23 Ekim 2017 Pazartesi

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 4

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 4


İLĞİ YAZININ  BÖLÜM 3: 

1999 SONRASI YUMUŞAYAN İLİŞKİLER VE AK PARTİ HÜKÜMETİ DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU


1.1999 SONRASI TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE YAKINLAŞMA ÇABALARI

Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde 1990’larda görülen yakınlaşma süreci Kıbrıs ve Ege sorunu başta olmak üzere çeşitli sorunlara rağmen 1999 yılından itibaren somutlaşmaya başlamıştır. 2001yılından itibaren ise bu yakınlaşma süreci daha fazla yoğunlaşmıştır. Bu süreç başta “düşük siyaset” olarak tanımlandırılan konularda başlamış olmakla birlikte, Kıbrıs ve Ege Sorunu gibi “yüksek siyaset”  konularında da sorunların çözümüne yönelik çalışmalar yapılmıştır. 
1999-2001 arası Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile birlikte 1999 yılı dönüm noktası olmuştur. Uluslararası sistemdeki gelişmeler ile birlikte iki ülke arasındaki yakınlaşmanın nedenlerinden biri de 15 Şubat 1999’da Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliğinden ayrıldıktan sonra yakalanan terörist başı Abdullah Öcalan’ın Yunanistanlı yetkililerle bağlantısının ortaya çıkması olmuştur. Bu bağlantıyla beraber Yunanistan hükümeti terörü destekler bir konuma gelerek uluslararası kamuoyu önünde zor duruma düşmüştür.  Türkiye ise Yunanistan’ın içine düştüğü bu zor durumdan yararlanmak istemiş, Kardak Krizi sonrasında Türkiye’ye karşı artan olumsuz politikaları düzeltmek isteyerek, iki ülke arasında dostça ilişkiler geliştirmek için çabalara girişmiştir.   Öcalan olayının ardından Dışişleri Bakanı Theodoros Pangalos görevden alınmış, yerine Yorgo Papandreu getirilmiş, iki ülke ilişkisi adına önemli bir gelişme yaşanmıştır. Türkiye, Öcalan'ın yakalanmasından sonra aktif bir politika izleyerek Yunanistan'ı terörizme verdiği destek temelinde uluslararası platformda suçlamış, terörizmle mücadele konusunda anlaşma imzalamaya mecbur bırakmıştır. Bu çerçevede 24 Mayıs'ta Cem, meslektaşına bir mektup ile terörle mücadele anlaşması yapmayı önermiştir. Papandreu ise bu anlaşmayı terörle mücadele ile sınırlı tutmayıp, ekonomi, çevre, turizm, örgütlü suç ve uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele gibi alanlarda da işbirliği yapma önerisinde bulunmuştur. Cem ve Papandreu 3 Temmuz 1999 tarihinde New York'ta bir araya gelerek, mektuplarla kurulan ilişkilerin ardından yeni bir anlayışın hayata geçirilmesi konusunda görüş birliğine varmışlardır. Bu mektuplar ikili ilişkilerin gelişmesinde önemli bir temel oluşturmuştur. Bu konuda İsmail Cem olağanüstü çabalar göstermiş, Yorgo Papandreu da bu çabalara karşılık vermiştir. Ağustos 1999’da gerçekleşen depremde ise iki ülkenin birbirine yardım ekipleri göndermesi ile ilişkiler daha da yumuşamış, “deprem diplomasisi” olarak tarihe geçen bu olay ile ikili ilişkilerde sıcak rüzgârlar esmiştir. 

Tarihte uzun süre düşman olarak görülen ve bir süre önce terör elebaşına kucak açmış olan bu ülkenin deprem sonrası yardımları Türk kamuoyunda sempati ile karşılanmıştır. 10 Aralık 1999’da ise AB Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülkeler arasında sayılmasına Yunanistan karşı çıkmamıştır. 17 Ocak 2000’e gelindiğinde ise Papandreu’nun 38 yıl aradan sonra Türkiye’yi ziyareti gerçekleşmiş, ardından 2 Şubat’ta İsmail Cem iade-i ziyarette bulunmuştur. Bu temaslarla beraber turizm, çevrenin korunması, karşılıklı yatırımlar, suç ve terörle mücadele, yasadışı göç, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, bilimsel, kültürel, teknolojik işbirliği, deniz ve ticaret gümrük iadeleri gibi konularda çeşitli işbirliği anlaşmaları yapılmıştır. Fakat Cem’e sadece ikincil nitelikteki konuların ele alındığı yani Kıbrıs, Ege gibi esas meselelerin ele alınmadığı eleştirileri yapılmıştır. Fakat 40 yıl gibi uzun bir sürenin ardından yapılan bu anlaşmaların imzalanması güvensizlik ortamını güven ortamına dönüştürmüştür.  

2.24 NİSAN 2004 REFERANDUMLARI ÖNCESİ DÖNEM VE ANNAN PLANINA ZEMİN OLUŞTURAN DOĞRUDAN VE DOLAYLI GÖRÜŞMELER

31 Ağustos 1998’de KKTC Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş, Kıbrıs’ta kalıcı bir barış için “Kıbrıs Federasyonu” önerisinde bulunmuştur. Bu amaçla yapılacak müzakerelerin hedefi iki halktan ve iki devletten oluşan konfederal yapıyı öngören bir çözümdür. Fakat Rum tarafı AB üyelik sözü ile cesaretlendiği için çözümü reddetmiştir. İki yıllık bir durgunluk yaşandıktan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çabalarıyla görüşmeler 1999 sonrası yeniden başlatılmıştır. 

1999’un ikinci yarısından itibaren ise Kıbrıs’ta müzakere süreci yeniden canlandırılmak istenmiştir. BM Genel Sekreteri Kofi Annan 14 Kasım 1999’da “tarafları kapsamlı bir çözüme yönelik anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla aracılı görüşmelere 3 Aralık tarihinde New York’ta başlama konusunda mutabık kaldıklarını” bildirmiştir. 
Bu açıklamayı takibe aracılık görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerin ilk turu 3-14 Aralık 1999’da New York’ta, ikinci turu 31 Ocak-8 Şubat 2000 tarihinde Cenevre’de, üçüncü turu 5 Temmuz-Ağustos 2000 tarihinde Cenevre’de, dördüncü turu 12-26 Eylül 2000 tarihinde New York’ta, beşinci tur ise 1-10 Kasım tarihleri arasında Cenevre’de gerçekleştirilmiştir. 
Dolaylı görüşmelerin ilk turu 3-14 Aralık’ta New York’ta Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ve Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Glafkos Klerides arasında yapılmıştır. Daha birinci tur tamamlanmadan AB Helsinki Zirvesi sonuç belgesinde Kıbrıs sorununun geleceğini ifade eden şu cümleler yer almıştır: “Avrupa Konseyi politik bir çözümün, Kıbrıs’ın AB’ye katılımını kolaylaştıracağını belirtir. Ancak Kıbrıs’la katılım müzakereleri sonuçlandığında bir çözüme ulaşılmamış ise, bu durum Kıbrıs’ın AB’ye katılımı konusunda Konseyin vereceği karar bakımından bir önkoşul oluşturmayacaktır.” Yani Kıbrıs Sorununa çözüm bulunması Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği için bir koşul olarak sunulmuştur. Fakat görüşmelerden pek bir gelişme sağlanamamıştır. Türkiye ise Kıbrıs’a ilişkin bu ifadelere aday ülke statüsü kazanmanın memnuniyetiyle itiraz etmemiş, ve böylelikle Kıbrıs sorununun Türk- Yunan ekseninden çıkarak Türkiye- AB eksenine sokulmasına farkında olmaksızın onay vermiş olmuştur. 
Gerek Helsinki Belgesi, gerekse de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri dolaylı görüşmelerin ikinci turunda da tarafların ilerlemesini engellemiştir. Bu durum 3. Görüşmede de değişmemiştir. 

Helsinki Belgesinin ve de KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de etkisiyle 2. Turda da pek bir şey değişmemiştir. 3. Ve 4, turlarda da aynı şekilde pek bir ilerleme sağlanamamıştır. 4. turun açılışında BM Genel Sekreteri Kofi Annan konuşmasında hedefin yeni bir ortaklık kurulması olduğu, iki tarafın siyasi eşitliğini ve bir tarafın diğerini temsil etmediğini, ayrıca iki tarafın eşit statüsünün varılacak kapsamlı çözümün esası olacağını vurgulamıştır. Rum tarafı ise Annan’ın bu konuşmasına sert tepki göstermiş ve görüşmeleri iki gün boykot etmiştir.  Görüşmelerin kopma tehlikesi karşısında Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De Soto, müzakerelerde bu türden bir yaklaşımı benimsemiş olmanın herhangi bir şekilde KKTC’nin tanınması anlamına gelmediğini garanti eden bir açıklama yapmıştır. Ve süreç ancak bu açıklamadan sonra devam edebilmiştir.

1-8 Kasım’da Cenevre’de yapılan beşinci yani son turda ise Annan taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kâğıt sunmuştur. Bu belgede yer alan unsurları yetersiz bulan Denktaş dolaylı görüşmelerin esas amacından uzaklaştığını ve görüşmelerin bu şartlar altında devam etmesinin Kıbrıs Türklerinin çıkarlarına zarar vereceğini açıklayarak görüşmenin sona erdiğini açıklamıştır. 
Bu arada 1999 sonlarında Kıbrıs’ta ortaya çıkan ekonomik sorunlar ve kriz sonucu bazı yerel bankalar iflas etmiş, ekonomik kriz siyasi bir krize de yol açarak hükümete baskıların artmasına neden olmuştur. 1976'dan beri Kıbrıs Federe Türk Devleti Başkanlığı'na seçilen Denktaş bu tarihten itibaren yapılan tüm seçimleri kazanmıştır. 1995'e kadar hep ilk turda zafere ulaşan Denktaş, yapılan seçimlerde ilk kez Derviş Eroğlu ile ikinci tura kalmış,   rakibi Eroğlu'nun çekilmesi ile yeni tura gerek kalmadan Cumhurbaşkanı ilân edilmiştir.
14 Kasım 1999’da görüşmelerin sonra ermesinden birkaç ay sonra 28 Ağustos 2001’de Kofi Annan, görüşmeleri yeniden başlatmak amacıyla Denktaş ile Strasbourg’ta yeniden görüşmüştür. Annan, görüşmelerin dördüncü turunda yaptığı gibi kapsamlı bir anlaşmayı mümkün kılacak müzakerelere geçilebilmesinin teminen önkoşulsuz olarak yürütülecek aracılı görüşmelerin eşit iki taraf arasında yapılacağını ve kapsamlı bir anlaşmada tarafların eşit statülerinin açıkça tanınması gerektiğini vurgulamıştır. Türk tarafı ise bu tutum karşısında Rumlarla eşit statüde bir ortaklık kurmaya hazır olduklarını belirtmiştir. 
8 Kasım 2001’e gelindiğinde ise Denktaş, uzlaşmacı tutum ve tavrını ortaya koyarak, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla Rum Yönetimi lideri Klerides’e bir mektup göndererek adada yüz yüze görüşme talebinde bulunmuştur. Klerides ise bu çağrıyı geri çevirmiştir. Fakat Denktaş, taraflar arasında doğrudan görüş alışverişinde bulunulmasının faydalı olacağını düşündüğünü belirten ikinci bir mektup gönderince, Klerides’te bu öneriyi kabul etmiştir. Adadaki ara bölgede De Soto’nun da hazır bulunduğu toplantıda iki lider bir araya gelmiş, Ocak 2002’de BM gözetiminde doğrudan görüşmelere başlamayı kabul etmişlerdir. Buna göre görüşmeler önkoşulsuz ve her şey kabul edilene kadar hiçbir şey kabul edilmeyeceği anlayışıyla başlayacaktır. 
16 Ocak 2002’de gerçekleşen doğrudan görüşmelerde liderler bir araya gelmiştir. Bu görüşmeler 11 Kasım 2002’de Kofi Annan’ın taraflara “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” yani “Annan Planı” belgesini sunmasıyla sonuçlanmıştır.

3.AK PARTİNİN YENİ KIBRIS POLİTİKASI, ANNAN PLANINA GİDEN SÜREÇ VE KKTC SİYASETİ

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Denktaş ve Klerides arasında gerçekleşen doğrudan ve dolaylı görüşmelerin ardından tarafların tezlerini dikkate alarak 11 Kasım 2002’de “Kıbrıs Sorununun Çözümü için Anlaşma Temeli” adlı belgeyi taraflara sunmuştur. I. Planı taraflarca Kopenhag Zirvesi öncesi imzalanmamış, sonra plan revize ederek 10 Aralık 2002’de tekrar taraflara sunmuştur. II. Planda kabul edilmeyince 26 Şubat 2003’te planın üçüncü versiyonu sunulmuştur. 10 Şubat 2004’te Annan, tarafları planı kabul edip etmediklerini bildirmek üzere New York’a davet etmiştir. New York’taki görüşmeler doğrultusunda ise Lefkoşa’da ikili görüşmeler yapılmış, sonuç alınamayınca taraflar dörtlü görüşmeler için İsviçre’nin Burgenstock kentinde bir araya gelmişlerdir. Dörtlü görüşmelerden de sonuç alınamayınca tarafların görüşleri dikkate alınarak tekrar revize edilen IV. Annan Planı’nı 31 Mart 2004’te taraflara sunmuştur.
Bu sürece giderken Türkiye’ye bakarsak 2002 yılında gelindiğinde Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı döneminde Türkiye’nin Kıbrıs politikası değişmiş, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye üyeliği karşıtı politikalardan vazgeçilerek adada barış süreci desteklenmiş ve Türkiye’nin AB üyeliğinin yolunun açılması denenmiştir. Kıbrıs politikasının mevcut politikadan farklı olacağı AK Parti’nin  3 Kasım 2002 seçimleri öncesi yayınlanan seçim beyannamesinde, Kıbrıs sorununa mutlaka bir çözüm bulunması gerektiğini, bulunacak çözümün Türk halkının varlığını, kimliğini ve kendi geleceğini tayin etme hakkını göz ardı edemeyeceğini, Belçika’da olduğu gibi egemen iki toplumdan oluşan bir devlet yönetiminin kurulması gerektiğini ve de bu sorun çözülmeden Rum Kesimi’nin AB’ye alınmasının sorunu daha fazla karmaşık hâle getireceği belirtilmiştir.  
Seçimden öncede belirttiği üzere AK Parti Türkiye’nin AB üyeliği için yoğun çalışmalar yapacak, bunun için Kıbrıs’ta çözümsüzlükten yana taraf olmadığını belirtecektir. 18 Kasım 2002’de hükümet kurulunca da AB ile ilişkileri öncelikli hedef olarak görmeye devam edilmiştir. Kısacası AK Parti hükümeti geçmişte süregelen “konfederasyon” tezinden ayrılmıştır.
14 Aralık 2003 tarihinde KKTC’de yapılan genel seçimler önceki seçimlerden oranla büyük önem kazanmıştır. Ada ABD büyükelçisinin ve elçilik personelinin propagandasına, iktidar partisi aleyhine girişimlerine sahne olmuştur. Bir taraftan ise ABD Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Özel Koordinatörü T.Weston muhalefet partileriyle görüşmeler yapmıştır. Bununla beraber AB’nin KKTC’deki muhalefet partisi Belediye Başkanı ile Ticaret Odası vasıtasıyla KKTC vatandaşlarıyla belirli çevrelere ekonomik yönden yardımlarda bulunulduğu anlaşılmıştır. Bu çalışmalarla amaçlanan muhalefeti güçlendirerek iktidarı ele geçirmek, Annan Planı’nı kabul ettirmektir.
Kuzey Kıbrıs siyasetine bir göz atarsak 2000’li yıllardan itibaren dönüşüm yaşadığı görülmektedir. Bu dönüşüm Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliği söz konusu olunca başlamıştır. KKTC’de Kıbrıs Türk milliyetçiliğine bir alternatif olarak sol partiler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu partiler Kıbrıs’ı Rumlarla paylaşılan ortak vatan fikrini benimsemekte ve “Kıbrısçılık” ideolojisini savunmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin ve adadaki Türk askerinin varlığını sorgulamışlardır. İçte yaşanan ekonomik sorunlarda sol grupların adada taban bulmasına neden olmuştur. Ve Burada Mehmet Ali Talat liderliğinde CTP-BG ön plana çıkmıştır. Adadaki sağ-milliyetçi partiler için ise Türkiye’nin KKTC’deki varlığı elzemdir. 
KKTC seçimlerinin ardından Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler %35.18 ile 19 milletvekili, Ulusal Birlik Partisi %32,93 ile 18 milletvekili, Demokrat Parti %12,93 ile 7 milletvekili, Barış ve Demokrasi Hareketi ise %13.14 ile 6 milletvekili çıkarmıştır. Bu durumda Ana Muhalefet Partisi ve Birleşik Güçler Hareketi oylarını yükseltmiştir. Kuşkusuz 2003 seçimlerinde parti programlarından ziyade Annan Planı etkili olmuştur. AB, ABD ve Yunanistan destekli sol partiler ile adada Türk varlığını savunan sağ partiler arasında mücadele verilmiştir.  Ve sonunda CTP-DP koalisyon hükümeti kurulmuş, Mehmet Ali Talat Başbakan olmuştur. 2005 yılına gelindiğinde ise %55 oy alarak Talat, Cumhurbaşkanı olmuştur. CTP’nin bu başarısında AB yolculuğunda acele uzlaşma isteyen Türk hükümetinin etkisi yadsınamaz.
14 Aralık seçimleri öncesi ve sonrası muhalefet partilerinin Denktaş karşıtı mitingleri olmuştur. Talat, seçimlerden aldığı cesaretle Denktaş’ın görüşmecilik görevinden uzaklaştırılmasını ve görüşmelere kendinin devam etmesini istemesi tepki ile karşılanmıştır. 
Annan Planı süreciyle beraber Türkiye-Yunanistan ilişkileri çeşitli işbirliği girişimlerine sahne olmuştur. Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu 3 maddelik güven arttırıcı önlemler paketi üzerinde anlaşmışlardır. Arkasından ise Kıbrıs, kıta sahanlığı, Heybeliada Ruhban Okulu gibi sorunlar ve yeni güven arttırıcı önlemler alınmıştır. Eylül 2003’te ise Yunanistan Toksotis-Nikiforos, Türkiye ise Barbaros-Toros tatbikatlarının yapılmayacağını açıklamıştır. Bu olaylarda ilişkileri yumuşatmaya yardımcı olmuştur.
Türkiye ve KKTC, 2003 yılının sonuna doğru Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm için yeni bir girişim başlatmışlardır. 10-13 Şubat 2004’te New York’taki olumlu görüşmeler sonunda adada müzakereler tekrar başlatılmıştır. New York’ta ki mutabakatta Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belirli bir tarihe kadar Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşılamayan konularda ise Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla görüşmelere devam edilmesi, yine de sorun çözülmezse BM Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi, ortaya çıkacak belgenin Türk ve Rum halklarının onayına sunulmak üzere referanduma götürülmesi kararlaştırılmıştır. Böylece 1 Mayıs 2004’ten önce AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir. 19 Şubat 2004’te başlayan müzakereler 31 Mart 2004’e kadar sürmüştür. 31 Mart 2004’te ise planın nihai hâli taraflara sunulmuştur. 

4.ANNAN PLANININ ANAHATLARI VE KIBRIS POLİTİKASININ ŞEKİLLENİŞİ

BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın iyi niyet misyonu çerçevesinde taraflara sunduğu, dört kere revize edilen plan temel konular bağlamında birbirinden farklı düzenlemeler içermektedir. Türk tarafı için planı incelersek revize edilmeden önceki hâllerine göre nispeten olumlu hâle getirilmiştir, ancak yine de ideal bir çözüm olduğu kesin değildir. Plan KKTC’nin egemenliğini tanımamaktadır, planın kabul edilmesinde sonra ise Türk oluşturucu gücüne egemenlik vermemektedir. Önceden gözetilen iki kesimlilik ilkesine dayanmamaktadır. Planda Kıbrıs Türklerinin kimliğinin korunmasına yönelik bazı geçici önlemler alınmış ancak bu önlemlerin öngörülen süre dolmadan Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği kapsamında sona erme ihtimali bulunmaktadır. Yani Annan Planı önceden olan bazı düzenlemeleri ortadan kaldırıcı niteliktedir. Bunların yanında adadaki Türk toplumunun bütünlük ve güvenliğinin garantisi niteliğinde olan Türk askerinin süreçte adada sembolik sayıda kalması doğru bulunmamaktadır.  
Planda görüldüğü üzere Kıbrıs Türk halkı mevcut hak ve imtiyazlarını yitirmekte, iki kesimlilik ortadan kalkmaktadır. Böylece Zürih, Londra ve Lefkoşa Antlaşmalarının oluşturduğu yapı ve iki toplumun varlığı reddedilmektedir. Plandaki mülkiyet düzenlemesi ve AB normları ile ilgili yaklaşımlar Kıbrıs Türk Devleti'ne bırakılacak bölgeye, belirlenen süreler içinde ve olanlarda yerleştirilecek önemli sayıdaki Rum nüfusu ve toprak tavizleri gibi hususların düzenleniş biçimi, iki kesimliliği ortadan kaldırması yanında Kıbrıs Türklerinin önemli bir bölümünü göçe zorlamaktadır. Rauf Denktaş’ın da ifade ettiği üzere Annan Planı Kıbrıslı Türkleri adada Yunanistan’da ki soydaşlarımızın olduğu gibi “korunmaya alınmış azınlık” hâline getirecektir. 
Referandum öncesi adada yoğun tartışmalar yaşanmıştır. İsviçre’deki görüşmelerinin ardından propaganda savaşları başlamıştır. KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, Rumların iki büyük partisi AKEL ve DİSİ'den referanduma “evet” desteği vermelerini istemiştir. Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos ise Rum halkından zaten bir hafta sonra AB üyesi olacaklarını, bu nedenle “hayır” demelerini istemiştir. AKEL plana “hayır” derken, DİSİ evet diyerek Papadopulos’a destek vermiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise “hayır” kampanyası yürütmüştür. Beş kez değişikliğe uğramış olan Annan Planı 24 Nisan 2004'te her iki tarafta ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türkler plana %64.9 evet, Rumlar %75,8 hayır oyu kullanmıştır. Bu nedenle plan geçersiz sayılmış ve uygulanamamıştır. Planın Türk tarafı tarafından kabul görürken, Rum tarafı tarafından reddedilmesi Türklere yöneltilen "uzlaşmayı istemeyen taraf" suçlamalarının ne kadar haksız olduğunu göstermiştir. Fakat yine de referandum sonuçlarına rağmen 1 Mayıs 2004'te Rum kesimi bütün adayı temsilen AB'ye üye olmuş ve böylelikle amacına ulaşmıştır.
2004 yılında Türk-Yunan ilişkilerine bir göz atarsak; 1996’dan beri PASOK genel başkanı aynı zamanda Başbakan da olan Kostas Simitis Kıbrıs konusundaki gelişmeleri sağlayacak yeni bir hükümetin kurulması gerektiğini belirtmiş ve 7 Ocak 2004’te parti başkanlığından ayrılarak, erken seçimlere gidileceğini açıklamıştır. Simitis’in ardından ise Yorgo Papandreu PASOK liderliğine getirilmiştir. 10 Mart’ta ise Türkiye’nin AB üyeliğine girmesini destekleyen ve ikili ilişkilerin normalleşmesinden yana olan Kostas Karamanlis başbakan olmuştur. 6 Mayıs 2004 tarihine gelindiğinde ise Başbakan Erdoğan, 16 yıl aradan sonra ilk kez Yunanistan’a resmi ziyarette bulunmuştur. 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder