14 Kasım 2019 Perşembe

ÇAĞINA VE BÖLGESİNE SIĞMAYAN ÖNDER: ATATÜRK. BÖLÜM 1

ÇAĞINA VE BÖLGESİNE SIĞMAYAN ÖNDER: ATATÜRK. BÖLÜM 1 


Mehmet TEKİN
* Araştırmacı-yazar


Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin emsaline nadir rastlanan, örneği ancak birkaç yüzyılda bir görülen seçkin kahramanlarından biridir. O nasıl hayatı boyunca bu millete mensup olmakla gurur duymuşsa, Türk milleti de böyle bir kahramana sahip olmakla gurur duymaktadır. 

Mustafa Kemal yetişme döneminde herkesle aynı eğitim sürecini yaşamıştır, ama meslek hayatında devletin ve milletin bekası için verilen ölümcül mücadelede meslekdaşlarına ve bütün çağdaşlarına üstünlüğünü ortaya koyarak adını sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun dört bir yanına değil, tüm dünyaya duyurmuştur. Devlet adamlığı döneminde ise, yenik bir devletten yeni bir devlet yaratmak, tarihin derinliklerinden gelen bir toplumu gerçek asaletine lâyık şekilde yeniden şekillendirip çağdaşlaştırmak gibi, tarihte emsaline az rastlanır uygulamalar yaparak fikir, icraat ve davranışlarıyla pek çok dünya liderine örnek ve ilham kaynağı olmuştur. 

Doğru olduğuna inandığı yolda ısrarla ve inançla ilerleyen, başladığı her işi mutlaka ve başarıyla sonuçlandıran Mustafa Kemal, ümitsiz savaşların mağrur ve muzaffer kumandanıdır. O, kritik dönemlerde kumanda ettiği orduların zorunlu çekilişini bile yeni bir zaferin hazırlık aşaması olarak değerlendirmiş, büyük riskler üstlenmekten çekinmemiştir. Zaferlerinden kibire kapılmamış, Devlet adamlığında diktatörlüğe özenmemiştir. Bencillikten uzaktır, yüce gönüllüdür. Zaferlerinin ve politik başarılarının övüncünü çalışma arkadaşları ve milleti ile paylaşmış, hayatının her saniyesini “çağdaş ve mutlu bir millet, her yönden güçlü ve dostluğu aranan bir devlet” idealini gerçekleştirmeye tahsis edilmiştir. 

Hayatında kendisine ayrılmış bir günü dahi olmayan ve omuzlarında asırların yükünü taşıyan bu kahramanın hayatı incelendiğinde onun aynı zamanda müşfik ve merhametli bir insan, pragmatist bir filozof, insani ve sosyal bilimler yelpazesine vâkıf çağdaş bir devlet adamı olduğu da dikkati çeker. Onun, hayatında bir değil, iki devlet kurmak suretiyle gösterdiği eşsiz başarıyı çağının ve çağımızın tarihçileri bir türlü gereği gibi değerlendirememiş, içlerine sindirememişlerdir. Kanaatimizce bu olayın büyüklüğü 21. yüzyılda ve daha sonraki çağlarda daha iyi anlaşılacak ve bu Türk dahisine gerçek değeri o zaman verilecektir. 

Bu çalışma, hayatı üzerine binlerce kitap ve makale yazılmış olan Atatürk’le ilgili bazı hususlara ve gözden kaçan bazı ayrıntılara dikkat çekmek amacıyla hazırlanmış, hayatıyla ilgili bir özet olmasından ve herhangi bir tekrara düşmekten kaçınılmıştır. Burada Atatürk’ün emsalsiz başarılarının yurt içinde ve Ortadoğu başta olmak üzere yurt dışında yarattığı etkiler ve ona yönelen muazzam sevgiye örnekler verilecek, bu örnek olayların çoğunda Hatay konusu hareket noktası olacaktır. Bilindiği gibi Hatay meselesi onun hayatında 20 yılı işgal eden hayati bir meseledir ve Hatay Devleti, Türkiye Cumhuriyeti’nden sonra hayatını ortaya koyarak mücadele edip, işgalden ikbale yükselterek hayat verdiği ikinci Türk devletidir. 

Atatürk’ün çağdaşlarından farklı özellikleri uzun bir liste oluşturur. Biz burada Onun somut örneklere dayanan ve her birisi bir yenilik, bir ilk olan farklılıklarını, Hatay mihverinden hareketle sunmaya çalışacağız: 

1. Savaş sonrasında ordunun düzenli çekilmesini sağlaması ve yeni bir savunma stratejisi uygulaması: 

Mustafa Kemal Paşa Mondros Mütarekesi öncesinde güney cephesinden çekilirken ve Mütarekenin imzalanmasını izleyen günlerde ordularımızın terhis edilmesi gündeme geldiğinde, o güne kadar uygulanmayan yeni bir strateji uygulamış ve bu uygulama işgale karşı mücadelenin temelini oluşturmuştur. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır ve onu gerektiğinde tüm millet savunur” anlayışı ilk defa Ekim-Kasım 1918’de güney cephesinden çekilme sırasında onun emriyle uygulanmıştır. 

Berlin antlaşmasından sonra Osmanlı ordusu Balkanlardan çekilmeye başladığında halka hiçbir savunma aracı bırakılmamıştı. Çünkü o dönemde savunmada cephe yarılıp ordu çekilmeye başladığında ardından halk ya yerini yurdunu terk ederek yollara düşüp çekilen ordunun ardından göç ediyor, ya da katliamlara katlanıyor, ölümü göze alıyorlardı. 

Balkanlarda bir çok yerde hemen hemen aynı feci manzaralar yaşanmış, hayatta kalabilen Türkler akın akın Anadolu’ya göç etmişler, binlerce, onbinlerce Türk de yollarda telef olmuştu. Bu ortamlarda büyüyen, pek çok olaya tanık olan ve askerî tarihin tüm inceliklerine vâkıf olan Mustafa Kemal Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından güney cephesinde çekilme başladığında ilk defa yeni bir strateji uygulamış ve savunma literatürüne, “halka kendilerini savunmaları için silah dağıtıp yaşadıkları toprakları kendilerinin savunması” kavramını getirmiş tir. 1918 yılında 1. Dünya Savaşı sona erip ordularımız güney cephelerinden çekilirken, bir taraftan da ateşkes anlaşması görüşmelerinin sonucu bekleniyordu. M. Kemal Paşa Musul’dan Nur dağlarına ve İskenderun’a uzanan hattı millî sınırlar olarak korumak amacıyla tutmuştu. Çekilme sırasında Katma’da 1, kendilerini ziyaret eden Antep Mebusu Ali Cenani Bey’le görüştü. Ali Cenani Bey ona İstanbul’daki gelişmeleri aktardı. Kendisi, İngilizler geliyor korkusuyla Antep’te bulunan kız kardeşini ve yeğenlerini Maraş’a götürmeye 
gelmiştir. Bunu duyan M. Kemal Paşa, Balkanlardaki halkın çekile çekile İstanbul’a sığındığını düşünerek içinden, “sizler de buralardan çekilirseniz nerelere tıkışıp kalacağız” diye düşünerek, Ali Cenani Bey’e “ailenizi nereye götüreceksiniz?” diye sorar ve sonra ona çıkışır:”Ne demek çekilmek! Teşkilat kurun efendim!” Ali Cenani, “Paşa hazretleri, teşkilat kurmak kolay da, silah ve cephane nerede?” diye sorar., Paşa, “Silah cephane kolay, bugün Katmaya da Kilis yakınlarında. 

İstasyonunda Ali Fuat Paşa’ya söyledim.Cephane ve silah fazlasını Kilis’e, Maraş’a, Antep’e sevketmek için lazım geleni yapacaklar.Yeter ki siz malları depolayacak emniyetli yerler bulunuz ve herhangi bir düşmanın eline geçmesine izin vermeyiniz.!” der 2 ve bölgedeki Türk şehirlerinin savunma ihtiyaç ve durumlarına göre silah depo ettirilmesi için gizli emir verir. İşte düşman istilası karşısında halkın topyekün katıldığı savunmada kullanılan silahlar bu silahlardır. 

Bu emir gereği, 41. Fırka Belen-İskenderun bölgesinden çekilirken Belen’de de fırka komutanı, emre uygun olarak, depo memuruna depodaki silahların köylülere dağıtılmasını, ama elden çıkartmamalarının tenbih edilmesini emretmiştir... 3 

2) “ Millî sınır” kavramının doğuş yeri ve ilk uygulandığı bölge güney Anadolu ve Suriye cephesidir: 

O dönemde 7. Ordu Kumandanı olan Mustafa Kemal Paşa Halep sokak muharebelerini bizzat idare etmiş, Arapları şehir dışına püskürtmüş, 26 Ekim günü kuzeye doğru ilerlemek isteyen düşmanları yenilgiye uğratmıştı. Birlikler son olarak İskenderun-Belen-Dircemal-Telrifat hattını korumuş, 28 Ekim’de de Antakya bu hattın içine alınmış, 31 Ekim 1918 günü M.Kemal Paşa Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına atanmıştı. (Karargah Adana’dadır)4. 

Mustafa Kemal Paşa, 3 Kasım 1918 günü birliklerine verdiği grup emrinde, Suriye sınırının Suriye vilayetinin kuzey sınırı olarak kabul edilmesi gerektiğini, bu sınırın da Lazkiye kuzeyinden, Hanşeyhun güneyinden geçerek doğuya doğru uzandığını belirtti ve çok isabetli bir teşhise dayalı olarak, o güne kadar görülmemiş millîyetçi bir tavır ve derin bir gerçeği ifade eden sosyolojik bir 
yaklaşımla “İskenderun, Antakya, Cebelsem’an, Katma, Kilis havalisinin Türklerle meskûn olduğunu Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğunun her işlemde göz önünde bulundurulmasını, her dâvâda bunun esas alınmasını” ve mütareke şartları açıklığa kavuşturuluncaya kadar asker çıkarılmasına engel olunmasını emretti. Gerçekten de Antakya’dan ve özellikle Halep’ten güneye inildikçe, özbeöz Türkmen olan yüzlerce aşiretin ana dillerini büyük ölçüde kaybettikleri, Arap kültürü içinde asimile oldukları ve Arapça konuşur hale geldikleri yaygın görülen ve kültürümüz açısından üzüntü veren bir gerçek halindeydi. Bu yönden, M. Kemal Paşa’nın sınır tesbitinde göz önünde tuttuğu ölçütler, derin gözlemlere ve önemli, sosyolojik, tarihi, sosyal ve kültürel gerçeklere dayanmaktadır ve o dönemde siyasi literatürde böyle bir kavram ve uygulama yoktur. Bu husus ta özgün uygulamalardan biridir ve kendi içinde değerlendirilerek gerçek layık olduğu değerin verileceği günü beklemektedir. 

3) Mondros Mütarekesinden sonra, İstanbul’dan gelen emirlere rağmen Osmanlı ordusunun, işgali önlemek için M.Kemal Paşa’nın emriyle düşmana ateş açarak işgalcilere engel olması İskenderun’da gerçekleşmiştir. 

5 Kasım 1918 günü Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan (Sadaret makamından) aldığı telgraf, İskenderun liman ve şehrinin bizde kalması, askerî ve mülki idaremizin aynen devam etmesi kaydıyla “Suriye’deki İngiliz ordusu komutanına İskenderun-Halep yolundan ve İskenderun limanından faydalanabileceklerini” bildirmesini istiyordu. Bunun üzerine, M. Kemal Paşa emrindeki kuvvetlere “İngilizler İskenderun’a asker çıkamağa teşebbüs edecek olursa ateş edilerek engel olunması” emrini verdi 5. 

İngilizlerin 6 Kasım 1918 günü İskenderun’da karaya çıkma girişiminde bulunması üzerine kıyıdan top ateşi açılmak suretiyle karaya çıkarma 
girişimleri engellendi. Bu ateş, tarihte Osmanlı ordusunun son ateşidir. Ama bu olay kaynaklarda ve harp ceridesinde yer almamıştır 

Olayı bizzat yaşayan Org. Muzaffer Ergüder’in anlatımına göre o sırada 3. Kolordu’ya ait toplar Belen’deki 41.Fırka merkezinden denize hâkim sırtlara getirilip yerleştirilmiştir. Muzaffer Ergüder o zaman 7. Ordu Harekât Müdürlüğünde görevli yüzbaşıdır.. A. İzzet Paşa’nın emre karşı gelindiğini düşünmemesi ve aleyhte delil teşkil edecek belge bırakılmaması amacıyla bilinçli olarak kayıtlara geçirilmeyen bu top atışı olayını Mustafa Kemal Paşa ilk defa İzmir’de 2.2.1923’te halka yaptığı konuşmada “…nitekim İskenderun 
Körfezi’ne yaklaşmak isteyen düşman donanmasına ateş ettim” sözleriyle doğrulamıştır 6. 

M.Kemal Paşa’nın ateş emrindeki amacı, çekilmeye devam eden orduların yolunun kesilmesini engellemekti. Nitekim 20. Kolordu’nun çekilmesi harekâtı da tamamlanınca, Mustafa Kemal Paşa 7 Kasım 1918 tarihli ve 68 sayılı emirle, İskenderun’a kuvvet çıkarma girişimlerine ateşle engel olunması görevinin kaldırıldığını bildirmiştir. 

4) M. Kemal Paşa’nın bu bölge için hayatını ortaya koymasının sebebi, halkın sahip olduğu sınırsız vatan aşkı ve pervasız Türkiye sevgisiydi. 

O, halkın rüyalarındaki kurtarıcıydı. 

Bu güçlü sevgi sayesindedir ki Antakya Türklerinin temsilcisi Türkmenzade Ahmet Ağa King- Crane Komisyonu başkanına göğsünü gererek “Türkler bize gelmezse biz Türklere gideriz.” cevabını veriyor, Antakya, İskenderun ve havalisinde analar, babalar evlâtlarını çete mücadelesi için uğurlarken, onları M.Kemal Paşa’nın bayrağı altına gönderiyorlardı. Bir baba ile oğlu arasında 
yaşanan şu vedalaşma sahnesi, bu sevginin mahiyetini ve boyutunu göstermesi bakımından güzel bir örnek oluşturmaktadır : 

Antakya’da Nuri Aydın Bey (Konuralp) 19 Temmuz 1920 günü Kuvayı Millîyeye katılmak için silahını kuşanıp evinden ayrılırken onu göz yaşları içinde uğurlayan babası ona der ki: 

“Oğlum, Mustafa Kemal Paşa’ya benden selam söyle… Oğlum, doğru Mustafa Kemal’in yanına… Allah size nusrat versin. Ben onun rüyasını gördüm: Uzun boylu, gözleri şimşek gibi çakan bir adam. Büyük bir tak kuruldu. Takın üstü Türk bayraklarıyla donanmıştı. Yanında birçok paşalar da vardı. Tak, devlete işaretti. Allah bilir, bu paşalarla beraber devleti o kuracaktır. Oğlum, doğru 
onun bayrağı altına!..” 7 İşte Hatay’da işgale karşı yapılan ölümüne mücadeleyi sürdüren güç, bu inanç ve bu güvendi. 

Çukurova’nın ve güney cephesinin yiğit direnişi bir destan; Hatay direnişi ise destan içinde destandır. Hal böyle iken, Tarih kitaplarımızda Millî Mücadelede Güney Cephesinde mücadele eden iller arasında Hatay’ın (ya da Antakya ve İskenderun’un) adını göremezsiniz. Millî Eğitim Bakanlığı- ya da tarihçiler- bu güne kadar inkılap tarihi kitaplarının Millî Mücadelede Güney Cephesi 
bölümünde, güney cephesinde mücadele eden iller arasına Hatay’ı almamakta anlamsız ve bilinçsiz bir ısrar göstermiş, böyle bir tutumun Hatay’ın destanlar yaratan kahramanlarının evlatlarını ve torunlarını ne kadar inciteceği düşünülmemiştir. 
Bakanlığın ve tarihçilerin o şerefli sayfalarda Millî Mücadelenin ilk kurşununu da atan, işgal ordularını dize getiren Hatay’a lâyık olduğu yeri vermek için neyi beklediklerini anlamak mümkün değildir. Hatay halkı, bu konunun en kısa zamanda ele alınmasını ve gerçeklere de aykırı olan bu tarihi kusurun düzeltilmesini beklemektedir. Bunu yapmamak, Hatay’ın, tanığı ve kefili Atatürk 
olan müthiş kurtuluş mücadelesini yok saymak demektir! 

Mustafa Kemal Paşa 1919’da Anadolu’da başlattığı millî direnişi tek boyutlu yürütmedi. Aynı zamanda Suriye’de Fransızlara karşı başlayan mücadeleyi de destekleyip orada da halkın tek ümidi haline geldi ve işgalcileri iki ateş arasında bıraktı.Bu sırada Suriye’deki Türk yanlısı unsurları teşkilatlandırıldı, davaya hizmet edecek unsurlara destek sağlandı. Bu ilişkilerin en somut ve en asil tarzda cereyan eden örneği, Şeyh Salih el Ali ile ilişki kurulması ve onun desteklenmesidir. 

Lazkiye civarında Cebel-i Nusayrıye’de nüfuzlu bir kişi olan ve kurduğu silahlı teşkilatla Fransızları bir hayli uğraştıran Şeyh Salih el Ali bir Mustafa Kemal hayranıydı ve Türk Kuvayı Millîyesi bu mücadelede ona destek oluyordu. Şeyh Salih, Mustafa Kemal Paşa’ya olan sevgisini göstermek ve minnetini ifade etmek için Maraş’taki Kolordu Komutanlığı aracılığıyla ata yadigârı bir kılıcı hediye 
olarak göndermiş, karşılık olarak Maraş’taki Kolordu Komutanlığı tarafından kendisine milis binbaşısı rütbesi verilmişti 8. 

5) 20 Ekim 1921’de Fransızlarla imzalanan Ankara İtilafnamesi, hem önemli bir siyasi belge, hem de Mustafa Kemal Paşa’nın yüksek dil ve kültür bilincini ortaya koyan bir sosyoloji olayıdır : 

İşgale karşı Çukurova bölgesi başta olmak üzere tüm Güney cephesinde ve özellikle Antakya, İskenderun ve havalisinde asker destekli Kuvayı Millîye çeteleri vasıtasıyla sürdürülen mücadele, Fransızları Türkiye ile barış istemeye zorlamıştı. Sonuçta, Ankara’da 20 Ekim 1921’de Suriye’nin işgalcisi Fransa ile Ankara İtilafnamesi (ön barış anlaşması) imzalandı. İmzadan sonra Türkiye- Suriye arasında sınır çizildi, Antakya-İskenderun ve havalisi (İskenderun Sancağı=bugünkü Hatay) çaresizlik ve zorunluluklar yüzünden sınırın 
güneyinde, Suriye içinde ve işgal altında kaldı. Ama bir madde, o bölgenin kalbini Türkiye’de bıraktı. Bu madde, İtilafnamenin 7. maddesi idi. 
Ankara İtilafnamesi’nin 7. maddesi, İskenderun mıntıkası için özel bir idare şekli kurulacağı, mıntıkanın Türk ırkından olan sakinlerinin kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkânlardan yararlanacağı, Türk dilinin orada resmi dil olarak kullanılacağı gibi hükümleri içine alıyordu. Derin bir sosyolojik bilgi temeline, dil ve kültür bilincine dayanan, toprak terkine rağmen Dil ve Kültür’ü koruma ve geliştirme hakkından vazgeçilmesine razı olmayan bu uygulama, o güne göre fevkalâde ileri bir görüşün ürünü olup, o çağda bir başka örneği yoktur. 

İtilafname ile Fransa Türkiye’ye askerî yardımda bulunmayı da vaat etmişti. Bu belki de bir devletin dünkü düşmanının güçlenmesi için maddi destek sağlamasının dünyada ender görülen örneklerden biriydi ve aynı zamanda “Fransa’nın müttefiki Yunanlıların rengini uçurtacak şeylerdi.”. Bu vaat de kısa süre sonra gerçekleşti, Mersin ve İskenderun limanlarına getirilen silah ve gereçler Adana-Konya demiryoluyla Batı cephesine ulaştırıldı 9. 

Bugün çoğu kişiye basit bir anlaşma gibi görünen Ankara İtilafnamesi gerçekte bir bilim, politika ve mantık zaferi, hatta General Sherril’e göre Sakarya Zaferi kadar anlamlı bir zafer ve yeniliklerle dolu müstesna bir belgedir. Çünkü hem düşmandan silah ve malzeme alınıp onun müttefikine karşı kullanılmış, hem bunlardan birine, Sevr’i hiç olmamış kabul ettiği anlamına gelen bir belge kabul ettirilmiş, hem de müttefik cepheyi parçalayıp birbirine düşürmüştür. 

6. Büyük Zafer işgal altındaki Antakya, 

İskenderun ve havalisinde de kutlanmış ve Mustafa Kemal Paşa için ilk destan Kırıkhan’da yazılmıştır. 
Halk şairleri millî coşkunluk, halkın sevgi ya da yas günlerinde halkın duygularını terennüm eden, halka tercüman olan kişilerdir. 

Kırıkhan yakınlarında bulunan Bayezid Bestami Ziyaret ve Camii İmam Hatibi Sefil Molla da bunlardan biridir. Şair Büyük Zaferin hemen ardından işgal altında kalan Antakya, İskenderun ve havalisi Türklerinin Mustafa Kemal Paşa’ya ve Türk ordusuna karşı beslediği sınırsız sevgi ve hayranlığı dile getiren bir destan yazar. Türkiye’de bu konunun ilk örneklerinden biri olan ve M.Kemal Paşa’yı Gazi, mehdi, nâsırı millet (millete yardım eden), hulki hasen (güzel huylu), hami-i İslam (İslamın koruyucusu), mimar-ı vatan (Vatanın kurucusu), 
mehdi-i ümmet (ümmete doğru yolu gösteren), mâhîi fiten (fitneleri ortadan kaldıran) gibi sıfatlarla öven bu destanda, hem Mustafa Kemal Paşa tasvir edilmekte, hem de halkın ona hayranlığı anlatılmaktadır. İşte bu destanın bir bölümü 10: 

7. Suriye’de Mustafa Kemal Sevgisi ve Büyük Zafer kutlamaları 

Büyük Zafer Türkiye’de olduğu kadar Şam’da ve Halep’te de sevinç ve coşkuyla karşılanmıştı. Halep’te gösteri ve şenlikler yapıldı. Suriye’de halk Mustafa Kemal Paşa’ya “Seyfü’l İslam” (İslamın Kılıcı) unvanını verdi 11. Suriyeli vatanseverler Fransızlara karşı mücadelelerinde Onu emsal alıyor, onunla öğünüyorlardı. Zaferi kutlamak için 10 Ekim 1922’de camilerde mevlit törenleri düzenlendi. Halep camilerinden birinde her gün törenler yapıldı ve masrafları Evkaf İdaresi tarafından karşılandı. Mustafa Kemal Paşa Şam Müftüsüne zaferi bildiren ve İslam davasının başarısı için dua edilmesini isteyen bir telgraf gönderdi. Şam’da birkaç camide törenler düzenlendi, M. Kemal Paşa’ya tebrik telgrafları çekildi. 

Bu sırada Suriye’de Mustafa Kemal sevgi ve sempatisi zirvedeydi. Buna paralel olarak bir çok yerlerde Türkiye sempatizanlarının oluşturduğu yerel kuruluşlar tarafından Türkiye lehinde bildiriler dağıtılıyor, afişler, yayın ve posterlerle propaganda çalışmaları sürdürülüyor, Mustafa Kemal resimleri taşıyan afiş ve kartpostallar kapış kapış satılıyordu. İşgalci Fransız idaresi bu durumdan çok rahatsızdı. 

Bu yüzden 1923 yılı başlarında Suriye’de Fransızlar Türklere karşı tutumlarını sertleştirerek “Kemalist” adını verdikleri Türkleri ve Türkiye yanlılarını takibe başladılar. Yayımlanan bir bildiride “bazı yerlerde Kemalizm propagandası kastıyla kitap ve resimlerin, Halep, Antakya ve Hama’da üzerinde Osmanlı Bayrağının bulunduğu Suriye haritalarının satıldığını” belirtilerek, güvenlik kuvvetlerince bunlara engel olunması, bütün harita, resim ve kitaplara el konulması isteniyordu 12. 

Nitekim bundan sonra Halep’te dükkânların önünde satılmakta olan çok sayıda Mustafa Kemal posterinin satışı da durduruldu 

1922 yılında büyük zaferin ardından Lozan’da başlayan barış görüşmeleri devam ederken, özellikle Anadolu’nun güneyinde Çukurova’yı merkez alan bir Ermeni yurdu kurulması konusundaki baskılar yüzünden görüşmelere ara verilmiş, bu yüzden heyetimiz geri dönmüştü. Mustafa Kemal Paşa, fevkalâde anlamlı ve iyi düşünülmüş bir strateji uygulayarak, 15 Mart 1923 günü Adana’ya gitti. 
Kendisini bütün Çukurova karşıladı. Sanki bütün Çukurova hareket için bir işaret bekliyordu! Burada Gazi’yi karşılayanlar arasında bulunan ve memleketlerinin kurtarılmasını isteyen Antakya-İskenderun ve havalisi halkı temsilcilerine “Kırk asırlık Türk Yurdu düşman elinde esir kalamaz” cevabını vermesi bir anlamda Lozan’daki baskılara bir cevap, işgal altında kalan Türklere bir müjde ve dünyaya bir mesajdı. Görüşmelerin sonucuna bakıldığında bu mesajın Lozan’da çok iyi algılandığı görülmektedir 13. 

8. Antakyalıların M. Kemal Paşa’nın izinden giderek şapka giymeleri: 

1925 yılında Gazi M. Kemal Paşa’nın şapka giymesinin hemen ardından Antakya’da bir grup Türk, belli çevreler tarafından dışlanmayı ve işgalciler tarafından mimlenmeyi göze alarak şapka giydiler ve şehirde bir süre şapkalı gezdiler. Ama baskılar eziyet haline gelince bir kişi hariç, diğerleri şapkaları çıkarmak zorunda kaldı. 

9. Kültürel erozyona karşı Gençspor Kulübü’nün ve Yeni Mecmua’nın kurulması: 

1926 yılında Türkiye Fransa ve İngiltere ile anlaşma gerginliği yaşamış, aynı dönemde İskenderun’da gerçekleşen, ama baskıyla bağımsızlık ilanı kararının geri aldırılması olayını “bir iç mesele” olarak değerlendirerek problem haline getirmemişti. Bu arada Türkler arasında Türkiye’ye göç eğilimi arttığından, Türkiye çeşitli müdahelelerle bu göçü önledi. Bir süre sonra Türkiye’nin teşviki ile mevcut siyasi ortamı değerlendiren Türkler, Antakya’da. 30 Ağustos 1926’da Antakya gençliği için bir üniversite değerinde olan Gençspor Kulübünü kurdular14. 

1928 yılında Antakya’da l5 Mayısta Yeni Mecmua, Halep’te 18 Mayısta Vahdet gazetesi yayımlanmaya başladı. Bunlar Atatürk’ün direktifi üzerine ve Türkiye’nin desteği ile çıkmış yayınlardı 15. 

Bu girişim İtilafname kapsamına girmekle birlikte o güne kadar izin verilmeyen hususlardan biriydi. Bu yayın, Gençspor’un hazırladığı ortamı destekleyecek ve fikir alanındaki boşluğu dolduracaktı. Gerçekten her iki yayın da büyük hizmet gördü. 

10.Antakya-İskenderun Havalisi Gazi’nin aklından çıkmıyor: 

1930 yılında Samsun Lisesi’ni ziyaret eden M. Kemal Paşa öğrencilerden birinden bir Türkiye haritası çizmesini ister. Öğrenci haritayı çabucak çizer, ama o günkü duruma göre sınır körfezden başlayıp düz bir hat halinde gitmektedir. Gazi çocuğa, “yavrum, sen burada 40 Asırlık bir Türk yurdunu unutmadın mı?” diye sorar ve tebeşiri alıp, eliyle bugünkü sınırlara benzeyen bir sınır çizer ve çocuğa 
sorar: Böyle olmayacak mı? Çocuğun cevabı: Paşam, sınırlarımız çizdiğiniz yerden geçer.16 

11. Atatürk’ün ülke çıkarına pragmatist davranması ve affediciliği, büyüklüğü: 

Yüzelliliklerden olan ve Halep’te yaşayan ünlü yazar Refik Halit Karakayış 1929 yılında orada “Deli” piyesini yayınlamıştır. Esasen Atatürk Refik Halid’in yazılarını takip etmektedir. Türkiye’nin yaşadığı değişimi ve değişimin yarattığı tepkileri zarif ve hicivli bir anlatımla aktaran bu piyes de, onu gözden düşürmek için Atatürk’e arzedilir. Ama o müstesna liderin farkı burada da kendini gösterir, 
bu piyesi çok sever ve “….“inkılâbımızı hicvetmiyor, tebarüz ettiriyor …, 
Tam devrim piyesi. Bu eseri Refik Halit’ten satın almalısınız. 

Memlekete dönmek onun hakkıdır” der. Ayrıca piyesin halkevi sahnelerinde oynanmasını ister 17. 

Ama Atatürk’ün de karşısında bu insaniyetin inceliklerini kavrayamayan beyinlerin yarattığı görünmez ve katı bir muhalefet vardır. Bu muhalefet “Deli” piyesinin sahnelenmesine engel olur. 

Atatürk, 10. yıl dolayısıyla sadece Refik Halit’in yazıları ve Türkiye lehindeki çabaları nedeniyle tüm yüzellilikleri affetmek ister Ama bu defa affa İsmet Paşa Lozan’ı ileri sürüp, Atatürk’ün bu tür ifadelere allerjisi olduğu bilindiği halde, anlaşmaya taraf devletlere sorulması gerektiğini söyleyerek karşı çıkar, İçişleri Bakanı’nın da ona katılması üzerine af gerçekleşmez18. 

12. 1934 yılının Nisan ayı sonlarında mutat sınır görüşmeleri için İskenderun’a gelen Antep Valisi Akif İyidoğan’ı Antakya’da 

“Atatürk bizi kurtarmak için gönderdi” diye onbine yakın Türk karşıladı ve “Yaşa Atatürk”, “Bizi kurtar!” nidalarıyla saatlerce tezahürat yaptı. Halk arabayı havaya kaldırdı, herkes arabada asılı olan küçük bayrağına yüz sürmeğe can atıyordu. Halkın duygularına set çekmek çok zordu. Kalabalığı kontrol etmeye çalışan polislerden biri, arabaya dokunmak için çırpınan bir ihtiyarı tutup sarsarak: 

“- Bre adam, ayakta duracak halin yok. Önünü görmezsin, kulağın duymaz, ne işin var burda, çek git!” dediğinde, ihtiyarın verdiği cevap çok anlamlıdır: 

“- Burnum koku alıyor ya, burnum... O bana yeter. Ben onunla yurdumun ve Atatürk’ün kokusunu alıyorum” 19. 

13. O yıllarda Refik Halit’in kitapları ve yazıları bölge Türkleri için bir şifa, bir teselli kaynağıdır ve Türkiye bunu yakından izlemektedir. 

Atatürk, af sağlayamadığı Refik Halit’ten vazgeçmemiş, af konusu içinde ukde olarak kalmıştır. 1934 yılının Temmuz ayında Türkiye’nin Halep Konsolosu Celal Mengilibörü Halep’te Refik Halid’i evinde ziyaret ederek Atatürk’ün, kendisini “hususi misafiri olarak” Ankara’ya davet ettiğini bildirir (başka türlü girişi imkansızdır!), Refik Halit çok sevinir, ama bir hükûmet meselesi çıkmasından, 
bir terslik çıkıp geri dönmekten, bu arada Fransızlarla da bozuşmaktan korkar, huzursuz olmaktansa resmi affı beklemeyi uygun görür. Cevap Atatürk’e arzedilir. Büyük adam gücenmek yerine ona hak verir 20. 

14. Atatürk’ün Amerika’daki etkisi ve Yüzelliliklerden Filozof Rıza Tevfik’in Amerika macerası: 
Yine yüzelliliklerden olan ve bu yıllarda, Lübnan’da yaşamakta olan Rıza Tevfik’le 1938’de aftan hemen sonra yapılan bir röportaj, Atatürk’ün dışarıdaki etkilerine işaret etmesi bakımından ilginç motifler taşımaktadır. 

Filozof birkaç yıl önce konferanslar vermek üzere Amerika’ya gitmiştir. Orada konferanslara çok rağbet vardır ve bu yolla binlerce dolar kazanmayı ummakta dır. Ama nereye gittiyse karşısına Henri Ford çıkmaktadır. Adam sanki tüccar değil, devlet içinde devlettir, ülkede kuş uçurtmamaktadır ve üstelik bir Kemalizm hayranıdır. (Hatta Rıza Tevfik’e göre İngiltere Kralı Altıncı Corc bile 
iliğine kadar Kemalisttir!). Onun 150’lik olduğunu öğrenince Atatürk aleyhinde konuşacağını zannederek gittiği her yerde konferans vermesine engel olurlar. Halbuki filozof güneşe yumruk sallayacak kadar ahmak değildir! O, Gümülcine’de seçim propagandası sırasında nasıl dayak yediğini, Maarif Nazırı olduğunda müsteşarının yüzünü unutup her gün misafir zannederek kahve ısmarlayıp kimsiniz efendim diye sorduğunu, Fuzuli’ye “acem şairidir” dediği için Darülfünundan nasıl sepetlendiğini anlatıp Amerikalıları güldürerek paraları cebine indirecektir, ama onu Atatürk aleyhinde konuşacağını zannederek konuşmasına fırsat vermezler, dolayısıyla umduğu paraları kazanmasını engellerler, Filozof ta hayal kırıklığı içinde geri döner 21. 

1937 yılında Sancak davasının çözümü üzerine Atatürk’ün Yüzellilikler için af çıkarılmasını arzu etmiş, ama hükûmette bir hareket olmamıştır. 

15. İskenderun Sancağı için siyasi mücadelenin başlaması: 

Hatay adı, Hatay bayrağı 9 Eylül 1936’da imzalanan Fransa- Suriye anlaşması İskenderun Sancağı’nın özel statüsünü dikkate almamıştı. 1 Kasım 1936’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış nutkunda Atatürk Sancak konusuna da temas etti. Bu konuşma mecliste büyük heyecan yarattı, coşkun sevinç gösterileri oldu ve gözyaşlarıyla alkışlandı. Yabancılar bu konuşmayı bir ültimatom olarak değerlendirdi. Gerçekten de bu müdahele Hatay için mutlak kurtuluş demekti. Türkiye artık güçlüydü ve hakkı olan yurt parçasını istiyordu !.. 

Atatürk, 2 Kasım 1936 günü, aynı zamanda Antalya Mebusu olan Tayfur Sökmen’i çağırttı. Ona, “Sökmen, bugünden itibaren dâvâya resmen el kondu. Antakya- İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle “HATAY” dır. Cemiyetinizin adını “ HATAY EGEMENLİK CEMİYETİ” olarak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün.... Gazânız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve muvaffak etsin” diyerek gerekli talimatı verip Sökmen’i gönderdi 22. 
Atatürk’ün talimatı yerine getirilerek “Antakya İskenderun Türkleri Yardım Birliği”’nin adı 12 Aralık 1936 günü ı “Hatay Erkinlik Cemiyeti” olarak değiştirildi. 

Aralık 1936’da Hatay Bayrağı’nın şeklini bizzat Atatürk belirledi ve Hataylılara armağan etti... 

2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder