2 Kasım 2019 Cumartesi

ACI ÇEKEN TÜRKİYE., BÖLÜM 3

ACI ÇEKEN TÜRKİYE.,  BÖLÜM 3




 3 Mart 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu ile sadece milli okullar değil yabancı okullar ile ilgili düzenlemeler de getirilmiştir. 
Bu okulların büyük zararının farkında olan Atatürk, bu kanunu tekke ve zaviyelerden çok misyoner okullarının kapatılması için çıkarmıştır. Her misyoner okulunun içinde kilise vardı. Böylece bu kiliseler de kapatılmış oldu. 

 Aynı kanunla ile eğitimde kız-erkek ayırımın kaldırılması en önemli adımlarından biri oldu. Yasa ile birlikte yurt genelinde Millet Mektepleri kurularak büyük bir okuma-yazma seferberliği başlatıldı. 1928 yılında yeni alfabe kabul edildi. Dil ve tarih çalışmalarına ağırlık verildi. 

Halkevleri, okuyan, dinleyen, eleştiren, bilime önem veren, spor yapan, sanat, tarih, edebiyat gibi alanlarda kendini yetiştiren, kültürel etkinliklerle ilgilenen üretken yeni insanı yaratmaya çalışan kurumlar olarak düşünülmüş ve faaliyet göstermiştir. 

1932.de resmen açılan Halkevlerinin sayısı 1934.te 55.e çıkmıştır. 2.100.000.den fazla yurttaş Halkevlerinden yararlanmıştır. Bu rakam, 2.380.000 kişinin şehir ve kasabalarda yaşadığı düşünülürse Halkevlerinin bulunduğu şehirlerde yaşayanların neredeyse tamamını kapsamaktadır 23. 

Halkevlerinin amacı, Türk halkına devrimin ilkelerini, özellikle de cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laikliği aşılamaktı24. Halkevleri sadece birer kültürel kurum olarak düşünülmemiş, parasız dispanserler, gıda ve kömür dağıtımı gibi halkın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak da görev edinilmiştir. 

1938 yılına gelindiğinde Halkevlerinin sayısı 210.a çıkmıştır. 1933.te Halkevlerine 500.000 yurttaş gelmiş iken 1938.de gelenlerin sayısı 6.642.000.dir. Halkevleri.nde insanlara hem gündelik yaşamda kullanabilecekleri temel beceriler kazandırılıyor hem de okuma alışkanlığı ve sevgisi aşılanıyordu. Halkevlerine bağlı kütüphaneler ve kitaplıklar yurdun ücra köşelerine ulaşabilmek için bazen eşek kullandığından bunlara eşekli kütüphaneler 
deniyordu. 

Şehirlerdeki aydınların büyük bir çoğunluğu Halkevlerinde görev almışlardır. Bunlar arasında en önemli kitle öğretmenlerdir. Bu etkinlikler yapılırken halktan para alınmadığı gibi öğretmenler de gönüllü çalışmıştır. 

Öğretmenler, Türk Devrimi.nin ön cephesini oluşturdular; sadece öğrenci 
yetiştirmediler, gittikleri köylerin sorunlarına çözüm buldular; kara cehaletle savaşmak yanında köye su getiren, bağ-bahçe işlerinde fenni yöntemleri öğreten Anadolu Aydınlanması.nın ışığı oldular. 

Öğretmenler, Anadolu yaylalarına, köylerine, kasabalarına ve en ıssız köşelerine 
dağılan ve balını arayan arılar gibiydiler25. Onların çalışmaları ile yeni bir Türkçe sözlük oluşturuldu. Onlar Ankara.nın aydınlanmasını Anadolu.nun her yanına taşıyan bir ışık cevheri idi. 

Halkevleri, 1951 yılında Demokrat Parti iktidarı tarafından CHP.nin bir kolu olduğu gerekçesi ile kapatılmıştır. CHP.nin iktidardan düştüğü 1950 yılında, yaklaşık 500 Halkevi, 4.000.in üzerinde Halk Odası vardı. 

Atatürk.ün aydınlanma gayretlerini sadece sosyal ve kültürel sahada okumamalıyız. Genç Türkiye Cumhuriyeti sayesinde yeniliklerle tanışan, üretimi öğrenen sermaye sınıfı, çalışan sınıflarla Cumhuriyet üzerindeki ittifakını sonlandırmak ve halkı bilinçsiz, eylemsiz kılarak kendine özgü bir sermaye birikim rejimi oluşturma hevesindeydi. 

Hızlı ve kesin zenginleşme yollarını cumhuriyet sayesinde elde eden sermaye sınıfı artık iktidarı halkla paylaşmak istemiyor, zenginleşmenin önünde engel gördüğü tüm cumhuriyet değerlerini lağvetmek istiyor, hatta bunun için yabancılarla işbirliği yapmaktan çekinmiyordu. Eşit cumhuriyet yurttaşları kavramı istenmiyordu. 

Köy Enstitüleri ise 1940 yılında çıkarılan bir kanunla ilkokullara öğretmen 
yetiştirilmesi amacıyla açılan okullara verilen addır. Köy Enstitüleri'nde eğitim görenler hem örgün eğitim aldı hem de modern tarım teknikleri konusunda bilgiler edindi. Böylece tarımda verimliliğin arttırılması planlandı. Köy Enstitüleri sayesinde 1940 ve 1946 yılları arası 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirildi ve bu tarlalarda üretime başlandı. 

Köy Enstitüleri, 1946 yılında Köy Öğretmen Okulları'na dönüştürüldü ancak 27 Ocak 1954 tarihinde Demokrat Parti hükümeti tarafından kapatılmıştır. Türkiye, Sovyetler birliğinden sonra planlı ekonomiye geçen dünyadaki ikinci ülkedir; hatta ilk planlama çalışmalarında Sovyet uzmanlardan yardım alınmıştır. ABD, Türkiye'de demokrasi düzeninin tesisi için 5 yıllık kalkınma planı ve Köy Enstitüsü gibi Sovyetler Birliği'ndeki sistemlere benzer uygulamaların kaldırılması talebinde bulunmuştu. 

Atatürk'ten sonraki lider İsmet İnönü; Köy Enstitüleri'ni kapatarak, Cumhuriyet 
Devrimleri'nin kırsala uzanan kollarını koparmıştı. Sonraki lider Adnan Menderes ise dini, politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı. 

Böylece, Türkiye sermaye sınıfı halkın geri kalanıyla, çalışan sınıflarla arasındaki 
köprüleri atarak Cumhuriyet değerleri üzerindeki ittifakını sonlandırdığını böylece fiilen ilan etmiş olur. İnönü ve Menderes arasındaki kavga, yeni palazlanan, üretimden beslenen Türk burjuvazisi ile bu yeni sınıfı kendine yönelik bir tehdit olarak algılayan, toprak ağalığına dayalı, geleneksel sermaye birikimi üzerinde oturan atıl taşra sermayesi arasındadır. Ama her ikisinin de ortak düşmanı eşit yurttaşlığa dayalı cumhuriyet değerleridir. 

Tüm cumhuriyet düşmanı yöneticilerimizin bizzat sermaye sınıfının desteği ve 
dayatmasıyla işbaşına geldiğini, artık tamamı yabancı ortaklı olan bu sınıfın desteği ve yönlendirmesi olmasa bu yaşadığımız yıkımın yaşanmayacağı unutulmamalıdır. 1950.lerden beri Türkiye.yi yöneten partilerin arasındaki fark, sermaye partileri olarak artık isim farkına dönüşmüş durumdadır. 

 Sanayileşemeyen Türk Ekonomisi.. 

Cumhuriyet Türkiyesi.nin 90 yıllık tarihinde ekonomik sorunlarını esaslı bir şekilde çözüme ulaştıramamış olmasının kökeninde Osmanlı.dan almış olduğu olumsuz miras yatmaktadır. Bu kötü miras sadece ekonominin fakirliği ile alakalı değildir. Asıl sorun Osmanlı.nın zihniyetinden kaynaklanmıştır. 

Dünyevileşmekten uzak kalmış insan tipolojisi rasyonel bir ekonominin ortaya 
çıkmasını engellemiştir. Alman sosyolog Max Weber.e göre; irrasyonel Protestan ahlakının, rasyonel „şehirleşme. ve „orta-sınıf. kavramlarıyla birlikte etkileşimi rasyonel iş organizasyonunun doğuşuna geçit vermiştir. Bunun neticesinde rasyonel ekonomik birey ekonominin kaptanı olmuştur 26. 

Osmanlı toplumsal yapısı ise irrasyonel düşünce kalıpları ile durağan, hantal „madde anlayışı. yaratmıştır. Dolayısıyla metafizik anlayışın hâkim olduğu yüzyılların Osmanlı.yı esir alması Cumhuriyet ile birlikte önce ana kütleye devrimler ve okullarda indirdiği darbelerle uyuyan irrasyonel kütlenin uyandırılması hedef alınmıştır. 

Diğer yandan 1930-1980 arasında devletçi ekonomi politikaları yanında özel sektör desteklenerek bireysel sermaye birikimine kapı açılmış, firmalara rasyonelleşme yönünde büyük bir destek verilmiştir. 

Şubat-Mart 1923'te İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararlar; daha sonraları hayata geçirilen birçok uygulama, -örneğin Aşar vergisinin kaldırılması (1925), Medeni Kanun'un kabulü ve özel mülkiyetin güvence altına alınması (1926), İş Bankası.nın (1924) kurulması, Teşvik-i Sanayi Kanunu.nun çıkarılması (1927), için temel teşkil etti27. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında sayıları az olan özel kesim yatırımları ülkenin batısında yoğunlaşmış ve bu kesimlere nüfus akımı olmuştur. 1923 yılında Ankara.nın başkent olması nispeten bu akımın önüne geçmiştir. 

 Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda bir tarım ülkesi idi. GSMH.nın %90.ı tarım 
ürünlerinden karşılanıyordu. Tarımdan kazandıklarımızla sanayi hamlesine girişecektik ama 1929-1933 Dünya Ekonomik Krizi, tarım sektörümüze darbe vurdu. 

Devlet işletmeciliği ve devlet müdahalesi yoluyla kapitalist gelişme yolu, kısacası devletçilik uygulamaları belirgin biçimde 1932 yılı ile başladı28. Sanayileşme için devletçi model kapsamında; Etibank, Sümerbank, PTT, Nazilli Basma Fabrikası gibi kamu iktisadi teşkilleri kurulmaya başlandı. Ancak, devletin sanayileşmeye ağırlık verirken, tarımı ihmal etmeye başladı. Gittikçe azalan doğrudan yabancı sermaye yatırımları İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru hemen hemen sıfırlandı29. Devletçi anlayış 1980 yılına kadar hâkim oldu30. 

Devletçilik ilkesi sonucu beşer yıllık iki sanayi planı hazırlanmıştır. 1934.de yürürlüğe giren I. Beş Yıllık Sanayi Planı uygulanmış ancak ikincisi II. Dünya Savaşı nedeniyle uygulamaya konulamamıştır. 1923-1950 yılları arasında demiryollarının millileştirilmesi ve devlet yatırımlarında olduğu gibi Anadolu.ya yayılması sağlanmaya çalışılmıştır. 

 Kapitalist üretimin kurulması, Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde belli bir 
sermaye birikimi gerektirmiştir. Bu tarz birikim, öncelikle Osmanlı toplumundaki azınlık unsurlar tarafından elde edildi, 1910 ve 20'li yıllardan itibaren Müslüman-Türk tüccarlara aktarılmaya başlandı. 

1927 yılında özel sektörün daha sağlıklı gelişebilmesi için Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılmıştır. 1929 yılı itibari ile Türkiye'de kurulu şirketlerin ödenmiş sermayelerinin yüzde 50'si Türk, yüzde 32'si İngiliz, yüzde 14'ü İsviçre şirketlerine aitti31. 

Sanayileşme yönünde kısmen de olsa alınan mesafeye rağmen, gerek 1930'larda gerekse İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'de hâkim sınıf kesimi sanayi burjuvazisi değil, ticaret burjuvazisi ve toprak sahipleri ittifakıydı. 

Bu ittifak içinde ticaret burjuvazisinin ağırlığı belirgindi. 

Türkiye.de, Osmanlı dönemindeki azınlıklarla başlayan ve 20. yüzyıl başlarından 
itibaren Müslüman-Türk burjuvazi tarafından devralınan ticari birikim, 1950'lere gelindiğinde neredeyse yüz yıla yakın bir süredir devam ettiği gibi, savaş dönemi vurgunları 32 ve savaş sonrası dönemin canlılığıyla birlikte olağanüstü bir ölçeğe ulaşmıştır. 

Osmanlı zihniyeti ve Cumhuriyet zihniyeti bugün Türkiye sınıfları arasındaki 
karşıtlıkta ifadesini bulmaktadır. Halkın Atatürk.e ve Cumhuriyete bağlılığı ile Yeni Osmanlıcı ya da dönemin fırsatlarını kullanarak sessiz ve derinden servetini büyüten TÜSİAD sermaye gruplarının Cumhuriyet değerlerine yönelik tiksintisi, bu sınıflar arasında derin bir yarılmaya, tam da bu tarihsel kavgaya işaret eder. 

Türk burjuvazisi, yönetim erkini elinde tutabilmek ve zenginliğini katlamak için 
halkın geri kalanıyla bağlarını koparmıştır. Ulus ve laiklik kavramları konusunda bizzat sermaye desteğiyle yıllardır yürütülmekte olan kara propaganda tesadüf değildir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder