13 Kasım 2019 Çarşamba

ROMANYA TÜRK TOPLUMUNUN MODERNLEŞMESİNDE ATATÜRK VE DEVRİMLERİNİN ETKİSİ

ROMANYA TÜRK TOPLUMUNUN MODERNLEŞMESİNDE ATATÜRK VE DEVRİMLERİNİN ETKİSİ 


Mustafa MEHMET* 
* Emekli Türkolog, Bükreş, ROMANYA. 


Yüce Atatürk’ün, dünya tarihinde, gerek kişiliği ve gerekse devrimleriyle, özel bir yeri olduğu, gün geçtikçe anlaşılmaktadır. 
Gerçekten Atatürk, askerî bir dâhi olduğu adar, büyük bir düşünür ve bir Devlet adamı da olarak kendisini dünyaya tanıtmıştır. Aslında, 20. yüzyıl boyunca ortaya çıkan liderlere kıyasla, Atatürk, fikirleri ve eserleriyle mensubu olduğu Türk milleti kadar, diğer uluslar tarafından da yaşatılmaya devam eden liderlerden sayılmaktadır. Bu hususta, özellikle mazlum milletlere önderlik yapan birçok şahsiyetlerin dahi, Atatürk’ü örnek alarak yola çıktıkları bilinmektedir. 

Bu gibi nedenlerden dolayıdır ki, Atatürk’ün doğumunun 100. yıldönümü, dünyada olduğu gibi, Romanya’da da lâyıkıyla anılmış ve önemli merkezlerde Sempozyumlar düzenlenmiştir. 

Özellikle, Balkanlarda doğup yetişmiş olması itibariyle, Romanya Türk toplumu da dahil olmak üzere, Balkan Türkleri, Atatürk’ü kendilerinden biri olarak tanımakta ve O’nu da “Evlâd-ı Fâtihân”dan saymaktadırlar. 

Atatürk döneminde, Romanya ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler geliştikçe, Romanya’nın Dobruca bölgesinde yaşama mücadelesi veren Türk toplumu da iki ülke arasında bir dostluk köprüsü rolünü oynamaya devam etmiştir diyebiliriz. 

Aslında, Atatürk, “Misak-ı Millî” prensibine sadık kalmakla beraber, onun hâricinde kalan Türkleri de hiçbir zaman unutmamıştır. 

Nitekim, dış Türklerden bahsederken, Atatürk “Onların bize yaklaşmalarını bekleyemeyiz. Bizim onlara, yaklaşmamız lazımdır” diyordu. 

İşte, buradan hareketle, Atatürk, özellikle Balkan politikasının anahatlarını çizerken, Belki de, Balkan Türklerinin de durumlarını dikkate almış, ve onların yaşadıkları devletler hakkındaki değerlendirmelerini de ona göre belirlemiştir, diyebiliriz. 

Nitekim, Atatürk, özellikle Romen ulusunu “kardeş millet” sayacak kadar övgüyle takdir etmiştir. Hattâ, Atatürk, tüm Balkan uluslarını dahi bir bütün olarak görüyordu. Zira, daha 1931 yılında, Balkan Paktı’nın temelleri atılmaya başlandığı bir sırada, Atatürk, Balkan Devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nun, yavaş yavaş parçalanmasıyla meydana gelmiş olduklarını belirtirken, ” bu bakımdan, Balkan milletlerinin yüzyılları kapsayan ortak bir tarihleri vardır” gibi, son derece anlamlı ifadeler de kullanıyordu. 

Böyle geniş ufuklu görüşlerden hareketle, Atatürk: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini dahi ortaya koyarken, her şeyden önce, Balkan ülkeleri arasındaki barışın devamının sağlanmasında başlanması gerektiğini düşünmüş olabilirdi. 

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğu takdirde, Büyük Atatürk’ün, Balkan Türkleri arasında bir sembol haline gelmiş olmasının nedenlerini, bizler, daha iyi anlamış olabiliyoruz. 

Gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün gerek hayatı ve gerekse inkılapları, diğer Balkan Türkleri kadar, Romanya Türk toplumu tarafından da büyük bir ilgiyle islenmiş ve modernleşme sürecimde, birbirini takip eden devrimlerin birer birer uygulanmasında son derece gayretler sarfedilmiştir. 

Biz, bu vesile ile, kendisini büyük Türk milletinin bölünmez bir parçası sayan ve Dobruca bölgesinde, Karadeniz’in etrafını çevreleyen Türklük zincirinin küçük, fakat oldukça hassas bir halkasını teşkil eden Türk toplumunun, Atatürk ve devrimlerinin etkisiyle, modernleşme yolunda aldığı mesafelerden bazı örnekler vermeye çalışacağız. Fakat, bunun için, o dönemlerin olaylarını kaydederek, 
günümüze kadar saklayan vasıtaların başında, kuşkusuz, her şeyden önce, basın organları gelmekle, çeşitli gazete ve dergilere başvurmak zorunda kalmaktayız. 

Gerçekten özellikle İki Dünya Savaşı arasında, Romanya’da yayınlanan Türk basını gözden geçirildiği takdirde, Atatürk ve Devrimlerine son derece, önem verildiğini ve okuyucuları bilgilendirmeye özen gösterildiğini söyleyebiliriz. Hattâ, bu gibi olaylara, henüz Mustafa Kemal’in adı geçmese de, daha 1915 yılından, yani Çanakkale Savaşlarından başlanmış olduğunu: “İngiliz filosu Çanakkale 
Civarında”, “Harbin Son Vaziyeti” veya “Çanakkale’den Kaçıyorlar” ve daha başka başlıklı makalelerden anlayabiliyoruz. 

Lakin, Mustafa Kemal’in, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak basmasıyla başlayan “Millî Kurtuluş Savaşı”na özel bir yer verildiği görülmektedir. 

Bu hususta: “Türkiye Haberleri”, “Anadolu Haberleri”, “En Son Haberler” ve daha başka başlıklar altında yayınlanan makaleler örnek sayılabilir. 

Aslında, “Millî Kurtuluş Savaşı”nın daha başlangıcında, bu ölüm-kalım mücadelesinin zaferle sonuçlanacağına inanılıyordu. 
Nitekim, Yunan ordularının Anadolu ortalarına doğru ilerlemekte oldukları bir sırada, Romen basınından yapılan bir alıntıda, böyle bir maceranın “Yunanlılara, felaketten başka bir şey getirmeyeceği”, daha o zamandan haber veriliyordu. 

Diğer taraftan, o dönemlerde, Avrupa’ya gidip gelen çeşitli Türk heyetlerinin Romanya’ya uğradıkları ve bu gibi vesilelerle, verdikleri beyanlar da gözden kaçmıyordu. Örneğin, Sevr Muahedesini imzalamak üzere, Paris’ e doğru yola çıkan Heyetin, Bükreş’te “Türk milletinin böyle bir barıştan memnun olmadığı” lâkin, karşı bir siyasetin, Osmanlı Devleti için vahim sonuçlar doğurabileceği 
göz önünde bulundurulmalı, Türk Hükûmetinin “böyle bir barışı imzalamayı uygun bulduğu” gibi açıklamalar, gazete sayfalarında yer alıyordu. 

Özellikle İnonü zaferlerinden sonra, Yunan ordusunda baş gösteren manevi bozukluklar ve Anadolu’da beliren zafer işaretleri de, gazete sayfalarında sevinç ve coşku ile karşılanıyordu. 

Aynı zamanda, Londra konferansında, Ankara Hükûmetini temsil eden Bekir Sami Bey’in büyük bir sempati kazandığı da gözden kaçmıyordu. Hattâ, Bekir Sami Bey’in: “Şarkî Avrupa’da, Fransız Nüfuzunun takviyesini macip olarak Türk-Polonya-Romanya ittifakının husûl bulmasını ez-dil ve can temenni ederim.” şeklinde vermiş olduğu bir mülâkat dahi son derece ilgiyle karşılanmıştır. 
Diğer taraftan, çeşitli Avrupa kaynaklarından haber alan Türk basınında da, Yunan ordularının çekilişiyle ilgili olarak, ayrıntılı makalelere yer verildiğini de görebiliyoruz. Hattâ, Kemalist ordular, artık, “vatanperver ve Türk istiklalini müdafaa edenlerden” sayılmaya başlanıyordu. 

Bu arada, bir taraftan, Türk-Bulgar veya Türk-Sovyetler arasında bazı yakınlaşmalardan bahsediliyor, diğer taraftarda, “Moskova’dan külliyetli miktarda para, cephane, levazımat-ı harbiyye ve askeriyye” geleceğine dair haberler de yayınlanıyordu. 

Romanya Türk basınında, özellikle, Lozan Konferansı da yakından takip edilmiştir. Bazen, ümitsizlikten ve iflâstan bahsedilirken, “Salâha Doğru mu, Silâha Doğru mu?” gibi başlıklar altında makaleler yayınlandığını da görmek mümkündü. Hattâ, Lozan Konferansının başarısızlıkla sonuçlanan ilk safhasından dönerken, İsmet Paşa’nın Romanya’ya uğramış olduğu ve o zamanki dışişleri bakanı Duka ile görüştüğü sırada, Romen Bakanının, İsmet Paşa’ya “Sulh lehine Hükûmet-i metbuaları nezdinde teşebbüsatta bulunmalarını temenni eylediği” anlaşılıyordu. Bu vesile ile, Türk Heyeti’nin Kral Sarayı’na da kabul edilerek, konuşmaların “Bir saat devam etmiş olduğu” şeklinde haberlere de yer veriliyordu. Daha sonraları, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan 
Barış Antlaşması: “Sulh” başlıklı bir makalede oldukça ayrıntılı olarak, okuyuculara duyurulmuştur. 
Romanya Türk basınında, “Türk Kurtuluş Savaşı” ne kadar heyecanla takip edilerek, topluma bilgi verilmiş ise, Cumhuriyetin ilanından sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Yeni Türkiye’sinde, birbirinin ardından gerçekleştirilen Devrimler de o kadar ilgiyle karşılanmış ve onların etkisiyle, Romanya Türk toplumunun da, modernleşme yolunda gözle görülür mesafeler almasında elden gelen 
gayretler sarfedilmiştir, diyebiliriz. 

Şunu da belirtmek gerekir ki, o zamanlar, Romanya’da idari sistem “KRALİYET” olmakla beraber, Türkiye’de ilan edilen “CUMHURİYET” sistemi büyük bir sempatiyle karşılanmış ve Türk-İslam tarihinde derin bir geçmişe sahip olan “Saltanat” ve “Hilâfet” gibi kutsal dereceye varacak kuruluşların dahi ortadan kaldırılmaları, sevinç duyguları yaratmıştır. 

Bilindiği üzere, o dönemlerde, özellikle Romanya ‘ya sığınan ve “Firariler” olarak tanımlanan siyasi mültecilerin karşı propaganda yaptıkları da gözden kaçmıyordu. Onlara: “Memleketimizdeki, firariler ne alemde?, “Said Molla Nerede?”, “Rahat Durmayan Firariler” veya “Hey, Hain-i Vatan!” gibi makalelerle gereken cevaplar veriliyordu. Gerçekten, o dönemlerde, Romanya’dan gelip-geçen firarilerin arasında: Prens Sabahattin ve kardeşi Lütfullah, Sultan Abdülaziz’in damatlarından Mehmet Paşa, Said Molla (eski adliye müsteşarı), Sadık Bey, Vasfi Efendi, Mevlanazade Rif’at ve daha başka Osmanlı Devlet adamları bulunuyordu. 

Cumhuriyet’in ilanından sonra, Romanya’nın dört sancak müftüsünden oluşan bir heyetin Ankara’ya giderek, Gazi Paşa’nın huzurunda Cumhuriyeti tebrik etmiş olmaları da ayrı bir anlam taşımaktadır, diyebiliriz. Daha sonraları, Hilâfet makamının da lâğv edilmesiyle, bu hususla ilgili olarak verilen kararda “Hiçbir ma’zur-u Şer’i olmadığı” şeklinde yorumlar yapılıyor ve ötede beride, yeni 
bir Halife seçileceği gibi söylentilere ise: “Bu asırda Halifenin ve Hilâfetin manası kalmamıştır.” cevabı veriliyordu. 

Cumhuriyetin ilanından sonra, Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen devrimler Romanya’da geleneksel bir hayat sürdürmekte olan Türk-İslam toplumu arasında hayli problemler yaratmış olup, gazeteler gözden geçirildiği takdirde, yenilikçilerle muhafazakarların arasında oldukça derin mücadelelere sebebiyet vermiş olduğu anlaşılmaktadır. 

Nitekim, Şer’i mahkemelerin feshi (1924) tekke ve zaviyelerin kapatılması (1925) kıyafet reformu (19-25) kadın hakları ve özellikle, Alfabe Devrimi ve diğer reformlar (Takvim, alafranga saat, ölçüler vs.) bunlardan sayılırdı. 

Özellikle genç nesli temsil edan aydınların, sırası geldikçe, her devrimi inceleyerek, önemini açıklamaya, çalıştıkları ve uygulanmaya konulmasında gayret sarf ettikleri görülmektedir. 

Nitekim, okullarda Latin alfabesinin uygulanmasıyla halkın kültür seviyesinin yükseltilmesi amaçlanıyordu. Bu hususta, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nden gelen veya getirilen, dil, tarih, edebiyat ve diğer okul kitaplarının da büyük bir katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Zira, onların vasıtasıyla, toplum hem yeni harflerle okuma-yazma öğreniyor, Hem de, Türk tarihini, Türk dilini Türk edebiyatını ve kültürünü ana kaynaktan tanıma fırsatını bulmuş’’ oluyordu. 

Burada özellikle, o dönemlerde Büyükelçi sıfatıyla, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Hamdullah Suphi (Tanrıöver)’nin de büyük katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Zira, durmadan-yorulmadan, Dobruca’yı enine boyuna dolaşan Hamdullah Suphi, özellikle, 1935 yılında Mecidiye Medresesini ziyaret ederek, Lâtin alfabeye geçilmesini ve Türkçe derslere daha çok önem verilmesini sağlamıştır. 
Hatta, bu ziyaret vesilesiyle, “Türk Birliği” (Pazarcık) gazetesinde, 8 Mart 1935 tarihli bir makalede: Atatürk, Dobruca Türk Okullarıyla ilgileniyor başlığı görülmekte olup, gerek medresede ve gerekse diğer okullarda, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, Laik ve modern eğitime uygun programlar düzenlenmesi savunuluyordu. 

Gerçekten, ondan sonra Medreseden, her yıl daha hazırlıklı ve yeni görüşlü genç bir aydın tabakasının yetişmeye başladığını görüyoruz. Bunları arasında, din görevlileri kadar, öğretmen, gazeteci, yazar, doktor, subay ve daha başka mesleklere de sarılanlar çoğalmıştır. 

Gerçi Romanya gibi, modernleşme yolunda hayli mesafe almış bir ülkede, bazı reformların, benimsenmesinde daha müsait şartların mevcut olduğu söylenebilirdi. 

Nitekim, Romanya Türk toplumu, zaten alafranga saatten ve modern ölçülerden haberdar bulunuyordu. Aynı zamanda, Avrupa kıyafetinde bir milletin arasında yaşıyor ve Romen okullarında Lâtin alfabesiyle eğitim görüyordu. Kanun karşısında, kadınların eşit haklara sahip olduklarının da farkında idi, diyebiliriz. 

Diğer taraftan, Romen Devleti’nin de, hoşgörü siyaseti, hemen her fırsatta belirtiliyordu. Nitekim, çeşitli devrimlerle ilgili olarak, bazı gazete sayfalarında, devlet: “Her zaman olduğu gibi, bu hususta da bizleri daima hür bırakmıştır.” şeklinde övücü makalelere yer veriliyordu. 

Hatta, Romanya’da yaşayan Türklerin, Balkan Devletleri arasında, “en büyük müsamaha ve himayeye mahzar olmuş bir ekalliyet” olduğu ve Roman devletinin “bizlere, ölçüsüz bir sempatik vatandaş nazarıyla, en büyük cemilekârlıkları ihsan eylemiş bir devlet” olduğu şeklinde beyanlara dahi rastlamak mümkündü. Ancak bilindiği üzere ve basın organlarında da görüldüğü gibi, Atatürk Devrimlerine karşı, Romanya Türk toplumu arasında geleneksel yaşamın muhafazasında direnen bazı grupların çıkardıkları güçlükler, çeşitli inkılapların benimsenmesine engel olmaya devam ediyorlardı. Nitekim, kadılık müessesesinin Roman mahkemelerine geçmesi, şapka gibi, pek tabiî sayılan bir meseleyi, halk nazarında korkunç bir şekle sokmaya çalışmak; fes, peçe veya çarşaf konuları ve daha başkaları bunlardan sayılırdı. 

Bunlara karşı mücadele verirken, yenilikçi aydınlar, fesin bir Yunan serpuşu olduğunu açıklamaya çalışıyor ve kadınlarımızın dünyayı kendi gözleriyle görmeleri gerektiğini savunuyorlardı. 

Hatta, bazı gazetelerde: “Bu gibi çirkin kıyafetlerin, Türkler hakkında yanlış fikirler beslemeye sevk ettiğini” veya “kıyafet meselesinin, medeni âlemdeki önemini anlamanın zamanı gelmiş olduğunu” belirten yorumlara dahi yer veriliyordu. 

Bir taraftan, kendini irticaya kaptırmamak, “Türk gencinin biricik emel ve mefküresi” olması gerektiği anlatılırken, diğer taraftan da, halkı aydınlatılarak, onu şaşırtmak amacıyla, köy köy dolaşan yobazlara yüz verilmemesi de yürekten arzu ediliyordu. 

Özellikle Latin harfleriyle ilgili devrimin, Romanya Türk toplumu arasında bazı sorunlar yaratmış olduğu söylenebilir. 

Bilindiği üzere, 3 Kasım 1928 tarihinde, Latin alfabesi hakkında alınan kara duyulur duyulmaz, II. Meşrutiyet döneminde önemli rol oynamış olan Makedonyalı Nikolaye Batzariye, aynı ayın sonlarında, yeni harflerle makaleler yayınlamaya başlamış ve zamanla bazı güçlüklerin aşılacağını belirtmiştir. Buna rağmen, komşu köylerin birisinde yeni harflerle eğitime geçilirken, diğer köyde Arap harfleriyle okuma-yazma devam ediyordu. Özellikle, basın hayatında da bazı güçlüklerle karşılaşıldığı bilinmektedir. 

Nitekim, 1935 yılı sonlarında dahi, “YILDIRIM” gazetesine gelen bir mektupta; “Gazeteniz, biz Müslümanlara lâyık olmadığı için Gagavuz milletine lâyıktı. Sebebi de, okumayı bilmiyoruz.” denildiğini görüyoruz. 

Kadın hakları konusunda da, Romanya’da bazı şartlar mevcut olmakla beraber, kadınlarımızın, kendilerini geri kalmışlıktan çabuk kurtaramadıklarını söyleyebiliriz. Onları medeniyete kavuşturmak için, hayli mücadele verildiği, gazete sayfalarından anlaşılmaktadır. 

Bu hususta, özellikle, Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni yetişen kadınlardan, Âfet İnan, Sabiha Gökçen ve daha başkaları örnek gösterilerek, Romanya’da yaşayan Türk kadınlarının da eğitim ve öğretimlerine önem vermeleri ve topluma yararlı olmaları teşvik ediliyordu. 
Ancak böyle bir mücadele sonundadır ki, kadınlarımız, sahnelere dahi çıkarak, çeşitli piyeslerde yer almaya başlamışlardır. 

Diğer taraftan, birkaç kadınla evlenmeye “Harem” damgası vurulan Romanya’da da, Türkiye Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, “bir kadın ve bir erkek” yasasına uyulması ancak zamanla gerçekleşmiştir. 

Türk dilinin özleştirilmesiyle de ilgili olarak, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlanarak, özellikle halkın anlayabileceği bir dile de yazılıp, çizilmeye özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Hattâ, yeni üretilen kelimeleri kullanmak, bir nevi, “moda” hâline gelmiş olup, “halkın lisanı, hakkın lisanıdır” başlığı altında yayınlanan bir makalede, halktan ilham alarak, “Halkçı olmak, hakçı olmaktır” gibi hükümlere dahi yer verildiği görülmektedir. 

Soyadı kanununa gelince, bu hususta da artan bir merakla, özellikle gençler, kendilerine birer soyadı almışlar ise de, bunlar resmiyete geçmeyince, zamanla unutulmuş ve onları taşıyanlarla beraber göçüp gitmişlerdir. 

Buraya kadar vermeğe çalıştığımız örneklerden de anlaşılacağı gibi, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen “Atatürk Devrimleri’ Romanya Türk toplumu arasında son derece ilgiyle karşılanmış ve o dönemlerde yayınlanan Türkçe gazete ve dergiler geniş yer almıştır. Aynı zamanda, hemen her vesileyle, Atatürk’ün adı ve önderliği iftiharla belirtiliyordu. 

Aslında, Atatürk’ün Devrimcilik görüşü, dogmatik ideolojiden uzak olup, devamlılık arzediyordu. Nitekim, daha 1925 yılında, Atatürk, İnkılaplar hakkında, “Onlar ben toprak olduktan sonra da devam edecektir.” diyerek, devrimlerinin belli kalıplara sokulamayacağını açıkça ifade etmiştir. 

Atatürk’ün özellikle Balkanlardan “göç” olayını da tasvip etmediği biliniyordu. Zira, O’na göre: “Türk’ün yaşadığı her yer Türkündür.” 

Ancak, bazı menfaatperestler, diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi, Romanya’nın Dobruca bölgesinde bulunan Türk toplumu arasında da propaganda yaparak, köylerin ve kasabaların boşalmasına sebep olmuşlardır. 

Öyle olmasaydı, elbet bugün, Balkanlar bambaşka bir manzara arzeder ve bizim de sesimiz daha gür çıkardı. 

Bütün bu gibi olaylara rağmen, Romanya’da yaşamaya devam eten Türk toplumu arasında, Yüce Atatürk’ün hayatı ve dünya görüşü, devrimleri ve diğer eserleri, çeşitli vesilelerle yayınlanan makalelerde yer almış ve Ata’ya ithaf edilen şiirlerde terennüm edilmiştir. 
Romanya Türk basınında, Atatürk, yalnız Türkiye’nin değil, bütün Türk dünyasının da önderi sayılıyordu. Bu hususta, özellikle İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından olup, Romanya’nın Dobruca bölgesine yerleşen Dr. İbrahim TEMO’nun: Atatürk’ü Niçin Severim.” Başlığı altında yayınladığı (1937-Mecidiye) bir eserinde büyük rolü olduğunu söyleyebiliriz. 

Özellikle: Gazi’nin Vecizeleri, çeşitli gazete sayfalarında okuyuculara aktarılıyor ve onlardan çıkarılacak dersler üzerinde duruluyordu. 

Nitekim, Atatürk’ün: “Ne Mutlu Türküm Diyene” veya “Köylü Milletin Efendisidir” ve daha başka özlü sözleri bunlardan sayılabilir. 

Aynı zamanda “29 Ekim” ve diğer Millî Bayramlara da yakın ilgi gösteriliyor ve toplumun, böyle günleri daha iyi tanımasına özen gösteriliyordu. 

Atatürk’ün, 1938 yılının Kasım ayında ölüm haberi ise, bütün dünyada olduğu gibi, Romanya Türk toplumu arasında da derin üzüntü yaratmış ve onu da yasa boğmuştur. Atatürk’ün aramızdan ayırılmış olmasının, Türklük dünyası için büyük bir kayıp olduğu hakkında makaleler yayınlanmış ve çeşitli merkezlerde matem törenleri düzenlenmiştir. 

Roman, Türk-İslam toplumu Atasını ne kadar takdir ettiğini, bu büyük Devlet Adamının ölümü vesilesiyle de ispat etmiştir. Özellikle Ata’nın ölümüne ithaf edilen şiirlerden birinde şair, Tanrı’yı dahi sorguya çekecek kadar isyan ediyor ve Tanrı’ya hitap ederek, şiirine şöyle son veriyordu. 

“Mademki, Tanrım, can almak istiyordun, bizleri alsaydın! 
Atam fani değildi, bari O’nu bıraksaydın! 
O’nu öldürmekle, kalbime sapladın bir Ah! 
Günah işledin, Tanrım, büyük bir günah!” 

Aslında, böyle bir isyan, belki de, Abdülhak Hamid’in Makber’ini dahi gerilerde bırakabilirdi. 

İşte, Romanya Türkü, Atasını böyle tanımış ve böyle tanıtmaya çalışmıştır. 

Ne yazıktır ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Romanya’yı da saran Komünist rejimi, Romanya’da bir Türk toplumunun bulunduğunu dahi unutturmaya çalışmış ve Atatürk’ün ne adı ve ne de eserleri hatırlatılmaz olmuştur. 

Özellikle uzun süren “Soğuk Savaş” yıllarında, Türkiye Cumhuriyeti ile devam edegelen bağlar kopma derecesine kadar getirilmiştir. 
Ancak 1989 Devriminden sonra, demokrasiye kavuşan Romanya Türk azınlığı da diğer azınlıklar gibi, bir taraftan, tarihe karışmadığını hissettirmeye çalışırken, diğer taraftan da, Atatürk’ü ve Devrimlerini yeniden hatırlamaya başlamış bulunmaktadır. 

Ne mutlu bizlere ki, Türkçe okul kitaplarında, Atatürk’e layık olduğu yeri verebiliyoruz ve çeşitli vesilelerle, etkinlikler düzenleyebiliyoruz. 

Hatta son yıllarda (1998 yılında) Romanya’nın başkenti Bükreş’in tam merkezinde, bir “Atatürk Meydanı” açtırarak, oraya Atatürk’ün Anıtını diktirmiş olmak, Romanya Türk toplumu için büyük bir iftihar vesilesi sayılmaktadır. Umarız ki, Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk milletinin Atası olduğu kadar, Balkan Türklerinin de, hattâ, bütün Türk dünyasının da Atası sayılmaktadır. 

O’na karşı minnet duyguları, her fırsatta ifade etmek, “Ne mutlu Türküm” diyen herkesin üzerine düşen bir görev sayılsa gerektir. 

Bildirimin sonunda şunu da belirtmek isterim ki, Atatürk ile ilgili olarak, Romanya Türk basınında yayınlanan makaleleri bir araya toplayarak, genç kuşaklara da tanıtmanın zamanı gelmiş ve belki de, bu hususta geç kalınmıştır, diyebilirim. 

Kaynakça 

1. Gazeteler: Dobrogea (Dobruca) (1919-1924); YILDIRIM (1932-1938); Çardak (1930-1940); Deliorman (1937-1938); Hak-Söz (1929-1940) 
2. 1. Uluslararası Türkoloji Kongresi Bildirileri (Prizran: 12-14 Aralık 1998), Ankara, 2001: 1. Prof. Yusuf HALAÇOĞLU: 
    Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti ve Balkanlar (s.29-38). 2. Yusuf HAMZAOĞLU: Atatürk ve Makedonya Türklüğü (s.89-106). 
3. Mustafa Ali MEHMET: Atatürk ve İnkılaplarının Romanya Türk Basınındaki Yankıları (s.133-146). 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder