24 Ekim 2017 Salı

TÜRKİYE’DE EKONOMİK KRİZLER KARŞISINDA SENDİKALARIN ROLÜ

  
TÜRKİYE’DE EKONOMİK KRİZLER KARŞISINDA SENDİKALARIN VE BİR SINIF TEPKİSİ OLARAK TOPLU PAZARLIĞIN ROLÜ


Kapitalizmin krizleri, domino taşları gibi birçok ülkeyi birden vuruyor. Sermayenin dünya üzerinde kazandığı olağanüstü hareketliliğin toplu pazarlık sürecinde kapitalistlere getirdiği olağanüstü avantaj karşısında sendikal hareket  küresel bir tepki veremiyor. Küresel toplu pazarlık henüz nüve halinde, 
şartları değiştirebilecek bir faktör olmaktan çok uzak. 

CAN ŞAFAK - Academia.edu  


Ekonomik krizlerin sendika hareketi üzerindeki etkilerini ve sendikaların siyasi ve ekonomik mücadele içinde toplu pazarlık yoluyla verdikleri ya da vermeleri bek 
lenen tepkileri tartışmaya, tarih perspekti içinde bir başka “tarihsel” krizi işaret ederek başlamak, meseleyi daha anlaşılır kılabilmek bakımından yol gösterici olacaktır. Sözünü ettiğim kriz, sendikaların içinde bulunduğu  “tarihsel” ve “evrensel” krizdir.20. yüzyılda altın çağını yaşayan sendikalar, sosyal refah devletinin entegre örgütleri olarak bu başarılarını 21. yüzyıla taşıyamadılar. 1970’lerdeki iki petrol kriziyle birlikte kapitalist dünyada, devlet müdahalesiyle iş döngü sünün stabilize edilmesini, ekonominin can landırılmasını öngören, yüksek toplam talep ve istihdama dayalı Keynesyen politikaların  yerini, devletin ekonomiden çekilmesini ve küçülmesini öngören politika ve yaptırım
lar almaya başladı. Böylece 70’ler ve 80’ler sosyal refah devleti ?krinin; sosyal politika ve sosyal refahla ilgili temel varsayımların gerilediği yıllar oldu. Bu yeni yönelim, kısa zamanda kamunun sosyal refah harcamaları, emek piyasası ve sendika hareketi üzerinde de etkisini gösterecekti. İşsizlik artacak ve  yapısal bir nitelik kazanacak; atipik/esnek çalışma biçimleri yaygınlaşmaya başlayacak, emek piyasası parçalanacaktı. Emek karşıtı  yasa ve yaptırımlar işçi/sendika özgürlüklerini hedef almaktaydı. Artık dünya yeni kavramlarla tanımlanıyordu: Küreselleşme, küresel pazar, rekabet, yalın üretim… Liberalizm, kimi nüanslarla ve yeni bir isim altında dünyayı kıskacına almaya başlamıştı.

EVRENSEL BİR KIRILMA ANI: 9 AĞUSTOS 1989

989 yılının 9 Ağustos gecesi Berlin Duvarı’na vurulan ilk çekiç darbeleri, reel sosyalizmin çözülüşünü, tarih sahnesinden çekilişini haber veriyordu. Sosyalist sistemin dağılmasıyla birlikte, duvarın gerisindeki milyonlarca insan da uluslararası kapitalizmle tanışacaklardı. Artık yeni ve tek kutuplu bir dünya kurulmuştu. Kapitalizm, zaferini ilan etmişti. 
“Tarihin bittiği” açıklanıyordu! Bu büyük altüst oluş, dünya işçi sınıfı ve sendika hareketini, solu/sosyalist solu ideolojik olarak da derinden sarsacaktı.Türkiye’de sendikaların emek piyasasındaki gücü ve etkinliği 60’ların ikinci yarısından sonra artmaya başlamıştı. Sendika hareketi için bir bölünmeyi olduğu kadar güçlü bir sıçramayı da ifade eden DİSK aynı dönemde kurulmuştu. 70’ler, sendika hareketinin en hareketli ve etkili olduğu yıllardı. 12 Eylül 1980 darbesinin, hâkim sınıarın 24 Ocak kararlarıyla şekillenen ekonomi politikalarının ve yeni sosyal politika tercihlerinin uygulama alanı bulduğu bir baskı dönemi olarak işçi sınıfı, sendika hareketi ve sol siyaset üzerinde olağanüstü ölçüde yıkıcı etkileri oldu. Sendikalar, 80’lerin sonlarında yakaladıkları yeni ve çok kısa sürecek bir yükselişin ardından, 90’ların ilk yıllarından başlayarak bugün de içinde olduğu çözülme ve gerileme sürecine girdiler. Reel sosyalizmin çöküşü dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, bu gerilemeyi hızlandırdı. Siyasi etkisini ve ağırlığını  yitiren sosyalist sol da giderek işçi/sendika hareketinden uzaklaştı. 
Bunun sendikaların geleceği açısından çok esaslı sonuçları oldu. Bu tarih perspekti içinde sendika hareketinin ekonomik krizlere karşı tepkisi, 90’lardan ve özellikle 1994 krizinden sonra giderek edilgen bir hal aldı. Krizlere karşı sendika hareketinin re ekslerini seçebildiğimiz 

Küresel kapitalizmin tıkandığı devreleri izlediğimizde, her defasında işsizliğin tırmandığını, reel ücretlerin düştüğünü, kısaca krizlerin yükünü her 
defasında emekçi sınıfların taşıdığını görüyoruz.başlıca alanlardan biri olan toplu pazarlığın kriz dönemlerindeki çatışmacı rolü, boyun eğen “düzenleyici” politikalarla giderek silikleşti. 

1969 KRİZİ VE SENDİKALAR 

Türkiye’de işçi hareketleri, grevler, işçi örgütlenmeleri 19. yüzyılın ortalarına kadar izlenebilse de sendikaların kitleselleşmesi 1946 ve 1947 sendikacılığı yıllarından, toplu pazarlığın emek piyasaları üzerinde etkisini hissettirmeye başlaması ise 1963 sendika yasalarının yürürlüğe girmesinden sonra oldu. 1963 yılından sonraki dönemde ilk ekonomik kriz, 1969’da  yaşandı. 1969 krizi IMF programının  yürürlüğe konmasına neden oldu ve 10 Ağustos 1970’de Türk Lirası  yüzde 66,6 oranında devalüe edildi (değer kaybına uğratıldı).

Kriz sendika hareketinin ve solun  yükselişini durduramadı. Sosyalist solun 68 baharı ile üniversitelerden başlayan yükselişini, 1969 ve 1970 yıllarında fabrikalardaki işgal eylemleri, direnişler izledi. İşçiler fabrika işgallerini, öğrenci gençlik eylemlerinden esinlenerek zaman zaman “boykot” olarak nitelediler. 1969, bir mücadele  yılıydı, işçilerin “tek tek fabrikaların işçileri olmaktan çıkıp, yekpare bir işçi sınıfı olmaya”  yöneldikleri bir  yıldı. Onlar “menfaatlerini, hayatla-rının, kendilerini ezenlerin bir oldu-ğunu” görmüşlerdi.

 DİSK’in Kurucu ve Lokomotif Sendikası Maden-İş, 

“ Meşruluğunu Kaybetmiş her kuruluş İşgal edilebilir ” diyordu.

 1970  yılında örgütlenen ve siyasi genel grev özellikleri taşıyan 15-16 Haziran direnişi Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük kitle eylemi oldu. 
DİSK’in örgütlediği ancak DİSK’i de aşan direnişe 70 bine yakın işçi katıldı.Sayısal veriler de 1969-1971 devresinde ekonomik/siyasi krizin, grevlerin ve grev eğiliminin seyrinde sapmalara neden olmadığını göstermektedir. 

Önceki yıllarla karşılaştırıldığında grevde kaybolan işgünü sayısındaki düzenli yükselişin 1968’de dikkate değer bir gerileme kaydettiği, ekonomik kriz devresinde ise  yeniden yükselişe geçtiği görülmektedir. 1968’de grevde kaybolan işgünü sayısı 174 bin 905 iken 1969’da 235 bin 134’e yükselmişti. Bu sayı 1970’te 220 bin 189’a, 1971’de ise 476 bin 116’ya çıkmıştı.


Bu devrede toplu pazarlık sürecinin de etkili olduğu gerçek ücret endeksi serilerinde de, ekonomik krizin izlerini bulabilmek mümkün değildir. 
1963  yılı 100 kabul edildiğinde gerçek ücret endeksi, 1969’da 124’e, 1970’te 127’ye yükselmiştir ki, 1963’ten başlayan düzenli yükseliş trendi 
ancak 1971’de 12 Mart darbesinin de etkisiyle geri çevrilecektir.

70’LER VE PETROL KRİZLERİ

Mart’tan çıkış yılları, solun ve sendika hareketinin tarihinin en güçlü yükselişini yaşadığı yıllardır. Bu yükseliş, 1974 ve 1978 yıllarında  yaşanan iki 
petrol kriziyle eşzamanlı  yaşanmıştır.

<  1969, bir mücadele yılıydı, işçilerin “tek tek fabrikaların işçileri olmaktan çıkıp, yekpare bir işçi sınıfı olmaya” yöneldikleri bir yıldı. 
Onlar “menfaatlerini, hayatlarının, kendilerini ezenlerin bir olduğunu” görmüşlerdi.(2) DİSK’in kurucu ve lokomotif sendikası Maden-İş, 
“ Meşruluğunu kaybetmiş her kuruluş işgal edilebilir ” diyordu. >

1994 KRİZİ SONRASI VE TESLİMİYETÇİ/DÜZENLEYİCİ ROLÜYLE TOPLU PAZARLIK 

1994, 2001 ve 2008 krizleri ve öncelerinde yaşanan ekonomik güçlükler dış borç stokunun tırmanmasına, cari açığın büyük boyutlara varmasına, enflasyonun zaman zaman üç haneli rakamlara fırlamasına, reel faizlerin yükselmesine  yol açtı. Aralık 1999’da hükümet IMF ile stand-by anlaşması imzalamak zorunda kaldı. 22 Kasım 2000 günü, Kara Çarşamba olarak bilinen para krizi 13 bankanın ve çok sayıda aracı kurumun batmasına neden oldu.
    
< Kamuda ve özel sektörde binlerce işçi “Ölmeye geldik!” sloganıyla meydanlara çıktı. 1989 İlkbahar Eylemleri sendika hareketinin yeni ve güçlü bir çıkışının fitilini yaktı. Birbiri ardına etkili eylemler, gösteriler örgütlendi. 1989 ve 1991 yıllarında toplu pazarlık masalarına işçinin gölgesi vurdu. Toplu sözleşmeler çok önemli ücret artışları ve kazanımlarla sonuçlandı. >

    19 Şubat 2001 günü Çankaya Köşkü’nde yaşanan tartışma büyük bir ekonomik krize dönüştü. IMF programı çöktü. Türkiye ekonomisi 
2. Dünya Savaşı yıllarından bu yana görülmemiş oranda küçülme gösterdi. 

2008 yılının son aylarında patlak veren küresel kriz ise 1929 Dünya Ekonomik Bunalımıyla kıyaslanacak kadar etkili ve yıkıcı olmuştu. 
1994-2008/2009 döneminde yaşanan üç krizi karşılaştırmalı olarak ele alan Korkut Boratav “dış kaynak hare-ketlerindeki gerilemelere göre” ilk krizin 13 ay, ikinci krizin 12 ay, son krizin de 13 ay sürdüğünü yazmaktadır. 

“1994 ve 2001 krizleri büyük ölçüde aynı takvim yılları üzerinde yoğunlaşmıştır. Eski verilere göre, milli gelir 1994’te yüzde 6,1, 2001’de yüzde 9,4 oranlarında küçülmüştü. İki yıla yayılan son krizi içeren on iki ayı (Ekim 2008-Eylül 2009’u), bir önceki on iki ayla karşılaştırınca yüzde 7,8’lik bir küçülme oranı gözlüyoruz. Böylece, TÜİK’in ‘resmîleşmiş’ milli gelir verilerine göre, 2008-2009 krizi diğerlerine göre daha ağır boyutta seyretmiştir.”(12)

Krizler çalışma hayatını derinden sarstı. Pek çok fabrika kapandı ya da faaliyetine ara verdi. Yoğun işten çıkartmalar yaşandı. İşsizlik büyüdü. TÜİK 2008 krizinin ardından 2009 yılında gerçekleşen tarım dışı işsizlik oranını yüzde 16 olarak açıkladı ki, gerçek oranın bunun çok daha üzerinde olduğu bilinmektedir. (13)

 Bu krizde nominal ücretler bile geriledi. 2009 son çeyreğinde birim nominal ücretler, 2008 son çeyreğine göre  yüzde 13 gerilemişti. Reel ücretlerdeki gerileme ise yüzde 17 olmuştu.(14)

 DİSK Araştırma Enstitüsü, 2008  yılında reel birim ücretlerde yaşanan gerilemeye 2009 yılında kısmi ve sınırlı bir toparlanmanın eşlik ettiğini, ancak gerilemenin 2010 yılında da sürdüğünü hesaplamaktadır.(15)

Öte yandan AKP, iktidara geldiği 2002  yılından bu yana sistemli bir şekilde özelleştirme, taşeronlaşma uygulamalarıyla, kayıt dışı, güvencesiz ve esnek istihdam biçimleri yoluyla, gizli ajandasındaki emek piyasasının parçalanması ve sendikasızlaştırma hede?ne ulaştı. 1994-2014 döneminde sendika hare
keti, her krizden biraz daha yara alarak çıktı, her yıl gücünü/etkisini biraz daha kaybetti. Sendikalaşma oranları yıldan yıla geriledi. Toplu pazarlığın 


Kamuda ve özel sektörde binlerce işçi “Ölmeye geldik!” sloganıyla meydanlara çıktı. 1989 İlkbahar Eylemleri sendika hareketinin yeni ve güçlü bir çıkışının fitilini yaktı. Birbiri ardına etkili eylemler, gösteriler örgütlendi. 

1989 ve 1991 yıllarında toplu pazarlık masalarına işçinin gölgesi vurdu. Toplu sözleşmeler çok önemli ücret artışları ve kazanımlarla sonuçlandı. kapsamı daraldı. 90’larda kamuda hala bir ücretler politikası aracı olarak az çok varlığını sürdürmeye çalışan birleştirilmiş toplu pazarlık, 21.  yüzyılın başlarında çözüldü, etkisini tamamen kaybetti. 2000 yılından bu yana, grev ve grevde kaybolan işgünü sayıları geriledi. Greve katılan işçi sayısı 2000 yılında 18 bin 705 iken 2012 yılında 768’e düştü. Günlük hayatta hissedilmeyen ya da başladığı gün kırılan “büyük ölçek-li” birkaç grev kâğıt üzerinde zaman zaman bu sayıları yukarı çekse de grev, toplu pazarlık süreci içinde bir mücadele aracı olmaktan uzaklaştı. 

Kriz dönemlerinde sendikalar, toplu pazarlık ve genel olarak da sosyal diyalog süreçleri yoluyla, zaman zaman işgücü maliyetlerini işverenden alıp kamunun sırtına yüklemenin bir aracı olarak fonksiyon gören “kısa çalışma protokolleri” ve benzeri politikalarla “çözüm” arayışı içinde oldular. Krizler karşısında etkili olamadılar. 

BİR DEĞERLENDİRME

Küresel kapitalizmin tıkandığı devreleri uzun bir zaman aralığı içinde, emek piyasasına ve genel olarak da çalışma hayatına etkileri açısından izlediğimizde, her defasında işsizliğin tırmandığını, reel ücretlerin düştüğünü, kısaca krizlerin yükünü her defasında emekçi sınıfların taşıdığını görüyoruz. Hayatın içinden gelen bu bilgi, sayısal verilerle de gösterilmiştir. Bu  yüzden krizler, daha ekonomi üzerinde yarattıkları ilk sonuçlarından başlayarak, sendikaların gündeminin ilk sırasında yerlerini alırlar. Buna karşılık sendikaların ekonomik krizlere verdiği tepkinin, her zaman aynı olmadığı, krizlere karşı geliştirip önerdikleri politikaların, eylemlerin –dahası kriz algılarının bile– konjonktüre göre şekillendiği, uzun bir zaman aralığı içinde izlendiğinde tespit edilmekte
dir. Türkiye’de sendika hareketinin kabardığı dönemlerde krizlere karşı grevlerle, direnişlerle, işyeri işgalleriyle verilen sert karşılık, 90’lardan başlayarak yeni arayışlara evrilmiştir. Toplu pazarlık hede?eri seçilirken, artık genellikle 
“kazanılmış hakların korunması” ilkesi öne çıkmaktadır. Taşeronlaşma ve esnek istihdam modellerinin yaygınlaşması, kitle üretiminin yerini esnek üretim biçimlerinin alması, işçi sınıfının profilindeki değişim ve büyük üye kaybına uğrayan sendikaların esas olarak, küçülen kamuda ve özel sektörde ise büyük sanayi kuruluşlarında çalışan çekirdek işgücünün örgütleri durumuna gelmiş olmaları… Bütün bunlar neoliberal politikaların sonuçları olarak sendikaları yıldan yıla daha da zayıflattı, zayıflatmakta. Bu değişimin gerisindeki en önemli faktörlerden biri, sosyalist sistemin çöküşü oldu. 

Alain Badiou sosyalist devletlerin çöküşünün, kesinlikle “saf ve basit bir çöküş” olduğunu  yazar:
 “… Siyasi yönelim diyebileceğimiz herhangi bir şey bunda en ufak bir rol oynamadı. Ve o zamandan beridir bu siyasi boşluk canavarlar doğurmayı sürdürüyor.” (16)

Bu “siyasi boşluk” en ağır biçimde emek hareketini, sendikaları vurdu. Bu boşluk, Ellen Wood’un, “sınıf- tan kaçış” olarak adlandırdığı bir hareketin sol siyasette etkili olmasına yol açtı. 

“Bu akımın en belirgin özelliği, ideolojiyi ve politikayı her türlü toplumsal temelden, özellik le de her türlü sınıfsal dayanaktan kopartarak” özerkleştirmesiydi.  Demokratikleşmenin yolu, sınıfsal değil ama “eşitsizliğin ve baskının birçok biçimine karşı çeşitli direnişleri bir araya getiren ‘demokratik’ mücadelelerin oluşturduğu bir çoğulluk” olarak kavranıyordu.

 Sol içinden liberal ve yeni sağ siyasetlere doğru bir kopuş da yaşandı. Sendikalar tedrici olarak solun ilgi ve etki alanının dışına çıktılar. 
Ve 70’lerde – bir ölçüde de 80’lerde – hedef tahtasına kapitalizmi koyan ve büyük ölçekli toplu pazarlık süreci içinde etkili kitle grevleriyle işçi 
sınıfına siyasi hedefler gösteren sendika hareketi, 90’lardan sonra kendisine  yeni bir rota çizemedi. Burada vurgulanması gereken esaslı nokta 
ekonomik ve siyasi dönüşümün ve krizlerin küresel niteliğidir. Kapitalizmin krizleri, domino taşları gibi birçok ülkeyi birden vuruyor. 

Sermayenin dünya üzerinde kazandığı olağanüstü hareketliliğin toplu pazarlık sürecinde kapitalistlere getirdiği olağanüstü avantaj karşısında 
sendika hareketi, küresel krizlere küresel bir tepki veremiyor. 
Küresel toplu pazarlık henüz nüve halinde, işkolları düzeyinde uluslararası toplu pazarlık, bölgeler düzeyinde toplu pazarlık süreçleri henüz şartları 
değiştirebilecek bir faktör olmaktan çok uzak. Küresel krizler karşısındaki yerel/ulusal tepkiler, krizlerin dünya işçilerinin hayatı ve toplu pazarlık 
süreçlerinin sonuçları üzerindeki yıkıcı etkilerini kontrol edebilmelerine yetmiyor. 

Bugün, “ Dünya işçilerinin birliği ” Şiarı, küresel kapitalizm ve küresel krizler karşısında tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar belirleyici/değiştirici 
bir büyük stratejik önermedir. 

KAYNAKÇA;

(1) Milliyet, 11 Ağustos 1970; Cumhuriyet, 11 Ağustos 1970.

(2) Maden-İş, Sayı 21, 1 Ocak 1970.

(3) Maden-İş, Sayı 15, 10 Eylül 1969.

(4) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Hayatı İstatistikleri, No: 23, Ankara, 1998, s. 65.

(5) Petrol-İş, Petrol-İş 86 Yıllığı, Petrol-İş Yayınları, No: 18, İstanbul, 1987, s. 91.

(6) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1998, s. 65.

(7) Petrol-İş, 1987, s. 91.

(8) Mustafa Özer, Türkiye Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi AÖF, 2008, s. 170.

(9) Milliyet, 22 Eylül 1977; 2 Mart 1978; 11 Haziran 1979 ve 25 Ocak 1980.

(10) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 1998, s. 65.

(11) Petrol-İş, 1987, s. 91.

(12) Korkut Boratav, “ Türkiye’nin Üç Krizi: Kısa Bir Karşılaştırma ”, Sol Portal, 18 Temmuz 2010.

(13) http://www.tuik.gov.tr 

(14) Mustafa Sönmez, “ Sanayide Reel Ücretler Yüzde 17 Geriletildi”, 
       http://mustafasonmez.net/?p=156

(15) DİSK Araştırma Enstitüsü, “ Sanayi’de İstihdam ve Reel Ücretler Raporu (2010 Yılı) ” 

(16) Alain Badiou, Sonsuz Düşünce, Metis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 43.

(17) Ellen Meiksins Wood, Sınıftan Kaçış, Akış Yayıncılık, Akış Yayınları 9, Politika Dizisi 2, İstanbul, 1992, s. 7-8 ve 10.



CAN ŞAFAK - Academia.edu  

https://www.academia.edu/9541784/T%C3%BCrkiyede_Ekonomik_Krizler_Kar%C5%9F%C4%B1s%C4%B1nda_Sendikalar_ve_Bir_S%C4%B1n%C4%B1f_Tepkisi_Olarak_Toplu_Pazarl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n_Rol%C3%BC


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder