22 Ekim 2017 Pazar

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 4

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ”  BÖLÜM 4


   Türkler Arapların dinini kabul etmeden önce de büyük bir ulus idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne de aynı dinde bulunan 
Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmaları yolunda hiçbir etkide bulunmadı. Tersine, Türk ulusunun ulusal 
bağlarını gevşetti; ulusal duygularını, ulusal heyecanını uyuşturdu. Bu pek doğaldı. Çünkü Muhammet’in kurduğu dinin amacı, bütün uluslukların üstünde kapsamlı bir Arap ulusluğu siyasetine varıyordu. Bu Arap düşüncesi, Ümmet sözcüğü ile anlatıldı. 

Muhammet’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, yaşamlarını Allah sözcüğünün her yerde yükseltilmesine adamaya zorunluydu lar. 
Bununla birlikte Allah’a kendi ulusal dilinde değil, Allah’ın Arap topluluğuna gönderdiği Arapça kitapla tapınıp dua edecekti. Arapça öğrenmedikçe Allah’ a 
ne dediğini bilmeyecekti. Bu durum karşısında Türk ulusu birçok yüzyıllar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, düpedüz, bir sözcüğünün anlamını 
bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafıza döndüler. 

Başlarına geçmiş olan açgözlü komutanlar, Türk ulusunca karışık, bilgisiz hocalar ağzıyla, ateş ve acı ile korkunç bir bilinmezlik olarak kalan dini, tutkularına 
ve siyasetlerine araç edindiler. Bir yandan Arapları zorla boyundurukları altına aldılar, bir yandan Avrupa’da Allah sözcüğünün yüceltilmesi savsözü altında 
Hristiyan ulusları yönetimleri altına geçirdiler. Ama onların dinlerine ve ulusluklarına ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek bir güçlü ulus yaptılar. Mısır’da belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir çul parçasını halifelik simgesi ve ayrıcalığı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Kimi kez doğuya kimi kez batıya ya da her yana birden saldıra saldıra Türk ulusunu Allah için, peygamber için topraklarını, benliğini unutturacak, her işini Allah’a bıraktıracak derin bir aymazlık ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Ulusal duyguyu boğan, ölümlü dünyaya değer verdirmeyen, düşkünlükler, yokluklar, yıkımlar duyulmaya başlayınca, asıl gerçek mutluluğa öldükten sonra öbür dünyada kavuşacağına söz ve güvence veren dinsel inanç ve dinsel duygu, ulus uyandığı zaman onun şu acı gerçeği görmesine engel olamadı. Bu acıklı görünüm karşısında kalanlara, kendilerinden önce ölmeyi dileyerek öbür dünya yaşamına kavuşma isteği uyandıran din duygusu, dünyanın acısı duyulan tokadıyla hemen, Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı, çağrılıları Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk genel vicdanı, hemen, yüzlerce yıllık erk ve gönül rahatlığı ile büyük coşkularla çarpıyordu. 

Ne oldu? 

Türk’ün ulusal duygusu, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, cenneti değil, eski gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının, son Türk ellerinin 
savunmasını ve korunmasını düşünüyordu. İşte dinin, din duygusunun Türk ulusluğunda bıraktığı anı! Türk ulusu, ulusal duyguyu dinsel duyguyla değil, ama insancıl duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır (Ozankaya, 2000, s. 21).” 

Türk ulusunun tarihsel vatanı ve Türkler ’in kökenine ilişkin açıklama ve göndermelerle, organik bir ulus anlayışının benimsendiği görülmektedir. 
Burada “tarihsel vatanın büyüklüğüyle buluşan, “Büyük Türklük” anlatısının önemli bir katkısı vardır. “Türk Yurdu’na ilişkin olarak kitapta şunlar söylenir: 

“Türk milleti Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış bir yurtta yaşar. Onun adına Türkeli, Türk vatanı derler. Türk yurdu daha büyüktü. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur. Bütün dünyada Asya, Avrupa Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikaları ile malûmdur. Fakat bugünkü Türk milleti, varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Mukaddes miraslarını bu yurtta muhafaza edebileceğine çok fazla zenginleştirilebileceğine emindir. Vatanımız, Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde mevcudiyetlerini muhafaza eden eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasî sınırlarımız içinde yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir (Afetinan, 2010, s. 27).” 

 “Vatan/yurdu tahayyül etmek ve oradan hareketle bir “ulus” ve “yurttaşlar topluluğu” oluşturma konusunda Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, dönemin Türk tarihine dönük araştırmalarından sıklıkla yararlanmıştır. “Türkiye’de Cumhuriyet Nasıl Oldu?” adlı bölümde cumhuriyet ile eski yönetim arasındaki farklar sıralanarak yakın tarih özetlenir:” 

“ I. Dünya Savaşı Türk milletinin pek büyük kahramanlıklarına ve fedakârlıklarına rağmen, dâhil olduğumuz ittifak heyetinin yenilgisiyle sonuçlandığı zaman, durum pek feci olmuştur. Millet ve ülkeyi, genel savaşa sevk edenler, hayatları endişesine düşerek ülkeden kaçtılar. Padişah ise, meclisi dağıtarak diktatörlüğü geri getirdi. İş başına, fikrini destekleyebilecek ve düşmanlara karşı ise millet ve ülkenin duyarlılığını uyuşturabilecek adamlar getirdi (Afetinan, 2010, s. 46).” 

Devletçilik ilkesinin tamamen zorunlu bir tercih olduğu vurgulanarak liberal ekonomiye tamamen zıt olmadığı vurgulanmaktadır. Cumhuriyet’in geliştirilmesi için “devletçilik” ilkesinin uygulanma gerekliliği ise şöyle açıklanır: 

“Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayati işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasî ve fikrî hayatta olduğu gibi iktisadî işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek doğru olamaz. Mühim ve büyük işleri ancak milletin umum servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine istinat ederek; millî hâkimiyetin tatbik ve icrasını tanzim ile muvazzaf olan hükûmetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunur. Diğer bazı devletlerin ikinci derecede görebileceği 
ve bireylerin girişimlerine bırakılmasında sakınca olmayan işlerden birçoğu, bizim için, hayatidir ve birinci derecede önemli devlet görevleri arasında sayılmalıdır (Afetinan, 2010, s. 61).” 

Vatandaş İçin Medeni bilgiler göre, devletçilik ilkesi özellikle ekonomi alanında bir zorunluluk sonucudur. Ülkenin kısa zamanda gelişmesi, zenginleşmesi için ekonomik yatırımlar devlet tarafından yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Şu şekilde özetlenmektedir: “Bizim izlediğimiz devletçilik, bireysel faaliyet ve çalışmayı esas almakta birlikte, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti 
refaha ve ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda devleti gerçekten ilgilendirmektir (Afetinan, 2010, s. 62).” 

Demokrasinin tarihçesinin anlatıldığı bölümde, Türklerin demokrasiye sahip en eski milletlerden biri olduğu, demokrasinin ilk uygulayıcılarından oldukları vurgulanır:” Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur Kurultaylar ile bu kurultaylarda devlet reislerini intihap etmeleri ile demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarihi devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır (Afetinan, 2010, s. 40).” 

Demokrasi kavramı, siyasi, fikri ve ferdi ve müsavatperver’ dir. Söz konusu sıfatların her biri, Cumhuriyet’in makbul demokrasi anlayışının sınırlarını belirler. Başka bir anlatımla, bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasidir ifadesi aynı zamanda kapitalist ve sosyalist sistemlerle mesafesini ayarlamış bir demokrasi kaygısını da barındırır. Öte yandan, demokrasi bir kafa meselesidir. 
Hükümet prensibi de, bir adalet muhabbetini ve ahlak fikrini gerektirir. Demokrasinin eşitlikçiliği, demokrasinin ferdi olma özelliği vatandaşın hâkimiyete insan sıfatıyla katılmasından kaynaklanır. Demokrasinin eşitlikçiliği, demokrasinin bireysel olmasının zorunlu bir sonucu olarak sunulur. Bütün 
bireyler aynı siyasal haklara sahip olmaktadırlar. Demokrasinin bu bireysel ve eşitliği sever vasıflarından, genel ve eşit oy prensibi çıkar (Afetinan, 2010, s. 41; Üstel, 2011, s. 230). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgilere göre, hükümdarların temsil ettiği Osmanlı geçmişi demokrasi bakımından duraklama olmuştur. Demokrasinin siyasi içerikte olduğunu, “Bizim bildiğimiz demokrasi, bilhassa siyasidir” düşüncesine ek olarak demokrasinin fikrî temeli üzerinde de durulur. “Demokrasi memleket aşkıdır ayni zamanda babalık ve analıktır (Afetinan, 2010, s. 41)” cümlesi ile 
Türk milleti için demokrasinin vazgeçilmez olduğu vurgulanmaktadır. 

 “Demokrasiye Karşı Çağdaş Akımlar” başlığı altındaki bölümde; “Bolşevik kuramı, ihtilâlci siyasal sendikalizm kuramı, çıkarların temsili kuramı (Afetinan, 2010, s. 52)” olarak üç tehlikeye vurgu yapılır ve hürriyetin önemi şu şekilde açıklanır: “Türk, despotluk ve tutsaklık zincirlerini parçalayabilmek için iç ve dış 
düşmanlar karşısında hayatını ortaya attı; sayısız fedakârlıklara katlandı; başarılı oldu; ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu. Bu sebeple hürriyet Türkün hayatıdır. Artık Türkiye’ de; Her Türk hür doğar, hür yaşar (Afetinan, 2010, s. 67).” 

Hem Afet inan hem de Atatürk’ün el yazılarından anladığımız üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bütün dünyada faşizmin yükseldiği dönemde demokrasiye ve modern anlamdaki hürriyetlere ayrı bir önem verilmiştir. 

Hürriyetlerin sınırlandırılabileceğinden bahseden Medeni Bilgiler kitabı, “hürriyetler, geçici ancak geniş ölçüde kısıtlanabileceğinden bahseder. Ama sonuna bu sınır ancak yasayla belirlenir (Afetinan, 2010, s. 67; Ozankaya, 2000, s. 66) diyerek yasallıktan bahseder. 

Bu üç akımın ortak özelliği olan farklı sınıfların ve bu bağlamda farklı çıkarların varlığının kabulüne dayalı anlayışın, sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitle düsturuna dayalı Cumhuriyet halkçılığı açısından sorun oluşturduğu açıktır. Dolayısıyla Cumhuriyet’in 1930’lu yıllarına damgasını vuran anti-liberal devlet ve toplum anlayışına rağmen, temsil anlamında klasik liberalizmin birey temelli 
temsil anlayışı özenle savunulmuştur (Üstel, 2011, s. 234). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’ de yurttaşlar topluluğunun inşasında hak ve hürriyetler, hak ve vazife çerçevesinde vurgulanmıştır. Vatandaşın devlete karşı üç görevi vardır: seçmek, vergi vermek ve askerlik yapmaktır. Seçmek, hem haktır hem de görevdir. Kitapta, 1930’ların muhalefetsiz ortamının son derece dar sınırları içinde yapılan seçme hak ve vazifesi görmezden gelinir (Üstel, 2011, s. 235). 

Muhalefetin az bulunduğu bu dönemde kadınlarla ilgili seçme ve seçilme hakkında Afet İnan’ın çarpıcı görüşleri bulunmaktadır: 

“ Genel savaştan beri birçok ülkeler, kadınların seçim yetkilerini kabul etmiştir. Kadınlara siyasal hakların yürütülmesine katılmalarını reddeden ülkeler, ancak Fransa, İtalya, İspanya gibi Latin ülkelerdir. Amerika’da İngiltere’de, Kuzey Avrupa ülkelerinde kadınlar seçme haklarını kullanmaktadırlar. 

Kadının siyasal yeterliliğine mantıki hiçbir sebep yoktur. Bu husustaki tereddüt ve olumsuz zihniyet geçmişin sosyal bir halinin can çekişen bir hatırasıdır. Hatırasından bahsettiğim zihniyet, papaz zihniyetidir. Saint Paul diyor ki. Erkeğe vasiyetlerde bulunmayı ve ona karşı nüfuz elde etmeyi kadına müsaade etmem. Kadın, suskun ve sessiz kalmalıdır. Zira Âdem ilk öce ve Havva daha sonra var olmuştur. İnsanların kökenini bilmeyen bu havari unutuyor ki erkeklere ilk nasihati, ilk terbiyeyi veren ve onun üzerinde ilk analık nüfuz ve etkisini kuran 
kadındır. 

Latin ülkelerinde kadınlık hakkında devam edegelen bu görüş artık bugünkü toplumların ahlaki ve ekonomik durumlarına üstün gelmemektedir. İslam ülkelerinden bahsetmiyorum, sebebi Türkiye Cumhuriyeti’nden başka 
dünya yüzünde ya tam anlamıyla bağımsız Müslüman devletler yoktur yahut mevcut olanlarda tam anlamıyla demokrasi yoktur (Afetinan, 2010, s. 111).” 

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, kadın hakları konusunda Vatandaş İçin Medeni bilgiler kitabında, Afet İnan, sisteme tam bir muhalefet olmaktadır. Kadınlara seçme seçilme hakkının verilmemesini, Katolik inancına yorması da son derece manidardır. 

Savaştan yeni çıkmış ve işgalden kurtulmuş bir ülkenin yaşadığı gerilimin izleri, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında görülmektedir. Ulusal kimliğin ve yurttaşlar topluluğunun inşasının nihai hedefi olan “biz” bilincinin yurttaşlar tarafından içselleştirilmesi, söz konusu bilincin besleneceği bir “öteki” yaratmıştır. Ders kitaplarında yer alan “ötekinin tarif ve işaretlenmesine dayalı gerçek ya da kurgusal tehdit teması, ulusal dayanışma ve bütünlüğü pekiştirme yolunda işlevsel bir önem kazanmıştır. Cumhuriyet’in “iç düşmanı ya da “öteki ”si yakın geçmişin temsilcileri ve işbirlikçileridir. Ders kitaplarında, Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte, iç düşman sorununun çözüme kavuşturulmuş olduğu görünmektedir. Yeni düşmanlar ise haydut, hırsız ve kaçakçılardır. “Dış 
düşman” konusunda egemen söylemde, genelde reel politika gereklerine dayalı bir pragmatizm dikkati çeker. Düşman devletin “evleri basan aile üyelerine kötülük yapan ve “huzurunu kaçıran süngülü neferlere vurgu yaparken, Batılı devletlerin adları genelde açıkça telaffuz edilmez. Batılı devletlerin, “itilaf devletleri” ya da “işgal orduları” gibi genel bir tanımlama içinde yer almasına 
karşılık, Yunan işgali ayrıntılarıyla anlatılır. Erken Cumhuriyet döneminde Kurtuluş Savaşı anlatısıyla beslenen “dış düşman” temsili, 1930’larda giderek anonimleşir (Üstel, 2011, s. 213). 

Kitapta, Fransız ihtilalini getirdiği İnsan Hak ve Hürriyetlerini içeren hürriyet biçimleri sıralanarak bu özgürlüklerden, “Vicdan Hürriyeti” vurgulanır: “…din koruyuculuğu kılığına bürünenlerin, gerçeği düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli 
facialar olarak kalacaktır.” Türkiye Cumhuriyetinde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin töreni de serbesttir… 

Tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmışlardır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik v.s. yasaklanmıştır. Çünkü bunlar gericilik kaynakları ve bilgisizlik damgalarıdır. Türk milleti böyle 
kuruluşlara tahammül edemezdi ve etmedi (Afetinan, 2010, s. 70). 

Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabı, Vicdan hürriyeti konusunda, bugünkü söylemlere benzer özellikler gösterir. Kişilerin din inanç ve ibadetlerini koruma görevini devlete verir ancak siyasi amaçla kullanmamak şartı ile! 

Vatandaş için Medeni Bilgiler kitabı Laiklik açıklaması şu şekilde ifade eder:” Laiklik, Türkiye Cumhuriyet’inin resmi bir dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, kurallar, bilimin çağdaş medeniliğe sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır. Din anlayışı vicdani olduğundan, 
Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin çağdaş ilerleyişinde de başlıca başarı etkeni görür (Afetinan, 2010, s. 71).” 

Vergi devlete karşı vatandaşın “kutsal borcu” olarak tanımlanmıştır. “Kutsal” ve “borç” kelimelerinin seçilmiş olması verginin önemini temsil eder. Bu bağlamda, Vatandaş İçin Medeni Bilgilere göre “Millî Şuur” oluştukça malî yükümlülük olarak ifade edilen vergi, ortak hayatı temsil eden devlet için bir hak, vatandaş için bir borçtur. Kitaba göre kişi nasıl yakını için bütün servetini harcayabilirse, devlet istediğinde de aynı duyguyu hissetmelidir. Bunu hissetmiyorsa, bunun nedeni “müşterek varlığı ve şahsi varlığından hariç ve ondan ayrı ve menfaatleri birbirine zıt olarak telâkki edilmesindendir”. Bu durumun ise, o ferdin noksanını ve devletin kendi nimetleri ile şahsî varlık arasındaki bağı hissettirememiş olmasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. Verginin devlete hizmeti karşılığında 
ödenen bir ücret veya asayiş ve emniyeti muhafaza etsin diye ödenen bir sigorta ücreti olmadığının altı çizilmekte; devletin yaptığı bütün hizmetlerin bütün vatandaşların maddî ve manevî çıkar ve mutluluğu için gerekli olduğu belirtilmiştir. Bütün kitap boyunca, tek görsel malzeme olarak verginin 
nasıl alındığı ve nerelere harcandığı gösterilmiştir (Gürses, 2010, s. 246; Afetinan, 2010, s. 166-222). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında askerlik bir görev, hatta kutsal bir görev olarak tanımlanmıştır. Ordunun, Türk Milleti için çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. Türklerin göçebe hayat sürerken asker olduğu ve yerleşik hayatla birlikte, orduya ihtiyaç duyulduğu belirtilerek Ordu Hayatı başlıklı 
bölüm ile askerlik vazifesinin istekle ölüme hazır bulunmak askerliğin en ciddî alâmetidir, denmektedir. Manevi bir vazife olarak askerlikte, insanların arkadaşlık bağı ile birbirlerine bağlı oldukları; üniformanın önemi vurgulanır. Bir milletin ne kadar medenî olursa olsun intizam ve asayişin temini için polis, jandarma ve hatta orduya ihtiyaç duyduğu vurgulanır. Ordunun, diğer 
milletler karşısında bağımsızlığı korumak için güçlü olması gerektiği belirtilir. Ordu Mekteptir bölümünde milleti oluşturan bireylerin terbiyesi için maariften sonra ordunun önemi şöyle açıklanır: 

“Ülkemin her tarafında nur ocakları, ülke çocuklarının dimağlarını aydınlatmaya çalışmaktadır. Bütün bu ocakların yanında asker ocağı da, aynı görevi yapmaktadır. Yalnız askerlik bakımından değil, kültür açısından da eğitim öğretim yapan bir okul, bir terbiye ocağıdır. Bu ocakta vatandaşlar, eşitliği öğrenirler; cesaret ve girişim fikirlerini geliştirirler. Bir milletin yükselmesi için bilim, sanat, fikri ve ekonomik ilerlemeler ne derecede önemli ise ordu da bu öneme paralel önemde tanınmalıdır (Afetinan, 2010, s. 147).” 

Sonuç 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının 1931 yılında yazılması ve okullarda ders kitabı olarak okutulması yeni Cumhuriyet yönetiminin inkılabı halka benimsetme çabası içine değerlendirilebilir. 

Medeni Bilgiler kitabında ulus-millet, seçim, devlet, demokrasi, ordu, vergi gibi konuların bulunması yasal devletin, yasalarla yönetildiğini halka anlatması ve öğretmesi olarak düşünülebilir. Medeni Bilgiler kitabında demokrasi kavramının seçme-seçilme hakkının, ulus-millet kavramlarının bugünkü anlamından daha radikal olması 1930’ lu yılların iç ve dış gelişmelerine bağlanabilir. Tarihi olayları 
yaşanılan dönemden soyutlayamayacağımız için, kitabın radikal bölümleri 1929 ekonomik buhranı, dünyadaki faşist yönetimler ve ülkenin iç karışıklıklarla mücadele etme biçimi olarak değerlendirilebilir. 

Atatürk’ ün kendi el yazılarının bulunması, yeni toplumun oluşturulmasında önemli bir rolü olduğunu gösterirken kitabın yazımında Afet İnan gibi bir ismin seçilmesi, kadına verilen değer, önem ve bilimsel çalışmalarda eğitimde kadının yer alması tezini kanıtlayan bir gerçektir. 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının içeriğine baktığımızda; günümüzde ortaokullarda okutulan Vatandaşlık ve Demokrasi Eğitimi dersi ile birebir örtüştüğünü görmekteyiz. Vatandaşlık kavramı, 21. Yüzyılda liberal bir anlayışı benimsemekle birlikte kitabın içeriği neredeyse birebir aynıdır. 

DİPNOTLAR;

1 Ayrıntılı bilgi için bknz. Etienne Copeaux, Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2000. 

2  Ayrıntılı bilgi için bakınız. Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker, Yusuf Kemal Tengişenk, İlk İnkılap Tarihi Ders Notları, Türk dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1997. 

3 (Ayrıntılı bilgi içn bknz.) 
Türk tarihinde gerçek anlamda çağdaşlaşma ve milletleşme imkanı Atatürk ilke ve inkılâpları sayesinde olmuştur. Milletleşme ve çağdaşlaşmada siyasi ve 
sosyal yapıyı şekillendiren milli kültürün büyük önemi vardır. 

Milli kimliği belirgin, milli kültür temeli dil ve tarihe dayalı bir Türk milleti oluşturmak isteyen Atatürk, milliyetçilik ve laiklik prensipleriyle gerçekleştirdiği inkılâplarla Türk milletini her bakımdan milli kültürüne bağlı, çağdaş bir toplum haline getirmek istemiştir. Bu amaçla yapılan inkılâplardan birini de harf inkılâbı oluşturmaktadır. Resmi ve gayri resmi kanallardan bilgi sağlamada, kamuoyu oluşturabilme ve onu etkilemede, aynı zamanda kendi zamanlarında siyasi ve toplumsal görüşleri kaydetmede önemli bir rolü olan basın, yeni müesseselerin ve yeni fikirlerin toplumda benimsenmesinde de yardımcı olmaktadır. 

4 Ayrıntılı Bilgi İçin Bknz. 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk ve Türk Dili ,Ankara: TDK Yayınları, 1963, s. 9., Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Tarihi Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi ,Ankara: A.Ü. DTCF Yayınları, 1963,Özlem Bayraktar, a.g.e., s.147).

Türk dilinin diğer dillerle ilişkisinin temel gündem maddesi olduğu 1934’teki İkinci Dil kurultayı’ndan sonra Viyanalı dilbilimci Dr. Phil H. F. Kvergic’in bir sonraki yıl kaleme aldığı Türk Dili’ndeki Bazı Unsurların Psikolojisiadlı çalışma Mustafa Kemal’e gönderilmiş ve konuyla ilgili yeni bir tezin önünü açmıştır. Kvergic çalışmasında çeşitli antropolojik bulgular ve Freud’un psikoanaliz yöntemi aracılığıyla Türk dilinin diğer dillerle bazı akrabalık ilişkileri olabileceğini iddia etmiştir. Kvergic’e göre temel enerji ve yaşam kaynağı olan güneş ilk insanları çevrelerini anlamaya ve anlamlandırmaya zorlamıştır. 
Bu insanlar ilk olarak güneşe karşı hissettikleri sevgi, şaşkınlık, korku ve şefkat gibi duygularını ifade etmeye çalışmışlardır. Diğer yandan fizyoloji çalışmalarının gösterdiği gibi insanoğlunun çıkardığı ilk ses “a” olmalıdır. Bu sesin zaman içinde tekrar edilmesiyle ilk kelime olan “ağ” ortaya çıkmıştır. Türkçe’nin eski lehçelerinde bu kelime “yaratmak,” “renk değiştirmek,” “aydınlatmak,” “ Gökyüzü,” “ Hüner ” ve “ ışık ” anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla ilk ilkel dil Türklere ait olabilir. Bu nedenle Kvergic’in iddiaları “ Güneş Dil Teorisi ” olarak adlandırılmıştır. Mustafa Kemal, Kvergic’in çalışmasını 1935’te kaleme aldığı 
Etimoloji, Morfoloji ve Fonotik Bakımından Türk Dili adlı eserinde temel kaynak olarak kullanılmıştır. Ancak Mustafa Kemal’in “Türk dilinin diğer bütün dünya dillerine öncülük ettiği” iddiası Kvergic’in tezine göre çok daha cüretkardır: 1935 yılından önce gazete sütunlarında sıkça tartışılan bu iddia 1936’daki Üçüncü Kurultay’ın gündeminin de ana başlığı olacaktır. Aslında Güneş Dil Teorisi “Türklerin tarihlerini yeniden keşfi” olarak adlandırılan Türk Tarih Tezi’nin inşa ettiği zeminde yükselmiştir. 
Türk Tarih Tezi’ne göre Orta Asya sadece Türk medeniyetinin değil insanlığa ait bütün buluşların kaynağıdır ve ilk dünya medeniyeti Orta Asyalı Türkler tarafından kurulmuş olup göçlerle Doğu’dan Batı’ya taşınmıştır. Yani Türkler sadece İslam medeniyetinin değil Batı medeniyetinin de “ kurucularıdır ”. Türk Tarih Tezi’ne sırtını dayayan Güneş Dil Teorisi de Afrika’dan Avrupa’ya ve hatta Amerika’ya kadar bütün kültürel dillerin kökeninin Türkçe olduğunu sonucuna varmıştır. Güneş Dil Teorisinin “keşfinden” sonra temel mesele Türk dilinde hali hazırda kullanılan Batı ya da Doğu kaynaklı kelimelerin öz Türkçe karşılıklarını bulmak değil, bu kelimelerin kökenlerinin aslında “bütün dillerin atası” olan Türkçe’den geldiğini göstermek olmuştur. Başka bir deyişle, Güneş Dil Teorisi, dile yapılan “arındırıcı” müdahalelerin meşruiyet temelini sarsmış ve hem 
Türkçe’deki Arapça ve Farsça kelimeleri korumak isteyenlerin hem de Batı kaynaklı kelimelere Türkçe karşılıklar bulmanın gereksiz olduğunu düşünenlerin talepleriyle örtüşmüştür.Güneş Dil Teorisi özellikle de Batılı terimlerin Türkçe’deki varlığını garanti altına almıştır. Cemiyetin Batılı kelimelere karşı takındığı hoşgörülü tavır daha 1933’te yayınladığı Öz Türkçe Cep Kitabı’nda da görülebilir. Bu cep kitabında Arapça ve Farsça kelimelerin yerine Türkçe karşılıklar önerilirken birkaç Batılı kelime olduğu gibi bırakılmıştır. Hatta Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasından doğan boşluk zaman zaman bu kelimelerin 
Batılı muadilleriyle kapatılmaya çalışılmıştır. Cemiyetin Genel Sekreteri Necmi Dilmen 1936’daki Üçüncü Kurultay’da şunu söylemiştir: Tezin dil planlamasında etkisi “rahatlama” şeklinde yaşanmıştır, çünkü görünüşte yabancı olan çoğu kelimenin kökeninin Türkçe’de bulunduğu tez sayesinde kanıtlanmıştır. Dolayısıyla halk dilinde kullanılan kelimeleri “yabancı” kökenden geliyor gibi görünseler bile Türkçe’den atmaya gerek yoktur. Artık dernek yazılı dille halk dili arasında uyum sağlamaya odaklanacak ve Türkçe’den atılacak kelimeler sadece halk diline yabancı kelimeler olacaktır. Ancak Dilmen Güneş Dil Teorisi’nin Türkçe’deki Arapça, Farsça ve Fransızca kelimelerin varlığını korumak isteyenlerin “oyun”u olduğunu düşünenleri bu hataya karşı uyarmaktan da geri kalmaz. Beşinci Dil Kurultayı ise meşruiyeti Güneş Dil Teorisi’yle sarsılan dili 
arındırma politikasının büyük ölçüde hız kestiğini gösterir. 

Kaynakça 

Afetinan, A. (2010). Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El yazıları, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi. 

Alkan, M. Ö. (2004). İmparatorluktan Cumhuriyete Modernleşme ve Ulusçuluk Sürecinde Eğitim. İçinde: Kemal H. Karpat ( Der:), Osmanlı Geçmişi Ve Bugünün Türkiyesi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. 

Alkan, M. Ö., Harpat, K. (2004). İmparatorluktan Cumhuriyete Modernleşme ve Ulusçuluk Sürecinde Eğitim, Osmanlı Geçmişi ve Bugünün Türkiye’si. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. 

Atabay, M. (2009). Cumhuriyet Kültürü, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, s:43, Bahar 2009, Ankara, s.s. 455-465. 

Bayraktar, Ö. (2012). Güneş Dil Teorisi Batı ve Türk arasındaki Sınırı İdare Etmek, Spectrum Journal of Global Studies, İstanbul, Autumn 2012, s.s. 137-149. 

Bora, T. (2002). Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce Milliyetçilik. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Bozkurt, M. E., Peker, R., Tengişenk, Y. K. (1997). İlk İnkılap Tarihi Ders Notları, İstanbul: Türk dünyası Araştırmaları Vakfı. 

Copeaux, E. (2000). Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 

Çolak, M. (2014). Atatürk Macarlar ve Türk Tarih Tezi. Konya: Türkiyat Araştırmaları Dergisi. 

Demirtaş, B. (2008). Atatürk Döneminde Eğitim alanında Yaşanan Gelişmeler, Gazi Akademik Bakış, C:1, S:2, s.s. 155-176. 

Gözcü, A. (2008). 1929 Ekonomik Bunalımı Sonrasında Dünyada Yeni Türkiye Algısı ve Türkiye’nin Ekonomik Arayışlarına İlişkin Saptamalar, ÇTTAD, VII/ 16-17, 2008, Bahar-Güz, s.s. 273-289. 

Gürses, F. (2010). Kemalizm’in Model Ders Kitabı Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Gazi Akademik Bakış, C:4, Sayı: 7, Kış 2010. 

İnan, A. (1997). Tarihe Tanıklık Edenler, İstanbul: Çağdaş Yayınları. 

Kaplan, İ. (1999). Türkiye’ de Milli Eğitim İdeolojisi. İstanbul: İletişim Yayınları. 

Karaosmanoğlu, Y. K. (1963). Atatürk ve Türk Dili, Ankara: TDK Yayınları. 

Korkmaz, Z. (1963). Türk Dilinin Tarihi Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi, Ankara: A.Ü. DTCF Yayınları. 

Köken, N. (2002). Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları ve Tarih Eğitimi 1923-1960, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 
Isparta. 

Ozankaya, Ö. (2000). Mustafa Kemal Atatürk Yurttaş İçin Medeni Bilgiler. İstanbul: Cem Yayınevi. 

Şentürk, A. (2012). Harf İnkılabının Yapılışı ve Uygulanışında Basının Rolü, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Ağustos 2012, sayı:26, s.s. 27-44. 

Uzun, H. (2009). Cumhuriyet Gençliğinin Misyonu Çerçevesinde 1933 Yılı Vagon-Li ve Razgrad Olayları, Modern Türklük Araştırma Dergisi, C:6, S:3, Ankara, Eylül-2009. 

Uzun, H. (2010). Bir Propaganda Aracı olarak Cumhuriyet Halk Fırkası Halk Hatipleri Teşkilâtı, CTAD Yıl 6, Sayı 11 (Bahar 2010), s.s.85-111. 

Üstel, F. (2011). Makbul Vatandaşın Peşinde: II. Meşrutiyetten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İstanbul: İletişim Yayınları. 

Yücel, H. A. (1994). Türkiye’de Orta Öğretim, Ankara: Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Basımevi. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder