ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ATATÜRK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2020 Perşembe

MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ YEMİN, ULUSAL ANT) ’NİN 100’ÜNCÜ YILI,

MİSAK-I MİLLİ (MİLLİ YEMİN, ULUSAL ANT) ’NİN 100’ÜNCÜ YILI,



Yazan  
Dr. Cengiz Tatar, 
23 Ocak 2020 


28 Ocak 1920, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının belirlendiği “Misak-ı Milli” (Milli Yemin, Ulusal Ant)’nin kabul edilişinin 100’ncü yıl  dönümü. Misak-ı Milli, tam bağımsız bir devlet kurmak üzere harekete geçmiş olan Türk Milleti’nin birlikte yaşamak üzere anlaştıkları şartları içeren bir sosyal mukaveledir. Misak-ı Milli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtuluşunda, kuruluşunda ve bağımsızlığında önemli rol oynayan tarihi bir olgudur. Atatürk’ün çabaları ile toplanan ve Osmanlı Devleti’nin toparlanma uğraşını simgeleyen Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920’de son kez toplanmış ve Misak-ı Milli’yi 28 Ocak 1920’de oy birliği kabul etmiştir. Milli Mücadele döneminde ülke topraklarını milli sınır olarak belirleyen 6 madde içeren bir beyannameden oluşmuştur. Misak-ı Milli kararları, 17 Şubat’ta Meclis’te kabul edilip dünyaya ilan edilmesi ile milli tarihe mal edilmiş ve 18 Temmuz 1920’de TBMM’de bağlılık yemini edilerek yinelenmiştir. Misak-ı Milli, Milli Mücadele’nin başlangıcında ortaya çıkmış ve ön sözü olarak adlandırılmıştır. Milli Mücadele’nin diplomatik belgesini, dayanağını ve fiziki hedefini teşkil etmiş, hem önemli olayların sonucu hem de bir devrimin başlangıcı olmuştur. Milli Mücadele’nin hedefi, yöntemi ve planlarının ana hatlarını çizen Misak-ı Milli’nin temeli, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde benimsenen ilkelere dayalı Türk ulusunun birliği, yurdun bütünlüğü ve gelecekteki güvenliği ile ilgili gelişmesini amaçlayan kararları oluşturmuş ve milletin gerçekleştireceği yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin temeli atılmıştır.


   Misak-ı Milli Sınırları ve Haritası

I.Dünya Savaşı’nda üstünde türlü oyunlar oynanan, toprakları paylaşılan, bağımsızlığını kaybeden Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’na rağmen işgaller devam etmiştir. İtilaf Devletleri, artık iyice zayıflamış olan imparatorluk üzerindeki gizli planlarını uygulamaya koymuştur. Dün olduğu gibi bugünde Rusya’nın sıcak denizlere inme hedefi, Boğazlar ve İstanbul egemenliği isteği; İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu hayalleri; İtalya ve Yunanistan’a vaat edilen Ege toprakları işgal devletlerinin sürekli gözlemi altında olmuştur. Yönetimde oluşan otorite boşluğu, dışarıdan müdahaleler, halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve bitkinlik, sonun başlangıcının işaretini oluşturmuştur. İzmir’in işgali ve diğer devletlerle yapılan görüşme sonuçlarının Osmanlı Devleti’nin aleyhine olması nedeniyle Anadolu halkının bağımsızlık hareketine destekleri artmıştır. Misak-ı Milli’nin hazırlanması için Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’ya gelişinin ertesi günü 28 Aralık 1919’da şehrin ileri gelenleri ile görüşmeler ve 1920 başlarında çeşitli toplantılar yapmıştır. Bu toplantılar, Milli Mücadele’nin hazırlığı niteliğinde olan kararların belirlenmesi için oldukça önemli bir yere sahip olmuştur. Toplantılarda; “Wilson Prensiplerinin” Osmanlı Devleti için önerilen 12.Maddenin gerçekte Türkiye’nin durumu bakımından kabul edilebilir nitelikte olduğu belirtilmiş, benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi gereken sınırların 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması’ndaki sınırlar olduğu ifade edilmiştir.

Misak-ı Milli’ye giden süreç, Osmanlı Hükümeti’nin 11 Eylül 1919’da genel seçim kararı alması ile başlamıştır. Bu bağlamda, şehirlerde “Kuvayı Milliye” adı altında oluşturulan bağımsızlık hareketi içerisinde olan milletvekilleri, toplanacak meclis için seçilmiştir. Atatürk, Erzurum milletvekili seçilmiş, ancak toplantıya İstanbul’un İngilizlerin işgali altında bulunduğundan güvenlik nedeniyle katılmamıştır. Toplantı öncesi bazı kararların alınması için seçilen milletvekilleri Aralık 1919 ve 3 Ocak 1920’den itibaren Ankara’ya gelerek Atatürk ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile görüşmüş, kendilerine yapılması gereken hareket tarzları ve yöntemler anlatılmıştır. Onlardan milli teşkilata ve millete dayanarak oluşturulacak, milletin kutsal gayelerini cesaretle dile getirecek ve mecliste direniş hareketlerini temsil edecek “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” teşkil etmelerini ve Sivas Kongresi’nde kesinleşen “Misak-ı Milli” esaslarını savunmalarını ve kabul ettirmelerini, kendisinin Meclis Başkanlığına seçilmesi için teklif etmelerini istemiştir. Bildiri metni yapılan bu görüşmeler sonucunda kaleme alınarak son şekli verilmiştir.

     Atatürk, Ocak 1920’nin başlarında Muallim Mektebinde Ankara’nın ileri gelenlerine yaptığı ilk konuşmada; “Milli teşkilatımızın izlediği gaye, vatanı parçalanmaktan ve milleti esaretten kurtarmaktır. Ama ondan sonra da pek mühim bir millet ve vatan vazifemiz vardır. İç işlerimizi ve hallerimizi ıslah ederek, medeni milletler arasında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen ispat etmek lazımdır. Bu gayede muvaffak olmak için ise siyasi mesaiden ziyade, içtimai mesaiye ihtiyaç vardır. Efendiler ümit ederim ki, elverişli bir sulh elde edildikten sonra durumumuz, iyi idare edilirse, eski sınırlarımız içindeki vaziyetimizden daha iyi olur”. Misak-ı Milli hedefini belirlemiştir. 11 Ağustos 1921’de yazar Laurence Shaw Mocre ile yaptığı söyleşide; “Biz barış taraftarıyız. Biz hakkımızdan olandan fazlasını istemiyoruz. Yalnızca anavatanın düşman işgalinden kurtulmasını ve kendi kaderimizi tayin etmek hakkını istiyoruz, yani bağımsızlık istiyoruz. Milli Misak, halkımızın hakkı olan bir belgedir ve halkımız bu belgede yazılı olan haklarını almak için and içmiştir”.sözü ile ezilmeyen ve yenilgiyi kabul etmeyen umutlu bir liderin uzak görüşlülüğü, uzun vadeli gelecek hesapları, stratejik seziş ve kararların işareti ve kararlılığı ortaya konmuştur.

Osmanlı “Mebuslar Meclisi”, 12 Ocak 1920’de tüm uyarılara rağmen işgal altındaki başkent İstanbul’da Fındıklı Sarayı’nda son kez toplanmıştır. 19 Ocak 1920’de toplanan Meclis, daha önce oluşturulan kararlar yerine Saltanat makamının gücünden etkilenerek İstanbul Milletvekili Reşat Hikmet Bey’i Meclis Başkanı seçmiş ve “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” yerine Rauf Orbay ve arkadaşlarının isteği ile “Felah-ı Vatan”(Vatanın Kurtuluşu) grubunu kurmuştur. 22 Ocak’ta gizli oturumda Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan 8 maddelik Misak-ı Milli müsveddeleri Trabzon Milletvekili Hüsrev Sami Gerede tarafından Meclis-i Mebusan üyelerine okunmuştur. Atatürk, 23 Ocak 1920’de İstanbul’daki arkadaşlarına ve bazı makamlara gönderdiği telgraf ile Meclisin dağıtıldığı hakkında bir iradenin aniden gündeme geleceği ihtimaline dikkatleri çekmiştir. Meclis Başkanlığına seçmelerini istemesinin nedenini; Kuvayı Milliye’nin millet tarafından kabul edildiğini göstermek, Meclis dağıtıldığında tekrar toplayabilme yetkisine sahip olabilmek, gerektiğinde Anadolu’da bu göreve devam edebilmek ve görevleri güven içinde yapabilmek, milli varlığımızla bağdaştırılamaz bir barış teklifi karşısında milletçe ayaklanmayı Meclis’in başkanı sıfatıyla milletin maddi ve manevi güçlerini savunma durumuna geçirmek düşüncesi oluşturmuş ve gerekli bir tedbir olarak görmüştür. O, “Meclisin feshi, milli müdafaaya teşebbüs zamanının geldiğine bir işaret olacaktır”.Meclisin feshini öngörmüş, ancak korkmamıştır.

Mebusan Meclisi toplantısında “Misak-ı Milli” (“Türk Milletinin Bağımsızlık Beyannamesi)”ni Edirne milletvekili Şeref Bey; “Ahd-i Millinin ittifakla kabulünü memlekete, millete, bütün dünyaya ilanını teklif ediyorum.” diyerek gizli oturumda ilan etmiştir. Politik bir bildiri olan Misak-ı Milli, Mebusan Meclisi’nde görüşülmüş ve 28 Ocak 1920’de gizli celsede 121 milletvekilinin oybirliği ile kabul edilmiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde kararlaştırılan ve yol gösterici olan “Misak-ı Milli Kararları” resmi bir hale getirilmiş ve sınırlar kesin olarak belirlenmiştir. Bu kararlar, 17 Şubat 1920’de Mebusan Meclisi’nin huzuruna gelmiş ve oybirliği ile kabul edilmiş, “Ahd-ı Milli Beyannamesi” daha sonra “Misak-ı Milli (Ulusal Ant)” olarak değiştirilmiştir. Milli Mücadele’nin en büyük dayanağı ve belgesi olan Misak-ı Milli kamuoyuna yayınlanarak halk ile paylaşılmış ve milletin temsilcileri tarafından ant içilmek suretiyle dost/düşman bütün dünyaya ilan edilmiştir. Atatürk, Misak-ı Milli’yi; “Erzurum ve Sivas kongrelerinde modern bir ülke sınırı saptamak gerekti, ben Türk süngülerinin işaret ettiği sınırı seçtim. Biliniz ki, Misak-ı Milli’nin temellerini Ankara’da kesin olarak saptamışımdır, sorunun yabancısı olan bazı insanlar, ulusal sınır bahis konusu olduğunda kendilerine önem vererek ve gerçeği bilmeyerek türlü türlü kuruntulara kapıldılar”. Sözü ile kongrelerde kabul edilen üç temel ilke olan “Milli hudut dâhilinde vatan bir bütündür, onun çeşitli kısımları birbirinden ayrılamaz” ve “Hıristiyan unsurlara siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez”, ve “Manda ve himaye kabul edilemez” Misak-ı Milli’nin temel felsefesi oluşturmuştur.


    Son Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli Kararlarını Alırken.

Mebusan Meclisi Toplantısında Alınan Kararlar;

Madde 1- Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması‘nın imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerin (Hatay ve Musul bölgesi Türk egemenliği altında) geleceğini, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenecektir. Din, soy ve amaç birliği bakımından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı İslam çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü, ister bir eylem, ister bir hükümle olsun hiç bir nedenle birbirinden ayrılamayacak olan Ulusal sınırlar içindeki Türk vatanı bir bütündür ve kesinlikle parçalanamaz.

Madde 2- Halkı özgürlüğe kavuşunca, oylarıyla anavatana katılmış olan üç il (Elviye-i Selase dâhilinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum) için gerekirse yeniden halkın serbest oyuna başvurulmasına gidilecektir.

Madde 3- Türkiye ile yapılacak barışa kadar ertelenen Batı Trakya’nın hukuksal konumunun belirlenmesi de, halkının özgürce yapacağı oylamaya göre belirlenecektir. Yine, Arap topraklarının geleceği burada yaşayan halkın vereceği oylar ile belirlenecektir.

Madde 4- İslam Halifeliğinin, Yüce Saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükümetinin başkenti olan İstanbul kenti ile Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü tehlikeden uzak tutulması ile ilgili önlemler alınacaktır. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın güvenliğinin sağlanması şartı ile Boğazların dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte öteki tüm devletlerin oybirliği ile verecekleri karar geçerli olacaktır.

Madde 5- Ülkemizde yaşayan Hıristiyan ve diğer azınlıklara, komşu diğer ülkelerde Müslümanlara tanınan haklardan fazlası verilemeyecektir. Müslümanların kullandığı haklar ile bu azınlıkların hakları eşit hale getirilecektir.

Madde 6- Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak sağlamak amacıyla mali, idari ve siyasi yönden milli ve ekonomik gelişmemizi engelleyen sınırlamalar (Kapitülasyonlar) kesinlikle kabul edilemeyecektir. Çünkü: ‘‘Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir”. Tam bağımsız bir devlet hedeflenmiştir. Askeri, ekonomik ve siyasi bağımsızlıktan ödün verilmeyeceği belirtilmiştir.

Misak-ı Milli, Mondros’a bir tepki ve bu ateşkes hükümlerinin zorla imzalatılmış olmasına karşın kabul edilmediğinin ilanı olmuştur. Kabul edilen 6 maddelik beyanname, Milli Mücadele’nin iç ve dış ilkelerini kapsamıştır. İşgalin ve yabancı boyunduruğunun kabul edilmeyeceğini göstermiştir. Uzun süredir egemen olan ümmetçilik anlayışının yerini ulusçuluk anlayışı almıştır. Yıllardır büyük bir sorun olan kapitülasyonlara Millet Meclisi ilk kez büyük ve sert bir tepki göstermiştir. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan “Milli sınırlar içerisinde vatan parçalanamaz bir bütündür” kararı ile Türk vatanın sınırları çizilmiş ve Milli Mücadele’nin ana ruhu oluşturulmuştur. Türk dış politikasının hedefleri belirlenmiş, devletin bağımsızlığı, milletin geleceği ve devamlı bir barışın sağlanması için yapılabilecek en son fedakârlıklar tespit edilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk defa dünyaya duyurulan bu bildiri ile Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlığı diğer ülkeler tarafından tanınmış ve kabul edilmiştir. Atatürk, yayılma değil savunma siyasetiyle; “I.Dünya Harbi’nin sonuçları, devletimizin bir takım fedakârlığa katlanmasını zorunlu kılıyor. Buna göre devlet için millî, yeni bir sınır kabul ettik. Mütareke imzalandığı gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu sınır, İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Deyr-i Zor’a iner; Daha sonra doğuya kıvrılarak Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi içine alır.” yeni sınırların ancak bu şartlarda çizilebileceğini belirtmiştir.

İngiltere, Misak-ı Milli ilan edilene kadar engelleme çalışmalarına girişmemiştir. Mebusan Meclisi tarafından kabul edilen kararların kamuoyunun bilgisine sunulması ile kararlara karşı çıkmış ve büyük bir tepki göstermiştir. 3 Mart 1920’de İsmet İnönü; İngilizlerin yardımıyla İstanbul’da bir cemiyet kurulacağını, hükümetin düşürüleceğini, Meclisin feshedilip İzmir ve Adana cephelerinde düşmanla işbirliği yapılacağını, Kuvayı Milliye’nin dağıtılacağını, İstanbul’da Hilafet Şurası kurulacağını Başyaver Binbaşı Salih vasıtasıyla şifre ile Mustafa Kemal Atatürk’e bildirmiştir. Atatürk, Hey’et-i Temsileye adına 4 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan Başkan Vekilliğine yazdığı yazıda; “Vatan ve milletimizin istiklalini korumak için her fedakârlığa hazır bulunan milletimizin, kutsal heyecanını ancak milletin tam olarak güvenini kazanmış bir hükümetin işbaşına getirilmesi yatıştırabilir. Vatana ve tarihe karşı, üzerinize aldığınız büyük sorumluluğu ve bütün dünyanın kürsülerinize çevrilmiş olan dikkatli bakışlarını düşünerek, milletin azim ve fedakârlığına yaraşır kararlar alınacağına güvendiğimizi ve vatan uğruna yaptığınız çalışmalarda bütün milletin yanınızda ve yardımınızda olduğunu arz ederiz”.  Yine, 4 Mart 1920’de, Padişaha çektiği telgrafta; “Milli vicdanı temin edemeyecek bir Kabine Reisine milletin bir dakika tahammül edemeyeceğini ve böyle bir şey olursa, Osmanlı Devleti tarihinde evvelce örneği görülmemiş olaylara meydan açılacağını” açıkça belirtmiş ve olacakları önceden haber vermiştir.

3 Mart 1920’de, Yunanlılar taarruza geçerek Gölcük yaylasını ve Bozdoğan’ı işgal etmesi ile 5 aydır görevde bulunan ılımlı Ali Rıza Paşa hükümeti, İtilaf devletlerinin baskısı ile istifa etmiş ve Salih Paşa, hükümet başkanı olmuştur. 16 Mart 1920’de İtilaf devletleri; İstanbul’u, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerini, telgraf merkezlerini, Türk Ocağı’nı ve diğer müesseseleri işgal etmiştir. 18 Mart’ta Padişah, Mebusan Meclisi’ni dağıtmış ve çalışmalarına ara vermiştir. İtilaf Devletleri, Mebusan Meclisi’ne baskın yapmış ve bu baskın doğrultusunda 11 Nisan 1920’de padişahın kararı ve yetkisi ile kapatılmıştır. Meclisin kapatılmasından sonra Salih Paşa Hükümeti’nin yerine Damat Ferit Hükümeti gelmiş ve Milli Mücadele’ye karşı olduğundan Kuvayı Milliye’nin hain olduğunu bildiren bir fetva yayımlatmıştır. İtilaf Devletleri, Meclis basarak bazı milletvekillerini ve aydınları yaklaşık 2 yıl süre ile tutuklamıştır. Rauf Orbay ve bazı milletvekilleri Malta Adası’na sürgün edilmiş, bazıları ise Anadolu’ya kaçmıştır. İstanbul’daki meclisten mebusların tutuklanmasına karşılık olarak Anadolu’daki İtilaf subayları tutuklanmıştır. Bu olay milli iradeye yapılan bir saldırı ve meydan okuma olarak nitelendirilmiş, halkın hükümetten daha da soğumasını sağlayarak Milli Mücadele‘ye bir adım daha yaklaştırmıştır. Anadolu’ya kaçan milletvekillerinin orada meclise girmeleri, meclisin Ankara’ya taşındığının göstergesi olmuştur. Milli iradeye oluşacak olası müdahaleleri engellemek için İstanbul hükümeti ile tüm ilişkiler kesilmiş ve ‘‘artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, tabidir.’’ diyerek Anadolu temelli “Kurucu Meclis”  oluşturulmuştur. İstanbul’un kaybedildiğine inanan halkın Anadolu’ya geçmesiyle milli ruh daha da güçlenmiş ve bağımsızlık yolunda emin adımlarla ilerlenmiştir. Milletin temsilcileri, 23 Nisan 1920’de Ankara’da “Türkiye Büyük Millet Meclisi” toplamış ve ülke yönetimine el koymuştur. Misak-ı Milli, yeni Türk Devleti’nin ilkelerini belirleyen, gerçekleşmesi için sonuna kadar çalışılacak milli ülkü, hedef ve ant olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk, Anadolu’da parlayan bağımsızlık ateşlerinin yani Türk halkının kendi egemenliğini ve geleceğini kendisi yazacağını, istiklal için din, dil, ırk, millet ayrımı yapmadan birlikte hareket edeceğini belirtmiş ve “Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.” Milli Mücadele’nin lideri olmuş ve bu mucizenin yaşanmasına öncülük ederek Türk milletinin kahramanlığını tüm dünyaya göstermiştir.

Misak-ı Milli kararları, dönemin hukuki ve siyasi şartları göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Her alanda tam bağımsızlık amaçlanmış ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığı zamandaki Osmanlı sınırlarını kapsayan Türkiye’nin ulusal sınırları çizilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk kez dünyaya duyurulan Misak-ı Milli, Lozan Konferansı’nda kabul edilerek bağımsız yeni Türkiye’nin varlığının uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır. İstanbul’un işgali ve Meclisin kapanışı, Osmanlı İstanbul Hükümeti ve Saltanatının sonunu getirmiş, söz artık Milletin ve Ankara’nın olmuştur. Misak-ı Milli, halkın büyük zaferi ve ulusal devlet düşüncesinin ürünü olmuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini yansıtmış ve Türk milletinin kalbinden, vicdanından doğan ve ilham alan en köklü belirgin istek ve inancı “Kurtuluş” olmuştur.    


KAYNAKÇA:

ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, “NUTUK  (1919-1927)”, 2006.
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam 1919-1922, Remzi Kitapevi, C-II, 1987, İstanbul
MÜTERCİMLER, Erol, Fikrimiz Rehberi, Gazi Mustafa Kemal, Alfa Yayınları, 2008, İstanbul. 
ÖZDEMİR, Hikmet, Savaşta ve Barışta Kemal ATATÜRK, Doğan Egmont Yayıncılık, 2019, İstanbul.


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/politik-sosyal-kulturel-arastirmalar-merkezi/misak-i-milli-milli-yemin-ulusal-ant-nin-100-uncu-yili

***



15 Kasım 2019 Cuma

BULGAR BASININDA ATATÜRK VE TÜRK HALKININ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI (1919-1938) BÖLÜM 2

BULGAR BASININDA ATATÜRK VE TÜRK HALKININ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI (1919-1938) BÖLÜM 2



     Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşına “Zora” gazetesi hayli yer ayırmaktadır. Gazete, 3 Temmuz 1920 tarihli sayısında “Küçük Asya’da Askeri Savaş” başlığı altında bir yazıya yer vermektedir. Yazıda şunlar dikkati çekiyor: “Yunanlılar Alaşehir ve İzmir yörelerindeki başarılarını ilan etmeye acele ettiler, bunu da pek tabii Venizelos’a konferans önünde itibar, saygınlık kazandırmaktı niyetleri. 
Yunanlıların önünde duran güçlükleri yabancı muhabirlerin Kemalistlerin güç ve araçlarına ilişkin verdikleri haberlerden algılıyoruz.”, deniyor gazete sayfalarında ve şöyle devam ediyor: “23 Haziran sayısında “Nev York Herald” Fransız - Türk Antlaşmasının süresinin sona ermesiyle ortaya çıkan durumun tahlilini yaparak gazete şunları yazıyor: “Fransa’nın Suriye komutanı general Guro’nun Mustafa Kemal ile yaptığı üç haftalık ateşkes süresi 30 Mayıs’ta sona erdi. Kemalistler görüşmeleri yenileme tecrübesinde bulunmadan Adana’yı Bağdat demiryolu hattına Kilikya limanı bağlayan Mersin’e saldırdılar. Böylece Fransız askerî güçsüz hale düştü.” Gazete devamla: “Nev York Herald” gazetesine göre Fransız 

-Türk Müzakerelerinin nedenleri şunlar: “Mustafa Kemal’in ordusu ilkbaharda Kilikya’daki Fransız işgal ordusuna saldırıda bulundu. 
Maraş, Antep ve Urfa’da Fransızlar tamamen hezimete uğradı. Kemalistler bu zaferle tüm Kilikya’yı ele geçirdi... 
...Kemal’in bu ateşkes süresinin devamına razılık göstereceği zannediliyordu, lakin hiç de öyle olmadı. Kemal’in ordusu zaferden zafere koşuyordu. Türk ordusu tüm Anadolu’yu geri aldı. İngilizlerin elinde ise ancak Boğazlar etrafında birkaç kilometrelik bir mesafe kalmıştı. O da güç bela... İngiliz subayları Kemal’in askerlerinin en yakın zamanda İstanbul’a hücum edeceklerini kabulleniyorlardı.” diye yazıyor sözü geçen gazetede. 

Makale devamında Kemal’in askerlerinin Sultan, itilafçılar ve Yunan güçleri karşısındaki galibiyetlerini dile getiriyordu. Gebze, İzmit, Alemdağ vs. gibi kent ve kasabalar için yürütülen cenkler hakkında ayrıntılara gidiyordu. “Öyle, çünkü bugün artık Trabzon’dan İzmir’e kadar tüm Küçük Asya sahilleri Kemalistlerin elinde bulunuyordu...” diyor “Zora” gazetesi. 

Yine “Zora” Gazetesi iki gün sonra, 5 Temmuz 1920 tarihinde, “Türkiye’den Mektuplar” başlığı altında bir başka makale yayımlıyor. 

Yunan ordusunun Doğu Trakya’daki mevkilerini ayrıntılarıyla dile getirerek gazete yazısını şöyle sürdürüyor: “Burada Türkler yüksek halet-i ruhiyeye, yüksek morale sahip. Aydın Türkler gerçek bir Avrupa ülkesi olarak kalacaklarını umarak kendilerini aldatmıyorlar, lakin İstanbul ve Edirne vasıtasıyla Avrupa ile ilişkilerini her ne pahasına olursa olsun korumak istiyorlar.” 

Bu makalede Trakya Hak Savunması Komutanı Cafer Tayyar’ın resmi beyannamesine de yer veriliyor. Beyanname şu ifadelerle dikkati çekiyor: “Yunan ordusu kendini güçlü hissedeceği ve Doğu Trakya sınırlarını geçmek isteyeceği, bir günde iyi örgütlenmiş ve son damla kana kadar özgürlüğünü savunmaya kararlı olan bir halk ordusu ile göğüs göğüse gelecektir....Türkler ve Bulgarlar tek bir Yunan köyüne saldırmış değillerdir. Onlar, kardeşlerinin derin ağrı ve ıstıraplarını hissedip içlerinde yaşatmalarına rağmen ölçülü davranıyorlar ve soğukkanlılığını layıkıyla koruyabiliyorlardı. Ki bura ahalisi Batı Trakya’daki evini, barkını, topraklarını terkedip Bulgaristan’da sığınak bulmuşlardı.” 

“Zora” gazetesi Türk ordusunun umum ilerleyişini dikkatle izliyor ve ayrıntılarıyla yansıtıyor. Gazetenin sayfalarında “İstanbul Dolaylarında” (8 Ağustos 1922), “İstanbul Önlerinde” (9 Ağustos 1922), “Savaş veya Macera” (3 Ağustos 1922), “İstanbul Önlerinde Neler Oluyor” (5 Ağustos 1922), “Yunanistan Teslim Bayrağını Kaldırdı” (10 Ağustos 1922) gibi makalelere yer verilir. 

Yazıların büyük bir kısmında “Zora” gazetesi “Politika” ve “Katimerini” Yunan gazetelerine, “Deyli Meyl”, “Nev York Herald’, “Tayms”, “Tan”, “Berliner Tagebalt”, “Deyli Telegraf’ gibi İngiliz, Fransız ve Alman gazetelerinden yararlanmaktadır. 

“Zora” gazetesi 4 ve 6 Ağustos 1922 tarihlerinde “Yunan Macerası” umum başlığı altında geniş bir makale basıyor. Bu yazıda Yunan iddiaları dile getiriliyor, büyük güçlerin Türkiye politikası, Yunan ordusunun yenilgisi, İngiltere ve Fransa’nın Barış Konferansı düzenlenmesi için razılığı dile getiriliyor. Bundan sonra da bir yandan Türkiye ile Antant ülkeleri ve öte yandan da Yunanistan’la savaşkes 
antlaşması imzalanacaktır deniyor. 

“Ulusal Gücün Orta Direği” 25 Haziran 1923 tarihli “Pryaporets” (Bayrak) gazetesinin en önemli yazısıdır. O yazıda şunlar dikkat çekmektedir: “Türkler büyük zafer sevinci yaşıyorlar. Lozan Barışı onlara istediklerini verdi. Türkiye bugün bağımsız bir devlettir. 

Utanç verici kapitülasyon rejimi ortadan kaldırıldı. Türkiye bu büyük zaferi halkının olanca varlığını kurban etmeye hazırlığı sayesinde elde etti. Bu hususta Ankara Millet Meclisi büyük ve halledici rol oynadı. Meclis, tüm Türk halkının etrafında tek vücut olduğu bir bayraktan farksızdı. Zaferin örgütleyicileri ve galipleri ancak bu Meclis saflarından çıktı. Mustafa Kemal yalnız yetenekli bir asker gibi değil, aynı zamanda fevkalade bir teşkilatçı ve birinci mevkili diplomat olarak sahnede yer aldı. O bir fikir dehasıydı, ilham kaynağıydı ve son derece yararlı bir dava peşinde koşuyordu. Mustafa Kemal, Türkiye varolmazdan önce aşağılanıp küçümsendiği ve savaşta yok edildiği hesap edilen bir anda bir Millet Meclisi oluşturmayı başardı. 

Mustafa Kemal, Meclisi İstanbul’dan uzak, Ankara şehrinde meydana getirdi ve ondan sonra da Türkiye’nin savunmasına girişti. Türk halkı Ankara Millet Meclisi etrafına toplandı, parçalanmış ve bölünmüş Türk illeri keza bu Meclis etrafında birleşti, yine bu Meclis vasıtasıyla kitlelerde teşkilat ve zafer iktisadi ve kültürel kalkınma ruhu aşılandı. Politik yönde geri kalmış Türkiye’nin tarihi dersi 
başka halklar için de değerlidir. Türk halkı hemen hemen her şeyini kaybetmiş, hatta ölüm döşeğine yatırılmış bir halkın nasıl yeniden dirilebileceğini gösterdi.” 

Türk halkının savaşlarına “Rabotniçeski Vestnik” gazetesi de ilgi göstermektedir. Gazetenin 23 Kasım 1922 tarihli sayısının başyazısında şunları okuyoruz: “Mudanya mütarekesinden bu yana çok kısa bir zaman geçti. Ama tarih büyük devletlere acı bir lokma hazırladı, bu lokmayı büyük devletler ister istemez Lozan’da yutmaya mecbur kaldılar. Bu acı lokma, Türkiye’de düzenlenen Cumhuriyet Devrimci Darbedir. Türk halkı tarihin tekerleğinin General Harington’un kılıcı ile döndürülmesini beklemek istemiyordu. 

Bundan üç yıl önce Ankara’da başlayan Devrimci Ulusal Hareket, İstanbul’a ulaşmalı ve o yuvadan, zayıf ve müstemleke halkların üzerinde kırbaç oynatan zalimleri silah gücüyle diplomatik girişimler yardım etmeyince kovmalıydı. Türkiye’deki darbe yalnız Türkiye’deki Avrupa emperyalist hâkimiyetinin değil, bütün Asya müstemlekelerindeki hâkimiyetin temellerini sarstı.” 

Bulgar gazetelerinin büyük bir kısmı sayfalarında 29 Kasım 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesine de gereken yeri ayırmış oldular. Gazeteler hemen hemen aynı görüşü paylaşıyordu, ki bu olay tarihin vekayinamesinde yer alacaktır. Gazetelerin belirttiklerine göre, bir imparatorluğun yıkıntılarından yepyeni, bağımsız bir Türk devleti doğdu. 

Böylece Türk halkının sosyal-politik ve ekonomik hayatında temelli değişiklikler meydana geldiğini gazeteler hem fikir olarak dile getirmişlerdir. 

Ben burada yorumlara meydan vermeden Bulgar gazetelerinin sayfalarında yer verdikleri yazıları olduğu gibi aktarıyorum. Bu, Bulgar halkı, Bulgar toplumu Türk halkının Ulusal Kurtuluş Savaşı’na büyük bir ilgi göstermekte, özgürlük ve bağımsızlık savaşında ona maddi ve manevi destek veriyor demektir. 

Mustafa Kemal Atatürk’ün ömrünün son nefesine dek Bulgaristan’a ve Bulgar halkına en iyi duygular beslediğini kanıtlayan örnekler bir değil, beş değil. Kemal Atatürk hayata gözlerini yumduğu 10 Kasım 1938 tarihine kadar Bulgaristan ile Türkiye arasında dostluk ve iyi komşuluğun galebe çalması için tüm gayretlerini esirgemeden mücadele vermiştir. 

Kemal Atatürk’ün ölümü zamanın bütün basım araçlarında geniş çapta yansıtılmıştır. Kemal Atatürk’ün ölümü münasebetiyle “Slovo” gazetesinin Başyazarı Meçkarov: “Mustafa Kemal Osmanlı İmparatorluğunun vücudunu acımasızca ameliyat eden bir cerrahtır.” diye yazmıştır. 

“Zora” gazetesinde ise Danail Krapçev: “Atatürk’ün davasının varlığını sürdüreceğinde hiç kimsenin asla kuşkusu olamaz. Fakat onunla birlikte ortadan üç şey kaybolacaktır: ateşin karakter, güçlü ve tükenmez enerji, fikir ve metin irade;” diye yazmıştır. 

“Slovo” gazetesinin Müdürü ve aynı zamanda milletvekili Todor Kojuharov 1938 yılında şunları kaleme almıştır: “Atatürk’ün şanlı ve şerefli adı Ankara karşısında ki kayalarda unutulmaz bir anı ve gelecek kuşaklar için bir ibadet dersi olarak ebedi yazılı kalacaktır. 
Bu yüce adam dünyamızda, bu topraklarda çağdaşımızcasına yaşadı. 0, yabancı askerlerin saldırılarını yıldırım darbesiyle geri itiyor, sanki keskin bir kılıçla yürütülen müzakerelere, imzalanan mukavelelere çözüm getiriyordu. 
Bir hamlede halifenin çelenk ve tahtını ortadan kaldırdı. Ülkesini kurtardı, umutsuzluğa kapılmış halkının ulusal ihtiraslarını uyandırdı ve modern sivil bir toplum yarattı. 
İşte, gözlerimizin önünde yoğrulan Atatürk mucizesi bundan ibarettir. Böyle bir eşsiz kişinin ölümünden sonra dünya artık o kadar ilginç değil.” 

Bulgar devletinin taziye arzları, başsağlıkları “Zora” gazetesinin 10 Kasım 1938 tarihinde “Haşmetli Çarın Atatürk’ün Ölümü Münasebetiyle Başsağlıkları” beyannamesinde umumileştirilmiştir. Başlık altı olarak da “Diğer Taziyeler” ifadesini görüyoruz. 
Mustafa Kemal’in ölüm haberini alır almaz saray önündeki bayrak yarıya indirilmiştir. Çar Hazretleri Türk Meclisi Başkanı Abdülhalik Renda’ya başsağlığı telgrafı göndermiştir. Dahası var. Haşmetli Çarın emri üzerine Yaveri General Tsanev ve Kançelarya Müdürü Popov Sofya’daki Türk Sefiri Sn. Berker’i ziyaret ederek, kendilerine Çar Hazretlerinin taziyelerini bildirmişlerdir. Bundan başka 
Başbakan Dr. Köseivanov, Halk Meclisi Başkanı Sn. S. Moşanov, aynı zamanda diplomatik misyon yöneticileri de başsağlıklarında bulunmuşlardır. 

Gazetenin aynı sayısında daha birkaç makale yer almıştır. İngiliz gazetesi “Voyd Prays” anı ve kişisel izlenimler biçiminde şunları kaleme almıştır: “Eski Türkiye’yi tanıyanlar için, onun getirdiği yenilikler asla inanılası değildir. Bunlar büyük davanın bir başlangıcı oldu, ortaçağ Türkiye’si yepyeni bir devlet halini aldı. Kemal Atatürk halkını ardıcıl bir surette, tüm gayretleriyle modern bir halka 
dönüştürdü. Kısa kısa buyruklarla bin yıllık müessese ve gelenekleri ortadan kaldırdı, yok etti.” 

“Zora” gazetesi 13 Kasım 1938 tarihli sayısında Atatürk’ün cenaze törenine katılan Bulgar heyetine ilişkin aynntılı bilgi vermektedir. 
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının ölüm münasebetiyle defın merasiminde Bulgaristan’ı temsil edecek olan resmi heyet tesbit edilmiştir. 

Heyeti oluşturanlar: 

Çar Hazretleri temsilcisi General Panov, Bulgar hükûmet temsilcisi - Savunma Bakanı General Teodosi Daskalov ve Bulgar Ordusu temsilcisi Başkent Garnizon Amiri General Konstantin Lukaş. Yine bu münasebetle cenaze merasimine 
72 Bulgar askerî gönderilecektir. 

“Zora” gazetesi aynı yılın 17 Kasım sayısında Bulgar heyetinin ve Bulgar fahri bölüğünün Türkiye’de bulunmasına ilişkin bir yazı yazmıştır 20 Kasım sayında. General Daskalov, Türkiye Dışişleri Bakanı Sn. Saraçoğlu ile görüşmesi esnasında şöyle bir beyanatta bulunmuştur: “Ben sizlere Çar Hazretlerimizin, Bulgar hükûmetinin ve bütün Bulgar halkının Türkiye’nin kurtarıcısı ve yenilikçisi 
Atatürk’ün ölüm sonucu dost Türk halkının uğradığı büyük kayıp münasebetiyle taziyelerini bildirerek bir memuriyet görevimi yerine getirmiş oluyorum. Biz onun mezarı önünde büyük saygıyla derinden başeğmeye ve Türk halkına kaybını metanetle karşılaması dileklerinde bulunmaya geliyoruz. Atatürk öldü. Fakat biz Türkiye’nin O’nun çizdiği yoldan ayrılmayacağına eminiz.” demektedir. 

Bakan Saraçoğlu’nun cevabı şöyledir: “Bulgaristan’ın Türk hükûmeti ve Türk halkının büyük kederi paylaşmasından büyük bir memnuniyet duymaktadır.” 

“Zora” gazetesi 22 Kasım 1938 tarihli sayısında “Sofya’da Kemal Atatürk’ü Anma Toplantısı” başlığında bir yazıya yer vermiştir. 

(Toplantıda nutuklar irad edilmiştir.) “Geçen akşam Bilimler Akademisi Salonunda saat 6 buçukta Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Kemal Atatürk anısına Bulgar-Türk Derneği girişimiyle bir anma toplantısı düzenlendi. Toplantıda Başbakan Sn. Köseivanov, bakanlardan Prof. Filov, İ. Kojuharov, İ. Nedev, Pavel Gruev, başta Sefir Sn. Berker olmak üzere Türk elçiliğinin tüm personeli, generaller, Yunanistan Sefıri Diamontopulos, yüksek düzeyde Dışişleri Bakanlığı memurlan, sabık bakan ve daha bir sıra seçkin kimseler hazır bulundular... 

İlk konuşmacı Bulgar-Türk Derneği Başkanı Prof. Petko Stoyanov: “Kemal Atatürk Türk halkının bütün dönemlerde yetiştirmiş olduğu en büyük şahıstır!” diyerek, bütün katılımcıları ayağa kalkmaya ve Atatürk’ün anısına saygı duruşunda bulunmaya davet etti. 

Sn. Stoyanov’dan sonra sabık Ankara Sefiri Sn. Todor Pavlov bir konuşma yaptı. O, konuşmasmda: “Türkiye halkı büyük evladı için yas tutmaktadır. Atatürk kimdir? 0, 1923 yılında Cumhuriyeti ilan ederek, egemenlik halka aittir, yasal ve icra kuvveti halkın elindedir, Türkiye Cumhuriyeti laik bir cumhuriyettir, din işleri tamamen devlet işlerinden ayrıdır, kadının haysiyet kırıcı durumdan kurtarılması 
gibi ilkeler esasına dayanan yeni bir Anayasa kabul ettirdi. O, sivil vatandaşlık cesaretine gelince Büyük Petro denen başka bir büyük şahısla mukayese edilebilir. Atatürk fesleri ve feraceleri şahsen yırtıp atıyordu, bu da Büyük Petro’nun boyarlarının sakallarını şahsen kesip attığı gibi. Ben onun bahçesinde, Atatürk Orman Çiftliğinde 25 Bulgar bahçıvanının çalışmalarını gayet yakından izlemesine tanık oldum. Bu bahçıvanlar özel olarak Bulgaristan’dan davet edilmişlerdi. Sık sık Bulgarların dünyada en güzel bahçıvan olduğunu tekrarlıyordu. Bakanlarına ve yüksek düzeydeki devlet memurlarına uzağa gitmeden bazı etkinliklerin Bulgaristan’da nasıl gerçekleştirildiğine dikkat etmelerini ve onlardan örnek almalarını hatırlatıyordu.” diyordu. 

Üçüncü söz alan kişi sabık Genelkurmay Başkanı Yedek General Jekov idi. O, Sofya’da ataşemiliterlik görevi esnasında Atatürk’le görüşüp konuştuğu anılarından bazı anlar dile getirdi. “Yıl 1914, mevsim sonbahardı. Ordunun genel kurmayına binbaşı Kemal de gelmişti. Onunla ilk görüşmemdi bu görüşme. Daha sonra birkaç defa daha görüşüp konuştuk... O, Bulgar askerinin çevikliğinden 
ve ahlaksal gücünden gurur duyduğunu belirtiyordu. Bulgar askerî bunu en iyi biçimde Balkan Savaşı esnasında göstermişti. Görüşmelerimizde dinsel, tarihsel ve politik olmak üzere türlü konulara değiniyorduk. Onun düşüncelerinde derin bir içerik vardı. Bugün onun büyük davasının meyvelerini görünce, tek iktidar için iktidara geldiğini asla düşünemeyiz. Hayır, o ancak davasının esiriydi, davasıyla büyülenmişti. O, açık görüşlüydü, o yüzden de iktidar olması ancak emellerinin gerçekleşmesine olanaklar yarattı. 
Onun yeniden doğan güçlü Türkiye’ye ilişkin planları dünden değildi. Bu plan onun tüm düşüncelerindeydi, onu çoktandır heyecanlandırıyor ve endişelendiriyordu. 
O, Bulgaristan’da bulunduğu esnada Bulgaristan’dan çok şeyler öğrenmişti. Atatürk bunu asla gizlemiyor ve görüşüp konuştuğu nice Bulgarlar önünde paylaşmaktan da çekinmiyordu.” 

Anma törenine gelen resmi katılımcılar Türkiye Cumhuriyeti Sefiri Sn. Berker’e başsağlığı dileklerinde bulundular.” 

Mustafa Kemal Atatürk’ün iç dünyasını, karakter ve ahlakını çizerken vatan ve ulusuna olan sonsuz sevgisini olduğu gibi, alelade insanlara olan sevgi ve saygısını da dile getirirken “Deyli Telegraf’ın Ankara muhabiri “Kemal Atatürk’ün Vasiyeti” başlığını taşıyan yazısından şu alıntıları anımsatmak isteriz. Alıntılar “Zora” gazetesinin 22 Kasım 1938 tarihli sayısında verilmektedir. Orada şunları 
okuyoruz: “Anlıyorum ki, diyor İngiliz gazetecisi, Kemal Atatürk ölmezden önce 4 milyon İngiliz lirası tutarında olan servetinin üçe taksim edilmesini vasiyet etmiştir. Üçte biri onun savaş arkadaşı, halen dava devamcısı İsmet İnönü’nün üç evladının eğitimine, çünkü İnönü’nün hiçbir serveti olmadığını belirtmektedir. İkinci kısmı halen uçman olan, edinme kızı Sabiha Gökçen’e ve geri kalanı da 
Atatürk’ün hizmetinde bulunan kişilere dağıtılmıştır” demiştir. 

“Zora” gazetesi 11 Kasım 1938 tarihinde, Cuma günü, Basın Müdürü Danail Krapçev’in “Kemal Atatürk” başlığı altındaki yazısına yer vermektedir. 

Müellif yazısında: 

“Kemal Atatürk etrafa ışıl ışıl saçan gözlerini hayata yumdu. Politik sahneden kudretli, nttfuzlu, tükenmek bilmeyen enerjiye sahip bir şahıs iniyor. Türk yenilikçisinin davası paha biçilemeyecek boyuttadır. O, Birinci Dünya Savaşı esnasında param parça edilen Türkiye’yi bir araya toplayıp bir bütün oluşturduktan sonra durgunluk içindeki Türk kitlelerini harekete geçirdi ve sivil bir hayata davet etti. Etrafındaki dava arkadaşları ile hep birlikte Kuran-ı Kerim’de yazdığı gibi teokratik değil, laik bir devlet örgütü oluşturdu. 

...Kemal Atatürk damgasını yalnız Türkiye Cumhuriyeti temelleri üzerine değil, güncel Türk politikası üzerine de vuruyordu. O, Türkiye’yi ilgilendiren her olaya derhal münasebet alıyor ve coşkuyla çözüm getirmeye çalışıyordu.” 

Adı geçen gazete (“Zora”) iki gün sonra (11 Kasım 1938) 
“Atatürk’ün Vasiyeti” başlığı altında yeni bir yazı neşretti. “...Vefat etmiş olan Kemal Atatürk’ün şöyle bir vasiyeti vardır, ki Türkiye bundan böyle dünyaya süngüleriyle değil, süngülerin de dayanağı olan ekonomisiyle poz verecektir.... Yeni Türkiye geçmişte olduğu gibi istilacı bir devlet değil, iktisadi bakımdan güçlü bir devlet oluşturmalıdır. Ordumuz vasıtasıyla eriştiğimiz, elde ettiğimiz zaferler, ancak gelecek zaferlerimizin zeminini hazırlamışlardır.... Yeni yeni ekonomik ve bilimsel zaferlere hazır olalım” diyerek sözünü tamamlamıştır. 

DİPNOTLAR;

1 Radev Stoyân, Balkanskite Voys ki bili Tsarigrat “Literaturen Forum” Gazetesi, 09.11.1998 
2 Andreev Stoyan, Kemal Atatürki, Balkonite Dnes 


***

BULGAR BASININDA ATATÜRK VE TÜRK HALKININ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI (1919-1938) BÖLÜM 1

BULGAR BASININDA ATATÜRK VE TÜRK HALKININ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI (1919-1938) BÖLÜM 1  


Mümün TAHİR., 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı, büyük ıslahatçı ve devlet adamı, halklar arasında barış ve anlaşmanın büyük gayretkeşi Mustafa Kemal Atatürk hakkında Türk basınında olduğu gibi, yabancı basında da nice yazılar yazılmış ve yayımlanmıştır. 
Atatürk’e ilişkin birçok kitaplar basılmış, monografiler, bilimsel araştırmalar neşredilmiştir. Atatürk hakkında dünyaca anılmış nice politikacı ve devlet adamı türlü iltifatlarda bulunmuşlardır. 

Türk halkının Mustafa Kemal’in başında bulunduğu Kurtuluş Savaşı Bulgaristan’ da da büyük yankılara neden olmuştur.  
Bu da herşeyden önce onun Bulgaristan’ da tanınmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Atatürk, Birinci Dünya Savaşı arifesinde bir yıldan fazla Sofya’da ataşemiliter görevinde bulunmuştur. 
Bu bağlamda “Kemalizm” adındaki Türk dergisinin 1965 yılında yayımlanan 38. sayısında şöyle yazmaktadır: “Türkiye’nin büyük kurtarıcısı, son derece değerli Atatürk Bulgaristan’da ataşemiliter görevini yerine getirirken çok sayıda dost edinmiştir. Bunun neticesi olarak yüce önderimiz Atatürk’ün talihini değiştiren Bulgaristan’dan büyükyardım aldı.” 

“Türk halkından sonra Türkiye’de Kemalizmin zaferinden kayıtsız şartsız olarak ancak onun komşuları ilgilenmektedir, diyor Prof. Dr. Stoyan Radev. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Balkanlardaki komşularının, özellikle Bulgaristan’ın Almanya ve Fransa örneğini izleyebilmesi için gereken koşulları ancak Kemalist devrimin derinleşip zafere ulaşması sağlayabilir. Nihayet, Fransa ve Almanya aralarında 
“Ebedi düşmanlık” güdüyorlardı, o yüzden de Avrupa’da 

Alman-Fransız antagonizminin neden olmadığı tek bir savaş yoktur. Şu an Fransa ile Almanya ilişkileri mükemmeldir.”1 

Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan da yenilgiye uğrayan ülkeler arasındadır. Galip gelen Antant devletleri 1919 yılında imzalanan adaletten uzak Nöy Antlaşmasını uyguladılar. Buna rağmen Bulgaristan, Kemalistlere yabancı işgalcilere karşı yürüttüğü savaşta silah ve cephane yardımında bulundu. Bulgaristan ile Türkiye Birinci Dünya Savaşı sonunda hemen hemen aynı talihe sahiptirler. Her ikisi de yenilgiye uğrayan devletler arasındadır. 
Nöy Antlaşmasınca, Bulgaristan Batı Trakya, Güney Dobruca ve Batı Eyaletleri topraklarından mahrum ediliyordu. Bulgaristan 2, 25 milyar altın frank tazminat ödemeye mecbur edildi. 

Türkiye itilaf devletlerin kendisini bölüşme niyetine karşı koydu. 1919-1923 döneminde Türkiye birkaç cephede savaştı. Bir yandan Sultana ve Halife ordusuna karşı, öte yandan itilaf devletlerin işgal güçlerine ve üçüncü bir cephede de Yunan ordusuna karşı savaşması gerekiyordu. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mudros Antlaşmasından sonra Osmanlı İmparatorluğunun önüne son derece ağır şartlar kondu. İngiliz ordusu zengin petrol kaynakları bulunan Musul’u ve Anadolu-Bağdat Demiryolu hattını, İskenderiye’ye bağlayan 
eyaletleri işgal etti. 

Karadeniz ve Akdeniz limanlarını kontrol altına aldılar. Fransız ordusu Adana’ya ve Doğu Trakya’ya hâkim oldu. Yunanistan askerleri İngiliz, Fransız ve Amerikan fıloları koruması altında 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i ve Orta Anadolu’da daha bir sıra ili işgal etti. İngiliz askerî 16 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul’u işgal ederek tüm devlet müesseselerini ele geçirdi ve birçok milletvekilini ve politikacıyı 
tutuklayarak Malta Adasına sürgün etti. Böylece İngilizler Boğazlara yaslanmış şehre tamamen hâkim oldular. 

Sultan hükûmeti 10 Ağustos 1920 tarihinde Versay sisteminin sonuncu halkası hesap edilen Sevr Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma ile Türkiye’nin bağımsızlığı sona ermiş oldu. Bütün memleket yasa büründü. Bu antlaşma gereğince, Boğazlar uluslararası bir komisyona teslim ediliyor, Doğu Trakya keza Yunanistan’a veriliyordu. Beş yıl sonra da İzmir, Manisa, Ayvalık illeri de Yunanistan’a bağlanacaktı. Doğu Anadolu’da bağımsız Ermeni devleti oluşturulmuştu. Yeni oluşturulan Ermenistan dışında kalan Doğu ve Güney-Doğu Anadolu toprakları ise Kürt otonom iline bağlanıyordu. 

Antalya, Silifke, Niğde, Aksaray, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Muğla İtalya’ya veriliyor, Mardin, Urfa, Antep, Ceyhan Suriye’ye bağlı olarak Fransız mandası altında kalıyordu. 

Daha bir sıra toprak Antant ülkeleri kontrolü altına geçiyordu. Böylece, galip devletler yalnız Osmanlının hâkim olduğu toprakları değil, temiz kutsal Türk topraklarını dahi aralarında bölüşmüş oluyorlardı. Sevr Antlaşmasınca Türkiye’ye Ankara ile Karadeniz arasında küçük bir bölge kalıyordu. 

Öyle ki, sözkonusu bölge doğal zenginliklerden, sanayiden, iletişim ve ulaşım ağından, lafın kısası bağımsız varolabilecek her çeşit araç ve gereçten mahrum, yoksun bir bölgeydi. 

Bu durum karşısında, iç savaş koşulları içersinde Mustafa Kemal yeni oluşturulan orduyu seferber etti, bütün halkı düşmana karşı ayaklandırarak işgalcilere ağır darbesini indirmiş oldu. Mustafa Kemal Atatürk kumandası altında bulunan orduyla Yunan ordusunu görülmedik yenilgiye uğratarak 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir şehri üzerinde zafer bayrağını dalgalandırdı. 11 Ekim 1922 tarihinde 
Antant devletleri ile Ankara hükûmeti arasında antlaşma imzalandı. Bu antlaşma gereğince, İtilaf devletleri İstanbul ve Boğazlardan, Yunanlılar da İzmir ve Doğu Trakya topraklarından çekilmeliydi. 23 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’de Lozan Antlaşması imzalandı ve nihayet Yeni Türkiye böylece uluslararası tanınmış oldu. 

Küçük Asya’da (Anadolu’da) bütün bu olup biten olaylar Bulgaristan’ı çok yakından ilgilendirmektedir. Oradaki savaş Bulgaristan’ın iki komşusu arasında yürütülen bir savaştır. Bu, dikkate alınması gereken bir durumdur. Çünkü bu veya şu koşullarda savaş Bulgaristan topraklarına da sıçrayabilirdi. Bu savaşın sonuçlarından Bulgaristan’ın belirli bir yarar sağlayabileceğini de dile getirmek 
yerli olacaktır fıkrindeyim. Ve öyle de oluyor. Aleksandır Stamboliyski hükûmeti, Mart 1920’de iktidara gelince, Bulgaristan’ın da Sevr Antlaşmasını iptal etmesi hususunda bir şans olarak görmektedir. 

Çünkü Antant devletleri bütün bu olup bitenlerden sonra diğer antlaşmaları da gözden geçirmeye mecbur kalacaklardır. Antant temsilcilerinin Sofya’da yayınladıkları rapora göre, Haziran 1920’de Burgaz limanma vasıl olan üç Türk gemisi kömür yerine silah ve cephane ile limandan ayrılıyorlar. Gemilerden birinin kaptanı, hatta şehrin askerî komutanı tarafından karşılanmıştır. Yine Mart 1922’de iki yük kamyonu silah ve cephane ile, on dolayında Bulgar ve Türk askerî himayesinde Edirne üzerinden Türk topraklarına geçer. Kaptan 
Abdülrezak, İbrahim Çavuş, Ali Çavuş vb. subayların kumandanlığında Trakya’daki Yunan ordusuna karşı Bulgar-Türk çeteleri oluşturuluyor. 

General Cafer Tayyar’ın Doğu Trakya’da uğradığı yenilgiden sonra 385 subay, 3239 er, 22 000 sivil Türk Bulgaristan topraklarına sığınıyor. Aleksandır Stamboliyski hükûmeti onlara Bulgar parasıyla 2 milyon leva yardım sağlıyor. Bulgar Çiftçiler Birliği hükûmeti tarımcı göçmenlere toprak veriyor, tarlalarını işleyebilmek için araç ve gereç sağlıyor, tohum dağıtıyor vs. 

Bulgaristan’dan Türk hilaline 25 vagon un, 5 vagon fasulye, 1 vagon da yağ ve peynir gönderiliyor. Bu yardım İzmir, Bursa ve Trakya halkına yapılmıştır. Prof. Stoyan Andreev’in araştırmalarınca, Aleksandır Stamboliyski, başında Atatürk’ün bulunduğu Türk güçlerinin imkanlarını Batılı devlet adamlarından, politikacılardan çok daha önce anlamış ve değerlendirmiştir. Yaklaşık iki yıla yakın bir dönem Antant kontrol makamlarından gizlice Atatürk ordusuna yardım etmektedir. Basiretli bir devlet adamı ve politikacı olarak Aleksandır Stamboliyski Mustafa Kemal’in zaferinde bir gün Bulgaristan’ın da Nöy Antlaşmasının esiredici koşullarını iptal etme olanaklaır görmektedir.2 O, yeni Turk devletinin simasında dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri izleyecek bir ülke görmektedir. 26 Ekim 1922 tarihinde Aleksandır Stamboliyski XIX. Millet Meclisi’nde büyük bir nutuk irad ediyor. Nutukta Bulgaristan’ın dış politikasına 
açıklık getiriyor. Nutuk 29 Ekim 1922 tarihinde “Zemedelsko Zname” (Çiftçi Bayrağı) gazetesinde yayımlanıyor. Orada Stamboliyski: 

“Yakındoğu sorunu! Sayın milletvekilleri, biz büyiik devlet adamı Kemal Paşa’nın simasında Türkiye’nin hizmetini tanımalıyız. 

O’nun bir zamanlarki maceraperestliği sayesinde, onun ve dolayındakilerin sonsuz gayretleri sayesinde, biz bu sorunun müzakere için masaya konduğunu görüyoruz. Ankara şu an haksızlığa uğramış Müslümanların Mekke’si, Hıristiyanların Kudüs’ü halinegelmiştir. 

Eğer hakarete uğrayan insanlık herhangi bir zaman, herhangi biri için anıt dikmek isterse, bu anıt herşeyden önce Ankara faaliyetçilerinin anıtı olmalıdır. Antlaşmaların teftişi sorunu gözden geçirmek için artık masaya konmuştur. Türkiye’nin zaferi olmasaydı, bunu hiçbir kimse aklından bile geçiremezdi. Sevr Antlaşmasının teftişi ile yanyana bütün diğer antlaşmalardaki ağır koşulları içeren maddeler de gözden geçirilecektir. Türkiye büyük güçlerin anlaşması neticesi, gelecekte de bizim komşumuz olarak kalmaktadır. Bizim Türkiye 
ile ilişkilerimiz ancak dostane ilişkiler olabilir. Umum çıkarlarımız aramızda, barış içinde yaşamamızı dikte etmektedir.” demiştir bu önemli nutukta. 

“Pryaporets” gazetesi 9 Temmuz 1923 tarihli sayısında “Hükûmetin Programı ve Görevleri’ne yer vermiştir. Bu, Başbakan Al. Tsankov’un nutkudur. Aleksandır Tsankov Bulgaristan ile Türkiye ilişkileri hakkında şöyle diyor: “Bizim Türkiye ile artık paylaşacağımız bir şey yok ortada. Türkiye Asya’da geniş bir sahaya yaslanmış bulunuyor. O, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bizim sanayisel ve tarım ürünlerimiz için bir pazardır. Biz bu komşumuzla ancak iyi ticari ilişkiler kurabiliriz. Sizler biliyorsunuz ki, ticaret, ticari ilişkiler halklar arasında dostluk için sağlam bir zemin yaratmaktadır.” 

O dönem Bulgar basını Türk halkının Kurtuluş Savaşını uzun uzadıya yansıtmaktadır. “Novo Vreme” (Yeni Çağ) gazetesi 19 Haziran 1919 tarihinde çıkan 104. sayısında Atina’dan alınan bir habere istinaden, Yunanlıların İzmir dolaylarında Türkleri büyük bir hezimete uğrattıklarını yazıyor. Bu yazı fakat “Yunan Uydurmaları” başlığını taşımaktadır. 

Adı geçen gazete 12 Mayıs 1920 tarihli sayısında “Türkler ve Bulgarlar” başlığı altında bir yazıya yer vermektedir. Bu yazıda şunları görüyoruz: “Balkan Savaşı geçmişin sayfalarını ebedi olarak kapattı. Bulgarlar ile Türkler anlaşma ve dostluk yolunda ilerlemektedirler. 
İmzalanan anlaşmalar sonucu her iki ülke de aynı talihe boyun eğmek zorunda kaldık. Bizim topraklarımız Yunanistan’a verildi “ 

Bir ay sonra “Novo Vreme” gazetesi şöyle yazıyor: “Nice devletler güzelim Boğaziçi sahillerinde gereken dersi aldılar. Yunanistan hala yabancı topraklar işgal etme düşüncelerinden vazgeçmiş değil. Fakat o, şu an kazmakta olduğu mezara yine kendi düşecektir.” 

“Nezavisimost” (Bağımsızlık) buna cevaben: “Beklenilmeyen mucize gerçek oldu” diye yazdı ve devamla: “Ölmüş hesap edilen Anadolu yeniden uyandı. 

Bu ancak Kemal Paşa’nın sayesinde oldu. Sahneye yeni başkent Ankara çıktı. Sevr Antlaşmasının mimarları şaşkınlık içinde kaldılar. Kemal hepsinin hesabını gördü.” diyerek yazısını tamamlamış olur. 

“Nezavisimost” gazetesi 6 Ocak 1921 tarihinde “Sevr Antlaşması ve Doğudaki Yankıları” başlığını attı. Bu yazıda İtilaf güçleri, Yunanlıların 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapmalarına izin verdikleri için yerle bir edici bir tenkit ateşine tutulmaktadırlar. Yazının devamında da: “Bu Türklerin millî duygularını şahlandırdı, hiç kimsenin düşünemediği irade ve dayanıklığa sahip olduklarını 
gösterdiler. Yunanlar giriştikleri askerî saldırıya çabuk elden sona erdireceklerini hesap ediyorlardı. Hatta birkaç defa Mustafa Kemal’in başını ezme süresini belirleyen beyanatlar da yayınladılar. 

İttifakçılar yandan seyrediyorlardı. Yeni asker de gönderemiyorlardı, çünkü Yunanlılar Anadolu’da başlattıkları görevini kısa bir zaman içersinde yerine getireceklerine emindiler. Uzun sürünce ve müzakerelerden sonra hazırlanan Sevr Barışı ıstırap verici duygularla imzalandı ve uygulanması bekleniyordu. Gerçekten bu ölü doğmuş bir antlaşmaydı, hiçbir şey getirmedi. Ancak konferans ve müzakerelerönü bir dönem olarak nitelendirilir. Loyd Corç, Venizelos ve Vasil Zaharov tarafından redakte edilmiş olan bu antlaşma Türkiye’nin önüne çok ağır koşullar koymuştu. Daha önceleri bir planda olduğu gibi, Türkiye Avrupa’dan tamamıyla kovulmuş değildi, fakat cezaya çarptırılmıştı. Türkiye’nin buna boyun eğeceğinden kimsenin asla kuşkusu yoktu. Çünkü Türkiye artık ölmüş hesap ediliyordu. 

Fakat Kemal Paşa’nın Türkiye’si birden derin uykulardan uyandı. Savaşta kayba uğrayan Türkiye hala kendinde büyük bir güç gizliyordu.” 

Aynı yazının devamı şöyledir: “Uzun zaman yalancı galibiyetler beyanatında bulunan Yunan ordusu, Antant’ın Kemalistlere 
karşı savaşında son bir araçtı Mustafa Kemal Ankara’dan dünyaya şöyle haykırıyordu: 

      “İZMİR VE TRAKYA’DAN GAYRI, TÜM KAPİTÜLASYONLARIN YOKEDİLMESİNİ, BOĞAZLAR REJİMİNİN İPTALİNİ, ANTLAŞMADAKİ BÜTÜN EKONOMİK KOŞULLARIN TEFTİŞİNİ İSTİYORUZ!” 

O, (Kemal) tam bir zafer üstünlüğüne sahip bir kişi. O, Birleşik Amerika Devletleriyle müzakerelerde bulunuyor, Bolşeviklerle işbirliği yapıyor, istediklerini Antant’a dikte ediyordu... Ve hakikaten politikacı general yaptıklarından memnuniyet duymakta haklıdır. O, Almanya ve Avusturya-Macaristan devletlerinin yapamadıklarını yaptı. Yenilgiye uğratılan en zayıf ulus nihayet savaştan galip çıkanlara kendi iradesini kabul ettirecekti.” 

Gazetenin sayfalarında makaleden sonra şu yoruma yer verilmiştir: “Sevr Antlaşmasının teftişe tabi tutulmaması mümkün değildi. Bugün onu hazırlamış olanlar dahi çok gaddarca ve uygulanması mümkün olmayan bir antlaşma olarak kabul ediyorlar. Lakin insan vicdani bununla da yetinmiyor. Onlar bütün barış antlaşmalarının hatalarını, bunların zafer sarhoşluğu neticesi hazırladıklarını kabul etmeye mecbur kalmışlardır.” 

“Nezavisimost” gazetesinin 6 Nisan 1921 tarihli yazısı “Ankara’nın Büyük Sevinci” başlığını taşıyor. O yazıda şunları okuyoruz: “Türk Ordusunun Anadolu’daki büyük zaferleriyle ilgili Londra’dan alınan bir telgrafta şöyle bir haber var: “Ankara sevinçler içinde. Küçük Asya’da Yunanlılar ile Türkler arasında yürütülen amansız savaş, İstanbul’da meydana gelmiş olan uluslararası durumun sonu demektir. Avrupa’daki diplomatik kançelaryaların eski nizamı koruyabilme hususundaki son gayretleri Yunan halkını bedbaht bir silah durumuna getirdi, ona gayet ağır bir görev verildi. 

...Ankara yeni bir hareketin temellerini attı ki, bu yalnız Türk ulusunu işgal altına almak isteyenlere karşı yönelik bir hareket değildir. 

Bu hareket yeni dönemin ihtiyaçlarını anlamak istemeyen, galip devletlerin gücünü sırtında hissedenlerin, korkunç talihlerini birleştirme arzusu hareketidir. Anadolu’daki Kemalist hareket Avrupa’nın talihinin artık birkaç kişinin elinde olmadığını dünyaya gösterecektir...” Yazının müellifi Statev devamla İngiliz hükûmetinin resmi temsilcisi Keynis’in Paris Barış Konferansına ilişkin izlenimlerini dile getirmektedir. Keynis, adaletli bir sonuca varılamayacağını anlayınca, konferansı terk eder. Müellif daha sonra: “Gerçekten Paris “kararları” günün olaylarını gözönünde bulundurmamışlardır, Anadolu’da devam eden müthiş savaş da bunu göstermektedir. 

Mustafa Kemal Türkiye’deki ulusal hareketin ideolojik ve pratik yöneticisi olarak yalnız ulusal kahraman olarak değil, Paris protokollerinde ki kararlara saldıran tarihi bir kahraman olarak önem kazanmıştır. Kemal bu kararları ihlal etti ve yiğitçe ayakları altına aldı, onları kimseye lüzumu olmayan kağıt haline getirdi. Türk millîyetçilerinin galibiyeti tüm mazlumların, esirlerin zaferi olacaktır. 
Yunanlıların zaferi ise asil İngiliz temsilcisinin çizdiği tablodakilerin geçici bir zaferi olacaktır. Eğer son anlarını yaşayan, kendini unutmuş galiplerin adaletsizliği, hayasızlığı ve güç kullanışı devam ederse, üstünlük alma hevesleri sona ermezse, Kemalistler savaşı belki kaybedebilirler. Fakat Mustafa Kemal örneğin, O’nun büyük kahramanlığı ve büyük idealizmi tarihte yeni bir dönem açtı ve bu savaşa behemehal bir yeni güçler de katılacaktır. Umumdan ayrılma süreci başgösterdi, yeniyeni cepheler oluştu... Moskova ile Ankara kayıtsız şartsız halkların yürüyebileceği iki farklı yön çizdiler. Kimi izleyeceklerini önümüzdeki yakın zaman gösterecektir. Biri de, diğeri de kan akmasını ve şehitler verilmesini istiyor. Şüphesiz çoğunluğun sempatisi Mustafa Kemal’den yanadır. O’nun savaş sloganları herkesçe bilinmektedir ve onlar yığınların psikolojisine daha yakın şiarlardır” diyor Statev “Ankara Sevinç İçinde” yazısında. 

“Politika” gazetesi ise hemen hemen her sayısında Türk-Yunan savaşına ilişkin haberlere yer vermektedir. 22 Eylül 1929 tarihli sayısında Kemal Paşa’nın bir beyannamesi yer almaktadır. Türk Haber Bürosu Kemal Paşa’nın şu beyannamesini yayınlamıştır: “Eğer birkaç yıl savaşmamız icabederse, biz savaştan vazgeçecek değiliz, savaşımız Yunanlıları Küçiik Asya’dan kovuncaya kadar sürecektir... 

...İstanbul bizimdir, bizim olması gerekir. Boğazlar konusunda biz nispeten başkentimizi tehlikeye düşürmeyen koşullara razıyız.” 

Aynı sayıda “Kemal Paşa Sultanın Tahttan Çekilmesini İstiyor” makalede, “Kemal Paşa Sultana bir mektup göndererek onun tahtan inmesini istiyor. Kemal Paşa diyor ki, Yunanlıları yendikten sonra Ankara ordusunun İstanbul’a yönelmesi için emir verecektir. O halde iki ordunun, hakikatte aynı ordunun iki kısmının çarpışmaması için Sultanın tahttan çekilmesi gereklidir” beyanatında bulunmuştur. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

14 Kasım 2019 Perşembe

ÇAĞINA VE BÖLGESİNE SIĞMAYAN ÖNDER: ATATÜRK BÖLÜM 2

ÇAĞINA VE BÖLGESİNE SIĞMAYAN ÖNDER: ATATÜRK BÖLÜM 2




16. Atatürk’ün Hatay konusunda İstediği dinamizmi göremeyince basın yoluyla hükûmeti eleştirip baskı uygulaması: 

Gece gündüz Hatay meselesiyle uğraşan Atatürk, çözüm konusunda gelişme olmayınca Meclis’teki müzakerelerin sonucunu ve hükûmetin kararını da değerlendirerek meseleyi bizzat halletmek üzere 5 Ocak 1937 günü Istanbul’dan trenle yola çıktı. Hedef Hatay idi…Yola çıkar çıkmaz ordunun güneydeki birliklerinin komutanlarına birliklerini güney sınırlarına doğru kaydırmalarını emreden Atatürk, bu arada Basvekili, Hariciye ve Dahiliye Vekillerini ve Mareşal Fevzi Çakmak’ı da Eskişehir’e çağırtmıştı 

6 Ocak günü Eskisehir’de Basbakan Inönü, Maresal Fevzi Çakmak, İçisleri ve Dışisleri Bakanlari ile yapılan ve 4 saat süren Hatay toplantısında Atatürk’e Ikinci Dünya savaşının pek yakın olduğu, Hatay konusunda “bir askerî harekât şıkkına girmenin mahzurlu olacağı” konusunda görüş bildirildi. Bu açıklamalar üzerine Atatürk onların görüşüne katildığıni ifade ederek girisiminden vazgeçti. 
Eskişehir’den ayrılıp Afyon’a uğradıktan sonra 7 Ocak günü Konya’ya vardı, sonra yoluna devam ederek Ulukışla’ya geçti. Aynı gün Paris’te gerçekleşen Davaz-Viénot görüşmesinden sonra Fransızlar tutum değiştirdi 23 ve bundan sonra Atatürk Niğde üzerinden Ankara’ya döndü. Ama bu yolculuk süresince başta güney bölgeleri olmak üzere bütün millet savaş çıkacakmış gibi, adeta Atatürk’ün bir işaretini beklemişti.. 

Atatürk’ün yolculuğundan beş gün sonra Antakya’da yapılan ve 60 bin (ya da 80 bin) Türk’ün katıldığı muazzam gösteri, sanki ona “Paşam, hazırız” mesajı veren bir cevaptı. 

17. Atatürk Hatay davası konusunda çok kararlı olmasına ve sabırsızlanmasına rağmen başvekilin bu konudaki isteksizliği ve gizli muhalefeti ona sıkıntı veriyordu. 

Bu yüzden Kurun gazetesinin 2226 Ocak 1937 tarihleri arasındaki nüshalarında Asım Us imzasıyla yayınlanan yazılarla hem hükûmeti eleştirip harekete geçmeye, dinamik bir politika izlemeye davet etti, hem de Fransa’yı eleştirerek 
gözdağı verdi. (Atatürk aynı yöntemi daha önce Aralık 1936’da uygulamıştı.). Böyle bir yöntem bir devlet başkanı tarafından belki de dünyada ilk defa kullanılıyordu. Sonbahara doğru Başvekil değişikliği yapılarak İnönü’nün yerine Celal Bayar Başvekil olmuş, Atatürk’ün istediği çizgide bir Hatay politikası izlenmeye başlamıştı. Nihayet Milletler Cemiyeti İskenderun Sancağı’na (Hatay) bağımsızlık verilmesini kabul etti. Şimdi seçimler yapılacaktı. Suriye Milletler Cemiyeti’nin bu kararına gösterilen tepkilerle çalkalandı. 

Böyle gergin bir ortamda Mart 1938’de Suriye Başveziri Cemil Mürdüm’ün Şam’da kendisiyle görüşen Cumhuriyet gazetesi muhabirine söylediği sözler çok anlamlıydı. Başvekil diyordu ki: Atatürk yalnız Türklerin değil, bütün şarkın atasıdır. Bütün şark milletleri onun açtığı nurlu yolu takip etmektedir ve bu yolda devam edeceklerdir. Eğer Atatürk olmasaydı Şark milletlerinin hali ne olacaktı? 
Binaenaleyh, onun adı “Atatürk” değil, “Ataşark” tır… 24 

Herbert Melzig ise Atatürk’le ilgili olarak yazdığı kitabında hemen hemen buna yakın ifadeler kullandıktan sonra “Onun hüviyeti Nil sahillerinden eski Çin denizine kadar bir efsane olmuştur” diyordu 25. 

Atatürk 1938 yılı başlarında rahatsızlanmış, tedavisine başlanmıştı. Hatay davasına zarar vereceği endişesiyle basında bu konuda haber yayınlanmamasına özen gösteriliyor, olumlu haberler verilmesine çalışılıyordu. Ama dış basın bu haberleri abartarak verdiğinden Fransızlar işi ağırdan almaya başlamış, adeta bir beklenti içine girmişlerdi. Amaç, Hatay Türklerinin maneviyatını sarsmak ve mücadelenin yararsızlığını kabul ettirmekti. 

19 Mayıs 1938 günü Beyrut’tan Avrupa ve Amerika’nın her tarafina çekilen ve Atatürk’ün tehlikeli bir surette ve devlet ilerine bakamayacak derecede ağır hasta olduğunu duyuran telgraflar Atatürk’ün tepki göstermesine, üzülmesine yol açtı. 

Doktorlar Atatürk’ün günde 23 saat dinlenmesi gerektiğini söylüyorlardı. Ama o, Hatay meselesini ve milletine verdiği sözü düşünerek 19 Mayıs günü Ankara’da Gençlik ve Spor Bayramı törenlerini izledikten sonra, saat 17.00’de özel treniyle Ankara’dan Mersin’e doğru önemli bir yolculuğa çıktı. Hem güneyde durumu sınıra yakın bir yerden inceleyecek, Adana-Mersin civarındaki askerî birlikleri 
teftiş edecek, hem de Fransa’ya ve dünya kamuoyuna gerekli mesajları verecektir. (Bu sırada Türkiye’nin 30 000 kişilik bir kuvveti beklemekte, birliklerin manevraları devam etmektedir.) 

20 Mayıs günü saat 13.00’te Mersin’e varan Atatürk halkın coşkun sevinç gösterileriyle karşılandı. Sonra istasyonda askerî birliklerin dört saat süren geçit resmini ayakta izledi. 

Atatürk kendisiyle ilgili propagandaları etkisiz hale getirmek amacıyla, geçit resmi sırasında bol bol resim çekilip, mümkün olduğu kadar çabuk çoğaltıldıktan sonra Hatay’a gönderilmesini emretti. Fotoğrafçılar bütün gece çalışarak resimleri çoğalttılar. Ertesi gün bu resimler Mersin Valiliği’nce özel kuryelerle Hatay’a gönderildi26. Mersin’den gelen resimler Antakya’da gazeteci Selim Çelenk’e ulaştırıldı. Selim Çelenk gece Halep’e giderek klişe yaptırıp döndü ve resim 25 Mayıs günü Antakya’da Atayolu, Iskenderun’da “Hatay” gazetelerinde yayınlandı. Bu gazetede resmin üstünde” Büyük Şef Mersin istasyonunda dünyanın karşısında ayak üstündedir.” Resmin altında ise: Şarkın güneşi başucumuza indi. SEVİN HATAY ÖĞÜN ŞARKA SELAM DUR EMPERYALİZM” yazıları vardır 27. 

Gerek bu iki gazeteden, gerekse diğer ajanslardan Atatürk’le ilgili fotoğraf ve haberleri gören Türkler ümitle doldu, Araplar ve Fransızlar askerî harekat 
endişe ve telaşına kapıldılar. 

Diğer yandan, Ankara’da Hatay’la ilgili olarak yabancı ülkelerin elçileri ile yapılan görüşmeler günü gününe Atatürk’e ulaştırılıyordu... 
Atatürk, bu mesele çözümlenmeden Ankara’ya dönmeyeceğini söylemişti. Gelişmelerle ilgili yeni durumu Ankara’dan telefonla kendisine arzeden Başvekil Celal Bayar’a şöyle talimat verdi : 

“- Ecnebi sefirlere deyiniz ki, Atatürk Mersin’dedir ve Hatay meselesi halledilinceye kadar Mersin’de kalacaktır”28. 

23 Mayıs 1938 günü Milletler Cemiyeti, Türkiye’nin talebi üzerine yaptığı toplantıda Türk tezini kabul etti, “hiçbir Türk’ün İslam-Sünni yazılamayacağına” karar verdi. Karar telgrafla Antakya’daki heyet sekreterliğine (Seçim Komisyonu Sekreterliği) bildirildi. 24 
Mayıs günü Mersin’e telefon eden Başvekil Celal Bayar Valiye, 

“- Atatürk’e arzediniz. Fransız ve İngiliz Elçileri ile görüştüm. Bütün şartlarımızı kabul ediyorlar” mesajını iletti. Atatürk bunu öğrenince memnun oldu 29. 

Aynı gün Atatürk Adana’ya gitti. Şehirde kendisini mahşeri bir kalabalık sevinç gösterileriyle karşıladı.. Bundan sonra piyade ve topçu birliklerinin geçit resmi başladı. Tören için dört tümenden oluşan sefere hazır bir tören birliği hazırlanmıştı ve her türlü tören protokolünün ötesinde, generaller de tümenlerinin başında yaya geçiyorlardı. Geçit resmi uzadıkça rahatsızlığı ve yorgunluğu arttığından Atatürk törenin çabuk bitmesi için “daha çabuk, daha çabuk” diye hızlı geçmeleri emrini verdi. Asker hızlı yürüyüşle geçit resmini 
bitirdi. Aynı akşam trenle Ankara’ya hareket edildi. 25 Mayıs günü Ankara’ya varan Atatürk, oradan İstanbul’a gitti. Hastalığın ağır günleri başlıyordu. 

Bundan sonra Hatay süreci hızlandı. İki hafta sonra Org. Asım Gündüz başkanlığında bir Türk askerî heyeti Antakya’ya giderek Fransız askerî heyeti ile görüşmeler yaptı. Seçim güvenliğini sağlamak için Türkiye ve Fransa Sancak’a asker gönderecektir, ama bazı hususlarda anlaşma sağlanamayınca Asım Gündüz’ün görüşmeleri keserek dönmesi gündeme geldi. Celal Bayar Mareşali, Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer’i ve Numan Menemencioğlu’nu da alarak, durumu Atatürk’e arzetmek üzere birlikte İstanbul’a gittiler ve Savarona yatında dinlenmekte olan Atatürk’ün huzuruna çıktılar. Atatürk, kendisine arzedilen bilgileri dinledikten sonra en uygun çözümü gösteren bir talimat verdi, bu çözümü Fransızlar da kabul ettiler 30. Bu talimatın Antakya’daki heyete iletilmesinin hemen ardından Antakya’da son oturumlarda anlaşma sağlandı... 2 Temmuz 1938 günü parafe edilen Askeri Anlaşma 3 Temmuz 1938 günü saat 
08.00’de imza ve teati edildi 31. Askeri heyet Antakya’dan ayrıldı.. Ertesi gün pazar olmasına rağmen Fransız Dışişleri Bakanlığı çalıştırılır ve Türkiye ile Fransa arasında askerin Hatay’a girişini sağlayan anlaşma imzalandı. 5 Temmuz 1938 günü 48. Takviyeli Dağ Alayı, halkın coşkun ve hasret dolu gösterileri ve sevinç gözyaşları arasında iki koldan (Hassa ve Payas) Hatay’a girerek Atatürk tarafından belirlenmiş olan yerlerde konuşlandırıldı. 32. 
Türk Askerinin girişiyle Hatay kurtulmuştu! 

19. İnsani duyguların ve büyüklüğün zaferi: 

Yüzelliliklerin affı 

1938 yılı Cumhuriyetin 15. yıldönümüdür. Atatürk Meclis tatile girmeden af çıkmasını ister ve bu işin takibiyle Dışişleri Bakanını görevlendirir. Sonuçta Atatürk, bu defa da şiddetle karşı çıkanlar bulunmasına rağmen, olayı bizzat takip eder ve “Büyük milletin eseri kadar affı da büyüktür” diyerek genel af çıkartır 33. 

Ve bu af çıkarılırken devlet hiç kimseye de sormaz! Yüzellilikler affedilmişlerdir. Ama 10 yıl görev alamayacaklardır. 
Bu yüzden kimse kendilerine iş vermez. Atatürk bunu öğrendiğinde üzülür ve “bir kimsenin ekmeksiz kalmasını istemeyiz. Onları memlekete aç bırakmak için getirmedik” diyerek bu olumsuz davranışa engel olur. 

Yüzelliliklerin affı küçümsenmeyecek önemde ve dünya çapında bir olaydır ama Atatürk’ün bu yiğitliğini kimse anlayamamış, takdir edememiştir: 

Refik Halid’e göre, Meclis’te karşı çıkanlara rağmen ittifakla kabul edilen Yüzelliliklerin affı, Türkiye dışında yabancı ülkelerde tek bir politika suçlusu bırakmamıştır ve bu, dünya çapında bir rekordur! 34 

Yüzelliliklerin affı Atatürk’ün değme yiğite nasip olmamış, çok yüksek ve çok insanca hareketlerinden bir tanesidir ve umumi politika tarihinde bile yer alacak değerdedir. Çünkü o listede Refik Halid ve benzeri birkaç kişi dışında, eli silahlı, beli tabancalı niceleri vardır! Ve hepsi kayıtsız şartsız affedilmiştir. Refik Halid, bunun küçümsenmeyecek bir iş olduğunu belirttikten sonra, bu bahsi Atatürkçü 
muharrirlerin ve hatıracıların yazılarında belirtmeyişlerine ve onun parlak icraatı arasında anmayışlarına hayret eder. Çünkü bu, emsalsiz ve küçümsenmeyecek bir iştir 35. 

20. Bir devlet adamının kurduğu İkinci devlet - Atatürk’ün son eseri: 

Hatay Devleti. 2.9.1938, Hatay’da seçimler Türk askerinin varlığı sayesinde huzur içinde yapıldı ve Hatay Devleti meclisini oluşturacak milletvekilleri seçildi. 
Atatürk, müstakbel Hatay Cumhurreisinin Tayfur Sökmen olmasını istediğinden, Tayfur Sökmen, kuruluş hazırlıklarına katılmak üzere 25 Ağustosta Dörtyol’dan Antakya’ya gitti. 

2 Eylül 1938 günü Hatay Millet Meclisi’nin Antakya’da Gündüz Sineması’nda toplanmasıyla Hatay Devleti kurulmuş oldu. Meclis başkanlığına Abdulgani Türkmen seçildi, yapılan konuşmalardan sonra yemin töreni yapıldı, bütün milletvekilleri Türkçe yemin ettiler. 

Daha sonra Tayfur Sökmen 40 Mebusun oy birliği ile Devlet Reisliğine seçildi.. Devletin adı “HATAY DEVLETİ” olarak kabul ve ilan edildi. Hatay Devleti bir Türk devleti, bayrağı Atatürk’ün çizdiği bayrak ve millî marşı Türk İstiklal Marşı’ydı 36. 

21. Türkiye’nin ve dünyanın büyük kaybı, Hatay’ın En Büyük Yası 10 Kasım 1938 günü Türk dünyası eşsiz bir lideri, Türkiye Cumhurbaşkanını, Hatay en büyük âşığını, kurucu ve kurtarıcısını kaybetti. Atatürk’ün ölümünün öğrenilmesi Hatay’da derin bir üzüntü yarattı. Bütün halk yas tutuyordu. Hatay’da bir ay millî matem ilan edildi. 

Bayraklar yarıya indirildi ve dükkânlar kapatıldı, okullar tatil edildi. Minarelerde salâlar verildi, kiliseler çanlarını çaldılar. 

Lübnan Meclisinde milletvekilleri Atatürk için 5 dakikalık saygı duruşu yaptı. 

Beyrut’ta Atatürk için muazzam bir cenaze töreni düzenlendi, şehir baştan başa bir matem havasına büründü, Lübnan’da millî matem ilan edildi.. Lübnan müftüsü tarafından verilen bir emirle bütün Beyrut camilerinde gaip namazı kılındı, büyük ölünün ruhuna dualar okundu. Şam’da bayraklar yarıya indirilerek matem ilan edildi, Cuma günü namazdan sonra Emevi camiinde Atatürk için gaip namazı kılındı, dualar edildi 37. 

Çin gazeteleri Atatürk’ün Asya’daki bütün milletlerin babası, mürşidi, rehberi ve kurtarıcısı olduğunu, Çin milletinin, en büyük şefin ölümüne kardeş Türk milleti ile birlikte ağladığını yazdı.Batı basınında olduğu gibi Ortadoğu basınında da Atatürk hakkında çok etkileyici yazılar yayınlandı. Örnek olarak, Beyrut’ta çıkan Ebabil gazetesi şöyle yazıyordu: 

“Ataşark ölmüştür. Sultanları kovan, orduları tarumar eden, Çanakkale kahramanı, sakarya’nın halikı Mustafa Kemal öldü. 

Türkiye’yi yoktan var eden, onu en kuvvetli devletler mertebesine çıkaran, vatanı kölelikten efendiliğe, zilletten şerefe götüren Atatürk öldü. Zulmün en büyük düşmanı, ebedi Kemalizm rejiminin ilâhı öldü. Adı anılınca önünde en kahhar başların eğildiği Gazi öldü. Kalplerimiz bu azim haile karşısında titriyor. Mantık durmuştur.”38

 ………. 

Atatürk, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 20. yüzyıla en büyük armağanıdır. O, başarı merdivenlerinde hızla yükselmiş, ama bu yükseliş onu hırsın çılgın dalgaları arasına sürükleyememiş, o, gerçekçi bir dünya insanı olarak kalmış, gücünün temelindeki halkçı kaynağı asla gözardı etmemiştir. 
Atatürk, çağını çok iyi kavrayarak savaş meydanlarına sığmayan bir kumandan, çağına ve bölgesine sığmayan dünya çapında bir devlet adamıdır. 

O, tarihte iki devlet kuran devlet adamı olma ayrıcalığına sahip tek insandır. 

Sonuç olarak söylemek gerekirse, Atatürk’ün hayatında Hatay, gerek Yıldırım Orduları Komutanlığı, gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde çok özel bir yere sahip olmuş, ve hayatının son dakikalarına kadar bu konu ile meşgul olmuştur. 
10 Kasım1918’de Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığından ve Adana’dan buruk ayrılışından 10 Kasım 1938’e kadar olan dönemde Atatürk hem Hatay’ın işgalinin acılarını, hem de gerçekten müstesna bir zafer olan Türk askerinin Hatay’a tekrar girişini ve Hatay Devleti’nin kuruluşunu görmenin doyulmaz mutluluğunu yaşamıştır. Böyle bir mutluluk her faniye nasip olmaz. Onun ölümüyle 
Hatay’la ilgili projeleri de bir sır olarak kalmıştır. Nihayet Hatay Devleti de 29 Haziran 1939’da kendi varlığına son vererek Türkiye’ye katılma kararı almış ve 23 Temmuz 1939’da 18 yıldır ayrı kaldığı Türkiye’ye katılarak anayurdunun seçkin bir ili olmuştur. 

Atatürk’ün, Hatay mücadelesi sırasında başvurduğu yöntem ve yaklaşımların hepsi yeni, özgün, amaca, çağa ve uluslararası hukuka uygun uygulamalar olup, her biri örnek birer gelişme olarak tarihe geçmiştir. O sadece Türklerin değil, tüm mazlum milletlerin atası ve önderiydi. Bu yüzden ölümüne milletler ağlamış, çağında ve çağımızda bir emsali de henüz yetişmemiştir. Ama onu iyi kavramış 
nesillerin yetişmesi ve bu nesillerin onun emanetine sahip çıkması onun varlığı kadar önemli bir zenginlik olacaktır.. Millî Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı bu konuda gecikmeden tedbir almalı, yeni nesillerin test ve tost arasında sıkışmış, kültürüne yabancılaşmış, yabancı dizi ve çizgi film kahramanlarına hayran nesiller olarak değil, Atatürk’ün ilkelerini, ideallerini ve hayat felsefesini özümsemiş fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller olarak yetişmeleri için her şey yapılmalıdır. Böylece Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacak ve Atatürk’ün ruhu şad olacaktır. 

KAYNAKLAR: 

Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV (1917-1938), Türk Inkılap Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara 1964 
Atay, Falih Rıfkı, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, İstanbul 1998 
Banoğlu, Niyazi Ahmet, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Ankara 1981 
Borak, Sadi, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, 2. Basım, İstanbul 1997 
Çelenk, Selim, Hatay’ın Kurtuluş Mücadelesi Anıları, Yayına Hazırlayan: Günay Çelenk, Antakya 1997 
Dumont, Paul, Mustafa Kemal, Çeviren: Zeki Çevikkol, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara 1993 
Ebcioğlu, Hikmet Münir, Kendi Yazılarıyla Refik Halid, İstanbul 1943 
İnan, Arı, Tarihe Tanıklık Edenler, Ankara 1997 
Karay, Refik Halit, Bir Ömür Boyunca, İstanbul1990 
Konuralp, Nuri Aydın, Hatay Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, Yayına Hazırlayan: Abdurrahman Konuralp, İskenderun 1996 
Konyalı, İsmail Hakkı (Sefil Molla), Sefil Molla Divanı (Yazma) 
Mechin, Benoist, Mustafa Kemal-Bir İmparatorluğun Ölümü, Türkçesi: Zeki Çelikkol 
Miralay Sedad, Yıldırımın Akıbeti, Erkânı Harbiyei Umumiye Talim ve Terbiye Dairesi yayını, Ankara 1927 
Mumcu, Ahmet, Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi, İstanbul 1992 
Mumcu, Ahmet, M.Kamil Su, Lise ve Dengi Okullar İçin T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, 4.Basım, İstanbul 2003 
Müderrisoğlu, Alptekin, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, Ankara 1981 
Rafik, Abdulkerim, “Türkiye-Suriye İlişkileri” Çeviren: Sebahattin Samur, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 88 (Şubat 1994) 
Selçuk, Hamdi, Hatay’ın O Günleri, İstanbul 1972 
Şehsuvaroğlu, Lütfi, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Ankara 1981 
Sherrill, Charles H., Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Çeviren: Alp Ilgaz, Tercüman yayınları. 
Soyak, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, C. 2, İstanbul 1973 
Şimşir, Bilal N., Atatürk’ün Hastalığı, Ankara 1989 
Tekin, Mehmet, Hatay Basın Tarihi, Antakya 1985 
------------------, Hatay Basınında Atatürk, Antakya 1994 
------------------, “Hatay basın tarihinin altın sayfalarından biri: Yeni 
Mecmua”, Güneyde Kültür, Sayı: 111 (Mayıs 1998) 
------------------, Hatay Tarihi (2. Basım), Antakya 1999 
------------------, “İşgal yıllarında Antakya’da bir spor kulübü: Gençspor Kulübü”, Güneyde Kültür, Sayı: 16 (Haziran 1990) 
-----------------, Mehmetçik Hatay’da, Antakya 1988 
Turgut, Hulusi (Derleyen), Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, 2.Basım, İstanbul 2005 
Vaidis, Thomas A., Kemal Atatürk, Yeni Türkiye’nin Kurucusu, Çeviren:Ahmet Angın, İstanbul 1967 
Yavuz, Bige, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileriFransız arşiv belgeleri açısından, 1919-1922, Ankara 1994 
Yıldırım, Mustafa, 58 Gün-Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, İstanbul 2004 
Yücebaş, Hilmi, Filozof Rıza Tevfik, Hayatı, Şiirleri, Hatıraları, İstanbul 1957 

DİPNOTLAR;

1 Mustafa Yıldırım, 58 gün- Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, s.367 
2 Mustafa Yıldırım, 58 Gün- Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına., İstanbul 2004, s. 367-368; Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları s. 97. 
Ayrıca bkz: Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, İstanbul 1998, s. 72: Bir örgüt kurun, milli güç oluşturun, kendinizi savunun. Ben istediğiniz kadar silah veririm.” 
3 Nuri Aydın Konuralp, Hatay Kurtuluş ve Kurtarış Mücadelesi Tarihi, s. 12. 
4 Miralay Sedad, Yıldırımın Akıbeti, Erkânı Harbiyei Umumiye Talim ve Terbiye Dairesi Yayını, Ankara 1927, s. 270 
5 Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri IV (1917-1938), Ankara 1964, s.20 
6 Org. Muzaffer Ergüder’den nakleden: Em. Kur. Bnb. Samet Kuşçu. Bkz.: Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma 
ve Söyleşileri (2. Basım), İstanbul 1997, s. 168 (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi’nin 1973 yılı sayılarından alıntı. 
7 Nuri Aydın Konuralp, Hatay Kurtuluş ve Kurtarılış Mücadelesi Tarihi, İskenderun 1996, s. 54-55. 
8 Nuri Aydın Konuralp, Hatay’ın…s. 46. Şeyhin mücadelesi Türk mücadele teşkilatı tarafından desteklendi. Ancak Ankara İtilafnamesinden sonra 
Türkiye’nin yardım ve desteği kesilince Şeyh Salih kuvvetleri Fransızlara yenildi ve mücadelesi sona erdi. 
9 Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları, s. 522-523; Paul Dumont, Mustafa Kemal, s. 88; Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı 
Döneminde Türk –Fransız İlişkileri, s.158-159 
10 İ.Hakkı Konyalı, Sefil Molla Divanı 

Türklerin aslanı meydana geldi 
Hançerle düşmanın bağrını deldi 
Hem Gazi, hem mehdi unvanın aldı 
Canından geçenler girsin meydana 
……… 

Kemalın var etsin Hazreti Mevlâ 
İndallah kazandı rütbe-i bâlâ 
Kılıncı kınına koymadın hâlâ 
Bilmem hangi semti aldın nişana 
…….. 

Türkler bayram eder, kına yakınır 
Çarşılar, pazarlar çiçek sokunur 
Şenlikler yapılır, mevlit okunur 
Alkışlar edilir Türk kahramana.

20 Eylül 1338 (1922) 

11 Abdulkerim Rafik, ”Türkiye-Suriye İlişkileri”, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı 88 (Şubat 1994), s. 57 
12 A. Rafik, “Türkiye-Suriye İlişkileri”, Türk Dünyası…, s. 56 
13 Mehmet Tekin, Hatay Tarihi, Antakya 1999, s.125-126 
14 Mehmet Tekin, “İşgal yıllarında Antakya’da bir spor kulübü:Gençspor Kulübü”, Güneyde Kültür, Sayı :16 (Haziran 1990), s. 21. Çalıştırıcısı 
Türkiye’den getirilen bu kulübün futbol takımı Suriye kulüplerine karşı adeta Antakya Türklerinin milli takımıydı. 
15 Mehmet Tekin, Hatay Basın Tarihi, s.54-67 ; Mehmet Tekin, “Hatay Basın tarihinin altın sayfalarından biri: Yeni Mecmua, Güneyde Kültür, sayı:111 
(Mayıs 1998), s.1-28 
16 Mehmet Tekin, Hatay Tarihi 1999, s.139-140 
17 Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, İstanbul 1981, s. 306-307; Hikmet Münür Ebcioğlu, Kendi yazılarıyla Refik Halid, s. 76) 
18 Refik Halit Karay, Bir Ömür Boyunca, s. 210 
19 Mehmet Tekin, Hatay Tarihi, s. 149-151 ; Hulki Öcal, Hatay Savaşı, s.73. 
20 Refik Halit Karay, Bir Ömür Boyunca, s.214. 
21 Hilmi Yücebaş, Filozof Rıza Tevfik, Hayatı-Şiirleri-Hatıraları, İstanbul l957, s. 106-108. Röportajı yapan kişi Yüzelliliklerden Tarık Mümtaz’dır) 
22 Mehmet Tekin, Hatay Tarihi, s.166-167; Mehmet Tekin, Hatay Devlet Reisi Tayfur Sökmen, Antakta 2002, s.65-66 
23 7 Ocak günü, bir Atatürk hayranı olan Fransız Meclis Başkanı Herriot Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğine giderek Büyükelçi Suat Davaz’a, “Aman 
azizim Büyükelçi, hemen Hükûmetinize yazınız, Fransa Hükûmeti Atatürk’ün isteğini yerine getirecektir” demiştir. Hamdi Selçuk, Hatay’ın O Günleri, s.88 
24 Mehmet Tekin, Hatay Basınında Atatürk, s. 106 
25 Mehmet Tekin, a.g.e., s. 107 
26 Selim Çelenk, Hatay Kurtuluş Mücadelesi Anıları, Yayına hazırlayan: Günay Çelenk, Antakya 1997, s.96-97 
27 Hatay 25.5.1938 
28 Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, İstanbul 1981, s. 70-71 
29 Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün … s. 70-71 
30 Arı İnan, Tarihe Tanıklık Edenler, Ankara 1997, s.92-94 (Şükrü Sökmensüer’le mülakat bölümü: s.87-158 
31 Yenigün, 3.7.1938, 5.7.1938 
32 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C. 2, s. 648-651: Mehmet Tekin, Mehmetçik Hatay’da, Antakya 1988; Arı İnan, Tarihe Tanıklık Edenler, Ankara 1997, s. 92-94 
33 Hulusi Turgut (derl.), Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Hatıraları… s. 350 
34 Refik Halit, Bir Ömür… s. 212 
35 Refik Halit, Bir Ömür…209-212; Cemal Kutay, Yüzellilikler Faciası, İstanbul 1955, s. 16-17; Barış Andlaşması, Lozan, 24 Temmuz 1923, VIII-Genel 
Affa ilişkin Açıklama ve Protokol (Protokol), İsmail Soysal, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, I.Cilt (19201945), 
2. Baskı, Ankara 1989, s.189-190; Ayrıntılı bilgi ve 150’liklerin listesi için bkz: Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi TBMM II:Dönem, 19231927, 
TPT Araştırma Grubu-TBMM Vakfı Yayını no:1, Ankara 1993, s. 567-585. 
36 Mehmet Tekin, Hatay Tarihi, s. 98 
37 Yenigün, 15.11.1938; Mehmet Tekin, Hatay Basınında Atatürk, s. 135-136 
38 Yenigün, 15.11.1938; Mehmet Tekin, Hatay Basınında Atatürk, s. 134-135 


***