ATATÜRKÜN KÜRESEL YÖNÜ ÜZERİNE. BÖLÜM 4
BALKAN ANLAŞMA YASASI (BALKAN PAKTI)
Atina, 9 Şubat 1934 (Sadeleştirilmiş metin)
“Balkanlarda barışın güçlendirilmesine katkıda bulunmak isteğinde olan;
Briand-Kellog Yasasının ve Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nun onunla ilgili kararlarının temelindeki anlaşma ve uzlaşma düşününe sahip bulunan;
Daha önceki ahdi bağıtsal (ahdi) yükümlere saygılılı olmaya ve Balkanlarda bugün kurulu toprak düzeninin sürdürülmesini güvence altına almaya
kesinlikle kararlı olan, Türkiye Cumhurbaşkanı, Yugoslavya Yüce Kralı, Yunanistan Cumhurbaşkanı ve Romanya Yüce Kralı bir Balkan Anlaşma Yasası
yapmayı kararlaştırmış ve bu amaçla, yetkili temsilcileri olarak;
Türkiye Cumhurbaşkanı:
Dışişleri Bakanı Sayın Tevfik Rüştü’yü;
Yugoslavya Yüce Kralı:
Dışişleri Bakanı Sayın Bogolioub Jevtitch’i;
Yunanistan Cumhurbaşkanı:
Dışişleri Bakanı Sayın Demètre Maximos’u;
Romanya Yüce Kralı:
Dışişleri Bakanı Sayın Nicolas Titulescu’yu atamışlardır.
Bu yetkili Temsilciler, yöntemine uygun olduğu görülen yetki belgelerini verildikten sonra, aşağıdaki hükümleri kararlaştırmıştır:
Madde 1 – Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya kendilerinin tüm Balkan sınırlarının güvenliğini, karşılıklı olarak, güvence altına alırlar.
Madde 2- Yüksek Taraflar, bu anlaşmada gösterilmiş olan çıkarlarını bozabilecek olasılıklar karşısında alınacak önlemler konusunda aralarında görüşmeler yapmayı yükümlenirler. Onlar, bu paktı imzalamamış olan herhangi bir başka Balkan ülkesine karşı, birbirine önceden haber vermeksizin, hiçbir siyasal eylemde bulunmamayı ve öteki Bağıtlı (Âkid) Tarafların izni olmaksızın, herhangi bir başka Balkan ülkesine karşı siyasal hiçbir yüküm üstlenmemeyi yükümlenir ler.
Madde 3- Bu anlaşma tüm Bağıtlı Devletlerce imzalanır imzalanmaz yürürlüğe girecek ve olanaklı en kısa zamanda onaylanacaktır.
Anlaşma, katılma isteği Bağıtlı Taraflarca olumlu biçimde incelenmek üzere, her Balkan ülkesine açık bulunacak ve bu katılma imzacı öbür devletlerin onamaları nı bildirmeleri üzerine geçerli olacaktır.
Bu hükümlere olan inançla, adları geçen yetkili temsilciler işbu Paktı imzalamamışlardır.
Atina’da, 9 Şubat 1934 günü dört örnek olarak düzenlenmiş ve her Bağıtlı Yüksek Tarafa bunlardan biri sunulmuştur.
Dr. Tevfik Rüştü
D. Maximos
N. Titulescu
B. Jevtich
Pakta, yine 9 Şubat 1934 tarihli 5 belge eklenmişti:
(1) Ek Protokol,
(2) Türkiye Dışişleri Bakanının SSCB Dışişleri Komiserine Sunduğu Demeç,
(3) Üç Dışişleri Bakanının Demeci,
(4) I Sayılı İmza Protokolü ve
(5) II Sayılı İmza Protokolü.
Ek Protokol, Pakta açıklık getiriyordu.Protokolün birkaç paragrafını aktaralım. Şöyle ki:
“2. Balkan Anlaşma Paktı hiçbir devlete karşı yöneltilmiş değildir. Amacı Balkan sınırlarını bir Balkan Devletince girişilecek herhangi bir saldırıya karşı güvence altına almaktır.
3. Bununla birlikte, eğer Bağıtlı Yüksek Taraflardan Biri Balkanlı olmayan herhangi bir devletin saldırısına uğrarsa ve bir Başkan Devleti bu saldırıya o anda ya da daha sonradan katılırsa, Balkan Anlaşma Paktının hükümleri bu Balkan Devletine karşı tümüyle uygulanacaktır.
8. Bağıtlı Yüksek Taraflar için Balkanlarda bugünkü ülkesel düzen kesin niteliktedir...”
(2) Türkiye Dışişleri Bakanının SSCB Dışişleri Komiserine Sunduğu demeç aynen şuydu:
“Türkiye’nin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı yöneltilmiş herhangi bir eyleme, hiçbir zaman, katılmak durumuna girmeyi kabul etmeyeceğini, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti adına açıklamaktan onur duyarım.
Atina, 9 Şubat 1934
Tevfik Rüştyü (Aras)
Bu Demeç Balkan Anlaşma Paktının ayrılmaz parçasıdır.”
Yunanistan da Balkan Paktı’nın onay belgesine şu gizli çekinceyi eklemiştir:
“Balkan Paktı’nın amacı yalnızca Balkan Devletlerinden gelecek bir saldırıyı karşılamaktır. Yunanistan, Paktın bir gereği olarak, hiçbir durumda, Büyük Devletlerden birine karşı savaş etmez.”
Türkiye, Balkan Paktı’nın imzalanmasından dört ay sonra, 5 Haziran 1934 günü Cenevre’de Yugoslavya (ve Romanya) ile bir gizli Askeri Sözleşme imzaladı. Zamanında gizli tutulan bu üç maddelik Sözleşmede şu hükümler yer aldı:
“Madde 1. İmzacı iki devletten biri, herhangi koşullar altında olursa olsun, bir başka Balkan Devleti’nin yalnız başına ya da Başkanlı olan ya da olmayan bir devletle birlikte saldırısına uğrarsa, öteki Bağıtlı Yüksek Taraf kendisini de saldırıya uğramış sayacak ve kendisiyle ortak sınırı bulunan saldırıcı Başkan Devletine ya da Devletlerine karşı silahlı elyleme geçecektir.
Madde 2. Bağıtlı Yüksek Taraflardan biri, 1. Maddede öngörülen yükümlülükleri nin yerine getirilmesi sırasında Balkanlı olmayan bir devletin bir savaş eylemiyle karşılaşırsa, öteki Bağıtlı Yüksek Taraf da bu saldırıya karşı savaşa girecektir.”
Balkan Paktı’nın imzalanmasından sonra Paktın mekanizması da kuruldu. Buna göre, 4 Bakandan oluşan bir Bakanlar Konseyi, ayrıca bir ekonomik konsey oluşturuldu. Pakt üyesi Türkiye, Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan, Avrupa’daki siyasi gelişmeler karşısında genellikle ortak bir tutum izlemeye başladılar. Örneğin, İtalya 1935’te Habeşistan’a saldırınca, Milletler Cemiyeti kararları uyarınca, İtalya’ya karşı yaptırım uygulamalarına birlikte katıldılar. 1936 Montreux Konferansında, Boğazlar rejimi değiştirilirken Pakt Devletleri Türkiye’nin görüşünü desteklediler...
(2) SAADABAD PAKTI (1937)
Türkiye’nin öncülüğüyle 1934 yılında Balkan Paktı’nın imzalanmasıyla Türkiye’nin batısında bir güvenlik sistemi kuruldu. Ondan sonra Türkiye, dikkatini doğuya çevirdi. Yine Türkiye’nin öncülüğüyle adım adım Saadabad Paktı’nın oluşturulmasına gidildi.
Saadabat Paktı’nın fikir babası Atatürk, bunu gün yüzüne çıkaran ise Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’tır. Pakt, güvenlik ihtiyacından kaynaklanmıştır. Özellikle faşist İtalya’nın izlediği saldırgan politika Türkiye’yi yeni güvenlik arayışlarına itmiştir.
Afganistan’la Türkiye arasında ta 1921 yılından beri dostluk ve ittifak ilişkileri vardı ve bu ilişkiler yıldan yıla gelişiyordu.
İran ile Türkiye arasındaki sınır anlaşmazlığı 1932 yılında giderildi, ortak sınırda bazı düzeltmeler yapıldı ve iki ülke, Dostluk Antlaşması ile Güvenlik, Tarafsızlık, Saldırmazlık ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzaladılar. 1934’te İran Şahı Türkiye’yi ziyaret etti ve Türkiye-İran dostluk ilişkileri ileri bir düzeye ulaştı.
1933 yılında Londra’da saldırının tanımı (tecavüzün tarifi) konusunda uzun bir anlaşma hazırlanmıştı. Türkiye, İran ve Afganistan, 3 Temmuz 1933 günü bu anlaşmayı birlikte imzaladılar.
İran ile Afganistan arasında çok uzun zamandır sürüp giden ve adeta kangren olmuş bir sınır anlaşmazlığı vardı. Bu anlaşmazlığın ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu çetin sorunun giderilmesi işi, hem İran’ın, hem Afganistan’ın güvenilir dostu olan Türkiye’nin hakemliğine havale edildi. Ataürk, bu iş için Fahrettin Altay Paşa’yı görevlendirdi. Fahrettin Paşa, yerinde yaptığı uzun bir çalışmayla ve her iki tarafı hoşnut edecek biçimde Afganistan-İran sınırını adeta yeniden çizip raporunu sundu. 1935 başında her iki ülke düzeltilen sınırı memnunlukla ve teşekkürle kabul ettiler. Tarihten gelen sınır anlaşmazlığı sorunu giderilmiş oldu.
Türkiye, faşist İtalya’nın Balkanlar’da ve Asya’da yayılma emelleri beslediğinden ciddi kuşku duyuyordu. Gelişmeler, Türkiye’nin kuşku ve kaygılarını doğruladı. İtalya, 1935’te Habeşistan’a saldırdı (1939’da da Arnavutluk’u işgal edecekti). İtalya’nın Habeşistan’a saldırısı üzerine, Türkiye, İran ve Irak, 2 Ekim 1935 tarihinde Cenevre’de bir saldırmazlık paktı parafe ettiler. Bu paktın imzalanması, İran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlığının (Şattelarab sorunu) yumuşatılmasına bırakıldı.
İtalyan emperyalizmi karşısında Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da güvenliğin tehlikeye girdiğine inanan Türkiye, zaten ikili anlaşmalarla dostluk ilikileri içinde bulunduğu İran, Irak ve Afganistan’la toplu bir dayanışma antlaşması yapmakta yarar görüyordu.
Bunun için İran ve Irak’la Cenevre’de parafe etmiş olduğu Saldırmazlık Paktı’na Afganistan’ın da katılmasını sağladı. Afganistan Dışişleri Bakanı Feyz Muhammed Han, Ocak 1936’da Ankara’yı ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında Afganistan’ın da Türkiye-İran-Irak Paktına katıldığı açıklandı.
Nisan 1937’de Irak Dışişleri Bakanı Naci El Asil Ankara’yı ziyaret etti. Haziran 1937’de Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bu ziyareti iade etti. Bu ziyaretler sırasında Paktın son hazırlıkları yapıldı ve Irak ile İran arasındaki sınır anlaşmazlığının yumuşatılması sağlandı. Aras’ın Bağdat ziyareti sonunda yayınlanan resmi bildiride, Türkiye-Irak ilişkilerinin “pürüzsüz” olduğu belirtildi. Diğer komşu ve kardeş ülkelerle de öyle olduğu açıklandı. Diplomatik dille şöyle ifade edildi: “...karşılıklı bir anlaşma ruhunun teessüsüne ve husuile kendi komşuları olan kardeş miletlerin siyasetinde daimi bir muhaleset (barış) ruhunun hâkim olmasına ve bu yolda kendi aralarında karşılıklı yardımın inkişafına matuf siyasetlerinin birbirine tamamen mutabık olduğuna kanaat etmişlerdir.”
İrak ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının karşılıklı ziyaretleri sonunda İran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlığı yumuşatmıştı. Tevfik Rüştü Aras, dörtlü paktı imzalamak üzere, Irak Dışişleri Bakanı ile birlikte Bağdat’tan Tahran’a geçti. Böyle bir paktın imzalanacağı hakkında Sovyetler Birliği’ne ve İngiltere’ye de önceden bilgi verilmişti.
Tevfik Rüştü Aras’ın Bağdat ziyaretini değerlendiren Great Britain and East adlı İngiliz dergisi, artık “Şark paktının kurulması için ortada hiçbir engel kalmadığını” belirttikten sonra, “Türk heyetinin Bağdat ziyareti, Türkiye’nin Şark milletlerine nasıl önderlik ettiğini gösteren bir misaldir” diyordu.41
Pakt Nasıl Yapıldı?
Atatük döneminin Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, yıllar sonra, Saadabad Paktı’nın nasıl yapıldığını şöyle anlatıyor:
“Garpta Balkanlar, Şarkta İran, Afgan ve Arap milletleri arasında bir ahenk aramak ve bunlarla ayrı ayrı ve hep birlikte iyi komşuluk nizamı kurmanın çarelerini araştırmak, harici siyasette güttüğümüz planın icaplarındandı.
Her şeyden evvel bu milletler ile aramızdaki işleri düzelttik. Milletler Cemiyeti’ne girmiş olmak sayesinde birçok devletlerle; seyahatler ve ziyaretler gibi nümayişlere ve tefsirlere kapı açan vasıtalara müracaata mecbur kalmadan, temas etme imkânını kazandık...
Afgan devletiyle daha 1921 senesinde bir ittifak muahedesiyle bağlanmış bulunuyorduk. Afgan Kralı’nın memleketimizi ziyareti bu muahedenin iki tarafın menfaatlerine daha uygun hale getirilmesine vesile olmuştu. Bu dostluğun temeli iki millet arasında atılmış olduğu içindir ki dost memlekette zuhura gelen hanedan değişikliğinden iki devlet münasebetleri asla zarar görmedi; hatta zamanla arttı, eksilmedi. Bu hususta bizim iyi niyetimiz kadar Afgan idaresini ellerine alan yüksek kabiliyetlerini ve iyi duygularını sırası düşmüşken
sitayişle yâdeylerim.
İran’la münasebetlerimiz ise; millî hareketimizin başlangıcında, kendisi henüz Harbiye Veziri iken, Ebedi Şefimize bir dostluk mesajıle yâverini göndermiş olan sabık İran Şehinşahı Pehlevi’nin Başvekâlete gelmesi üzerine çok iyileşmişti. 1931 senesi sonunda
Tahran’a yaptığım bir ziyaret esnasında aramızda tek mesele olarak duran hudut ihtilâfı da kardeşçe tasfiye edilince, her şey tamanile yoluna girmiş bulunuyordu.
Irak’la olan münasebetlerimize gelince: Türkiye, İngiltere ve Irak arasında yapılan bir türlü üçlü muahede bu münasebetleri tanzim etmişti.”
Aras Devam Ediyor:
“İşaret ettiğim bu dört devlet arasında bir anlaşma vücuda getirerek sulhümüzü bu bölgede teşkşlâtlandırmak için İran’la Afgan ve İran’la Irak arasındaki hudut ihtilâfını halletmek lazımdı. Fakat iş bundan ibaret değildi. Bu mıntakada bir bölge anlaşmasına varabilmek için sade iştirak edeceklerim temayülleri kâfi gelemezdi. Bu mıntakaya komşu olan iki büyük devletin yapılacak işten haberi olması icap ediyordu...
Realist Türkiye harici siyaseti, bu hakikatleri görmezlikten gelemezdi. Bunun için bu iki büyük devletle aramızdaki münasebetlerin emniyetli bir dostluk derecesine eritirilmesi de bu hususta muvaffakiyeti temin edecek esaslı şartlardandı.
Sovtetler Rusyası ile münasebetlerimiz en ileri dostluk derecesini çoktan bulmuştu. İngiltere ile de, sulh muahedesi yapılırken halli geri bırakılmış olan büyük ihtilâfımızı (Musul sorunu) yukarıda işaret ettiğim üçlü muahede easlarında halletmek suretile iyi bir dostluk devresi açmıştık.
İran’ın da Miletler Cemiyeti’ne girmesini fırsat bilerek, İran ve Irak Hariciye Vezirleriyle misak (pakt) meselesini görüştük. Bu misak,
dört Orta Şark memlekti arasında sık sık görüşmeyi ve buluşmayı temin edecek ve ileride civarımızdaki diğer Şark memleketlerini
de aramızda almayı mümkün kılacaktı.
Esasta mutabık laldı. Böyle bir vesikanın İran ve Irak Hariciye Vezirleri arasında müzakere edilerek hazırlanmasını kararlaştırdık.
Irak Hariciye Nazırı bu müzakerelerde müttefiki İngiltere ile daima müşaverelerde bulunuyordu. İran Hariciye Veziri Ekselans Kâzimi
de müzakere safhalarını bana bildiriyordu. Ben de Sovyetler Hariciye Komiseri dostum Mösyö Litvinof’la müşverede bulunduktan sonra mütaleamı İran Hariciye Vezirine ifade ediyordum. Aynı zamanda Afgan Hükûmeti’ne de, hem İran, hem Türkiye Hariciyesi tarafından müzakere safahatı hakkında muntazam surette malûmat veriliyordu.
Bu usulde çalışmakla bir hayli müddet sonra proje ihzar edildi (hazırlandı). Ama iş bununla da yine bitmiş olmuyordu. Garbi Asya’nın esaslı olan iki müttefikimiz; hudut ihtilâfının hallini, Türkiye’nin seçeceği bir zatın hakemliğine bıraktılar. Orgeneral Fahrettin Altay bu meselede büyük hizmet etti ve alâkalı iki devletin de memnunluluğunu temin edecek bir hüküm verdi. İran ve Irak hudut ihtilâfının hallini ise bu iki dost devletin başşehirlerini ziyaretim esnasında her üç devletin mümessilleri bir arada çalışmak suretiyle başarabildik...”42
Saadabat Paktının İmzalanması
Saadabat Paktı, 9 Temmuz 1937 günü öğleden sonra, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan Dışişleri Bakanları tarafından imzalandı.
Tahran’da, İran Şahı’nın Şimran semtindeki Saadabad Sarayı’nda imzalandığı için, bu pakta “Saadabad Paktı” veya “Saadabad Misakı” adı verildi. Pakt, imzalandığı günlerde, ”Dörtlü Şark Antlaşması”, “Doğu Antantı”, “Yakın Şark Paktı”, “Asya Paktı” gibi adlarla anılmış ise de “Saadabad Paktı” adıyla tarihe geçti.
Saadabad Paktıyla taraflar, birbirlerinin içişlerine karışmamayı, sınırlarının dokunulmazlığına saygı göstermeyi, uluslararası anlaşmazlıklarda birbirlerine danışmayı, birbirlerine karşı saldırı hareketinde bulunmamayı taahhüt ettiler. Nelerin “saldırı hareketi” (taarruz harekâtı) sayılacağını antlaşmada bir bir saydılar. Paktın yedinci maddesi silâhlı çetelerle ilgiliydi ve şöyle kaleme alınmıştı:
“Bağıtlı Yüksek Taraflardan her biri, kendi sınırları içinde öteki Bağıtlı Tarafların kurumlarını yıkmak, güven ve düzenliğini sarsmak ya da Hükûmet rejimini bozmak amacıyle ilahlı çeteler, birlikler ya da örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini emgellemeyi yükümlenir.”
Bu pakt, Türkiye’nin Afganistan ve İran’la ile çoktan beri devam eden dostluğu nu daha da güçlendirdi ve pekiştirdi. Irak’ın da pakta katılmasıyla, dört ülkenin bir araya gelip elele vermelerini sağladı.
Saadabad Paktı’nın imzalanması dolayısıyla İran Şahı, Atatürk’e gönderdiği kutlama mesajında, “Bundan sonra çözülmez bir bağla birleşmiş olan memleketlerimiz, samimi ve verimli işbirliklerini barışın hizmetine koyabilecekler dir” dedi.
Atatürk, Paktın imzası dolayısıyla İran Şahına, Irak Kralına ve Afgan Kralına gönderdiği kutlama telgraflarında şunları söyledi (sadeleştirildi):
İran Şahına: “Memleketlerimizin, barış idealinde ortak bir eseri olan bu misakın hepimiz için ve dünya barışı için kudsi olmasını dilerim.”
Irak Kralına: “Birbirlerine kardeşlik ve dostluk bağlarıyla bağlı dört devletin dünya barışı yolunda verimli bir işbirliğini sağlayacak olan bu paktı memleketlerimiz için çok hayırlı bir eser telakki ederim.”
Afgan Kralına: “Dört kardeş memleket arasında mevcut en sıkı dostluk bağlarını bir kat daha teyit ederek dünya barışının esaslı desteklerinden birini oluşturan bu önemli eserin, milletlerimizin barışseverliği sayesinde meydana gelmiş olması hepimiz için övünülecek bir olaydır.”43
Saadabat Paktı’nın gerçekleştirilmesi için çok çalışmış ve sonunda Türkiye adına bu paktı imzalamış olan Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, bu konuda şunları söylüyor:
“Saadabad Sarayı’nda cereyan eden ve Şark için yeni bir devrin başlangıcını teşkil eyleyen mes’ut hâdise hakkında mütevaziyane birkaç söz söyleyeceğim... Cihanın bu kısmında biz kardeşliğe inandık. Şimdi biz asırlarca süren geçimsizliği ve bu mıntakaları o kadar uzun zamandan beri harap eden ve kökleşmiş addedilebilecek olan kinlerin yerine karşılıklı muhabbet hislerini ikame ediyoruz. Kollarımızı, bütün dostluğumuzla bütün milletlere açıyoruz.
Bunu yalnız onlarla mesut bir şekilde mevcut iyi münasebetleri idame için değil,
fakat aynı zamanda her milletin nefine (yararına) olarak mezkür münasebatı daha fazla inkişaf ettirmek için yapıyoruz. Biz öyle milletlere mensubuz ki, tarihleri en şanlı zaferlerle olduğu kadar en bedbaht mağlubiyetlerle de doludur. Bu hususlarda diğer herhangi bir millete gıpta edeceğimiz hiçbir şey yoktur. Bizim milletlerimizin asırlarca mahrum kalmış oldukları bir şey varsa o da, en parlak medeniyetlerin beşiği olan bu kıt’ada sevmek ve sevilmek idi. Şunu beyan etmek isterim: Biz, cihanşümül bir muhabbet siyaseti istiyoruz...
Biz, Milletler Cemiyeti azasından bir bitaraflar grubu teşkil ediyoruz...Sulh idealine samimiyetle bağlıyız. Çocuklarımızı sükûn içinde yetiştirmek ve tarlalarımızı da emniyet içinde sürmek istiyoruz...Biz sulh davasının samimi ve sadık hadimleriyiz. Biz beynelmilel sulhu korumak için bizzat kendi vasıtlarımızla çalışıyoruz. Biz memleketimizin selâmet ve menfaatini sulhta buluyoruz... Çocuklara öğretmek lazımdır ki, bir mezarlıkta eğlenceli bayram olmaz ve harabeler üzerine de bir saadet köşkü kurulamaz...”44
5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder