AB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2020 Çarşamba

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 2

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 2


AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

   AB Bakanlığı ’’Fasıl-15 Enerji’’ başlığında faslın müzakere sürecinde geldiği aşamayı şu şeklide açıklamaktadır: ’’… Enerji faslına ilişkin olarak, Mart 2007 
tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan tarama sonu raporu halen Konsey’de görüşülmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi bazı üye 
ülkelerin menfi yaklaşımları nedeniyle gelişme kaydedilememektedir. GKRY engelinin aşılması halinde enerji faslının başka bir engel ile karşılaşmaksızın 
müzakerelere açılabilecek fasıllar arasında olduğu değerlendirilmektedir… Bu kapsamda Mart ve Nisan 2012’de yapılan Çalışma Grubu Toplantılarında işbirliği 
için beş ana unsur belirlenmiştir:
- Türkiye ve AB’de Enerji Senaryoları ve enerji sepeti;
- Piyasa Entegrasyonu ve alt yapıları geliştirilmesi;
- Enerji İşbirliği;
- Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz enerji teknolojileri;
- Nükleer enerji ve radyasyondan korunma.

Bu alanlarda uzun dönemde enerji sektörü için ortak niyetlerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaların sonucunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın ve Avrupa Komisyonu yetkililerinin katkılarıyla ‘Türkiye-AB Enerji Sektörü Geliştirilmiş İşbirliği Belgesi’ oluşturulmuştur… Ülkemiz ve AB arasında enerji işbirliğindeki üst düzey diyaloglar devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye ve AB arasında, enerji tedarik kaynaklarını güvence altına alma, çeşitlendirme ve rekabetçi enerji pazarları oluşturma hedefleri doğrultusunda 16 Mart 2015 tarihinde ‘Yüksek Düzeyli Enerji Diyalogu’ başlatılmıştır. Buna ilişkin taraflarca ‘Ortak Deklarasyon’ 17 Mart 2015 tarihinde yayımlanmıştır.’’

11. Cumhurbaşkanımız Sayın A. Gül, Milletvekili olduğu dönemde 8.3.1995 tarihinde TBMM’de yaptığı bir konuşmada aynen şunları dile getirmiştir: 
’’Türkiye’nin AB’ye giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları bunu söylemektedir. Avrupalı 
filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü AB bir Hıristiyan kulübüdür. 2001 yılında sayın başbakan Türkiye’nin AB’ye gireceğini söylediler. AB’nin dokümanları var. 2010 yılında projeksiyon yapmış AB’ye tam ülkeler kim olacak diye. Dünkü komünist ülkelerin hepsi, hatta Baltık ülkeleri Lituanya, Estonya, Sırbistan, Çek’ler, Macar’lar, Bulgar’lar, Malta, Rum Kesimi bütün bunlar var mı? Hepsi bunların var. Peki, Türkiye’nin ismi geçiyor mu bu dokümanda? 

Türkiye’nin ismi yok. Gerçekler saklanıyor.’’  İşte her kelimesi ile doğru, güzel, anlamlı ve manidar ifadelerle dolu her Türk vatandaşının hislerine tercüman olan gerçek bir yaklaşım. Yarınlarda AB’ye girmek için Türkiye’nin önüne 1999 Helsinki Zirvesi,  2000 Kasımında Türkiye Hakkında Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi ve 2005 AB İlerleme Raporundaki, sınırların barışçıl bir şekilde çözülmesi konusunda Ege Denizi’ndeki sorunların Yunanistan’ın menfaatleri doğrultusunda çözülmesi, Ada ve adacıkların Yunanistan’a terk edilmesi (21.YY. Türkiye Ens. 17 Mart 2015 / Sayın Prof. Dr. Ü. Özdağ’ın makalesinde 16 Türk Adası ve bir kayalığın sessiz sedasız Yunanistan’a terk edildiği açıkça dile getirilmektedir) Kıbrıs’ın bir kısmının verilmesi, D.Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz arama faaliyetlerine son verilmesi ve azınlıklara daha çok haklar verilmesi istekleri gündeme gelirse AB’ye girmek için yine ayakta mı bekleyeceğiz?


    Diğer taraftan AB Bakanlığı’nın açıklamalarında ’’AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin 
enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 
1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 
AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. 
Enerji 2020 Stratejisi ile, pozitif bir etki yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını %80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar analiz edilmektedir. 

Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici nitelik taşımaktadır.’’ İfadeleri yer almaktadır.
   Rusya hariç bütün Avrupa ülkeleri ve AB hayatlarını devam ettirebilmek için Asya ve Afrika’nın kaynaklarına muhtaçtırlar. AB enerji konusundaki sorunlarını çözmek için de büyük oranda Türkiye’ye bağımlı hale gelecektir. Gelişen enerji sistemleri bunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. AB enerji meselesini çözmek için:

1.      Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmalıdır. Bunun için de Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
ulaşmasına yardımcı olmalı, yatırımlara katılmalıdır.
2.      Ortadoğu’da yaşanan vahşetin sona ermesi konusunda ABD’nin dikkatini çekip, Türkiye ile olan ilişkilerini barıştan yana koymalıdır.
3.      AB ülkeleri, fosil kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde kullanılmasını durdurup, (birincil enerji kaynaklarının % 12,9’nu tüketmektedir) yenilenebilir 
kaynakların kullanımı konusunda Birlik olarak politik kararlar almalıdır. 
Böylece sera gazı salınımlarını en az seviyeye indirebilirler. 2011 yılında Almanya’nın sera gazı salınımı 940 milyon ton, İngiltere’nin 586 milyon ton, 
Fransa’nın 502 milyon ton olup, AB ülkelerinin toplam sera gazı salınım miktarı 4.715.000.000 tondur.
4.      Nükleer santrallerin ciddi tedbirler alınarak inşası yapılmalıdır. Avrupa’da meydana gelebilecek bir Çernobil hadisesi bütün Avrupa’yı tehdit 
edebilir. Bundan Türkiye’de çok büyük zarar görebilir.
   Diğer taraftan ETKB Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün Dünya Enerji Görünümü 4-11 Kasım 2011 raporunda şu ifadeler yer almaktadır:’’AB enerji firmaları, 
piyasanın kötü işleyen kurallarına uymak için zor bir mücadele ile karşı karşıyadır. Piyasanın kötüye kullanımı düzenleyici otoriteler için her zaman 
temel endişe kaynağı olmuştur, ancak küresel mali krizden bu yana, bu durum daha da hızlanmıştır. Avrupa enerji piyasasını da içeren ve diğer alanlarda da 
kendini gösteren bu eğilime hem AB’de hem de ABD’de düzenleyici otoriteler önce yumuşak tedbirler almıştır. Ancak daha sonra hem düzenleyici otoriteler hem de yasa koyucular sistem içerisindeki firmalara daha ağır cezalar getirmişlerdir.’’
16-23 Şubat 2015 raporda ise şu görüşlere yer verilmiştir: ’’Basına sızan Taslak ‘Enerji Birliği İçin Strateji Belgesine’ göre, Avrupa Komisyonu, tek bir enerji 
piyasası oluşturmanın önündeki engelleri kaldırmak amacıyla AB enerjikurumlarına daha fazla yetki vermeyi arzulamaktadır. Enerji Komiserleri Maros Sefcovic ve Miguel Arias Canete tarafından açıklanacak Enerji Birliği İçin Çerçeve Strateji Belgesinin temel amacı tamamen entegre bir Avrupa enerji piyasasını hayata geçirmektir. Bahse konu belgede, AB’nin iç enerji piyasasında hala yoğunlaşmanın söz konusu olduğu ve AB her ne kadar Avrupa seviyesinde enerji kurallarını oluştursa da pratikte 28 ulusal düzenleyici çerçevenin söz konusu olduğu belirtilmiş olup, tüm üye devletlerce hayata geçirilecek reformlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır.’’
   Türkiye kısıtlı enerji kaynaklarına sahip olan bir ülkedir. Bu sebeple de dışa bağımlı olmaktan kurtulamamaktadır. Kendi öz kaynaklarının tamamını kömür, 
hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal ve diğer yenilenebilir kaynaklarının tamamını kullansa dahi yinede gerekli enerjinin temini konusunda hidrokarbon kaynaklarına 
ve uranyuma ihtiyacı vardır. İşte ülkenin baştan aşağı boru hatlarıyla sarıldığı bir süreçte bunu çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Amiyane ifadeyle Türkiye 
‘’boru hatları geçen hanı’’ olmamalıdır. Diğer taraftan ileride bu boru hatlarının başımıza bir iş açmaması da en büyük temennimdir.

Uzman Hakkında
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
   AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye 
  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi 
  AB Üyeliği Tılsımlı Değnek Değil-İşte Yunanistan 
  Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış 
  Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar 
  Kömür Madenciliği 
  Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması 
 
 DERS-ULUSLARARASI İLİŞKİLER 

  Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir? 
   Nükleer Enerji Santrallerinde Yakıt ve Deprem Konusu 
  Türkiye Adalar Denizi ve Kıta Sahanlı'nda Savaş Değil Bilim ve Adalet İstiyor 

  Enerji İlişkileri 
  Jeotermal Enerji  
  Hafife Alınan Ancak Sonuçları Çok Ağır Olacak Bir Tehlike: Deprem  
  Rüzgâr Enerjisi 
  SOMA’NIN İSYANI: YETER ARTIK! 
  Şeyl Gaz Gerçeği 
  Su Yönetimi Siyasetin Değil Devletin Bir Meselesi Olmalıdır 
  Enerji Ve Boru Hatlarında Siyaset Oyunları 
  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 
  Çevre Enerji Ve Madencilik İlişkileri 
  Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar 
  Maden Varlığımızın Ülkemizin Kalkınmasına Etkileri 
  Ülkemizin Enerji Kaynakları 
  Nükleer Enerjinin Önemi 
  Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır 
  Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri 
 
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/abnin-enerji-politikalari-ve-turkiye

***

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 1

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 1

AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

Uzman 
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
21 _ Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.
01 Mayıs 2015 Cuma  
 Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
08 Nisan 2015 Çarşamba

AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye
Muhittin Ziya Gözler tarafından yazıldı.


   10.523.000 km2’lik yüzölçümü, 700 milyona yaklaşan nüfusu, yeraltı ve enerji kaynakları bakımından zengin olmayan, ancak dünya sanayi üretiminin 1/3’nü gerçekleştiren Avrupa Kıtası’nda 50 ülke bulunmakta, bu ülkelerden de bugün için 28’i AB’ni meydana getirmektedir. 17 Aralık 2004 yılında AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için Papa X.Innocent’in heykelinin önünde alay-ı vâlâ ile imzalanan anlaşmanın üzerinden geçen 11 yılda acaba kaç arpa boyu yol alındı? Bu siyasi tartışmayı bir tarafa bırakıp, AB’nin enerji politikalarıyla ilgili çalışmalarını aktaramaya çalışarak Türkiye’nin ileride başına gelebilecek tehlikelere değinelim. Konumuz enerji olduğu için AB Bakanlığı’nın AB’nin enerji politikaları konusundaki görüşlerine kısaca yer verelim: ’’ Avrupa Birliği’nin 
(AB) enerji politikalarının üç temel amacı bulunmaktadır: 
• Rekabetçi bir enerji piyasası oluşturulması, 
• Enerji arz güvenliğinin temin edilmesi, 
• Sürdürülebilir kalkınma temelinde çevrenin korunması. 
AB, enerji alanında politika oluştururken bu üç amaç arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. AB mevzuatı, rekabet gücü yüksek, güvenli ve sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturulması, tüketiciye daha fazla seçenek ve daha ucuz fiyatlar sunulabilmesi amacıyla enerji piyasalarında serbestleşmenin sağlanmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Sürdürülebilir bir enerji politikası için, iklim değişikliği ile mücadele AB’nin enerji politikasının önemli bir bileşenidir. 
Bu amaçla Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Mart 2007 tarihinde onaylanan Enerji ve İklim Değişikliği Paketi ile 2020’ye kadar gerçekleştirilmesi 
öngörülen üç önemli hedef ortaya konmuştur: 

• Sera gazı emisyonlarının 2020 yılına kadar 1990 yılına oranla en az %20 azaltılması, 
• Enerji arzında yenilenebilir enerji payının 2020 yılına kadar %20’ye çıkarılması ve ulaşımda biyoyakıt kullanım oranının en az %10’a ulaşması, 
• Birincil enerji tüketiminde 2020 yılına kadar %20 tasarruf sağlanması. 

Bu hedeflerin hayata geçirilebilmesi için enerji tek pazarının tamamlanması gerekmektedir. Bu amaçla Komisyon, 2007 yılında “Üçüncü Paket” 
olarak adlandırılan mevzuat önerilerini açıklamıştır. Söz konusu Paket, enerji arz/satış ve üretim faaliyetlerinin, doğal tekel niteliği taşıyan şebeke (iletim 
ve dağıtım) işletiminden hukuken ve fonksiyonel olarak etkin bir şekilde ayrılması, ulusal enerji düzenleyicilerinin bağımsızlıklarının artırılması ve 
piyasa faaliyetlerinde şeffaflık sağlanması gibi hususları kapsamakta olup, elektrik ve doğal gaz piyasalarının tamamen rekabete açılmasını hedeflemektedir. 
Paket kapsamında ayrıca, boru hatları ve şebeke erişimine ilişkin standartların birbiriyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla 2009 yılında Avrupa Elektrik İletim 
Sistem Operatörleri Ağı (ENTSO-E) kurulmuştur. 2020 hedeflerine ulaşmak için mevcut stratejilerin yetersiz kalacağını öngören AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 
2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 

1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 

AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. Enerji 2020 Stratejisi ile pozitif bir etki 
yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. 
AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını % 80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 
tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar 
analiz edilmektedir. Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden 
geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici 
nitelik taşımaktadır.’’

   Bu kısa bilgiden sonra AB ülkelerinin enerji kaynaklarına bir göz atalım. AB ülkelerinin 2013 yılı birincil enerji tüketimi 1744,2 milyon TEP’ dür. Bu rakam 
dünya birincil enerji tüketiminin % 12,9’una karşılık gelmektedir. Dünya petrol rezervlerinin % 0,4’ü, doğalgaz rezervlerinin % 0,8’i, kömür rezervlerinin % 
6,1’i, hidrolik enerjinin % 8,3’ü, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının % 37’si AB ülkelerinde bulunmaktadır. AB ülkeleri kullandıkları enerjinin % 35’ini 
de nükleer enerjiden elde etmektedirler (Kaynak: BP Statiscal Review World Energy 2014). 2014 itibariyle AB ülkeleri tükettiği enerjinin % 55’ni ithal 
etmektedir. Petrolde % 84, doğalgazda % 66, kömürde % 53, nükleer kaynaklarda tamamen dışa bağımlıdır. Enerjide en fazla bağımlı olduğu ülke Rusya Federasyonu’dur. Kıta Avrupası’nın da tamamının Rus gazına bağımlı olduğu bilinmektedir. (Ş.1)
                 
                                    (Ş.1 Rus Gazına bağımlı olan ülkeler)

  1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizleri AB ülkelerini etkilemiş ve enerji arz güvenliğinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine AB ülkeleri kendi 
kısıtlı kaynaklarının kullanma, yenilenebilir kaynaklara yönelme, enerji teknolojileri konusunda çalışmalar yaparak enerji ithalatlarını azaltma konusunda politikalar belirlemeye başlamışlardır. Yapılan çalışmalar sonrası AB ülkeleri enerji politikalarını da şu üç esas üzerinden yürütmeye karar vermişlerdir. 

1. Arz güvenliği, 
2. Çevre koruması, 
3. Rekabet ortamının geliştirilmesi. 

AB ülkeleri aldıkları tüm tedbirlere rağmen yine fosil kaynakları kullanmaya devam etmişler, nükleer enerjiye daha çok önem vermişler ve de yenilenebilir kaynaklara da yönelmeye başlamışlardır.

AB ülkelerinin enerji verilerini aktararak AB’nin enerji geleceğini ortaya koymaya çalışalım. AB ülkelerinin enerji ithalatında % 32 oranında Rusya’ya, % 12 Norveç’e, % 5 S.Arabistan’a, %4 Kazakistan’a, % 4 Nijerya’ya ve % 36 diğer ülkelere bağlı olduğu bilinmektedir.
BP’nin verilerine göre, AB ülkelerinin 2013 yılında tükettiği toplam petrol miktarı 541.400.000 ton, doğalgaz tüketim miktarı 393.300.000.000 m3 ve kömür 
tüketimi de 275,1 MTEP’ dür. AB ülkelerinin hidrolik enerji potansiyeli 31,6 MTEP, yenilenebilir diğer kaynaklar ise 106,2 MTEP’ dir. 2013 yılı itibariyle 
AB’ye üye ülkelerin toplam birincil enerji tüketimi 1744,2 MTEP’ dür (Almanya-325 MTEP, Fransa-248,4 MTEP, İngiltere-200,0 MTEP, İtalya-158,8 MTEP, 
İspanya-133,7 MTEP).AB’ye üye on ülkenin toplam elektrik tüketimi yaklaşık 3000 TWh olup (Almanya-579,21 TWh, Fransa-476,50 TWh, İngiltere-346,16 TWh, İtalya-327,47 TWh, İspanya-258,48 TWh), kişi başına elektrik tüketimi; Lüksemburg-15511 kWh, Belçika- 8072 kWh, Fransa-7318 kWh, Almanya-7083 kWh, İspanya-5604 kWh, İngiltere-5518 kWh’tir.

AB ülkelerinde toplam 132 NS bulunmakta bu santrallerin kurulu güç toplamı da 131.476 MW’ tır (dünyada toplam 435 NS bulunmakta, toplam kurulu güç 
371.973 MW’ tır).

İşte böylesine dışa bağımlı olan kaynaklarla enerji tüketen Cermen, Anglosakson, İskandinav, Slav, İber Yarımadası Devletleri ile Yunanlı’ların meydan getirdiği 
ve Katolik, Protestan, Ortodoks ve diğer bazı mezheplerin bulunduğu bu 500 milyonluk birliği ciddi sorunların beklediği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 
2030 yılında eneri kaynaklarında % 70’lere varan bir dışa bağımlılık oranı gerçekleşeceği için tehlike daha da büyüyecektir  (günümüzde AB’nin yıllık 
petrol faturası 300 milyar eurodur). Zira 2030 yılın dek AB ülkelerinin enerji talep artışı % 30’lar civarında olacaktır. İspanya Enerji Bakanı 2035 yılında 
AB’nin petrolde % 95, doğalgazda % 80 oranında dışa bağımlı olacağını ifade ederek AB ülkelerine ciddi bir ikazda bulunmuştur.
 
  AB ülkeleri dünya enerji kaynaklarının yaklaşık olarak % 3’üne sahip olup, toplam enerjinin % 17’sini tüketmektedir. Günümüzde % 55 oranındaki dışa 
bağımlılık 2030 yılında % 70’e yükselecektir. AB ülkelerinin petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılıkları Ukrayna krizinden sonra bu ülkeleri rahatsız 
etmiş ve kaynak çeşitlendirilmesi yönündeki çalışmalarını hızlandırmışlardır. 
Fransa nükleer yakıt sıkıntısına girmemek için Nijer ile görüşmeleri sıklaştırmış, Mali’nin işgal edilmesi ise buradaki kaynakları ele geçirmek 
olarak yorumlanmıştır. AB ülkelerinin tamamı yenilenebilir kaynaklara yönelmiş, AB’nin Visegrad Grubu (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya) sadece 
Rusya’ya bağımlı kalmamak için ABD’den doğalgaz etmek konusunu gündeme getirmişler, Romanya şeyl-gaz araştırmalarına başlamış ve AB doğalgaza 
bağımlılığı azaltmak için 2011’de 179 milyar m3 LNG ithalatı yapmışlardır. AB ülkeleri kendi kaynaklarını ne kadar kullanırlarsa kullansınlar yeterli 
olamayacağından fosil kaynaklara ihtiyaçları devam edecektir.  Bu sebepten ötürü AB ve hatta bütün Kıta Avrupası Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz’deki 
kaynaklara muhtaçtır. Buradaki kaynaklar deniz yolu veya boru hatlarıyla Avrupa’ya ulaşabilir. İşte bu noktada Türkiye gündeme gelmektedir. Türkiye 
Azerbaycan, Türkmenistan, İran ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Avrupa’ya taşıma güzergâhı üzerinde bulunan bir ülkedir. İleride 
Mısır ve D.Akdeniz’deki kaynaklarda Türkiye üzerinden sevk edilebilir. Türkiye bir ’’DOĞALGAZ HUB’’ı olma potansiyeline sahiptir. Irak-Türkiye HPBH, 
Bakü-Tiflis-Ceyhan HPBH, Bakü-Tiflis-Erzurum DGBH, Türkiye-Yunanistan DGBH, Rusya Federasyonu-Türkiye DGBH, İran-Türkiye-Avrupa DGBH ve TANAP 
ile ve de ileride inşa edilecek hatlarla Türkiye, Avrupa’nın adeta kaderiyle oynayacak bir konuma gelebilir. Şah Deniz-2 sahasından çıkarılacak olan doğalgaz 

Türkiye’nin 20 ilinden geçtikten sonra aşamalı olarak 16-22-31 milyar m3 doğalgazı Avrupa’ya ulaştırılacaktır. 

  10 milyar dolara mal olacak olan TANAP’tan geçecek bu doğalgaz miktarının AB’ye yeterli olamayacağı aşikârdır. Görünen o ki, yeni TANAP’ların yapılması 
gündeme mutlaka gelecektir. 

Ne var ki, AB’nin Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumu, Türkiye-AB ilişkilerinde daha uzun süre soğukluğun devam edeceğini göstermektedir. 
500 milyon nüfusa sahip AB’nin 77 milyon nüfusu olan Müslüman bir ülkeyi kendi içine alması, ötesinde kabul etmesi çok zor görünmektedir. 
AB Türkiye’nin nükleer enerji konusunda Rusya ile olan ilişkisi, yenilenebilir kaynaklara yeterince yatırım yapmaması ve Ortadoğu politikaları sebebiyle her 
konuda olduğu gibi enerji konusunda da Türkiye’ye soğuk davranmaya devam etmekte ve müzakerelerde Enerji Faslını açmamaktadır. 
Ancak, AB enerji politikasının esasını teşkil eden arz güvenliği için enerji çeşitlendirilmesi konusunda Türkiye’ye muhtaçtır ve mahkûmdur. 
Diğer taraftan yukarıda ifade etiğim gibi AB ülkeleri arasında farklı enerji politikaları takip edilmektedir. 
Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinin müspet olması, Fransa’nın nükleer yakıt tedarikinde Afrika ülkeleri ile ilişkilerini sıcak tutması, diğer ülkelerin Ortadoğu ve 
K.Afrika ülkelerine yakınlaşmaları ortak bir enerji politikasının oluşturulması yönünde ciddi engel teşkil etmektedir. Zira ulus devlet anlayışı her fikrin, 
anlayışın ve birliğin üzerinde görülmektedir.

***

17 Mayıs 2020 Pazar

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’ VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 2

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA  KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN  ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’  VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 2




“2006 yılı sonuna kadar Türkiye’nin yürüttüğü harekâta 27 Aralık 2006
tarihinde Rusya Federasyonu da katılmıştır. 17 Ocak 2007’de Türkiye ve Ukrayna Deniz Kuvvetleri Komutanları Ukrayna’nın katılımına ilişkin protokol
imzalamışlardır. Bu harekâtın görevi yasadışı faaliyetlere karıştıklarından şüphe
duyulan ticari gemileri tespit etmek ve izlemektir.”13

Bundan başka; öncelikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin ve sonrasında diğer küresel ve bölgesel güçler anlamındaki aktörlerin Karadeniz’de çok uluslu askerî tatbikatların gerçekleştirilmesinin ne denli önemli olduğunu unutmamaları gerekmektedir.

Bununla ilgili olarak; 1997 yılından beri her sene düzenli olarak Ukrayna’da ve bu sene 2013 yılının Temmuz ayında Karadeniz’de (Ukrayna’da) ‘Deniz Meltemi 2013’ adlı bir askerî tatbikatın düzenlenmiş olduğunu belirtmekte fayda var. Sözkonusu tatbikat bölgedeki güvenlik ve istikrarı kalıcı hale getirmek amacıyla 12 gün sürmüş ve birleşik olarak kara-hava-deniz olarak gerçekleşmiştir. Tatbikat hakkında ayrıntılı bilgi sunan Harp Okulu Uluslar arası İlişkiler Bölümü eski başkanı ve halen Bilgesam Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı:
“Deniz Meltemi 2013 gibi tatbikatların bölge donanmalarını bir araya getirmek
suretiyle bölgede barış ve istikrara hizmet ettiğini ve katılımcıların bölge realitesine yönelik ortak görüş ve çıkarları paylaştıklarını”14 dile getirmiştir. Devamında “Bu kadar önemli bir listede yer almak, ülkemizin kendi deneyimlerini paylaşmasının yanı sıra bölgenin kendini savunma kapasitesini de arttırmaktadır”15 demiştir. Yine bundan başka; diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de Karadeniz Havzası’nın güvenliği sağlamak için; Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı kapsamında yürütülen ve Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Rusya ve Ukrayna’nın katıldığı programın ortak yönetim makamı Romanya Kalkınma ve Bayındırlık Bakanlığı’ dır. Programın Türkiye’de yürütülmesinden ise kısa adı TİKA olan Türk İşbirliği İdaresi ve Kalkınma Ajansı sorumludur.

Ukrayna

S.S.C.B’nin dağılmasından sonra kurulan Ukrayna, bir taraftan AB taraftarları öte yandan eskisi gibi Rusya’ya bağlanma isteğinde olanlar olmak üzere ülke olarak ikilem yaşamaktadır:

“Ukrayna ise Batıya entegre olmak isteyenlerle Rusya ile birlikte hareket etmek
isteyenler arasında mücadeleye sahne olmaktadır.”16
Bununla birlikte “Ukrayna bugün, NATO ile birlikte, kendini Rusya'ya karşı daha
güvenli görmektedir. Ukrayna’nın NATO içinde, olması ve Rusya’ya karşı bir tampon görevi üstlenmesi, aslında, Rusya'nın sıcak denizlere inme emellerine de bir sekte daha vurmaktadır.”17 Ayrıca, “Ukrayna, nüfusunu ve coğrafyasını göz önünde tutarak bir bölgesel güç olma isteğini de korumaktadır. Ancak siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, Rusya’ya enerji bağımlılığı gibi etkenler bu isteğin gerçekleşmesine yönelik adımları engellemektedir. Öte yandan, Batılı kurumlarla bütünleşmeyi farklı dönem ve yollarda deneyen Ukrayna, özellikle batısındaki komşularıyla ilişkilerinde zaman zaman baskıcı ve yayılmacı sinyaller de verebilmektedir.”18

Gürcistan

Soğuk Savaş döneminin bitmesinden sonra:

“Gürcistan çok istikrarsız süreçlerden geçmiştir. Batıya entegre olmak isteyen
Gürcistan NATO üyesi olmayı hem güvenlik hem de dış politika yönelimi açısından istemektedir.”19

“Renkli devrimler Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında yeni bir güç
mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. ABD bu çerçevede Karadeniz’e kıyısı olan iki devlette (2003’te Gürcistan ve 2004’te ise Ukrayna) renkli devrimleri desteklemiş ve bu ülkelerde Batı yanlısı rejimler iş başına gelmiştir. Ardından ise bu ülkenin öncülüğünde Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında Demokratik Devletler Birliği (DDB) kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişim Rusya’nın öncülüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na ciddi bir darbe niteliğindedir.”20

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Fransa’nın Rolü

Nicolas Sarkozy Dönemi

Her ne kadar Fransa, Mitterand döneminde S.S.C.B’nin dağılması konusunda
dağılmaya karşı olarak yapıcı bir politika izlemiş de olsa, dağılmanın önüne
geçememiştir. Fransa’nın bu süreçte izlemiş olduğu politikanın amacı daha ziyade bu dağılmanın Avrupa’da yaratacağı olumsuz sonuçlarına meydan vermemek idi. Zira bu dönemde Avrupa’nın huzur ve refahı tehdit altında olup istikrarın kalıcılığı tehlikeye girebilirdi. İşte bütün bu kaygılarla Fransa, S.S.C.B’nin dağılmaması yönünde adımlar atmış ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden biri olan Rusya ile olan o dönemdeki ilişkisini bu çerçevede geliştirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde ise AB ile Rusya arasındaki ilişkiler hızlı bir şekilde başlamış ve kısa sürede büyük bir ivme kazanarak günümüze kadar süregelmiştir.
Birlik ile Rusya Federasyonu arasındaki ortak stratejik eylem planları doğrultusunda gerçekleştirilen müzakereler ve buna yönelik antlaşmalar bu ilişkinin daima sıcak kalmasına neden olmuştur. Ancak, Rusya’nın Gürcistan’a saldırısı nedeniyle ara verilen AB ile Rusya arasındaki ortaklık müzakereleri 14 Kasım 2008 tarihinde

Fransa’nın Nice kentinde gerçekleştirilen ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev’in katıldığı AB-Rusya Zirvesi’nde yeniden başlatılmıştır.

Bununla beraber, AB’nin kurucu ülkelerinden Almanya ve Fransa’nın Rusya ile olan son yıllardaki ilişkileri ise kayda değerdir. Fransa, bu dönemde Rusya ile olan ilişkilerini biraz da Almanya ile yarış halinde olarak sürdürmektedir. Kimi
araştırmacıların ve dış politika uzmanlarının görüşleri, bilhassa Fransa’nın Rusya ile olan ilişkilerinde, Fransa’nın ABD tarafında değil, daha ziyade Rusya tarafında yer aldığını belirtir tarzdadır:

“Rusya’nın AB’nin önde gelen ülkelerinden olan Almanya ve Fransa ile olan ikili
ilişkilerine bakıldığında görülmektedir ki, bu ilişkiler Moskova açısından tatmin edici bir düzeydedir. Nitekim bu iki ülke ABD’nin Karadeniz politikalarını destekleyerek Rusya’yı dışlamaktansa, Rusya ile kendi çıkarları doğrultusunda ilişkiler geliştirmeyi tercih etmişlerdir.”21

Zaten Rusya da, Almanya ve Fransa’nın Karadeniz konusunda ABD tarafı yerine
kendi tarafında olmalarından memnun olduğu için, AB’nin kurucu ülkelerinden bu iki ülke ile olan ilişkisini her daim sıcak ve kalıcı tutmaya çalışmaktadır. Rusya’nın bundaki amacı AB’ni daha yakından tanıma isteğidir. Hatırlanacak olursa; Rusya’nın talebi üzerine 18 Ekim 2010 tarihinde Almanya, Fransa ve Rusya olmak üzere üç ülkenin Cumhurbaşkanları; Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve Dimitri Medvedev Deauville’de bir araya gelmişti. Bu üçlü zirvede, Rusya konseyi ve NATO arasında füze savunma sistemiyle ilgili işbirliğinin geliştirilmesi konusu ile Rus vatandaşlarının AB ülkelerini ziyareti sırasında yaşadığı vize sorunlarının ortadan kaldırılması hususu ve ortak güvenlik politikaları üzerinde durulmuştur. Ayrıca söz konusu zirvede; Fransa, Rusya ve Almanya içerisinde kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayelerin özgürce dolaştığı hukuk devleti ve demokrasi değerleri üzerine kurulmuş ortak bir alanın stratejik görüntüsünün desteklendiğinin altı çizilmiştir. Bununla beraber bu üç ülke, Avrasya ve Avro-Atlantik bölgelerindeki güvenlik sorunları üzerinde beraberce çalışacaklarına söz vermişlerdir.

   Bundan başka, çok yakın bir tarihte, 17 Haziran 2011’de gerçekleştirilen St.
Petersburg Ekonomik Forumu’nda Fransa, Rusya ile Mistral sınıfı savaş gemilerinin satışıyla ilgili olarak 1,7 milyar Euro’luk bir askerî antlaşma imzalamıştır. Antlaşma gereği Fransa sözkonusu gemileri Rusya’ya 2015 yılında teslim edecektir. Dolayısıyla bu antlaşma ile Rusya, AB içerisinde de varlığını hissettirmiş olacaktır. Zaten Rusya, Birliğin kurucu ülkelerinden Almanya ve Fransa ile kurmuş olduğu ilişkilerle daha öncesinden AB’de olup-biteni yakından takip etme şansını elde etmişti. Ayrıca Rusya, Fransa ile imzalamış olduğu bu antlaşma ile Karadeniz’in uluslararası bir deniz olduğunu bütün dünyaya bir kere daha hatırlatmış bulunmaktadır. Bu antlaşmanın Rusya’ya sağlayacağı en önemli avantaj ise şu olacaktır: NATO’nun Karadeniz ve Kafkasya’ya girişinin engellenmesi önemli ölçüde gerçekleştirilmiş olup, ABD’nin bölgedeki varlığı en azından bir süreliğine de olsa ertelenmiş olacaktır. 

Ancak yine de:

“Hazar bölgesi olarak tabir edebileceğimiz bu bölgede enerji kaynaklarının işletim hakları konusunda gösterilen mücadeleye Türkiye ve Rusya gibi bölge ülkelerinin yanısıra ABD, İngiltere ve Fransa gibi dünya güçlerinin de katılması ve bu ilk raundu büyük oranda ABD önderliğindeki Batılı şirketlerin kazanması, Rusya’nın kıskançlığını ve tahammül sınırlarını zorlamıştır. Ancak, aslında Türkiye gibi Rusya’nın bu konuda içinde bulunduğu ekonomik krizler sebebiyle fazla yapacağı bir şey yoktu ve bölgede parası olan büyük Batılı şirketler enerji kaynaklarından “aslan payını” almışlardı. Rusya, bu enerji kaynaklarından pay sahibi olma sürecinde Türkiye ile doğrudan çok ciddi mücadele etmemiştir. 

Zira, bu dönemde enerji kaynakları daha çok Batılı şirketlerin kontrolüne girmiştir. ”22

Bununla beraber, şu anda Rusya çok sayıda ülkenin enerji tedarikçisi konumunda bir ülkedir. Dolayısıyla, diğer Avrupa ülkeleri gibi Fransa’nın da Rusya ile enerji ve doğal gaz anlaşmaları mevcuttur. Zira Fransa, doğalgaz ihtiyacının %35’ini Rusya’dan karşılamaktadır. Bu nedenle Rus şirketi Gazprom ile Fransız şirketi Gaz de France arasındaki anlaşmanın süresi taraflarca onbeş yıl daha uzatılmıştır:

“Rusya’nın devlet tekelindeki şirketi ‘Gazprom’, Fransız ‘Gaz de France’ şirketi ile
var olan doğalgaz anlaşmasını, 2015 yılından 2030 yılına kadar uzatıp, Fransız
doğalgaz piyasasında doğalgaz tüketicisine doğrudan ulaşarak, konut ve işyerlerine doğalgaz satış yetkisini elde etmiştir.”23

Enerji konusuna gelince; Rusya’nın ve diğer Orta Asya ülkelerinin sahip olduğu
doğalgazın ve enerjinin Avrupa’ya nakli konusunda ülkemizin değeri bir kere daha bütün dünya tarafından açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır. Enerji nakil hattı konusunda gerek Nabucco Projesi ve gerekse Güney Akım Projesi ile yine konumu gereği ülkemiz dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Türkiye’den geçmesi ve 2015 yılında devreye girmesi planlanan Güney Akım Projesi için, İtalyan’lar ve Alman’lardan sonra Fransız’ların da Éléctricité de France (EDF) adlı enerji
şirketleriyle projeye talip oldukları, Rus doğalgaz şirketi Gazprom’un CEO’su
Aleksey Miller tarafından dile getirilmiştir. Konuyla ilgili olarak:

“Güney Akım’ın geçeceği kendi ekonomik alanında jeolojik inceleme izni veren
Ankara, hattın inşası ile ilgili izin için Moskova’dan rapor beklemektedir. Samsun- Ceyhan petrol boru hattı, Mersin Akkuyu nükleer santrali, Mavi Akım ve diğer enerji alanlarında Rusya ile işbirliğini sürdüren Türkiye, hem Güney Akım hem de Nabucco’nun inşa edilebileceğini savunmaktadır..”24

Bu arada hemen belirtelim: özünde, Türkmenistan gazının Azerbaycan gazı ile
beraber Hazar Denizi’nin altına döşenecek bir boru hattıyla önce Türkiye’ye sonra oradan AB’ne ulaştırılması olan Nabucco Projesi 27 Haziran 2013’te iptal edilince yerine söz konusu gazın Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya ulaştırılmasını öngören ve inşaası 2019 yılında tamamlanacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TAP) geçmiştir.

Dolayısıyla Fransa, Türkiye’yi AB içerisinde görmek istemediğini her seferinde
çeşitli bahaneler sunarak ısrarla dile getirse de, bu durum kendisi açısından gelecekte zorluk yaşamasına neden olacaktır. Zira Fransa, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı olan bir ülke olduğunu unutmaktadır:
“Sarkozy’nin siyasi miyopluğunu kanıtlayan ufuksuzluk tam da bu noktada kendini göstermektedir. Çünkü Türkiye’nin birlik içinde yer alması veya birlik dışında kalması bölgenin tüm ağırlık merkezinin, güvenli, istikrarlı ve müreffeh Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru mu, yoksa nispeten güvensiz, yoksul ve istikrarsız Hazar Havzası ve ötesine doğru mu kaykılacağını tayin edecektir.”25
Bununla beraber Fransa’nın, Türkiye’nin KEI’deki rolünü de unutmaması lehine
olacaktır.

Sonuç olarak Fransa, Türkiye ile olan ilişkilerini gerek AB’nin genişleme
politikası çerçevesinde, gerekse kendisinin belirlemiş olduğu Karadeniz politikası ve Kafkasya stratejisinde ve gerekse yakın zamanda Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin NATO’ya üye olacağını hesaba katarak bir kere daha gözden geçirmelidir.

Fransa’nın ilişki kurduğu Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden biri de Gürcistan’dır.
Gürcistan aynı zamanda bir Güney Kafkasya ülkesidir. Ne ilginçtir ki Gürcistan’ın
toprak bütünlüğünün kalıcı olması onun Rusya ile kurduğu ilişkiye bağlıyken, 2008 yılında Rusya Gürcistan’a saldırmış ve beş gün süren bir çatışma yaşanmıştır. İşte tam da bu süreçte Fransa, Rusya ile Gürcistan arasında arabuluculuğa soyunmuştur. Bizzat Nicolas Sarkozy tarafından ateşkese çağrılan Rusya, askerlerini Gürcistan’dan çekme taahhüdüne uyarak savaşa son vermiştir.

Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, 2010 yılının Haziran ayında Fransa’yı ziyaret etmiş ve bu ziyaretinde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile NATO, İsrail ve mevcut genel sorunlar üzerinde müzakerelerde bulunmuştur. 2011 yılının Ekim ayında ise Sarkozy’nin Güney Kafkasya ülkelerini ziyaret edeceği Gürcistan’ın Fransa büyükelçisi Mamuka Kudava tarafından belirtilmiş ve bu ülkelerden Gürcistan’a yapacağı ziyaretin ise dikkatle izleneceği dile getirilmiştir.

Sonuç

Batıdan doğuya 1200 km, kuzeyden güneye ise 600 km’lik bir alana yayılmış
olan Karadeniz’de Soğuk Savaş döneminde var olan müttefiklik anlayışı bu dönem sonrasında yerini çok uluslu ve çok zeminli bir stratejik rekabete bırakmıştır. Ancak Karadeniz Havzasında ki genel manzara bu şekilde görülse de, yeryüzünün bu bölgesinde aslında yine iki süper gücün güç mücadelesi içerisinde olduğu görülmektedir. 

Bu bağlamda genel bir değerlendirme yapılacak olursa Karadeniz Havzası:

“Enerji jeopolitiğinin hem kaynak hem de erişim odağıdır. Çok taraflı mücadelenin sahnesidir. Soğuk Savaş döneminin iki süper gücünün yeniden eskiyi hatırlatırcasına doğrudan karşı karşı geldikleri potansiyel çatışma alanıdır. ABD açısından Avrasya egemenliği hedefinin jeopolitik düğüm noktalarından biridir. 
Bu anlamda Karadeniz, Avrasya mücadelesinin en önemli sinir uçları arasındadır.”26

Küresel güç aktörlerinden ABD’nin ve beraberinde emperyalizminin bir anlamda
Güney-Doğu Avrupa’ya diğer bir ifade ile Balkanlar’a NATO aracılığıyla
yerleşmesinden sonra, benzer taktikin ABD tarafından Karadeniz bölgesi için de
sergileneceği düşünülmektedir.

Bir diğer küresel güç aktörlerinden AB’nin ve onun içerisinde yer alan Fransa’nın
Karadeniz Havzası’ndaki çıkarları ve bu havzaya katkıları AB ve ABD ile paralel
olarak ilerlemektedir. Son dönem Fransız dış politikası, bilhassa Sarkozy iktidarı
döneminde geliştirilen dış politika, güvenlik odaklı olup, barışçıl ve aynı zamanda
arabuluculuğa yönelik tarzda ilerlemektedir. Bununla birlikte, her ülke gibi Fransa’nın da, çıkarlarını ön planda tutarak hareket ettiği düşünülürse, Karadeniz Bölgesi’ne ve Kafkasya’ya yönelik geliştirdiği politikaların AB’nin genişleme süreciyle ve ABD’nin bu bölgeye yerleşme zamanıyla paralel olarak ilerleyeceği söylenebilir. Ayrıca Sarkozy dönemindeki dış politika anlayışının De Gaulle tarzı dış politikanın bir tür devamcısı niteliğinde olduğu hesaba katılınca, ister istemez Fransa’nın bölgeye yönelik stratejilerini onun Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kuracağı ilişkiler belirleyecektir. Dolayısıyla Fransa, Senegal’den Pakistan’a kadar uzanan, bildik bir ifadeyle ise ‘Dakar’dan Peşaver’e kadar olan coğrafya’daki egemenliğine ilaveten küreselleşme sürecinin de sağladığı katkıyla yerinde duramayan ve kabına sığmayan bir Fransa olarak dış politika enstrümanlarının yönünü Karadeniz’e ve Kafkasya’ya doğru çevirecektir.

“Fransız parlamenterlerinin boğazların uluslar arası bir komisyon tarafından
yönetimine ilişkin tasarı hazırlıkları, Montrö Boğazlar Sözleşmesini fesih hakkı
bulunan ‘Montrö’ye akit devlet’ sıfatına sahip Romanya’nın ABD’nin ilgisine mahzar olması, ABD’nin Karadeniz’e kıyısı olan Balkan ülkelerinde yeni üsler oluşturması küresel ve bölgesel rekabetin Karadeniz’e yönelen ilgisinden Türkiye’ye yansıyan jeopolitik sorunlara verilebilecek örneklerdir. Karadeniz konusuna NATO’nun da müdahil kılınma arzusu, Türkiye açısından bir başka açmazdır. Görünen odur ki, Karadeniz ve Türk Boğazları Avrasya egemenlik arzularının mücadele sahası haline gelecektir. 

Bir kez daha Türkiye adına gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.”27

KAYNAKÇA

Alakbar Raufoğlu, Svetla Dimitrova, Paul Ciocoiu, “Karadeniz’deki Çok Uluslu
Askeri Tatbikat Güvenliği”, Setimes,
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04  (Erişim: 27 Ağustos 2013)

Ardan Zentürk, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28 Şubat 2005.

Ferhat Özden, “Enerjide Devleşen Ülke Rusya”,
http://www.turkishrelations.com/rusya-federasyonu/enerjide-devle-en-ulke-rusya (Erişim: 23 Ağustos 2013)

Kamer Kasım, “Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler”,
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf (Erişim: 03 Mart 2013)

Mesut Taştekin, “Türk-Amerikan İlişkilerinde AB’nin Rolü ve Önemi”,
http://www.habususlu.com/makale36.htm (Erişim: 15 Haziran 2007)

Mustafa Can, “Amerikan Donanması Karadeniz’de”, Ufuk Ötesi, Kasım 2008,
http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785 (Erişim: 09 Aralık 2008)

“Nabucco’nun Rakibi Güney Akım’a Fransızlar ve Almanlar da Ortak Oluyor”,
http://enerjienstitusu.com/2011/09/07/nabucconun-rakibi-guney-akim%E2%80%99afransiz-
ve-almanlar-da-ortak-oluyor/ (Erişim: 14 Eylül 2011)

Nuray Yusuf, “Rusya’nın Balkanlar Denkleminde Bulgaristan Politikası”,
http://btk.balgoc.org.tr/yazilar/nyusuf.html (Erişim: 19 Kasım 2011)

Özdem Sanberk, Murat Sungar, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği veya Barış Mantığı”, Radikal, 5 Haziran 2007, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223192
(Erişim: 15 Haziran 2007)

Sinan Oğan, “Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması”,
http://www.turksam.org/tr/a907.html (Erişim: 15 Haziran 2007)

Yalçın Sarıkaya, “Turuncuya Veda: Ukrayna’nın Kritik Seçimi”,
http://www.karam.org.tr/Makaleler/83105678_sarikaya.pdf   (Erişim: 15 Ağustos 2010)

Yaşar Hacıoğlu, “Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar”,
http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho (Erişim: 15 Mayıs 2012)


DİPNOTLAR;

1 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
   http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
2 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
3 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
4 CAN Mustafa, Amerikan Donanması Karadeniz’de,
   http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785
5 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
   http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
6 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
7 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
   http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
8 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
9 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
10 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
     http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
11 CAN Mustafa, Amerikan Donanması Karadeniz’de,
     http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785
12 ZENTÜRK Ardan, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28 Şubat 2005.
13 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
     http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
14 RAUFOĞLU Alakbar, DİMİTROVA Svetla, CIOCOIU Paul, “Karadeniz’deki Çok Uluslu Askeri
    Tatbikat Güvenliği Arttırıyor”,
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04
15 RAUFOĞLU Alakbar, DİMİTROVA Svetla, CIOCOIU Paul, “Karadeniz’deki Çok Uluslu Askeri
    Tatbikat Güvenliği Arttırıyor”,
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04
16 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
    http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
17 TAŞTEKİN Mesut, Türk-Amerikan İlişkilerinde AB’nin Rolü ve Önemi,
    http://www.habusulu.com/makale36.htm
18 SARIKAYA Yalçın, Turuncuya Veda: Ukrayna’nın Kritik Seçimi,
    http://www.karam.org.tr/Makaleler/83105678_sarikaya.pdf
19 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
    http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
20 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
    http://www.turksam.org/tr/a907.html
21 YUSUF Nuray, Rusya’nın Balkanlar Denkleminde Bulgaristan Politikası,
    http://btk.balgoc.org.tr/yazilar/nyusuf.html
22 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
    http://www.turksam.org/tr/a907.html
23 ÖZDEN Ferhat, Enerjide Devleşen Ülke Rusya,
    http://www.turkishrelations.com/rusya-federasyonu/enerjide-devle-en-ulke-rusya
24 Nabucco’nun Rakibi Güney Akım’a Fransız ve Almanlar da Ortak Oluyor,
    http://enerjienstitusu.com/2011/09/07/nabucconun-rakibi-guney-akim%E2%80%99a-fransiz-vealmanlar-da-ortak-oluyor/
25 SANBERK Özdem, SUNGAR Murat, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği veya Barış Mantığı”,
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223192
26 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
    http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
27 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
     http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho


***

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’ VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 1

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA  KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN  ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’  VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 1




Ayşim Parlakyıldız
* BİLGESAM Eski Stajyeri, Doktora Öğrencisi 



   Askerî, politik ve ekonomik müdahalelere tarihi boyunca açık halde bulunmuş olan ve günümüzde de açık halde bulunan Karadeniz; konumu gereği, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü vazifesi gören ve aynı zamanda kuzey ülkelerini güney ülkeleriyle buluşturan bir coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte; İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sayesinde bir ‘iç deniz’ olmaktan kurtulan Karadeniz;

“uluslararası bir deniz” olma özelliğine kavuşmuş ve böylelikle kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline dönüşeceği düşünülmektedir. Onun içindir ki; yeryüzünde belki de en çok barış, güven ve istikrar ortamının yaratılması ve bunun sürdürülebilir olmasının sağlanması gereken bölgelerden biri Karadeniz’dir.

AB genişleme politikası gereğince, AB’ne Bulgaristan ve Romanya’nın da dahil
olmasıyla, Birlik, artık Karadeniz’e de pencerelerini açmış bulunmaktadır.
Dolayısıyla Birliğin Kafkasya politikası açılan bu kapılar sayesinde şekillenirken bir yandan da AB’nin doğal kaynaklara duyduğu ihtiyacın giderilmesinde Karadeniz’in önemi daha da görünür hale gelmiştir. Özetle; bütün Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanmasında özel bir yeri ve anlamı olan Karadeniz’in aynı zamanda Birliğin genişleme politikasına da dolaylı yoldan hizmet edeceği rahatlıkla söylenebilir. 

Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin kurucu ülkelerinden biri olan Fransa’nın Karadeniz Bölgesi’ne ve Kafkasya’ya yönelik geliştirdiği politikaların AB’nin genişleme süreciyle ve ABD’nin bu bölgeye yerleşme zamanıyla paralel olarak ilerleyeceği söylenebilir. Fransa’daki düşünce kuruluşları, siyasetbilimciler ve dış politika uzmanları Fransız dış politikasınca belirlenen stratejiler ve politikalar çerçevesinde Karadeniz Bölgesi’ne yönelik gerçekleştirilecek bölgesel işbirliklerinde karşılaşılacak riskler ve kazanımlar üzerine çalışmalar yapmaktadır. KEİ’ne gözlemci ülke sıfatıyla katılan Fransa’nın Karadeniz’e uzanışı bölgeye kıyısı olan altı ülke; Rusya, Gürcistan, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye ile kurduğu ilişkiler sayesinde gerçekleşmektedir. 

Dolayısıyla Fransa’nın Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kuracağı
ilişkiler bölgeye yönelik geliştireceği stratejilerde belirleyici bir unsur olarak
karşımıza çıkacaktır.

Bu çalışmada Karadeniz’in önemi, bölgeye hâkim olan/olacak olan ülkeler üzerinden ve bölgesel güvenlik bağlamında ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Bölgesel güvenlik, Karadeniz, KEİ, AB, Fransa.

Giriş

Rekabet kavramının gerçekleşmesinde temel etken hiç şüphesiz “insan”ın
kendisidir. Ancak işin içerisine mekânsal neden olarak “coğrafya”, zamansal neden olarak “tarih” ve hırsa değin neden olarak “insan” faktörünün girmesiyle bu kavram gündelik anlamının yanısıra farklı boyutlar kazanmış ve bilhassa uluslararası ilişkilerde ülkelerin arasındaki ilişkileri belirleyen temel unsurlardan biri olmuştur.

Dolayısıyla ister istemez her ülke belirli bir strateji geliştirme ihtiyacı duymuş ve yine buna bağlı olarak birtakım kaygılar nedeniyle ortaya güvenlik sorunu çıkmıştır.
Bölgesel ölçekte de olsa bütün dünya için önem arz eden bölgesel güvenlik anlayışı, geçmişte sorun oluşturmuş ve gelecekte de sorun oluşturabilecek olan yeryüzünün bazı bölgelerinde/merkezlerinde bugün halen daha tam anlamıyla olmasa da yerleşmiş bir haldedir. Bu nedenle bölgesel güvenlik anlayışının tam olarak yerleşmesi ve işlerlik kazanması için ülkeler arasında birtakım işbirlikleri, karşılıklı antlaşmalar ve geleceğe yönelik kısa ve uzun vadeli planlar yapılmaktadır. Yeryüzünde bölgesel güvenliğin tesis edilmesi, daha açık bir ifadeyle; belki de en çok barış, güven ve istikrar ortamının yaratılması ve bunun sürdürülebilir olmasını sağlanması gereken bölgelerden biri de Karadeniz’dir.

Askerî, politik ve ekonomik müdahalelere tarihi boyunca açık halde bulunmuş olan ve günümüzde de açık halde bulunan Karadeniz; konumu gereği, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü vazifesi gören ve aynı zamanda kuzey ülkelerini güney ülkeleriyle buluşturan bir coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte; İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sayesinde bir ‘iç deniz’ olmaktan kurtulan Karadeniz; “uluslararası bir deniz” olma özelliğine kavuşmuş ve böylelikle kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline dönüşeceği düşünülmektedir.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabet

Bugün Karadeniz; kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir
araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar
çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale
getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak
ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye
ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline
dönüşeceği düşünülmektedir. Şu durumda Karadeniz’in önemi, bölgeye hâkim
olan/olacak olan ülkeler üzerinden ve bölgesel güvenlik bağlamında bir kere daha görünür hale gelmektedir.

“Karadeniz jeopolitiğine odaklanan mücadele kabaca üç unsura dayalıdır. Üsler,
boru hatları ve boğazlar olarak tanımlanabilecek bu üç unsur küresel ve bölgesel
jeopolitiğin mücadele zeminidir.” 1

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabet pek çok yönden zaman zaman farklılıklar arz etse de kalıcı olarak bu rekabette rol alan başlıca aktörler şu başlıklar altında toplanabilir: ‘Küresel Güçler’, ‘Bölgesel Güçler’ ve ‘Uluslar arası Örgütler’. ‘Küresel Güçler’ başlığının altına ABD, AB ve Rusya Federasyonu girerken, ‘Bölgesel Güçler’ başlığının altına Karadeniz’e sınırı olan ülkeler girmektedir:

Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan. Bu başlık altına Romanya ve Bulgaristan’ı dahil
etmeyiş nedenimiz bu iki ülkenin yakın zamanda da olsa AB ülkesine dönüşmüş
olmalarıdır. Bu nedenle onları ‘Küresel Güçler’ kapsamında, AB’nin içerisinde
değerlendirmek yerinde olacaktır.

Nihayetinde ‘Uluslar arası Örgütler’ başlığının altına ise NATO, AGİT, KEİT gibi
örgütler ve kısa adı GUAM olan; Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova
ülkelerinin bir araya geldiği örgüt girmektedir.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabetin Dünü-Bugünü-Yarını 1990 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin dağılıp yıkılmasıyla, daha yaygın bir ifade olan “Soğuk Savaş Dönemi”nin sona ermesiyle, Karadeniz Bölgesi’nin jeostratejik ve jeopolitik önemi daha da görünür hale gelmiş ve bölgedeki egemenlik mücadeleleri şekil ve boyut değiştirerek çok yönlü, karmaşık ve çetrefilli bir hal almıştır. Zira, artık S.S.C.B’den ayrı, bağımsız yeni devletler ortaya çıkmış ve dolayısıyla Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin sayısı çoğalmıştır. Bununla beraber, yaratılışından bu yana insanoğlu için her zaman bir tehdit unsuru oluşturan terör ve terör olayları da dikkate alındığında, -bilhassa dünyadaki stratejik mücadelelerin ve hesapların yapılmasında bazı değişikliklere yol açmış olan ABD’deki 11 Eylül Saldırısı- Karadeniz Havzası’nın stratejik anlamdaki öneminin mutlak bir şekilde idrak edilmesi zorunluluğu doğmuştur.

Günümüzde artık uluslar arası yapılanmanda Yeni Dünya Düzeni adlı sistem
egemen olmuş olsa da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin
dağılmasından sonra kurulmuş olan Rusya Federasyonu aslında halen daha tek
kutuplu dünya düzenini kabul etmemekte ve çok kutuplu bir dünya düzenini
arzulamaktadır. Belki doğru olan da budur. Zira, gücün tek elde toplanması insanlık tarihi boyunca olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Ancak, Karadeniz Bölgesi’nde, tarihsel arka planına bakıldığında bölgeye yönelik köklü bilgi ve belgelere sahip olması nedeniyle bölgede en hâkim devlet olarak Rusya’nın bulunmuş olması bölgeye yönelik kalıcı güvenlik stratejilerinin yaratılmasında ister istemez onun söz sahibi olmasını sağlamaktadır. Rusya’nın bölgeye yönelik bu anlamdaki gücü ise Türkiye’nin girişimiyle oluşturulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı sayesinde bir nebze de olsa azalma göstermiştir. Daha açık bir ifadeyle; KEİ sayesinde Rusya’nın bu anlamdaki gücü bir tekel oluşturmaktan ziyade gücün paylaşımına ve dağılımına yönelik bir hâl almıştır. Bu durum, Rusya’nın bu anlamdaki potansiyel gücünün yönetim şekli anlayışı ile bölgeye kıyısı olan ülkeler arasında paylaşımına neden olmuştur.

“Bölge devletleri arasında KEI örgütünden başka 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile kurulmuş Karadeniz Çevre Programı (Black Sea Environment Programme) vardır.
Yine benzer şekilde 1993 yılında AB, Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru’nun
(The Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia) kurulmasını desteklemiştir. 1995’te kurulan Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe) da bir başka AB fonlu bölgesel programdır. Ancak AB
genişleyen yapısı ve bunun sonuçlarını kontrol etmek için geliştirdiği YKP
çerçevesinde daha geniş, şimdiye kadar yapılmış anlaşma ve ortaklıkları da içine
alabilecek şemsiye anlaşmalar ve programlar yapmak istemektedir.”2


Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Küresel Güçler: ABD, AB ve Rusya


ABD

ABD, Karadeniz’de kendine yer açabilmek, daha doğru bir ifadeyle Karadeniz’e
girişini meşrulaştırabilmek için 11 Eylül saldırılarını kullanmıştır. Sözkonusu
meşrulaştırma çabası bu saldırılar sonrasında Karadeniz’de bir güvenlik boşluğu
olduğu iddiası üzerine kuruludur. Bu bağlamda, ABD, NATO bünyesinde Akdeniz’de faaliyet gösteren Aktif Çaba Operasyonu’nun Karadeniz’de de görev yapmasını istemektedir. Bununla beraber Karadeniz’deki bazı limanlarda ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerde askerî üsler kurmayı planlayan ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P)’tan sonra ikinci büyük projesi olan Kafkasya Projesi’ni bu yolla hayata geçirme arzusundadır. Ancak Kafkasya ile beraber Orta Asya için hazırladığı stratejisini bozan bazı ülkeler de olmamış değildir:

“Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ekonomik olarak Avrasya bölgesine yerleşen
ABD’nin askeri olarak bu bölgeye yerleşmesi için gereken fırsatı 11 Eylül saldırıları sağlamıştır. Zira Afganistan operasyonları sebebiyle ABD Kafkasya ve Orta Asya’dan geçiş kolaylıkları ve askeri üsler elde etmeye başlamıştır. (Gerçi daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) desteğini arkasına alan ve renkli devrimlerin kendisini de etkilemesinden korkan Özbekistan ABD üslerini ülkesinden çıkarmıştır.)”3

2005 yılında Romanya, ABD’nin topraklarında askerî üs kurmasına izin vermiştir.
Romanya’dan bir yıl sonra 2006 yılında Bulgaristan da ABD’nin 10 yıllık süre
içerisinde topraklarında üs kurmasını onaylamıştır.

“Önce Romanya, ardından da Gürcistan, Amerika’nın Karadeniz’de askeri varlık
göstermesi için kolları sıvamıştır. Bu sözü geçen iki devlet Rus deniz gücünün ancak Amerika desteği ile dengelenebileceğine inanmaktadır. Türkiye ve Rusya ise bu iki ülkenin gereksiz, zamansız debelenmelerini endişe ile izlemekte ve gelişmelerden rahatsızlık duymaktadır. Çünkü Karadeniz’deki bir A.B.D. donanması ne bölgedeki irtica sorununa, ne de Kafkas’lardan inen Petrolün emniyetinin sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu donanmanın gelme talebi bile Rusya ve Türkiye’yi birbirine çekecektir. Rus’larla Türk’ler tarihlerinde ilk defa Türk boğazları ile ilgili hemfikir durumdadırlar, A.B.D. Donanması’nın Karadeniz’de işi yoktur.”4

Her ne kadar bölgede en eski NATO üyesi ülke olma sıfatını taşıyan ülke Türkiye de olsa, o, bu konuda, ABD’ye karşı hem endişeli hem de biraz mesafeli davranmayı yeğlemiştir. Zira, aksi halde Montrö Boğazlar Sözleşmesi tartışmalı bir hal alacaktır.

“ABD’nin Karadeniz hevesi, 1938 Montrö Boğazlar sözleşmesiyle dolayısıyla da
Türkiye’-nin çıkarlarıyla çelişmektedir. Ayrıca belirtilmektedir ki, ABD’nin
Karadeniz hevesi, Avrasya egemenlik hedefinin en önemli tasarımı olan Büyük
Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçasıdır. Buna göre BOP zemininde Türkiye’nin
ABD ile çelişen çizgileri giderek daha da belirginleşmektedir. Karadeniz ve Türk
Boğazları konusunda ABD kadar, Balkan ve AB ülkelerinin de tavrı Türkiye açısından giderek önem kazanmaktadır.”5

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ABD’nin Karadeniz’e girişine engel teşkil ettiği sürece sözleşmenin değiştirilmesi yönünde çalışmalar sergileyecek olan ABD bu sefer NATO üyesi ülke sıfatıyla bölgeye giriş yapmayı deneyecektir:

“ABD’nin Karadeniz’de etkin olabilme düşüncenin gerçekleştirilmesinde en önemli engellerden birisi Montrö’dür. Bu anlaşma değişik senaryolar içinde eritilmeye ve değiştirilmeye çalışılmak istenmektedir. ABD için kısa vadede kendi bayrağı ile Karadeniz’e girememesi durumunda NATO bayrağı altında “yumuşak geçiş” planları da gündemdedir. Ancak Kremlin bundan büyük bir endişe duymaktadır. Özellikle de Karadeniz’in NATO’ya açılması durumunda Kırım’ın Türkiye’nin kontrolüne gireceği endişesi mevcuttur.”6

AB

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabette bir diğer küresel güç ise AB’dir. KEI
örgütünün yanı sıra 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile “Karadeniz Çevre
Programı (Black Sea Environment Programme)” kurulmuştur. AB, aynı yıl içerisinde,

“Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru (The Transport Corridor Europe-Caucasus- Asia)” ’nun kurulmasını desteklemiştir. Yine bunlardan başka, 1995’te kurulmuş ve AB fonlu bölgesel bir program olan “Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe)” da Karadeniz Havzası için önem taşımaktadır.

AB’nin genişleme politikası çerçevesinde, Güneydoğu Avrupa (Balkanlar) ülkeleriyle kendisi arasında yeniden şekillenen ilişki biçimi, ülkemize yönelik genişleme politikası ve Rusya Federasyonu ile stratejik ortaklık sayesinde Birlik Karadeniz’de de varlığını hissettirmektedir:

“AB, Karadeniz Boyutu (Black Sea Dimension) adı verilen bir yaklaşım ortaya
koymuştur. Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğiyle Karadeniz’e uzanan AB,
Karadeniz’de bir kurumsallaşmaya gitmeden bölgedeki üç politikayı koordine etmek istemektedir: Güney-Doğu Avrupa ve Türkiye’ye yönelik genişleme süreci, Rusya ile stratejik ortaklık ve bölgedeki beş ülke, Ukrayna, Moldova, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesi içerinde ikili yardım ve ticaret anlaşmaları.”7

Özetle AB; Romanya’yı ve Bulgaristan’ı Birliğe üye ülke yaparak Karadeniz’in batısında, Avrupa Komşuluk Politikası adı altında Ukrayna, Moldova,
Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile kurduğu ilişkilerle de orta ve doğu
Karadeniz’de egemenliği kurmak istemektedir.

Rusya

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabette aslan payını alan küresel güç ülkelerinden biri olan Rusya’nın Karadeniz’e olan iştahı aşikardır. Bu iştahın bir de ‘sıcak denizlere inme’ arzusuyla birleştiği düşünülürse, herhalde bugünkü Rusya’nın S.S.C.B dönemindeki o şaşaalı dönemini aratmayacak bir dönem yaşayacağını söylemek yanlış olmaz.

“ABD ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan
Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.”8

Bununla birlikte;

“ABD Afganistan operasyonları sonrası Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik
konseptlerinde oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler edinmesi, diğer yandan da Afganistan ile hiç te alâkası olmayan ve Hazar petrollerinin geçiş güzergâhı olan Gürcistan’a askerî yardım ve teknik personel yardımını artırmaya başlaması, Rusya’nın alternatif politikalar geliştirilmesi yönündeki çabalarını hızlandırmıştır.

ABD, Orta Asya’ya yerleşmekle Rus jeopolitik menfaatlerine çok büyük zarar vermiş olmasına rağmen Başkan Putin Batı’yla başlatmış olduğu işbirliğinin zarar
görmemesi için buna fazla ses çıkarmamıştır. Ancak, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da da giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması ve Gürcistan’a verdiği desteği her geçen gün arttırması, Rusya’yı bölgede oldukça rahatsız etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kuran Rusya ABD ile rekabet etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu rekabetin Karadeniz’e kayması Rusya açısından özellikle enerji nakil hatlarında stratejik önemi olan bu bölgeye verilen önemin daha da artmasına sebep olmuştur.”9

Özetle Rusya; ABD’ni ve AB’ni Karadeniz’de kendisine rakip olarak görmek
istememektedir ve bunun için Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kurmuştur.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Bölgesel Güçler: Türkiye, Ukrayna, Gürcistan, 

Türkiye “Karadeniz Havzası Doğu-Batı ekseninde jeopolitik eksenlerin kesişme alanıdır. Sadece ABD-Rusya açısından değil aynı zamanda AB, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan için de Karadeniz, jeopolitik çıkarların çatışma alanıdır. Tüm ülkeler içinde Türkiye’nin konumu çok daha özeldir. Türk boğazları bu çelişki yumağının odağındadır.”10

Bununla beraber, Türkiye’nin önemi, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P)’nin
yanısıra Kafkasya Projesi’nde de belirgin bir şekilde görünür hale gelmektedir.
Dolayısıyla:

“Türkiye’nin, Karadeniz kıyısında yeni bir politika geliştirmesi şarttır. Herşeye
rağmen Amerika’yı ve dengelerin değişiminden medet uman Karadeniz ülkelerinin çıkarlarına aykırı gibi görünse de (uzun vadede zararlı olduğunu görecekler), Karadeniz’deki Amerikan askeri varlığına neden itiraz ettiğimizi iyi anlatmamız gerekmektedir. Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya girmesi, Gürcistan ile Ukrayna’da ‘Batı’ yanlısı iktidarların işbaşına gelmesi, Karadeniz’de yeni dengeler oluşmasını gerektirmiştir.”11

Karadeniz Havzası’nda Bölgesel Güvenlik Anlayışının Gelişmesine ve İşlerlik
Kazanmasına Türkiye’nin Katkısı

Soğuk Savaş döneminde Karadeniz’e kıyısı olup ta aynı zamanda NATO’ya üye olan tek ülke Türkiye idi. Dolayısıyla bu durum onun Karadeniz’de Doğu Bloğuna karşı güvenlik sağlamasını mecbur kılıyordu. Düşünüldüğünde S.S.C.B’nin dağılmasından sonra Karadeniz’e kıyısı en çok olan ülkelerden biri haline gelen Türkiye’nin doğal olarak bölgede etkin bir söz sahibi olması kaçınılmaz olmuştu. Kısacası artık bölgesel bir güç haline gelmiş olan ülkemize daha büyük görevler düşmekteydi. S.S.C.B’nin dağılıp ardından Soğuk Savaş döneminin bitmesi gibi dünyadaki konjonktürel yapıyı değiştirecek böylesi önemli bir değişimin hemen ardından güvenlik ve ekonomi alanlarında bölgenin acil ihtiyaçlarına cevap niteliğinde olacak şekilde bölgesel işbirliklerini ve bölgesel menfaat politikalarını belirleyen bir örgütün kurulması gerekli olmuştur. Kısa adı KEIT (Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) olan bu örgütün kurulmasını sağlayan ülke Türkiye olmuştur.

“Karadeniz, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tam anlamıyla bir Türk
denizine dönüşmüş durumdadır. Bu denizdeki en güçlü donanmaya sahip Türkiye, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki hakimiyeti nedeniyle, tam bir askeri üstünlük sağlamış, bölge güvenliği açısından çok önemli görevler üstlenmiş bir görüntü içindedir.”12

İşte bütün bu nedenlerle, Türk dış politikasının bölgesel işbirliği ve dayanışmaya
yönelik attığı en güzel adımlardan biri; 25 Haziran 1992 tarihinde gerçekleştirilmiş olan İstanbul Zirvesi’nde yayımlanan bir deklarasyon ile kurulan, fakat yürürlüğe 1999 yılının Mayıs ayında giren ve kısa adı “KEI” olan “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı”dır. Amacı ise bu örgüte üye olan ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğinin arttırılmasıdır. 
Bir yandan bu hedeflenirken bir yandan da bölgeye yönelik geliştirilen stratejilerin neler olduğu ve uygulanabilirliği tartışılmaktadır.

KEI’den sonra, Karadeniz Havzası’ndaki bölgesel işbirliği çalışmalarından biri de
yine Türkiye’nin önderliğinde 2 Nisan 2001 tarihinde kurulmuş ve kısa adı
BLACKSEAFOR olan Karadeniz İşbirliği Görev Grubu Karadeniz’e kıyısı olan
ülkeler arasında arama-kurtarma çalışmaları ve kanundışı deniz trafiğini önlemek gibi görevleri üstlenmiştir. Gerektiğinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile BM bünyesinde de çalışacak olan grup kuruluşundan bu yana etkin bir şekilde görevini yerine getirmektedir.

Yine bundan başka, 2004 yılında bölgede Türkiye’nin girişimiyle gerçekleştirilmiş
olan bir başka oluşum da Karadeniz Uyum Harekâtı’dır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

9 Nisan 2020 Perşembe

AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI KISKACINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 2


AVRUPA GÜVENLİK VE SAVUNMA POLİTİKASI KISKACINDA TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ. BÖLÜM 2




   Güney Kafkaslar için Dstikrar Paktı (Stability Pact for South Caucasus) Türkiye’nin diğer önemli bölgesel güven ve güvenlik artırıcı önlemler girisimlerinin temel taslarını olusturabilecek bir tesebbüstür. Türk diplomatları bu paktın olusturulması fikrini ortaya atarken diyalog ve güven insasının güvenliğin baslıca yapı tasları olduğu tezini ve bunun da i birliğinin ve uzun vadeli projelerin gelistirilebilmesi esnasında ortak çıkarlar zemini üzerine dayandırılması ile mümkün olabileceğini savunmuslardır. 

Türkiye ekonomik çıkarların daha uyumlu hâle getirilebilmesi için Dran, Irak, Pakistan ve Orta Asya cumhuriyetlerini de içine alan Ekonomik İş Birliği Örgütü’nü kurmu ve ilgili devletlere önemli bir ekonomik ve politik platform olusturacağı düsüncesi ile kurulusundan itibaren bu olusumun içinde etkin bir rol üstlenmistir. 

Afganistan’daki Uluslar Arası Güvenlik ve Yardım Gücü (International Security and Assistance Force (ISAF)) komutasını Türkiye birkaç kez üstlendiği gibi,22 Ebedî Özgürlük (Enduring Freedom) operasyonunun da önemli destekleyicilerindendir. 

Orta Asya cumhuriyetlerinin demokratik bir devlet yapısına sahip olabilmeleri ve diğer taraftan da NATO ve AGDT gibi güvenlik ve iş birliği kurumlarına 
katılabilmeleri için Türkiye bölge ülkelerine sürekli destek vermektedir.23 

Terörizmle mücadele çabaları çerçevesinde Türkiye uluslar arası platformda en ön sıralarda yer almakla kalmamakta, NATO’nun Akdeniz’de gerçeklestirdiği Aktif Çaba Operasyonu (Operation Active Endeavour) çerçevesinde de etkin görevler üstlenmektedir.24 

Türk askerî kuvvetleri Balkanlar, Somali, Afganistan ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nda (BDT) barısın korunması ve insası operasyonlarına katılmakla büyük deneyimler kazandığı gibi BM, NATO ve AGDT nezdinde de saygın ülkeler arasındadır. Barısı koruma ve insası operasyonlarında basarılı olmu ve sivil-asker iş birliği faaliyetleri üzerinde uzmanlasmı diğer ülkeler ise Dngiltere, Fransa, Almanya ve İskandinav ülkeleridir. Eğer Türkiye’nin muhtemel çatısmaların ortaya çıkabileceği kriz bölgeleri arasındaki stratejik konumu göz önüne alınacak olunursa, bu ülkelerle birlikte Türkiye, barısı koruma ve insası operasyonlarında, sivil-asker iş birliğinde, doğal felâketlerle mücadelede, insanî yardım alanlarında, yasa dısı göçün önlenmesinde ve sonuçta Avrupa’nın güvenlik ve savunmasının daha da etkin kılınmasında diğer devletlerle birlikte daha aktif roller üstlenebilir. Doğu ve Batı karakteristiklerini özünde barındıran Türkiye’nin, AB içerisinde ve stratejik çevresinde istikrara, kültürler arası diyalog ve iş birliğine yapacağı net katkıların, AGSP’yi gerçek anlamda güçlü ve çok-kültürlü askerî bir güç konumuna getirebileceği gerçeği gözden kaçırılmaması gereken bir diğer analizdir. 

Türkiye’nin askerî ve sivil kapasitesi Balkanlar’daki operasyonlara aktif katılımıyla açıkça ortaya konmaktadır. Türkiye bu bağlamda Kosova Barış 
Gücü’ne (KFOR) 392 asker, Dstikrar Gücü’ne (SFOR) 374 asker, AB’nin Makedonya’da “Proxima” Operasyon’u çerçevesinde konuslandırılan polis gücüne 6 polis ve 2 jandarma, BM Kosova Polis Gücü’ne (UNMIK) 165 personel ve AB’nin BosnaHersek’teki Polis Misyonu’na 14 polis ile katkıda bulunmustur.25 İşte bu yüzden Türkiye Avrupa’nın yakın çevresinde ve ötesinde AB’ye çok değerli katkıları olan bir müttefik ülke olarak göze çarpmaktadır. Bu çerçevede Türkiye’nin neden ve nasıl AGSP’ye askerî ve sivil alanlarda katkı sağlayabileceği su üç baslık altında özetlenebilir: 

(a) Avrupa’nın Kimliği; 
(b) Bölgesel İstikrar; 
(c) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP). 

(a) Avrupa’nın Kimliği: 

Türkiye’nin AB’ye muhtemel katılımı sadece AB’nin din ve devlet ayrımı, laik kimliği ve çok-kültürlü Avrupalı kimliği için bir turnusol testi olmakla kalmaya cak,  26 ayrıca Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile iliskileri dolayısıyla Türkiye, Avrupa’nın ileri mevkii demokratik ve laik bir ülkesi olarak bu bölgelerde Avrupa’nın kimliğinin tanıtımı açısından önemli bir köprü görevi görebilecektir.27 Bazı Avrupa ülkelerinin – özellikle Fransa ve Almanya– artık Türkiye’nin Amerikan yanlısı tavrı veya demokratik karar alımında yasadığı sıkıntılar gibi öne sürdükleri argümanların çok da geçerli olmadığı, çünkü Batı Avrupa ve Arap dünyasının gözünde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ABD’nin ağır baskısına rağmen Irak’a gerçeklestirilecek askerî bir operasyona, Türk ordusunun katılımı hakkında almış olduğu “hayır” kararı, bağımsızlık ve demokrasi zaferi olarak tasvir edilmistir. AB ülkeleri ve ABD dısında hiçbir ülke Türk ulusunun Avrupalı kimliğini olusturan demokrasi ve Dslâm değerlerinin birbirlerine zıt olmadıklarını tüm dünyaya gösterebilmeleri açısından Türkiye’ye bu ciddîyette ihtiyaç duymamaktadır. Türkiye’nin çok-kültürlü geleneksel yapısı ve bu yapının AB’ye 
katılımı yolu ile AGSP’ye yansıtılması Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya veya Afrika’daki Müslüman bir ülkede geçeklestirilecek olası bir AGSP kriz önleme 
operasyonunu daha kolay bir ihtimal hâline getirmekle kalmaz, operasyonun basarısı ve istikrarın bekası için de vazgeçilemez bir stratejik üretici olabilir. 

(b) Bölgesel İstikrar: 

Ne Balkanlardaki istikrarsızlık meselesi, Türk-Yunan uyusmazlığı ve Kıbrıs sorunu, ne de Filistin-İsrail antlasmazlığı, Irak, Suriye ve Dran’daki rejim sorunları ve Kafkasya’daki Rus-Çeçen ve Azeri-Ermeni problemleri Türkiye’nin katkısı olmadan çözülebilir.28 Dste bu sebeplerden dolayı bölgesel istikrara katkı sağlayabilmek için Yunanistan dış politikasında ciddî manevralar yaparak, Türkiye’ye düsman görünümünden uzaklasıp Türkiye’nin AB üyeliğini destekler konuma gelmistir. Her iki ülke de aralarındaki ortak çıkarların farklılıklardan daha fazla olduğunu kesfetmisler ve aralarındaki sorunları tehdit yoluyla değil de diplomatik yöntemlerle çözmenin daha avantajlı olacağının farkına varmıslardır. Türkiye kalıcı istikrar ve barısın ülkelerin sorunlarının çözümü yönünde politik iradelerini etkin ve kalıcı bir sekilde kullanabilmelerine ve farklılıklarını ortaya çıkartarak uzlasmanın ancak ortak çıkarlar temeline dayandırılması yöntemine bağlı olduğu felsefesini savunmaktadır. 

Tüm bu sebeplerden dolayı AB’nin, Türkiye’yi dısarıda bırakarak ve sadece kendi çevresinde ortaya çıkması muhtemel çatısmalara AGSP’yi kullanarak 
gerçeklestireceği bir operasyonun basarısızlıkla sonuçlanması olasılığı yüksektir. 

(c) Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ODGP:

 Eğer AB; Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerinde güçlü bir dış güvenlik politikasına sahip olmak istiyorsa, Türkiye bu noktada yine 
vazgeçilemez bir ülke olarak karsımızda durmaktadır. Türkiye hem Arap dünyası hem de İsrail ile iyi iliskilere sahip yegane ülkelerden biridir. Hem Dslâm Konferansı Örgütü (DKÖ) üyesi hem de İsrail ile pek çok ekonomik ve güvenlik alanında ikili antlasmalar imzalamı olan Türkiye, Orta Doğu’da Filistin-İsrail barış sürecine katkıda bulunabilecek Avrupa’nın ideal bir uzlastırıcısı görünümündedir. 29 Diğer taraftan Türkiye’nin AB üyeliği, ABD’nin tek yanlı olarak Orta Doğu’da politikalar üretmesi sonucu gerginlesen transatlantik iliskilerin yeniden yapılandırılmasına katkıda bulunabileceği gibi, acilen gerekli olan yeni bir AB-ABD çok taraflı stratejisinin daha demokratik ve refah içerisinde bir Arap dünyasının yaratılmasına da katkıda bulunarak, AB’nin etkili ve aktif stratejiler üretmesini sağlayacaktır. 
ODGP’nin askerî caydırıcılık temelleri üzerine insa edilmi bir güvenlik boyutuyla güçlendirilmediği takdirde inandırıcı olması beklenemez. 
Eğer AB etkili bir ODGP hedefine ulasmak istiyor ve bunu da AGSP ile bütünlestirerek gerçeklestirmeye çalısıyorsa, Türkiye’nin bu olusumların dısında tutulması, AB’nin dı ve güvenlik politikalarını hayata geçirme olasılığını ciddî sekilde tehlikeye sokabileceği de ortadadır. 

Sonuç 

Fransa ve Almanya ikili olarak yarım yüzyıla yakın zamandır ilk önce Avrupa Topluluğu (AT) ve daha sonra ise AB’ye güvenlik ve savunma rolü yükleyebilmek için büyük çaba göstermislerdir. 30 Bu çaba yeni bir dönüm noktasına, 21’inci yüzyılın baslarında ortak güvenlik tanımının çok çetrefilli olduğu ve Atlantik İttifakı içerisindeki dayanısmanın da problemli olduğu bir zamana denk gelmistir. Dste bu noktada, AB’nin Acil Müdahale Gücü’nü olusturması ve Türkiye’nin muhtemel AB üyeliği gibi 
gelismeler, Türkiye ve AB arasında güvenlik ve savunma alanlarında çok daha iyi bir anlayısa varılmasını zorunlu kılmaktadır. Fransa, Almanya, Dngiltere ve AB’nin diğer önde gelen ülkeleri Türkiye’nin etkin bir desteği olmadan sağlıklı bir Avrupa güvenlik mimarisini gerçeklestirmenin zor olduğunun açıkça farkındadırlar.31 

Avrupa Devlet ve Hükümet Baskanları Konseyi’nde Avrupa savunma“sütunu”nun önde gelen savunucu ülkelerinden olan Fransa ve Almanya, AB ve NATO 
arasındaki asimetrik üyelikten dolayı ortaya çıkabilecek önemli i birliği engellerinin var olduğunu görebilmektedirler. Bu yüzden ortada olan bir durum var ki o da, Türkiye AB’nin tam üyesi olana dek AGSP’nin yapılandırılması tamamlanamayacak ve ODGP’nin uygulamaya konulduğu esnada AB ve NATO arasındaki üyelik asimetrisi nedeniyle de ciddî engellerle karsılasılacaktır. 

Türkiye’nin AB güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde savunduğu esas nokta NATO’nun görev, araç ve gereçlerinin “kopyalanarak” AGSP’yi tamamen 
bağımsız hâle getirmek değil, AB ve NATO arasında olusturulacak “bütünleyici” bir bağın Avrupa ülkelerinin çıkarlarına olduğu ve bu bağın transatlantik iliskilerin daha da güçlendirilmesine katkıda bulunacağıdır. NATO’nun tam üyesi olarak ve AB’yle de 3 Ekim 2005 tarihinde üyelik müzakerelerine baslayacak olan Türkiye, sorunların her an çatısmaya dönüsebileceği bir bölgede önemli görevler üstlenmektedir. Türkiye sadece transatlantik AB-NATO i birliğine Türk ordusunun profesyonelliği ile katkıda bulunmamakta, ayrıca demokratik kurumları ile Türk toplumu bölge istikrarı ve barısı üzerinde de önemli etkiler bırakmaktadır. 

Türkiye’nin AB dısında bırakılması durumunda Avrupa (AB) ve Amerika (ABD) görüsleri arasında bir seçim yapmaktan pek de memnun olacağı söylenemez. 
ABD’nin tarafını tutup AB’ye santaj yapmak veya bu yaklasımın tam tersini benimsemenin en iyi tercih olmayacağının da farkındadır. 
Ancak AB’nin dısında kalması hâlinde, Türkiye için her iki tercih de çoğu durumda ve zamanda Türk dı politikasının sekillendirilmesinde potansiyel seçenekler olarak kalacaklardır. 

21’inci yüzyılda AB çok önemli bir kararın esiğinde durmaktadır. AB Türkiye’yi dıslayarak kendisini Batı ve Dslâm dünyası arasında çok geni bir alanda medeniyetler mücadelesi içerisinde bulacak –ki terörist unsurlar böyle olmasını çok arzulamaktadır veya Türkiye’yi içerisine alarak bu mücadelenin uzlasma yoluyla, sorunları belirli konulara bölerek belirli nedenlere özgün çözümler üretilmesiyle Batı ve İslam dünyası arasındaki sıkıntıların asılmasına çalısılacaktır. AB üyesi olmuş bir Türkiye’nin yardımı ile Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Kafkaslar ve Orta Asya’daki istikrarsızlıkların, demokrasi ve pazar ekonomisini diplomatik yöntemler çerçevesinde kullanarak, basarılı bir sekilde ortadan kaldırılmasından dolayı AB’ye doğacak olan maliyet, gerçek bir medeniyetler çatısmasından dolayı ortaya çıkacak olan maliyetten kesinlikle daha hesaplı olacaktır. Sonuç olarak, eğer AB, güvenlik ve istikrara yakın çevresinde diplomatik, ekonomik, sivil ve en son çare olarak da askerî yöntemlerle ulasmak istiyorsa, bunun için Türkiye’ye ihtiyaç duyacaktır. Türkiye ise AB’ye tam üyeliğinin gerçeklesmesi hâlinde Avrupa’nın yakın çevresindeki 
güvenlik ve istikrarın sağlanmasında AB’nin etkin bir rol üstlenmesine katkıda bulunabilecektir. Eğer bu fırsat elden kaçarsa, AB için ciddî bir güvenlik bosluğu 
sorunu ortaya çıkmakla kalmayacak, ayrıca telafisi zor bir durumla da karsı karsıya kalınacaktır. Hâl böyle iken, Türkiye de farklı güvenlik sistemleri arayısına girerek buralara katılmak zorunda kalabilir. 

KAYNAKÇA 

1) “A Secure Europe in a Better World”, European Security Strategy, Brüksel, 12 Aralık 2003. 
2) “Annex II – ESDP: Implementation of the Nice Provisions on the Involvement of the Non-EU European Allies”, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası 
Baskanlık Kararları, 24-25 Ekim 2002. 
3) Antonio Missiroli, “Crossing the Bosporus”, The Wall Street Journal Europe, 1 Ekim 2004. 
4) Antonio Missiroli, “CFSP, Defence and Flexibility”, Chaillot Paper 38, Paris: Institute for Security Studies, WEU, Subat 2000. 
5) Antonio Missiroli, “Financing ESDP”, Real Instituto Elcano, 21 Nisan 2003. 
6) (12.07.2004). 
7) Antonio Missiroli, “After the Brussels fiasco – an ESDP without a Constitution, a CFSP without a Foreign Minister?” 15 Ocak 2004 
8) < http://www.iss-eu.org/new/analysis/analy073.html> (12.07.2004). 
9) Chris Donnelly, “The Occupant of a Pivotal Role in the Defence of the EU”, Financial Times, 28 Haziran, 2004. 
10) Ernst-Otto Czempiel, “Is war making a comeback? Memory loss: a case study”, Goethe Merkur, Almanya: Goethe-Institut Inter Nations, Bonner 
Universitätsdruckerei, 2003. 
11) Ertuğrul Kayserilioğlu, “Çok Kültürlü Bir Avrupa”, Forum Diplomatik, Sayı 1, 31 Ocak 2005. 
12) Graham E. Fuller, Ian O. Lesser (eds.) , Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, Boulder: Westview Press, Rand Study, 1993. 
13) Ddris Bal, Turkey’s Relations with the West and the Turkic Republics: the rise and fall of the ‘Turkish Model’, Aldershot: Ashgate, 2000. 
14) Javier Solana, “The Washinton Summit: NATO steps boldly into the 21st century”, NATO Review, No.1, Dlkbahar 1999. 
15) Kuzey Atlantik Anlasması, Washington DC, 4 Nisan 1949. 
16) Lale Sarıibrahimoğlu, “Crucial ESDP talks to start in Ankara today”, Turkish Daily News, 25 Ekim 2001. 
17) Lord George Robertson, “NATO and the New Threats”, Turkish Policy Quarterly, Cilt.1, No.4, Kı 2002. 
18) Lt. General Mario de Silva, “Implementing the Combined Joint Task Force Concept”, NATO Review, No.4, Kı 1998. 
19) Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantısı, Berlin: 3 Haziran 1996. 
20) NATO’nun “Barı için Ortaklık” eğitim merkezi: http://www.bioem.tsk.mil.tr. 
21) NATO web sayfası: http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/english/ statistics.html (05.04.2005). 
22) Kuzey Atlantik Konseyi, Oslo Communiqué, Oslo: 4-5 Haziran 1992. 
23) Ramazan Gözen, “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP”, SAM Papers No.1/2003, Ankara: Mart 2003. 
24) Siret Hürsoy, “How to Conduct Strategic War Against Global Terrorism?”, World Defence Systems, Sovereign Publications Ltd. (yayınlanacak). 
25) Siret Hürsoy, “One Day Analytical Seminar on Turkey and ESDP”, Dsveç: Stockholm’da sunulan sözlü ve yazılı tebliğ, 22 Eylül 2004. 
26) http://web.sipri.org/contents/director/TURKEYESDPSUMMARY.html (02.02.2005). 
27) Siret Hürsoy, “EU’s Long-Term Stability Strategy for the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, Cilt.3, No.2, Yaz 2004. 
28) Siret Hürsoy ve Nesrin Ada (ed.), NATO’s Transformation and the Position of Turkey, Dzmir: Ege University Press, 2004. 
29) Siret Hürsoy, The New Security Concept and German-French Approaches to the European ‘Pillar of Defence’, 1990-2000, Germany: Tectum Verlag, 2002. 
30) Steven Everts, “An asset but not a model: Turkey, the EU and the wider Middle East”, Centre for European Reform, (Ekim 2004) (16 Aralık 2004). 
31) “The Alliance’s Strategic Concept”, NATO Washington Summit Communiqué, 23-24 Nisan, 1999. 
32) “TDKA’ya Yeni Roller”, Avrasya Bülteni, Sayı 31, Subat 2005 (01.04.2005). 
33) “Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği Perspektifinden Kriz Bölgelerinin İncelenmesi ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, SAREM Dkinci Uluslar Arası 
      Sempozyum Bildirileri (Dstanbul, 27-28 Mayıs 2004), Ankara: Genelkurmay Basım Evi, 2004. 
34) Walter Posch, “Talking Turkey”, ISSEU Newsletter No.12, (Ekim 2004) 
35) < http://www.iss-eu.org/new/analysis/analy096.html> (12.07.2004). 
36) BAB Bakanlar Konseyi, Petersberg Deklarasyonu, Bonn: 19 Haziran 1992. 
37) BAB Bakanlar Konseyi, Ortak Üyelik Belgesiyle Bağlantılı Toplantı Tutanakları, Roma: 20 Kasım 1992. 
38) William Hale, Turkish Foreign Policy, 1774-2000, Londra: Frank Cass Publications Ltd., 2000. 
39) Zalmay Khalilzad, Ian O. Lesser, F. Stephen Larrabee, (ed.), The Future Of Turkish Western Relations/Towards A Strategic Plan. 
40) (01.02.2004). 
41) ‘3. Deutsch-Französischen Dialog – Mit Sicherheit in die europäische Zukunft: Deutsch-französische Perspectiven einer gemeinsamen Sicherheits – und 
Verteidigungspolitik’, Diskussionsbericht, Saarbrücken: 31 Mayıs-01 Haziran, 2001. 
42) ‘3. Deutsch-Französischer Dialog in Saarbrücken: Europäische Sicherheitspolitik als eigenständigen Pfeiler innerhalb der Nato etablieren’, 
Luxemburger Wort, 2 Haziran, 2001. 

DİPNOTLAR;

1 “Riskler” Soğuk Savas’ın sona ermesiyle ortaya çıkmamıs, 1990 öncesi de var olan bu riskler bulundukları yeni stratejik ortamda hızla yayılma eğilimi göstermistir. 
Terörizm, etnik çatısmalar, uyusturucu ve insan kaçakçılığı gibi sınır ötesi riskler ve diğer tehdit algılamalarına iliskin analiz için bkz. Ernst-Otto Czempiel, 
“Is war making a comeback? Memory loss: a case study”, Goethe Merkur, (Almanya: Goethe-Institut Inter Nations, Bonner Universitätsdruckerei, 2003), s.13-22. 
2 Siret Hürsoy, “How to Conduct Strategic War Against Global Terrorism?”, World Defence Systems, (Sovereign Publications Ltd. (yayınlanacak)). 
3 Bkz. “Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği Perspektifinden Kriz Bölgelerinin Dncelenmesi ve Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri”, SAREM Dkinci Uluslar Arası Sempozyum 
Bildirileri (İstanbul, 27-28 Mayıs 2004), (Ankara: Genelkurmay Basım Evi, 2004). 
4 William Hale, Turkish Foreign Policy, 1774-2000, (Londra: Frank Cass Publications Ltd., 2000), s.7; Ian O. Lesser, “Bridge Or Barrier? Turkey and The West 
   After The Cold War”, Graham E. Fuller, Ian O. Lesser (eds.) , Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, 
(Boulder: Westview Press, Rand Study, 1993), s.101-102. 
5 Kuzey Atlantik Dttifakı Anlasması’nın 5. Maddesine göre: “Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silâhlı bir saldırının hepsine yöneltilmi bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz 
savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak, ve diğerleri ile birlikte, silâhlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlasmaya varmıslardır. […]” 
Bkz. Kuzey Atlantik Anlasması, Washington DC, 4 Nisan 1949. 
6 Zalmay Khalilzad, “A Strategic Plan For Western-Turkish Relations”, Zalmay Khalilzad, Ian O. Lesser, F. Stephen Larrabee, (eds.), The Future Of Turkish Western 
Relations/Towards A Strategic Plan, (01.02.2004); Ddris Bal, Turkey’s Relations with the West 
and the Turkic Republics: the rise and fall of the ‘Turkish Model’, (Aldershot: Ashgate, 2000), s.108. 
7 Önceki NATO Genel-Sekreteri George Robertson Türkiye’nin yeni tehditlere karsı NATO müttefikleriyle birlikte bir ileri cephe ülkesi haline geldiğini öne sürmüstür. 
Lord George Robertson, “NATO and the New Threats”, Turkish Policy Quarterly, (Cilt.1, No.4, Kı 2002), ss.5-11. 
8 “A Secure Europe in a Better World”, European Security Strategy, (Brüksel, 12 Aralık 2003), ss.4, 7-8. 
9 St. Mâlo Declaration, (Fransa: Anglo-French Summit, 4 Aralık 1998) için bkz. Missiroli, A., ‘CFSP, 
Defence and Flexibility’,Chaillot Paper 38, (Paris:Institute for Security Studies,WEU, Subat 2000), Annex C. 
10 AGSP önündeki üyelik asimetrisi sorunu yanında diğer ciddî sorunlardan bazıları ise finansman meselesi 
ve kurumsal yapılanma alanındaki eksikliklerdir. Antonio Missiroli, “Financing ESDP”, Real Instituto Elcano, 
21 Nisan 2003 ; Antonio Missiroli, “After the Brussels 
fiasco – an ESDP without a Constitution, a CFSP without a Foreign Minister?” 15 Ocak 2004 
(12.07.2004).
11 “Eğer tam üyeler ortak üyelerin BAB’ın askerî operasyonlarına katılması kararı almıslarsa, bu 
operasyonların yerine getirilmesi için düzenlemeler duruma göre ayrı ayrı katılımcı ülkeler tarafından 
belirlenecektir” (yazarın kendi tercümesi). BAB Bakanlar Konseyi, Ortak Üyelik Belgesiyle ilgili Toplantı 
Tutanakları, (Roma, 20 Kasım 1992). 
12 Petersberg Görevleri insanî ve kurtarma görevleri, barısı koruma faaliyetleri, kriz yönetimi ve barı insası 
görevlerinde çarpısacak olan güçleri içermektedir. Bkz. “II. On Strengthening WEU’s Operational Role”, 
Petersberg Deklarasyonu, BAB Bakanlar Konseyi, (Bonn: 19 Haziran 1992), parag.4. 
13 Berlin’de 1996 yılında gerçeklestirilen Kuzey Atlantik Konseyi bakanlar toplantısı sonuç bildirgesine göre, 
NATO’nun plânlama ve harekât kapasitelerinin AGSP tarafından Birlesik Müsterek Görev Gücü Kavramı 
(Combined Joint Task Force) çerçevesinde kullanılabilmesi kararı, NATO’nun Kuzey Atlantik Konseyi ve 
Askerî Komitesi tarafından onaylanmasını gerektirmektedir. Bkz. Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar 
Toplantısı, Berlin, (3 Haziran 1996); Lt. General Mario de Silva, “Implementing the Combined Joint Task 
Force Concept”, NATO Review, (No.4, Kış 1998), ss.16-19; NATO’nun Washington Zirvesi’ne Madde 18,30, 
34, 50, 53(c)’ye göre: (1) NATO ve BAB arasında kurulan mekanizma çerçevesinde AB ve Kuzey Atlantik 
Paktı arasında etkin ortak danısma, isbirliği ve saydamlık yöntemi gelistirilmesi; (2) AB’nin üyesi olamayan NATO 
üyelerinin istedikleri zaman AGSP çerçevesinde gerçeklestirilecek operasyonlara tam anlamıyla katılımlarına 
önem verilmesi;(3) AB’nin NATO imkân ve kabiliyetlerine ulasabilmesine pratik çözümlerle yaklasılması. “The 
Alliance’s Strategic Concept”, NATO Washington Summit Communiqué (23-24 Nisan, 1999); Javier Solana, 
“The Washington Summit: NATO steps boldly into the 21st century”, NATO Review, (No.1, Dlkbahar 1999), ss.3-6. 
14 Türkiye’nin AB AGSP’nin karar alma mekanizmasına doğrudan katılım talebi ayrıca Yunanistan tarafından 
veto edilmisti. Ramazan Gözen, “Turkey’s Delicate Position Between NATO and the ESDP”, SAM Papers No.1/2003, (Ankara: Mart 2003), s.104. 
15 Lale Sarıibrahimoğlu, “Crucial ESDP talks to start in Ankara today”, Turkish Daily News, (25 Ekim 2001). 
16 “Annex II – ESDP: Implementation of the Nice Provisions on the Involvement of the Non-EU European 
Allies”, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Baskanlık Kararları, Brüksel, Avrupa Konseyi, (24-25 Ekim 2002). 
17 Bu toplantı sonucuna göre NATO birçok askerî ve sivil faaliyette bulunabilecek “tek bir sistem” olarak 
kaldığı için, AB/BAB güdümlü operasyonların ayrı komuta düzenlemesine gitmelerine fırsat vermemekteydi. 
Kuzey Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantısı, Berlin, (3 Haziran 1996). 
18 2001 istatistiği verilerine göre Türkiye 795,000 askerî personeli ile toplamda 2,904,000 NATO Avrupa 
üyelerinin asker sayısının yaklasık 1/3’ünden biraz azını olusturmaktadır. En yakın takipçileri Dtalya’nın 
374,000 Fransa’nın 367,000 ve Almanya’nın 307,000 askerî bulunmaktadır. Sabit olmayan yıllık savunma 
harcamalarında ise kisi basına düsen millî gelir itibarıyla Türkiye 4.9% ile Yunanistan (4.7%), Fransa (2.5%), 
Dngiltere (2.3%) ve Almanya’yı (1.5%) geride bırakmaktadır. NATO web sayfası: 
http://www.nato.int/docu/review/2002/issue2/english/statistics.html (05.04.2005). 
19 Bu konu hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Siret Hürsoy, “New Transatlantic Security Relationship and 
the Position of Turkey in European Security”, Siret Hürsoy ve Nesrin Ada (ed.), NATO’s Transformation and 
the Position of Turkey,(Dzmir: Ege University Press, 2004), ss.49-55. 
20 1992 yılında NATO Kuzey Atlantik Konseyi Oslo toplantısı ve 1996 yılında NATO Kuzey Atlantik Konseyi 
Berlin toplantısı sonuç bildirgelerine göre, Oslo Communiqué ve Birlesik Müsterek Görev Gücü Kavramı 
(CJTF) gelismeleri doğrultusunda NATO, sivil-asker iliskileri ve “yumusak” askerî görevler alanına da 
faaliyet göstermeye baslamıstır. Bkz. NAC Oslo Communiqué (Oslo: 4-5 Haziran 1992) ve Berlin Kuzey 
Atlantik Konseyi Bakanlar Toplantısı, (Berlin: 3 Haziran 1996). 
21 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. http://www.bioem.tsk.mil.tr. 
22 ISAF-II’nin yönetimini Haziran 2002-Subat 2003 tarihleri arasında 1,300 askerî personelin katılımıyla 
üstlenen Türkiye, ikinci kez ISAF-VII yönetimini Subat 2005-Ağustos 2005 tarihleri arasında yürütmek üzere 
üstlenmistir. Ocak 2004 tarihinden itibaren ise NATO’nun Afganistan’daki Sivil Temsilcisi olarak Türkiye’nin 
eski Dısisleri Bakanı Hikmet Çetin görev yapmaktadır. 
23 Kırgızistan ile AGDT arasındaki isbirliği çerçevesinde yüksek lisans eğitimine yönelik olarak Biskek’te kurulan “AGDT Akademisi” 17 Aralık 2004 tarihinde resmen 
faaliyete geçmistir. Bu çerçevede Türkiye tarafından da desteklenen Akademi’ye kurulu asamasında maddî katkıda bulunulmu ve bu makalenin yazarı ders vermek 
üzere Türk Dsbirliği ve Kalkınma Ddaresi Baskanlığı (TDKA) tarafından görevlendirilen ilk akademisyenler grubu arasında yer almıstır. Bkz. “TDKA’ya Yeni Roller”, 
Avrasya Bülteni, (Sayı 31, Şubat 2005), s.11 (01.04.2005). 
24 Türkiye NATO’nun Aktif Çaba Operasyonu’na 299 personel, devriye gemileri ve bir firkateynle katılmaktadır. 
25 Mart 2004 itibarı ile verilmiş olan bu bilgiler, Dışleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nden elde edilmistir. 
26 Ertuğrul Kayserilioğlu, “Çok Kültürlü Bir Avrupa”, Forum Diplomatik, (Sayı 1, 31 Ocak 2005). 
27 Antonio Missiroli, “Crossing the Bosporus”, The Wall Street Journal Europe, (1 Ekim 2004). 
28 Walter Posch, “Talking Turkey”, ISSEU Newsletter No.12, (Ekim 2004) 
     < http://www.isseu.org/new/analysis/analy096.html> (12.07.2004). 
29 Siret Hürsoy, “EU’s Long-Term Stability Strategy for the Middle East”, Turkish Policy Quarterly, (Cilt.3, No.2, Yaz 2004), ss.185-194; Steven Everts, “An asset but not a model: Turkey, the EU and the wider 
Middle East”, Centre for European Reform, (Ekim 2004) (16 Aralık 2004). 
30 Siret Hürsoy, The New Security Concept and German-French Approaches to the European ‘Pillar of Defence’, 1990-2000, (Almanya: Tectum Verlag, 2002); ‘3. Deutsch-Französischen Dialog – Mit Sicherheit 
in die europäische Zukunft: Deutsch-französische Perspectiven einer gemeinsamen Sicherheits – und Verteidigungspolitik’, Diskussionsbericht, (Saarbrücken: 31 Mayıs-01 Haziran, 2001). 
31 3’üncü Alman-Fransız Diyalogu katılımcılarından Lothar Rühl konusmasında önemli bir konuya dikkat çekmektedir: AB’nin tanımladığı en az 16 büyük senaryonun 13’ünün Avrupa’nın güney ve güney 
çevresinde bulunmaktadır. Ancak, AB’nin Türkiye ile olan iliskisini bir düzene koymadığı taktirde bu senaryoların tümünün “resimli bilmece” olmaktan baska bir sey olmayacağını iddia etmistir. ‘3. Deutsch-
Französischer Dialog in Saarbrücken: Europäische Sicherheitspolitik als eigenständigen Pfeiler innerhalb der Nato etablieren’, Luxemburger Wort, (2 Haziran 2001); 
Chris Donnelly, “The Occupant of a Pivotal Role in the Defence of the EU”, Financial Times, (28 Haziran 2004). 

***