YENİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ -Yükselen Bölgesel Aktör., BÖLÜM 1
Yeni Türkiye Cumhuriyeti -Yükselen Bölgesel Aktör Graham E. FULLER
Derleyen:
Halit YILDIRIM
24 Kasım 2008
Takdim
Her ne kadar siyasete askeri müdahale hâlâ mümkünse de, bu durum eskiye kıyasla daha az kabul edilebilir bir olgudur, hele Türkiye Avrupa Birliği (AB) üyeliği yolunda mücadele verdikçe. Türkiye’de AB üyeliği yolunda yürütülen kampanyaya AKP öncülük etmektedir. Soğuk Savaş sırasında Türkiye’nin asıl ilişkisi, anlaşılır şekilde ABD ileydi, ancak Fuller’ın da vurguladığı gibi, Türkiye’nin şimdi Avrupa, Avrasya ve Orta Doğu ile ilgili menfaatleri vardır. Washington politika yapıcılarının keşfetmekte oldukları gibi, artık Türkiye’nin gündemi ABD’nin gündemiyle örtüşmemektedir. Her ne kadar Washington’daki
Büyükelçilik Ankara için çok önemli olmaya devam etse de, Soğuk Savaşın sona ermesi, siyasette ve ticarette Avrupa’nın öne çıkması, artık Türkiye’nin jeopolitik konumunun kaçınılmaz olarak getirdiği değişiklikler ve fırsatlar Türkiye için çok yönlü bir dış politika dikte etmektedir.
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Türkiye, Orta Doğu’ya sırtını dönmüştür, Fuller bu olguyu “Kemalist tarihsel lobotomi”nin1 bir eseri olarak nitelendirmekte dir.
Türk-Arap ilişkilerinde uzun süren bir kesintinin ardından bugün artık Türkiye, bölge ile bağlarını yeniden kurmaktadır.
Türkiye, İsrail ile önemli bir stratejik ilişki geliştirmiş olmakla birlikte, bu yönelimini Orta Doğu’da geliştirmekte olduğu bir dizi başka ilişki ile de dengelemektedir. Türkiye’nin bağımsız dış politikasının en iyi göstergesi, komşusu, önemli bir ticaret ortağı ve Arap olmayan bir ülke olarak İran’la ilişkisidir. Özellikle Şah’ın 1979’da devrilmesinden sonraki on yıl olmak üzere, gergin geçen yıllardan sonra iki ülke makul derecede dostane ilişkiler
geliştirmiştir. Washington’un hoşuna gitmese de, Türkiye ve İran güvenlik konusunda ortak bâzı çıkarları olduğunu fark etmişlerdir. Bu durum, ABD ile Türkiye arasında gözlenen çıkar ayrışmasının önemli bir örneğidir.
“Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kendi yolunu ve kendi sesini buldukça, Soğuk
Savaş’ın daha basit hareket tarzlarına geri dönmenin imkanı olmayacaktır. Bundan dolayı, ABD-Türkiye ilişkilerinin kalitesi kaçınılmaz şekilde evrilip olgunlaşacaktır, aynen Türkiye’nin durumunda olduğu gibi.
Augustus Richard Norton
Boston Üniversitesi Antropoloji ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkçe Çevirisine Önsöz Söz konusu başlık benim tarafından değil, ABD’deki yayıncı tarafından seçilmiştir ve korkarım biraz yanıltıcı olabilir, zira kitap gerçekte Türkiye’de bir “Yeni Cumhuriyet”ten değil, daha çok yeni bir dönemden söz etmektedir. Doğru başlık “Türkiye’nin dünyadaki Yeni Yeri” olmalıdır, çünkü kitabın odaklandığı nokta budur.
İkincisi, gerek küresel düzeyde gerekse bölgedeki ABD politikalarına oldukça eleştirel baktığımı okuyucu fark edecektir. Üzülerek belirtmeliyim ki ABD, orta Doğu ve Avrasya bölgesinde hegemonik veya tahakkümcü bir rol oynamaya yeltendiği sürece Türk ve Amerikan politikaları bir ölçüde çelişik olmak durumundadır. Bu tür politikaların devri geçmiştir. Artık Türkiye’nin kendisini çevreleyen bütün bölgelerde ve bütün yönlerde önde gelen bir oyuncu olacağı çok-kutuplu bir dünyaya dönüşmek durumundayız.
1 Lobotomy (veya leucotomy):
Beynin bir kısmını kesip çıkartma; beynin ön tarafına girip çıkan sinir hatlarının iptal edilmesi; ciddi bir zihinsel hastalığın tedavisi için beyindeki bazı sinirlerin kesildiği, çoğu kez ciddi bilişsel ve kişiliksel değişikliklere yol açan tıbbi operasyon.
Türk dış politikasını takip ettiğim uzun yıllar boyunca, genel olarak Türkiye’nin
hemen hemen her komşusu ile ilişkileri kötüydü.
Aslında böyle olması gerekmiyor du. Oysa bugün Türkiye oldukça akıllı biçimde hemen her komşusuyla iyi ilişkiler kurmuş durumdadır.
İşte bu iyi komşuluk ilişkileri, Türkiye’nin bölgedeki güç ve etkisini geçmiş on yıllara kıyasla çok daha sağlam hale getirmektedir.
Bu arada okuyucularımdan bana bir iyilik yapmalarını istiyorum: Bir süre için,
1960’larda Türkiye’de istihbarat görevlisi olarak hizmet verdiğimi veya uzun yıllar CIA’de çalıştığımı unutun. Zamanla her şey değişir, benim görüşlerim de değişti. Lütfen bu kitabı sanki arkasında özel bir amaç güdüyormuş gibi okumayın. Argümanları ve analizi maksatlı değil. Söylediklerimi ciddiye alın, çünkü demek istediğim sâdece söylediğimdir, ne eksik, ne de fazla.
Kitap herhangi bir ABD politikasını veya istihbarat gündemini ileri taşımak için
tasarlanmış değildir. Gizli bir kanaldan ABD politikasına yardım etmek için yazıyor değilim. Esasen, ABD politika yapıcılarının çoğu bu kitaptan hoşlanmayacaktır. Graham E. Fuller/Vancouver, BC/Mart 2008-08-20
Çevirenin Ön Sözü
Her şeyden önce Fuller, Türkiye’yi ve İslam dünyasını iyi tanıyan biri. Hayatının bir bölümünde istihbarat görevlisi olarak, bir bölümünde bölgeye ve Türkiye’ye duyduğu kişisel ilgi ve yakınlık nedeniyle içinde bulunduğumuz coğrafyayı gezmiş, tanımış, gözlemlemiş biri. Türkçe, Arapça, Farsça ve Rusça biliyor. Bölgemizi çoğumuzdan daha iyi bildiği, gelişmeleri de gayet yakından takip ettiği kesin.
İkincisi, akademik kimliği de olan Fuller’ın takdire değer bir analitik yeteneğe ve
sağduyulu bir yaklaşıma sâhip olması.
Benim için Fuller’ı önemli kılan bir üçüncü husus ise, farklı din ve kültürlerin, farklı coğrafyaların yetiştirdiği insanlar olmamıza karşın, sorunların kaynağına ilişkin tespit ve çıkarsamalarının büyük çoğunluğunda aramızda bir frekans uyumu, bir paralellik olması.
Kitapta ileri sürülen görüşler elbette ki bazılarına ters gelecektir. Görüşlerine katılsak da, katılmasak da, Fuller’ın değerlendirmesi okunmayı, üzerinde ciddiyetle durup düşünmeyi hak ediyor.
Mustafa Acar/Ankara 7 Mart 2008
GİRİŞ
Türkiye Orta Doğu’da mıdır?
Sorunun basit cevabı tabii ki “evet”tir: Jeopolitik ve coğrafi yönden Türkiye, orta Doğu’nun bir parçasıdır; aynen Avrupa’nın, Akdeniz’in, Balkanların ve Kafkasların da bir parçası olduğu gibi. Fakat soru, aslında coğrafyanın çok ötesine; kimlik, oryantasyon ve derinlerde yatan arzularla ilgili meselelere de uzanmaktadır.
Oysa 1960’lara kadar ABD Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi, Türkiye’yi Yakın Doğu
İlişkileri Bürosu aracılığıyla takip ediyordu. Türkiye, NATO’ya katıldıktan sonra, tek bir kalem darbesiyle, Avrupa İlişkileri Bürosu’na transfer edildi. Hem Türklerin Batılı olma arzularını okşamak, hem de bürokratik kolaylık amacıyla, Türkiye gayet basitçe yeniden sınıflandırılmıştı (“sınıf atlatılmıştı” demeye cüret etsek mi acaba?)
Türkiye Avrupa’nın parçası olsa bile, orta Doğu’daki coğrafi konumu, Türkler bundan hoşlansa da hoşlanmasa da, ülkeyi Orta Doğu siyasetinin tam göbeğine kaçınılmaz şekilde çekmektedir.
On yıllarca yıldır ABD’nin sadık bir müttefiki olarak görülen Türkiye’nin bundan
sonra sadakatini rutin bir şekilde sürdürmeyeceğine dair açık işaretler bulunmaktadır. Elbette, Türkiye’deki bu tutum kayması, Washington’a karşı başka ülkelerin tutumunda meydana gelen değişikliklere paralel gitmektedir.
Uluslararası Stratejik Araştırma Örgütü’nün (International Strategic Research
Organization: ISRO) 2004’te yaptığı, Türklerin algılarına ilişkin saha araştırmasında ortaya çıkan çarpıcı sonuçlara göz atalım:
-ABD, Türkiye’ye yönelik bir numaralı tehdit olarak sıralanmıştır; bunu Yunanistan, Ermenistan ve İsrail takip etmektedir. Rusya yedinci, İran dokuzuncudur.
-ABD, Türkiye’ye en dost ülkeler sıralamasında yedincidir.
-Dünya barışını en çok tehdit ettiğine inanılan ülkeler sıralamasında ABD açık ara ilk sırada yer almış, ABD’yi İsrail ve İngiltere izlemiştir.
-Buna rağmen, ilginç bir şekilde, kriz zamanlarında (deprem, iç savaş vb.) Türkiye’nin en çok güvenebileceği ülkeler sıralamasında ABD ilk sırada yer almıştır.
Böylesi bir baş döndürücü ve kontrol dışı değişim ortamında çok az Müslüman ülke, bu tür bir sendeletici geçiş sürecini başarıyla veya olumlu bir şekilde geride bırakabilmiştir.
Sonuç olarak, yeni ve daha bağımsız tarzında Türkiye artık, bölgede basit bir Batı “hayranı” olarak algılanmaktadır. Müslüman dünyada Türkiye ilk defa olumlu anlamda izlemeye-ve belki de taklit etmeye-değer bir ülke olarak görülmektedir. Dinî açıdan Türkiye nüfusunun %99.8’i Müslümandır. Mezhep açısından bakıldığında ise, güçlü bir cemaatsel kimlik duygusuna sâhip hatırı sayılır (yüzde 30) bir Alevi (heterodoks Şii) topluluk mevcuttur. Buna ilave olarak, Türkiye açıkça çoklu bir etnik yapıya sahiptir:
Ülkedeki en büyük etnik azınlık olan Kürtler, nüfusun yaklaşık %20’sini temsil etmekte ve Türkçe-olmayan, Farsça ile akraba bir dil konuşmaktadırlar.
Her ne kadar durum biraz iyileşmiş olsa da, Türkiye’nin “Kürt sorunu” henüz
çözülmüş olmaktan çok uzaktır; üstelik Saddam sonrası Irak’ta Kürtlerin izlediği siyaset nedeniyle, şimdi artık daha karmaşık bir hal almıştır.
İslami hareketler Orta Doğu’ya yayıldıkça, Türk hükümetinin siyasal İslam’ın her türüne karşı hasmane tutumu, ülkenin İslami radikalizme karşı bir siper olma imajına katkıda bulunmuştur. Buna ilaveten, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra, yeni bağımsızlığa kavuşan, orta Asya’daki Türki devletlerle etnik bağları, Türkiye’nin stratejik önemini arttırmıştır; aynen Hazar ve Orta Asya petrol ve doğal gazının dağıtımında bir geçiş güzergahı olma planlarının da ülkenin stratejik önemini arttırdığı gibi. Bu zaman zarfında Türkiye İsrail
ile askeri ilişkilerini de yoğunlaştırmıştır.
11 Eylül 2001’den sonra Washington, Terörizmle Küresel Savaşta (TKS), bölgedeki ABD askeri operasyonlarını desteklemek konusunda Türkiye’nin kendisine doğal bir ortak ve destek kaynağı olmasını ve anti-İslamcı ideolojinin muhkem sembolü olarak kalmasını beklemiştir. Ancak bu beklentiler Washington’un umduğu yönde gerçekleşmemiştir.
Kitabın anahtar iddialarından biri, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin-orta Doğu ve
Avrasya’dan uzun bir anormal izole olma döneminden sonra-bugün artık yeniden Orta Doğu siyasetinin bir parçası haline gelme sürecinde olduğudur. Bu süreç, Türkiye’nin dünyadaki yeni jeopolitik konumuna ilişkin genişleyen vizyonuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla, Batı’nın son yarım asırda kendisinden gayet memnun olduğu Türkiye, şimdi yeniden dönmekte olduğu uzun dönemli rotadan geçici bir jeopolitik sapmayı temsil etmektedir. Her ne kadar bu “tarihin dönüşü” Türkiye ’nin Batı ile ilişkisini kısmen sulandırıp karmaşıklaştırsa da, aynı zamanda bu ilişkiyi zenginleştirmekte ve tamamlamaktadır.
Bu kitapta aynı zamanda Türkiye’nin, ABD ile ilişkisinin daha önceki yakınlık
düzeyini üç temel nedenle büyük ölçüde kalıcı biçimde kaybetme sürecinde olduğu ileri sürülmektedir. Birincisi, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Avrupa siyasetinin yeniden düzenlenişi, Türkiye’ye yönelik başlıca stratejik-jeopolitik tehdidi ortadan kaldırmıştır.
İkincisi, hemen hemen aynı zamanda, Washington’un Orta Doğu’daki bölgesel gündeminin Ankara’nın bölgedeki kendi çıkarlarıyla çatıştığı algısı giderek güçlenmektedir. Üçüncüsü, Ankara, alternatif siyasî ve ekonomik opsiyonlar öneren Müslüman dünya, Avrasya, Rusya ve Çin ile giderek daha fazla yeni stratejik bağlantılar kurmuştur.
Her ne kadar bu ilişkiler büyük ölçüde AKP yönetimi altında hızlanmışsa da, ben bu özel kaymayı, Ankara’nın Washington ile bağlarını kaçınılmaz şekilde değiştirecek, uzun dönemli bir jeopolitik kayma olarak değerlendiriyorum.
Washington’un bakış noktasından Türkiye, bugün artık çok daha zor, bağımsız
düşünen, daha önceki on yıllara kıyasla çok daha az güvenilir bir müttefiktir, hâttâ bazıları Türkiye’nin kaybedildiğini bile söyleyebilir.
2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder