23 Ekim 2017 Pazartesi

AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 2


AKP Hükümeti Dönemi Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu BÖLÜM 2


BÖLÜM 2: 1923’TEN 1999’A TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

1.1923-1950 DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

Kurtuluş Savaşı’nın ardından 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve uluslararası alanda tanınmıştır. Bu antlaşmanın 16. , 20. , 21. Maddeleri doğrudan Kıbrıs ile ilgilidir. 
Antlaşmanın 16. maddesi adanın hukuki durumuyla ilgili bir madde olup, Türkiye'nin antlaşmada belirtilen sınırlar dışında bulunan topraklar ile adalar üzerindeki sıfatlarından, Hak ve Egemenliklerinden vazgeçtiğini belirtmektedir.
Lozan’ın 20. Maddesi ile Türkiye adanın İngiliz Mülkü olduğunu kabul etmiş ve adadaki haklarından vazgeçmiştir. 

Söz konusu antlaşmanın 21. maddesine göre ise 5 Kasım 1924 tarihinde İngiliz tabiiyetinde kalanlar, Türk tabiiyetini kaybetmiş olacaklardır. Bununla beraber antlaşmanın yürürlüğe girdiği andan itibaren iki yıl içinde Türk tabiiyetinde kalmakta serbesttirler. Ayrıca bu haklarını kullanmaya başladıkları andan itibaren 12 ay içinde Kıbrıs adasını terk edeceklerdir.

Adanın İngiltere’ye ilhâkını içeren hususun 6 Ağustos 1924’te İngiltere tarafından onaylanmasının ardından çok sayıda Kıbrıslı Türk, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmiş ve birçoğu adadan ayrılmak zorunda kalmışlardır. 10 Mart 1925’te ise ada İngiltere tarafından Taç Koloni İlân edilmiştir. Bu tarihten önce Yüksek Komiser ile yönetilen ada, bundan sonra atanan Vali ile yönetilmeye başlanmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Lozan Antlaşması ile uluslararası alanda tanınan Türkiye modernleşme ve inkılâplar yoluna gitmiş, İngiliz toprağı olan ada ile ilgili herhangi bir tavır içinde olmamaya özen göstermiştir. Bunun nedeni ise Lozan’da çözülemeyen Musul sorunu, mübadele sorunu gibi sorunlara bir yenisini eklememektir. Fakat Türkiye gerek Kıbrıs’ta ki Türk varlığı, gerekse de adanın stratejik konumu nedeniyle yine de ada ile bağlantısını kesmemiş ve Kıbrıs ile olan bağlarını hiçbir zaman koparmamıştır. Adaya açılan Türk Konsolosluğu aracılığıyla Türkiye her zaman Kıbrıs Türk toplumunun yanında olmuştur. Misak- ı Milli sınırları dışında dahi kalsa Atatürk her zaman Kıbrıslı Türklere karşı duyarlı ve ilgisini kaybetmemiştir.

1923-1928 yılları Yunanistan’ın askeri darbeler ve ekonomik sorunlarla başa çıkmaya çalıştığı yıllar olmuştur. 1928'de Venizelos'un iktidara gelmesi Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yeni bir sayfa açmıştır. Venizelos'un, Megali İdea hedefleri çerçevesinde gerçekleştirdiği yayılmacı politikasından vazgeçmesi Atatürk tarafından memnuniyetle karşılanarak, bir süre için Türk-Yunan dostluk sürecini beraberinde getirmiştir. Venizelos'un Türkiye'ye 1930 yılındaki resmi ziyareti ile Türkiye-Yunanistan arasında imzalanan antlaşmalar ile ilişkilerin gelişmesine büyük katkı sağlanmıştır.  Venizelos'un Megali İdea politikalarına geri dönmemesi ise 1933 yılında iktidarı bırakmasına yol açan nedenlerden biri olmuştur.

Bu dönemde yaşanan olaylardan biri de 1931 İsyanı olmuştur. Rumlar buldukları her fırsatta Enosis isteklerini İngilizlere bildirmekten geri kalmamış ve her defasında olumsuz yanıt almışlardır. 1929’da İngiliz yönetimine Enosis isteklerini bildiren Kıbrıs Rum Delegasyonu yine olumsuz yanıt ile karşılaşmış, bu istekleri gerçekleşmeyince ise Kition Piskoposu Nikodimos Milanos ve Kyrenin Piskoposu’nun liderliğinde 1931 yılında İngiliz İdaresine karşı ayaklanmışlardır. Bu fiili ayaklanmaların başlamasının bir nedeni de Yunanistan’ın kışkırtmaları ve İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi’nin desteği olmuştur.  İsyanlarda Rumlar Enosis çığlıkları ve ilhak sloganları atmışlardır. Rumlar’ın çıkardığı bu isyanlar sonucu bölgedeki Türkler de etkilenmişlerdir. 1943’e kadar süren bu terör dönemi sert müdahaleler ile bastırılmıştır. 1931’den II. Dünya Savaşı’na kadar adada baskı dönemi devam etmiştir. 

1941 yılına gelindiğinde ise İngiliz yönetiminin adada siyasi örgütlenmelere izin vermesiyle beraber bazı sorunlar ortaya çıkmıştır. Rumlar, AKEL ( Çalışan Halkın İlerici Partisi) Partisi’ni kurarak örgütlenmeye başlamışlardır. Kilise ise komünist olarak gördüğü AKEL’e karşı Kıbrıs Ulusal Partisi’ni kurmuştur. Böylece Rumlar kendi içlerinde ideolojik bir bölünme yaşamışlardır. Kıbrıs meselesine Türkiye’nin duyarsızlıkları nedeniyle ve kendilerini korumak için Kıbrıs Türkleri adada KATAK( Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu) Milli Parti, Kıbrıs Milli Türk Talebe Birliği, Kıbrıs Türk Kurumları Birliği ve Milli Cephe Partisi’ni kurarak örgütlenmeye gitmişlerdir.

Kıbrıs konusundaki Atatürk dönemindeki Lozan’da belirlenen statüko tek partili dönemde de sürdürülmeye çalışılmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası ise çok partili hayata geçen Türkiye, Kıbrıs konusunda Batılı devletlerin yanında yer almıştır. Bu dönemde de Kıbrıs Türk Dış Politikasında fazla bir yer işgal etmemiştir. Türkiye’nin bu yıllardaki yaklaşımlarına karşın Yunan Hükümetleri ise Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhâkı için Enosis çalışmalarından vazgeçmemiştir. Buna rağmen Türk Hükümeti, Yunanistan ve İngiltere’yi karşısına almamaya özen göstermiştir. 

II. Dünya Savaşı’nda sonra Rumların Enosis çabaları artarak devam etmiştir. Türkiye ise Lozan statüsünü bozmamak ve Soğuk Savaş ortamında müttefik İngiltere’nin içişlerine karışır vaziyette olmamak için adaya ilişkin gelişmelerle pek fazla ilgilenememiştir. Bu durumdan endişe duyan Kıbrıs Türkleri ise Rum girişimlerine karşı örgütlenmeye başlamışlardır.

II. Dünya Savaşından zaferle çıkılması ve On İki adaların Yunanistan’a verilmesi Enosis hayallerinin tekrar canlanmasına neden olmuştur. Yunan Parlamentosu 27 Şubat 1947’de Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi için bir karar almış ve bunu dünyaya açıklamıştır. Ve Yunan Hükûmeti adanın kendilerine verilmesi karşılığında ABD’ye ve İngiltere’ye adada üs verebileceğini açıklamıştır.
1947 yılında Kıbrıs’ta İngiltere’nin desteğiyle, adada bir Kurucu Meclis çalışması yapılmıştır. Bu çalışma esnasında AKEL, ada halkının kendi kendini yönetme yani özerk siyasal yönetim hakkının verilmesini isterken, Türkler bu fikre karşı çıkmışlardır. İngiliz Vali ise self-goverment hakkı olmayan bir anayasa taslağını tartışılmak üzere Kurucu Meclise getirmiştir. Bu durumda AKEL kurucu meclis çalışmalarını terk etmiş ve 12 Ağustos 1948’de meclis feshedilmiştir. Bunun üzerine AKEL ise İngiliz yönetimine sert tepki vererek Enosis’i desteklemeye başlamıştır. Ve böylece Rumlar adada self-determinasyon hakkını tek yol olarak seçmişlerdir. Kilise ise AKEL ile mevcut rekabetinden dolayı Enosis çabalarını arttırmıştır.
Türkiye, 1948’den itibaren Kıbrıs ile tekrar ilgilenmeye başlamış, yine de hükümet konuyu doğrudan ele almamıştır. Örneğin; 17 Aralık 1949’da Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak’ın yaptığı açıklamada, İngiltere’nin Kıbrıs’tan çekilmesinin söz konusu olmadığını, Yunan Hükümeti’nin de resmen sorunu ele almadığını ve endişeye gerek olmadığını söylemekteydi. 
1948’de ise Makaryos’un Kition Başpiskoposu olarak adaya dönmesiyle yeni bir dönem başlamıştır.  Rum toplumunun lideri olan Makaryos’un çabaları neticesinde adada Enosis faaliyetleri büyük ivme kazanmıştır. 25 Aralık 1948’da Kıbrıs’ta 15.000 Türk’ün katılımı ile Enosis karşıtı bir miting yapılmıştır. Buna karşılık 29 Ocak 1948’de ise Yunanistan Üniversite gençliği Enosis yanlısı gösteriler yapmıştır. 
21 Kasım 1949’da Rumlar Birleşmiş Milletlere Enosis için self determinasyon başvurusunda bulunmuşlardır. Ve bu doğrultuda plebisit çalışmalarına başlamışlardır. Bu esnada kilise Rum halkına plebisite katılmaları çağrısında bulunmuştur.  Türkler’in Rumların artan Enosis çabalarına karşı tepkileri ise 11 Aralık 1949’da Lefkoşa’da Ayasofya Meydanında düzenlenen mitingler ile olmuştur. Mitingden kısa süre sonra ise 15 Ocak 1950’de plebisit gerçekleşmiştir.  

2.1950-1960 DÖNEMİ TÜRKİYE-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNDE KIBRIS SORUNU

1950-1960 dönemi Türk Dış Politikasında Demokrat Parti’nin etkisi görülmektedir. 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimleri ile iktidara gelmiş, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile iktidardan uzaklaştırılmıştır. 1950’li yıllar ile Kıbrıs Sorunu Türk Dış Politikası’nın ana konularından biri hâline gelmiştir. Demokrat Parti, Kıbrıs Meselesi’ne dönem dönem farklılaşan şekillerde politika üretmiştir. 
Demokrat Partinin yönetimde olduğu bu yıllarda Mayıs 1950-Nisan 1955 Dönemi arası Statükonun devamı niteliğinde politikalar güdülen yıllar, Nisan 1955-Aralık 1956 arası Türkiye’nin ada üzerinde hak iddia ettiği yıllar, Aralık 1959-Mayıs 1960 arası dönem ise Taksim tezinin savunulduğu yıllar olmuştur. 
Ocak 1950 plebisitinden sonra Rum kiliselerinde hareketlenmeler başlamıştır. 8 Ekim 1950’de Başpiskoposluk görevine seçilen Makaryos, Enosis faaliyetleri için yoğun çaba sarf etmiştir. Makaryos’un görevi devralmasıyla Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta Enosis çığlıklarının sesi çok daha fazla duyulmaya başlamıştır. Bu nedenle 1950’li yıllar Kıbrıs Sorununun alevlendiği yıllar olmuştur. Bu arada 16 Şubat 1951’de Sofokles Venizelos, Yunan hükümetinin Enosis isteğini açıklamıştır. 23 Eylül 1953 tarihinde Yunan Başbakanı Papagos İngiliz Dışişleri Bakanı A.Eden ile görüşerek yeniden adanın Yunanistan’a ilhakını istemiştir. 30 Temmuz 1954’te Yunanistan’daki tüm partiler Enosis’i ulusal dava ilân etmişlerdir. 

Bu yıllar Türkiye’de ana muhalefet partisi CHP’nin tepkileri olmuştur. 10 Ekim 1953’te Genel Sekreter Kasım Gülek bir demecinde “Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili olduğunu ve Kıbrıs’ta yapılacak her değişiklikte söz sahibi olacağını” söylemiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ise 1 Nisan 1954’de TBMM’de yaptığı bir konuşmada  “Kıbrıs üzerinde Türkiye’nin de söz sahibi olduğunu, adanın Yunanistan’a verilmeyeceğini” söylemiştir. 31 Ağustos 1954’te bir açıklama yapan Menderes ise, Türkiye’nin Yunanistan’a ilhâkını hiçbir zaman kabul edemeyeceğini belirtmiştir. 

Yunan Başbakanı Papagos’un sorunu 1954 yılında Birleşmiş Milletlere götürmesiyle ise mesele uluslararası bir boyut kazanmıştır. Türkiye ise doğrudan taraf hâline geldiği sorun karşısında uluslararası sistemin gerektirdiği gibi davranmıştır. Türkiye, NATO dışında bir politika benimsememiş, yani politikasızlığı tercih etmiştir. Dolayısıyla Türkiye, Kıbrıs Sorununda İngiliz politikalarını desteklemiş, statükocu bir anlayışı savunmuştur. 
15 Aralık 1954’te BM Genel Kuruluna getirilen Yunanistan’ın self determinasyon isteği reddedilmiş, ada Yunanistan’a bırakılmamıştır. Birleşmiş Milletler’in kararından sonra Yunanistan, Kıbrıs’ın kendine verilmeyeceğini anlamış, adada terör faaliyetlerini tırmandırmaya başlamışlardır. Bunun için 1954 yılında EOKA adlı bir yeraltı örgütü kurulmuş ve örgütün başına Albay Grivas getirilmiştir. EOKA'nın kuruluş amacı; Silâhlı eylemler gerçekleştirmek, adayı Türklerden temizleyerek Enosis hayaline ulaşmaktır. Türkler ise bu örgütün saldırganlığına karşı 1957 yılında Türk Mukavemet Teşkilâtı adlı bir karşı örgüt kurmuşlardır. 
EOKA'nın kuruluş sürecine bakarsak; ilk gizli görüşmeler 2 Temmuz 1952 yılında Makaryos'un başkanlığında yapılmıştır. Bir ihtilal konseyi kurulmuş ve Enosis için gizli yeminler edilmiştir. 1954 yılından başlayarak Yunanistan hükümetinin bilgisi dahilinde adaya gizli silah sevkiyatı başlamıştır. Ve 9 Kasım 1954'te Grivas'ın adaya gizlice ayak basması gerçekleşmiştir. 1 Nisan 1955'te ise EOKA'nın ilk saldırıları Yunan Dışişleri Bakanı Stefanoplus'un direktifleriyle yapılmıştır. Amaç; önce adadan İngilizleri çıkarıp, ardından Türkleri yok ederek Enosis hayallerini gerçekleştirmektir. Fakat bir süre sonra örgüt adadan İngilizlerin gitmesini beklemeden Türklere saldırılar yapmaya başlamıştır. Makaryos'un EOKA'nın siyasi lideri olduğu İngilizler tarafından öğrenilince ise Makaryos, 9 Mart 1956'da Seyşel adalarına sürgüne gönderilmiştir. EOKA ise eylemlerinde yüzlerce Türk'ü bunun yanı sıra birçok Rum ve İngiliz'i de katletmiş, köyleri yakıp yıkmış, adadan Türklerin göç etmesine neden olmuştur. Saldırılarına 1963'te yeniden devam eden örgüt 103 Türk köyünü yakıp, insanları göçe zorlamıştır.  15 Temmuz 1974'e gelindiğinde ise EOKA B adı altında silahlarını Rumlara çevirmiş, 2000 Rum'u katletmiştir.

EOKA'ya karşı örgüt olarak kurulan Türk Mukavemet Teşkilatı ise 27 Temmuz 1957'de Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemal Tanrısevdi tarafından Lefkoşa'da kurulmuştur. 1 Nisan 1955'ten beri adadaki Türklere saldırmaya başlayan EOKA'ya karşı Türklerde adada çeşitli mukavemet grupları oluşturmuştur. Fakat bu gruplar EOKA gibi askeri yapıda ve destekli değil, küçük, dağınık ve eğitimsiz gruplardı.  

Kısacası 1950’li yılların temel politikası olan statükoculuk ve sorunu İngiltere’nin iç meselesi olarak görme anlayışı, EOKA’nın terörü tırmandırmasıyla son bulmuştur. Adnan Menderes’in bu yıllardaki politikalarında 1952 yılına gelene kadar NATO’ya üyelik sürecindeki temkinli davranışlarının da payı bulunmaktadır.

II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra İngiltere sorunu çözmek için çeşitli planlar yapmıştır. Bunlar sırasıyla 1947 Lord Minster Planı, 1948 Jackson Planı, 1955 MacMillan Planı, 1956 RadCliffe Planı, 1958 II. MacMillan Planı, 1958 NATO Genel Sekreteri Spaak Planı olmuştur.

İngiltere’nin 29 Ağustos 1955 tarihinde düzenlediği Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meseleleri konusu ile Londra Konferansı’nı toplanmıştır. Konferansta İngiltere Dışişleri Bakanı MacMillan görüşlerini açıklamıştır. Konferansta Yunanistan self-determinasyon ve Enosis isteğini yinelemiştir. Macmillan İngiltere’nin Nato ve Bağdat Paktı içinde üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için Kıbrıs’ın tümünün İngiltere’nin elinde kalması gerektiğini öne sürmüştür.  Konferansta Türkiye’yi temsil eden dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ise ilhaka karşı çıkarken adanın Anadolu yarımadasının bir uzantısı olduğu ve adadaki Türk varlığını öne çıkaran tezleri ileri sürmüştür.  Zorlu adada statükonun korunmaması hâlinde Türkiye’ye verilmesi gerektiğini savunmuş ve ileriye dönük kendi kendine yönetim şeklini önermiştir.

Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra görüşmelerinde iki halkın eşitliğini savunmasının ardından konferans devam ederken 6-7 Eylül olayları gerçekleşmiştir. Ve Londra konferansından bir sonuç alınamamıştır.  6-7 Eylül olayları ise Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin daha fazla artmasına neden olmuştur.

Türkiye’nin konferansta ilhaka karşı çıkması sonucu İngiltere ve Yunanistan alternatif çözüm arayışlarına girişmiştir. Bu arayışların sonucu ise “taksim” fikri akıllara gelmiştir. 28 Aralık 1956’da TBMM’de bir konuşmasında Adnan Menderes Türkiye’nin çıkarlarını en iyi koruyacak çözümün taksim olacağını beyan ederek taksime olumlu yaklaştığı göstermiştir. 

Londra Konferansı sonrasında uzlaşma sağlamak isteyen İngiliz Hükümeti 1955-1956 yılları arasında Makaryos ile görüşmeler gerçekleştirmiş, ancak görüşmelerden sonuç alamayınca Makaryos’u Şeyşel Adaları’na sürgün etmiştir. Bu sürgün sonrası çatışmalar daha da şiddetli bir hâl almıştır. Makaryos’un sürgününden sonra iyice başıboş kalan EOKA eylemlerini arttırmıştır. Türk toplumu ise bu saldırılar karşısında Türkiye’ye yardım çağrısında bulunmuştur. 
Aralık 1956 ile Mayıs 1960 arası yıllar Türkiye’nin adanın taksimi tezini savunduğu yıllar olmuştur. Demokrat Parti’nin iktidarının ilk yıllarındaki politikalarında ciddi değişiklikler yaşanmıştır. Bu değişikliklerin bir nedeni de İngiltere’nin 1956’da yumuşayan politikası ile self determinasyona yanaşması olmuştur. İngiltere ilk kez self determinasyon hakkını veren bir anayasa önerisinde bulunmuştur. Bu öneriye göre 6 Türk, 30 Rum temsilcilerden oluşan 36 kişilik bir meclis kurulacaktı. Sürgündeki Makaryos ise bu önerileri yeterli bulmayarak karşı çıkmıştır. Çünkü Makaryos’un isteği sömürge düzeninin tamamen sona erdirilmesidir. Türkiye ise adanın bölünme olasılığını olumlu karşılayarak, anayasa önerisini kabul etmiştir.

28 Mart 1957 yılında Makaryos’un sürgünü sona ermiştir.  Sürgünün sona erdirilmesi ise Türkiye’nin tepkisini toplamıştır. Başbakan Menderes ise sürgün kararından dolayı Yunanistan’a verdiği demeçlerle tepkisini sert bir şekilde dile getirmiştir.

İngiltere 1957 yılından sonra peş peşe yeni plan önerilerinde bulunmuştur. 1957 yılındaki Foot Planı bunlardan biridir. Foot Planı, Makaryos’un sürgününü bitiren, Rumlar ve Türkleri eşit taraf kabul eden bir süreci planlıyordu. Türkiye ve Yunanistan bu planları kabul etmemiştir. Bu plan kabul edilmeyince Macmillan’ın yeni geliştirdiği plan devreye girmiştir. Fakat bu planda da uzlaşma sağlanamamıştır. 

1957 yılında yeniden self determinasyon ve Enosis isteği ile BM Genel Kuruluna başvuran Yunanistan’a karşı, İngiltere BM’ye başvurarak Yunanistan’ın Kıbrıs’a uyguladığı şiddet ve terörizmi şikâyet etmiştir. 26 Şubat 1957’de sorunu görüşen BM ise barış görüşmeleri çağrısında bulunmuştur. 
Planlar üzerinde bir anlaşmanın sağlanamaması üzerine Amerika Birleşik Devletleri devreye girmiştir. İki NATO üyesinin anlaşmazlığını çözmek için ABD,1958’de Kuzey Atlantik Paktı toplantısında çözüm arayışlarına katılmıştır. Bu toplantıda Türkiye taksim politikasından, Yunanistan ise Enosis’ten vazgeçtiğini açıklamıştır. Ve 1959 yılından itibaren bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması yönünde çalışmalara başlanılmıştır. 
11 Şubat 1958’de Zürih Antlaşması ve 19 Şubat 1959’da da Londra Antlaşması imzalanmıştır.  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğuşu ise Londra ve Zürih Anlaşmalarına göre oluşturulan Kuruluş, İttifak ve Garanti Anlaşmalarının yürürlüğe girmesi ile mümkün olabilmiştir. Kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti tamamen bağımsız olmamakla birlikte, ek olarak yapılan Garanti Antlaşması ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğü altında özel bir statüde kurulmuştur.
Londra ve Zürih Antlaşmalarının ana hatları ise şu şekildedir; bu antlaşmalar toplumların birbirleri üzerinde egemenlik kurmalarını önleyecek şekilde hazırlanmıştır. Cumhurbaşkanı Rum, veto hakkına sahip Cumhurbaşkanı yardımcısı ise Türk olacaktır. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk’ten oluşacaktır. Bu doğrultuda 14 Aralık 1959’da Makaryos Cumhurbaşkanı, yardımcısı ise Dr. Fazıl Küçük olmuştur. Zürih ve Londra Anlaşmaları sonucu geçici bir hükümet kurulmuştur. Kıbrıs Anayasası hazırlandıktan sonra imzalanan Lefkoşe Antlaşmaları ile 16 Ağustos 1960 tarihinde Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti ilân edilmiştir.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder