15 Ekim 2017 Pazar

Jakob Philipp Fallmerayer’in Tarih Anlayışı


Jakob Philipp Fallmerayer’in Tarih Anlayışı 

Zeynep İNAN ALİYAZICIOĞLU 
Karadeniz Teknik Üniversitesi 

Özet 

J. Ph. Fallmerayer 19. yüzyılda Bavyera’da yaşamış zamanının politik ve kültürel meselelerinde söz sahibi olmuş önemli bir tarihçi, politikacı ve oryantalisttir. Askerlikten politikaya, Doğu seyahatlerinden tarih profesörlüğüne, gazetecilikten sürgüne, renkli bir hayat süren Fallmerayer ortaçağ Bizans tarihi ve Osmanlı siyasi-kültürel tarihi üzerine sayısız eser vermiştir. Fallmerayer bugünü kavramak için geçmişle uğraşmış ancak geçmişin izlerini ortaya çıkarmak için de zamanının önemli gelişmeleriyle ilgilenmiştir. Fallmerayer’e göre geçmişi ve bugünü ortaya çıkarmak karşılıklı olarak birbirini gerektirmektedir. Ona göre bugünün gelişmeleri geçmişteki olayların ortaya çıkmasına yardımcı olduğu gibi geçmişteki olayları bilmek bugünü hakiki surette anlamamızı sağlar. 
Fallmerayer tarihe bu şekilde yani pragmatik bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Tarihi çağlara ve dönemlere ayırırken de ırkları yani halkları temel almıştır. Çalışmalarında halkı, tarihi süreç içinde canlı bir organizma olarak tanımlamıştır. Alman Tarih Okulu, bir halkı bir ulusu ele almak için en uygun modelin, bu halkı ve ulusu, tıpkı Herder gibi, bir organizma olarak görmek olduğunu belirtir. 
Fallmerayer de bu ekolün temsilcisidir. 

Anahtar Kelimeler: Fallmerayer, Alman Tarih Okulu, Tarih Felsefesi 

Giriş 

Fallmerayer’in tarih anlayışını ve yazımını geçmişin olduğu kadar kendi çağının olayları da belirlemiştir. 19. yüzyılın ilk yarısı kültürel akımlar arasında karışıklıkların yaşandığı bir dönemdir. 
18. yüzyıldan itibaren iki önemli akım bu dönemi etkilemiştir. Bunlardan birincisi Aydınlanmadır. Aydınlanma Avrupa’da bilimi ve düşünce yapısını derinlemesine etkisi altına almıştır. İnsan aklını ön plana çıkaran bu anlayış, dönemin politik görüşlerinin büyük bir bölümünü de şekillendirmiştir: Aydınlanma iddiaları Fransız Devriminde politik ve pratik şekilde kullanılmaya başlanmıştır. 
Kurumsal olarak Aydınlanmanın amacı, bütün insanların özgürlüğe kavuşmasını sağlamaktır. Alman gençlerin düşüncelerini de sağlamlaştıran, bu akımla ideolojik ve politik liberalizm daha da güçlenmiştir. Almanya’da 18. yüzyıldan 19. yüzyıla taşınan diğer bir akım ise Alman idealizmidir. Alman idealizmiyle Almanya’da pek çok kurumda yenilenme çabası ortaya çıkarmıştır.1 
Fallmerayer’in düşünce dünyasını tüm bu akımlar ve kültür sahaları etkilemiştir. Böylece Fallmerayer tarihe, siyasete ve kültüre yönelik kendi algılayışı doğrultusunda tanımlamalar ve fikirler geliştirmiştir. Sonuç olarak onun tarih ve politik yazınını çağının dünya sahnesinde gerçekleşen politik olaylar, Doğu’ya yapmış olduğu seyahatler, bu seyahatler esnasında Doğulu ve Avrupalı 
diplomatlarla görüşmeleri, ülkesinin birlik ve bağımsızlık için yaptığı girişimler şekillendirmiştir.2 

Fallmerayer’in Evrensel Tarih Anlayışı ve Tarihi Çağlara Ayırması 

Fallmerayer evrensel tarih anlayışını oluştururken iki öğretmeninden büyük ölçüde etkilenmiştir. Bunlardan ilki Landshutlu tarihçi C. W. Fr. Breyer, diğeri ise Friedrich Ast’dır. Fallmerayer’in Ast’ın “Genel Hatlarıyla Dünya Tarihi” adlı çalışmasına dayanarak geliştirdiği evrensel tarih notlarının temelinde, evrensel tarihin vazifesi olarak yaratılıştan itibaren insan ırkının geçirmiş olduğu 
safhaların bilinmesi gereği yatar. Fallmerayer ders notlarını dünya tarihi, yer küre ve onun ihtilalleriyle başlatmış, dünya üzerinde canlı yaşamının oluşumuyla sürdürmüş, üçüncü kısımda insan ırkının çeşitliliği ve son olarak dördüncü kısımda da papazlar ve küçük, izole edilmiş, teokratik yönetimin hüküm sürdüğü topluluklar ve devletlerden oluşan kurumlar hususunda bilgi aktarmıştır. 

Birinci derste Fallmerayer ihtilal kavramı ile dünyanın oluşum tarihini kastetmiştir.3 Fallmerayer 1822/23’de “Ptolemoların hakimiyeti altında Mısırlıların politik ihtilalleri” (Die politische Revolution Ägyptens unter den Ptolemäern) adlı çalışmasında ilk defa “ihtilal” (Revolution) kelimesini kullanmış ve devamında pek çok çalışmasında bu terime yer vermiştir. Ancak bu kavrama bugünkü anlamıyla yaklaşmak doğru olmaz, çünkü o dönemde bu kavram farklı bir anlam taşımaktadır. Fallmerayer, bu kavramı her türlü tarihi gelişimin gerekli bir süreci olarak yorumlamıştır ve bu şekilde de kullanmıştır.4 Özellikle dünya üzerinde oluşan değişimlerden bahseden Fallmerayer, aynı zamanda dünya ırklarının Asya kökenli olduğunu da bu derslerinde ileri sürmüştür. Bu konuda ilk fikir beyan eden aslında o değildir. Fr. August Schlegel dünya tarihi dersinde aynı görüşü insan ırkının kökeninin Asya’dan çıktığı ancak Afrika’dan da çıkmış olabileceği ihtimali ile dile getirmiştir.5 

Fallmerayer kültürün menşei konusundaki görüşünü ise daha ilk tarih çalışması olan Trabzon tarihi eserinde şöyle dile getirmişti: “Yalnızca kültürün ilkel başlangıçlarının Batı memleketlerine Doğu’dan gelmiş olduğunu ve kültürü Avrupa’ya geçiren kapının Kafkasya’da bulunduğunu iddia etmekle yetineceğiz. ” 6 İlk tarih çalışmalarından itibaren kültür konusuna ehemmiyetle eğilen Fallmerayer için bu, yaşadığı çağın tarih yazımının karakteristik bir özelliğidir. Kant ve Herder’in etkisiyle 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında Almanya’da savaşlar ve hükümdarların faaliyetlerini anlatan geleneksel politik tarih yazımından ahlak, hukuk, sanat ve din tarihlerini içeren bir kültür tarihçiliği gelişmiştir.7 Fallmerayer de bu akımdan etkilenenler arasındadır. O, Doğu’nun sosyo-kültürel tarihini folklor bilimci ve moralist olarak değerlendirmiştir. 

Fallmerayer’in evrensel tarih anlayışı, onun dış politikaya ve Doğu’ya bakışıyla paralellik gösterir. O, dünya tarihini çağlara ayırırken ırkları esas almıştır. Ona göre eskiçağda dünyaya önce Grekler, sonra Romalılar hakim olmuştur. Ortaçağın başlangıcı ile dünya hakimiyeti Germenlerin eline geçmiştir. Yeniçağda ise eğer engel olunmazsa Slavlar yükselen bir güç olarak dünya hakimiyetini ellerine alacaklardır.8 Fallmerayer Fragmanlarda “… çünkü kader birini ilerletir ve diğerini durdurur” diyerek halkların dönem dönem yükselişe geçtiğinin altını çizmiştir.9 Yine politik yazılarında Slavların yani Rusya’nın yükselen gücüne şu şekilde dikkat çekmiştir: 

Her şey çağın işaretini yanıltmıyorsa eğer Avrupa ve Asya’da gelecek Slavlara aittir; bu kıtaların halkları bir hamlede beşinci bir dünya monarşisinin köleleri ve Almanca ve Latince konuşulan özgür ülkeler de yükselen Moskova İmparatorluğu’nun isteksiz eyaleti olacağı belli değildir. Avrupa’da ortak güç vasıtasıyla yabancı hakimiyetin esareti kırıldığından beri bir taraftan halkın kalbinde ana vatan bağımsızlığının aşkı ve gereksinimi çok derin ve çok sabit nüfuz etmişti, ancak diğer taraftan da böyle bir aşamada yabancı metaların adalet ve riayeti için soylularda bilinç güçlenmişti, dünya parçasının gücü, iradesi ve düzeniyle rahatsız etmek için, çok sayıdaki kuşak ortadan kalkmış görünüyor.10 

Fallmerayer’in çağları ırklara göre ayırma eğilimi, Rusya’nın yükselişe geçerek Batı için büyük bir tehdit olacağını savunduğu tezinde kendini açıkça göstermiş tir. Moskova’nın Roma’nın mirasına sahip çıktığı iddiası, Fallmerayer’in tarih felsefesiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır. Fallmerayer’e göre Doğu’da geçmiş ile gelecek arasındaki süreklilik halk ile değil, ancak Ortodoks kilisesiyle 
sağlanmıştır.11 Fallmerayer’in dünya tarihini sistemleştirme girişimi Batı Avrupa tarihyazıcılığında ortaçağdan 19. yüzyıla miras kalan bir geleneğinin tipik bir örneğidir. Hıristiyan tarih anlayışı başı ve sonu bulunan bir çizgisel tarih anlayışı içinde tarihin tamamına bir dünya tarihi ya da evrensel tarih olarak bakmıştır.12 Evrensel tarih dersleri ve çalışmaları da 19. yüzyılda önem kazanmıştır. 

Fallmerayer’in tarihi çağlara ayırırken ırkları temel alması onu ırkçı bir tutum benimsemiş gibi gösterir. Ancak onun ırktan kastı halklardır.13 Zaten o da hemen her fırsatta tarih için iç dinamik olarak halkların önemine vurgu yapmıştır. O, çalışmalarında halklara önem vermiş ve halkı, tarihi süreç içinde anlamlı bir organizma olarak tanımlamıştır. Fallmerayer, “her halk özel, doğuştan gelen, ikna edilemez bir süreçle birlikte dünya üzerinde bir yer tutar” der ve politik açıdan güçlü olmayı ve birlik içinde olunmasını halkın gücü ve büyüklüğüne bağlar. Fallmerayer “politik ve dini birliğin geniş ve güçlü temeli olmaksızın bir milletin iç ve dış siyasette güçlü olmasının mümkün olmadığını” her fırsatta savunmuştur. Bir halkın şekillenmesinde ise o halkın yaşadığı coğrafya ve doğanın önemine inandığını belirten Fallmerayer, tarihini yazdığı halkları daha iyi tanıyıp, anlamak için Doğu’ya seyahat etmiştir.14 Fallmerayer’in savunduğu bu görüş Alman Tarih Okuluna yabancı değildir. Alman Tarih Okulu, bir halkı bir ulusu ele almak için en uygun modelin, bu halkı ve ulusu, tıpkı Herder gibi, bir organizma olarak görmek olduğunu belirtir. Bu hususta önemli bir örnek olan Joseph Görres, her tarihsel ayrıntıda “tarihin organik karakterinin” görülebileceğini belirtir. Halk ya da ulus, kendi organik yapısına uygun belirli bir gelişme içindedir. Ona göre bu gelişmede, organizmayı oluşturan her öğe öbür öğelerle çok yönlü bir karşılıklı etkileşim içindedir. Bu karşılıklı etkileşim içinde ise, organizmanın yaşamasını sağlayan, temel işlevlerini yerine getiren organ olarak devlet karşımıza çıkar. Yani devlet organizmanın üstünde ya da dışında bir yerde değildir; o da organizmanın içindedir.15 

Çalışmamız açısından önemli olan başka bir nokta ise Fallmerayer’in tarih anlayışında Doğu’ya bakışı ve Doğu’nun kronolojisini oluşturmasıdır. Fallmerayer’in Doğu’ya karşı eğiliminde üç önemli etken vardır: Bunlardan ilki teolojik arka plan yani Reformasyon dönemindeki “saf kilise” (reinen Kirche) sorusu. İkincisi Bizans kaynaklı bir etmendir. Hümanizmle birlikte Bizans’a karşı artan ilgi özellikle güney Almanya merkezlidir. Son olarak üçüncüsü ise Viyana kapısında durduruluncaya kadar devamlı Batı’ya doğru ilerleyen Türklerin tarihine karşı artan ilgidir. Osmanlılar yüzyıllarca devam edecek şekilde dünya hakimiyeti üzerinde hak iddia eden bir devlet kurmuştur ve cihan hakimiyeti iddiasını yıkılana kadar devam ettirmiştir. Hatta Avrupa’da insanların kafasında Osmanlı’nın bir devletten daha farklı bir duruşu vardır. Osmanlı, Ortodoks Bizans coğrafyası üzerine kurulmuş ve eski Bizans geleneğinin hakim olduğu coğrafyayı içine almıştır.16 Bu yönüyle Osmanlı Fallmerayer’in dikkatini çekmiş ve o, çalışmalarını özellikle Bizans-Osmanlı coğrafyası üzerinde yoğunlaştırmıştır. Fallmerayer’e göre Doğu’nun önemli tarihi kronolojisi ise şöyledir: 

1. Antik Hellenlerin yok olması; yeni Greklerin gelişimi. 
2. Hıristiyan diyarların fethi; Doğu Hıristiyanlığının gelişimi. 
3. Antik dönemden bu yana imparatorluğun devamı ve politik gelişimi; Başkent Konstantinopolis ile özel bir politik sistemin oluşumu. 
4. Halkların karışımı; Doğu ve Batı arasında güçlü bir Doğu etkisiyle Grek-Slav kültür sahasının oluşumu. 
5. Saldırı ve Osmanlı’nın zaferi; Rusya’nın Doğu politikası. 

Tüm bu aşamalar, Bizans isminin altında çok yönlü bir tarihi birliği kapsamaktadır. Bu aşamaların her biri Fallmerayer’in evrensel tarih anlayışı içindedir. Fallmerayer’e göre “Bosporos’taki vahiyli Kudüs’üyle birlikte Konstantinopolis özgün bir şekilde tamamen dünyanın ilk Hıristiyan şehridir.” Fallmerayer kendi döneminin en mühim meselesi olarak Moskova’nın Bizans Devleti’nin devamı olduğu iddiasını görmüştür. Ona göre bu iddia, Avrupa’nın geleceğini tehdit etmektedir. Moskova’nın bu iddiasına karşılık Fallmerayer, Anadolu Kilise Devleti iddiasını ortaya atmıştır.17 
Bu iddiasını açıklamak için İstanbul’un Türklerin hakimiyetine geçiş sürecini seçmiştir. Fallmerayer bu önemli süreci şöyle yorumlamıştır: 

Tüm Osmanlı monarşi sahası, sadece Bizans olarak kalan yönetimin ve devlet teamülünün birlikleri ve Türk namıyla değil, aynı zamanda Konya Sarayıyla ve Bizans ve Trabzon imparatorluk sarayı yaşamıyla da karşılıklı birbirlerine nüfuz ettiler, hatta öyle ki Türk ve Bizans halkının yaşamı daha fazla birbirinden ayrılamadı. Doğu’nun bu yoğun bir biçimde birbirine karşı büyüyen ülke ve halk kitleleri Bizans imparatorluğuyla yok olmadı, onun yıldızı solmadı, devlet iddiası geçerliliğini yitirmedi. 

Bu Bizans Devleti iddiası, Fallmerayer için imgesel bir varlık anlamına gelmiyordu, aksine tarihi oluşumda politik bir birlik anlamındaydı. Bizans sahası üzerinde Osmanlı hakimiyeti inşasının ortaya çıkması Fallmerayer’i Bizans’ın sadece dışarıdan başına gelen bir yıkım olarak değil aynı zamanda imparatorluğun içeriden yeniden kendini toparlaması olarak yorumlamasına neden olmuştur. 1453’ü Fallmerayer sadece İstanbul’da hanedan değişimi olarak yorumlamıştır. Fallmerayer bu tarihi kadercilikte tam anlamıyla bir doğa kanunu görmüştür.18 

Döneminin diğer oryantalist çalışmalarıyla karşılaştırıldığında, Fallmerayer’in tarih çalışmalarının önemi ve tarih alanına yaptığı hizmet, Almanya’da ilk defa Yakın Doğu’nun orta ve yeniçağını ciddiyetle çalışmasından kaynaklanmaktadır. Fallmerayer, eserlerinde tüm Avrupa’nın politik ve tinsel gelişimi için Doğu tarihinin can alıcı önemini anlamıştır. O, dünya tarihi ekseninde Doğu’ya 
bakmış ve onu yeniden inşa etmiştir. 19. yüzyılda Avrupa biliminde yaşanan gelişmeler Bizans’ın devlet yönetiminde ve kültürel sahada gösterdiği başarıyı Avrupa’nın görmesini ve Bizans kültürünü kavramasını sağlamıştır. İşte bu noktada Fallmerayer Bizans sorununu derinlemesine ele alan ilk alimlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Fallmerayer’in çalışmalarının önemini artıran diğer bir husus ise geniş dil bilgisi yetisi sayesinde eserlerinin dayandığı çeşitli kaynakları derinlemesine çalışmasıdır.19 

Tarih Felsefesi 

Fallmerayer bugünü kavramak için geçmişle uğraşmıştır, ancak geçmişin izlerini ortaya çıkarmak için de zamanının önemli gelişmeleriyle uğraşmıştır. Fallmerayer’e göre geçmişi ve bugünü ortaya çıkarmak karşılıklı olarak birbirini gerektirir. Bugünün gelişmeleri geçmişteki olayların ortaya çıkmasına yardımcı olur. Geçmişteki olayları bilmek ise bugünü, hakiki surette anlamamızı sağlar.20 
Fallmerayer tarihe bu şekilde yaklaşmıştır. Hatta bu görüşünü mesleki yaşantısının ilk dönemlerinden itibaren savunmuştur. Landshut’ta dünya tarihi dersinde, tarih biliminin ne anlama geldiği sorusuna “geçmiş zamanın biçimi”, “gerçekliğin ışığı” ve “yaşamın öğretmeni” olarak karşılık vermiştir. Fallmerayer “… geçmişte yaşayan halkların kaderinin incelenmesi, gelecek için bize yol gösterir” demiştir. Bu cevaptan da anlaşılacağı gibi o tarihi bilginin pratikte kullanımı üzerine durmuştur, yani tarihe pragmatik bir bakış açısıyla yaklaşmıştır.21 

Fallmerayer’in çalışmalarında sıklıkla gerçekliğe olan düşkünlüğünü ve objektif olma çabasını da dile getirmiştir. Geçmişi bilen bir bilim adamı olarak Fallmerayer gelecek için, geçmişi gerektiği şekilde değerlendirip hüküm verilmesi gerektiğini iddia etmiştir. O, tarihçinin görevini açıkçası bir yargıçlık makamı gibi görmüş ve sıklıkla “toplumlar nasıl ise onları öyle göstermeye” (die Menschen zu zeigen, wie sie sind) çalıştığını, yani objektif olduğunu söylemiştir.22 Hatta bu görüşünü ilk eseri Trabzon tarihinin önsözünde tarihi tüm gerçekliği ve çıplaklığıyla sergilerken “kimse bize tarihten bir roman” 
yaptığımızı söylemesin şeklinde sert bir şekilde ifade etmiştir.23 Fallmerayer’in bu cesur tutumu tarih ve politika yazılarında sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Fallmerayer’in çağdaşı ve yakın arkadaşı Georg Martin Thomas’ın Fallmerayer’in objektif olmasını, tarihçi ve politikacı yönüne vurgu yaparak şu şekilde açıklamıştır: “Fallmerayer bugünü, nasıl ise öyle algılar; geçmişi, nasıl olmuşsa öyle şekillendirir; geleceğe ise nasıl olması gerekiyorsa öyle bir anlam verir.” Thomas’a göre Fallmerayer’in dikkate değer etkisi onun büyük tarihçiliğinde ve politikacı kişiliğinde yatar. Böylece Fallmerayer, “geçmişin güvenilir ve doğrucu bir şahidi, bugünün gözü pek ve belagat sanatını iyi bilen bir betimleyicisi, geleceğin zeki ve dürüst bir öğütçüsüdür. 15. yüzyılın bir Venediklisi ve 19. yüzyılın bir Britanyalısı gibi Fallmerayer, büyük milletlerin ve cihana hakim olmuş devletlerin tarihçisi ve politikacısıdır.”24 

Tarih filozofu Ranke 1830’larda “tarihe, geçmişi yargılamak, gelecek çağların yararı için bugüne yol göstermek görevi verilmiştir” tanımına karşılık, “tarihin öyle yüce görevlere talip olamayacağını” belirtir. Tarihçinin görevinin tarihten ahlak dersi çıkarmak olmadığını, tarihi “aslında nasıl oldu” (Wie es eigentlich gewesen) ise öyle yazılması gerektiği şeklinde izah etmiş, bu iddiası da Alman, İngiliz ve Fransız tarihçiler tarafından destek görmüştür.25 Fallmerayer’in tarihe yaklaşımı Ranke’nin tarihe yüklediği anlama uymuşsa da temelde ikisi arasında önemli bir ayrım vardır: Yukarıda belirtildiği gibi Fallmerayer tarihe pragmatik yani öğretici bir yaklaşımla bakar. Kuşkusuz böyle bir yaklaşım onu objektiflikten uzaklaştırır. Çünkü o, Alman halkının duymak ve hissetmek istediği şekilde yazmıştır. 

18. yüzyıl çağdaş tarihçiliğinin temelleri atılmaya başlandığında Romalıların Büyüklüğünün, Yükselişinin ve Çöküşünün Nedenleri Üstüne Düşüncüler adlı eserinde Montesquieu “Her krallığı yükselten, sürdüren ya da yıkan manevi ya da maddi genel nedenler vardır” ve “ bütün olanlar bu nedenlerdir” demiştir. Birkaç yıl sonra Montesquieu Yasaların Ruhu adlı kitabında bu fikrini 
geliştirmiş ve genelleştirmiştir. Montesquieu’dan sonraki 19. ve 20. yüzyıl boyunca, tarihçiler ve tarih filozofları tarihi olayların nedenlerini ve bunları yöneten yasaları bularak insanlığın geçmiş deneyimlerini düzenlemekle uğraşma konusunda onun fikirlerinin etkisinde kalmışlardır.26 Fallmerayer de 19. yüzyılın tarih felsefesine uygun olarak tarih anlayışını şu şekilde ifade etmiştir: 
“Her kim tarih tezini, felsefi iddialarla desteklemez ve insanoğlu tininin değişmez yasalarından kendi sonuçlarını çıkarmaz ise o kişi ilmi bir istikrar ve canlılık yakalayamaz.” Fallmerayer bu görüşünü ortaya attığı dönemde tarih felsefesi Alman idealizmi ve pozitivizm akımları arasında en yüksek noktaya ulaşmıştır. Alman idealizminin kurucularından Fichte “özel tarih bilgisi peşindeki tarihçi olsa 
olsa bir ‘annalist’, bir aktarıcı ve bir olay toplayıcısıdır” demiştir. Onun için temelde ilk eserinden itibaren değişmeyen şey doğa kanunlarının acımasızlığıyla tarihsel kanunlardır. Fallmerayer de Mora tarihinin ikinci cildinde tarihi olaylar silsilesinin güçlü nedenselliğini bir kez daha göstermiştir. O, bu nedenselliği doğanın gidişatıyla karşılaştırmış ve tarihi çiçek açma, olgunlaşma ve solma olarak örneklendirmiştir.27 Bu durum, dil ve üslup özelliklerine baktığımızda Fallmerayer’in doğa olaylarına ve çevreye dair verdiği ayrıntılı malumatların nedenini açıklar. Onun doğaya bu kadar önem vermesi diğer taraftan onu, Mart öncesi (Vorm.rz) tarih anlayışının gerçekçiliğinden uzaklaştırır ve Romantik akımın etkilerine sürükler.28 Bir tarihçi olarak onun ayırıcı özelliği tarihi kanunların gücünün varlığına ve bunların değiştirilemezliğine inanmasıdır. İdealist dürtülerle natüralist görüşleri birleştiren 

Fallmerayer’e göre doğa kanunlarının geçerliliği tarihi kanunlarla belirlenebilir. Ona göre tarihsel gerçeklerin arkasında ya da tarihi güçlerde önemli fikirler kendilerini göstermişlerdir.29 Fallmerayer tarih kanunları ile doğa yasaları arasında sıkı bir bağlantı olduğuna inanmıştır. Tarihi gelişmenin kanunları onun için doğanın etkisi altındadır. O, Mora tarihinde “Doğanın bu kanunları sonsuzdur; tüm insanlık onlara tabiidir”30 demiştir. Fallmerayer tarihte yasallık ve nedensellik olduğuna inanırken Herder tarihini, betimleyici ve yorumlayıcı bir uğraş alanı olarak görmüştür.31 

1839’larda Fallmerayer “Aşağı Tuna Diyarlarına Bakış” adlı makale serisinde dünya tarihinin anlaşılması ve kavranması için tarihe bir süreç olarak yaklaşılması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre bu süreç yüksek bir yoruma dayanmıştır. Ve tarihsel sürecin meselesi, karşı güçlerin mücadelesidir. Tarih, süreçtir demekle Fallmerayer öncelikle daima görünüşte derin meşruiyetlere dayanan ilişkinin değişimine vurgu yapmıştır.32 Fallmerayer, tarihi, diyalektik bir süreçte insanlığın özgürleşmesi ve medenileşmesini ortaya çıkaran dünyevi ve ulvi otorite arasındaki değişmez bir mücadele olarak görmüştür.33 Ona göre tarih güçlülerin zayıflara karşı giriştiği mücadelenin doğal yasaları altında gelişmiştir. Belirtmek gerekir ki bu konu üzerine duran ilk kişi Fallmerayer değildir.34 Rousseau için insan, tabiatı gereği özgürdür. Fallmerayer için ise tam tersidir. Locke’dan Kant ve Schiller’e kadar büyük aydınlanmacılar gibi Fallmerayer’e göre de özgürlük, gelişen bir sürecin ilk sonucudur.35 Bu 
süreç ise zıtlıkların mücadelesidir. Fallmerayer Doğu ve Batı dünyası olarak ayırdığı evrenin sürekli bir mücadele içinde olduğunu eserlerinde ve politik yazılarında pek çok defa vurgulamıştır. 

Fallmerayer tarih felsefesinde zıtlıklar arasındaki mücadeleyi kurduğu gibi dünyayı da iki kutba ayırmış, bu iki kutbun mücadelesi olarak görmüştür. Ona göre dünyanın ayrımı Batı’da Roma, Doğu’da Bizans merkezlidir. Batı Avrupa’yı Katolik-Protestan Hıristiyanlık temsil ederken, Doğu’yu Ortodoksluk temsil etmiştir. Bu noktada Fallmerayer iki ayrı kültür sahasından bahsetmektedir: 
Roma-Germen Batısı ve Grek-Slav Doğusu. Ona göre Batı kültürünün karakteristik özelliği ilerleme iken, Doğu kültürü yerinde sayan durağan bir yapıya sahiptir.36 Fallmerayer bu iddiasıyla Yunanistan’ı doğal olarak da beraberinde Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak görmez, aynı şekilde Huntington da medeniyetler ayrımında Yunanistan’ı ve Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak düşünmez. 

Aslında tarihi gelişimi zıtlıkların mücadelesi olarak gören ilk kişi Fallmerayer değildir. Herbert Spencer, evreni “bütünleşme” ve “farklılaşma” arasında “belirsiz, dağınık bir homojenlikten belirli bir hetorejenliğe” doğru bir hareket içinde görür. Hegel ise insanlık tarihini bir birlik formundan birliksizlik evresine geçen ve daha yüksek düzeyde yeniden bütünleşen dairesel bir gelişim olarak ele alır. Saint-Simon uygarlıklar tarihini birbirini izleyen “organik” ve “kritik” dönemler dizisi olarak görür. MÖ 5. yüzyılda yaşamış Empedokles dünya üzerinde ampirik olarak gördüğümüz değişikliklerin sebebini, birbirini tamamlayan ve aynı zamanda birbirinin antitezi olan iki gücün med ve cezirine bağlar, ona göre “zıtlar olmadan ilerleme de olmaz.”37 

Sonuç 

Fallmerayer’in tarih anlayışı, 19. yüzyıl entelektüel yaşantısında onun duruşunu açık bir şekilde gösterir. Buraya kadar bahsettiğimiz şekliyle onun tarih anlayışının özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Fallmerayer’in yorumlarındaki cesaretinden dolayı tarih anlayışında açık bir şekilde Alman idealizminin özelliklerini görebiliyoruz. Alman idealizmi ona mutlak bir etki vermiştir. Onun tarih anlayışı zaman zaman tutarsızlık ve çelişkiler gösterir. Yani tarih anlayışının özü değişmez mutlak değildir. Bu değişkenliğin sebebini Seidler, Fallmerayer’in pek çok fikir hareketinden etkilenmesine bağlamıştır. Aydınlanmadan Liberalizme, İdealizmden Realizme hatta Muhafazakârlığa pek çok fikir akımı Fallmerayer’in fikir dünyasını etkilemiştir.38 

Bir tarihçi olarak Fallmerayer’in kendisinden önce gelenlerden, çağının fikir akımlarından ve önemli isimlerinden etkilendiğini belirtmiştik. Aynı zamanda Fallmerayer de kendisinden sonrakileri, tarih felsefesi açısından etkilemiştir. Örneğin, onun tarih teorisine göre insanoğlunun tüm gelişimi devlet, kilise ve insanlığın özgürlüğü arasında devam eden ihtilaftan oluşur. Bu görüş Jacob Burckhardt (1818-1897) tarafından kilise, devlet ve kültür biçiminde tekrar edilmiştir. Jan Huizinga (1872-1945), Karl Jaspers (1883-1969) ve Karl Löwith (1897-1973) tarih felsefesi üzerine çalışmalarında insanlığın kendi özgür iradesi ile karar verebilmesi için karşıt kuvvetler olarak devlet ve kilisenin tam da açık olarak belirlenmediği düşüncesini tekrar etmişlerdir. Fallmerayer’e göre halklar sadece dışarıdan güç kullanılarak değil aynı zamanda iç canlılığın sona ermesi nedeniyle de yok olmuşlardır. Bu düşünce ilk olarak Oswald Spengler tarafından kabul edilmiştir. Ancak Spengler bu düşünceyi sadece biyolojik bir süreç olarak ele almamıştır.39 Spengler’in aksine Fallmerayer iç canlılığın yok olmasının nedenini sadece biyolojik bir gelişimde görmemiştir aynı zamanda daha çok yanlış kararların toplamının sonucu olarak da görmüştür. Geleneksel ve politik değerlerin halkın kabiliyetsizliği yüzünden yok olduğuna inanmıştır. 

Fallmerayer’e göre halkların kaderi bu şekilde kendiliğinden oluşmuştur ve 
kabiliyetsiz olanlar ölmese de tarihin karanlıklarına gömülmüşlerdir. 

Fallmerayer’e göre bu durumun en önemli örneği Büyük İskender’in düşüşünden sonra Yunanistan’ın durumudur. O eski canlılığı yakalamak ve yeniden o parlak döneme geri dönmek için yapılan tüm girişimler beyhudedir. Fallmerayer antik dönem Grekleri ile modern Yunanların akraba olmadığını bu zemin üzerine 
oturtmuştur.40 

DİPNOTLAR;


1 Herbert Seidler, Jakob Philipp Fallmerayers geistige Entwicklung: Ein Beitrag zur deutschen Geistgeschichte des 19. Jahrhunderts, München: Verlag der Bayerischen Akademie der Wissenschaften, 1947, s. 8; Eric Hobsbawm, Devrim Çağı, 1789-1848, (Çev. Bahadır Sina Şener), Ankara, Dost Kitabevi yay., 2001, s. 30. 
2 Franz Dölger, “Die Byzantinisten der Akademie Jacob Philipp Fallmerayer, Karl Krumbacher, August Heisenberg”, Geist und Gestalt: Biographische Beiträge zur Geschichte der bayerischen Akademie der Wissenschaften vornehmlich im zweiten Jahrhundert ihres Bestehens, Erster Band: Geisteswissenschaften, München: C. H. Beck’sche Verlagsbuchhandlung, s. 140. 
3 Arnulf Kollautz, “Fallmerayers Antrittsvorlesung über Universalgeschichte, gehalten zu Landshut am 20. November 1826. 
   Einleitung und Edition”, Der Schlern, Zeitschrift für Südtiroler Landeskunde, 52/3, (1978), s. 124. 
4 Paul Marsoner, “Jakob Philipp Fallmerayer und das andere Tirol: Zu seinem 120. Todestag„, Der Schlern, Monatszeitschrift für Südtiroler Landeskunde, 55, (1981), s. 261. 
5 Arnulf Kollautz, “Fallmerayers historisches und publizistisches Werk in Zustimmung, Wiederspruch und Wirkung auf Zeitgenossen und Nachwelt„, Der Schlern, Monatszeitschrift für Südtiroler Landeskunde, 64 (1990), s. 437. 
6 Jakob Philipp Fallmerayer, Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt, München: Verlag von Anton Weber, 1827, s. 2. 
7 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, İstanbul: Notos yay., 2012, s. 99, 100. 
8 Paul Speck “Schlecht geordnete Gedanken zum Philhellenismus”, Der Philhellenismus in der westeuropäischen Literatur 1780-1830, Ed. Alfred Noe, Amsterdam, Atlanta: Radopi, 1994, s. 4. 
9 Jakob Philipp Fallmerayer, Fragmente aus dem Orient, Zweiter Band, Stuttgart, Tübingen: J. G. Cotta’scher Verlag, 1845, s. 262. 
10 Fallmerayer, Gesammelte Werke, Zweiter Band: Politische und culturhistorische Aufsätze, Leipzig: Verlag von Wilhelm Engelmann, 1861, s. 3. 
11 Eugen Thurner, “Der deutsche Philhellenismus und Jakob Philipp Fallmerayer”, Wort und Geschichte, Innsbruck 1990, s. 267. 
12 Özlem, a.g.e., s. 36. 
13 19. yüzyılda devletler tarihi yazımı açısından oldukça önemlidir. Yani her devleti, sürekli gelişsen güçlerin bir bütünü olarak ve tek başına ele alan devletler tarihi. Bu nedenler tarihçiler için bu çağda halkın (Volk) tarihi önemli bir yer tutuyordu. Ernst Breisach, Tarihyazımı, (Çev. Hülya Kocaoluk), İstanbul: YKY (2009), s. 283. 
14 Seidler, a.g.e., s. 73. 
15 Özlem, a.g.e., s. 148, 149 
16 Armin Hohlweg, “Jakob Philipp Fallmerayer und seine geistige Umwelt”, Jakob Philipp Fallmerayer: Wissenschaftler, Politiker, Schriftsteller, Ed. E. Thurner Innsbruck;  Universitätsverlag, 1993, s. 48. 
17 Hans Otto Eberl, Jakob Ph. Fallmerayers Schriften in ihrer Bedeutung für die historische Erkenntnis des graeko-slavischen Kulturkreises, Berlin: R. Steinbach, 1930,  s. 38. 
18 Eberl, a.g.e., s. 39, 40. 
19 Emil Mika, Jakob Phillip Fallmerayer: Byzanz und das Abendland, Ausgewählte Schriften, Wien, 1943, s. 20, 21. 
20 Brigitta Stachel, Aufbau und Stilmittel in Jakob Philipp Fallmerayers “Fragmente aus dem Orient” ein Beitrag zur Literatur des Restaurationszeit, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 1971, Universität Wien, s. 83, 84. 
21 Klaus Steinmair, Jakob Philipp Fallmerayer “Historische Kunst”, Geschichtswerke als literarische Kunstwerk, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Universität Wien, 1976, s. 26. 
22 Steinmair, a.g.t., s. 45. 
23 Fallmerayer, Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt, s. xi. 
24 Jakob Philipp Fallmerayer, Gesammelte Werke, Erster Band: Neue Fragmente aus dem Orient, Leipzig: Verlag von Wilhelm Engelmann, 1861, s. xxxiv. (G. M. Thomas’ın önsözünden) 
25 Mark T. Gilderhus, Tarih ve Tarihçiler, Tarih Yazıcılığına Giriş, (Çev. E. S. Özcan), Ankara: Birleşik yay., 2011, s. 64; Richard J. Evans, Tarihin Savunusu, (Çev. Uygur Kocabaşoğlu), Ankara: İmge Kitabevi, 1999, s. 24. 
26 Edward Hallett Carr, Tarih Nedir? (Ocak-Mart 1961’de Cambridge Üniversitesinde Verilmiş George Macaulay Trevelyan Konferansları, Richard J. Evans’ın  Giriş Yazısı, R. W. Davies’in, E. H. Carr’ın İkinci Baskı Notları Hakkında ki Sonsözüyle), (Çev. M. G. Gürtürk), İstanbul: İletişim yay., 2011, s. 146. 
27 Seidler, a.g.e., s. 67; Özlem, a.g.e., s. 112. 
28 Seidler, a.g.e., s. 73, 74. 
29 Seidler, a.g.e., s. 123, 124. 
30 Jakob Philipp Fallmerayer, Geschichte der Halbinsel Morea während des Mittelalters; Ein historischer Versuch, Erster Theil, Stuttgart und Tübingen: 1830, s. 75, 76. 
31 Özlem, a.g.e., s. 82. 
32 Seidler, a.g.e., s. 68. 
33 Marsoner, a.g.m., s. 262. 
34 Hohlweg, a.g.m., s. 56. 
35 Marsoner, a.g.m., s. 263. 
36 Gustav Auernheimer, “Fallmerayer, Huntington und die Diskussion um die neugriechische Identität”, Südosteuropa: Zeitschrift für Gegenwartsforschung, 47/1-2, (1998), s. 4. 
37 Arnold Toynbee, Tarih Bilinci, İstanbul: Bateş yay., 1978, s. 95. 
38 Seidler, a.g.e., s. 123. 
39 Eugen Thurner, „Jakob Philipp Fallmerayer in seiner und in unserer Zeit“, Jakob Philipp Fallmerayer, Wissenschaftler, Politiker, Schriftsteller, Ed. E. Thurner, Innsbruck: Universitätverlag Wagner, 1993, s. 15. 
40 Thurner, „userer Zeit”, s. 11, 12. 


Kaynakça 

Auernheimer, Gustav (1998), “Fallmerayer, Huntington und die Diskussion um die neugriechische Identität”, Südosteuropa: Zeitschrift für Gegenwartsforschung, 47/1-2, 1-17. 

Breisach, Ernst (2009), Tarihyazımı, (Çev. Hülya Kocaoluk), İstanbul: YKY. 

Carr, Edward Hallett (2011), Tarih Nedir? (Ocak-Mart 1961’de Cambridge Üniversitesinde Verilmiş 
George Macaulay Trevelyan Konferansları, Richard J. Evans’ın Giriş Yazısı, R. W. Davies’in, E. H. Carr’ın İkinci Baskı Notları Hakkındaki Sonsözüyle), (Çev. M. G. Gürtürk), İstanbul: İletişim yay. 

Dölger, Franz (1959), “Die Byzantinisten der Akademie Jacob Philipp Fallmerayer, Karl Krumbacher, August Heisenberg”, Geist und Gestalt: Biographische Beiträge zur Geschichte der bayerischen Akademie der Wissenschaften vornehmlich im zweiten Jahrhundert ihres Bestehens, Erster Band: Geisteswissenschaften, München: C. H. Beck’sche Verlagsbuchhandlung, 140-157. 

Eberl, Hans Otto (1930), Jakob Ph. Fallmerayers Schriften in ihrer Bedeutung für die historische Erkenntnis des graeko-slavischen Kulturkreises, Berlin: R. Steinbach. 

Fallmerayer, Jakob Philipp (1827), Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt, München: Verlag von Anton Weber. 

_ (1830), Geschichte der Halbinsel Morea während des Mittelalters; Ein historischer Versuch, Erster Theil, Stuttgart und Tübingen: J. G. Cotta’scher Verlag. 

_ (1845), Fragmente aus dem Orient, Zweiter Band, Stuttgart, Tübingen: J. G. Cotta’scher Verlag. 

_ (1861), Gesammelte Werke, Erster Band: Neue Fragmente aus dem Orient, Leipzig: Verlag von Wilhelm Engelmann. 
_ (1861), Gesammelte Werke, Zweiter Band: Politische und culturhistorische Aufsätze, Leipzig: Verlag von Wilhelm Engelmann. 

Gilderhus, Mark T. (2011), Tarih ve Tarihçiler, Tarih Yazıcılığına Giriş, (Çev. E. S. Özcan), Ankara: Birleşik yay. 

Hobsbawm, Eric (2001), Devrim Çağı, 1789-1848, (Çev. Bahadır Sina Şener), Ankara, Dost Kitabevi yay. 

Hohlweg, Armin (1993), “Jakob Philipp Fallmerayer und seine geistige Umwelt”, Jakob Philipp Fallmerayer: Wissenschaftler, Politiker, Schriftsteller, (Ed. E. Thurner), Innsbruck; Universitätsverlag, 47-74. 

Kollautz, Arnulft (1978), “Fallmerayers Antrittsvorlesung über Universalgeschichte, gehalten zu Landshut am 20. November 1826. Einleitung und Edition„, Der Schlern, Monatszeitschrift für Südtiroler Landeskunde, 52 (3), 123-139. 
_ (1990),“Fallmerayers historisches und publizistisches Werk in Zustimmung, 
Wiederspruch und Wirkung auf Zeitgenossen und Nachwelt„, Der Schlern, 
Monatszeitschrift für Südtiroler Landeskunde, 64, 429-445. 

Marsoner, Paul (1981), “Jakob Philipp Fallmerayer und das andere Tirol: Zu seinem 120. Todestag„, Der Schlern, Monatszeitschrift für Südtiroler Landeskunde, 55, 259-266. 

Özlem, Doğan (2012), Tarih Felsefesi, İstanbul: Notos yay. 

Stachel, Brigitta (1971), Aufbau und Stilmittel in Jakob Philipp Fallmerayers “Fragmente aus dem Orient” ein Beitrag zur Literatur des Restaurationszeit, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Universität Wien. 

Steinmair, Klaus (1976), Jakob Philipp Fallmerayer “Historische Kunst”, Geschichtswerke als literarische Kunstwerk, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Universität Wien. 

Seidler, Herbert (1947), Jakob Philipp Fallmerayers geistige Entwicklung: Ein Beitrag zur deutschen Geistgeschichte des 19. Jahrhunderts, München: Verlag der Bayerischen Akademie der Wissenschaften. 

Speck, Paul (1994), “Schlecht geordnete Gedanken zum Philhellenismus”, Der Philhellenismus in der westeuropäischen Literatur 1780-1830, (Ed. Alfred Noe), Amsterdam, Atlanta: Radopi, 1-16. 

Thurner, Eugen (1990), “Der deutsche Philhellenismus und Jakob Philipp Fallmerayer”, Wort und Geschichte, Innsbruck: Schlern-Schriften, 255-280. _ (1993), “Jakob Philipp Fallmerayer in seiner und in unserer Zeit„,Jakob Philipp 
Fallmerayer, Wissenschaftler, Politiker, Schriftsteller, (Ed. E. Thurner), Innsbruck: Universitätverlag Wagner, 9-18. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder