13 Kasım 2019 Çarşamba

ATATÜRK DÖNEMİ MECLİSLERİ (1920-1938) BÖLÜM 1

ATATÜRK DÖNEMİ MECLİSLERİ (19201938) BÖLÜM 1 


İhsan GÜNEŞ* 
* Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 


İnsana, insanca yaşama olanağı tanıyan sistem kuşkusuz özgürlükçü demokrasidir. Ancak her demokrasinin arkasında damla damla oluşan büyük bir birikim vardır. Bu birikim, toplumların gelişmesine, çağdaşlaşmasına da paralellik gösterir. 

Devlet geleneğinin yerleştiği, köylülükten kentliliğe geçildiği, ekonomik refahın arttığı, sanayileşmenin güçlendiği, ulusal bütünlüğün sağlandığı, kültür düzeyinin yükseldiği, okur-yazar sayısının arttığı, yerlerde demokrasi daha kolay kurulabilmekte, daha kolay kök salabilmektedir. 

Her siyasal sistemin olduğu gibi demokrasinin de olmazsa olmazları vardır. Bunların başında da parlamento gelmektedir. Her parlamentolu sistem demokrasi değildir, ama her demokratik ülkede mutlak bir parlamento vardır. Sistemin demokratik olabilmesi için de parlamentonun belirli aralıklarla yenilenmesi gerekir. İster atanmayla, ister seçimle oluşmuş olsun parlamentolar siyasi gücün sınırlarını belirleyen kurumlardır. Daha ilk çağlarda kimi ülkelerde parlamentolar oluşmuş ise de bunlar sürekli olamamıştır. 14. yüzyılda 
İngiltere’de filizlenen parlamentolu yaşam süreklilik kazanmıştır. 1789 Fransız devriminden sonra ise parlamento siyasal yaşamın vazgeçilmez ögesi olmuştur. 

Artık günümüzde parlamentosuz bir sistem hayli arkaik olarak nitelendirilmekte dir. Türk toplumunun parlamentoyla tanışması ise, 19. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. 19. yüzyılın ilk yansında atılan çağdaşlaşma adımları parlamentonun alt yapısını oluşturmuştur. 
Özellikle II. Mahmut döneminde kurulan merkez meclisleri, Tanzimat Fermanının ilanından sonra kurulan Muhassıllık Meclisleri, Eyalet Meclisleri, Vilayet İdare Meclisleri bu konuda atılmış önemli adımlardır. 

Çağdaşlaşma hareketlerinin sonucu ortaya çıkan batılı aydınlar ülke sorunlarının çözümünde temsile dayalı parlamentolu bir sistemi temel öge olarak almışlardır. Yeni Osmanlılar olarak bildiğimiz kişiler bu doğrultuda mücadele vermişlerdir. Nitekim II Abdülhamit padişah olduktan sonra devlet düzenini belli bir temele oturtmak amacıyla bir komisyon oluşturdu. Bu komisyon bir yandan Kanunu 
Esasiyi hazırlarken öte yandan da kurulacak meclis konusunu ele aldı Nitekim Meclis-i Umumi adı verilen iki kanatlı bir parlamentonun oluşturulması kararlaştırıldı. Bu parlamentonun bir kanadı padişah atamasıyla diğer kanadı ise seçimle oluşacaktı. Nitekim 19 Mart 1877’de ilk Osmanlı parlamentosu çalışmalarına başladı. Ne yazık ki 14 Şubat 1878’de çalışmalarını sonlandırmak zorunda kaldı. Bu durum çağdaş dünyadaki gelişmelere aykırılık gösteriyordu. Zira çağdaş dünya parlamentolu sisteme yönelirken Osmanlı İmparatorluğu 
parlamentolu yaşamı askıya alıyordu. Bu askıya alış otuz yıl sürdü. Asker-sivil bir avuç aydının zorlamasıyla 23 Temmuz 1908’de parlamentonun yeniden toplanması kararlaştırıldı. 17 Ekim 1908’de çalışmalarına başlayan Osmanlı Parlamentosu fiilen 18 Ocak 1920 ve hukuken ise 11 Nisan 1920’ye dek çalışmalarını sürdürdü. 

Çağdaş Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamında da parlamento önemli bir yere sahiptir. Bunu üç döneme ayırmak olasıdır.

1- İttihat ve Terakki Dönemi, 
2- Mütareke Dönemi, 
3- TBMM Dönemi. 

İttihat ve Terakki Dönemi 

Mustafa Cemal daha genç bir kurmay subay iken istibdatçı mücadele veren İttihat ve Terakki hareketi içinde yer almıştır. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurarak asker içinde istibdatı yıkmak amacıyla ilk örgütlenmeyi başlatmıştı. Bu örgütün Selanik şubesini açarken yaptığı konuşmada sorunların çözümünün “milleti hâkim kılmakla” mümkün olacağını vurgulamıştı. (Bu kavram 1919’dan sonra sık sık kullanılacaktır.) 
Milleti hâkim kılmanın yolu millete dayanan bir sistemin kurulmasıyla mümkün dü. Bunun da yolu ya doğrudan doğruya halkı yönetime katmak ya da halkın temsilcilerine dayanan bir sistemi kurmaktan geçiyordu. Doğrudan demokrasi olanaksız olduğuna göre temsili demokrasi en güzel çözümdü. Meşrutiyetin ilanı ve arkasından çoğulcu ve yarışmacı genel seçimlerin yapılarak 17 Aralık 
1908’de Meclis-i Umuminin açılmasıyla kısmen halk egemenliğine dayanan sisteme geçildi. Böylece Mustafa Kemal’in amaçladığı değişim de gerçekleşmiş oldu. 

Mütareke Dönemi 

17 Aralık 1908’de açılan Meclisi Umumi 21 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusanın kapatılmasıyla işlemez hale geldi.Yürürlükte bulunan Anayasaya göre Meclisin en geç 4 ay sonra açılması gerekiyordu. Meclis karşıtı kimi kişiler Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle bitmesinin doğurduğu olumsuzlukları gerekçe göstererek meclissiz yöntemi tercih ediyorlardı. Örneğin Tevfik Paşa ülkenin kimi yerlerinin işgal altında bulunması nedeniyle yapılacak seçimlerin sağlıklı olmayacağı tezini savunarak barış ortamı sağlandıktan dört ay sonra seçimlerin yapılabileceğini söylüyordu. Bu yaklaşımda gerçek payı olmasına karşın iktidardakilerin asıl korkusu ülkedeki en politize güç olan İttihatçıların yeniden güç kazanacağı ve iktidarı ele geçireceği kaygısı idi. İktidar dışı güçler ise (basın, siyasal örgütleri) 
seçimlerin yapılarak parlamentonun açılması doğrultusunda kamuoyu oluştur maya çalışıyorlardı. Örneğin Millî Kongre’nin 23 Mayıs 1919’da yaptığı toplantıda Mebuslar Meclisi’nin ya da Millî Şura’nın toplanması istenmişti. 

İzmir’in işgalinden sonra Osmanlı yönetimi bu sorunun doğuracağı sorumluluğu paylaşmak üzere Saltanat Şurasını topladı (26 Mayıs 1919). Bu toplantıda da Meclis konusu gündeme geldi. “Millî Meclis, Millî Şura” ya da “milleti daha çok temsil edecek bir kurul”dan söz edilerek Meclis-i Mebusan’ın açılması vurgulandı. Millî Kongre temsilcisi Hüsnü Bey kongrenin bu kararını Şura’da da dile getirdi. Ahmet Rıza, Rauf Ahmet, Hamit ve Ömer Fevzi de onu destekledi.1 

Anadolu’da başlayan Müdafaa-i Hukuk hareketi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’ya geçmesinden sonra giderek güç kazandı. 

Atatürk de bu hareketin güçlenmesi için elinden gelen çabayı gösterdi. 
Atatürk liderliğinde gelişen ulusçu hareket her fırsatta Meclisin toplanması ve ülke yazgısına el koyması gerektiğini söylüyordu. 

Örneğin Erzurum Kongresi’nde Sürmene temsilcisi Ömer Fevzi Bey “Tarih muvacehesinde kendimizi mesuliyetten kurtarmak ve milletimizin selâmetini her şeye tercih etmek istersek Meclis-i Mebusan intihabatının da acilen icrası”nın padişah tarafından “emr-ü ferman” edilmesi gerektiğini söyledi2. Tokat temsilcisi Rıfat Bey ise Meclis-i Millînin intihabatma başlanmasını istemekteyiz diyordu3 (26 Temmuz 1919). 7 Ağustos 1919 tarihli Kongre bildirisinde de Kuvayı millîyenin amil millî iradenin hâkim kılınması, Hükûmeti merkeziyenin Meclis-i Millîyi hemen toplayıp mukadderat-ı millet ve memleket hakkında alınacak tüm kararlan Meclis-i Millî’nin denetimine sunması istendi. 

Sivas’ta toplanan kongrenin 9 Eylül 1919 tarihli II ve III. celsesinde Meclis-i Mebusan konusu gündeme getirildi. “Reis Paşa, biz her işimizi meşru, mahzursuz ve bilhassa kanuni yapmak istediğimizden, her şeyden evvel, en seri bir surette Meclis-i Mebusanı” toplamak zorundayız demiştir.4 Hatta Meclisin İstanbul’da değil, Anadolu’da toplanmasının daha uygun olacağı da dillendirilmiştir.5 
Bu konuşmalar doğrultusunda 13 Eylül 1919’da seçim için hazırlıklara başlandı. 

Kongre sonrasında yayımlanan bildiride, milletlerin kendi kaderlerini çizdiği bu devirde merkezi hükûmetin de millî iradeye dayanması zorunludur. 

Çünkü millî iradeye dayanmayan hükûmetlerin kararları milletçe geçerli olmadığı gibi dış devletlerce de geçerli sayılmaz. Milletin içinde bulunduğu sıkıntıdan ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat girişmeden hükûmeti merkeziyenin Meclis-i Millî’yi vakit geçirmeden toplaması ve başarı ile millet ve memleket yazgısı hakkında alacağı kararları Millî Mec1is’in denetimine sunması zorunludur, deniliyordu.6 Ulusçuların zorlamasıyla Meclisin toplanmasına karşı olan Damat Ferit Paşa istifa edince Padişah “şeraiti kanuniye’ dairesinde 
intihabatın biranevvel icra ve heyeti Mebusanın içtimaa davet edilmesi” koşuluyla Ali Rıza Paşa’yı sadrazamlığa atadı.7 Ali Rıza Paşa Hükûmeti kurulunca, Meclis-i Mebusan’ın açılması konusu yeniden gündeme geldi ve 
7 Ekim 1919’da seçimlerin yapılmasına ilişkin kararname yayınlandı. Böylece ulusçular ile Osmanlı yöneticileri seçimlerin yapılıp, hükûmetin meclisten dolayısıyla halktan güç alması konusunda birleşmiş oldular. 

Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki ulusçular, seçimlere büyük önem verdiler. Yayınladıkları bildirilerde sık sık “Osmanlılar”, “Vatandaşlar”, “Milletdaşlar” gibi kavramlar kullandılar. Millete “hayır ve şer’in” mebuslardan geleceğine dikkati çekerek, bu seçimde savaş suçlularının, aşırı derecede İttihatçı veya İtilafçı olanların, ülkeyi felakete sürüklemiş eski mebusların, ihtikarlık, hırsızlık yaparak 
millî onuru yaralayanların. Türklüğe bağlı gerçek millîyetperver olmayanların desteklenmemesini istediler.8 “Maksad-ı Millîyeye sadık zevatın mebus” seçtirilmesi için Fırka komutanlarına yazılar yazıldı.9 Hürriyet ve İtilaf Fırkası ittihatçıların seçime müdahale edeceğini gerekçe göstererek seçimi boykot etti. Hıristiyan unsurlar ise farklı amaçlar peşinde oldukları için seçime katılmadı lar.10 Kasım ve Aralık ayında zor da olsa seçimler yapıldı ve 164 mebus seçildi. Bunların çoğunluğunun ulusçu olması Meclisin ömrünü kısalttı. Zira 12 Ocak’ta açılan Meclis-i Mebusan sadece 65 gün yaşayabildi. 

Reşat Hikmet Bey’in Meclis Başkanı seçilmesi Meclis-i Mebusan’ın çalışmaların dan ne padişah, ne hükûmet ne de İtilaf Devletleri memnun kaldı. İşgaller konusunun mecliste tartışılması, Misakı Millî kararlarının alınması, İtilaf Devletlerini çok rahatsız etti. Ulusçu hareketi halkın gözünden düşürebilmek için İstanbul’u işgal ettiler. Kimi üyelerinin tutuklanması üzerine Meclisi Mebusan 
18 Mart 1920’de çalışmalarına ara verdi. Böylece parlamentolu dönem fiilen bitmiş oldu. 11 Nisan 1920’de padişah iradesiyle de Meclis-i Mebusan’ın varlığına hukuken son verildi. 

TBMM Dönemi 

Sivas’taki komutanlar toplantısında adı gündeme getirilen Kurucu Meclis düşüncesi11 İstanbul’un işgalinden sonra yeniden güncelleşti. 
Mustafa Kemal 17 Mart 1920’de arkadaşlarına gönderdiği bir telgrafta “İstanbul Meclis-i Mebusan’ın ve hükûmeti merkeziyeye başta İngilizler olduğu halde Kuvayı İnzibatiye tarafından resmen ve cebren vaziyet olunarak hâkimiyet ve istikâl-i Osmaninin haleldar edilmiş olması devletin vaziyeti umumiyesinde esaslı bir tebeddül vücuda getirmiştir diyerek anayasanın koruması altında bulunan 
yasama, yürütme ve yargının olmadığı bu koşullarda İstanbul ile ilişkinin kesildiğini, idare tarzını saptamak üzere bir “Meclis-i Müessisan”ın oluşturulmasını istemiştir. Ancak Meclis-i Müessisan terimine tepkiler gelince 19 Mart 1920’de yayınladığı genelgede “salâhiyet-i fevkaladeyi haiz” bir meclisi millet işlerini yürütmek ve kontrol etmek üzere Ankara’da toplantıya çağırmıştır. Böylece meclis konusunda Mustafa Kemal’in üçüncü girişimi başlamıştır. 

Oysa bu sırada Mustafa Kemal Paşa ile yol arkadaşlığı yapmak isteyen kimi kişiler O’nun bu tavrını anlamıyordu. Örneğin Yunus Nadi Bey aralarında geçen bir konuşmada Mustafa Kemal’in; “Ben bilakis her kerameti meclisten bekliyenlerdenim. Nadi Bey bir devre yetiştik ki onda her iş meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet ancak millî kararlara istinad etmekle, milletin temayulatı umumiyesine tercüman olmakla elde edilir... Meclis nazariye değil hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür.” 12 

19 Mart 1920’de yayınlanan genelge Osmanlı sisteminden kopuşun, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelini atan bir belge olmuştur. 

Bu belgeye göre “salahiyet-i fevkaladeyi haiz meclis” Ankara’da toplanacaktı. Bu meclise gelecek kişiler “mebus olma” koşullarına tabi olacak, seçimler, livalar esas alınarak yapılacak ve her livadan 5 milletvekili seçilecekti. Milletvekillerini kazalardan livaya gelecek ikinci seçmenler yanında liva idare ve belediye meclisi üyeleriyle Müdafaa-i Hukuk idare heyetleri seçecekti. Milletvekilliği için her 
parti, cemiyet, zümre aday gösterme hakkına sahipti. İsteyen kişiler de bağımsız olarak adaylıklarını koyabilecekti. Seçimler en üst mülki amirin denetiminde gizli oy ile yapılacaktı. Sayım ise oy verenlerin oluşturduğu meclisin kendi aralarından seçeceği iki kişi tarafından meclis huzurunda yapılacaktı. 

Görülüyor ki bu belge Osmanlı Anayasasına aykırıydı. Zira Osmanlı parlamento geleneği iki meclisliydi. Burada tek meclis öngörülüyordu. 
Osmanlı Anayasası ve seçim kanunu mebus sayısını nüfusa göre hesaplıyordu. Oysa bu belge idari birimi esas almıştı. 
Osmanlı seçim kanununa göre seçmenler ikinci seçmenleri seçer, onlar da mebusları seçerdi. Oysa bu belgede ikinci seçmenlerin yanında idare, belediye meclisleri ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin idari heyetleri de milletvekili seçimine katılıyordu. Böylece seçmen tabanı genişletilerek meclisin temsil gücü güçlendirilmiş oluyordu. 

Seçimler güç koşullarda yapıldı. Zira İstanbul’daki Osmanlı Hükûmeti, onun yandaşları, İtilaf devletleri ve henüz Mustafa Kemal’in gücünü algılayamamış olan kimi yöneticilerin olumsuz tavır ve davranıştan, iletişim kanallarının yetersizliği seçimleri güçleştirdi. 

1920 Türkiye’sinde 66 liva bulunuyordu. Ancak bunların tümünde ve gerektiği gibi seçimin yapıldığını söyleyebilmek güçtü. Çatalca, Gelibolu, Kırklareli ve Tekirdağ’da yapılamadı. Adana, İzmir, İzmit, Mersin gibi illerde belirli yörelerde seçim yapılabildi. Dersim, Malatya Trabzon, Konya gibi yerlerde ciddi sorunlarla karşılaşıldı. Bazı yerlerden ise istenilen sayıda milletvekili çıkarılamadı. 
(Örneğin, Burdur’dan Mehmet Akif in milletvekili olması gibi). 

Henüz seçimler bitmeden, seçilenlerin çoğu da Ankara’ya ulaşmadan yayılan iç isyan dalgalarını durdurabilmek için 23 Nisan 1920’de 115 milletvekilinin katılımıyla Millet Meclisi çalışmalarına başladı. Yasama, yürütme, zaman zaman da yargı görevini üstüne alan Meclis 23 Nisan 1920’den 16 Nisan 1923’e kadar aralıksız çalışmalarını sürdürdü. 

23 Nisan 1920’de toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ülkemizde Millî Meclis dönemi de başlamıştır. Zira, o güne değin oluşmuş olan meclisler İmparatorluk meclisleri olduğu için çok ulusluydu. Ancak zaman içinde imparatorluktan kopmalar yaşanmış ve 1920’lere gelindiğinde ülke bir ölçüde farklı uluslardan arınmıştı. Kalanlar ise ulusçu harekete karşı oldukları için seçime katılmamıştı. 
Bu nedenle birinci dönem meclisi aynı zamanda ilk ulusal meclis olarak doğmuştu. O nedenle de Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak anılmıştır. 

Bu meclisin üyelerinin sosyolojik yapılarına baktığımızda: üyelerin %33’ü sivil bürokrasiden geliyordu. (Bunların %11’i idareci, %10’u memur, %7’si öğretmen, %4’ü yargıç, %l’i güvenlik görevlisi idi.) 

Üyelerin %25’i serbest meslek mensubu idi. (Bunların %10’u çiftçi, %7’si tüccar, %5’i avukat, %2’si gazeteci ve %l’i de bankacıydı). 

Üyelerin %14’ü asker, %4’ü sağlıkçı, %2’si aşiret reisi, %l’i teknik elemandı. %10’u ise din adamıydı (ki bunların %4’ü müftü, %4’ü müderris ve %2’si de şeyhti). 

Görülüyor ki I. Türkiye Büyük Millet Meclisi tüm halk kesimini temsil etmektedir. Herhangi bir sınıf ya da toplumsal kesime dayanmamaktadır. 

Olağanüstü koşulların yarattığı, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde gören bir Meclis olduğu için emsallerine göre genç bir meclisti. 

Zira 30-40 yaş grubunu oluşturan milletvekillerinin oranı % 74 idi. (Bunların % 39’u 30, % 35’i 40 yaş grubunu oluşturuyordu). 

Eğitim tabana yayılmamış olmasına karşılık bu meclise katılanların %60’ı bir yüksekokul, %25’i orta öğretim, %19’u ise medrese mezunu idi. 

Milletvekillerinin % 43’ünün Türkçe’nin dışında bir yabancı dil biliyordu (% 22’si Fransızca, % 19’u Arapça, % 14’ü Farsça, % 6’sı Almanca biliyordu). 

30 yaş grubunda Fransızca’nın, 40-50 yaş grubunda Arapça ve Farsça’nın etkin olduğu dikkati çeker.13 

Meclis üyelerinin %57.4 kendi yörelerinden %42 doğum yeri dışındaki yerlerden milletvekili seçilmiştir. (Bunlardan %11.8’inin doğum yeri Misak-ı Millî sınırlan dışında kalmıştır). 

Milletvekillerinden %28.2 inin parlamento deneyimi olduğu bunlardan %19.3 ünü IV. Dönemden mebusları oluşturuyordu ki bu da sadece 2 ay 6 gün sürmüştü). Dolayısıyla bu meclisin pek parlamento deneyimi yoktu. 

II.Dönem Meclisi Seçim Kararan Alınması 

Egemenliği padişahtan millete geçiren, işgalci güçleri yurttan kovan, binlerce yıldan beri Türk ulusunun yazgısını çizen saltanatı kaldıran bu meclis ne yazık ki düşman yurttan kovulduktan sonra Meclis yoğunluğu her gün artan bir iç mücadeleye sahne olmuştur. 
Bu mücadele dışarıda da yankı bulmuş ve muhalif bir milletvekilinin öldürülmesine kadar varmıştır. Dolayısıyla “meclis meclis olmaktan çıkmıştı.” Kimileri Mustafa Kemal’in Washington’un yaptığı gibi köşesine çekilmesini, kimileri diktatör olmasını istiyordu.14 Bu meclis harbi yapmak zaferi kazanmakla mükellefti diyenler, yeniden seçimlere gidilmesini isteyenler de vardı. Oysa savaş henüz bitmemiş, Lozan görüşmeleri sürmekte idi. Bu durum Mustafa Kemal Paşanın dikkatinden kaçmıyordu. Ocak 1923’te yaptığı yurt gezilerinde halkın nabzını tutuyordu. Lozan Konferansı, Teşkilatı Esasiye Kanunu, Saltanat, Hilafet, Millet Meclisi, Halk Fırkası, Mecliste ki Gruplar hakkında açıklamalar yapıyordu.15 Millî Mücadeleyi başarıyla veren bu meclisle çağdaş devleti oluşturmanın zor olacağı sonucuna varmış olacak ki seçimlerin yenilenmesini uygun çözüm olarak görmüştür. 

Böylece hem Batılı devletlere iktidarın halka dayandığı mesajını verecek hem de çağdaş devletin temellerini atarken kendisine ayak bağı olan muhalefetten büyük ölçüde kurtulacaktı. 

Seçimlerin yenilenmesi konusunu önce hükûmet üyeleriyle paylaştı. Onların da onayını aldıktan sonra ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaai Grubunu topladı. Burada da tartıştıktan sonra seçime karar verecek olan Meclise sorun aktarıldı. 1 Nisan 1923’te Aydın milletvekili Esat Efendi ve 120 arkadaşının “Müdafaai memleket gayesiyle toplanan Türkiye Büyük millet Meclisi (nin)” bu amacı gerçekleştirerek 
kendinden sonra gelenlerin taktirini kazandığını, ülkenin barışa ve ekonomik kalkınmaya gereksinimi olduğunu belirten ve bu nedenle de seçimlerin yenilenmesinin isteyen önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi ittifakla kabul ederek seçimlerin yenilenmesine giden yolu açtı.16 Ancak, Meclis elindeki işleri bitirebilmek için 15 gün daha çalıştı. 

Seçim kararı alındıktan sonra, uygulanmakta olan geçici seçim yasasında değişiklik gündeme geldi. 3 Nisan 1923’te 20.000 erkek nüfusa bir milletvekili seçilmesi, oy verme yaşının 25’ten 18’e indirilmesi, seçmen olabilmek için (birinci ve ikinci seçmen) öngörülen vergi verme koşulunun kaldırılması gibi radikal düzenlemeler yapılarak ulusun daha etkin temsiline olanak sağlandı. Seçimlerin yürütülmesi icrai bir iş sayılarak Heyeti Vekileye verildi.17 Tabii bu arada ikinci seçmen konusunda da değişiklik yapılarak her 200 seçmene 1 
ikinci seçmenin seçilmesi kararlaştırıldı. 

Seçim kararının alınmasından ve seçim yasasında yapılan bu değişikliklerden kısa bir süre sonra Mustafa Kemal Paşa, seçimde izleyeceği yolu saptamak üzere bir seçim bildirisi yayınladı. 8 Nisan 1923’te yayınlanan ve tarihimize “9 Umde” olarak geçen bu bildiri18 daha sonra kurulacak Halk Fırkası programının iskeletini ve yapılacak devrimlerin programını oluşturacaktı. 

Mustafa Kemal aynı gün ulusal Kurtuluş Savaşı’nın temel dayanağı olan Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerini Meclis’te kendi liderliğinde oluşmuş bulunan I. Müdafaa-i Hukuk Grubu’na katılmaya çağırdı. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder