan'a gelmesiyle projenin Orta Asya bölümü başladı. Sovyet ordusunun 26 Aralık 1979 Afganistan'a girmesi ile Afgan mücahitlere katılan Usame Bin Laden Amerikan ordusunu olağan üstü desteği ile Jelelabad savaşında Sovyet ordusunu hezimete uğrattı üzerinden hiç çıkarmadığı CIA hediyesi olan makosenleri ve CIA görev ceketi bu başarısından sonra hediye edilmişti. Körfez Savaş'ında Kral Fahd' dan Suudi sınırlarını korumak istedi ancak Kral Fahd Amerika ittifak kurdu ve Suudi Kralı ile ters düştü bunu gibi birkaç olay sonrasında Usame Bin Laden kendine tek düşman olarak Amerika ve İsrailli seçti 1992 Yemen de Amerika askerlerine, 1993 New York ta Dünya Ticaret Merkezi garajına 1998 de Kenya ve Sudan da ki Amerikan elçiliklerine bombalı saldırılar ve 11 Eylül 2001 de ki intihar uçaklarıyla yapılan saldırılar 11 Eylül saldırılarına bakarsak: bu uçakların yolcu uçakları olmadıkları uçakların camlarının olmayışından yakıt ikmal uçakları oldukları kesinleşti ve ikiz kulelerin uçak yakıtının çelik gövdeyi eriterek çökmediğinin tonlarca bombalar ile kontrollü bir şekilde çökertildiği eğer yangın sonucu çökmüş ise enkazdan teröristlere ait pasaportun nasıl bulunduğu Pentagon'un intihar uçaklarıyla değil füze ile vurulduğu uçak kazası ile oluşacak hasarın yarısının bile oluşmayışından uçakların İkiz Kulelere girmeden önce altlarındaki görülen flaş etkisinin ne olduğunun ve uçaklarının normalde İkiz Kulelere çarptığında Kuleleri delip geçmesi gerekirken anında Kulelerin için de infilak etmesi teröristlerinin bu kadar kısa zaman da usta bir pilot gibi bu eylemleri gerçekleştirmesinin imkansız olması Pentagon da ki saldırı sonrası enkaz kaldırma çalışmalarında çalışan itfaiye çalışanların bulunamaması Usame Bin Laden öncülüğün de Afganistan dağlarında gezen cahil köylülerin son moda sibernetik saldırıları yapamayacağı bunun gibi daha birçok kanıt ile Amerikan yönetiminin başarısız senaryosunu kanıtlıyor. Usame Bin Laden görevini tam yaparak İslami Terörürü yaratıp “ Büyük Ortadoğu Projesi ”ni başlattı. 

İsrail'in de yazıp uyguladığı senaryolar var burada da karşımıza Çakal Carlos çıkıyor kendini daha çocuk yaşta Marksizm adadı ve Lenin'in ilk adını alacak kadar da Lenin hayranıydı. 1970 yılından sonra dünyanın en çok aranan ve tanınan teröristi oldu Fransa'da bombalama eylemleri OPEC konferansı baskını Uganda'daki FKÖ militanları ile yaptığı Entebbe uçak kaçırma eylemi bu eylem sırasında MOSSAD dünyaya tam bir gövde gösterisinde bulundu ve kendini tanıtı. Gerçek adı İlich Ramirez Sanchez Carlos'tur. Çakal Carlos'un da tek düşmanı Amerika ve İsrail di Çakal Carlos görevini tam yaparak Hamas, Hizbullah, FKÖ adına İsrail'e karşı terör eylemlerinde bulunarak İsraillin güvenliğini Ortadoğu'da sağladı Fransızlar Sudan da yakaladığında ben Müslüman oldum ve adım Salim Muhammet Nuri dedi. 

Abdullah Öcalan da aynı Çakal Carlos gibi Marksist ve Leninist fikir çizgisini iddia ederek Vietnam, Kore, Cezayir gibi ulusal mücadelenin olduğu ve kurtuluşun sağlandığı ülkeleri örnek alarak pkk terör örgütü ile 15 yıl boyunca Türkiye'de eylemlerde bulundu. Abdullah Öcalan'ın aslında Ermeni olduğu eskiden beri biliniyor, dile getiriliyordu. Artin Agopyan denen bu piç Abdullah Öcalan diye tanıtıldı. Öcalan soyadı üzerinde bile durulmadı. Kimlerden ve neden öç alıyordu? Abdullah Öcalan ve Kesire Yıldırım Öcalan 1970 ler de yükselen gençlik hareketlerinde Amerika'ya karşı sokaklarda yürümüştü. Abdullah Öcalan'ın örgüt faaliyetleri Mit muhbiri Pilot Necati ile arkadaşlığın dan ve MİT çalışanı Ali Yıldırım kızı Kesire Yıldım ile evlenmesinden sonra hızlanmıştır. Devlet Abdullah Öcalan'ı kullanmak istedi ancak asıl kullanılan Türkiye Cumhuriyeti mi yoksa Abdullah Öcalan mı oldu belli değil boşboğaz her yerde konuşan Abdullah Öcalan'ın dünya gazetelerine ve kendisiyle Suriye de ki kampların da görüşen Doğu Perinçek ve Anıl Küçük'e verdiği demeçler bunlar ”MİT bizi kullanmak istedi bizde onları” 27 Kasım 1978 yılında kurulan pkk 15 Ağustos 1984 yılına kadar parasızlıktan hiçbir eylemde bulunmadı bu ilk eylem emrini de Sovyet KGB' si verdi zaten o yılarda Türkiye de ki bütün sol örgütler Sovyetler tarafından desteklendi ve hepsi Leninist fikirler iddia ederek devrim adına terör eylemlerinde bulundu pkk birçok ülke tarafından desteklendi en son olarak Markisizimden ve Leninist fikir çizgisini bırakıp ABD güdümlü yapılanmaya gitti pkk tam bir veledi zina kimin çocuğu olduğu belli olmayan bir piçtir. Amaç şimdi daha netleşti Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini içine alacak şekilde Suriye, İran, Irak toprakları üzerinde Marksist ve Leninist ilkeler doğrultusunda Bağımsız Birleşik Demokratik kürdistan devleti kurmak. 15 yıl boyunca eylemlerde bulunan Abdullah Öcalan'ı bitiren Amerikan kontrolünden ve finansmanından çıkıp Almanya ve Fransa ile yakınlıklaşması oldu 15 şubat 1997 Kenya da paketlenip emaneten geri kullanılmak üzere teslim edildi. Asılması gereken kimilerine göre kahraman sayılan bu piç Avrupa Birliği'nin istemediği için asılamamakta İmralı da paşalar gibi beslenip avukatlarıyla gönderdiği yazıları kod adları kullanarak kendi yayın kuruluşlarında yayınlatıp eline sürekli kozlar verilmekte. Yılanın başını küçükken ezmek gerekir bunu yapmak isteyen kahramanlarda Eşref Bitlis, Hulusi Sayın'ın şehit edilesi terörist başını koruyan aramızdaki işbirlikçilerin kurbanıdır. Dünya da Türk lafı tamamen silinmiştir. Eskiden söylenen “Nerde Türkü Aradım Orda Kürdü Buldum Nerde Kürdü Aradım Orda Türkü Buldum “sözü yok artık Türkiye'de Irak ta her yerde Türklük silinmeye çalışıyor. 

Kıbrıs ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan istedikleri 1856 Islahat Fermanından sonra Yunanistan azınlık ayrıcalıklarından dolayı Girit'in Yunanistan'a devredilmesini istedi zamanın süper gücü İngiltere bunu kabul etmedi. 1878 Osmanlı-Rus savaşını bitiren Ayastefonas Anlaşmasından sonra Yunanistan yeniden Girit'i istedi. Şimdiki Annan senaryosunun tıpa tıp benzeri Girit'e özerklik veren bir anlaşma Osmanlı İmparatorluğuna İmzalatıldı. Anlaşmaya göre adada 80 kişilik ortak meclis kurulacak 49'u Hıristiyan 31'i Müslüman Yunanistan bunu beğenmeyerek kabul etti sonrasın da 1913'te Londra Barış Konferans'ın da Girit Yunanistan'a verildi. Annan planın da 200 bin nüfuslu KKTC'ye 100 bin den fazla Rum yerleşecek mülk edinecek sonrasında da bu araziler bizim tabular elimizde çıkın diyecekler. Satılmış medya aracılığı ile bu dönemde yapılan yayınların ne kadar gerçek dışı olduğu Avrupa Biriliği adına sürülen görüşlerin yanlış olduğuna tamamen böl yönet politikası adına yapılan bu siyaset satın alınan medya ve gazeteciler aracılıyla halka benimsetiliyor. Holding medyasının yaptıklarına örnek verirsek :Amerika yönetimi çok önemli bilgilere sahip Rus bilim adamını kaçırıyor. Amaç yeni buluş sahibi fizikçiyi konuşturup kritik bilgileri ele geçirmek. Rus bilim adamı ülkesine bağlılığından dolayı tüm tedbirlere rağmen konuşmaz bunun üzerine CIA tek kişi üzerine kurgulu bir yalan dünya kurar. Bilim adamının izlediği televizyon kanallarından sözde savaş görüntüleri yayınlanır. Kurguyu desteklemek üzerede sadece bilim adamın okuduğu bir gazete çıkarılır. Televizyondaki görüntüleri ve gazete yazılarını teyit eden önceden planlanmış, sürpriz olaylarla gizli telefonlarla Rusya'nın yerle bir olduğu ailesini kaybettiğine inandırılır her şeyini kaybetmiş Rus tüm bildiklerini CIA'ye aktarır. Saygın seçkin holding patronlarımızın papaz efendilerin ellerini yalaması dinler arası saygı olarak aktarılıyor. Holding medyasının yaptıkları ile CIA'nin kurduğu yalan dünya aynı beyin yıkmaya dayalı. 

Sürekli konuşulan hiç bilinmeyen İsrail'in tarihine bakarsak İngiliz yönetimi altında Filistin'den toprak satın alarak bu bölgeye gelenlerin, ayrı bir devlet kurma konusunda İngilizler ile kavgaya sürüklenince merkezlerini Londra'dan vazgeçerek New York'a taşındıkları ve dünyaya egemen olma çalışmalarını buradan devam ettiler. Arkasına Amerikan gücünü alan Siyonist lobinin, daha sonraları Avrupa'da Hitler olgusunu Sion planı doğrultusunda kullanılmayı başardığı görülmüş ve Hitler'den korkan dünya Yahudilerinin büyük kısmı İsrail'e göç etti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk kez Filistin'de Yahudi nüfus Arap nüfusu geçince, Siyonistler Amerika baskıları ile İkinci Dünya savaşı sonrasında Ortadoğu'da bir Yahudi devleti olarak İsrail'in kurulmasını Birleşmiş Milletler kararı ile başardılar.. Amerika desteği ve zengin Yahudi lobilerinin her türlü yardımlarından yararlanan İsrail, üç tarafı Arap ve Müslüman nüfus ile çevrilmiş bir bölgede güçlü bir ülke olarak ayakta kalabilmek için sürekli olarak genişlemenin yollarını aramış ve İsrail'in sınırlarını genişletmiştir, İsrail'in kurulmasından sonra Ortadoğu bir türlü barışa kavuşamamıştır. Siyonizm'in büyük planına göre, Yahudilerin Ortadoğu'da bulunabilmeleri için kesinlikle Büyük İsrail Devleti'nin kurulması gerekmektedir. Küçük İsrail ile Ortadoğu'ya egemen olmak mümkün olamayacağı için Büyük İsrail'i kurarak bütün Orta doğu'yu Kudüs merkezli bir yönetimin egemenliği altına almak kurulduğun dan bu yana yarım yüzyıldır, İsrail devletinin amacıdır. Orta Doğu'da İsrail Devletini iki bin yıl sonra yeniden kuruldu. Kudüs'ün yanı başındaki Sion tepesini dünyanın merkezi yapmayı ve burada bütün dünyayı yönetecek bir kale oluşturmayı kutsal bir amaç olarak kendilerine hedef seçenlerin, Tevrat'ta dile getirilen Fırat ve Nil arasında kalan vaat edilmiş toprakları yavaş yavaş işgal edecekler. İsrail devleti ve halkı homojen bir yapıya sahip değildir. Çoğunluğu teşkil eden Sefarad İspanyol, Akdeniz kökenli Yahudilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmaktadır. Yüksek ve önemli makamları Eşkenaz Yahudiler tutmuştur. Bu iki zümre arasında da çekişme vardır. İsrail'de radikal, fanatik Museviler vardır ki, vaat edilmiş beklenen Mesih zuhur etmeden kurulduğu için Yahudi devletinin meşruiyetini tanımamaktadırlar yıkılmasını bile istemektedirler. Din ve devlet özdeştir laikliğin "L" si bile yoktur. Yine din ile millî kimlik aynı şeydir. Yahudilik babadan değil anneden geçer annesi Yahudi, babası Goi gayr-i Yahudi olan biri otomatik olarak Yahudi sayılır, İsrail vatandaşı olabilir. Babası Yahudi, annesi gayr-i Yahudi olan birisi ise Yahudi ve Musevî sayılmaz. Ortodoks Yahudilikte erkekler ile kadınlar arasında ayırım vardır. Sinagoglarda karışık olarak yer alamazlar. Sofu Yahudilerin yaşadığı mahallelere sefer yapan belediye otobüslerinde kadınların yerleri ayrıdır. Bütün İslâm dünyasında, samimî Müslümanlardan daha koyu Müslüman görünen bir sürü Yahudi ajanı, casusu vardır. Yahudiliğin ve İsrail'in en şiddetli ve koyu düşmanı gibi görünen nice kodaman zengin İslami şahsiyet vardır ki, gerçekte İsrail'in hizmetinde çalışmaktadır.. İsrail'de ve diyaspora Yahudileri içinde Türkiye'yi çok iyi bilen, Türk dili, tarihi, kültürü üzerinde ihtisas yapmış olan, Türkoloji konusunda dünya çapında otorite olan uzmanlar bulunmaktadır. Türkiye'de ise doğru dürüst İbrani'ce bilen, İsrail konusunda uzman olan hemen hemen hiç kimse yoktur. 19'uncu ve 20'nci yüzyılda Türk milliyetçiliğini çıkartan kişilerin bir kısmı Yahudi'dir. Bunların en meşhuru, Tekin Alp takma adıyla kitaplar ve makaleler yazan Selanik Yahudilerinden Moiz Kohen'dir. 

İsrail Türkiye'deki Yahudileri Ortodoks Musevî olarak kabul etmemekle birlikte onlardan dolaylı şekilde faydalanmaktadır. Ortodoks Yahudileri İsrail halkının ancak yüzde 10'u veya 15'i kadardır. İsrail'e en muhalif devlet İran'dır. Siyonizm İran konusunda büyük endişelere sahip ve ezilmemsi gerekiyor. Bunu yapmak için İran ve Irak arasında sekiz sene süren, 2 milyon insanın ölümüne yol açan savaş da kışkırtma ile çıkmıştır. Ortadoğu her geçen gün biraz daha savaşa itilmektedir. İsrail'in Filistinlilere yaptığı zulmü Yahudiler bile lanetliyor, Şapkalı sakallı dindar Yahudiler ellerinde Filistin bayrakları pankartlar açmışlar, "İsrail'in Filistin halkına yaptığı zulmü kınıyoruz" diyor. Bütün dünya İsrail'i kınıyor, nice vicdanlı Yahudi bile İsrail'i tenkit ve protesto ediyor. İktisadi ve malî durumumuz çok kötü de olsa karşılığında yüz milyarlarca dolar vaat edilse de maceralardan uzak durulmalıdır. İsrail, varlığını sürdürebilmek için bütün Ortadoğu'da bir "Yahudi Barışı" kurmak istemektedir. Mısır'ı pes ettirdi. Ürdün zaten çantada keklik Suriye ile gizli anlaşmaları var Irak'ı şu anda fiilen üçü bölüp parçalanmıştır. Türkiye'yle ittifak kurmuş ve onu kendi nüfuz bölgesi içine aldı. İran'daki rejimi yıkmak için çalışılıyor. 

http://gizliilimler.tr.gg/B.ue.y.ue.k-Ortado%26%23287%3Bu-Projesi--k1-BOP-k2-.htm


..