14 Kasım 2019 Perşembe

1920-1938 DÖNEMİ TÜRK ROMANINDA ATATÜRK VE ANKARA BÖLÜM 3

1920-1938 DÖNEMİ TÜRK ROMANINDA ATATÜRK VE ANKARA BÖLÜM 3



“Ankara, bütün manasıyla bir orfe masalını yaşamağa başlamıştı ve bu masalın kahramanının, saçlarındaki güneş, gözlerindeki gök parıltısıyla daima taze, daima coşkun bir ezeli gençlik kaynağı gibi yeşil Çankaya tepesinde çağladığı ve onu mevcudiyetinden bir şelalenin daima aşağıya doğru aktığı his olunuyordu.” (s. 167) 

Yakup Kadri’nin romanlarında önemli bir yer tutan Atatürk; Türk milletini felaketin, yok oluşun eşiğinden kurtaran bir kahraman, yeni bir devlet ve millet yaratan dahi, halkıyla bütünleşen bir önder ve (promete gibi) ‘trajik’ bir kahraman olarak görülmüş ve öyle gösterilmiştir. (Enginün, 1983, 41) 

Panorama’da Yakup Kadri’nin düşüncelerini temsil eden Halit Ramiz’in, Atatürk’ün heykeli karşısındaki karamsar düşünceleri bugün için de çok şey anlatıyor gibidir; 

“… O sağlam, memleketin mukadderatı her sarpa sardıkça etrafındakilerin gözleri ona hep bu sualle (Ne yapacağız? Akıbetimiz ne olacak?) çevrilmez, dudaklar hep bu suali mırıldanmaz mıydı? Kaç kere, her şeyin kaybolduğu, her ümidin kesildiği anlarda, ondan bu tarzda medet istenmez miydi? Tehlikeli bir düşman hücumuna uğrayan kumandan, elindeki idare dizginlerinin gevşediğini hisseden devlet adamı, yolunu şaşıran politikacı, onun irşad ve nasihatine baş vurmaz mıydı? Hatta Büyük Millet Meclisi bile, arada bir, büyük karar günlerinde, fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi çalkalanmaya başladığı zaman, kaptan mevkiine onu çağırıp dümeni ona teslim etmez miydi? Kaç defa, -iki hafta önce- zor duruma düşmüş tümenler - iki hafta sonra- onun kullandığı bir cebirle harp tarihimizin en şerefli meydan muharebesini kazanmış; kaç defa yurdun dört bir köşesini saran isyan yangınları, onun bulduğu çareyle bastırılmış; kaç defa 
uçurumun kenarına kadar gelen bu toplum onun kılavuzluğunda selamet yoluna çıkmış değil miydi? 

Şimdi yine bir uçurumun kenarına geldik. Söyle, selamet yolu nerede?” (s. 464) şeklinde Atatürk heykeline sorular soran Halit Ramiz’in karşısındaki tunçtan Atatürk, küskün bir halde susmaktadır. 

Son olarak bu bağlamda, Atatürk dönemi Ankara’sını Türk edebiyatının üç özel kaleminden, yeni dönemin ve devletin başkenti ile ilgili hem tarihî hem de edebî belge niteliğindeki gözlem ve izlenimlerinden görmeğe çalışalım. 

Ahmet Haşim; 1929 yılında İkdam gazetesinde yayınlanan bir yazısında; 

“Ankara’yı büyük harbin sonlarına doğru tanımıştım. Senelerden sonra görünce hayret içinde kaldım.Ankara, şimdi bir şehir değil bina, yol, bahçe şeklini almış namütenahi bir iradededir. Bu şehrin taş ve toprağı laboratuarda tahlil edilse, cam boruların dibinde bırakacağı teressübat, maddi olmaktan ziyade manevidir. (…..) Romandaki bu efsane, Anadolu ortasında bugün bir hakikattir. Ağacın bitmediği, yaprağın açmadığı, kül rengi azim bir saha ortasında Ankara, şimdi büyük binalarının yüzbinlerce gözleriyle şafaklara bakıyor. 

Bu şehir güzel mi? 
Şehirlerin güzelliği nedir? Mânâları. 

(…..) Ankara mânâların en şa’şadârını taş ve toprağında taşımaktadır, çünkü orada bir zeka, eşyaya temessül etmiş düşünüyor, 
şefkat ve merhameti hudutsuz bir kalp çarpıyor, bir iradenin mıknatisiyeti ecsamı canlandırarak, onları muazzam bir mimarinin istikametlerini takiben harekete geçiriyor. Bu şehir güzel olmaktan ziyade düşündürücü, ümit ve kuvvet verici bir timsaldir.” der. (Bozyiğit 2000, 36) 

Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir’de, Ankara’nın Millî Mücadele’deki konumunu: 

“ (…) Anadolu kıt’asının kaderinde az çok değişiklik yapan vak’aların çoğu onun etrafında gelişir.Bu hadiselerin en mühimi şüphesiz en sonuncusu olan İstiklal savaşı’dır.Bu muharebe sadece Türk milletinin kendi hayat haklarını yeni baştan kazanmış olduğu harp değildir.Hakikatte 26 Ağustos sabahı Dumlupınar’da gürleyen toplar, iktisadi ve siyasi esaret altında yaşayan bütün şark milletleri 
için yeni bir devrin başladığını ilan ediyordu. Onun içindir ki, bundan böyle her zincir kırılışının başında Ankara’nın adı geçecek ve her hürriyet mücadelesi, Sakarya’da, İnönü’de, Afyon’da, Kütahya ve Bursa yollarında ölenlerin ruhuna kendiliğinden ithaf edilmiş bir dua olacaktır. 

Atatürk’ün hemen herkesin gördüğü mektep kitaplarına kadar geçmiş bir fotoğrafı vardır. Anafartalar ve Dumlupınar’ın kahramanı son muharebenin sabahında tek başına, ağzında sigarası, bir tepeye doğru ağır ağır ve düşünceli çıkar. İşte Ankara Kalesi muhayyilemde daima ömrümün en güneşli saatine böyle yavaş yavaş çıkan büyük adamla birleşmiştir. (….) Bir gün, bu fotoğrafa bakarken Ankara kalesi kendiliğinden gözlerimin önüne geldi ve ben bir daha bu iki hayali birbirinden ayıramadım…” cümleleriyle ifade eder. (Tanpınar 1979, 213) 

1919 yılının Ankara tarihinde önemli bir nokta olduğunu belirten Nezihe Araz’ın, yeni Meclis’in ilk milletvekillerinden olan babası Rıfat Araz’dan dinlemiş olduğu, şehrin kaderinin çizildiği bu yılların hikayesi, Ankara’nın canlı bir belgeseli niteliğindedir. Şöyle devam ediyor Nezihe Araz: 

“ (…) Şehrin yazgısında çok önemli bir değişikliğin haberi bu yıllarda yatar. 16 Mart 1919 günü İstanbul işgal ediliyor. 
O zaman Ankara Valisi, mülkiye (sivil) paşalardan Muhittin bey. Hemen Ankara’nın ileri gelenlerini vilayete çağırarak durumu anlatıyor. 

Bu, “ileri gelenler” Ankara’nın belli başlı ailelerinden, Börekçiler, Kütükçüler, Naifler, Bulgurlular, Koçlar, Mermerciler, Toygarlar, Serattarzadeler, Kınacılar, Ademzadeler ve diğerleri. 

Ali Fuat Paşa’ya kolordu karargahını Ankara’ya taşıma emri de Osmanlı yönetimince bu günlerde veriliyor. Bu tuhaf bir rastlantıdır. 
Çünkü Mustafa Kemal de o sıra karargahını Ankara’da kurma kararındadır ve tabii, Osmanlı yönetiminin bundan haberi yok. Ankara, Anadolu’nun hem doğusuna hem batısına hâkim stratejik bir nokta olarak alınmış, Kurtuluş Savaşı öncülerince. İşgal orduları birliklerinden ve İstanbul hükûmeti kuvvetlerinden önce bu kararların alınması ve sahiplenilmesi gerçekten, Kurtuluş’un lehine yazılan çok önemli bir karar. Ama yine de o günler, elbette ki hiç kimse, Ankara’nın ikbal günlerinin başladığını düşünmüyordu. Hatta hayal bile edemezdi. 

Ali Fuat Paşa, Ankara’ya gelir gelmez, Vali Muhsin beyle bağlantı kurarak şehrin güvenli, ketum, sakin eşraf grubuyla tanışıyor. 
Bunların başında manevi otoritenin temsilcisi, Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi var. Ankara müftüsüydü o.ruhu şad olsun. 

Ankara’nın Millî Mukavemet (Mim Mim diye söylenirmiş) hareketine katılması, işte böyle başlıyor. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgal ettiği duyuluyor ama haberler karışık. 

Haber kanalları yetersiz. Her yer ve herkes gibi Ankara da üzüntü, çaresizlik ve acı bir beklenti içinde. Kimse ne yapacağını bilmiyor. 

Ama, beklenti uzun sürmeyecektir ve 19 Mayıs 1919 günü Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da karaya çıktığı ve mukavemet hareketini açıkça başlattığı haberi, şifalı bir müjde gibi o kendi içine kapalı şehre de ulaşacaktır. 

28 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Havza’da bir tamim yayınlayarak bütün Türkleri İzmir faciasına karşı birleşmeye ve protesto mitingleri yapmaya çağırıyor. 

29 Mayıs 1919 günü Ankara halkı bu kutsal davete uyarak Vilayet Konağı meydanında toplanıyor ve İzmir’e yapılan haksız tecavüzü protesto ediyor. 

Ali Fuat Paşanın o günü değerlendirmesi şöyledir: “Dış görünüşleri sakin ve taş gibi sapsağlam olan bu yayla halkının coşkunluğunun şiddeti, hareketlerimizin, sağlam bir temele dayandığının ifadesiydi”. 

Ankara, Kuvay-i Millîyeciler tarafından Sıvas Kongresi’ne işte bu etkenlerle çağrılmış. Hacıayvaz mahallesinden İsmail beyin oğlu, mülkiye mesleğinden Ömer Mümtaz bey Sivas’a Ankara temsilcisi olarak gönderilmiş. 

Kongre 11 Eylül 1919’da Misakı Millî esaslarını kabul ediyor. Müftü Rıfat Börekçi, Ankara Müdaafa-i Hukuk reisi seçiliyor. Yeni belediye reisi ise Kütükçüoğlu Ali Bey. Ve bu üçlü grubun yönetiminde Ankara adına ilk açık eylem, İstanbul’dan gelecek yeni vali aleyhine başlatılıyor. Vali adayı Ziya Paşa’ya, kesinlikle İstenmediği ve Ankara’ya gelmemesi bildirilirken, Dahiliye Nazırına da vali adayı 
Ziya Paşa’yı tanımayacaklarına dair aldıkları karar resmen tebliğ ediliyor. 
Bu telgraf, Ankara halkının, Millî Mücadele hareketinde Mustafa Kemal’in yanında yer alışının ilk açık ifadesiydi. 

Kendi deyimiyle, “Her türlü rütbe ve mansıptan mahrum, yalnız şefkat ve civanmertliğine güvendiğim, bitmez feyz ve kudret kaynağında ilham ve kuvvet aldığım milletime dayanak” Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye ile birlikte Sivas’tan ayrılmış ve Kayseri, Mucur, Hacı Bektaş, Kırşehir, Kaman yoluyla ilk kez Ankara’ya gelmiştir. (Tarih 27 Aralık 1919), günlerden pazartesi. O gün soğuk, puslu, yağmurlu bir gün. Uyuyan şehrin üstünde bir ses, bir haber patlıyor birden. Gök gürültüsü gibi: “ Mustafa Kemal geliyor!”. Ve komşu 
kasabaların birinden tüm Anadolu’ya sesleniyor Gazi Mustafa Kemal Paşa: “Millî varlığımız, onun kudreti, başımıza gelen ve gelecek olan bütün felaketleri def ve ref edecek kadar kuvvetli ve güven vericidir”, Yine sesleniyor: “İlerleme yolunda dev adımlar atacağız. Mensubu olduğumuz milletin tarihi, dünyanın tanıdığı en büyük varlıktır”. 

Mustafa Kemal Erzurum ve Sivas kongrelerinden dönüyor o sıra.. “Şimdi Kırşehir’dedir. 

“Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için bütün aydınların ve bütün vatan evladının hazır olması lazımdır”! 

Türkleri bir ve beraberliğe böyle davet ediyor ve göreve çağırıyor Mustafa Kemal. 

“İstanbul’a gitmeyeceğiz” diye haber veriyor. 

“Anadolu en büyük hazinemizdir” diye müjdeliyor. 

“Milletin sinesinde ölünceye kadar, kurtuluş yolunu birlikte arayacağız” diye yolu çiziyor. 

Uyuyan, ya da uyuduğu sanılan Ankara bu sesi duymuş, bu çağrıyı almış ve işte o an silkinerek terkedilmişliğinden, yalnızlığından uyanmıştır. 

Şimdi bütün şehir ayaktadır. O’nu karşılamak üzere yollara dökülmüştür. Kurtarıcıyı ve onun gerçeğini tanımış, ona inanmıştır. Ve işte O geliyor! Eşkıya bile dağdan inmiş, mahkumlar hapishaneden bırakılmış. Şehirli, köylü silahlanmış Kurtarıcı’yı karşılamak üzere Kızıl Yokuş’ta toplanmış, Davullar, zurnalar, onların ritmine uyarak pala sallayıp savaş oyunları oynayan seymenler ve ahiyân örgütlerinden artakalan esnaf.. Mustafa Kemal partal bir arabadan yokuşun başında iniyor. Başında boz kalpağı, zayıf, yorgun ama güçlü. 

Mustafa Kemal Paşa bu günü hiç unutmayacak, unutamayacağını da o günkü konuşmasında belirtecektir. Böyle bir kucaklaşmaya ihtiyacı vardır çünkü. Bir vatanı kurtarmak üzre yola çıkılmıştır ama inanılmaz yokluklar içinde. Ordu yok, örgüt yok, silah yok. Ve dünya güçleri karşılarına dikilmiş. En kötüsü, para da yok! 

Heyeti Temsiliye’nin muhasebecisi Mazhar Müfit (Kansu) Bey’in ifadesine göre kasada sadece 48 kuruş kalmış. 

“Ekmekçiye bile verecek paramız yoktu” diyor anılarında Mazhar Müfit Bey. Ama Paşa, bankalardan veya her hangi bir müesseseden borç almaya da izin vermiyor. Şeker çok pahalı olduğu için herkes şekerini kendi bulmak zorunda. Mustafa Kemal’in kahvesi var, ama şekeri yok. Ankara’daki ikinci günün sabahında Mazhar Müfit Bey’e, Müftü Rıfat efendinin geldiği bildirilince, Türk töresinden, alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemeyen genç muhasebeci, “eyvah, ” diye feryat ediyor. “Şeker yok, sigara yok, kahve yapamayız, ben Müftü efendiye ne ikram edeceğim”? 

Ama telaşı boşunadır. Rıfat Börekçi, çok nazik bir edayla : “Sıkıntıda olduğunuzu haber aldık” diyor. “ Az da olsa, yardımda bulunmayı vazife bildik”. 

Mahzar Müfit bey duyduklarına inanamaya dursun.. Rıfat Börekçi tek tek sayarak kendisine Ankara halkının Kuvay-ı Millîye’ye ilk yardımı olan bin lirayı sunuyor. Mustafa Kemal’in bu olayı karşılayışı çok hoş: “Demek ki Allah bize yardım ediyor, demek ki doğru yoldayız!” diyor. Bana sorarsanız, Ankara’nın hükûmet merkezi olarak seçilmesinde, şehrin stratejik durumu kadar, halkının Mustafa Kemal’e inancı, güveni ve sevgisi de büyük etken olmuştur. 

Sonunda Mustafa Kemal Meclis’ini Ankara’da kuracağını ilan ediyor. Halk bu haberi kurbanlar keserek, dualar ederek karşılamıştır ama Meclis binası henüz yok. Bula bula, İttihat ve Terakki partisi tarafından yaptırılan, ama tamamlanamayan parti binası, ki sonraları Numune Mektebi adıyla bir sanat okulu haline getirilmiş ve de tamamlanmadan kullanılmıştır. İşte o bina ilk TBMM olarak uygun görülüyor. Binanın bir odası Ankara’daki Fransız işgal müfrezesinin komutanına verilmiş. Fransız subayı oradan çıkartılıyor, Ulucanlar’da bir okul için hazırlanmış kiremitlerle çatı kapatılıyor. Çeşitli okullardan sıralar getiriliyor ve reislik kürsüsü derme çatma da olsa, kuruluyor. 23 Nisan 1920 günü saat 14’te Meclis açılmıştır. 
Bundan sonraki günlerde ve yıllarda, acı yenilgiler, ihanetler, ayaklanmalar, mucizeli zaferler ve başarılı gelişmelerle Millî Kurtuluş hareketi yürümüş, gelişmiş; düşman, vatan topraklarından kovulmuş ve Misak-ı Millî sınırları Lozan barış antlaşmasıyla çizilmiştir ve 13 Ekim 1924 tarihinde, Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 2. maddesiyle Ankara, resmen devlet merkezi olmuştur. 

İşte bu yeni Ankara, Mustafa Kemal’in Ankara’sıdır. Daha doğrusu onun Ankarası olacaktır. Mustafa Kemal nasıl birAnkara istiyordu? 
Her şeyden önce o, yeşil, yemyeşil bir Ankara İstiyordu. Yemyeşil!.. Falih Rıfkı’nın dediği gibi “Ya yeşil bir Ankara ya da hiç!” (Araz 1994, 30-34) 
Bütün bu örneklemeli söylemlerde de gözlemlendiği gibi; görmesini, bilmesini, duymasını ve sezmesini bilen, tarihimizin çok önemli ve kritik bir dönemine tanıklık ederek gözlemlerini ve yaşadıklarını büyük bir ustalıkla yazıya döken kalemler, var oluşun destanını dile getirmişler, kurtuluş ve kuruluşu tarihselliğin eşliğinde ölümsüzleştirip, nitelikli bir edebi düzlemde kalıcı kılarak, Türk 
kültür tarihine ve edebiyatına eşsiz eserler bırakmışlardır. 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA: 

ADIVAR, Halide Edip (1989) Ateşten Gömlek, İletişim Yayınları, İstanbul 
AKI, Niyazi (2001) Yakup Kadri Karaosmanoğlu (İnsan-Eser-Fikir-Üslup), İletişim Yayınları, 2. baskı 
AKTAŞ, Şerif (1987) Yakup K. Karaosmanoğlu, Kültür Bak., Ankara 
ARAZ, Nezihe (1994) Mustafa Kemal’in Ankara’sı, Apa Ofset Basımevi, İstanbul 
AYTAÇ, Gürsel (1990) Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara 
BALABANLILAR, Mürşit (2003) Türk Romanında Kurtuluş Savaşı, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 
BEKİROĞLU, Nazan (1999) Halide Edib Adıvar, Şule Yayınları, İstanbul 
BOZYİĞİT, A. Esat (2000) Ankara’nın Taşına bak… (Türk Yazınında Ankara), Kültür Bak. Yayını (Seçki) 
ÇETİŞLİ, İsmail (1999), Memduh Şevket Esendal-İnsan ve Eser, Kardelen Kitabevi, İsparta 
DEMİRCİ, İbrahim (2002), Romanın 27 Yılına Bakış (1923-1950), Hece (Türk Roman Özel Sayısı), S: 65, 66, 67 
DOĞAN, H. Mehmet (1976) “Türk Romanında Kurtuluş Savaşı”, Türk Dili (Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı), s. 7-40 
ENGİNÜN, İnci (1978) Halide Edib Adıvar’ın Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi, İ.Ü. Edebiyat Fak. Yayını: No: 2398 
(1986) Halide Edip Adıvar, Kültür Bakanlığı, Ankara Romanlarında Atatürk”, s. 15-41 (1983) “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 
“Halide Edib’in Kalemiyle Atatürk”, s. 42-53 
“Millî Mücadele Devrinin Edebiyata Aksi” s.140-151 
“Ankara Romanında Batılılaşma Meselesi” s. 209-227, Yeni 
Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergah Yayınları, İstanbul(2002) Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Yayınları, 3. baskı, İstanbul 
ENGİNÜN İ.-KERMAN Z.-İLERİ S. (1998) Kurtuluş Savaşı ve Edebiyatımız, Oğlak Yayınları, İstanbul 
İLERİ, Selim (1976)“Aliye Öğretmen, Ayşe Hemşire, Halide Onbaşı”/ “Dikmen Yıldızı Üzerine”/”Yaban Üzerine”, Türk Dili 
(Türk Romanında Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı), S: 298, Temmuz, s. 41-56 
(2001) Türk Romanından Altın Sayfalar, Doğan Kitap, İstanbul, 2. baskı 
KAPLAN M.-ENGİNÜN İ.-EMİL B.-BİRİNCİ N.-UÇMAN A. (1981) Devrin Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal, Kültür Bakanlığı yayını, Ankara 
KARAOSMANOĞLU, Y. Kadri (1960) Yaban, Remzi Kitabevi, İstanbul, 6. baskı (1981) Ankara, Birikim Yayınları, İstanbul 
KANSU, Ceyhun Atuf (1972) Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Varlık Yayınları, İstanbul 
KUNTAY, Mithat Cemal (1998) Üç İstanbul, (Yay. Hazırlayan: Raşit Çavaş), Oğlak yayınları, İstanbul 
KURDAKUL, Şükran (1987) Çağdaş Türk Edebiyatı-Cumhuriyet Dönemi, Broy Yayınları, İstanbul 
NACİ, Fethi (1981) 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yayınevi, İstanbul (1999) Yüzyılın Yüz Romanı, Adam Yayınları, İstanbul 
NECATİGİL, Behçet (1983) Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, Varlık Yayınları, İstanbul 
OĞUZKAN A. Ferhan (1979) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Varlık Yayınları, İstanbul, 2. baskı 
OKTAY, Ahmet (1993) Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı (1923-1950), Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 
TANPINAR, A. Hamdi (1979) Beş Şehir, Dergah Yayınları, İstanbul, 
YAKAR, Aytekin (1973) Türk Romanında Millî Mücadele, Ankara 
YALÇIN, Alemdar (1998) Sosyal ve Siyasal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yayınları, Ankara 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder