ERBAKAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ERBAKAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ekim 2017 Pazartesi

KIBRIS DOSYASI VE AKP İKTİDARININ FOYASI



KIBRIS DOSYASI VE AKP İKTİDARININ FOYASI

Yandaş yazar ve yorumcu takımı Sn. Erdoğan’ın AB’ye karşı kurusıkı çıkışlarını manşetlere taşıyıp halkımızı oyalarken Sn. Binali Yıldırım, KKTC’nin neredeyse üçte biri kadar topraklarını Rum Kesimine bırakma hazırlığı ve pazarlığı yapılan Cenevre görüşmelerinin: “Türkiye’nin KKTC üzerinden AB’ye alınması sürecini hızlandıracağı” yolundaki açıklamaları; acaba saflıktan ve feraset noksanlığından kaynaklanan safsatalar mıydı, yoksa halkımızı avutup oyalamak için uydurulan saptırmalar mıydı? Veya AB’ye katılma ve kuyruk olma hatırına Kıbrıs’ın feda edileceğinin dolaylı itirafı mıydı?

Yandaş yazarların şu yorumları bizi kuşkularımızda haklı çıkarmaktaydı:
“Çözüm, Akıncı-Anastasyadis ikilisinden önce, Erdoğan ile Çipras'ın elinde bulunmaktadır... Araları son zamanlarda oldukça iyi görünen iki lider, iç baskılara göğüs gerer ve el ele verirlerse, Akıncı ve Anastasyadis gerisini getirip Kıbrıs’ta barışa ulaşılacaktır. Kıbrıs sorunu çözülürse, Ege bir "Dostluk, Barış ve hatta Ortaklık Gölü"ne dönüşmüş olacak ve bu Türk, Yunan ve Kıbrıs Halklarına müthiş bir ekonomik refah getirilmiş olacaktır... Barışı sağlayan liderlere de (Erdoğan ve Çipras’a) dünya çapında itibar ve saygınlık sağlayacaktır.”[1]
Oysa aradan 43 yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen, Rumlar 20 Temmuz 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtını da, KKTC’nin kurulmuş olmasını da halâ sindirememiş görünüyorlardı. Barış Harekâtı öncesinde de Rumlar Ada’daki Türk varlığından rahatsızdı. Her fırsatta saldırıyor, kan döküyorlardı. 1974 öncesindeki 25 senede yaşanan katliamlar tam bir soykırımdı. Kanlı Noel, Banyo, Murat Ağa, Atlılar, Sandallar gibi nice katliamlar yaşanmıştı. Türkiye’deki yöneticiler, 1974 öncesi katliamlara ABD ve BM’nin baskısıyla müdahaleyi göze alamamışlardı. 1974’teki koalisyon hükümetinde Milli Görüş Lideri Erbakan vardı. O, daha siyasete atıldığı ilk yıllarda Kıbrıs’ı “Bir dava ve Anadolu’nun bir parçası” olarak görüyorlardı. Erbakan Hoca 1974’te Kıbrıs’ta Rumların Türk varlığını bitirmek istediğini kavradı. Ecevit’in görüşmeler için İngiltere’ye gitmesinden faydalanarak GKB Sancar’la görüşüp planlaştı. Bakanlar Kurulu’nda Kıbrıs’a çıkarma yapma kararı aldı. 3 günlük harekâtta Kıbrıs’ın üçte biri kurtarılmıştı. 

BM hemen “ateşkes” kararı çıkardı. Ecevit’in de yurda dönüp engel olmaya başlamasıyla maalesef harekât sonlandırılmıştı. 

  BARIŞ Harekâtı ile katliamlar son bulacaktı. İki kesim de yeni sınırlarına çekilecek, KKTC ve GKRC olarak iki ayrı devlet kurulacaktı. Böylece Ada’da huzur ve barış sağlanmıştı. Büyük Yunanistan idealini unutmayan Rumlar, elbette sonuçtan memnun kalmamıştı. Ada’nın tek hâkimi olmak istiyorlardı. Bunun için fırsat kollamaya başladılar. KKTC Cumhurbaşkanlığı’na Mustafa Akıncı’nın seçilmesi Rumlara cesaret kazandırmıştı. Çünkü Akıncı, Türkiye aleyhinde sözler ediyor; AB’ye girmek adına taviz sinyali veriyordu. 7 - 11 Kasım 2016’da, BM öncülüğünde Akıncı ve Rum lider Anastasiades İsviçre’nin Mont Pelerin Kasabası’nda buluşacak, buradaki gizli görüşmede Rum kesimi KKTC’den yüzde 7 toprak talebinde bulunacaktı. Barış Harekâtıyla 9.251 km. karelik Kıbrıs’ın, 3.355 km. karelik bölümü Türklerin kontrolüne alındı. KKTC, Kıbrıs’ın yüzde 36’sını oluşturan topraklar üzerinde kurulmuş durumdaydı. Böylece Kıbrıs problemi 1974’te kesin çözüme ulaştı. Her iki kesimin sınırları belliyken Rum’lar şimdi Kıbrıs’ı geri alma sevdasındaydı. Gereksiz olan son Cenevre toplantısını iyi niyetle açıklamak imkânsızdı. Belli ki, Rumlar yeni hesaplar peşinde koşmaktaydı.[2]

  Güney Kıbrıs Rum Lideri Nikos Anastasiades ve KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı arasında 1 Aralık’ta varılan mutabakat gereği, 9-11 Ocak tarihlerinde her iki lider arasında görüşmeler başlatılmıştı. Mülkiyet konusundaki haritalar üzerindeki müzakerelerden sonra, 12 Ocak’ta iki tarafın ve garantör devletler: Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık’ın da katılımıyla toprak, mülkiyet, nüfus, yönetim ve güç paylaşımı, garantörlük, Kıbrıs’ta Türk askerinin varlığı ve Kıbrıs’ı ilgilendiren uluslararası anlaşmalardaki değişiklikler gibi konuları içeren Cenevre konferansının yapılacak olması Kıbrıs’ı yeniden gündeme taşımıştı. Erbakan Hocanın dirayet ve cesaretiyle başlatılan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile temin edilen huzur ve barışın yeniden ortadan kaldırılmasına yönelik “birleşik Kıbrıs” konusundaki müzakerelerde gelinen nokta, yeni diplomatik oyunlarla, Kıbrıs’ta yelpazenin Kıbrıslı Türklerin aleyhine daraltılması yeni bir bunalım potansiyelinin ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktı.

AKP Hükümeti’nin tavizkâr bir çözüme yeşil ışık yakmasının gerisinde; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne şimdiye kadar kabul edilmemesinde bir kambur olarak gösterilmeye çalışılan Kıbrıs konusunun bir an önce çözüme kavuşturulmasının yatmakta olduğu anlaşılmaktaydı. Avrupa Birliği’nin de Türkiye’yi tek yanlı çözüme zorlaması da Mustafa Akıncı’nın kafasını karıştırmış ve Rum yanlısı tek taraflı çözüme yatkınlaştırmıştır. Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades’in AB Konseyi’ne yaptığı Kıbrıs’ta çözümle ilgili müzakereler konusundaki sunumdan sonra, Avrupa Konseyi yaptığı açıklamada: “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için devam eden süreci destekleyeceğimizi ve Kıbrıs’ın da Avrupa Birliği’mizin üyesi olduğunu ve olmaya devam edeceğini dikkate alarak, 12 Ocak 2017’de Kıbrıs’la ilgili Cenevre Konferansı’na katılmaya hazırız” ifadesiyle üstü örtük olarak Kıbrıs Rum Kesimi’ne destek mesajıydı. El Bab konusunda Türkiye’nin güvenliği için çok hassas davranan AKP Hükümeti, Doğu Akdeniz’in ve Türkiye’nin güvenliği açısından hayati öneme haiz KKTC konusundaki tavizkar tavrı, AKP’nin ayarını yansıtmaktaydı.”[3]
Rumlar Türkiye’den Maraş’ı istemeye başlamıştı!

Hatırlayacaksınız, daha önce de Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis AKP’nin tutarsızlıklarından cesaret alarak “AB başlıklarına ilişkin vetonun kaldırılması için”Türkiye’ye skandal bir öneride bulunmuşlardı. Rum Hükümet Sözcüsü, “AB başlıklarına ilişkin vetonun Maraş’ın yasal sahiplerine geri verilmesiyle kaldırılabileceğini” açıklamıştı. Nikos Hristodulidis, daha fazla başlığın açılmasının Türkiye’ye bağlı olduğunu belirterek 23 ve 24. fasıllar için Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anasatasiades’in, kapalı Maraş’ın yasal sahiplerine geri verilmesi önerisinin bulunduğunu hatırlatmıştı.

Kuzey Kıbrıs’ta tüm bunlar yaşanırken her İslam beldesine göz diken ABD sessiz sedasız donanmasında bulunan savaş gemisini Güney Kıbrıs’ın Larnaka Limanı’na demirlemiş durumdaydı. USS Donald Cook’ın komutanı Charles E. Hampton ise geminin son 18 ay içinde ikinci kez Güney Kıbrıs’a geldiğine dikkat çekerek “Bölgedeki yakın müttefikimiz ile işbirliğimizi sürdürmek için sabırsızlanıyoruz. Güney Kıbrıslı dostlarımızla bölgenin genelinde barış ve istikrar için ortak çaba sarf ediyoruz” diye konuşmaktaydı. USS Donald Cook’un Güney Kıbrıs’a ziyareti, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin adaya yapması beklenen ziyaret öncesine denk gelmesi de ayrıca endişeleri doğrulamaktaydı. ABD Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’deki güç dengesi çerçevesinde önemsiyor ve 1974’teki tavrından da Türkiye ve KKTC’nin karşısında olduğu biliniyordu. ABD’nin Larnaka Limanı’ndaki savaş gemisini değerlendiren Rum hükümet kaynakları, ABD ile Güney Kıbrıs arasındaki işbirliği ve dostluğun Rusya gibi üçüncü ülkelerin aleyhine olmadığını savunuyordu. Rum yetkililerin açıklamalarında ABD savaş gemisi için hedefin Rusya olmadığını söylemesi, hedefin açıkça KKTC olduğunu kanıtlıyordu.
O süreçte (Eylül-2015) KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın TL’den çıkarak Euro’ya geçiş için çalışma başlattıklarını açıklaması, uzun zamandır, kapalı kapılar arkasında ve AB himayesi altında, Rumlarla devam eden görüşmelerin niyetini de ortaya koyuyordu. Akıncı’nın Euro’ya geçiş, gümrük birliği ve diğer uyum çalışmalarının referandumda “evet” çıkmasından sonraya bırakılabilecek işler olmadığını belirtmesi, durumun ciddiyetine işaret ediyordu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde tüm bunlar yaşanırken ABD ise sessiz sedasız savaş gemisini Güney Kıbrıs’ın Larnaka Limanı’na demirliyordu.

AB’den gelecek uzmanlarla Euro’ya geçişin en kısa sürede tamamlanması kararlaştırılmıştı! KKTC’de Türk Lirası’ndan çıkarak Avrupa Birliği para birimi Euro’ya geçişi için teknik çalışma başlatılmıştı. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, liderler zirvesinde ekonomik harmonizasyon çalışmalarını yürütmek üzere teknik komite kurulmasını kararlaştırdıklarını belirterek, Avrupa Birliği’nden gelecek uzmanlarla Kıbrıs Türk tarafının Euro’ya geçiş hazırlıklarının en kısa sürede tamamlanmasının amaçlandığını vurgulamıştı. Hazırlıkların çözüme yönelik olduğunu belirten Akıncı, anlaşmanın referandumda onaylanmasının ardından KKTC’nin 1 yıllık Euro’ya geçiş sürecinin başlayacağını, bu süre zarfında Türk Lirası’nın yürürlükte olacağını hatırlatmıştı.

Oysa Kıbrıs, Türkiye için hayati önem taşımaktaydı!

Kıbrıs ABD için belki de sadece taktik bir sorun konumundadır. AB Kıbrıs’a ekonomik, Rusya ise politik yaklaşır. Yunanistan içinse Kıbrıs psikolojik bir konu sayılır. Ama Kıbrıs iki ülke için stratejik ve hayati önem taşımaktadır: 1- Türkiye 2- İsrail!.. Kıbrıs Türkiye için yavru Vatan değil, bizzat vatandır ve Akdeniz’deki son savunma kalemiz konumundadır. Bu nedenle Kıbrıs bağımsızlığımız ve bekamız adına asla vazgeçilmez ve taviz verilmez bir adadır. Aynı şekilde İsrail terör şebekesi de, kendi varlığı ve ayakta kalması adına Kıbrıs’ın kontrolünde ve dostlarının güdümünde kalması amacına stratejik bir titizlikle yaklaşmaktadır.
Aziz Erbakan Hocamız, 1992’de Berlin'de şimdi Cenevre’de dayatılan “Kıbrıs’ın %29’u Türklere yeter” Meselesini şöyleaçıklamışlardı:

“Haa bakın, Rum bölgesinin Cumhurbaşkanı Vasiliu, Amerika’ya gitti. Ve Bush’la konuştu. Buluşmanın arkasından Beyaz Saray’ın sözcüsü çıktı şunları açıkladı: ‘Vasiliu ile Bush tamamen mutabık kaldılar. Bu yaz sonuna kadar, ümit ediyoruz ki Kıbrıs meselesi çözüme kavuşacaktır!” Öbür taraftan, Özal, bir Doğu Asya seyahati yaptı. O seyahat esnasında Türkiye’den götürdüğü gazetecilere konuşurken onlara şunları anlatmıştı: ‘Benden önceki Türkiye’nin idarecileri Kıbrıs’ta bir miktar toprak vererek bu meseleyi halletmek akıllılığını gösteremediler. Bu meseleyi artık çözmeliyiz!’ Arkasından, Bush’un özel bir temsilcisi Ankara’ya geldi, Dışişleri Bakanıyla konuştu: ‘İlla Kıbrıs meselesini çözün!’ Getirdiği teklif ne biliyor musunuz? Diyor ki: ‘Sizin şimdi Kıbrıs’taki Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti Ada’nın %36’sına sahip bulunuyor. Bu %36’yı size bırakmayız. Ya %29’a ineceksiniz, ama o takdirde Güneyden 50.000 Rum’u getirip Müslüman bölgeye yerleştireceğiz. Veyahut %25’e ineceksiniz, üstelik 30.000 Rum’u yerleştireceksiniz. Hangisini isterseniz kabul edin. Evet, siz Körfez Harbinde On Milyar Dolar zarara uğradınız. Biz de bu zararı kısmen telafi etmek istiyoruz. Ama şartımız; Kıbrıs’ı vereceksiniz!’ İşte bunun için sizin huzurlarınıza koşup gelmeden önce, iki gün evvel, Ankara’da bilhassa bu mesele için bir basın toplantısı yaptım. Bakın, o basın toplantısında şunları hatırlattım, Özal’a ve ANAP’a seslendim. Dedim ki: “Bana bakın. Huzurlarınızda, milletin önünde bir kere daha sesleniyorum: “Kim olursanız olun. Eğer Kıbrıs’ta, şehit kanıyla alınmış topraklardan bir zerresini geri vermeye kalkarsanız, hepinizden hesap sormak, bütün şehitler adına hesap sormak bizim için bir vecibedir, boynumuzun borcudur haberiniz olsun. Mutlaka burnunuzdan getiririz!” İkinci olarak söylediğim şudur: “Bak sizden fazla bir şey istemiyoruz. Bir tek dileğimiz var, nedir o? Kıbrıs Barış Harekâtını yaptığımızdan beri biz 17 sene geçti. Cenabı Hakkın lütfuyla 17 senedir huzur tesis edilmiş, haklar muhafaza ediliyor. Yav şunun şurasında sizin, iktidarda ya dört ay ömrünüz var, ya bir sene ömrünüz var. Gelin, şu dört ay, şu bir sene esnasında Körfez Harbinin telafi parası gibi palavralardan vazgeçin. Aç kalın, susuz kalın ama şehit kanıyla alınmış bir vatan toprağını parayla satmanın kara lekesini alnınıza sürmeyin. Bu leke sizin mezarınıza, tabutunuza beraber gider, mezarınızda da sizi rahat bırakmaz!” niçin heyecanlanıyorum? İnsanın kanına dokunuyor da onun için! Yav huzurunuzda bir kere daha bağırıyorum. Bizim Kıbrıs meselesi diye bir meselemiz kalmamıştır. Nerden çıkıyor bu mesele, nerden çıkıyor? Bu adanın hepsi asırlar boyu bizimdi. Hukuken de bizimdir. Çünkü bundan 80 sene evvel Sultan Hamit, bazı mecburiyetlerle bir harp masrafı karşılığında bu adayı İngilizlere geçici bir süre için kiraya verdi ve kiraya verme anlaşmasının altında kendi imzasının üzerine el yazısıyla şunu yazdı: “İrade-i şahaneme ait bütün haklar mahfuz kalmak şartıyla muvakkaten kiraya veriyorum!” Ne demek bu? “Adanın tamamı hukuken bizimdir!” demek. Böyleyken bizim milletimiz ali cenaplık göstermiş, Rumlara demiş ki: ‘Madem hileyle gelip buraya yerleştiniz (İngilizler zamanında, aynen İsrail’de olduğu gibi) bari şu size ayrılan bölgede oturun, yaşayın. Size böyle verilmiş. Bu nimetin kıymetini bilin, azmayın, şımarmayın!” Bu tarafta da Müslüman Türk halkı hürriyet ve emniyet içinde yaşasın. Şu hale bakın aziz kardeşlerim. Size taklitçi partilerin ne olduğunu tanıtmak için söylüyorum. Kıbrıs müstakil bir devlet mi? Evet. Bunun futbol takımı var mı? Var. Türkiye de bir müstakil devlet mi? Evet. Peki, Türkiye bu müstakil Kıbrıs Devletini tanıyor mu? Tanıyor. Peki Türkiye bütün bu batılılarla futbol maçı yapıyor da niye Kuzey Kıbrıs Devletiyle futbol maçı yapamıyor? Çünkü Amerikalı abisi müsaade etmiyor. Çünkü Yunanlı kardeşi müsaade etmiyor! Yav Yunan müsaade etmiyor diye bir insan, kendi bağımsız devletinden vazgeçer mi? Antalya’da dünya tiyatrolar toplantısı gerçekleşti. Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs Devletinin Tiyatrolar Birliği de geldi. Kendisini tanıtmak için toplantının masalarına bir broşür dağıtmaya yeltendi. Hemen bizim hariciyeden geldiler, ‘Aman aman bu broşürleri toplayın. Bunlar Avrupalı abilerimizin hoşuna gitmez. Kuzey Kıbrıs’ın varlığını bunlara göstermeyelim!’ Sen böyle yaparsan tabi bu adayı senin elinden almak isterler. Amerika’nın planı ne? Kıbrıs, İsrail’in emniyeti bakımından çok mühim. ABD İsrail’in arkasında duruyor. Amerika’nın Cumhurbaşkanları hep sık sık şu sözü söylerler: ‘Bizim için bir numaralı mesele, İsrail’in güvenliğidir!’ derler. İsrail’in güvenliği için Kıbrıs’ın kuzeyinde bir Müslüman devlet (KKTC) olmasın. Ne olacak? Adayı alıp tekrar Yunanlılara vermek istiyorlar. Ve bu Türkiye’deki taklitçi partileri de buna alet ediyorlar!”[4]

Şimdi Rahmetli Erbakan Hocamızın 1992’de Berlin’de ANAP ve Özal için anlattıkları, bugün AKP ve Erdoğan’ın üzerine de tıpatıp oturmaktadır ve tabi Kıbrıs’tan taviz vermeye kalkışanların akıbetleri ortadadır.

İsrail'in Kıbrıs üzerindeki hedefleri ve planları bilinmeden bu oyunlar bozulamazdı!

Toprakları İsrail'in "Tevratsal Sınırlar"ı (Arz-ı Mev’ud) içinde yer alan ülkelerden biri de Kıbrıs'tır. Kıbrıs, Yahudiler için tarih boyunca önemli bir konumda sayılmıştır. İsrail'in kurulmasından önce Filistin'e giden bir basamak, İsrail kurulduktan sonra da, “askeri bakımdan ve istihbarat açısından değerli bir koz” olarak kontrolde tutulmaya çalışılmıştır. Kıbrıs'a yönelik Yahudi ilgisinin ilk somut örneğine Osmanlı'nın Kıbrıs'ı fethi sırasında rastlanır. O dönemde Saray'da danışman olarak bulunan eğitimli bir Yahudi olan Yasef Nassi "Kıbrıs Kralı" olmak hevesine kapılmıştır. Bundaki amacı, adanın "bir Yahudi yerleşim merkezi haline getirilmesi"dir. Yasef Nassi'den sonra adaya merak saran bir başka Yahudi, 19. yüzyılın sonlarında İngiltere Başbakanlığı koltuğuna oturan Benjamin Disraeli olmuş, Disraeli, çok sayıda Romanyalı Yahudi'nin Kıbrıs'a transfer edilmesini sağlamıştır. Ancak Kıbrıs'ın Yahudiler açısından taşıdığı önem, asıl olarak Siyonist hareketin ada üzerindeki talepleriyle ortaya çıkmıştır. Siyasi Siyonizm'in kurucusu Theodor Herzl, Kıbrıs ile ilgili düşüncelerini Siyonist hareketin finansörlerinden Lord Rothschild'e, Temmuz 1902'de şöyle aktarmıştır: "Önce Kıbrıs'ı ele geçirmeliyiz, ardından bir gün İsrail'in üzerine gitmeliyiz ve zorla da olsa yerleşmeliyiz. Kıbrıs'tan Müslümanlar giderse, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satıp, Atina'ya veya Girit'e göç edeceklerdir. Filistin Yahudiler için çok küçüktür, bu nedenle Filistin'e yakın bir yer sağlamamız gereklidir. Filistin'e Kıbrıs ve El Arish de dâhil edilmelidir."   
  
Bu doğrultuda, Kıbrıs'taki Yahudi nüfusunu artırmak için çeşitli yöntemler denenmiştir. 1897'de İngiliz Hükümeti'nin isteğiyle JCA (Jewish Colonization Association-Yahudi Kolonileşme Birliği), İngiltere'den 33 Rus Yahudi ailesini 3 koloni kurarak Kıbrıs'a yerleştirmiştir. 1900-1906 yılları arasında da Siyonist önderlerden Warburg, Kıbrıs'ta Yahudi zirai yerleşimi ve köyleri oluşturulması konularıyla yakından ilgilenmiş ve JCA'yı bu amacında desteklemiştir. 1952 yılı AB'nin temeli olan Avrupa Konseyi'nin kurulduğu senedir. Yahudi Derin Devleti şeytani zekâvetiyle o zamandan 2000'li yılları görebilmiştir. “Birleşik Avrupa, bir gün Kıbrıs'ı da sınırları içine dâhil ederek "Roma İmparatorluğu"na giden yolda, Doğu Akdeniz'de egemenlik ilan edebilir” diyerek Avrupa Birliğini ve Kıbrıs’ın bu birliğe girmesini teşvik etmişlerdir.  Bu dönem aynı zamanda İngiltere'nin de adadan çekilmeye başladığı dönemdir. İngiltere Kıbrıs'tan giderken Türkiye adaya yönlendirilerek Kıbrıs üzerinde Hıristiyan Avrupa'nın tam hâkimiyetinin önüne geçilmek istenmiştir. Çünkü Yahudiler, Kıbrıs’ın Yunanistan’dan ziyade, Türkiye’nin elinde kalmasını tercih etmiştir.

Avrupa Birliğine Kıbrıs'ın bir ada ülkesi olarak bütünüyle katılması için hazırlanmış olan Annan Planı öncesi ve sonrasında Kuzey Kıbrıs'ta çok büyük bir inşaat etkinliği göze çarpmıştır. Özellikle adanın Türk tarafındaki kentler sanki yeniden inşa edilmiş veKıbrıs'ın gelecekteki müstakbel yeni sakinleri için batı standartlarına uygun bir ülke yapılandırılmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Türk Ordusunun fethettiği Kuzey Kıbrıs aradan geçen süre içerisinde yeniden inşa edilmiş, kentlerin altyapıları tamamlanmış ve otoyollarla birbirine bağlanarak tam bir batılı ülke konumunda bir Kuzey Kıbrıs amaçlanmıştır. Ambargo nedeniyle durgun olan Kuzey Kıbrıs ekonomisinde Türkler fakir sayılabilecek bir düzeyde kalırlarken, son zamanlarda artan inşaat işlerinde yabancı firmalar devreye girerek, adeta İngiltere ve Türkiye üzerinden yeni yapılaşma girişimleri desteklenerek, gelecekte İsrail'in karşı kıyısında Yahudiler için yeni bir yerleşim bölgesi yaratılmaya çalışılmaktadır. Kuzey Kıbrıs'ta önümüzdeki dönemde birkaç yüz bin Yahudi'nin yerleştirilmesi hesaplanmaktadır. Adadaki Türk toprakları üzerinde parselasyon çalışmaları ile beraber iki yüz bin ev yapmak üzere izin alınmıştır. Referandum öncesi hızlanan arsa ve ev satışları son dönemlerde daha da artmıştır. Kuzey Kıbrıs bölgesinde yeni yapılan binalar daha çok İngiliz ve Amerikan Yahudileri tarafından satın alınırken, referandum sonrasında Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa dışında kalmasıyla beraber İsrail vatandaşı Yahudiler de adada gayrimenkul edinmek ve yerleşmek üzere KKTC'ye gelmeye başlamışlardır.
Böylece zaman içerisinde Kuzey Kıbrıs'ın Türk nüfusunun Türkiye'ye geri dönmesi sağlanacak, para gücüne sahip olan zengin Yahudiler Kuzey Kıbrıs'a yerleşerek yeni bir Yahudi bölgesini İsrail'in karşı kıyısında oluşturacaklardı. Gelecekte adanın tamamına sahip olmayı düşünen İsrail, karşı kıyısında ikinci bir Yahudi devleti kurmaya çalışmaktadır. KKTC'de kendisine bağlı firmalar aracılığı ile yeni yerleşim alanları yaratmakta ve hızlı bir gayrı menkul satışı ile adanın kuzeyinde Yahudi nüfusu artırılmaktadır. Kısa zamanda önemli miktarda Yahudi'nin adaya yerleşmesi ile birlikte İsrail de Kıbrıs üzerinde tıpkı Türkiye ve Yunanistan gibi taraf olabilecek ve böylece adanın Avrupa, ya da Hıristiyan egemenliği altına girmesine izin vermeyerek Doğu Akdeniz bölgesinde merkezi olarak kurulmuş olan Yahudi hegemonyası oluşturulacaktır. İsrailli Yahudilerin son yıllarda Türkiye'nin Antalya kentine de gayrimenkul almak ve yerleşmek üzere ilgi göstermesi, İsrail merkezli gündeme getirilen Doğu Akdeniz hegemonya düzeninin; İsrail, Kıbrıs ve Antalya arasında kurulmakta olan bir egemenlik üçgenine dayandırılmak istendiğini de açıkça anlaşılmaktadır. Kıbrıs'a İsrail ve Yahudi lobilerinin artan ilgisi, Türkiye'deki benzer kesimleri ve lobileri de heyecanlandırmıştır. Doğu Akdeniz üzerinden bütün Orta Doğu'yu kapsayacak biçimde oluşturulmaya çalışılan Yahudi hegemonyasında Türkiye Yahudileri ve Sabataycıları da etkin olmak istemişler ve bu kesimlerin içinden çıkan bazı temsilciler Kıbrıs sorununun önde gelen izleyicisi, savunucusu, ya da uzmanı olarak ortaya çıkmışlardır. 

Tek İsrail ile bütün Ortadoğu'ya Egemen olamayacaklarını gören Siyonistler hem Kürt Yahudileri aracılığıyla 2. İsrail'i Kuzey Irak'ta kurmaya çalışmakta, hem de Türkiye'deki Yahudi lobileri ve Maronitler üzerinden 3. İsrail'i de Kıbrıs'ta kurabilmelerinin yolunu aramaktadır.

İsrail'in Tevratsal sınırları içerisinde yer alan Kıbrıs'ın geleceği Ortadoğu'daki yeniden yapılanma ile yakından ilgilidir. Kıbrıs, İsrail'e hem bir giriş kapısı, hem de çıkış bölgesidir. Kıbrıs'tan zaman içinde Türklerin kaçırtılması, Hıristiyanların topraklarının para ile satın alınması yolu ile adanın bütünüyle Yahudileştirilmesi, Siyonizm'in ana hedeflerinden biridir. Türklerin ve Rumların birbirlerine karşı kışkırtılması ile yeniden sıcak çatışmalara sürüklenerek Kıbrıs'a Ortadoğu'da askeri birlik bulunduran ABD'nin müdahale edebileceği öne sürülmektedir. ABD'nin bir askeri işgali sonrasında, ya da NATO'nun Ortadoğu'ya taşınmasından sonra, NATO üzerinden Kıbrıs'ta oluşturulacak Amerikan etkisinden yararlanılarak, Kıbrıs adasına önemli sayıda Yahudi göçü gündeme getirilebilir. Türk kesimine yerleştirilecek bu yeni nüfus topluluklarıyla adanın demografik yapısı değiştirilecek ve İsrail üzerinden kurulacak ekonomik ilişkiler ile Yahudiler yeni dönemde Kıbrıs'a egemen olacaklardır. Büyük Ortadoğu Projesi adı altında gündeme getirilen Siyonist planın Kıbrıs kısmı bu doğrultuda sonuçlanırsa ABD askerinin desteği ve İsrail lobilerinin ekonomik yönlendirmesi sonucunda Kıbrıs, Ortadoğu'da yeni bir İsrail olarak ortaya çıkabilecektir.

Kürt Yahudilerine kurdurulan Kürdistan ile beraber Ortadoğu'da üç tane Yahudi devleti kurulmuş olacak ve böylece merkezi Yahudi devleti (İSRAİL); Kürdistan ile doğuya karşı, Kıbrıs ile de batıya karşı kendisini koruyabilecek sınır ötesi yeni üsler elde etmiş olacaktır.

Bu kapsamda Kıbrıs'ta oynanan bir oyunu daha gündeme getirmekte yarar vardır. Sıdıka Atalay, Asil Nadir ile birlikte Küçük Erenköy (Yeni Erenköy)'de bir liman yeri aldıktan sonra burayı Yahudi kökenli bir İngiliz firmasına devrettiği anlaşılır. Firma burada bir liman inşaatı başlatır. Bilindiği üzere bu bölge KKTC'nin en batı ucundadır. Şimdi gelelim KKTC'nin doğu ucuna. Magosa Askeri Bölgesi'nin hemen içinde deniz kıyısında ve Gülseren Bölgesi'nde, “Danya” adlı firma bir Yahudi Kolonisi kurmak çabasındadır. Proje ilk kez E. Korg. Ali Yalçın'ın KTBKK'lığı sırasında gündeme taşınmıştır. Ali Yalçın paşa ret cevabı verir. O tarihten bu yana her KTBKK değiştiğinde konu tekrar gündeme taşınır. Konuyu takip eden kişiler ise oldukça dikkat çekicidir. Mehmet Ali Talat'ın Yakovas'la birlikte eş başkan olarak görevlendirdiği Özdü Nami bunlar arasındadır. Bu şahıs Kıbrıs'ı terk etmek zorunda kalan ve Avustralya'da sürgünde bulunan eski polis müdürü Kâmil Nami'nin oğludur. Kıbrıs'ı neden terk ettiğini merak edenler biraz araştırırsa bu kişinin İsrail ve Yahudilerle ilişkisine dair ilginç tespitlerle karşılaşacaktır.

İsrail KKTC'de Üs Kuruyor, TSK ise Çıkarılmaya Çalışılıyor; Bu Hıyanetle Eş Anlamlıdır!

Yasal boşluklardan faydalanarak KKTC'de dönüm dönüm toprak satın alan İsrailli Yahudilerin adada cemaat olarak tanınmak için hükümetle irtibat kurduğu ortaya çıkmıştı. Ambargo ile mücadele eden hükümetin cemaat olma arzusundaki Yahudi grupların cazip tekliflerine boyun eğdiği anlaşılmıştı. Durumu doğrulayan Kıbrıs Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere, adaya yerleşen İsrailli Yahudi sayısının her geçen gün arttığını, Yahudilerin sistematik bir şekilde adanın belirli alanlarında yoğunlaşmaya başladıklarını ve ekonomik getiri sebebiyle yetkililerin buna göz yumduğunu açıklamıştı. Baskılar yüzünden kendilerinin dini görevlerini dahi yerine getirmekte zorlandıklarını kaydeden Dere, adaya yerleşen Yahudilerin ise her türlü dini isteklerini özgürce yerine getirebildiğini hatırlatmıştı.
Son birkaç yıl içinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne İsrail ve ABD'den yüzlerce Yahudi ailenin göç edip arazi aldıkları adanın güneyinden gelenlerle birlikte Kuzey Kıbrıs'ta cemaat kurdukları ve birkaç aydır da Kıbrıs hükümetinin cemaatlerini tanıması için lobi çalışması başlattıkları vurgulanmıştı. Haim Azimov isimli Hahamın liderliğindeki Yahudi grubunun, Tel Aviv ve Hayfa'da yaptıkları tanıtım çalışmaları ile Kıbrıs'a yerleşimi özendirmeye çalıştıkları; İsrailli firmaların ise yatırımları ile hükümeti baskı altına aldığı konuşulmaktaydı. Dünyanın büyük çoğunluğu tarafından tanınmayan ve ambargo uygulanan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yatırım yapan ülkelerin başında da İsrail’in gelmesi anlamlıydı. Adanın İsrail'e olan yakınlığı sebebi ile hafta arasını Kıbrıs'ta geçiren, hafta sonunda ise evine dönen, İsrailli firmaların çalışanları da, adadaki Yahudi Cemaati'ne sempatizan toplamaktaydı.

Yahudilere verilen özgürlük Müslümanlara tanınmamıştı!

Kıbrıs'a yerleşen Yahudilerin rahatça hareket edip dini özgürlüklerini yaşayabildiğini belirten Mehmet Dere, kendilerinin ise Yahudilerle mukayese edildiğinde büyük sıkıntı içinde olduklarını hatırlatmıştı. Dere, "Üzerimize farz olan bilgilendirme görevini dahi yerine getiremiyoruz. Yaz kursları konusunda büyük bir sıkıntı çekiyoruz, okullarda durum daha da vahim. Dini bilgilerin öğrenilmesi için 30 yerde kurs açılacaktı, onu da bloke ettiler. Yani anlayacağız garip bir işgal altındayız" itirafında bulunmuşlardı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir protokol ile okullarda iki ay süreyle dini bilgiler ve Kur'an-ı Kerim öğretilmesi kararlaştırılmıştı. Kıbrıs halkının yoğun talebi üzerine açılması kararlaştırılan kurslarda eğitim 1 Ağustos'ta başlayacakken Kıbrıs Öğretmenler Sendikası ve benzeri çevrelerin baskısı yüzünden protokol iptal edildi. Yahudi ablukası Ada basını tarafından da dikkatle izleniyor. Kıbrıs'ta yayın yapan Havadis gazetesi, Yahudi grubu başkanı Haim Azimov ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın birlikte çekilmiş fotoğraflarını yayınlamıştı.
Kıbrıs bu iktidarın insafına bırakılamazdı!

Bir ara Sn. Erdoğan’ın AB ile görüşmelerin devam etmesi için ortaya attığı “Kıbrıs’ta AB’ye liman verilmesi” önerisi sadece bir işe yaramıştı. Sözlü beyanı yeterli bulmayan AB çevreleri yazılı belge isteme küstahlığına kalkışmıştı. Yani açıkça Erdoğan ve ekibine güven duymadıklarını gayet açık bir şekilde ortaya koymuşlardı. Evet, Erdoğan’ın AB ile görüşmelerin devam etmesi için ortaya attığı “size Kıbrıs’ta liman açalım” önerisi, AB’nin Türkiye’ye bakışını değiştirmediği gibi, Erdoğan’ın blöflerini ciddiye almadıklarını da ortaya çıkarmıştı!

Yıllardır bazı kiralık köşe yazarları, “Efendim bir Kuzey Kıbrıs için 70 milyonluk Türkiye’nin AB’ye giriş şansını feda mı edeceğiz?” diye iktidarı tahrik ediyorlardı. Bilmiyorlar ki, tâviz vere vere, kesinlikle başarıya ulaşılamazdı. Çünkü AB ve üye ülkeler maalesef hâlâ haçlı zihniyetiyle ve mantığıyla hareket ediyorlardı. Fırsat bulmuşken şu AKP hükümetinden, ne koparırsak kârdır, diyorlardı. Dicle, Fırat vadilerini istiyorlardı. Kuzey Doğu Anadolu’yu Ermenistan’a, Karadeniz bölgemizi Pontus Rum’a, ekümenik merkezi diye İstanbul’un bir bölgesini, Patriğe vermeyi düşünüyorlardı. Batılıların bu hâinane tekliflerinin altında, Eski Bizans’ı ihya planları yatmaktaydı. Böyle olmasaydı bu AB ülkeleri Londra, Zürih anlaşmalarını ve bu anlaşmalardan doğan Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’ninmeşru, siyasi hak ve yetkilerini ve bütün kazanılmış hakları çiğneyerek Güney Kıbrıs’a peşkeş çekmeye kalkışırlar mıydı?

Eğer Kıbrıs kontrolümüzden çıkarsa Türkiye kendi vatanında denizsiz kalacak, Yunanistan kuşatması karşısında âdeta hapsedilmiş olacaktı. Bilindiği gibi Kıbrıs, Doğu Akdeniz’in emniyetinin kilidi konumundaydı. Doğu Akdeniz’de mevcut bir sabit uçak gemisi sayılmaktaydı. Bu sebepten bu stratejik mevki mutlaka Türkiye’nin elinden alınmalıydı. Mehmetçik mutlaka Kıbrıs’tan çıkarılmalıydı. Kıbrıs’ın stratejik önemi, 1400 küsur sene evvel, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından bilindiği için, bu adanın fethedilmesi gerektiği vurgulanmış ve fethedileceği, Tıpkı İstanbul’un fethi olayında olduğu gibi önceden hatırlatılmıştı. Şu beyanlarımızın, gerçek olup olmadığını merak edenler var ise, “Sahihi Buhari”nin 8’inci cildinin 389, 390 ve 391’inci sahifesindeki, Ümmi Haram, hadisini açıp okusunlardı.

Bu vatan kimlere kalmıştı?

İki yanlış bir doğru etmez şeklinde genel bir matematik kuralı vardır… AB ile yürütülen müzakerelerde ek protokole imza atarak, fiili şekilde Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıyan AKP hükümeti, şimdi “Ne yapalım, ne edelim de, attığımız imzanın altından kalkacak bir salvo atışı gerçekleştirelim” tavrıyla, limanları açalım teklifini ortaya atmıştı. Hükümet bu teklifin Rumlar ve Yunanlılar tarafından kabul görmeyeceğini elbette biliyorlardı. Onların amacı, AB tarafından sürekli tazyik altında tutuldukları Kıbrıs meselesinde, “çözüm arayan taraf” imajı oluşturmaktı… “Çözüm arıyoruz, uzlaşmacı taraf oluyoruz” ayaklarıyla oynadıkları kumarın nereye uzanacağını gizleyerek, Kıbrıs’ı dilim dilim, parça parçaRumlara terk ediyorlardı… Ne hazindir ki, Kıbrıs’ın göz göre göre elimizden kayıp gitmesine yol açacak bu kumar, gazetelerde, televizyonlarda tartışılması ve gerçek zemininde ele alınması gerekirken, bambaşka bir havaya sokulmaktaydı!
Eski ortakları, şimdiki düşmanları Fetullahçı Zaman Gazetesine göre; AKP iktidarının Kıbrıs konusunda taviz vermesi ve çözümden yana görünmesi, Türkiye'nin yararınaydı!?
2007 yılında Zaman Gazetesinin tertiplediği, Ortak Akıl Toplantıları'na katılan dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Talat, Kıbrıs'a ilişkin şu tespit ve çözüm önerilerinde bulunmuşlardı:
• Türkiye, AB sürecinde ilerlerken bu sorunla birlikte yaşanamayacağı ve mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğini öğrenmek durumundadır. Türkiye'nin AB macerası olmasa da Kıbrıs sorunu önemli bir sorun olacaktır. Kıbrıs'ın ulusal sorun gibi algılanması başka bir sıkıntıdır.
• Rum kesimi, AB üyeliğini kullanarak Kıbrıslı Türklerin bazı haklarını törpülemeye çalışmaktadır. Kıbrıs'ı BM sürecinden AB sürecine aktarabilmek için bütün gayretini ortaya koymaktadır. Türkiye bu konuda geride kalmamalıdır.
• Türkiye ile 8 müzakere başlığı askıya alınmıştır. Geriye kalan başlıklar da kapanmamıştır. Rum tarafının talepleri, Türkiye için ön şart haline getirilmiş durumdadır. Türkiye'ye bir de ceza yazılmıştır.
• Türkiye'nin AB'ye girebilmesi için Kıbrıs sorununu çözümlemesi lazımdır. Bu olmazsa olmaz bir şarttır. Dolayısıyla bu sorun çözümlenmek zorundadır, ama çözmenin yükümlülüğü sadece Türkiye'ye ait değildir. Rumlara da baskı yapılmalıdır. Bunu AB sağlamalıdır.
• Şu anda Kıbrıs'ta zaten yürütülmekte olan aşırı milliyetçi politika büyük bir milliyetçi yükselişe dönüşmüş bulunmaktadır. AB eninde sonunda bu sorunla yüzleşmek zorunda kalacaktır. AB'nin bu hesaplaşmasını erkene çekmek için çalışmak durumundayız.
• Bazen kendi iç kamuoyumuzun moralini de bozmayı göze alarak bazı çıkışlar yapmak durumunda kalıyoruz. Ama bu demek değildir ki, biz bu süreci terk ediyoruz veya reddediyoruz. Bu süreci hiç çekinmeden hiç endişe duymadan, hiç yalpalamadan sürdürmek zorundayız.
• Türkiye'nin geleceği Avrupa Birliğine bağlıdır. AB sürecinden hiçbir şekilde kopmamalıdır.
• AB Genel İşler Konseyi'nde alınan karar öncesinde yaşanan sıkıntılar, entrikalar ve öfkelerin benzerleri herhalde yaşanacaktır. Sinirlerimizin sağlam olması ve kararlı davranılması lazımdır.
• Rumların yerinde olsam Türkiye'nin önüne hiçbir şey çıkartmazdım. İlerlesin Türkiye. Son gün geldiğinde 'beni tanı' dese Rumlar, Türkiye zorda kalacaktır. Çünkü o zaman Türkiye'nin Rumları tanımaktan başka çaresi kalmayacaktır. O yüzden bence erken bir zamanda çözülmesi için çabalamalıdır.
• Avrupa anayasası bu haliyle geçerse Rumların veto tehdidi azalır. O zaman AB'nin Rum tarafını baskı altına alma ihtimali daha fazla artacaktır.
• Rumların çözümsüzlükte ısrarını AB kırmalıdır. AB bu sorunun devamının Türkiye ile ilişkileri zora soktuğunun farkındadır. Taahhütlerini de yerine getiremiyor, bunun sıkıntısını yaşamaktadır.
• Çözümü başarırsak, ne ala, zaten bu hepimizin çıkarınadır. Başaramazsak, bunun Rumların engeli nedeniyle olmadığını (hiç utanıp sıkılmadan dolaylı şekilde Türkiye’yi suçluyor) dünyaya ve AB'ye gösterip, aksi halde bölünme kalıcı olacak endişesini gündeme taşıyıp, bir çare düşünülmesini sağlamak lazımdır.
Şimdi Rumların ve Haçlı AB gavurlarının ağzıyla konuşan Talat’a mı, onu haklı bulan Fetullah’a mı, yoksa her ikisine de fırsat sağlayan Erdoğan’a mı yanmalıydı!?
Allah bize düşmanlarımızla yardımda bulunmaktaydı! Yoksa bizim işbirlikçi kafalılara kalsa Kıbrıs çoktan elimizden çıkmıştı.
Erbakan Hocamızın sıkça vurguladığı gibi; Müslümanların tıkanıp kaldıkları her durumda Cenabı Hak bu inançlı kullarını selamete ulaştırmak ve onları çaresizlikten kurtarmak için düşmanlarına yanlış yaptırırdı. Ve yapılan yanlışlar, düşmanın tuzaklarını bozardı. Bu ilahi yardımla Müslümanlar galibiyete ulaşırdı. Kıbrıs meselesi, 1974 yılına gelinceye kadar yirmi yılı aşkın bir süre Türkiye’yi uğraştırmıştı. Adada bizim insanımız katledilirken, sadece uçaklar uçurulup düşman korkutulmaya çalışılmıştı. Türk donanması çıkarma gemileri olmadan, gemilere yüklediği askerlerle denize açıldı. Fakat Sam Amca’nın onayı olmayınca İsmet İnönü ve Süleyman Demirel’in talimatlarıyla geri dönmek zorunda bırakılmıştı. Gemiler Mersin’e dönerken, içindeki askerler hırsından ağlamaktaydı. Kıbrıs’taki katliama ne yapıldıysa çare bulunamamıştı. Papaz Makarios, Kıbrıs’taki Türk’ün boynundaki ilmeği sıkıyor, nefesi kesilince biraz gevşetiyordu. Dünyayı arkasına alan Makarios, işin ilmini kavramıştı. Kıbrıslı Türklerin gayrimenkulleri peşin parayla hemen satın alınmakta ve bir gecede İngiliz pasaportu çıkarılarak adadan uçmaları sağlanmaktaydı. Nitekim günümüzde İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısı adadakilerden daha fazlaydı. Ancak Kıbrıs’tan İngiltere’ye göç edemeyen toprağa bağlı fakir köylüler, Makarios’u kaygılandıran en önemli sıkıntıydı. Kesse kesilmiyor, sürmekle bitmiyordu. Yüce Allah, dilini, dinini, kimliğini unutmamaya çalışan bu gariban köylülere merhamet edip düşmana yanlışlık yaptırmıştı. Nikos Samson isimli EOKA’lı bir çetebaşı, devlet idaresinden ve siyasetten anlamayan askerlerin yönetimindeki Yunan cuntasının desteğiyle ihtilal yapınca Makarios devrilmiş ve “adadan uçmak” zorunda kalmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Erbakan Hocanın cesaret ve dirayetiyle bu tarihi fırsatı değerlendirerek adaya asker çıkarma hakkını kullanıp kardeşlerimizi kurtarmışlardı. Allah, düşmanımıza bu yanlışı yaptırmasaydı Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması için hukuki ve makul bir gerekçesi oluşmayacaktı. Peki, bu tarihi olayları neden hatırlatıyoruz? Olaylardaki görünen sebepler kadar gizlenen hikmetlere de bakmamız lazımdı. Allah’ın emrine uymaya çalışanların samimiyeti ve çaresizliği ile Allah’a kafa tutanların azgınlığı ve iblisliği çarpıştığında, Cenabı Hak zalimlere yanlışlık yaptırmakta, mü’minlere kolaylık sağlamaktaydı.

Şu konu üzerinde kafa yorulmalıydı!

İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi’yle Doğu Akdeniz’de Petrol sondajlarına başlamıştı. Şimdi coğrafyayla baş başa kalın ve hafızanızda Kıbrıs’ın ortada durduğu Doğu Akdeniz haritasını gözlerinizin önüne getirip hatırlayın: Tunus Müslüman, Mısır Müslüman, Gazze Şeridi Müslüman, Lübnan’ın yarıdan çoğu Müslüman, Suriye Müslüman, Kıbrıs Türk Kesimi Müslüman, Türkiye Müslümandı. Ve bu ‘Müslüman haritanın içinde’ sadece İsrail ve Kıbrıs Rum kesimi ve Lübnan’da Marunîler Yahudi ve Hristiyan’dı. Ancak Müslümanların çevirdiği bu Müslüman haritada petrolü Batılılar, yani Müslüman olmayanlar çıkarmaktaydı. Tekrar edelim: fiziki gerçeklik şu, Mısır, Gazze şeridi, Suriye, Lübnan’ın bir yarısı, Türkiye, Tunus, Kıbrıs’ın bir yarısıyla hâkim olduğun coğrafyada petrol gayri Müslimlerin kontrolünde bulunmaktaydı. Fiziki gerçeklikten hemen siyasi gerçekliğe geçelim: Sınırlarıyla ve nüfuslarıyla İsrail ve Rum Kesiminin yüz kat belki daha fazla büyüklüğü olan bu Müslüman ülkeler ‘petrolü’ çıkartamıyor da, bu fiziki gerçeklikten yüz kat küçük İsrail ve Rum kesimi bunu nasıl başarıyordu? Görünen gerçek bu iken maalesef kayıtsız şartsız bütün medyanın yüzde doksan dokuzu Tayyip Erdoğan’dan DÜNYA LİDERİ diye söz ediyordu. Burada hipnoza tutulmuş yüzlerce yazarla siyasi bir münakaşa yapmak istemiyorum, şunu söylüyorum, AKP ve Erdoğan’la ilgili KURULAN HAYAL başka, gerçek bambaşkaydı!
KKTC’nin geleceği şu soruların yanıtlarıyla yakından alakalıydı:
- Güney Kıbrıs’ta 735 resmi ve açık kimlikli Yahudi, buna karşılık 5312 (kripto) gizli Yahudi bulunmasına rağmen, Kuzey Kıbrıs’ta ise 1213 resmi Yahudi, ama 9912 gizli Yahudi bulunmasının (Bak. hhmemis.blogspot.com) ve bu sayının hızla artmasının sebebi hikmeti neydi?

- Kuzey Kıbrıs’taki partiler, enteller ve şirketler içerisinde kripto Yahudiler kimlerdi ve ne denli etkiliydi?

- Sn. Serdar Denktaş’ın bu kesimlerle ilişkisi neydi ve bu konuda neden hiç söz etmemekteydi?

- Yahudi Siyonizm’in ve beynelmilel Masonizmin alt kuruluşları olan Rotary ve Lions Kulüplerinin KKTC’de saray yavrusu villa evlerde ve özel barınaklar içerisinde faaliyet yürütmeleri kimlerin sayesindeydi?
-Kıbrıs’ın fundamentalist Hıristiyan Yunanistan’dan ziyade masonların ve Sabataist odakların etkili olduğu Türkiye’nin güdümünde kalmasını, ancak kof hatta Moskof kafalı ulusalcılıkla oyalayıp İslami şuurdan uzak tutulmasını isteyen; yani resmen Türkiye’nin garantörlüğünde ama fiilen İsrail’in kontrolünde olmasını hedefleyen ve bu nedenle koca Kıbrıs Türk halkına bir tek dini eğitim okulunu reva görmeyen kimlerdi?

-KKTC Cumhurbaşkanlığını Derviş Eroğlu’nun kazanması üzerine Aydınlık’ın:“Kıbrıs’ta kilise cami ittifakının iflası” yazısının başlığının ise: “Kıbrıs’ta, Siyonist Yahudi güdümlü emperyalist Haçlı kilise ile kapitalist ılımlı cami ittifakının iflası” şeklinde olması gerekirdi. Zaten bu AKP’nin ve işbirlikçi dincilerin dinler arası diyalog zırvasını da yansıtan bir gerçekti. Ama sadece “cami-kilise ittifakı” hem asla söz konusu değildi, hem de mertçe açığa vurulmayan bir din düşmanlığının ve dinsiz-komünist mantığının bir göstergesiydi.

Kıbrıs’a İmam Hatibe Mason Locaları engel çıkarmıştı!

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın mimarı Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan Hoca; "Kıbrıs'a bir an önce İHL açın" çağrısının önemine dikkat çekip şunları söylemişti:
"Son derece hayati bir meseleye işaret ediyorsunuz. Allah rızası için çok hayırlı bir hizmette bulunuyorsunuz. Biz, 1975 yılında hükümet ortağı iken, 'Her köyden bir çocuk alalım, bir İmam Hatip kuralım' diye harekete geçmiştik. Ancak başta Turhan Feyzioğlu olmak üzere ortaklarımız ve o zamanki Kıbrıs yönetimi, bu işe karşı çıkmışlardı. Feyzioğlu, kendisiyle koalisyon ortağı olarak aynı çatı altında bulunduğumuz dönemlerde, Kıbrıs'a İmam Hatip açıldığı takdirde koalisyondan çekileceğini bile söylemiştir. Öte yandan, Kıbrıs'taki yönetim de, bu işe şiddetle karşı çıkıyordu. Öne sürdükleri sebep ise 'gericilik' idi. İmam Hatip açmak, Kur'an Kursu açmak, gericilik imiş. İşte bu hastalıklı kafadır, bu cahilliktir. Bir ülkenin gerçek gücü ne parasıdır, ne tankıdır. Bir ülkenin gerçek gücü milli, manevi değerlere bağlı evlatlarıdır. Şehit kanlarıyla elde edilmiş Kıbrıs'ımıza bir İmam Hatip açılmamış olması, büyük bir eksikliktir. Bugünkü hükümeti, en kısa sürede bir İmam Hatip açmaya davet ediyorum. Bu çok hayırlı bir hizmet olacaktır. Kıbrıs, manevi boşluk içindedir. Gençlik hızla dejenere olmaktadır. Bu durum böyle devam ederse, bundan papaz zihniyeti istifade eder. Siyonistler istifade eder. Kıbrıs'ımızın-Allah muhafaza-yıkılışı manevi boşluktan ve bunun yol açtığı dejenerasyondan olur. Aman, bu iş ihmal edilmesin!.."

'İHL yaptırmak istedik, yer yerinden oynadı!.."

Milli Görüş Lideri Erbakan'ın işaret ettiği 1. MC hükümetinde Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Hasan Aksay da şunları belirtmişti:
"Feyzioğlu, Demirel ve Denktaş Kıbrıs'a imam hatip yapılmasına ısrarla karşı çıkmışlardır. Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptığım dönemde, Hoca'nın Kıbrıs'a yönelik 'manevi kalkınma' projelerini hayata geçirmek için elimizden geleni yaptık. Lakin müthiş bir direnç oluştu. Mason Locaları bu işe imkân vermedi!.. Evrensel gizli örgütler, Kıbrıs Türkü'ndeki Milli heyecanın; İmam Hatiplerin, Kur'an Kurslarının katkısıyla yükselmesini engellemek için, organize hareket etti. O dönemde, ben Kıbrıs'ta din hizmetleri vermek, insanımızı irşat etmek üzere, 18 kadro çıkarttım. Fakat, o kadrolar maalesef başka işlerde kullanıldı.”

O dönemde engellemeler yüzünden Kıbrıs'a İmam Hatip açmanın mümkün olmadığını ifade eden eski Devlet Bakanı Hasan Aksay; "...İnsanlığın boşluk içinde olduğu bir zamandayız. İslam gibi fertleri ve toplumları bütün kötülüklerden arındıran, insanları vatan-millet sevgisi ile dolduran bir manevi kuvvet kaynağından mahrum bırakmak felaketlere yol açmaktır. İmam Hatip okulunun burada açılmaması, çok büyük kayıptır. Bugüne kadar açılmamasının vebali vardır. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Kıbrıs'a bir an önce İmam Hatip açmak zarureti vardır. Bugünkü Hükümet yetkililerine çağrıda bulunuyorum; Kıbrıs'a Allah rızası için İmam Hatip açın.”

Zamanında, Demokrat Parti, Kıbrıs'tan Adana İmam Hatip'te okutmak üzere 7 kişi getirmişti. Bunlar Adana İmam Hatip'ten mezun olup gitmişti. Ancak, o zaman yetiştirilen bu 7 kişiden hiçbirinden din adamı olarak Kıbrıs'ta istifade edilmedi. Bunlardan bir kısmı mecburen lokantacılık vesaire gibi işlere girişmişti. Biz Kıbrıs'ta manevi eğitim için uğraştık, engellendik. Şimdi, parlamento aritmetiği ve diğer şartlar açısından AKP’ye uygun bir ortam ve imkân verilmiştir. Kıbrıs'a bir İmam Hatip okulunun açılması elzemdir. Kıbrıs eriyip gidiyor. Evrensel gizli örgütler niçin İmam Hatip okuluna düşmanlık ediyor? Niçin Kıbrıs'ta İmam Hatip okulu açılması istenmiyor?.. Milleti eritmek için. Esrar, içki, kumarla milleti eritip yok etmek, insanları daha rahat kullanılır hale getirmek için... Allah'ın önünde eğilmeyen, menfaatinin kulu oluyor. Localar, insanımızı daha rahat kullanabilmek için, Kıbrıs'ta İmam Hatip okuluna karşı çıkıyor. Hükümetin, bu işe el atması gerekiyor. Bu konu, hem Kıbrıs'ın, hem de Türkiye'nin güvenliği için hayati önem taşıyor. Kıbrıs'a Allah rızası için İmam Hatip açın” çağrısına şu AKP niçin kulak tıkıyor?

Özetle:

a) Ne, Kripto Yahudilerin ve onların maşası olan Rotary ve Lions kulüplerinin “KKTC’den İsrail’in arka bahçesi ve güvenlik bölgesi” olarak gizli bir siyon devleti yaratma; ama Türkiye cumhuriyetine ve askerine de bedava bekçilik yaptırma hevesleri

b) Ne, Rumlarla birleşmeyi ve Avrupa ile bütünleşmeyi, Türk askerinin himayesinde hayat sürmeye tercih eden bazı soysuzlaşmış kesimlerin keyifleri.

c) Ne de, KKTC’yi“kolay para aklama merkezi, kumarhane ve fuhuş bölgesi, ucuz tatil cenneti” gören veya “bağımsızlığımızı haçlı emperyalizmine devretmek anlamına gelen AB’ye giriş niyetiyle bir pazarlık aleti ve taviz rüşveti” olarak değerlendiren Türkiyeli gafil ve hainlerin beklentileri için değil; Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyetinin ve aziz milletimizin, Akdeniz’deki son kalesi, yani güvenlik garantisi ve Hz. Peygamberimizin süt halasından başlayarak bugüne kadar uğrunda verilmiş on binlerce şehidin bize emaneti ve hediyesi olduğu için sahip çıkılacak ve hiç kimseye bırakılmayacaktı.

Kıbrıs Bizimdi, Bizim Kalacaktı!

Tanzimatçı ve İttihatçı Masonların meymenetsizliği ve beceriksizliği, belki de kasıtlı hıyanetleri yüzünden Osmanlı çaresizliğe itilince; Ada'nın Abdülhamit’çe geçici olarak İngilizlere devri... İngiliz yönetiminde adadaki tüm dengelerin altüst edilişi… Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tesisi… ENOSİS planlarının yavaş yavaş devreye girmesi… 

Kundaktaki bebeklerin bile katledildiği Rum baskınları ve katliamlarının gerçekleşmesi… Nihayetinde Erbakan Hoca’nın yüksek dirayet ve cesaretiyle ve Kahraman Ordumuzun gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte Ada'da barış ve huzurun temini sağlanmıştı. Ama İsmail Cem İpekci'nin Dışişleri Bakanlığı döneminde önemli tavizler verilmesi... Ekonomide Kemal Derviş politikalarına devam eden AKP'nin Kıbrıs'ta da İsmail Cem İpekci politikalarını aynen devam ettirmesi... AB sürecinin hızlanmasıyla birlikte Kıbrıs'ın pazarlık masasında AKP tarafından koz olarak kullanılır hale gelmesi… Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB'ye girmesi, Türkiye'nin bu gelişmeyi sadece seyretmesi, hatta zımnen desteklemesi. Annan planının referandumda bizatihi AKP tarafından desteklenmesi, ve yine Ankara'nın desteğiyle Talat'ın Denktaş'ın koltuğuna yerleştirilmesi sürecinde, nasıl hiçbir Siyonist tezgâh amacına ulaşamadıysa, Milli Türkiye bundan sonraki oyunları da bozacaktı…

Çeşitli vesilelerle yaptığımız Kıbrıs Gezilerinde, beynelmilel Yahudi Siyonizm’inin ve ırkçı emperyalizmin karakolları olan ve Atatürk tarafından kapatılan Mason Localarının alt kuruluşları sayılan Rotary ve Lionsların görkemli binalarını bizzat gözlemlemiştik. Şayet Derviş Eroğlu ve yandaşları da bu masonların ve Lionsların güdümünde ise, zaten emperyalizmin hizmetinde demektir. Gerisi boş laf ve emektir. Çünkü AKP de aynı masonik merkezlerin emrindedir.
Recep T. Erdoğan, Yahudi ve Siyonistlerle irtibatlarını ve masonlar eliyle paşaları hizaya sokacaklarını tam 12 sene önce şöyle açığa vurmuşlardı: 

18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı "Bu kadar demokrasi fazla" başlıklı yazısında, Sesar adlı internet sitesinde yer alan ve “Başbakan Erdoğan'a sorular” başlığı ile yayınlanan konulara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazıda özetle şöyle deniyordu:"Tüm dünyadaki Yahudi Lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolündedir. Tüm paşalar ya masondur ya da masonların kontrolündeki kimselerdir. İsrail’le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason Localarının kapatılmasının hesabını soracaktır. Atatürkçülüğü ve Atatürk'ü Türkiye'den silerek intikamlarını Atatürk'ten alacaktır. (Meşhur Mason ve Yahudi asıllı işadamı) İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi, arkamız sağlamdır."

Erbakan’ın şanlı Kıbrıs çıkarması ve kararlılığı!

Bazı küçük beyinlerin, büyük olayları idrak etmesini beklemek boşunadır. Kindar ve kıskanç kimselere, birtakım başarıların kabul ettirilmesi gerçekten kolay olmamaktadır. Bu bakımdan, Erbakan Hoca’nın, 74 Kıbrıs Zaferini hafife alanların bu tavırları da, ya bu ola­yın boyutlarını kavrayamadıkla­rından veya kıskançlık damarlarındandır. Şimdi Kıbrıs Barış Harekâtı’nın hem stratejik, hem psikolojik, hem de si­yasi ve askeri sahadaki üstün başarılarının ve mutlu sonuçlarının bir kıs­mını hatırlatalım:

Her şeyden önce bilinmesi ve kabul edilmesi gereken gerçek şudur ki, 74 Kıbrıs Harekâtı’nın asıl mimarı ve kahramanı Erbakan'dır. Sadece mu­hale­fet­teki Demirel’in Adalet Partisi değil, koalisyon ortağı Ecevit’in Halk Partisi de böyle bir harekâta kar­şıydı. Çünkü korkuyorlardı ve Amerika ve Avrupa'nın bas­kısı nedeniyle çıkarma yapmaya cesaret edemiyor­lardı. Hükümetin CHP kanadının bu harekâta razı edilmesi için, Erbakan'ın ilk mücadelesini koalisyon içerisinde ve Büyük Millet Meclisi’nde kazandığını belirtmemiz lazımdır. Umuyorum ki pek yakın bir gelecekte, bütün bu gerçekler, belgeleriyle ortaya konulacak ve milletimiz olup bitenleri o zaman daha iyi anlayacaktır.

Bilindiği gibi 15 Temmuz 1974’te Samson adlı EOKA’cı, Kıbrıs’ta Makaryos’u devirip darbe yapmış ve adayı Yunanistan’a katacağını ilan etmiş bulunmaktaydı. Artık Kıbrıs’a müdahale etmemiz kaçınılmazdı. Ama hem Ecevit, hem de başta Demirel olmak üzere bütün muhalefet, askeri çıkarmayı çılgınlık olarak nitelemekte ve karşı çıkmaktaydı.

Sonunda İngiliz Başkanı Callahan’la konuyu görüşmek üzere Ecevit, Oğuzhan Asiltürk’le birlikte Londra’ya gönderiliyor, böylece Erbakan, artık tam yetkili başbakan vekili oluyordu. Havaalanında Ecevit uğurlandıktan hemen sonra, Genel Kurmay Başkanı Semih Sancar ve Kuvvet Komutanları Erbakan’la birlikte özel bir odaya geçiyor ve orada bulunan Süleyman Arif Emre Bey bile içeri alınmıyordu. Bu uzun ve tarihi toplantıda, Kıbrıs’a derhal çıkarma kararı üzerinde anlaşmaya varılıyordu. Kuvvet Komutanları“Yıllardır böylesine onurlu ve olumlu bir karara hasret çektiklerini... Düşmanların dikkatini çekmesin diye, dağıtılarak Dörtyol, İskenderun ve Mersin’de konuşlandırılan birliklerimizin çıkarmaya hazır hale gelmesi için 2–3 gün gerekeceğini” bildiriyordu. Bu arada daha önce İnönü ve Demirel’in yaptığı gibi verilen karardan geri dönülmemesi için, Erbakan’dan özellikle ricada bulunuyorlardı. Ve artık Ecevit, Türkiye’ye döndüğünde alınan bu karar gereği, hazırlıkları tamamlanan ve Kıbrıs’a doğru yola çıkan kahraman Ordu’muza mani olamıyordu.

Ecevit Kıbrıs çıkarması ve sonrasında:

1- Önce çıkarmaya çekingen ve ürkek davranmak, kararın alınmasını uzatmak ve Rumlara vakit kazandırmak,
2- Batının baskısıyla, daha çıkarmanın ilk gününde Bakanlar Kurulu’nu toplayarak “ateşkes kararı” için çırpınmak,
3- Bu ateşkes kararını saat 17.00’yi bile beklemeden gündüz 11.00’de açıklamak,
4- “Kanton Çözüm” gibi yanlış ve milli çıkarlarımıza aykırı bir öneriyi karşı tarafa acelecilikle sunmak,
5– 2’nci Harekâta şiddetle karşı çıkmak ve harekâtın durdurulması için koalisyon ortağından habersiz gizli talimatlar yağdırmak,
6- Kıbrıs’ta Ordu’muzun rahatlıkla alabileceği stratejik ve ekonomik bölgelerin ele geçmesine engel olmak,
7- Maraş’ı boş bırakıp pazarlık gücümüzü zayıflatmak,
8- “Federe Devlet” sözünü sakız yapıp Kıbrıs’ta kesin ve kalıcı bir çözümü zora sokmak gibi; 8 tane tarihi ve talihsiz hata yapmıştır. Ama buna rağmen Kıbrıs Fatih’i rolü oynamaktan da geri durmamıştır.

Kıbrıs üzerinde, her ne kadar Yunanistan'ın heves ve hesapları bu­lunduğu ve orayı bütünüyle bir Rum adası yapmayı planladığı biliniyorsa da, Kıbrıs asıl İsrail için önemlidir. Birleşmiş Milletler’in, ABD ve İngiltere’nin Kıbrıs'ı karıştırmak ve Türk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak için çırpınma­ları işte bu yüzdendir. Bir dünya haritasını önünüze alıp baktığınızda görülecektir ki, İsrail'in çevresi hep İslam ül­keleriyle çevrilidir. Bu ülkelerdeki kabuk yönetimler ve kiralık beyinler de, eninde sonunda devrilip gidecektir. İsrail ise, sonunun geldiğini hissetmekte ve bunca yıldır Müslümanlara ve İslam dünyasına yaptığı hıyanet ve hakaretlerin, mutlaka hesabının sorulacağını düşünmekte ve psikolojik bir suçlu­luk korkusu ve kompleksi içinde debe­lenmektedir. Akdeniz dışında, İsrail’in bütün yardım kapıları ve kaçış yolları kapalı­dır. Çünkü Müslümanların kontrolü altındadır. Akdeniz yollarının kalesi ve kapısı ise Kıbrıs'tır. “İşte bu yüzden Kıbrıs’ın Müslüman Türklerden arındırılması, İsrail'in güvenliği ve geleceği açısından hayati bir önem” kazanmaktadır.

Kıbrıs, İslam âlemine yeniden lider ve lokomotif olacak bir potan­si­yeli bulunan, ve bu nedenle tarihi ve tabii bir sorumluluğu üzerinde taşıyan Türkiye açısından da oldukça önemlidir. Ege ve Akdeniz'de, burnumuzun dibindeki adalar bile tamamen Yunanlıların ve düşmanların elindedir. Akdeniz'de batmayan bir donanma ko­numundaki Kıbrıs'ın da bütünüyle elimizden çıkması, Türkiye'nin kolunun ka­nadının kırılması demektir. Zaten vaktiyle Sokullu Mehmet Paşa’nın Kıbrıs’ın Fethi’nden sonra İnebahtı'da Osmanlı Donanması’nı yakan Haçlı elçilerine, “Siz bizim gemilerimizi yak­makla sadece saka­lımızı tıraş etmiş oldunuz. Ama biz sizden Kıbrıs'ı al­makla kolunuzu kırmış olduk” de­mesi de bu yüzdendir. Bu durumu çok iyi bilen ve ortaya çıkan fırsatı yerinde değerlendiren Erbakan, “Daha yakın temaslarda bulunmak(!)” üzere Ecevit'i Londra'ya uğurluyor ve resmen bütün yetkileri üstlenmiş Başbakan Yardımcısı sıfatıyla “Ordular ilk hedefiniz Kıbrıs'tır!”komutunu veriyordu.

Nice yıllardır böylesine onurlu ve olumlu bir karara hasret çeken kahra­man Ordu­muz, hem geçmişte bu Peygamber ocağında şehadet rütbesine ulaşmış ev­liya makamın­daki mücahitlerin manevi duası ve himmeti, hem de yakın bir ge­lecekte yeniden Hak ve adaletin bekçileri olmanın peşin bereke­tiyle, bir nevi imkânsızı başarıyor, Amerika ve Avrupa’sıyla bütün batılıları ve batıl kafalı­ları hayret ve dehşete düşüren bir cesaret ve hareketle, ismini peygamberle­rinden alan Mehmetçikler Kıbrıs'a çıkıyordu.

Kıbrıs Zaferinin mutlu sonuçları ise şunlardır:

a- İslam dünyasındaki, pek çoğu şartlı ve şaibeli bulunan ve maalesef sonunda Müslümanları kültüründen ve kimliğinden uzaklaştırıp emperyalistle­rin yarı sömürgesi du­rumuna sokan, bazı kurtuluş hareketlerini hesaba katmaz­sanız Kıbrıs Barış Harekâtı, yakın tarihte Haçlılara karşı yüzde yüz milli amaç­lar ve yerli im­k­ânlarla kazanılan ilk zafer özelliğini ve önemini taşımaktadır. Kıbrıs'ta, Amerika'sı, Avrupa'sı, Rusya'sı, İngiliz'i, Fransız’ı, Yunan’ı, İsrail’i, kısaca Yahudi ve Hıristiyan dünyası yeni bir Haçlı İttifakı ku­rup karşımıza çıktıkları... Sözde müt­tefikimiz olan NATO ülkeleri bile aleyhimize tavır aldıkları... Parasını peşin verdiğimiz silahlara, gemi ve uçaklara el koydukları ve her türlü ambargoyu uyguladıkları halde, Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkması ve yarısını kur­tar­ması yeni bir Kosova'dır, Niğbolu'dur, Mohaç’tır...

b- Kıbrıs zaferi Afgan direnişi, Bosna mücadelesi ve Çeçenistan zaferi gibi destanlara zemin hazırlamıştır. Zira Kıbrıs’taki bu beklenmedik başarının bereketli ve cesaretli sonuçları, her tarafa yansımıştır. Yeryüzündeki İslamî diriliş ve direniş hareketleri Kıbrıs zaferiyle yeni bir hız ve heyecan kazanmıştır. Böylece; “Batı yenilmez, Haçlılara karşı gelinmez” korkusu ve kompleksi yıkılmış­tır.

c- Kıbrıs çıkarması yüzünden ülkemize uygulanan ambargolar sebe­biyle, Türkiye kendi ihtiyaç duyduğu başta savunma sanayiini, harp silah ve gereçle­rini üretmeye başlamış ve bu sahada başarılı olabileceğini ispatlamıştır.
Velhasıl 74 Kıbrıs Harekâtı, Cumhuriyet tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Kıbrıs'ın sadece alınmasının değil, o günden bugüne elimizde kal­masının da kahramanı, yine Erbakan'dır. Erbakan Türkiye'de yıllarca ikinci ve üçüncü sınıf insan muamelesi gö­ren, her vesileyle horlanan ve ezilen dindar insanlarımızın, yeniden kendilerine güven duygusu ve girişimcilik ruhu kazanmalarını sağladı. İnancını yaşayan ve bunu en büyük şeref sa­yan ve Hakk'ı savunan insanlar, Meclis'e taşındı... Bunlara bakanlık yaptırıldı ve yönetim kademelerinde en üst görevlere atandı. Bunun üzerine, Nurculuk ve Süleymancılık gibi ke­sim­lere, tarikat ve İslami hizmet ehli kimselere sırf Erbakan'a kayma­sınlar diye, düzen tarafından müsaade ve müsamaha edilmeye başlandı... Bu da onların daha rahat hiz­met vermelerini ve İslami düşünce ve davranışların daha bir gelişmesini ve yerleşmesini sağladı. Yani Selamet ve Refah Partisi dışındaki, manevi hizmetlerin ve İslami gelişmelerin şerefine ve seva­bına da, dolaylı olarak Erbakan yine ortaktır.

“Önce ahlak ve maneviyat” diyerek yola çıkan, manevi kalkınma hamlesini başlatan ve başaran Erbakan, hemen ardından ve özellikle Kıbrıs za­ferinin arkasından tarihi “Ağır Sanayi” hamlesini başlatmış ve bütün iç ve dış mihrakların karşı­sına dikilmesine rağmen, temelini attığı 200 fabrika­nın 68 tanesini tamamlamıştır. Geri kalanları da hizmete sokmak ve sadece yeni bir Türkiye değil, yepyeni bir dünya kur­mak üzere, Selamet gemisi, Refah birikimi ve Fazilet kadrosuyla, Saadet burcunda zafer limanına yaklaşmaktadır. Onun ölümü bu kutlu gidişatı aksatmayacak, bilakis hızlandıracaktır. Çünkü Onun sadık talebeleri ve takipçileri Milli Çözüm projelerini uygulayacak inkılap ve iktidarın yolunu açacaktır!



[1][1] Hıncal Uluç – 20.01.2017

[2] Milli Gazete-Şakir Tarım

[3] Milli Gazete-Doğan Bekin

[4] http://necmettinerbakan.net/haberler/dis-guclere-kibris-peskesi.html

***

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 5


AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 5



5.REFERANDUM SONRASI VE GÜNEY KIBRIS’IN AB ÜYELİĞİNİN ARDINDAN ADADAKİ DURUM

Referandumun ardından Türk tarafına yönelik “çözümsüzlük yanlısı”  algılamaları yön değiştirmiş, Rum tarafının uluslararası alanda psikolojik olarak eli zayıflamıştır. Fakat yine de bu değişim Türk tarafının üzerindeki izolasyonların kaldırılmasını ya da KKTC’nin tanınmasını sağlayamamıştır. Aksine referandum sonrası süreçte Rum tarafı AB üyeliği ile beraber rehavete kapılarak çözüm girişimlerine olumlu yaklaşmamıştır. 
Türkiye ise yaptığı açıklamada 1 Mayıs 2004’te Rumların, adanın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları gibi, adanın tamamı üzerinde yetki ve egemenliklerinin de bulunmadığını, bundan sonra da Türkiye'nin KKTC'yi tanımaya devam edeceğini açıklamıştır. Aynı şekilde Güney Kıbrıs'ın AB'ye girişinin Türkiye'nin 1960 Anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine hiçbir şekilde halel getiremeyeceği vurgulanmıştır. 
Türkiye ise referandum sonrası uzlaşılmaz taraf olmadığını göstermiş ve referandumda çıkan sonucu özellikle Türkiye-AB ilişkileri konusunda kendi yararına kullanmak istemiştir. Fakat bu konuda bir derece rahatlama görülse bile istenen ölçüde başarı sağlanamamıştır.
3 Haziran 2004 tarihinde BM Genel Sekreteri İyi Niyet Misyonu ve müzakere sürecine ilişkin 28 Mayıs’ta hazırladığı raporu sunmuştur. Raporda referandum sonrası Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia tarafından ele alınmasının gerekliliği ve onları dünyadan tecrit etmenin yanlış olduğu belirtilmiştir. Genel Sekreter Kıbrıs Türklerine yönelik ambargo ve kısıtlamaların sona erdirilmesi için uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyi’ne çağrıda bulunmuştur. Raporda ayrıca Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün siyasi eşitlik ve ortaklı temeline dayalı olması gerektiği belirtilmiş, planın başarısız olma nedeni Rum tarafına yüklenmiştir. Kısacası Genel Sekreter raporuyla Rum tarafının Annan Planına değil, çözüme karşı olduklarını dile getirmiştir.  Buna karşı Türkiye’nin “çözüm istemeyen taraf” olarak görülen rolü Rum tarafına geçmiştir. Fakat Rusya zaten önceden de veto kullanacağı uyarısında bulunmuş ve rapor etkili olamamıştır.

16-17 Aralık 2004'teki AB Brüksel Zirvesine gelindiğinde zirvenin sonuç bildirgesinde Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlaması kararlaştırılmıştır. Referandumdaki tutumu nedeniyle AB üyesi ülkelerle ilişkileri olumsuz olan Papadopulus ise müzakere tarihi konusunda Türkiye’yi engelleyememiştir. Türkiye,  yeni üyelerle Gümrük Birliği Uyum Protokolü imzalamayı kabul etmiş, ancak bunun GKRY'ni tanındığı anlamına gelmediğini belirtmiştir. Türkiye'nin bu açıklamasının üzerine ise AB karşı bildiri yayınlamış ve Türk limanlarının GKRY gemilerine açılmadıkça müzakerelerin ilerlemeyeceğini açıklamıştır. Bu baskılar üzerine Türkiye Dışişleri Bakanlığı kararlı bir şekilde Türklere yönelik baskılar kalkmadıkça ve çözüm bulunmadıkça limanların açılmayacağını ve GKRY'nin tanınamayacağını belirtmiştir. 
Referandum sonrası AK Parti hükümeti, İslam Konferansı Örgütünde Kıbrıs konusunda girişimlerde bulunmuştur. Mayıs 2004’te Erdoğan KKTC’nin statüsünün yükseltilebileceği mesajını vermiştir. Türkiye’nin bu diplomatik girişimleri sonucu Haziran 2004’te olumlu sonuç vererek, KKTC’nin İKÖ toplantılarına KKTC yerine Annan Planı’na da uyumlu olan “Kıbrıs Türk Devleti” sıfatıyla katılması kararlaştırılmıştır. Fakat yine de İKÖ üyeliği söz konusu olmamaktadır. Diplomatik başarı olarak kamuoyuna sunulan bu gelişme diplomatik bir krize neden olmuş, AB Dönem Başkanı Hollanda KKTC’nin yeni adıyla temsil edileceği AB-İKÖ Forumuna katılamayacağını açıklamış, diğer AB üyelerinin de katılmamalarını önermiştir. Kriz yaşamak istemeyen Türkiye ise İKÖ toplantısının iptal edilmesini sağlamıştır.  Bu gelişme ise Türkiye’nin Kıbrıs sorunun da pek fazla hareket edemediğini göstermektedir. 
Bu arada 20 Şubat 2005’te gerçekleşen KKTC’de genel seçimlerine göz atarsak; CTP %44.45 oy ile 24 milletvekili ile birinci parti olmuş, UBP %31.71 oyla 19 milletvekili, DP %13.49 oyla 6 milletvekili, BDH ise %5.81 oy ile 1 milletvekili çıkarmıştır. DP-CTP koalisyonu oluşturulmuş, 17 Nisan 2005'te ki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise koalisyon lideri Mehmet Ali Talat cumhurbaşkanı olmuştur. 1976’dan beri aday olan Rauf Denktaş ise 17 Nisan seçimlerine katılmamıştır. 9 Mayıs’ta ise Başbakan Ferdi Sabit Soyer’in kurduğu yeni hükümet göreve başlamıştır.  

29 Temmuz 2005 tarihine gelindiğinde, Türkiye’nin Aralık 2004’te ki AB Brüksel Zirvesinde imzalamayı taahhüt ettiği 1963 Ankara Anlaşması’nı tüm AB ülkelerine genişleten “Uyum Protokolü” imzalanmıştır. Ayrıca bu protokol imzalanırken GKRY’nin tanınmadığı da kayda geçirilmiştir. Fakat Türkiye’nin protokolü imzalarken yaptığı deklarasyona cevaben AB karşı bir deklarasyona yayınlamıştır. 

Referandum sonrası yapılan bir diğer girişim ise adaya “doğrudan uçuşlar” konusundadır. Kıbrıs ekonomisinde turizm önemli yer tutmaktadır. Adaya uçuş süre ve mesafesinin uzun olması ve ücretlerinde fazla olmasından dolayı soruna çözüm bulunmak istenmiştir. Kıbrıs’a Türkiye dışında başka bir ülkeden doğrudan uçuş yapılamamaktadır, bu da izolasyonların kaldırılmasını gerektirmektedir. Bu konuda ABD’li yetkililer Ekim 2004’te Ercan Havaalanına incelemeler yapmış ama bu faaliyetleri doğrudan uçuşların başlaması sonucunu vermemiştir. Bu yönde Azerbaycan Ağustos 2005’te somut bir adım atmış Ercan-Bakü arası tek bir doğrudan uçuş gerçekleştirmiştir. Bu uçuşla 31 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye dışından bir ülkeden Kuzey Kıbrıs'a doğrudan uçuş gerçekleştirilmiştir. Rum kesimi ise bu olaya yasadışı olduğu gerekçesini göstererek tepki göstermiştir.    Fakat AB, Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesinde ilişki kurduğu Azerbaycan’ın bu programa katılmasını ertelemiş ve Azerbaycan vazgeçmiştir. Öte yandan referandum sonuçları hakkında Aliyev’in KKTC’yi tanımada ön sıralarda yer alma vaadi sonraları, Yukarı Karabağ konusunda örnek olabileceği düşüncesiyle rafa kaldırılmıştır. 

Doğrudan uçuşlar ile ilgili diğer bir girişimde Aralık 2006’da İngiltere Başbakanı Blair’den Ankara ziyareti sırasında gelmiştir. Blair, uluslararası hukuk çerçevesinde mümkün olduğu kadar Kuzey Kıbrıs’a doğrudan uçuşlar gerçekleştirmeye çalışacaklarını belirtmiş, ancak somut adımlar atılmamıştır. Bunun üzerine Kıbrıs Türk Hava Yolları İngiliz Sivil Havacılık Otoritesine doğrudan uçuşlar başvurusu yaptıysa da bu başvuru uluslararası hukuka aykırılık gerekçesi ile reddedilmiştir. Kısacası doğrudan uçuşlar ile ilgili Türklerin hiçbir talebi karşılık bulamamış, Kıbrıs Türklerinin mağduriyetleri çözülememiştir.
Bir diğer girişim 24 Ocak 2006’da ise dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün girişimiyle sorunun çözümüne yönelik bir Eylem Planı ile yeni bir girişim başlamıştır. 10 maddeden oluşan bu planda Türkleri üzerindeki kısıtlama ve ambargoların kaldırılması amacıyla Türklerin limanlarını ve hava alanlarını Kıbrıs Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılmasını öngörmekteydi. Uluslararası toplum tarafından destek gören bu plan Rum tarafınca hemen reddedildi. 
15 Haziran 2006'da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kuzey Kıbrıs'a yönelik ambargolar kaldırılmadıkça Türkiye'nin AB baskılarına boyun eğmeyeceğini ve Kıbrıs'a limanlarını açmayacağını belirterek kararlı bir tutum sergilemiştir.
8 Temmuz 2006'da Cumhurbaşkanı Talat ile GKRY lideri Papadopulos, BM Genel Sekreter Siyasi İşler Yardımcısı İbrahim Gambari'nin eşliğinde görüşme gerçekleştirmiş, bu mutabakat sonunda varılmış olan karar ve "İlkeler Dizisi" kabul edilmiştir. Fakat sorunun özünü ilgilendiren bu kararlar GKRY'nin engellemeleri nedeniyle ilerleme kaydedilmemiştir. 

KKTC’nin kapsamlı bir çözüme yönelik girişimlerinde biri de 5 Eylül 2007’de Talat-Papadopulos görüşmesidir. İki lider bu tarihte BM gözetiminde ilk kez bir araya gelmiş, görüşmelerin en kısa zamanda başlaması gerektiği konusunda uzlaşmıştır.  

Sonuç olarak referandum esnasında adada dünyaya entegre olmak, ticaret yapmak isteyen çevreler “evet” oyu vermiş, ancak referandum sonrası bu istekler gerçekleşememiştir. Rum ve Yunan yetkililerin açıklamaları ve AB’nin takındığı tavırların gösterdiği üzere amaç KKTC’nin tanınması, izolasyonların kaldırılması, ambargoların hafifletilmesi değil, Kıbrıs Türklerini ekonomik olarak zor durumda bırakarak teslim olmaya zorlamak ve egemenlik haklarını elinden almaktır. Böylelikle Rum, Yunan ve AB adada ambargoları sürdürerek Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile bağlantılıları koparmak, adanın Yunanistan’a yakınlaşmasını sağlamak ve de adadaki Türkleri Batı Trakya’da olduğu gibi azınlık durumuna düşürmek istemişlerdir.

6.TARİHTEN GÜNÜMÜZE KIBRIS SORUNUNUN “AVRUPALILAŞMASI” VE BU BAĞLAMDA YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLER:

Yunanistan, 1981 yılında Avrupa Topluluğu’na üye olmuş, Kıbrıs Sorunu AB/AT’nin iç sorunlarından biri hâline gelmiştir. Bunun nedeni ise 1981’den itibaren Yunanistan’ın üyeliği sayesinde AB kurumlarını Rum tarafı lehine karar almaya zorlaması olmuştur. Kıbrıs Rum Kesimi’nin topluluğa üyelik başvurusu ise 1990’da gerçekleşmiş, üyeliğin 1993’te olumlu karşılanması ile Kıbrıs Sorunu nitelik değiştirmiştir. 1950’lerden beri Türk-Yunan ve belirli ölçüde İngiliz ilişkilerinin bir konusu olan Kıbrıs Sorunu Rum tarafının tam üyelik başvurusuyla beraber “Avrupalılaşma” ya başlamıştır. “Avrupalılaşma” 1990’lı yıllarda başlayan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve kararları ile adım adım Türkiye-AB İlişkilerinin kilit noktası hâline gelmesiyle mümkün olmuştur. Bununla birlikte Rum tarafını çözüme teşvik eden bir unsur kalmamıştır.
Türkiye ise 1987’de AT’ na tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. 1989 yılında AT Komisyonu, Türkiye’nin üyeliği konusunda Kıbrıs sorununa bir çözümün ilk şart olduğunu açıklamıştır. Bu tarihten itibaren Kıbrıs sorununa dair her türlü belgede ya da Zirve sonuç belgelerinde sorununun sorumlusu olarak Türkiye gösterilmiştir. 

4 Temmuz 1990’da ise Rum tarafı Kıbrıs adasının tamamı adına AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuş, Türkiye’nin itirazlarına rağmen AB Komisyonu 17 Ekim 1993’te ise Rumları tam üyeliğe uygun bulunmuş ve üyelik süreci başlamıştır. Güney Kıbrıs’ın tam üyelik başvurusunun ardından 1994 Korfu Zirvesi’nde Kıbrıs sorununda Rumları çözüm yönünde eylemsizliğe sürükleyen ilk karar alınmıştır. Zirvede Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıs için müzakerelere başlama şartı olmaktan çıkarılma kararı alınmıştır. Ayrıca Türkiye Gümrük Birliği müzakereleri bu zirvede pazarlık unsuru olarak kullanılmıştır. Yunanistan’ın veto tehdidi ışığında gerçekleşen zirvede Yunanistan, Kıbrıs ile müzakerelere başlaması için kabul edilebilir bir tarih vermedikçe Türkiye’nin Gümrük Birliği üyeliğine onay vermeyeceğini açıklamıştır. Sonraki yıllarda gerçekleşen 1996 Dublin Zirvesi’nde, 1997 gerçekleşen Gündem 2000’de, 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde yine soruna yönelik kararlar alınmıştır. 

10-11 Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesi ise Türk-Yunan ilişkilerindeki yumuşamanın ilk somut sonucu olmuştur.  Zirve sürecinin sonundaki bildiride Türkiye aday ülkeler arasında sayılmış, Yunanistan'da buna karşı çıkmamıştır. Kıbrıs konusunda ise AB Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs'ın AB'ye katılımını kolaylaştıracağının altı çizilmiştir. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey'in üyelik konusundaki kararı bir ön şart olmaksızın verileceği belirtilmiştir. Yani Helsinki'de bölünmüşlük sorununa çözüm bulunmadan Kıbrıs'ın AB'ye üye olabileceği açıklanmıştır. Ayrıca Kıbrıs’ta çözümün Türkiye’nin AB üyeliği için bir önkoşul olmadığı belirtilmiş, diğer yandan üstü kapalı biçimde de olsa Türkiye'nin üyelik sürecinin Ege ve Kıbrıs sorunlarında kaydedilecek ilerlemelerden etkileneceği belirtilmiştir.  Bununla beraber 2004’te gerçekleşen Annan Planı referandumuna Rumlar Helsinki Zirve kararlarının rahatlığıyla girmiş ve çözümden yana bir tutum sergilememiştir.

7.DOĞU AKDENİZDEKİ YETKİ ALANI SORUNLARI

2001 yılından itibaren Yunanistan ve GKRY basınında Doğu Akdeniz'de özellikle Kıbrıs'ın güneyinde zengin petrol ve doğalgaz yatakları bulunduğu belirtilmiş ve beraberinde kıta sahanlığı sınırlandırılması uyuşmazlıkları süregelmiştir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, AB adına rant elde etmeye çalışarak yaptığı girişimler sonucunda Doğu Akdeniz bölgesinde Mısır, Lübnan, Suriye ve İsrail ile bazı deniz alanları üzerine anlaşma yapma aşamasına gelinmiştir. Güney Rum Yönetimi Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması yaparak Rum Yönetimi tüm ada adına hareket etmiştir. Bu antlaşma Annan Planına dahil edilmiş, ancak Türkiye’nin bunu kabul etmediği kayıtlara geçmiştir. Ve Türkiye 2004’ten 2010’a kadar MEB Anlaşmasını kabul etmediğini BM’e de belirtmiştir. Türkiye’de tedbir için Güney Kıbrıs’a nota vermiştir. Şubat 2007’de Güney Kıbrıs 13 adet arama ruhsatı satışa çıkarmasıyla Türkiye ile ilişkileri gerilmiştir. Amerikalı şirketlerde belirtilen sahalarda arama yapmak için teklif vermişlerdir. Türkiye söz konusu Petrol ve doğalgaz araştırmalarına tepkisi savaş gemilerini belirtilen sahalarda sismik araştırma yapan gemilere müdahale ederek bölgeyi terk etmelerini sağlamak olmuştur. Ağustos 2007’de ise Türkiye, Kıbrıs’ın batısından bir bölgede TPAO’ya arama ruhsatı vererek burasının kendi kıta sahanlığının bir parçası olarak gördüğünü üstü kapalı olarak ortaya koymuştur. Kasım 2008’de ise Türkiye, Yunan savaş gemilerine rağmen bölgede jeofizik araştırmalar yapmış, ardından gerginlikler artarak sürmüştür. 

17 Aralık 2010'de Rum Yönetimi ile MEB imzalayan bir diğer ülke İsrail olmuştur. Bu esnada GKRY'nin açtığı ihale sonucu ABD'de bulunan Noble şirketi 18 Eylül 2011'de sondaj çalışmalarına başlamıştır. Bu olay Türkiye tarafından oldukça tepki almıştır. Bir diğer Türkiye'nin tepkisini çeken olay ise 11 Şubat 2012'de ise AB Resmi gazetesinde yayımlanan duyuruda GKRY'nin sözde münhasır ekonomik bölgesinde yeni bir uluslararası hidrokarbon arama ruhsat ihalesine çıktığının öğrenilmesi olmuştur. Türk Dışişleri Bakanlığı basın açıklaması ile Rumları bu sorumsuz adımlarından ötürü protesto ettiğini açıklamıştır. Diğer bir önemi gelişme 21 Eylül 2011'de Türkiye-KKTC arasında imzalanan Kıta Sahanlığı Anlaşması olmuştur.  Rum Yönetiminin Doğu Akdeniz’deki bencil politikalarını Yunanistan’da destek vermiş, bu da Türk-Yunan ilişkilerinde daha da çatlaklara neden olmuştur.

Eylül 2011’de Ban Ki-moon deniz zenginliklerinin kullanılması konusunda bir öneri yapmıştır. Kaynakların birlikte çıkarılmasını, daha sonra oluşturulacak bir komite tarafından alınan kararlarla da taraflar arasında paylaşılmasını önermiştir. Fakat bu öneri Rum Yönetimi tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına halel getirdiği gerekçesi ile reddedilmiştir.
Türkiye ise kıta sahanlığının ihlâl ediliyor olmasından ötürü olaylara sessiz kalmamış, Doğu Akdeniz’de etkinliğini göstermek istemiştir. KKTC ise deniz yetki alanlarındaki sorunların ve zenginliklerin paylaşımının müzakereler sonucu bir çözüm bulunduktan sonraya bırakılmasını savunmaktadır. Ayrıca süregelen gelişmeler sonucu Ortadoğu devletleri de işin içine girerek deniz yetki alanları konusu oldukça karmaşık bir hâle gelmiştir.

8.KKTC’DE LİDER DEĞİŞİKLİĞİ: DERVİŞ EROĞLU DÖNEMİ

Seçimleri uluslararası kamuoyu da dikkatle izlemiştir, Eroğlu'nun seçilmesi hâlinde çözüm yönündeki çalışmaları sekteye uğratacağı düşünülmüştür. Hatta adaya uzun süre uğramayan BM Genel Sekreteri Ban'da seçimlere az bir süre kala adayı ziyaret etmiştir. Türkiye'de çözümü destekleyen AK Parti hükümeti ise adadaki taraflara eşit mesafede duruş sergilese bile, süreçte mevcut yönetimin sürmesi ve müzakerelerin devam etmesini istemiştir. Türkiye, Avrupa Birliği sürecinde önemli gördüğü Kıbrıs Sorununda, Rum tarafı, Yunanistan ve uluslararası aktörler de Talat'ı çözüm yönünde daha tavizkâr tutumda olduğu için desteklemektedir.
CTP’nin başarısızlıklarından etkilenen Cumhurbaşkanı Talat olumsuz yönde etkilenmiş ve adada sağ-milliyetçi siyaset yeniden yükselişe geçmeye başlamıştır. 2009 genel seçimlerinde görülen durum 2010’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görülmüştür. Ve %50.38 oy alan Derviş Eroğlu ilk turda seçilerek Cumhurbaşkanı olmuştur. Seçim sonrası Yunan ve Rum medyaları ise "seçimleri yeni Denktaş kazandı", "çözüm isteyen tek lider Talat kaybetti" şeklinde yorumlamıştır. Eroğlu ise seçilmesinin ardından müzakerelerin devam edeceğini açıklamış, ama 1974 şartlarından geriye dönüş olmayacağını vurgulamış, her fırsatta iki devletin olduğu konfederal çözümü savunmuştur. Talat ve Hristofyas'ın ise müzakere masasında ulaşmaya çalıştıkları çözüm siyasi eşitliğe sahip iki toplumlu tek olarak federasyondur. Yani 1960'ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'ne geri dönüş söz konusudur.
13 Aralık 2013’e gelindiğinde Atina'da Başbakan Andonis Samaras ardından da Yunan Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos ile görüşen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, mevkidaşı ile beraber Türkiye'nin Kıbrıs için müzakerelerin kısa sürede başlaması konusundaki isteğini ve çözüm yönündeki iradesini göstermiştir. Davutoğlu bu görüşmede Türk-Yunan ilişkilerinin son yıllarda dünyaya örnek olacak ilerlemeler kaydettiğini belirtmiştir. Venizelos ise Kıbrıs halkının kabul edebileceği bir çözümü desteklediklerini belirtmiştir. Türkiye ile Yunanistan müzakerelere cesaret vermek konusunda anlaşmıştır.
Aynı zamanda mevcut hükümetteki AK Parti 2023 açıkladığı 2023 vizyonunda adada eşit ve adil birliktelik istediğini açıkça dile getirmiştir. Türkiye bu zamana kadar Annan Planını onaylayarak barışçıl şekilde üzerine düşen görevi yapmışlardır, ancak Rum tarafı uzlaşmayı tercih etmemiştir. Ardından uzlaşmadan kaçarak BM planını reddeden Rum tarafı ödüllendirilmiştir. Ve Türkiye bu olanların farkındadır. Türkiye hala çözümden yanadır. Kıbrıs Türkleri yalnız değildir. Ayrıca Türkiye, Kıbrıs’ın ekonomik ve yapısal değişimlerine katkı verecek, mali desteğiniz sürdürecektir. Türkiye’nin ada ve çevresinde petrol ve doğalgaz aramaları sürdürülecektir. 

SONUÇ

Yunanistan tarihsel geçmişinin Eski Yunan ve Bizans İmparatorluğu’na dayandığını ileri sürmektedir. Osmanlı İmparatorluğu egemenliği içerisinde geçen yaklaşık 500 küsur yıl kimi tarihçiler için kara dönem, kimi tarihçiler için ise Osmanlı hoşgörüsü ve iki toplumun barış içinde yaşadığı dönem olarak tanımlanmaktadır.
1923 Lozan Barış Antlaşması'ndan kalan sorunlarının çözülmesinin ardından Türkiye ve Yunanistan kalkınma sorunları ile ilgilenmiş, dış tehditler karşısında bir yakınlaşma dönemine girilmiştir. Ancak Atatürk-Venizelos dönemi sorunların çözülmesiyle başlayan bu yakınlaşmanın olduğu tarihlerde Kıbrıs ve Ege gibi belirgin bir sorun bulunmayışından dolayı ilişkiler sorunsuz şekilde sağlanabilmiştir.  II. Dünya Savaşı sırasında Yunanistan'ın işgal edilmesiyle kesintiye uğrasa da 1950'li yılların ortalarına kadar bu yakınlaşma dönemi sürebilmiştir.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki temel meseleler içinde Kıbrıs'ın önemli bir yeri bulunmaktadır. Kıbrıs, Doğu Akdeniz'in ortasında bulunması ve Ortadoğu'ya yakınlığı ile askeri üs niteliğinde olması nedeniyle tarihsel süreçte büyük güçlerin oyun alanı hâline gelmiştir. 
Yunanistan, adada yaşayan Rum nüfusunu kullanarak Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını gerçekleştirmek için girişimlerde bulunmuştur. Yunanistan'ın bu girişimleri adada kanlı olaylara, darbelere, katliamlara neden olan bir noktadadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Türkiye adaya müdahale ederek Kıbrıs’ın Yunanistan'a ilhakını engellemiştir. Atina, Türkiye’nin garantörlük temelinde adaya müdahalesini kabul etmeyerek, adanın Türkiye tarafından işgal edildiğini öne sürmektedir. Yunanistan bunun sonucu Türkiye ile Kıbrıs konusunda baş edemeyeceğini kavrayınca farklı destek arayışlarına girmiştir. Bu destek ise Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin 2004'te AB'ne girmesi ile sağlanmıştır. GKRY' nin AB üyeliğinin ardından ise sorun Türk-Yunan sorunu olmaktan çıkıp Türkiye-AB meselesi hâline gelmiştir.

Türkiye uzun yıllar Kıbrıs Sorunu karşısında geleneksel politikasını korumuştur. 1950’lerden 2000’lere kadar sorun “milli dava” olarak görülmüş ve buna bağlı olarak politika üretilmiştir. Türkiye bu geleneksel Kıbrıs politikası gereği her zaman sorunun iki tarafında siyasi ve hukuki açıdan eşitliğine dayalı olarak çözülmesini istemiştir. Bu çerçevede sorunun BM çatısı altında ve “karşılıklılık” esasına göre çözülmesi amaçlanmıştır. AK Parti hükümetinin Kıbrıs politikasında da bu dalgalanmaya şahit olunmuştur. 1999 Helsinki kararları ve AB süreci ile beraber çözüm politikasında farklı bir dönem başlamıştır. Helsinki Zirvesi sonunda Kıbrıs sorunu üstü kapalı şekilde Türkiye’nin üyelik süreci ile ilişkilendirilmiştir. Hükümetlerin değişmesiyle beraber Kıbrıs politikası zamanla farklılaşsa bile belirli aşamalara gelindiğinde sonra geleneksel politikaya dönülmüştür. AK Parti hükümeti ile beraber ise sorunun çözümü konusunda daha radikal davranılmış, Yunanistan ile ilişkilerde de proaktif bir dış politika seyredilmiş ve de Annan Planı çerçevesinde soruna çözüm bulma arayışlarına girilmiştir. Bu çerçevede uzun yıllar süren Denktaş'ın konfederasyon tezinden uzaklaşarak, Belçika'daki gibi iki toplumlu devlet yönetiminin kurulmasını istemiştir. Ancak Rum kesiminin AB üyeliğini elde etmesi, peşi sıra Türk tarafının aksine Rum tarafının Annan planını reddetmesi Rum tarafının uzlaşılmaz taraf olduğunu tescil etmiştir. Ayrıca AK Parti adada kendi Kıbrıs politikasına paralellik gösteren partileri desteklemiştir. Planın reddi de adadaki siyasette dengeleri değiştirmiştir. AK Parti hükümetinin Kıbrıs politikasını Annan öncesi ve sonrası olarak iki ayaklı düşünülebilir. İlk dört yıllık süreçte AB odaklı olarak plan desteklenmiştir. Ancak referandum sonrası Rum tarafının ikiyüzlülüğü ve çözümden yana olmadığı açıkça tescil edilmiştir. Ayrıca uluslararası kamuoyu ve AB nezdinde Türkiye’nin lehine puan kazanılmıştır.  2009 seçimlerini UBP kazandı ve Derviş Eroğlu Cumhurbaşkanı olmuştur. Eroğlu döneminde de Rum tarafı ile görüşmeler sürdürülmüştür. Günümüze gelindiğimizde ise Türk tarafı ve Rum tarafı hâlâ çözüme yönelik görüşmelere devam etmektedir.
Ancak unutulmaması gereken şey hükümetlerin geçici, ülke dış politika ve duruşlarının kalıcı olduğudur. Hangi iktidar yönetime gelirse gelsin, Kıbrıs ile Türkiye’nin tarihsel geçmişi ve kültürel bağları unutulmamalı, stratejik açıdan da önemli olan bu ada ihmal edilmemeli, iki taraf için en uygun ve barışçı çözüm yöntemi bulunmalıdır.


Efendiler; Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için önemlidir.        
1937 Mustafa Kemal ATATÜRK..,


KAYNAKÇA

Kitaplar:

Denktaş Rauf R, Son Çağrı, Ankara: Remzi Kitâbevi, Mart 2007
Erol Mütercimler Erol, Satılık Ada Kıbrıs: Barış Harekâtı’nın Bilinmeyen Öyküsü, İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yay. Kasım.
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. , Haziran 1985.
İkizer Hasan, Kıbrıs: İki Ulus İki Devlet, Ankara: Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, Mayıs 2007 
İsmail Sabahattin, Kıbrıs’ta Yunan Sorunu (1821-200) , Kıbrıs: Akdeniz Haber Ajansı Yayınları, 2000
İsmail Sabahattin, 150 Soruda Kıbrıs Sorunu, İstanbul: Kastaş Yay. , 1998.
İşyar Ömer Göksel, Karşılaştırmalı dış politikalar: yöntemler-modeller-örnekler ve karşılaştırmalı Türk dış politikası, Bursa: Dora Yayıncılık, Ekim 2009.
Kıbrıs Sorunu ( Haz. Av. Mehmet Cengiz, Av. Uğur Uzel) , Ankara: Ankara Barosu Yay. , 2001.
Manisalı Erol, Avrupa Kıskacında Kıbrıs, İstanbul: Derin Yayınevi, Nisan 2004
Oran Baskın, Türk Dış Politikası(2001-2012)Kurtuluş Savaşından Bugüne, Olgular Belgeler, Yorumlar),  İstanbul: İletişim Yay. , 2013.
Örmeci Ozan, Bir Türk Sosyal Demokratı: İsmail Cem, Uşak: AKY Basım Yayın, Mayıs 2011
Özmen Süleyman, Avrasya’nın Kırılma Noktası: Kıbrıs, İstanbul: IQ Yay. , Mayıs 2005. 
Sönmezoğlu Faruk, Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Büyük Güçler: Kıbrıs, Ege ve Diğer Sorunlar, İstanbul: Der Yayınevi, 2000.
Tuncer Hünel, Kıbrıs Sarmalı, Ankara: Ümit Yayıncılık, Şubat 2005.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Kıbrıs Sorununa Alternatif Yaklaşımlar: Çok Bileşenli Adım Modeli, USAK Raporları, No: 08-02Ankara: Nisan 2008, 

Makaleler:

Akgün, Sibel, Atatürk Dönemi Türkiye ve Kıbrıs Türk Toplumu İlişkileri (1923-1938), XVI. Türk Tarih Kongresi Bildirisi, Şubat 2012.
Boncukçu Emine, Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Çerçevesinde Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu,http://www.academia.edu/5119810/DOGU_AKDENIZ_KITA_SAHANLIGI_CERCEVESINDE_TURKIYENIN_KIBRIS_SORUNU , (e.t.14.12.2013)
Çakmak Zafer, Venizelos’un Atatürk’ü Nobel Barış Ödülüne Aday Göstermesi, http://perweb.firat.edu.tr/personel/yayinlar/fua_715/715_47877.pdf 2008.
Çolak Yılmaz, KKTC Siyaseti ve Kıbrıs Sorunu, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/SDE_Analiz-Kibris.pdf (e.t.27.11.2013)
Demirtaş Bagdonas Özden , Türkiye’nin Vazgeçilmez İki Davası: AB ve Kıbrıs, Uluslararası Hukuk ve Politika (DERGİ), Cilt 3, No:11,  ss.17-40, 2007, http://www.usakgundem.com/makale/39/t%C3%BCrkiye%E2%80%99nin-%E2%80%98vazge%C3%A7ilmez%E2%80%99-%C4%B0ki-davas%C4%B1-k%C4%B1br%C4%B1s-ve-%E2%80%98bat%C4%B1%E2%80%99-%E2%80%98avrupa%E2%80%99ya-y%C3%B6nelim-.html  (e.t.08.12.2013)
Duran Hasan, BM ve AB Çerçevesinde Kıbrıs Sorununa Güncel Bir Bakış, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Ağustos 2008, Sayı:21 http://sbe.dumlupinar.edu.tr/21/8-hasan%20duran.pdf, (e.t.04.12.2013)
Göktürk, Turgay Bülent, Rumlar’ın Kıbrıs'taki Enosis İsteklerinin Şiddete Dönüşmesi: 1931 İsyanı; Öncesi ve Sonrası, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt VI, Sayı 16-17, Bahar-Güz 2008.
Güler Yavuz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşuna Kadar Kıbrıs Meselesi, G.Ü. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2004
Günay Necla, Filik-i Eterya Cemiyeti, Gazi Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 2005.
Hülagü Metin, Türkiye, Yunanistan ve Avrupa İlişkilerinde Kıbrıs, http://www.metinhulagu.com/images/dosyalar/20120229230708_0.pdf (e.t.19.05.2013)
Kalelioğlu Oğuz, Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 41, Mayıs 2008.
Keser Ulvi, 2004 Referandum Döneminde Kıbrıs ve Yaşanan Gelişmeler, http://web.deu.edu.tr/ataturkilkeleri/pdf/13ncusonhali/12-S13_ulvikeser_173-188.pdf (e.t 04.12.2013)
Melek M. Fırat, Helsinki Zirvesinden Günümüze Türkiye-AB İlişkileri, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/16/1121/13203.pdf ,  (e.t.14.12.2013)
Meral Ömer Ertuğrul, Türk-Yunan İlişkileri ve Kıbrıs,  http://www.scribd.com/%C3%96mer_meral (e.t. 10.05.2013) 
Pirinççi Ferhat, Annan Planı Tarihi Bir Fırsat mı? Çözüm ve çözümsüzlüğün Karşılaştırmalı Analizi, http://www.ferhatpirincci.com/eserler/Annan_uludag.pdf, (e.t.27.11.2013)
Sarıkoyuncu, Esra, Demokrat Parti Döneminde Türkiye'nin Kıbrıs Politikası (1950-1960), Gazi Akademik Bakış Dergisi, Cilt6 Sayı11, Kış 2012
Toprak Serap, 1821 Mora İsyanı, Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, , Sayı 6, Yıl 2011.
Turan Aslıhan, Kıbrıs Sorununun Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi, http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=553:kbrs-sorununun-tuerkiye-ab-likilerine-etkisi&catid=70:ab-analizler&Itemid=134 , (e.t. 04.12.2013)
Ünay Bora, Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar ve 1999 Sonrası Yumuşama Dönemi, http://acikarsiv.atilim.edu.tr/browse/185, (e.t.17.10.2013) 
Vatansever Müge, Kıbrıs Sorunu’nun Tarihsel Gelişimi, http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz-12-ozel/3-kamu/9-mugevatansever.pdf, (e.t.27.11.2013)
Yalım Burak, Derviş Eroğlu: KKTC’de Yeni Dönem, s.1 http://www.academia.edu/230203/Dervis_Eroglu_KKTCde_Yeni_Donem, (e.t.13.12.2013) 
Yavuz Celalettin, Kıbrıslı Türkler Besleme Oldular. , 07.02.2011 , http://www.turksam.org/tr/yazdir2322.html , (e.t.06.06.2013)

Elektronik Kaynaklar:

AK Parti 2023 Siyasi Vizyonu, http://www.akparti.org.tr/site/akparti/2023-siyasi-vizyon, (e.t.04.01.2014)
AK Parti 3 Kasım 2002 Seçim Beyannamesi, http://www.akparti.org.tr/tbmm/tbmmgrup/SE%C3%87%C4%B0M%20beyanname-KISALTILMI%C5%9E.doc, (e.t.28.11.2013)
Anadolu’dan Kıbrıs Can suyu , http://ekonomiekibi.com/haber/detay/1798/anadoludan_kibris_cansuyu , 13.10.2012 , (e.t.06.06.2013)
Bravo Komşu, http://arsiv.sabah.com.tr/1999/08/23/d01.html , 23.08.1999 , (e.t.17.20.2013)
Denktaş: Annan Planı’nın Görüşülecek Bir Yanı Yok,  22.12.2003, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=99767 , (e.t.05.06.2013)
Denktaş’tan Klerides’e Yüz yüze Görüşme Çağrısı, 08.11.2001, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=20415 , (e.t.20.10.2013)
Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu_ I  http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_I.pdf (e.t.18.05.2013)
Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu_ III , http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/KibrisTarihiveKibrisSorunu_III.pdf  (e.t.24.05.2013)
Dünden Bugüne Kıbrıs Tarihi ve Kıbrıs Sorunu IV, http://crc.atilim.edu.tr/sorun/57-kbrs-tarihi-  , (e.t.06.06.2013)
İki Liderin Üzerinde Mutabakata Varmış Olduğu Karar ve İlkeler Dizisi için BKZ: http://akaum.atilim.edu.tr/pdfs/%C4%B0lkelerDizisi.pdf , (e.t.06.06.2013)
Kıbrıs Buluşması 5 Eylül’de , http://www.dw.de/k%C4%B1br%C4%B1s-bulu%C5%9Fmas%C4%B1-5-eyl%C3%BClde/a-2746773 , 21.08.2007, (e.t. 08.12.2013)
Kuzey Kıbrıs’a Doğrudan Uçuş, http://www.dw.de/kuzey-k%C4%B1br%C4%B1sa-do%C4%9Frudan-u%C3%A7u%C5%9F/a-2524266 , 28.05.2007, (e.t.05.12.2013)
Kıbrıs Konusundaki Son Gelişmeler , http://www.mfa.gov.tr/kibris-konusundaki-son-gelismeler.tr.mfa , 
Kıbrıs Kronolojisi, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/118205.asp?cp1=1 , (e.t.25.05.2013)
Kıbrıs Tarihçe, http://www.mfa.gov.tr/kibris-tarihce.tr.mfa, 
Kıbrıs’ta Tarihi Referandum, http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2004/almanak_details.asp?sid=4&nid=90 , (e.t.27.11.2013)
Kıbrıs’ın Yarısı Bankazede Oldu , http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-133135, 13.02.2000,  (e.t.20.10.2013) 
Mehmet Bacaksız, Ak Parti’nin Dış Politika Karnesi ,  http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi28927-AKPnin_Dis_Politika_Karnesi_1.html , 19.04.2011 , (e.t.05.06.2013)
MFA 2002-2008 Arası Gelişmeler, http://www.mfa.gov.tr/2002-2008-yillarindaki-gelismeler.tr.mfa, (e.t.26.11.2013)
Rauf  Denktaş 6. Kez Yemin Etti,  http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=-149733, 25.04.2000, (e.t.20.10.2013) 
Talat: Denktaş Ekibiyle Birlikte Görüşmeden Çekilmelidir, http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/aralik/20/p03.html, 20.12.2003, (e.t.27.11.2013)
Türkiye ve Yunanistan Müzakerelere Cesaret Verilmesi Konusunda Anlaştı. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25350067.asp, 13.12.2013, (e.t.04.01.2014)
1 Mayıs 2004 GKRY' nin AB'ye Katılımı Hakkında Açıklama, No:73,  http://www.mfa.gov.tr/no_73---1-mayis_-2004_-gkry_nin-ab_ye-katilimi-hk_.tr.mfa, (e.t. 04.12.2013) 


***

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 4

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 4


İLĞİ YAZININ  BÖLÜM 3: 

1999 SONRASI YUMUŞAYAN İLİŞKİLER VE AK PARTİ HÜKÜMETİ DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU


1.1999 SONRASI TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE YAKINLAŞMA ÇABALARI

Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde 1990’larda görülen yakınlaşma süreci Kıbrıs ve Ege sorunu başta olmak üzere çeşitli sorunlara rağmen 1999 yılından itibaren somutlaşmaya başlamıştır. 2001yılından itibaren ise bu yakınlaşma süreci daha fazla yoğunlaşmıştır. Bu süreç başta “düşük siyaset” olarak tanımlandırılan konularda başlamış olmakla birlikte, Kıbrıs ve Ege Sorunu gibi “yüksek siyaset”  konularında da sorunların çözümüne yönelik çalışmalar yapılmıştır. 
1999-2001 arası Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile birlikte 1999 yılı dönüm noktası olmuştur. Uluslararası sistemdeki gelişmeler ile birlikte iki ülke arasındaki yakınlaşmanın nedenlerinden biri de 15 Şubat 1999’da Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliğinden ayrıldıktan sonra yakalanan terörist başı Abdullah Öcalan’ın Yunanistanlı yetkililerle bağlantısının ortaya çıkması olmuştur. Bu bağlantıyla beraber Yunanistan hükümeti terörü destekler bir konuma gelerek uluslararası kamuoyu önünde zor duruma düşmüştür.  Türkiye ise Yunanistan’ın içine düştüğü bu zor durumdan yararlanmak istemiş, Kardak Krizi sonrasında Türkiye’ye karşı artan olumsuz politikaları düzeltmek isteyerek, iki ülke arasında dostça ilişkiler geliştirmek için çabalara girişmiştir.   Öcalan olayının ardından Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos görevden alınmış, yerine Yorgo Papandreu getirilmiş, iki ülke ilişkisi adına önemli bir gelişme yaşanmıştır. Türkiye, Öcalan'ın yakalanmasından sonra aktif bir politika izleyerek Yunanistan'ı terörizme verdiği destek temelinde uluslararası platformda suçlamış, terörizmle mücadele konusunda anlaşma imzalamaya mecbur bırakmıştır. Bu çerçevede 24 Mayıs'ta Cem, meslektaşına bir mektup ile terörle mücadele anlaşması yapmayı önermiştir. Papandreu ise bu anlaşmayı terörle mücadele ile sınırlı tutmayıp, ekonomi, çevre, turizm, örgütlü suç ve uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele gibi alanlarda da işbirliği yapma önerisinde bulunmuştur. Cem ve Papandreu 3 Temmuz 1999 tarihinde New York'ta bir araya gelerek, mektuplarla kurulan ilişkilerin ardından yeni bir anlayışın hayata geçirilmesi konusunda görüş birliğine varmışlardır. Bu mektuplar ikili ilişkilerin gelişmesinde önemli bir temel oluşturmuştur. Bu konuda İsmail Cem olağanüstü çabalar göstermiş, Yorgo Papandreu da bu çabalara karşılık vermiştir. Ağustos 1999’da gerçekleşen depremde ise iki ülkenin birbirine yardım ekipleri göndermesi ile ilişkiler daha da yumuşamış, “deprem diplomasisi” olarak tarihe geçen bu olay ile ikili ilişkilerde sıcak rüzgârlar esmiştir. 

Tarihte uzun süre düşman olarak görülen ve bir süre önce terör elebaşına kucak açmış olan bu ülkenin deprem sonrası yardımları Türk kamuoyunda sempati ile karşılanmıştır. 10 Aralık 1999’da ise AB Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülkeler arasında sayılmasına Yunanistan karşı çıkmamıştır. 17 Ocak 2000’e gelindiğinde ise Papandreu’nun 38 yıl aradan sonra Türkiye’yi ziyareti gerçekleşmiş, ardından 2 Şubat’ta İsmail Cem iade-i ziyarette bulunmuştur. Bu temaslarla beraber turizm, çevrenin korunması, karşılıklı yatırımlar, suç ve terörle mücadele, yasadışı göç, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, bilimsel, kültürel, teknolojik işbirliği, deniz ve ticaret gümrük iadeleri gibi konularda çeşitli işbirliği anlaşmaları yapılmıştır. Fakat Cem’e sadece ikincil nitelikteki konuların ele alındığı yani Kıbrıs, Ege gibi esas meselelerin ele alınmadığı eleştirileri yapılmıştır. Fakat 40 yıl gibi uzun bir sürenin ardından yapılan bu anlaşmaların imzalanması güvensizlik ortamını güven ortamına dönüştürmüştür.  

2.24 NİSAN 2004 REFERANDUMLARI ÖNCESİ DÖNEM VE ANNAN PLANINA ZEMİN OLUŞTURAN DOĞRUDAN VE DOLAYLI GÖRÜŞMELER

31 Ağustos 1998’de KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş, Kıbrıs’ta kalıcı bir barış için “Kıbrıs Federasyonu” önerisinde bulunmuştur. Bu amaçla yapılacak müzakerelerin hedefi iki halktan ve iki devletten oluşan konfederal yapıyı öngören bir çözümdür. Fakat Rum tarafı AB üyelik sözü ile cesaretlendiği için çözümü reddetmiştir. İki yıllık bir durgunluk yaşandıktan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çabalarıyla görüşmeler 1999 sonrası yeniden başlatılmıştır. 

1999’un ikinci yarısından itibaren ise Kıbrıs’ta müzakere süreci yeniden canlandırılmak istenmiştir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan 14 Kasım 1999’da “tarafları kapsamlı bir çözüme yönelik anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla aracılı görüşmelere 3 Aralık tarihinde New York’ta başlama konusunda mutabık kaldıklarını” bildirmiştir. 
Bu açıklamayı takibe aracılık görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerin ilk turu 3-14 Aralık 1999’da New York’ta, ikinci turu 31 Ocak-8 Şubat 2000 tarihinde Cenevre’de, üçüncü turu 5 Temmuz-Ağustos 2000 tarihinde Cenevre’de, dördüncü turu 12-26 Eylül 2000 tarihinde New York’ta, beşinci tur ise 1-10 Kasım tarihleri arasında Cenevre’de gerçekleştirilmiştir. 
Dolaylı görüşmelerin ilk turu 3-14 Aralık’ta New York’ta Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ve Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Glafkos Klerides arasında yapılmıştır. Daha birinci tur tamamlanmadan AB Helsinki Zirvesi sonuç belgesinde Kıbrıs sorununun geleceğini ifade eden şu cümleler yer almıştır: “Avrupa Konseyi politik bir çözümün, Kıbrıs’ın AB’ye katılımını kolaylaştıracağını belirtir. Ancak Kıbrıs’la katılım müzakereleri sonuçlandığında bir çözüme ulaşılmamış ise, bu durum Kıbrıs’ın AB’ye katılımı konusunda Konseyin vereceği karar bakımından bir önkoşul oluşturmayacaktır.” Yani Kıbrıs Sorununa çözüm bulunması Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği için bir koşul olarak sunulmuştur. Fakat görüşmelerden pek bir gelişme sağlanamamıştır. Türkiye ise Kıbrıs’a ilişkin bu ifadelere aday ülke statüsü kazanmanın memnuniyetiyle itiraz etmemiş, ve böylelikle Kıbrıs sorununun Türk- Yunan ekseninden çıkarak Türkiye- AB eksenine sokulmasına farkında olmaksızın onay vermiş olmuştur. 
Gerek Helsinki Belgesi, gerekse de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolaylı görüşmelerin ikinci turunda da tarafların ilerlemesini engellemiştir. Bu durum 3. Görüşmede de değişmemiştir. 

Helsinki Belgesinin ve de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de etkisiyle 2. Turda da pek bir şey değişmemiştir. 3. Ve 4, turlarda da aynı şekilde pek bir ilerleme sağlanamamıştır. 4. turun açılışında BM Genel Sekreteri Kofi Annan konuşmasında hedefin yeni bir ortaklık kurulması olduğu, iki tarafın siyasi eşitliğini ve bir tarafın diğerini temsil etmediğini, ayrıca iki tarafın eşit statüsünün varılacak kapsamlı çözümün esası olacağını vurgulamıştır. Rum tarafı ise Annan’ın bu konuşmasına sert tepki göstermiş ve görüşmeleri iki gün boykot etmiştir.  Görüşmelerin kopma tehlikesi karşısında Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De Soto, müzakerelerde bu türden bir yaklaşımı benimsemiş olmanın herhangi bir şekilde KKTC’nin tanınması anlamına gelmediğini garanti eden bir açıklama yapmıştır. Ve süreç ancak bu açıklamadan sonra devam edebilmiştir.

1-8 Kasım’da Cenevre’de yapılan beşinci yani son turda ise Annan taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kâğıt sunmuştur. Bu belgede yer alan unsurları yetersiz bulan Denktaş dolaylı görüşmelerin esas amacından uzaklaştığını ve görüşmelerin bu şartlar altında devam etmesinin Kıbrıs Türklerinin çıkarlarına zarar vereceğini açıklayarak görüşmenin sona erdiğini açıklamıştır. 
Bu arada 1999 sonlarında Kıbrıs’ta ortaya çıkan ekonomik sorunlar ve kriz sonucu bazı yerel bankalar iflas etmiş, ekonomik kriz siyasi bir krize de yol açarak hükümete baskıların artmasına neden olmuştur. 1976'dan beri Kıbrıs Federe Türk Devleti Başkanlığı'na seçilen Denktaş bu tarihten itibaren yapılan tüm seçimleri kazanmıştır. 1995'e kadar hep ilk turda zafere ulaşan Denktaş, yapılan seçimlerde ilk kez Derviş Eroğlu ile ikinci tura kalmış,   rakibi Eroğlu'nun çekilmesi ile yeni tura gerek kalmadan Cumhurbaşkanı ilân edilmiştir.
14 Kasım 1999’da görüşmelerin sonra ermesinden birkaç ay sonra 28 Ağustos 2001’de Kofi Annan, görüşmeleri yeniden başlatmak amacıyla Denktaş ile Strasbourg’ta yeniden görüşmüştür. Annan, görüşmelerin dördüncü turunda yaptığı gibi kapsamlı bir anlaşmayı mümkün kılacak müzakerelere geçilebilmesinin teminen önkoşulsuz olarak yürütülecek aracılı görüşmelerin eşit iki taraf arasında yapılacağını ve kapsamlı bir anlaşmada tarafların eşit statülerinin açıkça tanınması gerektiğini vurgulamıştır. Türk tarafı ise bu tutum karşısında Rumlarla eşit statüde bir ortaklık kurmaya hazır olduklarını belirtmiştir. 
8 Kasım 2001’e gelindiğinde ise Denktaş, uzlaşmacı tutum ve tavrını ortaya koyarak, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla Rum Yönetimi lideri Klerides’e bir mektup göndererek adada yüz yüze görüşme talebinde bulunmuştur. Klerides ise bu çağrıyı geri çevirmiştir. Fakat Denktaş, taraflar arasında doğrudan görüş alışverişinde bulunulmasının faydalı olacağını düşündüğünü belirten ikinci bir mektup gönderince, Klerides’te bu öneriyi kabul etmiştir. Adadaki ara bölgede De Soto’nun da hazır bulunduğu toplantıda iki lider bir araya gelmiş, Ocak 2002’de BM gözetiminde doğrudan görüşmelere başlamayı kabul etmişlerdir. Buna göre görüşmeler önkoşulsuz ve her şey kabul edilene kadar hiçbir şey kabul edilmeyeceği anlayışıyla başlayacaktır. 
16 Ocak 2002’de gerçekleşen doğrudan görüşmelerde liderler bir araya gelmiştir. Bu görüşmeler 11 Kasım 2002’de Kofi Annan’ın taraflara “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” yani “Annan Planı” belgesini sunmasıyla sonuçlanmıştır.

3.AK PARTİNİN YENİ KIBRIS POLİTİKASI, ANNAN PLANINA GİDEN SÜREÇ VE KKTC SİYASETİ

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Denktaş ve Klerides arasında gerçekleşen doğrudan ve dolaylı görüşmelerin ardından tarafların tezlerini dikkate alarak 11 Kasım 2002’de “Kıbrıs Sorununun Çözümü için Anlaşma Temeli” adlı belgeyi taraflara sunmuştur. I. Planı taraflarca Kopenhag Zirvesi öncesi imzalanmamış, sonra plan revize ederek 10 Aralık 2002’de tekrar taraflara sunmuştur. II. Planda kabul edilmeyince 26 Şubat 2003’te planın üçüncü versiyonu sunulmuştur. 10 Şubat 2004’te Annan, tarafları planı kabul edip etmediklerini bildirmek üzere New York’a davet etmiştir. New York’taki görüşmeler doğrultusunda ise Lefkoşa’da ikili görüşmeler yapılmış, sonuç alınamayınca taraflar dörtlü görüşmeler için İsviçre’nin Burgenstock kentinde bir araya gelmişlerdir. Dörtlü görüşmelerden de sonuç alınamayınca tarafların görüşleri dikkate alınarak tekrar revize edilen IV. Annan Planı’nı 31 Mart 2004’te taraflara sunmuştur.
Bu sürece giderken Türkiye’ye bakarsak 2002 yılında gelindiğinde Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı döneminde Türkiye’nin Kıbrıs politikası değişmiş, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyeliği karşıtı politikalardan vazgeçilerek adada barış süreci desteklenmiş ve Türkiye’nin AB üyeliğinin yolunun açılması denenmiştir. Kıbrıs politikasının mevcut politikadan farklı olacağı AK Parti’nin  3 Kasım 2002 seçimleri öncesi yayınlanan seçim beyannamesinde, Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğini, bulunacak çözümün Türk halkının varlığını, kimliğini ve kendi geleceğini tayin etme hakkını göz ardı edemeyeceğini, Belçika’da olduğu gibi egemen iki toplumdan oluşan bir devlet yönetiminin kurulması gerektiğini ve de bu sorun çözülmeden Rum Kesimi’nin AB’ye alınmasının sorunu daha fazla karmaşık hâle getireceği belirtilmiştir.  
Seçimden öncede belirttiği üzere AK Parti Türkiye’nin AB üyeliği için yoğun çalışmalar yapacak, bunun için Kıbrıs’ta çözümsüzlükten yana taraf olmadığını belirtecektir. 18 Kasım 2002’de hükümet kurulunca da AB ile ilişkileri öncelikli hedef olarak görmeye devam edilmiştir. Kısacası AK Parti hükümeti geçmişte süregelen “konfederasyon” tezinden ayrılmıştır.
14 Aralık 2003 tarihinde KKTC’de yapılan genel seçimler önceki seçimlerden oranla büyük önem kazanmıştır. Ada ABD büyükelçisinin ve elçilik personelinin propagandasına, iktidar partisi aleyhine girişimlerine sahne olmuştur. Bir taraftan ise ABD Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Özel Koordinatörü T.Weston muhalefet partileriyle görüşmeler yapmıştır. Bununla beraber AB’nin KKTC’deki muhalefet partisi Belediye Başkanı ile Ticaret Odası vasıtasıyla KKTC vatandaşlarıyla belirli çevrelere ekonomik yönden yardımlarda bulunulduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmalarla amaçlanan muhalefeti güçlendirerek iktidarı ele geçirmek, Annan Planı’nı kabul ettirmektir.
Kuzey Kıbrıs siyasetine bir göz atarsak 2000’li yıllardan itibaren dönüşüm yaşadığı görülmektedir. Bu dönüşüm Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliği söz konusu olunca başlamıştır. KKTC’de Kıbrıs Türk milliyetçiliğine bir alternatif olarak sol partiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu partiler Kıbrıs’ı Rumlarla paylaşılan ortak vatan fikrini benimsemekte ve “Kıbrısçılık” ideolojisini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin ve adadaki Türk askerinin varlığını sorgulamışlardır. İçte yaşanan ekonomik sorunlarda sol grupların adada taban bulmasına neden olmuştur. Ve Burada Mehmet Ali Talat liderliğinde CTP-BG ön plana çıkmıştır. Adadaki sağ-milliyetçi partiler için ise Türkiye’nin KKTC’deki varlığı elzemdir. 
KKTC seçimlerinin ardından Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler %35.18 ile 19 milletvekili, Ulusal Birlik Partisi %32,93 ile 18 milletvekili, Demokrat Parti %12,93 ile 7 milletvekili, Barış ve Demokrasi Hareketi ise %13.14 ile 6 milletvekili çıkarmıştır. Bu durumda Ana Muhalefet Partisi ve Birleşik Güçler Hareketi oylarını yükseltmiştir. Kuşkusuz 2003 seçimlerinde parti programlarından ziyade Annan Planı etkili olmuştur. AB, ABD ve Yunanistan destekli sol partiler ile adada Türk varlığını savunan sağ partiler arasında mücadele verilmiştir.  Ve sonunda CTP-DP koalisyon hükümeti kurulmuş, Mehmet Ali Talat Başbakan olmuştur. 2005 yılına gelindiğinde ise %55 oy alarak Talat, Cumhurbaşkanı olmuştur. CTP’nin bu başarısında AB yolculuğunda acele uzlaşma isteyen Türk hükümetinin etkisi yadsınamaz.
14 Aralık seçimleri öncesi ve sonrası muhalefet partilerinin Denktaş karşıtı mitingleri olmuştur. Talat, seçimlerden aldığı cesaretle Denktaş’ın görüşmecilik görevinden uzaklaştırılmasını ve görüşmelere kendinin devam etmesini istemesi tepki ile karşılanmıştır. 
Annan Planı süreciyle beraber Türkiye-Yunanistan ilişkileri çeşitli işbirliği girişimlerine sahne olmuştur. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu 3 maddelik güven arttırıcı önlemler paketi üzerinde anlaşmışlardır. Arkasından ise Kıbrıs, kıta sahanlığı, Heybeliada Ruhban Okulu gibi sorunlar ve yeni güven arttırıcı önlemler alınmıştır. Eylül 2003’te ise Yunanistan Toksotis-Nikiforos, Türkiye ise Barbaros-Toros tatbikatlarının yapılmayacağını açıklamıştır. Bu olaylarda ilişkileri yumuşatmaya yardımcı olmuştur.
Türkiye ve KKTC, 2003 yılının sonuna doğru Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm için yeni bir girişim başlatmışlardır. 10-13 Şubat 2004’te New York’taki olumlu görüşmeler sonunda adada müzakereler tekrar başlatılmıştır. New York’ta ki mutabakatta Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belirli bir tarihe kadar Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşılamayan konularda ise Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla görüşmelere devam edilmesi, yine de sorun çözülmezse BM Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi, ortaya çıkacak belgenin Türk ve Rum halklarının onayına sunulmak üzere referanduma götürülmesi kararlaştırılmıştır. Böylece 1 Mayıs 2004’ten önce AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir. 19 Şubat 2004’te başlayan müzakereler 31 Mart 2004’e kadar sürmüştür. 31 Mart 2004’te ise planın nihai hâli taraflara sunulmuştur. 

4.ANNAN PLANININ ANAHATLARI VE KIBRIS POLİTİKASININ ŞEKİLLENİŞİ

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın iyi niyet misyonu çerçevesinde taraflara sunduğu, dört kere revize edilen plan temel konular bağlamında birbirinden farklı düzenlemeler içermektedir. Türk tarafı için planı incelersek revize edilmeden önceki hâllerine göre nispeten olumlu hâle getirilmiştir, ancak yine de ideal bir çözüm olduğu kesin değildir. Plan KKTC’nin egemenliğini tanımamaktadır, planın kabul edilmesinde sonra ise Türk oluşturucu gücüne egemenlik vermemektedir. Önceden gözetilen iki kesimlilik ilkesine dayanmamaktadır. Planda Kıbrıs Türklerinin kimliğinin korunmasına yönelik bazı geçici önlemler alınmış ancak bu önlemlerin öngörülen süre dolmadan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği kapsamında sona erme ihtimali bulunmaktadır. Yani Annan Planı önceden olan bazı düzenlemeleri ortadan kaldırıcı niteliktedir. Bunların yanında adadaki Türk toplumunun bütünlük ve güvenliğinin garantisi niteliğinde olan Türk askerinin süreçte adada sembolik sayıda kalması doğru bulunmamaktadır.  
Planda görüldüğü üzere Kıbrıs Türk halkı mevcut hak ve imtiyazlarını yitirmekte, iki kesimlilik ortadan kalkmaktadır. Böylece Zürih, Londra ve Lefkoşa Antlaşmalarının oluşturduğu yapı ve iki toplumun varlığı reddedilmektedir. Plandaki mülkiyet düzenlemesi ve AB normları ile ilgili yaklaşımlar Kıbrıs Türk Devleti'ne bırakılacak bölgeye, belirlenen süreler içinde ve olanlarda yerleştirilecek önemli sayıdaki Rum nüfusu ve toprak tavizleri gibi hususların düzenleniş biçimi, iki kesimliliği ortadan kaldırması yanında Kıbrıs Türklerinin önemli bir bölümünü göçe zorlamaktadır. Rauf Denktaş’ın da ifade ettiği üzere Annan Planı Kıbrıslı Türkleri adada Yunanistan’da ki soydaşlarımızın olduğu gibi “korunmaya alınmış azınlık” hâline getirecektir. 
Referandum öncesi adada yoğun tartışmalar yaşanmıştır. İsviçre’deki görüşmelerinin ardından propaganda savaşları başlamıştır. KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, Rumların iki büyük partisi AKEL ve DİSİ'den referanduma “evet” desteği vermelerini istemiştir. Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos ise Rum halkından zaten bir hafta sonra AB üyesi olacaklarını, bu nedenle “hayır” demelerini istemiştir. AKEL plana “hayır” derken, DİSİ evet diyerek Papadopulos’a destek vermiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise “hayır” kampanyası yürütmüştür. Beş kez değişikliğe uğramış olan Annan Planı 24 Nisan 2004'te her iki tarafta ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türkler plana %64.9 evet, Rumlar %75,8 hayır oyu kullanmıştır. Bu nedenle plan geçersiz sayılmış ve uygulanamamıştır. Planın Türk tarafı tarafından kabul görürken, Rum tarafı tarafından reddedilmesi Türklere yöneltilen "uzlaşmayı istemeyen taraf" suçlamalarının ne kadar haksız olduğunu göstermiştir. Fakat yine de referandum sonuçlarına rağmen 1 Mayıs 2004'te Rum kesimi bütün adayı temsilen AB'ye üye olmuş ve böylelikle amacına ulaşmıştır.
2004 yılında Türk-Yunan ilişkilerine bir göz atarsak; 1996’dan beri PASOK genel başkanı aynı zamanda Başbakan da olan Kostas Simitis Kıbrıs konusundaki gelişmeleri sağlayacak yeni bir hükümetin kurulması gerektiğini belirtmiş ve 7 Ocak 2004’te parti başkanlığından ayrılarak, erken seçimlere gidileceğini açıklamıştır. Simitis’in ardından ise Yorgo Papandreu PASOK liderliğine getirilmiştir. 10 Mart’ta ise Türkiye’nin AB üyeliğine girmesini destekleyen ve ikili ilişkilerin normalleşmesinden yana olan Kostas Karamanlis başbakan olmuştur. 6 Mayıs 2004 tarihine gelindiğinde ise Başbakan Erdoğan, 16 yıl aradan sonra ilk kez Yunanistan’a resmi ziyarette bulunmuştur. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***