BULGAR BASININDA ATATÜRK VE TÜRK HALKININ ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI (1919-1938) BÖLÜM 1
Mümün TAHİR.,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı, büyük ıslahatçı ve devlet adamı, halklar arasında barış ve anlaşmanın büyük gayretkeşi Mustafa Kemal Atatürk hakkında Türk basınında olduğu gibi, yabancı basında da nice yazılar yazılmış ve yayımlanmıştır.
Atatürk’e ilişkin birçok kitaplar basılmış, monografiler, bilimsel araştırmalar neşredilmiştir. Atatürk hakkında dünyaca anılmış nice politikacı ve devlet adamı türlü iltifatlarda bulunmuşlardır.
Türk halkının Mustafa Kemal’in başında bulunduğu Kurtuluş Savaşı Bulgaristan’ da da büyük yankılara neden olmuştur.
Bu da herşeyden önce onun Bulgaristan’ da tanınmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Atatürk, Birinci Dünya Savaşı arifesinde bir yıldan fazla Sofya’da ataşemiliter görevinde bulunmuştur.
Bu bağlamda “Kemalizm” adındaki Türk dergisinin 1965 yılında yayımlanan 38. sayısında şöyle yazmaktadır: “Türkiye’nin büyük kurtarıcısı, son derece değerli Atatürk Bulgaristan’da ataşemiliter görevini yerine getirirken çok sayıda dost edinmiştir. Bunun neticesi olarak yüce önderimiz Atatürk’ün talihini değiştiren Bulgaristan’dan büyükyardım aldı.”
“Türk halkından sonra Türkiye’de Kemalizmin zaferinden kayıtsız şartsız olarak ancak onun komşuları ilgilenmektedir, diyor Prof. Dr. Stoyan Radev. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Balkanlardaki komşularının, özellikle Bulgaristan’ın Almanya ve Fransa örneğini izleyebilmesi için gereken koşulları ancak Kemalist devrimin derinleşip zafere ulaşması sağlayabilir. Nihayet, Fransa ve Almanya aralarında
“Ebedi düşmanlık” güdüyorlardı, o yüzden de Avrupa’da
Alman-Fransız antagonizminin neden olmadığı tek bir savaş yoktur. Şu an Fransa ile Almanya ilişkileri mükemmeldir.”1
Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan da yenilgiye uğrayan ülkeler arasındadır. Galip gelen Antant devletleri 1919 yılında imzalanan adaletten uzak Nöy Antlaşmasını uyguladılar. Buna rağmen Bulgaristan, Kemalistlere yabancı işgalcilere karşı yürüttüğü savaşta silah ve cephane yardımında bulundu. Bulgaristan ile Türkiye Birinci Dünya Savaşı sonunda hemen hemen aynı talihe sahiptirler. Her ikisi de yenilgiye uğrayan devletler arasındadır.
Nöy Antlaşmasınca, Bulgaristan Batı Trakya, Güney Dobruca ve Batı Eyaletleri topraklarından mahrum ediliyordu. Bulgaristan 2, 25 milyar altın frank tazminat ödemeye mecbur edildi.
Türkiye itilaf devletlerin kendisini bölüşme niyetine karşı koydu. 1919-1923 döneminde Türkiye birkaç cephede savaştı. Bir yandan Sultana ve Halife ordusuna karşı, öte yandan itilaf devletlerin işgal güçlerine ve üçüncü bir cephede de Yunan ordusuna karşı savaşması gerekiyordu. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mudros Antlaşmasından sonra Osmanlı İmparatorluğunun önüne son derece ağır şartlar kondu. İngiliz ordusu zengin petrol kaynakları bulunan Musul’u ve Anadolu-Bağdat Demiryolu hattını, İskenderiye’ye bağlayan
eyaletleri işgal etti.
Karadeniz ve Akdeniz limanlarını kontrol altına aldılar. Fransız ordusu Adana’ya ve Doğu Trakya’ya hâkim oldu. Yunanistan askerleri İngiliz, Fransız ve Amerikan fıloları koruması altında 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i ve Orta Anadolu’da daha bir sıra ili işgal etti. İngiliz askerî 16 Mayıs 1920 tarihinde İstanbul’u işgal ederek tüm devlet müesseselerini ele geçirdi ve birçok milletvekilini ve politikacıyı
tutuklayarak Malta Adasına sürgün etti. Böylece İngilizler Boğazlara yaslanmış şehre tamamen hâkim oldular.
Sultan hükûmeti 10 Ağustos 1920 tarihinde Versay sisteminin sonuncu halkası hesap edilen Sevr Antlaşmasını imzaladı. Bu antlaşma ile Türkiye’nin bağımsızlığı sona ermiş oldu. Bütün memleket yasa büründü. Bu antlaşma gereğince, Boğazlar uluslararası bir komisyona teslim ediliyor, Doğu Trakya keza Yunanistan’a veriliyordu. Beş yıl sonra da İzmir, Manisa, Ayvalık illeri de Yunanistan’a bağlanacaktı. Doğu Anadolu’da bağımsız Ermeni devleti oluşturulmuştu. Yeni oluşturulan Ermenistan dışında kalan Doğu ve Güney-Doğu Anadolu toprakları ise Kürt otonom iline bağlanıyordu.
Antalya, Silifke, Niğde, Aksaray, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Muğla İtalya’ya veriliyor, Mardin, Urfa, Antep, Ceyhan Suriye’ye bağlı olarak Fransız mandası altında kalıyordu.
Daha bir sıra toprak Antant ülkeleri kontrolü altına geçiyordu. Böylece, galip devletler yalnız Osmanlının hâkim olduğu toprakları değil, temiz kutsal Türk topraklarını dahi aralarında bölüşmüş oluyorlardı. Sevr Antlaşmasınca Türkiye’ye Ankara ile Karadeniz arasında küçük bir bölge kalıyordu.
Öyle ki, sözkonusu bölge doğal zenginliklerden, sanayiden, iletişim ve ulaşım ağından, lafın kısası bağımsız varolabilecek her çeşit araç ve gereçten mahrum, yoksun bir bölgeydi.
Bu durum karşısında, iç savaş koşulları içersinde Mustafa Kemal yeni oluşturulan orduyu seferber etti, bütün halkı düşmana karşı ayaklandırarak işgalcilere ağır darbesini indirmiş oldu. Mustafa Kemal Atatürk kumandası altında bulunan orduyla Yunan ordusunu görülmedik yenilgiye uğratarak 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir şehri üzerinde zafer bayrağını dalgalandırdı. 11 Ekim 1922 tarihinde
Antant devletleri ile Ankara hükûmeti arasında antlaşma imzalandı. Bu antlaşma gereğince, İtilaf devletleri İstanbul ve Boğazlardan, Yunanlılar da İzmir ve Doğu Trakya topraklarından çekilmeliydi. 23 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’de Lozan Antlaşması imzalandı ve nihayet Yeni Türkiye böylece uluslararası tanınmış oldu.
Küçük Asya’da (Anadolu’da) bütün bu olup biten olaylar Bulgaristan’ı çok yakından ilgilendirmektedir. Oradaki savaş Bulgaristan’ın iki komşusu arasında yürütülen bir savaştır. Bu, dikkate alınması gereken bir durumdur. Çünkü bu veya şu koşullarda savaş Bulgaristan topraklarına da sıçrayabilirdi. Bu savaşın sonuçlarından Bulgaristan’ın belirli bir yarar sağlayabileceğini de dile getirmek
yerli olacaktır fıkrindeyim. Ve öyle de oluyor. Aleksandır Stamboliyski hükûmeti, Mart 1920’de iktidara gelince, Bulgaristan’ın da Sevr Antlaşmasını iptal etmesi hususunda bir şans olarak görmektedir.
Çünkü Antant devletleri bütün bu olup bitenlerden sonra diğer antlaşmaları da gözden geçirmeye mecbur kalacaklardır. Antant temsilcilerinin Sofya’da yayınladıkları rapora göre, Haziran 1920’de Burgaz limanma vasıl olan üç Türk gemisi kömür yerine silah ve cephane ile limandan ayrılıyorlar. Gemilerden birinin kaptanı, hatta şehrin askerî komutanı tarafından karşılanmıştır. Yine Mart 1922’de iki yük kamyonu silah ve cephane ile, on dolayında Bulgar ve Türk askerî himayesinde Edirne üzerinden Türk topraklarına geçer. Kaptan
Abdülrezak, İbrahim Çavuş, Ali Çavuş vb. subayların kumandanlığında Trakya’daki Yunan ordusuna karşı Bulgar-Türk çeteleri oluşturuluyor.
General Cafer Tayyar’ın Doğu Trakya’da uğradığı yenilgiden sonra 385 subay, 3239 er, 22 000 sivil Türk Bulgaristan topraklarına sığınıyor. Aleksandır Stamboliyski hükûmeti onlara Bulgar parasıyla 2 milyon leva yardım sağlıyor. Bulgar Çiftçiler Birliği hükûmeti tarımcı göçmenlere toprak veriyor, tarlalarını işleyebilmek için araç ve gereç sağlıyor, tohum dağıtıyor vs.
Bulgaristan’dan Türk hilaline 25 vagon un, 5 vagon fasulye, 1 vagon da yağ ve peynir gönderiliyor. Bu yardım İzmir, Bursa ve Trakya halkına yapılmıştır. Prof. Stoyan Andreev’in araştırmalarınca, Aleksandır Stamboliyski, başında Atatürk’ün bulunduğu Türk güçlerinin imkanlarını Batılı devlet adamlarından, politikacılardan çok daha önce anlamış ve değerlendirmiştir. Yaklaşık iki yıla yakın bir dönem Antant kontrol makamlarından gizlice Atatürk ordusuna yardım etmektedir. Basiretli bir devlet adamı ve politikacı olarak Aleksandır Stamboliyski Mustafa Kemal’in zaferinde bir gün Bulgaristan’ın da Nöy Antlaşmasının esiredici koşullarını iptal etme olanaklaır görmektedir.2 O, yeni Turk devletinin simasında dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri izleyecek bir ülke görmektedir. 26 Ekim 1922 tarihinde Aleksandır Stamboliyski XIX. Millet Meclisi’nde büyük bir nutuk irad ediyor. Nutukta Bulgaristan’ın dış politikasına
açıklık getiriyor. Nutuk 29 Ekim 1922 tarihinde “Zemedelsko Zname” (Çiftçi Bayrağı) gazetesinde yayımlanıyor. Orada Stamboliyski:
“Yakındoğu sorunu! Sayın milletvekilleri, biz büyiik devlet adamı Kemal Paşa’nın simasında Türkiye’nin hizmetini tanımalıyız.
O’nun bir zamanlarki maceraperestliği sayesinde, onun ve dolayındakilerin sonsuz gayretleri sayesinde, biz bu sorunun müzakere için masaya konduğunu görüyoruz. Ankara şu an haksızlığa uğramış Müslümanların Mekke’si, Hıristiyanların Kudüs’ü halinegelmiştir.
Eğer hakarete uğrayan insanlık herhangi bir zaman, herhangi biri için anıt dikmek isterse, bu anıt herşeyden önce Ankara faaliyetçilerinin anıtı olmalıdır. Antlaşmaların teftişi sorunu gözden geçirmek için artık masaya konmuştur. Türkiye’nin zaferi olmasaydı, bunu hiçbir kimse aklından bile geçiremezdi. Sevr Antlaşmasının teftişi ile yanyana bütün diğer antlaşmalardaki ağır koşulları içeren maddeler de gözden geçirilecektir. Türkiye büyük güçlerin anlaşması neticesi, gelecekte de bizim komşumuz olarak kalmaktadır. Bizim Türkiye
ile ilişkilerimiz ancak dostane ilişkiler olabilir. Umum çıkarlarımız aramızda, barış içinde yaşamamızı dikte etmektedir.” demiştir bu önemli nutukta.
“Pryaporets” gazetesi 9 Temmuz 1923 tarihli sayısında “Hükûmetin Programı ve Görevleri’ne yer vermiştir. Bu, Başbakan Al. Tsankov’un nutkudur. Aleksandır Tsankov Bulgaristan ile Türkiye ilişkileri hakkında şöyle diyor: “Bizim Türkiye ile artık paylaşacağımız bir şey yok ortada. Türkiye Asya’da geniş bir sahaya yaslanmış bulunuyor. O, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de bizim sanayisel ve tarım ürünlerimiz için bir pazardır. Biz bu komşumuzla ancak iyi ticari ilişkiler kurabiliriz. Sizler biliyorsunuz ki, ticaret, ticari ilişkiler halklar arasında dostluk için sağlam bir zemin yaratmaktadır.”
O dönem Bulgar basını Türk halkının Kurtuluş Savaşını uzun uzadıya yansıtmaktadır. “Novo Vreme” (Yeni Çağ) gazetesi 19 Haziran 1919 tarihinde çıkan 104. sayısında Atina’dan alınan bir habere istinaden, Yunanlıların İzmir dolaylarında Türkleri büyük bir hezimete uğrattıklarını yazıyor. Bu yazı fakat “Yunan Uydurmaları” başlığını taşımaktadır.
Adı geçen gazete 12 Mayıs 1920 tarihli sayısında “Türkler ve Bulgarlar” başlığı altında bir yazıya yer vermektedir. Bu yazıda şunları görüyoruz: “Balkan Savaşı geçmişin sayfalarını ebedi olarak kapattı. Bulgarlar ile Türkler anlaşma ve dostluk yolunda ilerlemektedirler.
İmzalanan anlaşmalar sonucu her iki ülke de aynı talihe boyun eğmek zorunda kaldık. Bizim topraklarımız Yunanistan’a verildi “
Bir ay sonra “Novo Vreme” gazetesi şöyle yazıyor: “Nice devletler güzelim Boğaziçi sahillerinde gereken dersi aldılar. Yunanistan hala yabancı topraklar işgal etme düşüncelerinden vazgeçmiş değil. Fakat o, şu an kazmakta olduğu mezara yine kendi düşecektir.”
“Nezavisimost” (Bağımsızlık) buna cevaben: “Beklenilmeyen mucize gerçek oldu” diye yazdı ve devamla: “Ölmüş hesap edilen Anadolu yeniden uyandı.
Bu ancak Kemal Paşa’nın sayesinde oldu. Sahneye yeni başkent Ankara çıktı. Sevr Antlaşmasının mimarları şaşkınlık içinde kaldılar. Kemal hepsinin hesabını gördü.” diyerek yazısını tamamlamış olur.
“Nezavisimost” gazetesi 6 Ocak 1921 tarihinde “Sevr Antlaşması ve Doğudaki Yankıları” başlığını attı. Bu yazıda İtilaf güçleri, Yunanlıların 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapmalarına izin verdikleri için yerle bir edici bir tenkit ateşine tutulmaktadırlar. Yazının devamında da: “Bu Türklerin millî duygularını şahlandırdı, hiç kimsenin düşünemediği irade ve dayanıklığa sahip olduklarını
gösterdiler. Yunanlar giriştikleri askerî saldırıya çabuk elden sona erdireceklerini hesap ediyorlardı. Hatta birkaç defa Mustafa Kemal’in başını ezme süresini belirleyen beyanatlar da yayınladılar.
İttifakçılar yandan seyrediyorlardı. Yeni asker de gönderemiyorlardı, çünkü Yunanlılar Anadolu’da başlattıkları görevini kısa bir zaman içersinde yerine getireceklerine emindiler. Uzun sürünce ve müzakerelerden sonra hazırlanan Sevr Barışı ıstırap verici duygularla imzalandı ve uygulanması bekleniyordu. Gerçekten bu ölü doğmuş bir antlaşmaydı, hiçbir şey getirmedi. Ancak konferans ve müzakerelerönü bir dönem olarak nitelendirilir. Loyd Corç, Venizelos ve Vasil Zaharov tarafından redakte edilmiş olan bu antlaşma Türkiye’nin önüne çok ağır koşullar koymuştu. Daha önceleri bir planda olduğu gibi, Türkiye Avrupa’dan tamamıyla kovulmuş değildi, fakat cezaya çarptırılmıştı. Türkiye’nin buna boyun eğeceğinden kimsenin asla kuşkusu yoktu. Çünkü Türkiye artık ölmüş hesap ediliyordu.
Fakat Kemal Paşa’nın Türkiye’si birden derin uykulardan uyandı. Savaşta kayba uğrayan Türkiye hala kendinde büyük bir güç gizliyordu.”
Aynı yazının devamı şöyledir: “Uzun zaman yalancı galibiyetler beyanatında bulunan Yunan ordusu, Antant’ın Kemalistlere
karşı savaşında son bir araçtı Mustafa Kemal Ankara’dan dünyaya şöyle haykırıyordu:
“İZMİR VE TRAKYA’DAN GAYRI, TÜM KAPİTÜLASYONLARIN YOKEDİLMESİNİ, BOĞAZLAR REJİMİNİN İPTALİNİ, ANTLAŞMADAKİ BÜTÜN EKONOMİK KOŞULLARIN TEFTİŞİNİ İSTİYORUZ!”
O, (Kemal) tam bir zafer üstünlüğüne sahip bir kişi. O, Birleşik Amerika Devletleriyle müzakerelerde bulunuyor, Bolşeviklerle işbirliği yapıyor, istediklerini Antant’a dikte ediyordu... Ve hakikaten politikacı general yaptıklarından memnuniyet duymakta haklıdır. O, Almanya ve Avusturya-Macaristan devletlerinin yapamadıklarını yaptı. Yenilgiye uğratılan en zayıf ulus nihayet savaştan galip çıkanlara kendi iradesini kabul ettirecekti.”
Gazetenin sayfalarında makaleden sonra şu yoruma yer verilmiştir: “Sevr Antlaşmasının teftişe tabi tutulmaması mümkün değildi. Bugün onu hazırlamış olanlar dahi çok gaddarca ve uygulanması mümkün olmayan bir antlaşma olarak kabul ediyorlar. Lakin insan vicdani bununla da yetinmiyor. Onlar bütün barış antlaşmalarının hatalarını, bunların zafer sarhoşluğu neticesi hazırladıklarını kabul etmeye mecbur kalmışlardır.”
“Nezavisimost” gazetesinin 6 Nisan 1921 tarihli yazısı “Ankara’nın Büyük Sevinci” başlığını taşıyor. O yazıda şunları okuyoruz: “Türk Ordusunun Anadolu’daki büyük zaferleriyle ilgili Londra’dan alınan bir telgrafta şöyle bir haber var: “Ankara sevinçler içinde. Küçük Asya’da Yunanlılar ile Türkler arasında yürütülen amansız savaş, İstanbul’da meydana gelmiş olan uluslararası durumun sonu demektir. Avrupa’daki diplomatik kançelaryaların eski nizamı koruyabilme hususundaki son gayretleri Yunan halkını bedbaht bir silah durumuna getirdi, ona gayet ağır bir görev verildi.
...Ankara yeni bir hareketin temellerini attı ki, bu yalnız Türk ulusunu işgal altına almak isteyenlere karşı yönelik bir hareket değildir.
Bu hareket yeni dönemin ihtiyaçlarını anlamak istemeyen, galip devletlerin gücünü sırtında hissedenlerin, korkunç talihlerini birleştirme arzusu hareketidir. Anadolu’daki Kemalist hareket Avrupa’nın talihinin artık birkaç kişinin elinde olmadığını dünyaya gösterecektir...” Yazının müellifi Statev devamla İngiliz hükûmetinin resmi temsilcisi Keynis’in Paris Barış Konferansına ilişkin izlenimlerini dile getirmektedir. Keynis, adaletli bir sonuca varılamayacağını anlayınca, konferansı terk eder. Müellif daha sonra: “Gerçekten Paris “kararları” günün olaylarını gözönünde bulundurmamışlardır, Anadolu’da devam eden müthiş savaş da bunu göstermektedir.
Mustafa Kemal Türkiye’deki ulusal hareketin ideolojik ve pratik yöneticisi olarak yalnız ulusal kahraman olarak değil, Paris protokollerinde ki kararlara saldıran tarihi bir kahraman olarak önem kazanmıştır. Kemal bu kararları ihlal etti ve yiğitçe ayakları altına aldı, onları kimseye lüzumu olmayan kağıt haline getirdi. Türk millîyetçilerinin galibiyeti tüm mazlumların, esirlerin zaferi olacaktır.
Yunanlıların zaferi ise asil İngiliz temsilcisinin çizdiği tablodakilerin geçici bir zaferi olacaktır. Eğer son anlarını yaşayan, kendini unutmuş galiplerin adaletsizliği, hayasızlığı ve güç kullanışı devam ederse, üstünlük alma hevesleri sona ermezse, Kemalistler savaşı belki kaybedebilirler. Fakat Mustafa Kemal örneğin, O’nun büyük kahramanlığı ve büyük idealizmi tarihte yeni bir dönem açtı ve bu savaşa behemehal bir yeni güçler de katılacaktır. Umumdan ayrılma süreci başgösterdi, yeniyeni cepheler oluştu... Moskova ile Ankara kayıtsız şartsız halkların yürüyebileceği iki farklı yön çizdiler. Kimi izleyeceklerini önümüzdeki yakın zaman gösterecektir. Biri de, diğeri de kan akmasını ve şehitler verilmesini istiyor. Şüphesiz çoğunluğun sempatisi Mustafa Kemal’den yanadır. O’nun savaş sloganları herkesçe bilinmektedir ve onlar yığınların psikolojisine daha yakın şiarlardır” diyor Statev “Ankara Sevinç İçinde” yazısında.
“Politika” gazetesi ise hemen hemen her sayısında Türk-Yunan savaşına ilişkin haberlere yer vermektedir. 22 Eylül 1929 tarihli sayısında Kemal Paşa’nın bir beyannamesi yer almaktadır. Türk Haber Bürosu Kemal Paşa’nın şu beyannamesini yayınlamıştır: “Eğer birkaç yıl savaşmamız icabederse, biz savaştan vazgeçecek değiliz, savaşımız Yunanlıları Küçiik Asya’dan kovuncaya kadar sürecektir...
...İstanbul bizimdir, bizim olması gerekir. Boğazlar konusunda biz nispeten başkentimizi tehlikeye düşürmeyen koşullara razıyız.”
Aynı sayıda “Kemal Paşa Sultanın Tahttan Çekilmesini İstiyor” makalede, “Kemal Paşa Sultana bir mektup göndererek onun tahtan inmesini istiyor. Kemal Paşa diyor ki, Yunanlıları yendikten sonra Ankara ordusunun İstanbul’a yönelmesi için emir verecektir. O halde iki ordunun, hakikatte aynı ordunun iki kısmının çarpışmaması için Sultanın tahttan çekilmesi gereklidir” beyanatında bulunmuştur.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder