ANADOLU DA BUGÜN, BÖLÜM 2
Toplumsal Hayat çıkmazda..
Biraz eğitimli kadınların beklentileri artmış. Bunda TV dizilerinin ve medyanın da
etkisi çok. Erkeklere göre; kadınların beklentileri o kadar yüksek ki çok paraları olsa bile daha fazlasını isteyecekler. Kadınlar; gezmek, giyinmek, güzel evlerde oturmak, rahat ve konfor istiyor. Çok az da olsa eğitimli kadınların dernek kurma gibi gayretleri var.
Büyük çoğunluktaki eğitimsiz ev kadınlarının sosyal hayatları yok, evden
çıkamıyorlar, dışarıda bir yerde bir araya gelip oturamıyorlar. Kadına yönelik baskının arkasında erkeğin otorite yitirme korkusu var. Onlara el atan tarikat ve cemaatler akşamları kadınları hücre evlerde topluyorlar, dini sohbetler yapıyorlar. Düzenledikleri kermeslerde kadınlara börek vb. yiyecek görevi vererek toplanan paraları vakıflarına aktarıyorlar.
Şehirde Menzil Grupları ve Süleymancılar etkin, Yazıcılar da var. Menzilciler mahalle içlerine kadar örgütlenmiş, kadınları yanına çekiyor, gençler için Adıyaman.daki liderlerinin yanına ziyaretler düzenliyorlar. Süleymancılar ise yurtlar üzerinden öğrencilere el atmış.
Yalvaç, Isparta ilinde nüfusuna göre en yüksek oranda FETÖ üyesi bulunduran ilçe imiş. Isparta ilindeki bilinen liderleri olan Topal Hafız lakaplı kişi, ev hapsine çıkmış ve biat edenleri kabule devam ediyor. Daha önceki seçimlerde FETÖ.nün Isparta.dan her seçimde bir iki milletvekili çıkardığı biliniyor. Bunlar içinde çok bilinen bir isim de var.
Kadınlar, mahalle baskısı nedeni ile namaz kılıyorlar ama okudukları duaların
anlamını bilmiyorlar. Aynı şekilde mahalle baskısı nedeni ile genç kızlar sokakta yok, olanlar ise büyük ölçüde kapalı. Kızlarımızda özgüven eksikliği var, geleceklerini sadece evlilik üzerine düşünmek zorundalar.
Kızlar erken yaşta evlenmek zorunda. Çoğu bir üniversiteye kazanamadığı için bir tuhafiyeci yanında çalışabilirse, düğme kutularını yerleştirirlerse ne mutlu.. Şehir içinde dolaşan, pastanede oturan genç kıza kötü gözle bakılıyor.
Erkeklere gelince, dört ayrı görüntüleri var. Camiye gidiyorlar çünkü mahalle baskısı var yani toplum içinden eleştiri gelmesini istemiyorlar. Ama aynı kişi Yalvaç.ta „dindar. rolü oynarken, şehirden çıktığında yani gözlerden kaybolduğunda Eğirdir.de „ayyaş., Isparta.da „kumarbaz., Antalya.da ise „hovarda. oluyor.
Yalvaç gibi mütedeyyin bir şehirde bile Tekel rakamlarına göre ayda 800 bin TL, yılda 10 milyon TL değerinde içki satılıyor. İçki çok pahalandığı için bu rakamlara evde yapılanlar, dışarıdan getirilenler dâhil değil. Şehirden uzak yerlerde yapılan içkili partilerden sonra yaşanan ahlaksızca olayları sarhoşlukla açıklamak mümkün değil.
Eğitim, Sağlık..
Şehrin okullarında eğitim geriye gitmiş. Benim mezun olduğum 1970.li yıllaırın
sonunda mezun olan herkes üniversitede bir yerlere girerdi şimdi %30.a düşmüş. Eskiden eğitimin çok daha iyi olduğu tüm öğretmenlerinde mutabık olduğu bir konu. Ailelerin ve genç neslin şehri terk etmesinde eğitim zafiyetinin de önemli bir rolü var.
Yalvaç halkı, şehir kurulduğundan beri mütedeyyin bir hayatı benimsemiş ama içinden çok önemli devlet adamları ve aydın insanlar yetiştirmiş. Ancak şehirde din, toplum hayatının ivmesi olmaya devam ediyor. İnsanlar cami ve kahve arasında yaşıyor. Cehalet ve kadercilik hayatı iyice yavaşlatmış.
İnsanlar yeni bir şey yapmak, girişimci olmak istemiyor, birileri bizi gütsün diye
bekliyor. Çalışmadan yaşamak istiyorlar ama beklentileri büyük, her şeyi hak etiklerini düşünüyorlar. Halk içinde kitap okuma oranı çok az, gazetelerin resimlerine bakıyorlar.
Kütüphaneye 20 sene önce günde 100 kişi giderken, şimdi en fazla üç kişi gidiyor. Kelime dağarcığını yitirmiş, cümle kuramayan insanlarımız, bu boşluğu küfürlü kelimelerle dolduruyor.
Şehirde kurulu bulunan dört adet Meslek Yüksek Okulu.nun öğrencilerinin durumu şehirde bir yama gibi duruyor. Öğrenciler aslında şehirde özgürlük ve aksiyon sembolü..
Pastaneden aldıkları simitleri yerken çay içecek paraları olmadığı için parklarda oturuyorlar..
Şehirdeki üniversite öğrencilerine ahlaki olarak kötü gözle bakıldığından öğrenci
sayısı düşmeye başlamış. On sene önce 4 bin olan öğrenci sayısı bugün 2 bine düşmüş yani yarısı artık Yalvaç.ı tercih etmiyor. Öğrenciler şehirde rahatsız olmuş, üniversitede ise hoca durmuyor.
Sağlık konusuna gelince şehir hastanesinde doktor, pek fazla durmuyor. Genel halk sağlığı ile ilgili bir önleyici çalışma yok. Şehir suyundan kaynaklanan guatr ya da yaygın olan kanser, tansiyon gibi hastalıkların nedeni araştırılmıyor. İşin aslı kimse ne hastalığı olduğunu bile bilmiyor. Hastaların çoğu son ana kadar beklemekte ya da soluğu Isparta.da almakta.
Devlet ve Siyaset..
Yalvaç halkı siyasetçiden umudu kesmiş, siyasetçi de şehri unutmuş. Siyasetçi şehre kayda değer hiçbir şey getirmemiş. Şehir azalan nüfusu nedeni ile yaklaşık 7-8 bin oyu temsil ediyor ve pek fazla umursanmıyor. Böyle olunca halk, hükümetten bir şey isteyemiyor zaten alamıyor.
İktidara ait olmayan belediyeler genellikle borçludur. Alacaklarını alamaz, bir
yerlerden para gelmez. Ancak, Yalvaç belediyesinin böyle bir sorunu yok. Şehir merkezindeki 300.den fazla dükkânın sahibi ve onların kira gelirleri yanında su parası, çöp parası, belediye vergileri ile bütçesi fena değil.
Zengin bir belediye var ama beceriksiz çünkü vizyonu yok. Yapılan en büyük yatırım, şehre şelale yapmak. Şehir genelinde çarpık yapılaşma almış başını yürümüş. Belediyecilikten her yeri betonlaştırma anlayan zihniyet, şehrin merkezi ve çevresindeki yeşilliği yok etmiş. Makyaj olsun diye parklar, mesire yerleri yapılmış. Saçma sapan yollar ve araç trafiği ile her yere park etmiş araçlar şehrin görüntüsünü bozuyor.
Şehirlerdeki devlet daireleri başta belediyeler ve hastaneler olmak üzere İş-Kur
üzerinden siyasi arpalık olarak yandaş kişilerle dolduruluyor. Bu da çalışmadan, üretmeden yaşamanın diğer bir kaynağını temsil ediyor.
Antik Pisidia Antiokheia şehri gibi turizm imkânları var ama bu potansiyel iyi
kullanılamıyor. Otel, pansiyon ve turistlerin zaman geçirebileceği mekân eksikliği var. Şehre gelen Japon turist, 1,5 saat ötede Eğirdir.de konaklıyor.
Diğer bir temel sorun ise ulaşım. Gece 9.dan sonra özel arabanız dışında hiçbir yere gidecek otobüs, minibüs yok. Bu da şehirde yaşamı sönükleştiren ve göçü artıran diğer bir faktör. Kışın şehirde hayat tamamen ölüyor, yaşlılar bile kahveye gelmez oluyor.
Sonuç..
Türkiye.de ekmekle karın doyurma yani açlık sınırı 2 bin TL, açlığa giyecek gibi bazı temel ihtiyaçlarının eklendiği yoksulluk sınırı ise 7 bin TL ama Yalvaç.ta insanlar genellikle açlık sınırının altında bir gelirle yaşıyorlar. Üstelik bundan şikâyet de etmiyorlar, kaderlerine razı olmuşlar.
Pek çok Anadolu şehrinde de durumun farklı olmadığı söylenebilir. Son 20 yıla kadar kendi kendine yeten Anadolu ekonomisi bitti. Şehirlerimiz kasabaya ve kasabadan da köye dönüşme sürecine girdiler. Cennet şehrimiz Yalvaç, bunun en çarpıcı örneklerinden biri olmaya aday.
Toprağı verimli, suyu bol Yalvaç.ta tarım da hayvancılık da ölmüş. Bir zamanlar
revaçta olan tekstil, kiremitçilik, halı dokuma ve dericilik de bitmiş. Hepsinin altında yatan temel neden ise üretim giderlerinin gelirleri karşılayamaması ve dışarının fiyatları ile rekabet edememesi. Üretmek yerine daha ucuza tüketmek yani hazırcılık tercih ediliyor.
Domatesini, salatalığını üreten köylünün ürünü elinde kalmış ve hemen çürümüş, kimse soğuk hava deposu sağlamamış, pazarlamaya yardım etmemiş. Köylü, üretim için aldığı borçlarını ödeyemeyince bankalar tarlalara el koymuş, köylü şehre hücum etmiş. Yeşil alanlar bölünmüş, inşaata açılmaya başlanmış.
Yalvaç.ta durum böyle de diğerlerinde farklı mı? Eğirdir.in bir avantajı yol imkânı ve göl kenarında olması ama oradan da iyi haberler gelmiyor. Gölü besleyen sular, yapılan baraj ve gölet çalışmaları, bilinçsizce yapılan sulama sondajları nedeni ile oldukça azaldı ve göl 30 m. çekildi. Tarım için kullanılan ilaçların da göle ulaşması ile gelir kaynağı Kerevit ve Sazan öldü.
Isparta il merkezinin en önemli gelir kaynağı gül ürünleri. Rekabet edemeyince elde dokunan halı bitti, endüstriyel halıcılığa geçildi. Emekli şehri olan Isparta, civar illerden de emeklileri çekiyor yani pek çalışanı ve üreteni yok.
Makalemizin sonunda çözüm için bazı önerilerde bulunmak istiyoruz. Ancak, bunlar makalenin hazırlık aşamasında sohbet ettiğimiz sevgili dostlarımızın ortak fikirleri. Diyorlar ki; devlet her şeyden önce; “Köylüyü köyde, şehirliyi şehirde tutma” politikası izlemelidir.
Bununda başlıca yolu, şehirde ve köyde hem ekonominin canlanması hem de yaşam şartlarının iyileştirilmesidir.
Bu insanları yerinde tutmanın tek yolu, para kazanması yani ürettiğini karlı bir şekilde satabilmesi. Halkın kazancını artıracak her yönetim ve proje destek görür. Bu kapsamda üç ayrı adreste tedbirlere başvurulabilir;
(1) Devlet halkın ekonomik sorunlarına el atmalı; çiftçiyi desteklemeli, ürününe gelir getirecek fiyat vermeli, kooperatif yetmediği yerde depolamalı. Şehirde daha önce olduğu gibi istihdam yaratacak tekstil, kiremit, deri, meyve suyu fabrikaları kurulabilir, arıcılık desteklenebilir.
(2) Tunceli.de olduğu gibi aktif ve halkçı bir belediyecilik anlayışı ile bizzat
belediyeler bu işe öncülük edebilir. Yerel ürünler dışarıda pazarlanır, el sanatları desteklenir, halka meslek ve zanaat eğitimi verilebilir.
(3) Kooperatifleşme; üreteciler örgütlenerek masrafları azaltacak tedbirler almalı, rekabet imkânları artırılmalı, depolama kapasitesi yaratılmalı ve yeni pazarlama kanalları oluşturulmalıdır.
Organik ürünlerin bitmesi hastalıkları artıracak, iş hayatında bedensel çalışmanın azalması sağlık sorunlarımızı çoğaltmaya devam edecektir. Bu konularda da sağlık sektörümüz tedbirler üretmelidir.
Son olarak kendi fikirlerimi söylemeliyim. 1400 yıldır süre gelen hayat şekli artık bir sona gelmektedir. Öncesindeki göçebe ve savaşçı hayat tarzı nasıl bitti ise kapitalizmin türevleri olan yaşam biçimlerinde de bir sona gelmekteyiz. İktidarın meşruiyeti, kapitalizm ve din.in işbirliği üzerine kurulu ütopya artık bitti. Onlardan geri kalan distopyayı yani yozlaşmış bu hayatın resmini artık arşive kaldırmanın zamanı geldi. Her zaman olduğu gibi din adamları değil gene bilim insanları rehberlik ederse, insanlık ilerleyecektir. Sosyal bilimciler bu yeni
hayatı siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yönleri ile yeniden yazmalıdır.
Bu geçiş aşamasında öncelikle yapılması gereken ise tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçilmesidir. Devletimiz ve halkımız ancak böyle ayakta durabilir, bağımsız kalabilir. Ekonomi kadar diğer önemli bir acil tedbir gerektiren alan ise toplumsal yozlaşmanın önüne geçilmesidir. Ülkemizin çağdaşlaşması geriye dönmüştür, ülke saati geriye gitmektedir. Atatürk.ün çizdiği yolda toplumun çağdaşlaşması ve çağdaş eğitim için kurumsal tedbirler acilen alınmalıdır. Türk insanı kaderciliğe değil, çalışmaya ve yeniliğe,
aklın ve bilimin öncülüğünde başarmaya yönlendirilmelidir. Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder