Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 3
Yurt Bilgisi eğitimi, tarih dersleri ile birlikte birbirlerini tamamlayıcı niteliklerini ve milli kimliğin topluma aktarılmasındaki kilit rolünü yansıtmaktadır. Ulus devlet şemsiyesi altında iktisadi işlevin yanı sıra, milli eğitim, geleceğin vatandaşlarını medenileştirmeyi, millet ve vatanperverlik bilinciyle donatmayı ve yurt çapında kültürel bir türdeşlik yaratmayı da hedeflemektedir. Genç cumhuriyetin
uygarlaşma projesi çerçevesinde eğitim yeni toplumsal, siyasal değerlerin hem geleceğin vatandaşları çocuklara hem de imkânlar dâhilinde yetişkinlere aktarılmasına aracılık etmektedir.
Jean Leca’ya göre, 1930’lu yıllar, devlet eksenli militan bir yurttaşlık anlayışının okul aracılığıyla yaygınlaştırılması hedefine hız verildiği bir dönemdir (Üstel, 2011, s. 136).
Darüşşafaka Müdürü Ali Kami’ye göre, Yurt Bilgisi dersinin amacı, devlet, millet ve aile tesanütüne dayanan sağlam bir ahlakiyat hissi tevhit etmek ve genç talebede devlet, yurt, millet, milliyet hakkında esaslı bir bilgi oluşturmaktır. Yani, çocuğa en geniş mana ile yurdu ve milletini sevdirmektir (Üstel, 2011, s. 135).
Cumhuriyet döneminde, siyasal kültürü en iyi yansıtan musahabat-ı ahlakiye ve malumat-ı vataniye dersleri, cumhuriyet değerlerini aktarmaya başlamıştır. Bu derslerin amacı, gençlere Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olmak sıfatıyla malik oldukları hak ve vazifeleri tanıtmak, bütün hareketlerinde hâkim olması lazım gelen ahlak esaslarını telkin etmektir. Millî mücadele öncesinde var olan ve Cumhuriyetin ilanından sonra da yeni kurulan devlette devam etmesine izin verilen siyasi ve sosyal nitelikli tek kuruluş, Türkçülerin derneği Türk Ocaklarıdır. Türk Ocakları daha Cumhuriyetin ilânından önce merkezini Ankara’ya taşıdı ve Anadolu’nun çeşitli yerlerin de teşkilatlanmaya başladı. Cumhuriyetten sonrada aynı hızla teşkilatlanmayı devam ettiren Türk Ocakları, hemen her il merkezi ile birçok ilçede şubeler açarak, o yıllarda henüz tam bir teşkilatlanmaya gidemeyen CHP’ye göre daha yaygın ve köklü teşkilatlanmayı temsil etmişlerdir.1923
den sonra daha çok kültürel faaliyetlere ağırlık veren Türk Ocağı en faal dönemini burada yaşadı.
Türk milliyetçiliği Osmanlı devletinin yıkılmasını önleyemedi. Ancak Türk milliyetçiği şuuruyla hareket eden asker-sivil ve aydın kadrolar Anadolu’daki Millî devletin kurulmasında en etkin unsurlardan biri olmuşlardır. Cumhuriyet Türkiye’sinin temel ideolojisini meydana getiren birçok hususlar Türkçülerin, önceden ele alıp tartıştığı meselelerdir. Yeni kurulan Türk devletini çağdaş
ilkeler üzerine bina etmek için de Atatürk’ün etrafında toplanan Türk milliyetçileri, Cumhuriyetinin siyasi yönünü de iyi değerlendirerek ülke gerçeklerine uygun bir milliyetçilik anlayışı benimsediler.
Her biri devletin kültürel ve politik yapılanmasında önemli görevlerde bulundular. Cumhuriyet iktidarı, saf kültürel bir hareket olarak kaldığı müddetçe Türkçülüğe bir itirazda bulunmadığı gibi, hatta yeniden yapılanmada halka verilebilecek bir ideoloji olarak teşvik edildi. Cumhuriyetin ilk yirmi yılında bu teşvikler ve teşebbüsler doruk noktaya ulaştı. Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü
gibi Osmanlı döneminin tanınmış Türkçü aydınları, Cumhuriyet döneminde de yeni Türk devletinin de ideolojik yapılanmasına ve millî tarih alanında yapılan çalışmalara fikirleri ve hareketleriyle üst seviyede katıldılar.
Ahmed Ağaoğlu, “bize diyorlar ki; mademki bütün millet, bütün devlet Türkçü oldu mademki mefkûreniz tahakkuk etmiştir, artık Türk Ocaklarına ne lüzum vardır? Ağaoğlu bu soruya şöyle cevap veriyor: “Türkçülük cereyanında da her yeni cereyanda olduğu gibi iki devrin yekdiğerini takip etmesi tabiîdir. Şimdiye kadar bu cereyan henüz birinci devrinde kalmıştır ki, zemin hazırlamak,
çalılıkları kaldırıp bir saban geçirmekten ibarettir...Şimdiye kadar bizim bugün yaptığımız, Türk varlığını ispat etmekten ibarettir....Türklüğü kabul ettirmekle kifayet etmez. Birde Türklüğü teşkil eden avamil ve müessirâtın neden ibaret olduğunu tespit ve onların inkişafını temin etmek lâzımdır...Türk lisanından, edebiyatından bediiyatından, hukukundan, iktisadiyatından ,dininden,
tarihinden, ilh....dan dan ibarettir. Bugün bu saha meçhul halde kalmaktadır. Henüz onlara temas etmeğe başladık. İşte Efendiler! Türk Ocağının ikinci devrî faaliyetlerinin mevzuları! (Köken, 2002, s. 71)”
1927 yılında Türk ocağı amaç ve programında yaptığı bir değişiklikle çalışma alanlarını sadece Türkiye ile sınırladı. Turancılık düşüncesi Türkiye Türklerinin Türkçülüğüne dönüştü. Ocak, bundan sonra da Türkiye Cumhuriyetinin temel unsurlarıyla uyum içerisinde devlet destekli faaliyetlerine devam etti. Batı medeniyetini örnek edinmiş Türk Ocaklarının, Cumhuriyet devrinde aynı gaye ile yapılan yenilikleri benimseyip savunması gayet tabiî idi. Yusuf Akçura ve onunla birlikte Fuad Köprülü Türkiye dışındaki Türklük sahalarına ve İslâmlık öncesi Türk tarihine yaptıkları vurgularla, hem modern milliyetçiliğin müessisi olarak, hem de; Türk Tarih Tezine yaptıkları katkılarından dolayı Türk millî kimliğini ortaya çıkarmak için kurulan kurumlarda görev almışlar ve eserlerini bu gayeyi tahakkuk ettirmek için kullanmışlardır. 1917 de Rusya’daki ihtilalden sonra “Pantürkist” eğilimlerden vazgeçen Yusuf Akçura, Ankara Hukuk Fakültesinde tarih dersleri vermek suretiyle milliyetçi tarih çalışmalarına eğitim yoluyla da katkıda bulunmuştur.
Millî tarih tezini hazırlama çalışmalarına aktif olarak iştirak eden Akçura, 1931 de Türk Tarih Heyetinin Kuruluşu, bir yıl sonrada Türk Tarih Kongresindeki başkanlığı ile Atatürk’ün yanında yer almıştır. Batılı tarihçiler ve Oryantalistler ile tarihî konuları tartışacak ölçüde ilk Türk tarihçisi olarak görülen Fuad Köprülü de Türk Tarih Encümenin, Belleteni hazırlayan komisyonun, Halkevleri merkez organı “Ülkü” mecmuasının başında;1931 de dört ciltlik lise kitaplarının yazımında görev almıştır. Ankara da “İttihad ve Terakki Partisi’nin bir mensubu olduğu için önceleri pek sıcak karşılanmayan Ziya Gökalp, daha sonra 1923 de Meclise Diyarbakır milletvekili olarak katılmış ve meclisin eğitim komisyonun da yer almıştır. Ayrıca okullar için ders kitabı hazırlamayı da kabul eden Gökalp’ın, “Türk Medeniyet Tarihi’ni” 1924’de Liseler için hazırladığı bilinmektedir. 1928-1929 yıllarında devlet çeşitli kültürel ve sosyal kurumları
tek bir çatı altında veya şubeleri haline getirmek istedi. 10 Mayıs 1931 tarihinde toplanan Cumhuriyet Halk Partisinin kongresinde memleketin belli başlı derneklerinin faaliyet sahasından çekilip Halk partisine devredilmesi kararı alınınca Türk Ocağı da halk partisinin bünyesine alındı. Türk Ocağının
bu karardan istisna edilmesi için Ocak ileri gelenlerden Hamdullah Suphi, Sadri Maksudi Arsal, İsmail Hakkı ve Yusuf Akçura beylerin gayretleri bir netice vermedi Türk Ocakları olağanüstü bir kongre akdederek kendi kendini feshetmeyi kararlaştırdı. 1930 yılından itibaren sivrilerek en az 1936
yılına kadar Türk siyasetine ve rejimin ideolojik kadrosuna hâkim olan isimlerden hemen hemen tamamı Türk Ocağı menşeli insanlardır. Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Dr. Reşit Galip, Samih Rıfat, Sadri Maksudi Arsal, Yusuf Akçura, Yusuf Ziya Özer, Fuat Köprülü, Şemseddin Günaltay, Şükrü Saraçoğlu, Vasıf Çınar ve başkaları bu meyanda sayılabilir. Aslında Türk Ocakları, 1931 yılında hukuken kapatılmakla beraber fiilen “Halkevleri “adı altında CHP’nin taban teşkilâtına dönüştürülmüştür. Parti içinde Halkevlerinden sorumlu olan kişi, 1912 den beri Türk Ocağı’nın önde gelen isimlerinden Dr. Reşit Galip’tir. Sonuçta bir kültür hareketi olarak ortaya çıkan Türkçülüğü,
zaman içerisinde farklı değerlendirmelere uğramasına rağmen genel hatlarıyla şöyle özetlemek mümkündür: Türkçüler, Osmanlı imparatorluğunun aslî unsuru olan Türklerin, Osmanlılık çerçevesi içinde kalarak milliyet duygusunu uyandırmağa çalışmışlardır. Türkler, devletin asli unsuru oldukları düşüncesi ile bu milletin hayatının da millî esaslara göre düzenlemesini en tabiî hak olarak görüyorlardı. Bütün Türkleri birleştirmek (Pantürkizm ) meselesinin “siyasi” mi, “kültürel” mi olacağı Türkçüler arasında tartışılan konularından biri olarak kalmıştır. İmparatorlukların zamanını doldurduğu, asrın milli devletler asrı olduğunu görüşü Türkçüler arasında özellikle Balkan savaşından sonra iyice yerleşmeye başlamıştır. Çağdaş devletler seviyesine çıkmak için yeni devletin,
milliyetçi, halkçı ve Batı medeniyetçisi olması gerekmektedir. Türkçülere göre Batı medeniyetinin gücü millî kültürler üzerine yükselen millî devletlerden gelmektedir. Bu sebeple Türkler arasında milli şuurun kuvvetlenmesi için çok eski devirlerden başlamak üzere Türk tarihinin ve medeniyetinin bütün olarak ele alınması gerekmektedir. Ayrıca İslâm dini ile Milliyetçiliği bağdaştırma yolarını ardılar. Türk milliyeti ile İslâm dininin birlikte kaynaştırılması millî birlik açısından önemli olduğu kadar, bu aynı zamanda Batı dünyası ile mecburi olarak girişilen ilişkilerde “kimlik” korunmasının da bir teminatı olacaktır. Türkçülere göre “Muasırlaşmak”, Batının ilim ve tekniğini iktibas etmek olarak hayatî bir zarurettir. Batı medeniyeti millî devletlerin eseridir. O halde millî devletini kuramadan Türkiye’nin de Avrupa medeniyeti içerisinde yer alması imkânsızdır. Fransız ihtilalinden sonra yayılan milliyet fikirleri Türk olmayan toplulukları bizden ayırdı. Türklerde kendi vatanlarında kendi millî devletlerini kuracaklardır. Çünkü Türk milletinin varlığını devam ettirebilmesi ancak milliyetinin şuuruna varmış ve millî devletlerini kurmuş olmakla mümkün olacaktır. Genel hatlarıyla
ortaya koymaya çalıştığımız “Türkçülük” hareketi yeni bir “millî tarih” anlayışını da beraberinde getirmiştir. XIX. yüzyılda Avrupa’daki fikri ve siyasi gelişmeler Osmanlıda Türk aydınlarının kendi tarihe ilgi duymasına yol açmış, Osmanlı devleti içindeki Türk unsurunun “millet” gerçeğini fark etmesi ve bunu tarih anlayışına aksettirmesi daha doğrusu milletin hakları için mücadeleyi tarih
yazıcılığı da görmüşlerdir. Türkçü aydınlar Tanzimat’tan itibaren uzun zamandır unutulmuş bulunan Türklerin çok eski geçmişlerini anlatan konuları ele alınmaya başlamışlardır. Ahmet Vefik Paşa’nın Türk tarihi ile Osmanlı tarihi arasındaki farkları ortaya koyması, Süleyman Paşa’nın Türk tarihini Hunlardan başlatması, M. Celalettin Paşanın Batı Medeniyetini kuran milletlerle Türkler arasında dil
ve ırk birliği olduğunu öne sürmesi, Gökalp’ın eski Türk tarihini araştırmaları; Hititler ve Sümerler gibi eski çağda yaşayan kavimleri birçok yerde Türkler arasında kabul etmesi gibi konular Atatürk zamanında “Türk Tarih Tezinin oluşmasında etkili olmuştur (Köken, 2002, s. 71-77).
Milliyetçi kimlik yerel (sınırlı) bir kimlik olmakla birlikte milliyetçiliğin kendisi, bir ideoloji ve bir dünya görüşü olarak bütün dünyaya yayılmasıyla evrensellik kazanmıştır. Evrenselliği birleştiriciliğinde değil, halklarca benimseniş olan yaygın ayrılıkçılığındadır. Bütün dünyada, benzer bir biçimde ‘ötekine’ karşı güvensizlik içinde bulunan, yani yabancı düşmanlığı hisseden insan
toplulukları, milli devletler içinde yaşamaktadırlar. Biz-onlar ayırımı temel bir anlayışa dönüşmüştür ve bu anlayış düşünce alanında egemenliğini duyurmaktadır. Milliyetçilere göre ‘bizim milli çıkarımız’ en yüce, hatta en kutsal ilkedir. ‘Milli çıkar’ bir fetişe dönüşmüştür. Kimi araştırmacılara göre milliyetçilik, milli toplumun ‘ilelebet’ devamlılığı aracılığıyla ölümsüzlüğü arayan ve insanlara
bu duyguyu ve güveni sağlayan dünyada çok yaygın yeni bir dindir (Bora, 2002, s. 2). 1930’lu yıllar, milliyetçiliğin bütün dünyada saygın bir yer edindiği dönemdir. Batılı devletler eğitim sistemlerini milliyetçi ideolojiye göre dizayn etmişlerdir. Tabii, Türkiye’ de 20. Yüzyılın milliyetçi düzenine kısa sürede adapte olmuştur.
Milli kimliğin pekiştirilmesinde öncü rolü üstlenen en örgütlü organ milli devlet olmuştur, bu devletin resmi görüşünü en iyi yansıtan ise okul kitaplarıdır. Zaten Cumhuriyet döneminde (1930lu yıllarda) geliştirilen Türk Tarih Tezi en geniş biçimiyle ancak okul kitaplarında bulunabilir. Atatürk’ün toplumsal olayları değerlendirişinde ve dünya görüşünde tarihin önemli bir yer tuttuğu
bilinmektedir. O’ndaki tarih bilinci olayları, tarihsel gelişimi içinde görecek ve değerlendirebilecek bir tarih kültürüne dönüştüğü gibi, Türk tarihini gerçek boyutları ve içeriği ile ortaya çıkarmayı amaç edinen bir tarih tezi ve tarih çalışmalarına yol açmıştır. Türk Tarih Tezi adı ile bilinen, emperyalist
Batının Türk’ü ve Türklüğü hakir gören tarih anlayışının yanlış ve taraflı yaklaşımlarını ortaya koyarak, Türklerin medeniyet tarihinde ve insanlık âleminde seçkin yerini göstermeyi ve Türk milletine özgüven vermeyi amaçlayan bu tez, Atatürk’ün sistemleştirilmiş tarih anlayışıdır (Çolak, 2014, s. 376).
Türk Tarih Tez’inin oluşmasındaki “iç” sebeplerin başında Türk devletini çağdaş ve millî temellere dayandırmak gelir. Her rejim, uyguladığı ideolojisini mensubu olduğu toplumun fertlerine benimsetmek ister. Bunun yanında her yeni oluşum, sağlamlığını tarihte arar. Bu yüzden Türk Tarih Tezi, Cumhuriyet ideolojisinin de önemli bir parçasıdır. Tarih Tezi ile Cumhuriyetin temel ideolojisini oluşturan milliyetçilik ve çağdaşlaşmaya gerekli teorik bir zemin sağlanması düşünülmüş tür. Böylece Türkiye Cumhuriyeti devletini, tarihî bir temele bağlamak suretiyle devlete milli kimlik, topluma da millî şahsiyet kazandırmak ve bununla birlikte Cumhuriyet ve beraberinde getirdiği kültürel değişimi ve yapılan inkılâpları topluma benimsetmek ve inkılâpların yerine oturması sağlanmak istenmiştir.
Atatürk, Cumhuriyeti emanet edeceği genç kuşaklara ve topluma, Cumhuriyetin ideolojisini hâkim kılmayı sağlamak için tarih anlayışının da uygun hale getirilmesinin önemini biliyordu. Çünkü eski değerlerin yerine ikame ettiği yeni değerleri tarihî bir perspektiften hareketle temellendirmek suretiyle inkılâpların geniş kitle arasında benimsenmesinde kolaylık sağlayacaktı. Bu yüzden Türk
Tarih Tezi, Türkiye Cumhuriyetinin dünya görüşünü açıklayan ve Cumhuriyet rejiminin temel esaslarını destekleyen mahiyette olmalıydı. Aynı zamanda Türk medeniyetinin evrenselliğini ve Avrupa medeniyeti ile özdeşliği görüşünü savunmalıydı. Bir başka deyişle Tarih Tezi, yapılan inkılâpları millî kaynaktan çıkarma ve millî tarihle köklendirme fonksiyonunu yerine getirmeliydi.
Bunun yanında Türk Tarih Tezi, Türkiye’de yaşayan her yaştaki ve seviyedeki insanlara hitap etmekle aynı zamanda vatandaşlık eğitiminin esasını oluşturacağından pedagojik bir değere sahip olmalıydı (Köken, 2002, s. 89).
Bu bölüme kadar Vatandaş İçin Medeni bilgiler kitabının oluşum aşamalarından, yazılış amacından, kitabı etkileyen Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisinden bahsettik. Şimdi, kitabın içeriğine geçmeden önce kitap yazımında görevli olan Afet İnan’ ın neden seçildiğini anlamak için O’nun hayatından kısaca bahsedelim.
Afet İnan Kimdir?
Afet İnan’ın annesi Makedonyalı, babası Bulgaristan’ ın Şumnu kasabasındandır. Babası, İstanbul ziraat mektebinde eğitim görmüş olan İsmail Hakkı Bey’ dir. Gelenekçi bir aileye sahip olan Afet İnan, Bursa Kız Öğretmen okulunu bitirmiştir. İlk görevini, İzmir’de ilk mektep öğretmenliği olarak yapmıştır. 11 Ekim 1925’ te çalıştığı okulda Mustafa Kemal ile tanışmıştır. Atatürk, 1908’li yıllarda Afet İnan’ ın ailesinden yardım görmüştür. Ankara’da ilk görevi, Musiki Muallim Mektebi’nde Yurt Bilgisi ve Tarih ve Yurt Bilgisi öğretmenliğidir. 1938’de Cenevre Üniversitesi’nde yakın ve modern tarih bölümünde lisansını tamamlamış tır. 1939’da doktora, 1942’ de doçent ve 1950’de de profesör olmuştur (İnan, 1997, s. 273).
Türkiye’ de tek parti yönetiminin pekiştirme süreci olarak bilinen 1930’lu yıllar, aynı zamanda rejimle uyumlu yurttaş üretimi misyonunun cumhuriyet pedagogları tarafından ele alındığı bir dönemdir. Bu süreçte Afet İnan’ ın Atatürk’ ün yönlendirmesi ile kaleme aldığı ve Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye
Dairesi’nin 07.09.1931 tarih ve 2197 numaralı emriyle okullar için bastığı Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, yurttaş eğitimi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturur. Kitabın yazımı için Afet İnan’ın görevlendirilmiş olması, hiç kuşkusuz rastlantı değildir. Bunun nedeni; onun yaşamıyla yakından
ilgilidir (Üstel, 2011, s. 215).
Vatandaş İçin Medeni Bilgilerin İçeriği
Atatürk, yerli tarih yazımını desteklemektedir. 1931-1932 de tarih reformu ya da tarih tezleri adı verilen olgu 19. Yüzyılın son otuz yılında doğan ve sonraki altmış yılda olgunlaşan tarih yazımına oranla fazla bir özgünlük taşımıyordu. Türk Tarih Tezi, Hititlere kadar uzanması 1936 yılında ortaya çıkan Güneş Dil Teorisi ni ortaya atmayı da kolaylaştırmıştır. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil teorisi, Türk kimliğini iki coğrafi kutup etrafında oluşturdu: Orta Asya ve Anadolu. Bu tarihsel araştırmalar özellikle tarih öncesi ve antik çağa yönelerek kökenler sorununu önemsizleştirmiştir (Copeaux, 2000, s. 33).
Bu bağlamda daha önce de belirttiğimiz gibi iki kitap yayınlanmıştır. I. Cilt, afet İnan’ın hazırlamış olduğu Vatandaş İçin Medeni Bilgiler; II. Cilt ise, Recep Peker’in hazırladığı Medeni Bilgiler kitabıdır (Afetinan, 2010, s. 8). Recep Peker, kitaba başlarken bölümünde kitabı şöyle anlatmıştır: “ Bu kitap,
bütün devlet teşkilatının, TBMM’nin, hükümetin, bakanlıkların, mahkemelerin, vilayetler özel idarelerinin, belediyelerin, şirketlerin, bankaların kurulmasını ve işlemesinin ve bu münasebetle değinilen kapitülasyonların, siyasi partiler ve aile gibi diğer yararlı konuları kapsıyor. Bu itibarla okul hayatından uzaklaşmış vatandaşlar için de derli toplu okuma ortamı olabilir (Afetinan, 2010, s. 237).”
Recep Peker’in de dediği gibi, hazırlamış olduğu II.cilt daha çok devlet kurumları ve kurumların işleyişini anlatmaktadır.
Ödevimizin asıl konusu Afet İnan’ ın hazırlamış olduğu Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı olduğundan yoğun olarak I. Cilt incelenmiştir.
1930’ lu yıllardan itibaren Kemalist tarih anlayışının Türk Tarih Kurumu tarafından düzenlendiği biçimiyle ders kitaplarına yansıması, bürokratik milliyetçiliğin anayasada öngörülen sözleşmeci ulus söylemi ile geçimsiz olmasının, önceki dönemlere göre daha fazla hissedildiği bir dönemdir (Üstel, 2011, s. 222).
Afet İnan’ın Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının ilk konusu olan millet-ulus bölümünde, dil, kültür ve mefkûre birliğine dayanarak sözleşmeci olma iddiasındaki ulus tanımı, Türk ulusunun tarihsel vatanı ve Türklerin kökenine ilişkin açıklama ve göndermelerle giderek organik bir ulus anlayışına
doğru ilerler. Bu ilerleyişte tarihsel vatanın büyüklüğüyle buluşan, Büyük Türklük anlatısının kuşkusuz önemli bir katkısı vardır (Üstel, 2011, s. 223). Atatürk’ün millet anlayışının en açık ve ayrıntılı şekilde ifadesi olan sözleşmeci olma iddiasındaki bu tanım, onun sübjektif ve kültürel millet anlayışını benimsemiş olduğunu ifade eder. Vatandaş İçin Medeni bilgiler kitabının Türklerin kökeni,
oluşum biçimleri bölümünde kökeni şöyle açıklar:
“Türk milletinin her kişisi, birtakım farklarla ve fakat umumî surette birbirine benzer. Bazı yapılış farklarını ise tabiî bulmak gerekir. Çünkü Mezopotamya, Mısır çöllerinden başlayan malûm tarihten evvel Sibirya bozkırlarından başlayan Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit,
Romalılardan evvel Orta İtalyada, velhasıl Akdeniz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş bu başka başka iklimlerin tesiri altında, başka başka cinslerle binlerce sene yaşamış, kaynaşmış olan bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan cemiyetinin bugünkü çocuklarının tam tamamına birbirlerine benzemeleri mümkün müdür (Afetinan, 2010, s. 27).”
Kitapta Türk milletinin çok eski tarihe dayandığını, çok geniş sınırlara hâkim olduğu vurgulanmaktadır. Bu açıklama, aslında Türk Tarih Tez’inin kitaptaki etkisini en açık biçimde ifade etmektedir.
Afet İnan’ın Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında milletin genel tanımı şöyledir:
“a) Zengin bir hatırat mirasına sahip bulunan,
b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvakkatte samimi olan;
c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri Müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir (Afetinan, 2010, s. 32).”
Kitabın millet tarifini özetlersek, milleti oluşturan ortak zafer ve ortak hüzün, geleceğe dair ortak ülküdür diyebiliriz. Özetle millet; ortak bir tarih, beraber yaşama istek ve inancında olan topluluk olarak; devlet ise, kendine özgü “kuvveti olan ve belli bir alanda yerleşmiş mevcudiyet olarak tanımlanır. Öğrencilere milli aidiyet duygusu, ölçüsüz ve abartılı bir üslupla Türklerin eskiden beri en uygar, en savaşçı, en bağımsız, kısaca en büyük olduğuna dair güven duygusu verilerek aşılanır. Afet İnan, “Milli His” başlıklı bölümde bu durumu şöyle betimler: “Bir işin ahlâkî bir kıymeti olması, ayrı ayrı insanlar dan daha ulvî bir membadan sadır olmasıdır. O memba; cemiyettir, millettir. Filhakika, ahlakiyat, hususî fertlerden ayrı ve bunların fevkinde, ancak içtimaî millî olabilir. Milletin içtimaî nizam ve sükûnu hal ve istikbalde refahı, saadeti, selâmeti ve masuniyeti, medeniyette terakki ve tealisi için insanlardan her hususta alâka, gayret, nefsin ferağatini ve icap ettiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden millî ahlâkıyet icapları, o millet efradı tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdanî, hissî bir saikle yapılır. En büyük millî his, millî
heyecan; işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet hocalarının millet büyüklerinin; evde, mektepte, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve mütemadiyen verecekleri millî terbiyenin gayesi işte bu yüksek millî hissi sağlamlaştırmak olmalıdır… Türkler İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din; ne Arapların; ne ayni dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis Türk
milletinin millî bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu (Afetinan, 2010, s. 29).”
Burada ahlâk, dinsel kaynaklarından koparılarak dünyevileştirilir, daha sonra ise millîleştirilir. Söz konusu millîleştirme işlemi, ahlâkî, seküler bir kutsallıkla buluşturulur. Başka bir anlatımla “milli his”, “dini his ”in yerine geçen bir karşı kutsallık alanı oluşturur. Bu hissin sağlanmasında ise, ordu, aile, okul temel görevliler olarak seçilir ve toplumun her alanında bu hissin yaratılması için “milli
terbiye” yolunda gidilmesi gerekliliği vurgulanır. Din birliğinin, ulus oluşumunda ki rolü kabul edilmez. Böylece, İslamiyet öncesi, İslamiyet sonrası tarih anlatısındaki “Türkler ”in bütünü itibariyle Müslüman olduğu kabulü, bir yandan Müslüman olmayanı ulus tanımından dışlayarak ve Araplarla Acemleri de, modern öncesi ümmet ve modern millet hiyerarşisine dayalı olarak “ötekileştirilir.
“Arap” sözcüğünün kullanımı ise, çatışma dönemlerine saklanır. Uyum dönemlerinde sadece “Müslümanlar”, “Osmanlılar” hatta “Türkler” vardır (Gürses, 2010, s. 241).
Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının yazıldığı dönem ve koşullar nedeniyle bütünleştirici ve kapsayıcı olma iddiasındadır. Çünkü paramparça olmuş çok uluslu bir yapıdan milli bir devlet olma adımı atılmıştır. Yeni kurulan ulus devlet yapısında da ufak çaplı da olsa kıpırdanmalar meydana gelmiştir. Bu nedenle temkinli davranılmaya çalışılmıştır. “Medenî His” başlıklı bölümde, Türk Milleti:
“
a) Siyasi varlıkta birlik;
b) Dil birliği;
c) Yurt birliği;
d) Irk ve menşe birliği;
e)Tarihi karabet;
f) Ahlaki karabet” olarak, özelliklerin bir araya gelmesiyle oluştuğu belirtilir.
Diğer milletlerde ise, bunların hepsinin birden olmadığı savunulur. “Kürtlük”, “Çerkezlik” gibi yanlış “adlandırmalar” istibdat döneminin bir ürünü olarak ifade edilir. Düşmanın yani dış mihrakların, “iç düşman” olan “mürteci” üzerindeki yönlendirmelerinin sonucu olduğu belirtilir.
Öte yandan söz konusu unsurlara ilişkin “bu millet efradı” ifadesi; Kürtler, Çerkezler, Lazlar ve Boşnakların bu kez “ulus” olarak konumlandığını gösterir.
Cumhuriyet’in kuruluş döneminin “öteki ”sini oluşturan ve ders kitaplarında ayrı bir başlık altında yer alan “ecnebi” belirsizliği, aileye tehdit oluşturma potansiyeline sahip olarak görülür (Afetinan, 2010, s. 30).”
Atatürk’ün kendi el yazısı ile yazdığı medeni bilgilerin, ulus tanımı şöyledir: “ Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir
(Ozankaya, 2000, s. 17).” Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, Atatürk’ün ulus tanımı, ırk temelli bir yaklaşım değildir.
Afet İnan’ın Vatandaş İçin Medeni Bilgiler de ulusu oluşturan öğeler anlatılırken din ile ilgili bölümde şunlar anlatılmaktadır: “ Din birliğinin de bir milletin
oluşumunda etken olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun tersini görmekteyiz.
Türkler İslam dinini kabul etmeden önce de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de
diğerlerinin Türklerle birleşip bir millet oluşturmalarına etki yapmadı. Bilakis, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli duygularını, milli heyecanını uyuşturdu.
Bu pek doğal idi. Çünkü Hz. Muhammed’in kurduğu dinin amacı bütün milliyetlerin üstünde kapsamlı bir ümmet siyaseti idi (Afetinan, 2010, s. 30).”
Atatürk’ün el yazmalarında ise milleti oluşturan unsurlar bölümünde din ile ilgili oldukça ayrıntılı açıklama yapılmaktadır: “ Din birliğinin de bir ulus oluşturmada
etkin olduğunu söyleyenler vardır. Ama biz, bizim gözümüz önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz.
4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder