22 Ekim 2017 Pazar

Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ” BÖLÜM 2


Bir Cumhuriyet Vatandaşı Yaratma Projesi: “ Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ”  BÖLÜM 2

Mesut Gülmez’in de belirttiği gibi “ Cumhuriyet’ten üç yıl sonra kabul edilerek ilk on yılında uygulanan 1926 ilkokul programı dönemi, gerek program ilkeleri gerekse Yurt Bilgisi kitaplarının içeriği yönünden, sonraki on yılına oranla hem daha liberaldir hem de hak ve özgürlüklere daha geniş yer vermiştir. Program ve kitaplarda demokrasi sözcüğü kullanılmakla birlikte, programın Türkiye’yi 
demokratik bir devlet olarak nitelemiş ve öğrencilerin okul yaşamına katılımını öngörmüş olması dikkati çekmektedir. Üstel (2011)’e göre, 1926 ilk mektep müfredat programı ile yurttaşlığın devlet eksenli militan bir nitelik kazanmaya başladığına tanık olunur. 

İsmail Kaplan’ a göre, 1929 ilkokullar yönetmeliğine göre, ilkokulların amacı, çocuklara disiplinli bir eğitim vermek ve böylece onları ulusal topluma uyumlu hale getirmektir. Öne çıkarılan değerler, ulusal devlete uyum ve düzendir. Aydınlanma, eleştirel bir bakış kazanma, evrensel değerleri özümlemiş bir insan olma gibi değerlere hiç değinilmez. 10 Kasım 1930 tarihinde kabul edilen lise ve 
ortaokullar yönetmeliği, 1927 yönetmeliğinde yer alan amaçları hiçbir değişiklik yapmadan kabul etmiştir (Kaplan, 1999, s. 191) 

Daha önce Malumatı Vataniye veya Vatanı Malumat adlarıyla 1932 den sonra da Yurttaşlık Bilgisi olarak adlandırılan ders için yazılan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı, 1931 yılında iki cilt olarak yayınlanmışlardır. Atatürk, cumhurbaşkanı sıfatıyla İsmet İnönü’den kitabın basılmasını istemiştir 
(Afet İnan, 2010, s. 3-7). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, iki cilt olarak düşünülmüştür. 1. Cilt, Afet İnan adıyla yayınlanmıştır. 
II. Cilt ise, Kütahya mebusu Recep Peker tarafından hazırlanmıştır2. II. Cilt, daha çok devlet teşkilatının işleyişiyle ilgili bilgiler bulunmaktadır. I. Cilt, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, okulda yurttaş eğitimi açısından verilmiştir. Kitap, ilk kez Maarif Vekaleti Talim ve Terbiye dairesinin 07.09.1931 tarih ve 2917 numaralı emriyle 40 bin adet basılmıştır (Gürses, 2010, s. 236). 

Afet İnan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının oluşumunu şöyle anlatmakta dır: “ İnsanlar, tanıdıkları bildikleri ve sevdikleri şeylerle alakadar olurlar. Bu sebeple, Yurt Bilgisi’nin vatandaşlarda ülke sevgisini beslemek noktasında çok önemi vardır. Yurt Bilgisi notlarından, seçim, vergi, askerlik kısımlarını, ülkemizin büyük zatlarının lütufkâr yardımlarıyla birer kitap halinde toplamış ve 
Himaye-i Etfal Cemiyeti yararına ayrı ayrı bastırmıştım. Bunlardan sonra, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler ismi altındaki kitap da aynı suretle bastırıldı. Bütün bunları her zaman değişen kanunlara ait ayrıntılardan ayırarak bir araya topladım (Afetinan, 2010, s. 21).” 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı, 1929- 1930 yıllarında Yurt Bilgisine ilişkin çeviri, çeşitli notlar, Atatürk’ün Tevfik Bıyıklıoğlu’ nun ve Afet İnan’ ın el yazılarıyla tutulmuş notlardan oluşmuştur. Bu hazırlanan belgelerden yararlanılarak hazırlanan broşür ve kitaplar şunlardır: 

1. Broşür ve risale şeklinde. “ Türk Çocuklarına Yurt Bilgisi Notları, Ankara, 1929. 
2. İntihap, Askerlik Vazifesi, Şirketler ve Bankalar, Vergi Bilgisi, 1930 da İstanbul’ da basılmışlardır. 
3. Bütün konuların toplu basımı 1930 da 141 sayfa olarak Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adını almıştır. 1931 de basılana ise; İntihap vergi askerlik ilave edilmiştir. 
4. Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adıyla basılanlar, Maarif Vekâleti Talim terbiye Dairesinin emriyle 7.6.1932 tarih ve 1908 numaralı emriyle 191 sayfa, 
27.06.1933 tarih ve 3113 numaralı emriyle 302 sayfa olarak basılmıştır. 
5. 1969-1988-1998 yıllarında Medeni Bilgiler adıyla basılmıştır (Afetinan, 2010, s. 15). 

Afet İnan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının sonuç bölümünde; “ Medeni Bilgiler bütün belgeleriyle görülmüş oldu. Böylece, Atatürk’ün el yazılarıyla ispatlanmış konular onun fikirleri olarak tarihte yer alacaktır (Afetinan, 2010, s. 421).” demektedir. 

1930’lu Yıllarda Dış Dünyada Eğitime Bakış 

1930’lu yıllar, Türkiye’nin dış siyasetinde ülke çıkarlarını ön planda tutarak oldukça yoğun ve yorucu bir süreci yürütmek durumunda kaldığı bir dönem olmuştur. 1923-1932 yılları arasında yürütülen Türk dış siyasetinin temel özelliklerini, Lozan Anlaşması’nda ortaya konan ilkelerin uygulanmaya 
çalışılması, büyük devletlerle ilişkilerin normalleştirilmesi ve komşularla ilişkilerin geliştirilmesi oluşturmuş, bu dönemde uluslararası genel gelişmeler yakından takip edilerek içeride ve dışarıda istikrarın sağlanması için çaba harcanmıştır (Uzun, 2010, s. 60). 

Nazi Almanya’sı, dünya halklarına inanılmaz acılar yaşatan ve II. Dünya Savaşı’nı başlatan nasyonal sosyalizmin totaliter diktatörlüğü, modern çağda despotik eğitim anlayışının en başarılı uygulayıcısı olmuştur. Hitler’in, Nazi döneminde okullarda zorunlu okuma metni olarak kullanılan Mein Kampf 
(Kavgam) adlı kitabında ilan ettiği gibi, Nazizm, ırkların eşitliğine asla inanmaz, ırklar arasındaki farklılıkları kabul ettiği gibi, kimi ırkların üstün, kimi ırkların aşağı olduğunu savunur. Hitler, “ Yeni bir çağı yaratanlar, edebiyatçılar değil, savaşçılardır; yani halklara gerçekten şekil verenler ve önderlik edenler, böylece tarih yapanlardır” der. Buna bağlı olarak, Nazi anlayışında, okullar entelektüel 
aydınlanma merkezleri olmadığı gibi, öğretmenler de insanlığın çağlar boyunca biriktirdiği bilgi hazinesine dayanarak, nasıl eleştirel olunacağını öğreten kılavuzlar değildir. Ewald Banse; “Okulda vereceğiniz eğitimin amacı, öğrenciye bilgi yığınlarını aktarmak değil, Alman halkının sinirlerine çelik 
dökmektir (Kaplan, 1999, s. 101-102)” demektedir. Alman Nazizm’i, hümanizm, özgürlük, barışçılık, demokrasi ve eşitlik yerine herkesin ortak dünya görüşüne yani faşist ideolojiyi savunur. Alman Goebbels, “toplama kampına gitmekten korkmayan herkes homurdanmakta veya hükümeti eleştirmekte serbesttir (Kaplan, 1999, s. 105)” demektedir. 

İtalya’da eğitim, faşist ideolojinin can alıcı derecede önem taşıyan bir öğesidir. Öyle ki; Benito Mussolini, ilk faşist hükümetin olağanüstü yetkiler tanıdığı Kamu Eğitimi Bakanı Giovanni Gentile’nin uygulamaya koyduğu eğitim reformunu faşist reformlar içinde en faşisti olarak tanımlamıştır. Faşist devlet teorisi, faşist eğitim sisteminin temelidir. Milliyetçilik ise; bu eğitim sisteminin vazgeçilmez bileşenidir. Eğitim bakanlığının 1931-1932 yıllarına ilişkin faaliyet raporunda 
açıklandığı gibi, faşist eğitim, faşist devletin totaliter ruhunu İtalyan kuşaklarına aşılama aracıdır. İtalyan ideolojisine göre, okullar esinini İtalyan ırkının ve uygarlığının ebedi değerlerinden alan halk kültürünün taşıyıcılarıdır. Faşist rejimin düzenlediği milli eğitim sistemi, din öğretimini yani Katolik 
inancın öğretimini de içerir ancak; eğitim kilise kontrolünden bağımsızdır. Japonya’da eğitimin amacı; devlete sadık ve faydalı yurttaşlar yetiştirmektir. İlk ve orta öğretiminin asıl ödevi, öğrencilerde milli karakter oluşturmaktır. Bir başka deyişle; ilk ve ortaokulların görevi, öğrencileri Japon olmaktan şeref 
duyan ve imparatora, Japon devletine ve Japon ulusuna karşı ödevlerini ve sorumluluklarını bilen gerçek Japon vatandaşları yapmaktı. Amerika’da okul, devletin en büyük ve en etkili Amerikalılaştırma kurumudur. Devlet okulu, çocukları bir araya getiren ve böylece Amerikan kahramanlarını çocukların kahramanı yapan, çocukları Amerikan tarihine bağlayan, onlara dersliklerde her zaman gözlerinin önünde bulunan Amerikan bayrağına her gün selam vermeyi 
öğreten bir kurumdur. Öğrencilere boyun eğme, itaat etme ve yöneticilere bağımlılık tutum ve davranışı geliştirmeyi öğretir (Kaplan, 1999). 

Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’in Yazılma Amacı 

Millî Mücadele’nin kazanılıp Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak, ülkenin ilerlemesinin önündeki engelleri kaldırmak, laik ve millî bir yapı oluşturmak için Atatürk inkılâpları uygulanmaya başlamıştır. Özellikle Türk inkılâbının 
başarısının eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğu gerçeği, eğitimin yaygınlaşması ve değişmesi için kararlı ve acil adımların atılmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla Atatürk döneminde eğitim ve öğretimin ilkokuldan yükseköğretime kadar olan her alanında köklü çözümlere gidilmiştir. Getirilen 
çözümler ise, eğitimin hem niceliksel hem de niteliksel durumunu geliştirdiği gibi Atatürk’ün özlemini duyduğu yeni Türkiye’nin temel taşlarını oluşturmuştur (Demirtaş, 2008, s. 156). 

Mehmet Alkan’a göre; “Türkiye’nin siyasal tarihi ile eğitim alanında meydana gelen değişimler arasında paralellik vardır (Alkan, 2004, s. 77).” Kurtuluş Savaşından sonra, modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk, ulus devletin kökleşmesi ve Türkiye’nin çağdaşlaşması için siyasal, hukuki, ekonomik ve sosyal alanlarda kapsamlı bir reform hareketi başlattı. Atatürk’ün başlıca hedefi 
Türkiye’nin modern Avrupa Devletleri arasında yerini alması idi. O, Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden laik ve demokratik bir cumhuriyet rejimi kurmayı başardı. Bu Türk halkı açısından gerçek bir kültürel devrimdi. Atatürk döneminde Türkiye sosyal, siyasal, ekonomik, hukuksal ve kültürel alanlarda önemli atılımlar yaptı ve Cumhuriyet kültürünü yerleştirdi (Atabay, 2009, s. 455). Bu, 
özellikle eğitim ve kültür çalışmalarında kendisini göstermiştir. 

Cumhuriyet dönemi Türk tarihçiliği üzerinde etkili olan tarih anlayışı bir anlamda “Alman idealizmi”den kaynaklanan “Alman tarihselciliği” (Historisizm) XIX. yüzyıl başlarında Almanya, da ortaya çıkmış ve daha sonra bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Romantizmin, milliyetçiliğin ve muhafazakârlığın ortak paydası konumundaki Alman tarihselciliğinin iki temel özelliği; devlete atfedilen değer ve rol, diğeri ise milletlerin orijinalliğidir (Köken, 2002, s. 37). 

Türkiye’de siyasal modernleşmenin kaynağı ve yayıcısı olarak devletin milli kimliğin oluşturulmasında oynadığı merkezi rolün anlaşılmasında milli eğitimin işleyişi son derece önemli ipuçları vermektedir. Siyasal alanda gözlenen yönetenler/yönetilenler ayrımının eğitim alanına yansıması olarak eğitenler/ eğitilenler ayrımı özellikle ulus devletin kuruluş sürecinde önem kazanmaktadır. 

Eğitimin tüm halka eşit olarak verilebilmesi için gerçekleştirilen inkılâp hareketlerinden biri de Harf İnkılabıdır. Türk inkılâbının dayandığı millîleşmek ve çağdaş uygarlık düzeyine çıkmak düşüncesinin ürünü olan ve Cumhuriyet’in en köklü atılımlarından olan dil meselesinin çözümü amacıyla atılan ilk adım 28 Mayıs 1928’de sadece alfabeyle ilgilenecek ilk Dil Encümeni’nin kurulması olmuştur. Arap alfabesinin yerine Türk alfabesinin kullanılması kararı bir sonraki aşama olmuştur. Aslında Atatürk bunu çok daha önceden düşünmüştür. Erzurum Kongresi’nde Mazhar Müfid Kansu’ya söylediği hususlardan birisi de Türk harflerinin kabulüdür. Yine 1923’te İzmir İktisat Kongresinde Türk harflerinin kabulü için bir önerge verilmiştir. Yeni harflere yönelik çalışmalar Cumhuriyet’in ilanından sonra kamuoyunda uzun süre tartışılmış olmakla birlikte, 1927’den itibaren resmiyet kazanmıştır. Böylece Atatürk, 8/9 Ağustos 1928’de Cumhuriyet Halk Fırkasının Sarayburnu Parkı’nda tertip ettiği toplantıda Harf İnkılâbının başladığını açıklamıştır. 3 Kasım 1928 tarihli “Türk Harfleri 
Hakkındaki Kanun3” (Şentürk, 2012, s. 47) un yürürlüğe girmesiyle, 1928 yılı Aralık ayından itibaren, resmî ve özel bütün Türkçe gazeteler ve dergiler yeni Türk harfleriyle çıkmaya başlamıştır. Yeni kanun, 1 Ocak 1929’dan itibaren devlet yazışmalarının da bu harflerle yapılmasını sağlamıştır. Ayrıca 
1 Ocak 1929 tarihinde Millet Mektepleri açılmıştır. Halka önce okuma-yazma öğretme amacı güden bu mektepler ilerleyen dönemlerde yaşamak için lazım gelen diğer bilgileri de öğretme amacı gütmüştür. 

Bu sırada Türk Ocakları, Halkevleri ve Halkodaları da okuma yazma kursları düzenlemiştir. Millet Mekteplerinin vazifelerini icra edebilmeleri için Cumhuriyet Halk Fırkası teşkilatlarının da gayretleri görülmüştür. 1929 Ekim’inde ise aynı fırkanın Millet Mektepleri Talimatnamesini fırkanın teşkilat kademelerine gönderdiği görülmektedir. Yeni harflerin kabulünden sonra bu harfleri öğretmek için açılan Millet Mekteplerinde 1928’den 1937 yılı sonuna kadar dokuz senede 1.451.759 öğrenci mezun olmuştur. Bu öğrencilerin %73.15’i erkek, %26.85’i kadındır. Millet Mekteplerine devam eden ve bu mektepleri bitiren öğrencilerin özellikle 1928-1932 arasında en yüksek sayı ve oran arz ettiği görülmektedir (Demirtaş, 2008, s. 162). Ancak 1930’ların resmi söyleminde millet neredeyse tamamen dil ve hatta ırkla özdeşleştirilmiştir. Örneğin, 1934 tarihli İskân Kanunu’nun Kemalistlerin Türkiye’de ırk temelli bir sosyal yapı inşa çabalarını gözler önüne sermektedir. Avrupa çapındaki Nazizm dalgasının, Kemalizm’in ırkçı eğilimlerinin 1930’larda baskın bir görünüm kazanmasındaki etkisi 
yadsınamaz bir gerçektir. 

Türk dili ve gelişimine cumhuriyet döneminde önem verilmiştir. Türk Dil Kurumu’ nun 11 Temmuz 1931’de kurulmasıyla Türkçe ile ilgili çalışmalar hız kazanmıştır (Bayraktar, 2012, s. 137). Türk Dil Kurumunun çalışmalarından sonra 1930’lu yıllara damgasını vuran dil çalışması Güneş Dil Teorisidir4. Güneş Dil Teorisi “Türk ırkına” yaptığı referanslarla dönemin ırkçılık dozu yüksek siyasi ve entelektüel ortamının tam da aradığı yanıttır. Ancak Güneş Dil Teorisi’nde yalnızca Kemalizm’in ırkçı eğilimlerinin izlerini aramak resmin tamamının gözden kaçırılmasına neden olacaktır. Söz konusu olan bundan daha fazlasıdır. Bu teoriyle birlikte aslında dilin “ulusal özü” “öteki ”den ayrıştırmakta oynadığı rol azaltılmış görünmektedir; çünkü Türk diliyle diğer diller arasındaki sınırların geçirgenliğine bir nevi meşruiyet kazandırılmıştır. Ancak çağdaş uygarlığın ve dünya dillerinin Orta Asya Türk medeniyetinden ve Türk dilinden kaynaklandığı iddiası milliyetçi seçkinlerin Batı dışı bir ulusun yara almış onurunu iyileştirme ve toplumu Batılılaştırma “çabalarını” meşrulaştırma girişimi olarak da görülebilir. Çünkü Türk Tarih Tezi ve onun üzerine inşa edilen Güneş Dil Teorisi sayesinde birlikte bütün maddi ve manevi yönleriyle birlikte “Batılılaşma” projesinin topluma yabancı bir hayat tarzının dayatılması demek olmadığını, tersine söz konusu bu projenin tam da “ulusu uykusundan uyandıracak prens öpücüğü” olduğunu söylemek kolaylaşmıştır. Tüm bunların yanında Güneş Dil Teorisi dil devriminin fantastik boyutlar kazanan aşırılıklarının törpülenmesine ya da hızının kesilmesine de pratik bir dayanak sağlamıştır. Bu açıdan Teori milliyetçi 
seçkinlerin “Batılı olmak” ile “milli olmak” arasındaki sınırları idare etmenin zorluğu karşısında buldukları pragmatist bir çözümdür (Bayraktar, 2012, s. 149). 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder