Karadeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karadeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

TÜRK RUS İLİŞKİLERİ SOĞUK KIŞTAN., SICAK BAHARA DÖNÜŞEBİLECEKMİ., BÖLÜM 2

TÜRK RUS İLİŞKİLERİ SOĞUK KIŞTAN., SICAK BAHARA DÖNÜŞEBİLECEKMİ., BÖLÜM 2



Doç. Dr. Toğrul İsmayıl,Mavi Akım,Karadeniz,Türkiye-Rusya ilişkileri,Vladimir Putin, Turist vizesi,rublenin dolar karşısında değer kaybetmesi,
Düşen Uçak Kazası,Gazprom,

< TÜRKİYE SADECE “GAZPROM” VE TURİZM OPERATÖRLERİ İÇİN DEĞİL; AYNI ZAMANDA FİNANS SEKTÖRÜ İÇİN DE ÖNEMLİ BİR PAZARDIR.
ÖRNEĞİN 2012 YILINDA TÜRKİYE MENŞELİ DENİZBANK’IN 3,5 MİLYAR DOLARA RUS SBERBANK TARAFINDAN ALINMASI, RUSYA İÇİN STRATEJİK BİR ÖNEME SAHİPTİR. >

    Rus arama motoru “Yandex”, 2011 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermektedir.
Türkiye bu şirketin Bağımsız Devletler Topluluğu dışında çalıştığı ilk ülkedir.
Markanın Türkiye’deki yerel pazar payı ise % 4-5 dolaylarındadır. Benzer şekilde Türkiye’nin telekomünikasyon pazarında Rusya’nın Alfa Telecom Turkey Ltd. isimli şirketi de bulunmaktadır. Bu şirket, en büyük Türk operatörü Turkcell içinde % 13,22 paya sahip olup; ilerleyen yıllarda bu payını yarı yarıya artırmayı planlamaktadır.

Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinde zarar vermek istediği bir diğer alan ise enerji’dir.
Türkiye, en büyük tedarikçisi konumundaki Rusya’dan yıllık doğalgaz ihtiyacının yarıdan fazlasını karşılamaktadır. Bu doğalgazı Türkiye iki hat üzerinden tedarik etmektedir: Ukrayna üzerinden gelen ve Trakya’dan giriş yapan Batı Hattı ve
Karadeniz’in altından gelip Samsun’dan karaya çıkan Mavi Akım. Diğer yandan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) 2014 Doğalgaz Sektörü Raporu’na göre 2014 yılında doğalgaz ithalatı % 54.76’lık payla en fazla Rusya’dan yapılırken; miktar olarak yaklaşık 50 milyar metreküplük doğalgaz ihtiyacının 26 milyar metreküpü tek başına Rusya’dan karşılanmıştır. Söz konusu tedarik için Türkiye, 16,5 milyar dolarlık doğalgaz faturası ödemiştir.

   Uzmanların üzerinde anlaştığı bir başka konu ise düşük petrol fiyatlarının Türkiye’yi, Rusya’ya kıyasla daha cazip bir aktör haline getirdiğidir. Zira döviz gelirinin önemli bir kısmını petrol ihracatından elde eden Rusya, Kuzey Denizi havzasından çıkarılan Brent petrolün varil fiyatının geçen yıl % 30 oranında düşmesi sonucu önemli bir meydan okumayla karşı karşıya kalmıştır. Net petrol ithalatçısı Türkiye üzerinde ise ucuzlayan petrol fiyatları tam tersi bir etki yaratmıştır. Benzer bir şekilde bazı Batılı uzmanlar, petrol fiyatlarındaki gerilemeyle birlikte Türkiye’nin cari açığını kapatıp enflasyonu düşürebildiğini hatırlatmakta ve bu durumun, yatırımcı gözünde pozitif bir gelişme olduğunu vurgulamaktadır.

    Kanaatimizce uçak krizi sonrası enerji alanında yaşananlar, uzun zamandır herkesin üzerinde uzlaştığı fakat gerçekleşmesine yönelik yapısal adımların geciktiği Rusya’ya aşırı bağımlılığı orta ve uzun vadede azaltacak bir stratejiyi hayata geçirmeye vesile olacaktır. Zira mevcut doğalgaz ilişkisi, ikili ilişkilerin en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır. Bu konuda doğrudan bir gaz kesintisi olmasa da belli risklerin göz ardı edilemeyeceği bir gerçektir.


Her ne kadar Rusya önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ana gaz tedarikçisi olmaya devam edecekse de, ikili ilişkilerin geldiği noktada Türkiye, enerji güvenliğini daha ciddi olarak ele almaya başlamış ve tedarike yönelik bazı alternatifleri öne çıkarmıştır.
Bu kapsamda ilerleyen dönemde Türkiye’nin yeni enerji alternatifleri arasında Katar’dan LNG; Irak, Türkmenistan ve Doğu Akdeniz’den gaz ithalatı sağlamak olacaktır.
 <   AKKUYU PROJESİNİN RUSYA TARAFINDAN RAFA KALDIRILMASI DURUMUNDA İSE ALTERNATİFLER MEVCUTTUR. ÖRNEĞİN ÇIN, JAPONYA,
GÜNEY KORE GİBİ ÜLKELERLE DİREKT TEMASA PEKÂLÂ GEÇİLEBİLİR. >


Peki, iki ülke arasında vuku bulan son dönem olaylardan sonra Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesinde ne tür gelişmeler beklenebilir? Akkuyu projesinin iptali Türkiye’yi nasıl etkiler?
Rusya’nın AB’nin uyguladığı ambargolar nedeniyle yaşadığı ekonomik daralma ve sıkıntılar yüzünden 20 milyar dolarlık bir beklentisi olduğu Akkuyu projesinden kolay kolay vazgeçemeyeceği düşünülmektedir.
   Fakat Rusya’nın projeyi askıya almaktan kaçınmasının ardında maddi nedenler den çok siyasi ve hukuki gerekçeler mevcuttur.
Zira Rusya yönetimi doğrudan Türkiye’ye zarar verecek ya da uluslararası anlaşmalarla verdikleri taahhütleri hukuksuz bir boyuta taşıyacak, bu yolla uluslararası arenada kendi itibarını olumsuz etkileyecek adımlar atmayacaktır.
Diğer yandan Akkuyu projesinin Rusya tarafından rafa kaldırılması durumunda ise alternatifler mevcuttur. Örneğin Çin, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerle direkt temasa pekâlâ geçilebilir.

Belirtmek gerekir ki; ekonomisi % 3,8 daralan, sanayi üretimi % 4,2 gerileyen, Batı’nın yaptırımları ve düşen petrol fiyatları nedeniyle zor günler geçiren Rusya’nın; ekonomisi ve sanayi üretim endeksleri pozitif seyreden, Batı’nın desteğine haiz Türkiye’ye karşı bu ekonomik ve siyasi savaşı sürdürmesi pek makul değildir. Bu krizin Rusya tarafından derinleştirilmesi durumunda ise Rusya özelinde ekonomik, sosyal ve siyasal kriz derinleşecek, ülke sathında tüketim ve emlak fiyatları ciddi oranlarda artacaktır. Zira yaptırımlardan dolayı zor bir yıl geçiren Rusya için 2016 yılında da % 6,4’lük bir ekonomik gerileme öngörülmekte dir.
    Dünya petrol fiyatlarının 2016 yılında son 17 yılın en düşük seviyesine ulaşma ihtimalinin bulunduğunu, Rus ekonomisinin ise büyük oranda petrol fiyatlarına bağlı olduğunu göz önünde bulundurulduğunda, Rus hükümetinin ekonomiyi petrol fiyatlarından bağımlı durumdan çıkarmaya çalıştığını, ancak bunun birkaç yılda mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Diğer yandan Rusya’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle devlet bütçesinin optimizasyonu kapsamında devlet çalışanlarının maaşlarının % 10 oranında azaltılması gündemdedir. En önemlisi de Rus yönetiminin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar nedeniyle ülkedeki birçok üründe fiyatların yükselmeye başlamıştır.

Nitekim Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanlığı, Rus iş dünyasının Türkiye’ye bağımlı olduğunu açıkça itiraf etmektedir.

< EN ÖNEMLİSİ DE RUS YÖNETİMİNİN TÜRKİYE’YE UYGULADIĞI YAPTIRIMLAR NEDENİYLE ÜLKEDEKİ BİRÇOK ÜRÜNDE FİYATLARIN YÜKSELMEYE BAŞLAMIŞTIR. NİTEKİM RUSYA EKONOMİK KALKINMA BAKANLIĞI, RUS IŞ DÜNYASININ TÜRKİYE’YE BAĞIMLI OLDUĞUNU AÇIKÇA İTİRAF ETMEKTEDİR. >

Bu arada Rus uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye’ye yaptırım kararı alan aynı Rusya, sürpriz bir şekilde iki ülke arasındaki tahıl ticaretinin yeniden başlatılması yönünde karar almıştır. Zira Türkiye, Rus tahılının en büyük ithalatçılarından biridir ve Uçak Krizi’nden bu yana Rus ve Türk şirketleri yeni sözleşme yapmayı durdurmuşlardı.

Gerekçe olaraksa Rus tarafının yaptırım tehdidi ve Türk tarafının ithalatı kısma saikıydı. Ancak endüstri kaynaklarına göre tehlike artık geçmiş, tahıl ticareti eski seyrine geri dönmüştür. Hatta bir ticaret danışmanına göre Türk şirketleri, Rus üreticilerle yeni sözleşmeler imzalamaya başlamışlardır. Türkiye’nin Rusya ile tahıl ticaretine devam etmesinin gerekçesi olaraksa Fransız menşeli tahılın daha pahalı olması ve Ukrayna’daki ürünlerin ise istenilen kalite standardına yaklaşamaması
gösterilmektedir. Bu kapsamda Türkiye, Rusya’dan Temmuz-Kasım arasında 1.7 milyon ton tahıl ithal etmiştir.



Değerlendirmeler göstermektedir ki; mevcut durum ve şartlarda oluşacak bunalımlı durumdan Türkiye’nin daha az zararla çıkması daha yüksek bir ihtimaldir. Çünkü Türkiye’nin açık ticaret ve liberal yatırım politikaları bu kayıpları daha çabuk telafi edebilecek niteliktedir. Zira Rusya Federasyonu Bakan Yardımcısı Maxim Oreshkin’in itiraf ettiği gibi, bugün Rusya’da yaşanan
ekonomik şok, SSCB’nin son yıllarında yaşadığı şoktan çok daha güçlüdür. 

Bu anlamda görünen o ki, aynı coğrafyada bulunan, güvenlik ve istikrara büyük önem atfeden iki devletin, bölgesel ve küresel düzeydeki ortak çıkarları için beraber çalışabilme kabiliyetlerini ortaya koymaları gerekmektedir.

   Zira bölgedeki istikrar ve barış ortamı için iki ülkenin işbirliği çok önemlidir. 
Aksi halde Karadeniz’den Kafkasya, Merkezi Asya’dan Uzakdoğu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınabilir.
   Ne kadar ilginçtir ki, Türk-Rus işbirliğini bir üst aşamaya çıkaran ziyaret de yine bir aralık ayında yapılmıştır. Putin’in 6 Aralık 2004’deki ziyareti 512 yıllık ilişkiler tarihinde Moskova’dan Ankara’ya lider düzeyinde yapılan ilk ziyarettir. Yine ne kadar büyük bir tesadüftür ki, çok değil, bir yıl önce, 1 Aralık 2014’de Putin yine Ankara’da Erdoğan’a “Türk Akımı” projesini önermiştir.

    Kısacası “aralık ayı”, Türkiye-Rusya ilişkilerinin yükselen dönemi gibidir. 

Bu anlamda Aralık’lar, Türkiye-Rusya ilişkileri değerlendirilirken asla unutulmamalı dır.

***

28 Kasım 2020 Cumartesi

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 2

ABD NİN KARADENİZ POLİTİKASI VE TÜRKİYE. BÖLÜM 2

 

Kadir Ertaç ÇELİK, Mehmet Seyfettin EROL, ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Türkiye, Dış Politika, Karadeniz, ABD Karadeniz Politikası,

    Güvenliğin en geleneksel bakış açısıyla izah edilmesi halinde savunma olduğu ifade edilebilir. 

     Hatta kimi çevreler tarafından bu perspektif daha da spesifikleştirilerek askeri savunma olarak ele alınmaktadır. Kavramı genişleterek ele alanlar ise askeri meselelerden çevresel faktörlere kadar geniş bir yelpazede güvenliği tartışmaktadırlar. Güvenlik çalışmalarının en önemli isimleri tarafından dahi tartışmalı bir kavram olarak izah edilen güvenlik; nihai olarak tehditten korunmak anlamına gelmektedir. Tehdidin her türlüsünü içermeye müsait bu kavram tarihi bağlam içerisinde öncelikli tehdidin ne olduğuna göre farklı şekillerde tanımlanmış tır. Bu bağlamda Orta Çağ’da tehditleri tartışırken daha farklı olgular üzerine odaklanılırken Westphalia sonrası farklı tehditlerden bahsedilmiştir. Aynı durum Soğu Savaş dönemi ve sonrası içinde geçerlidir. Örneğin Soğuk Savaş döneminde ideolojik tehditler, güvenliğin temel odak konularının başında gelirken Soğuk Savaş sonrası uluslararası radikal terör, sınır aşan mülteciler ve iklim değişikliğine bağlı sorunlar yeni tehditler olarak izah edilebilir. Ancak tarihin hiçbir döneminde askeri tehdit olgusu geçerliliğini yitirmemiş olup bütün tehditlerin nihai olarak geldiği nokta da savaş ve çatışma düzleminde askeri bir tehdide işaret etmektedir (Yalçın 2017: 59-60). 

Yukarıdaki açıklamalardan hareketle çerçeve bir kavram olduğu söylenebilecek olan güvenlik, belli bir özne ile birlikte ifade edilmediği takdirde bir boşluğu bünyesinde barındırır. Güvenliği tamlayan kavramlar eklendiğinde bir anlamda söz konusu boşluk ortadan kaldırılsa dahi “ulusal güvenlik” tamlamasındaki belirsizliğin tamamen elimine edildiğini iddia etmek oldukça güçtür. Çünkü hem güvenlik hem de ulus kavramları net ve üzerinde konsensüs sağlanmış tanıma sahip değillerdir. Bu nedenden ötürü ulus kavramının da izah edilmesi mecburiyeti söz konusu olmaktadır (Birdişli 2016: 27). Latince nationem kökünden türeyen ulus/nation (Online Etymology Dictionary 2017); etimolojik anlamda ele alındığında Moğolca kökenden geldiği ileri sürülmektedir (Lewis 1992: 62). 
Ulus kavramı, sosyal bilimlerin çeşitli disiplinlerine mensup akademisyenlerce üzerinde ziyadesiyle çalışılan bir kavram olmuştur. 

Bu nedenle tek bir tanım vermenin mümkün olmamasından dolayı kavram üzerinde çalışan sosyal bilimciler arasında öne çıkan akademisyenlerin tanımlarına yer vermek daha doğru olacaktır. Gaibernau’ya göre ulus; bir topluluk bilincine sahip, ortak bir kültürü paylaşan, açıkça belirlenmiş bir toprak üzerinde, ortak bir geçmişe ve gelecek projesine ve kendi kendini yönetme hakkına sahip bir toplumdur (Guibernau 1997: 92). Bernard Lewis ise ulus ile Arapça “millet” sözcüğünün aynı geldiğini iddia etmektedir. Aramice “milla” kökünden türeyen millet, kutsal kitaba insan topluluğunu tanımlamaktadır (Lewis 1992: 62). Anthony D. Smith’e göre ulus, tarihi bir ülkeyi/toprağı, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitlesel bir kamu kültürünü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan insan topluluğudur (Smith 2010: 32-33). Ernst Haas ise ulusu, kendini başkalarından ayıran özellikler etrafında birleştiklerine dair inanca sahip ve devlet yaratma ya da var olan devletlerini devam ettirme amacıyla sosyal olarak birlemiş ve harekete geçmiş insan topluluklarıdır (Haas 1986: 726). 

Çeşitli şekillerde tanımlanan ulus kavramının günümüzdeki anlamda kullanılması ise Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı bir anlayışın ürünüdür. 

Devam eden süreçte Birinci Dünya Savaşı sonunda imparatorlukların tasfiyesi ile daha somut bir hal alan ulus kavramı, ulus-devlet olgusu ile doğrudan ilintidir (Birdişli 2016: 28). Siyasal yapıların ulus-devlete evrim sürecine bakıldığında ise 1618 yılında başlayan ve 1648 yılına kadar devam eden Otuz Yıl Savaşları sonunda tesis edilen Westphalia (Vestfalya) Barışı’nın milat olarak ele alındığı ifade edilebilir. Avrupa’nın en büyük ilk konferansı olarak sayılabilecek Westphalia’nın en önemli özelliklerinden biri; daha önceki toplantılar dini nitelikteyken, Westphalia’nın devlet, savaş ve iktidar sorunlarının tartışıldığı ilk laik nitelikte bir konferans olmasıdır. Papalık temsilcisinin dinlenmediği, Papa’ya imzalattırılmayan konferansın sonucunda; Kilise’nin gücü sınırlandırılmış, Ausgburg Barışı’nın hükümleri yenilenmiş, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun parçalanmışlığı uluslararası hukuk bakımında da onaylanmış ve Almanya’nın bölünmüşlük sorunu ortaya çıkmıştır. 

Nitekim Avrupa, kendi yasalarına göre hareket eden, kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını izleyen bağımsız ve özgür devletlerden müteşekkil bir hale evrilmiştir. Bu noktadan hareketle belli kurallara göre hareket eden ve aralarında düzenli ilişkiler bulunan yapıların (devletlerin) oluşturduğu bütün olan uluslararası sistemin bugün anladığımız anlamda Westphalia Barışı ile ortaya çıktığı varsayımı kabul görmektedir (Sander 2011: 100-124). 

14. Louis’in Fransa’da iktidara gelmesiyle birlikteyse Avrupa’da yeşermeye başlayan mutlakiyetçi ulus-devletin üstünlüğü söz konusu ülkede sağlanmıştır. Devam eden süreçte dünyanın globalleşmeye başladığı 1700-1850 dönemi uluslararası ilişkilerde önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. 16. ve 17. yüzyılın sorunlarına yanıt veren büyük monarşiler, bu dönemin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmişlerdir. Globalleşme ve buna bağlı diğer gelişmelerin ürünü olan güçlü hükümetleri kuramayan monarşiler yerini ulus-devlete bırakmaya başlamışlardır. Böylece söz konusu dönem globalleşme sürecinin hızlanması ve ulus-devletin güçlenmesini beraberinde getirmiştir (Sander 2011: 124-144). 1648 Westphalia Düzeni ve Fransız İhtilali’nin getirdiği düşünceler üzerinden şekillenen ulusal güvenlik (Territoryal Security), ulus devletlerin temel amaçlarında yer almıştır. 

Dolayısıyla ülke sınırlarını ve devletin egemenliğini korumayı amaçlayan bu yaklaşım ulusal güvenlik anlayışının temelini oluşturmuştur (Birdişli 2016: 28). 
Ulus devletlerin güvenliklerini sağlamaya dair başlıca endişelerini ifade etmek amacıyla kullanılan ulusal güvenlik kavramının anlam bulması için uluslararası sistemin ulus devletlerden oluşması gerekmektedir. Bu kapsamda ulus devletin güvenliğinin gelişimini sağlayan her şey söz konusu devlet için yararlı, güvenliği azaltan olgu, eylem ve davranışlar zararlı olarak tanımlanmaktadır. En genel ifadeyle korku ve tehditlerden uzak olma durumu olarak tanımlanan güvenlik kavramının fiziksel boyutu olduğu gibi psikolojik boyutu da söz konusudur. Ancak tarih boyunca ulusal güvenlik bağlamında fiziksel boyut üzerinde durulmuş ve ulusal sınırları başka devletlerin tehdit ve saldırılarından uzak tutmak, devletlerin güvenlik anlayışlarının merkezinde yer almıştır. Bunun dışında uluslararası ticaret yapabilme ve doğal kaynaklara ulaşabilme gibi fiziksel diğer konular ise ikincil 
öneme haiz olmuştur. Geçmişte sürekli bir şekilde göz ardı edilen veya önemi kavranamayan psikolojik boyut ise fiziki bir saldırı gibi nesnel bir tehdit içermeyebilir. Bu noktada daha ziyade algılar ve psikolojik ögeler ön plana çıkmaktadır. Devletin ve halkının kendini güvende hissetmesi öznel yönleri olan bir olgudur (Erhan 2001: 78-79). 

ABD Ulusal Güvenliği 

ABD dış politikası ve ulusal güvenliği üzerine çalışmalar yapan Prof. Dr. Çağrı Erhan’a göre; Birinci Dünya Savaşı’ndan 1990’lara kadar ABD dış politikasını 
dört temel döneme ayırarak incelemek mümkündür. 
Buna göre (Erhan 2001: 80-88); 

. Birinci Dönem: 

1930’lu yıllarda başlatılacak bu dönem 1941 yılına kadar sürmüştür. 
Bu dönemin temel politikası ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde Japonya’nın yayılmacı eğilimlerini diplomasi yoluyla engellemeye çalışmaktı. 

Bu tarih aralığında ABD’li karar alıcılar Avrupa’da Hitler ve Mussolini’nin saldırgan politikalarından ziyade Uzakdoğu’daki gelişmeler üzerinde odaklanmışlardır. 
Çünkü bu bölgedeki gelişmelerin siyasal ve ekonomik çıkarlarını etkileme kapasitesinin daha yüksek olduğu düşünülmekteydi. Bu tercihin temelinde ABD’nin 1898 yılında İspanya ile yapılan savaştan sonra Filipinler’i ele geçirerek Asya’da toprak elde etmesiyle şekillenen dış politika anlayışı yer almaktadır. 
Fakat ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girdiği 1917 yılından idealizm üzerinden dünyayı şekillendirmeye çalışan ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1921 
yılında görevden ayrılıncaya kadar söz konusu olan küresel ölçekli dış politika izlemesi, bu dönemin istisnası olarak not edilmelidir. 

Birinci dönem ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmesiyle kapanmıştır. 

. İkinci Dönem: 

1941-1945 yıllarını kapsayan bu dönemde ABD, fiili olarak İkinci Dünya Savaşı’nda yer almıştır. Bu dönemde askeri bakış açısı diplomasinin önünde yer almıştır. 

İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş olarak adlandırılan dönemde söz konusu olacak ve ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında yaşanacak bazı temel anlaşmazlıklarında ilk sinyalleri bu dönemde alınmıştır. 

Bu anlaşmazlıklar; Orta ve Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu’nun üstünlüğü, 
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarafından kurtarılan bölgelerde Moskova destekli komünist oluşumlar, Almanya’nın bölünmüşlüğünden 
kaynaklanan sorunlar, Kore ve Hind-i Çini bölgesindeki istikrarsızlıktır. 

. Üçüncü Dönem: 

Uluslararası ilişkiler literatüründe Soğuk Savaş olarak tanımlanan İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılında başlayan ve SSCB’nin dağıldığı 1990’ların 
başlarına kadar devam eden süreçtir. Küresel liderlik mücadelesinde olan ve iki kutuplu uluslararası sistemde blok liderliği rolünü oynayan ABD ve SSCB arasındaki gerginlik ve rekabetin ana belirleyici olduğu bu dönemde tarafların nükleer silah kapasitesine ulaşmaları tehditlerin boyutunu da değiştirmiştir. 
Yukarıdaki ana çerçeveden ve çalışmanın odaklandığı sorunsal üzerinden hareketle ABD’nin ulusal güvenliğini özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem üzerinden değerlendirmek daha faydalı olacaktır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde ABD çıkarlarını ve tehditlerini kendi kıtası merkezinde ele alırken İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde küresel aktör olmasından dolayı çıkar ve tehditleri kendi kıtasıyla sınırlı tutmayıp global ölçekte ele almıştır. 

Uluslararası sistemde küresel aktör olarak etkin bir dış politika izlediği 1940’lı yılların ortalarından itibaren ABD ulusal güvenliğinin iki temel eksen üzerinden inşa edildiği iddia edilebilir. 

Bunlardan Birincisi 

liberal ekonomik ve siyasi dünya düzenin geliştirilmesidir. İkincisi ise Komünizm caydırılması ve çevrelenmesidir (Betts 2004: 4). Bu iki temel eksenin ikinci sacayağını oluşturan etmenler 1990’lı yıllarda ortadan kalkmıştır. 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla birlikte komünist tehdit ortadan kalmıştır. 
Bu nedenle ABD ulusal güvenliği açısından komünist tehdidin caydırılması ve çevrelenmesi sorunsalı da ortadan kalmıştır. Uluslararası ilişkiler uzmanları ve akademisyenleri ise bu duruma ilişkin olarak ABD’nin ulusal güvenliği noktasında ortaya koyduğu tehdidi yenerek bir başarı elde ettiğine dair tespitlerde bulunmaktalardır. Ancak meseleye farklı bir perspektiften bakıldığında aynı tespitte bulunmak çok mümkün değildir. 

Yukarıdaki paragrafın son cümlesinde belirtilen farklı bakış açısıyla meseleye bakıldığında iki husus gözetilerek bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. 

İlk olarak ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya koyduğu temel hedefin ne olduğunun tam anlamıyla tespit edilmesi gerekmektedir. 

Bu bağlamda ABD’nin bir öteki ihtiyacı olduğu ve bununla mücadele üzerinden kendi çıkarlarının maksimize ettiği ileri sürülebilir. 

İkincisi ise 

“1990’larda SSCB’nin dağılması ABD ulusal güvenliği açısından bir başarı mıdır yoksa değil midir?” sorusudur. Bu soruya cevap verebilmek adına öncelikle konstrüktivist yaklaşıma atıfta bulunarak değerlerin çıkarları belirlediği önermesinden hareketle ABD’nin değerlerini empoze edeceği ve tehdit olarak göstereceği bir ötekinin olmaması durumunun ulusal güvenliğine etkisini tartışmak gerekmektedir. 

SSCB’nin dağılmasının ardından sürece bakıldığında ABD’nin ulusal güvenliğinin merkezine komünist tehdit yerine Ortadoğu petrollerine garantili erişim ve teröristlerin küresel mücadele ile yıpratılmasının yerleştirildiği görülmektedir (Bingöl 2014: 137). Bu veriden hareketle ABD’nin ulusal güvenliği noktasında diğer aktörlerde de olduğu üzere öteki ihtiyacının mevcudiyeti açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Dolayısıyla ABD açısından SSCB’nin dağılmasından ziyade kontrol edilebilir bir tehdit olarak mevcudiyetini sürdürmesi daha tercih edilir bir seçenek olarak tartışılabilir. 

Netice itibarıyla ABD ulusal güvenliğinde gerek küresel sistemin gerekse iç siyasal sistemin dinamiklerinin zorlamasıyla dağılan SSCB’nin yerini enerji 
kaynaklarının kontrolü-yönetimi ve terör olgusunun aldığı ifade edilebilir. 

 3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

17 Mayıs 2020 Pazar

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’ VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 2

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA  KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN  ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’  VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 2




“2006 yılı sonuna kadar Türkiye’nin yürüttüğü harekâta 27 Aralık 2006
tarihinde Rusya Federasyonu da katılmıştır. 17 Ocak 2007’de Türkiye ve Ukrayna Deniz Kuvvetleri Komutanları Ukrayna’nın katılımına ilişkin protokol
imzalamışlardır. Bu harekâtın görevi yasadışı faaliyetlere karıştıklarından şüphe
duyulan ticari gemileri tespit etmek ve izlemektir.”13

Bundan başka; öncelikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin ve sonrasında diğer küresel ve bölgesel güçler anlamındaki aktörlerin Karadeniz’de çok uluslu askerî tatbikatların gerçekleştirilmesinin ne denli önemli olduğunu unutmamaları gerekmektedir.

Bununla ilgili olarak; 1997 yılından beri her sene düzenli olarak Ukrayna’da ve bu sene 2013 yılının Temmuz ayında Karadeniz’de (Ukrayna’da) ‘Deniz Meltemi 2013’ adlı bir askerî tatbikatın düzenlenmiş olduğunu belirtmekte fayda var. Sözkonusu tatbikat bölgedeki güvenlik ve istikrarı kalıcı hale getirmek amacıyla 12 gün sürmüş ve birleşik olarak kara-hava-deniz olarak gerçekleşmiştir. Tatbikat hakkında ayrıntılı bilgi sunan Harp Okulu Uluslar arası İlişkiler Bölümü eski başkanı ve halen Bilgesam Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı:
“Deniz Meltemi 2013 gibi tatbikatların bölge donanmalarını bir araya getirmek
suretiyle bölgede barış ve istikrara hizmet ettiğini ve katılımcıların bölge realitesine yönelik ortak görüş ve çıkarları paylaştıklarını”14 dile getirmiştir. Devamında “Bu kadar önemli bir listede yer almak, ülkemizin kendi deneyimlerini paylaşmasının yanı sıra bölgenin kendini savunma kapasitesini de arttırmaktadır”15 demiştir. Yine bundan başka; diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de Karadeniz Havzası’nın güvenliği sağlamak için; Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı kapsamında yürütülen ve Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Rusya ve Ukrayna’nın katıldığı programın ortak yönetim makamı Romanya Kalkınma ve Bayındırlık Bakanlığı’ dır. Programın Türkiye’de yürütülmesinden ise kısa adı TİKA olan Türk İşbirliği İdaresi ve Kalkınma Ajansı sorumludur.

Ukrayna

S.S.C.B’nin dağılmasından sonra kurulan Ukrayna, bir taraftan AB taraftarları öte yandan eskisi gibi Rusya’ya bağlanma isteğinde olanlar olmak üzere ülke olarak ikilem yaşamaktadır:

“Ukrayna ise Batıya entegre olmak isteyenlerle Rusya ile birlikte hareket etmek
isteyenler arasında mücadeleye sahne olmaktadır.”16
Bununla birlikte “Ukrayna bugün, NATO ile birlikte, kendini Rusya'ya karşı daha
güvenli görmektedir. Ukrayna’nın NATO içinde, olması ve Rusya’ya karşı bir tampon görevi üstlenmesi, aslında, Rusya'nın sıcak denizlere inme emellerine de bir sekte daha vurmaktadır.”17 Ayrıca, “Ukrayna, nüfusunu ve coğrafyasını göz önünde tutarak bir bölgesel güç olma isteğini de korumaktadır. Ancak siyasi ve ekonomik istikrarsızlık, Rusya’ya enerji bağımlılığı gibi etkenler bu isteğin gerçekleşmesine yönelik adımları engellemektedir. Öte yandan, Batılı kurumlarla bütünleşmeyi farklı dönem ve yollarda deneyen Ukrayna, özellikle batısındaki komşularıyla ilişkilerinde zaman zaman baskıcı ve yayılmacı sinyaller de verebilmektedir.”18

Gürcistan

Soğuk Savaş döneminin bitmesinden sonra:

“Gürcistan çok istikrarsız süreçlerden geçmiştir. Batıya entegre olmak isteyen
Gürcistan NATO üyesi olmayı hem güvenlik hem de dış politika yönelimi açısından istemektedir.”19

“Renkli devrimler Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında yeni bir güç
mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. ABD bu çerçevede Karadeniz’e kıyısı olan iki devlette (2003’te Gürcistan ve 2004’te ise Ukrayna) renkli devrimleri desteklemiş ve bu ülkelerde Batı yanlısı rejimler iş başına gelmiştir. Ardından ise bu ülkenin öncülüğünde Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında Demokratik Devletler Birliği (DDB) kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişim Rusya’nın öncülüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na ciddi bir darbe niteliğindedir.”20

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Fransa’nın Rolü

Nicolas Sarkozy Dönemi

Her ne kadar Fransa, Mitterand döneminde S.S.C.B’nin dağılması konusunda
dağılmaya karşı olarak yapıcı bir politika izlemiş de olsa, dağılmanın önüne
geçememiştir. Fransa’nın bu süreçte izlemiş olduğu politikanın amacı daha ziyade bu dağılmanın Avrupa’da yaratacağı olumsuz sonuçlarına meydan vermemek idi. Zira bu dönemde Avrupa’nın huzur ve refahı tehdit altında olup istikrarın kalıcılığı tehlikeye girebilirdi. İşte bütün bu kaygılarla Fransa, S.S.C.B’nin dağılmaması yönünde adımlar atmış ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden biri olan Rusya ile olan o dönemdeki ilişkisini bu çerçevede geliştirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde ise AB ile Rusya arasındaki ilişkiler hızlı bir şekilde başlamış ve kısa sürede büyük bir ivme kazanarak günümüze kadar süregelmiştir.
Birlik ile Rusya Federasyonu arasındaki ortak stratejik eylem planları doğrultusunda gerçekleştirilen müzakereler ve buna yönelik antlaşmalar bu ilişkinin daima sıcak kalmasına neden olmuştur. Ancak, Rusya’nın Gürcistan’a saldırısı nedeniyle ara verilen AB ile Rusya arasındaki ortaklık müzakereleri 14 Kasım 2008 tarihinde

Fransa’nın Nice kentinde gerçekleştirilen ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile Rusya Cumhurbaşkanı Dimitri Medvedev’in katıldığı AB-Rusya Zirvesi’nde yeniden başlatılmıştır.

Bununla beraber, AB’nin kurucu ülkelerinden Almanya ve Fransa’nın Rusya ile olan son yıllardaki ilişkileri ise kayda değerdir. Fransa, bu dönemde Rusya ile olan ilişkilerini biraz da Almanya ile yarış halinde olarak sürdürmektedir. Kimi
araştırmacıların ve dış politika uzmanlarının görüşleri, bilhassa Fransa’nın Rusya ile olan ilişkilerinde, Fransa’nın ABD tarafında değil, daha ziyade Rusya tarafında yer aldığını belirtir tarzdadır:

“Rusya’nın AB’nin önde gelen ülkelerinden olan Almanya ve Fransa ile olan ikili
ilişkilerine bakıldığında görülmektedir ki, bu ilişkiler Moskova açısından tatmin edici bir düzeydedir. Nitekim bu iki ülke ABD’nin Karadeniz politikalarını destekleyerek Rusya’yı dışlamaktansa, Rusya ile kendi çıkarları doğrultusunda ilişkiler geliştirmeyi tercih etmişlerdir.”21

Zaten Rusya da, Almanya ve Fransa’nın Karadeniz konusunda ABD tarafı yerine
kendi tarafında olmalarından memnun olduğu için, AB’nin kurucu ülkelerinden bu iki ülke ile olan ilişkisini her daim sıcak ve kalıcı tutmaya çalışmaktadır. Rusya’nın bundaki amacı AB’ni daha yakından tanıma isteğidir. Hatırlanacak olursa; Rusya’nın talebi üzerine 18 Ekim 2010 tarihinde Almanya, Fransa ve Rusya olmak üzere üç ülkenin Cumhurbaşkanları; Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve Dimitri Medvedev Deauville’de bir araya gelmişti. Bu üçlü zirvede, Rusya konseyi ve NATO arasında füze savunma sistemiyle ilgili işbirliğinin geliştirilmesi konusu ile Rus vatandaşlarının AB ülkelerini ziyareti sırasında yaşadığı vize sorunlarının ortadan kaldırılması hususu ve ortak güvenlik politikaları üzerinde durulmuştur. Ayrıca söz konusu zirvede; Fransa, Rusya ve Almanya içerisinde kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayelerin özgürce dolaştığı hukuk devleti ve demokrasi değerleri üzerine kurulmuş ortak bir alanın stratejik görüntüsünün desteklendiğinin altı çizilmiştir. Bununla beraber bu üç ülke, Avrasya ve Avro-Atlantik bölgelerindeki güvenlik sorunları üzerinde beraberce çalışacaklarına söz vermişlerdir.

   Bundan başka, çok yakın bir tarihte, 17 Haziran 2011’de gerçekleştirilen St.
Petersburg Ekonomik Forumu’nda Fransa, Rusya ile Mistral sınıfı savaş gemilerinin satışıyla ilgili olarak 1,7 milyar Euro’luk bir askerî antlaşma imzalamıştır. Antlaşma gereği Fransa sözkonusu gemileri Rusya’ya 2015 yılında teslim edecektir. Dolayısıyla bu antlaşma ile Rusya, AB içerisinde de varlığını hissettirmiş olacaktır. Zaten Rusya, Birliğin kurucu ülkelerinden Almanya ve Fransa ile kurmuş olduğu ilişkilerle daha öncesinden AB’de olup-biteni yakından takip etme şansını elde etmişti. Ayrıca Rusya, Fransa ile imzalamış olduğu bu antlaşma ile Karadeniz’in uluslararası bir deniz olduğunu bütün dünyaya bir kere daha hatırlatmış bulunmaktadır. Bu antlaşmanın Rusya’ya sağlayacağı en önemli avantaj ise şu olacaktır: NATO’nun Karadeniz ve Kafkasya’ya girişinin engellenmesi önemli ölçüde gerçekleştirilmiş olup, ABD’nin bölgedeki varlığı en azından bir süreliğine de olsa ertelenmiş olacaktır. 

Ancak yine de:

“Hazar bölgesi olarak tabir edebileceğimiz bu bölgede enerji kaynaklarının işletim hakları konusunda gösterilen mücadeleye Türkiye ve Rusya gibi bölge ülkelerinin yanısıra ABD, İngiltere ve Fransa gibi dünya güçlerinin de katılması ve bu ilk raundu büyük oranda ABD önderliğindeki Batılı şirketlerin kazanması, Rusya’nın kıskançlığını ve tahammül sınırlarını zorlamıştır. Ancak, aslında Türkiye gibi Rusya’nın bu konuda içinde bulunduğu ekonomik krizler sebebiyle fazla yapacağı bir şey yoktu ve bölgede parası olan büyük Batılı şirketler enerji kaynaklarından “aslan payını” almışlardı. Rusya, bu enerji kaynaklarından pay sahibi olma sürecinde Türkiye ile doğrudan çok ciddi mücadele etmemiştir. 

Zira, bu dönemde enerji kaynakları daha çok Batılı şirketlerin kontrolüne girmiştir. ”22

Bununla beraber, şu anda Rusya çok sayıda ülkenin enerji tedarikçisi konumunda bir ülkedir. Dolayısıyla, diğer Avrupa ülkeleri gibi Fransa’nın da Rusya ile enerji ve doğal gaz anlaşmaları mevcuttur. Zira Fransa, doğalgaz ihtiyacının %35’ini Rusya’dan karşılamaktadır. Bu nedenle Rus şirketi Gazprom ile Fransız şirketi Gaz de France arasındaki anlaşmanın süresi taraflarca onbeş yıl daha uzatılmıştır:

“Rusya’nın devlet tekelindeki şirketi ‘Gazprom’, Fransız ‘Gaz de France’ şirketi ile
var olan doğalgaz anlaşmasını, 2015 yılından 2030 yılına kadar uzatıp, Fransız
doğalgaz piyasasında doğalgaz tüketicisine doğrudan ulaşarak, konut ve işyerlerine doğalgaz satış yetkisini elde etmiştir.”23

Enerji konusuna gelince; Rusya’nın ve diğer Orta Asya ülkelerinin sahip olduğu
doğalgazın ve enerjinin Avrupa’ya nakli konusunda ülkemizin değeri bir kere daha bütün dünya tarafından açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır. Enerji nakil hattı konusunda gerek Nabucco Projesi ve gerekse Güney Akım Projesi ile yine konumu gereği ülkemiz dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Türkiye’den geçmesi ve 2015 yılında devreye girmesi planlanan Güney Akım Projesi için, İtalyan’lar ve Alman’lardan sonra Fransız’ların da Éléctricité de France (EDF) adlı enerji
şirketleriyle projeye talip oldukları, Rus doğalgaz şirketi Gazprom’un CEO’su
Aleksey Miller tarafından dile getirilmiştir. Konuyla ilgili olarak:

“Güney Akım’ın geçeceği kendi ekonomik alanında jeolojik inceleme izni veren
Ankara, hattın inşası ile ilgili izin için Moskova’dan rapor beklemektedir. Samsun- Ceyhan petrol boru hattı, Mersin Akkuyu nükleer santrali, Mavi Akım ve diğer enerji alanlarında Rusya ile işbirliğini sürdüren Türkiye, hem Güney Akım hem de Nabucco’nun inşa edilebileceğini savunmaktadır..”24

Bu arada hemen belirtelim: özünde, Türkmenistan gazının Azerbaycan gazı ile
beraber Hazar Denizi’nin altına döşenecek bir boru hattıyla önce Türkiye’ye sonra oradan AB’ne ulaştırılması olan Nabucco Projesi 27 Haziran 2013’te iptal edilince yerine söz konusu gazın Yunanistan ve Arnavutluk üzerinden İtalya’ya ulaştırılmasını öngören ve inşaası 2019 yılında tamamlanacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TAP) geçmiştir.

Dolayısıyla Fransa, Türkiye’yi AB içerisinde görmek istemediğini her seferinde
çeşitli bahaneler sunarak ısrarla dile getirse de, bu durum kendisi açısından gelecekte zorluk yaşamasına neden olacaktır. Zira Fransa, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı olan bir ülke olduğunu unutmaktadır:
“Sarkozy’nin siyasi miyopluğunu kanıtlayan ufuksuzluk tam da bu noktada kendini göstermektedir. Çünkü Türkiye’nin birlik içinde yer alması veya birlik dışında kalması bölgenin tüm ağırlık merkezinin, güvenli, istikrarlı ve müreffeh Orta ve Doğu Avrupa’ya doğru mu, yoksa nispeten güvensiz, yoksul ve istikrarsız Hazar Havzası ve ötesine doğru mu kaykılacağını tayin edecektir.”25
Bununla beraber Fransa’nın, Türkiye’nin KEI’deki rolünü de unutmaması lehine
olacaktır.

Sonuç olarak Fransa, Türkiye ile olan ilişkilerini gerek AB’nin genişleme
politikası çerçevesinde, gerekse kendisinin belirlemiş olduğu Karadeniz politikası ve Kafkasya stratejisinde ve gerekse yakın zamanda Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin NATO’ya üye olacağını hesaba katarak bir kere daha gözden geçirmelidir.

Fransa’nın ilişki kurduğu Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden biri de Gürcistan’dır.
Gürcistan aynı zamanda bir Güney Kafkasya ülkesidir. Ne ilginçtir ki Gürcistan’ın
toprak bütünlüğünün kalıcı olması onun Rusya ile kurduğu ilişkiye bağlıyken, 2008 yılında Rusya Gürcistan’a saldırmış ve beş gün süren bir çatışma yaşanmıştır. İşte tam da bu süreçte Fransa, Rusya ile Gürcistan arasında arabuluculuğa soyunmuştur. Bizzat Nicolas Sarkozy tarafından ateşkese çağrılan Rusya, askerlerini Gürcistan’dan çekme taahhüdüne uyarak savaşa son vermiştir.

Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, 2010 yılının Haziran ayında Fransa’yı ziyaret etmiş ve bu ziyaretinde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile NATO, İsrail ve mevcut genel sorunlar üzerinde müzakerelerde bulunmuştur. 2011 yılının Ekim ayında ise Sarkozy’nin Güney Kafkasya ülkelerini ziyaret edeceği Gürcistan’ın Fransa büyükelçisi Mamuka Kudava tarafından belirtilmiş ve bu ülkelerden Gürcistan’a yapacağı ziyaretin ise dikkatle izleneceği dile getirilmiştir.

Sonuç

Batıdan doğuya 1200 km, kuzeyden güneye ise 600 km’lik bir alana yayılmış
olan Karadeniz’de Soğuk Savaş döneminde var olan müttefiklik anlayışı bu dönem sonrasında yerini çok uluslu ve çok zeminli bir stratejik rekabete bırakmıştır. Ancak Karadeniz Havzasında ki genel manzara bu şekilde görülse de, yeryüzünün bu bölgesinde aslında yine iki süper gücün güç mücadelesi içerisinde olduğu görülmektedir. 

Bu bağlamda genel bir değerlendirme yapılacak olursa Karadeniz Havzası:

“Enerji jeopolitiğinin hem kaynak hem de erişim odağıdır. Çok taraflı mücadelenin sahnesidir. Soğuk Savaş döneminin iki süper gücünün yeniden eskiyi hatırlatırcasına doğrudan karşı karşı geldikleri potansiyel çatışma alanıdır. ABD açısından Avrasya egemenliği hedefinin jeopolitik düğüm noktalarından biridir. 
Bu anlamda Karadeniz, Avrasya mücadelesinin en önemli sinir uçları arasındadır.”26

Küresel güç aktörlerinden ABD’nin ve beraberinde emperyalizminin bir anlamda
Güney-Doğu Avrupa’ya diğer bir ifade ile Balkanlar’a NATO aracılığıyla
yerleşmesinden sonra, benzer taktikin ABD tarafından Karadeniz bölgesi için de
sergileneceği düşünülmektedir.

Bir diğer küresel güç aktörlerinden AB’nin ve onun içerisinde yer alan Fransa’nın
Karadeniz Havzası’ndaki çıkarları ve bu havzaya katkıları AB ve ABD ile paralel
olarak ilerlemektedir. Son dönem Fransız dış politikası, bilhassa Sarkozy iktidarı
döneminde geliştirilen dış politika, güvenlik odaklı olup, barışçıl ve aynı zamanda
arabuluculuğa yönelik tarzda ilerlemektedir. Bununla birlikte, her ülke gibi Fransa’nın da, çıkarlarını ön planda tutarak hareket ettiği düşünülürse, Karadeniz Bölgesi’ne ve Kafkasya’ya yönelik geliştirdiği politikaların AB’nin genişleme süreciyle ve ABD’nin bu bölgeye yerleşme zamanıyla paralel olarak ilerleyeceği söylenebilir. Ayrıca Sarkozy dönemindeki dış politika anlayışının De Gaulle tarzı dış politikanın bir tür devamcısı niteliğinde olduğu hesaba katılınca, ister istemez Fransa’nın bölgeye yönelik stratejilerini onun Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kuracağı ilişkiler belirleyecektir. Dolayısıyla Fransa, Senegal’den Pakistan’a kadar uzanan, bildik bir ifadeyle ise ‘Dakar’dan Peşaver’e kadar olan coğrafya’daki egemenliğine ilaveten küreselleşme sürecinin de sağladığı katkıyla yerinde duramayan ve kabına sığmayan bir Fransa olarak dış politika enstrümanlarının yönünü Karadeniz’e ve Kafkasya’ya doğru çevirecektir.

“Fransız parlamenterlerinin boğazların uluslar arası bir komisyon tarafından
yönetimine ilişkin tasarı hazırlıkları, Montrö Boğazlar Sözleşmesini fesih hakkı
bulunan ‘Montrö’ye akit devlet’ sıfatına sahip Romanya’nın ABD’nin ilgisine mahzar olması, ABD’nin Karadeniz’e kıyısı olan Balkan ülkelerinde yeni üsler oluşturması küresel ve bölgesel rekabetin Karadeniz’e yönelen ilgisinden Türkiye’ye yansıyan jeopolitik sorunlara verilebilecek örneklerdir. Karadeniz konusuna NATO’nun da müdahil kılınma arzusu, Türkiye açısından bir başka açmazdır. Görünen odur ki, Karadeniz ve Türk Boğazları Avrasya egemenlik arzularının mücadele sahası haline gelecektir. 

Bir kez daha Türkiye adına gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.”27

KAYNAKÇA

Alakbar Raufoğlu, Svetla Dimitrova, Paul Ciocoiu, “Karadeniz’deki Çok Uluslu
Askeri Tatbikat Güvenliği”, Setimes,
http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04  (Erişim: 27 Ağustos 2013)

Ardan Zentürk, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28 Şubat 2005.

Ferhat Özden, “Enerjide Devleşen Ülke Rusya”,
http://www.turkishrelations.com/rusya-federasyonu/enerjide-devle-en-ulke-rusya (Erişim: 23 Ağustos 2013)

Kamer Kasım, “Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler”,
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf (Erişim: 03 Mart 2013)

Mesut Taştekin, “Türk-Amerikan İlişkilerinde AB’nin Rolü ve Önemi”,
http://www.habususlu.com/makale36.htm (Erişim: 15 Haziran 2007)

Mustafa Can, “Amerikan Donanması Karadeniz’de”, Ufuk Ötesi, Kasım 2008,
http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785 (Erişim: 09 Aralık 2008)

“Nabucco’nun Rakibi Güney Akım’a Fransızlar ve Almanlar da Ortak Oluyor”,
http://enerjienstitusu.com/2011/09/07/nabucconun-rakibi-guney-akim%E2%80%99afransiz-
ve-almanlar-da-ortak-oluyor/ (Erişim: 14 Eylül 2011)

Nuray Yusuf, “Rusya’nın Balkanlar Denkleminde Bulgaristan Politikası”,
http://btk.balgoc.org.tr/yazilar/nyusuf.html (Erişim: 19 Kasım 2011)

Özdem Sanberk, Murat Sungar, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği veya Barış Mantığı”, Radikal, 5 Haziran 2007, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223192
(Erişim: 15 Haziran 2007)

Sinan Oğan, “Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması”,
http://www.turksam.org/tr/a907.html (Erişim: 15 Haziran 2007)

Yalçın Sarıkaya, “Turuncuya Veda: Ukrayna’nın Kritik Seçimi”,
http://www.karam.org.tr/Makaleler/83105678_sarikaya.pdf   (Erişim: 15 Ağustos 2010)

Yaşar Hacıoğlu, “Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar”,
http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho (Erişim: 15 Mayıs 2012)


DİPNOTLAR;

1 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
   http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
2 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
3 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
4 CAN Mustafa, Amerikan Donanması Karadeniz’de,
   http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785
5 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
   http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
6 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
7 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
   http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
8 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
9 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
   http://www.turksam.org/tr/a907.html
10 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
     http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
11 CAN Mustafa, Amerikan Donanması Karadeniz’de,
     http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060785
12 ZENTÜRK Ardan, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28 Şubat 2005.
13 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
     http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
14 RAUFOĞLU Alakbar, DİMİTROVA Svetla, CIOCOIU Paul, “Karadeniz’deki Çok Uluslu Askeri
    Tatbikat Güvenliği Arttırıyor”,
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04
15 RAUFOĞLU Alakbar, DİMİTROVA Svetla, CIOCOIU Paul, “Karadeniz’deki Çok Uluslu Askeri
    Tatbikat Güvenliği Arttırıyor”,
    http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/features/setimes/features/2013/07/17/feature-04
16 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
    http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
17 TAŞTEKİN Mesut, Türk-Amerikan İlişkilerinde AB’nin Rolü ve Önemi,
    http://www.habusulu.com/makale36.htm
18 SARIKAYA Yalçın, Turuncuya Veda: Ukrayna’nın Kritik Seçimi,
    http://www.karam.org.tr/Makaleler/83105678_sarikaya.pdf
19 KASIM Kamer, Türkiye’nin Karadeniz Politikası: Temel Parametreler ve Stratejiler,
    http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/eVRqmB4CKUXHvPJTAUQF9U6skITPdp.pdf
20 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
    http://www.turksam.org/tr/a907.html
21 YUSUF Nuray, Rusya’nın Balkanlar Denkleminde Bulgaristan Politikası,
    http://btk.balgoc.org.tr/yazilar/nyusuf.html
22 OĞAN Sinan, Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması,
    http://www.turksam.org/tr/a907.html
23 ÖZDEN Ferhat, Enerjide Devleşen Ülke Rusya,
    http://www.turkishrelations.com/rusya-federasyonu/enerjide-devle-en-ulke-rusya
24 Nabucco’nun Rakibi Güney Akım’a Fransız ve Almanlar da Ortak Oluyor,
    http://enerjienstitusu.com/2011/09/07/nabucconun-rakibi-guney-akim%E2%80%99a-fransiz-vealmanlar-da-ortak-oluyor/
25 SANBERK Özdem, SUNGAR Murat, “Karadeniz Ekonomik İşbirliği veya Barış Mantığı”,
    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=223192
26 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
    http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho
27 HACIOĞLU Yaşar, Karadeniz Jeopolitiğinden Türkiye’ye Yansıyanlar,
     http://www.turkpolitika.com/doryasar-hacihoglu-mainmenu-72/16-doryahaciho/542-doryahaciho


***

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’ VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 1

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA  KARADENİZ HAVZASINDAKİ STRATEJİK REKABETİN  ‘DÜNÜ-BUGÜNÜ-YARINI’  VE FRANSA’NIN BU REKABETTEKİ ROLÜ BÖLÜM 1




Ayşim Parlakyıldız
* BİLGESAM Eski Stajyeri, Doktora Öğrencisi 



   Askerî, politik ve ekonomik müdahalelere tarihi boyunca açık halde bulunmuş olan ve günümüzde de açık halde bulunan Karadeniz; konumu gereği, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü vazifesi gören ve aynı zamanda kuzey ülkelerini güney ülkeleriyle buluşturan bir coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte; İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sayesinde bir ‘iç deniz’ olmaktan kurtulan Karadeniz;

“uluslararası bir deniz” olma özelliğine kavuşmuş ve böylelikle kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline dönüşeceği düşünülmektedir. Onun içindir ki; yeryüzünde belki de en çok barış, güven ve istikrar ortamının yaratılması ve bunun sürdürülebilir olmasının sağlanması gereken bölgelerden biri Karadeniz’dir.

AB genişleme politikası gereğince, AB’ne Bulgaristan ve Romanya’nın da dahil
olmasıyla, Birlik, artık Karadeniz’e de pencerelerini açmış bulunmaktadır.
Dolayısıyla Birliğin Kafkasya politikası açılan bu kapılar sayesinde şekillenirken bir yandan da AB’nin doğal kaynaklara duyduğu ihtiyacın giderilmesinde Karadeniz’in önemi daha da görünür hale gelmiştir. Özetle; bütün Avrupa’nın enerji ihtiyacının karşılanmasında özel bir yeri ve anlamı olan Karadeniz’in aynı zamanda Birliğin genişleme politikasına da dolaylı yoldan hizmet edeceği rahatlıkla söylenebilir. 

Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin kurucu ülkelerinden biri olan Fransa’nın Karadeniz Bölgesi’ne ve Kafkasya’ya yönelik geliştirdiği politikaların AB’nin genişleme süreciyle ve ABD’nin bu bölgeye yerleşme zamanıyla paralel olarak ilerleyeceği söylenebilir. Fransa’daki düşünce kuruluşları, siyasetbilimciler ve dış politika uzmanları Fransız dış politikasınca belirlenen stratejiler ve politikalar çerçevesinde Karadeniz Bölgesi’ne yönelik gerçekleştirilecek bölgesel işbirliklerinde karşılaşılacak riskler ve kazanımlar üzerine çalışmalar yapmaktadır. KEİ’ne gözlemci ülke sıfatıyla katılan Fransa’nın Karadeniz’e uzanışı bölgeye kıyısı olan altı ülke; Rusya, Gürcistan, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye ile kurduğu ilişkiler sayesinde gerçekleşmektedir. 

Dolayısıyla Fransa’nın Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle kuracağı
ilişkiler bölgeye yönelik geliştireceği stratejilerde belirleyici bir unsur olarak
karşımıza çıkacaktır.

Bu çalışmada Karadeniz’in önemi, bölgeye hâkim olan/olacak olan ülkeler üzerinden ve bölgesel güvenlik bağlamında ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Bölgesel güvenlik, Karadeniz, KEİ, AB, Fransa.

Giriş

Rekabet kavramının gerçekleşmesinde temel etken hiç şüphesiz “insan”ın
kendisidir. Ancak işin içerisine mekânsal neden olarak “coğrafya”, zamansal neden olarak “tarih” ve hırsa değin neden olarak “insan” faktörünün girmesiyle bu kavram gündelik anlamının yanısıra farklı boyutlar kazanmış ve bilhassa uluslararası ilişkilerde ülkelerin arasındaki ilişkileri belirleyen temel unsurlardan biri olmuştur.

Dolayısıyla ister istemez her ülke belirli bir strateji geliştirme ihtiyacı duymuş ve yine buna bağlı olarak birtakım kaygılar nedeniyle ortaya güvenlik sorunu çıkmıştır.
Bölgesel ölçekte de olsa bütün dünya için önem arz eden bölgesel güvenlik anlayışı, geçmişte sorun oluşturmuş ve gelecekte de sorun oluşturabilecek olan yeryüzünün bazı bölgelerinde/merkezlerinde bugün halen daha tam anlamıyla olmasa da yerleşmiş bir haldedir. Bu nedenle bölgesel güvenlik anlayışının tam olarak yerleşmesi ve işlerlik kazanması için ülkeler arasında birtakım işbirlikleri, karşılıklı antlaşmalar ve geleceğe yönelik kısa ve uzun vadeli planlar yapılmaktadır. Yeryüzünde bölgesel güvenliğin tesis edilmesi, daha açık bir ifadeyle; belki de en çok barış, güven ve istikrar ortamının yaratılması ve bunun sürdürülebilir olmasını sağlanması gereken bölgelerden biri de Karadeniz’dir.

Askerî, politik ve ekonomik müdahalelere tarihi boyunca açık halde bulunmuş olan ve günümüzde de açık halde bulunan Karadeniz; konumu gereği, Avrupa ile Kafkasya ve Orta Asya arasında köprü vazifesi gören ve aynı zamanda kuzey ülkelerini güney ülkeleriyle buluşturan bir coğrafyaya sahiptir. Bununla birlikte; İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı sayesinde bir ‘iç deniz’ olmaktan kurtulan Karadeniz; “uluslararası bir deniz” olma özelliğine kavuşmuş ve böylelikle kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline dönüşeceği düşünülmektedir.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabet

Bugün Karadeniz; kendisine kıyı olan ve olmayan ülkeleri bir taraftan bir
araya getirip huzur ve istikrar sağlarken, öte yandan bu ülkeler arasındaki çıkar
çatışmaları, anlaşmazlıklar ve ihtilaflar nedeniyle onları birbirinden uzaklaşır hale
getirmiştir. Bu nedenle yakın zamanda, tamamı AB’ne ve NATO’ya üye olacak
ülkelere kıyı oluşturan Karadeniz’in; sadece ABD ile Rusya’nın değil, AB üye
ülkelerinin de birbirleriyle güç mücadelesi içerisinde olacağı bir mekân haline
dönüşeceği düşünülmektedir. Şu durumda Karadeniz’in önemi, bölgeye hâkim
olan/olacak olan ülkeler üzerinden ve bölgesel güvenlik bağlamında bir kere daha görünür hale gelmektedir.

“Karadeniz jeopolitiğine odaklanan mücadele kabaca üç unsura dayalıdır. Üsler,
boru hatları ve boğazlar olarak tanımlanabilecek bu üç unsur küresel ve bölgesel
jeopolitiğin mücadele zeminidir.” 1

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabet pek çok yönden zaman zaman farklılıklar arz etse de kalıcı olarak bu rekabette rol alan başlıca aktörler şu başlıklar altında toplanabilir: ‘Küresel Güçler’, ‘Bölgesel Güçler’ ve ‘Uluslar arası Örgütler’. ‘Küresel Güçler’ başlığının altına ABD, AB ve Rusya Federasyonu girerken, ‘Bölgesel Güçler’ başlığının altına Karadeniz’e sınırı olan ülkeler girmektedir:

Türkiye, Ukrayna ve Gürcistan. Bu başlık altına Romanya ve Bulgaristan’ı dahil
etmeyiş nedenimiz bu iki ülkenin yakın zamanda da olsa AB ülkesine dönüşmüş
olmalarıdır. Bu nedenle onları ‘Küresel Güçler’ kapsamında, AB’nin içerisinde
değerlendirmek yerinde olacaktır.

Nihayetinde ‘Uluslar arası Örgütler’ başlığının altına ise NATO, AGİT, KEİT gibi
örgütler ve kısa adı GUAM olan; Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova
ülkelerinin bir araya geldiği örgüt girmektedir.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabetin Dünü-Bugünü-Yarını 1990 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin dağılıp yıkılmasıyla, daha yaygın bir ifade olan “Soğuk Savaş Dönemi”nin sona ermesiyle, Karadeniz Bölgesi’nin jeostratejik ve jeopolitik önemi daha da görünür hale gelmiş ve bölgedeki egemenlik mücadeleleri şekil ve boyut değiştirerek çok yönlü, karmaşık ve çetrefilli bir hal almıştır. Zira, artık S.S.C.B’den ayrı, bağımsız yeni devletler ortaya çıkmış ve dolayısıyla Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin sayısı çoğalmıştır. Bununla beraber, yaratılışından bu yana insanoğlu için her zaman bir tehdit unsuru oluşturan terör ve terör olayları da dikkate alındığında, -bilhassa dünyadaki stratejik mücadelelerin ve hesapların yapılmasında bazı değişikliklere yol açmış olan ABD’deki 11 Eylül Saldırısı- Karadeniz Havzası’nın stratejik anlamdaki öneminin mutlak bir şekilde idrak edilmesi zorunluluğu doğmuştur.

Günümüzde artık uluslar arası yapılanmanda Yeni Dünya Düzeni adlı sistem
egemen olmuş olsa da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B)’nin
dağılmasından sonra kurulmuş olan Rusya Federasyonu aslında halen daha tek
kutuplu dünya düzenini kabul etmemekte ve çok kutuplu bir dünya düzenini
arzulamaktadır. Belki doğru olan da budur. Zira, gücün tek elde toplanması insanlık tarihi boyunca olumlu sonuçlar doğurmamıştır. Ancak, Karadeniz Bölgesi’nde, tarihsel arka planına bakıldığında bölgeye yönelik köklü bilgi ve belgelere sahip olması nedeniyle bölgede en hâkim devlet olarak Rusya’nın bulunmuş olması bölgeye yönelik kalıcı güvenlik stratejilerinin yaratılmasında ister istemez onun söz sahibi olmasını sağlamaktadır. Rusya’nın bölgeye yönelik bu anlamdaki gücü ise Türkiye’nin girişimiyle oluşturulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı sayesinde bir nebze de olsa azalma göstermiştir. Daha açık bir ifadeyle; KEİ sayesinde Rusya’nın bu anlamdaki gücü bir tekel oluşturmaktan ziyade gücün paylaşımına ve dağılımına yönelik bir hâl almıştır. Bu durum, Rusya’nın bu anlamdaki potansiyel gücünün yönetim şekli anlayışı ile bölgeye kıyısı olan ülkeler arasında paylaşımına neden olmuştur.

“Bölge devletleri arasında KEI örgütünden başka 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile kurulmuş Karadeniz Çevre Programı (Black Sea Environment Programme) vardır.
Yine benzer şekilde 1993 yılında AB, Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru’nun
(The Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia) kurulmasını desteklemiştir. 1995’te kurulan Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe) da bir başka AB fonlu bölgesel programdır. Ancak AB
genişleyen yapısı ve bunun sonuçlarını kontrol etmek için geliştirdiği YKP
çerçevesinde daha geniş, şimdiye kadar yapılmış anlaşma ve ortaklıkları da içine
alabilecek şemsiye anlaşmalar ve programlar yapmak istemektedir.”2


Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Küresel Güçler: ABD, AB ve Rusya


ABD

ABD, Karadeniz’de kendine yer açabilmek, daha doğru bir ifadeyle Karadeniz’e
girişini meşrulaştırabilmek için 11 Eylül saldırılarını kullanmıştır. Sözkonusu
meşrulaştırma çabası bu saldırılar sonrasında Karadeniz’de bir güvenlik boşluğu
olduğu iddiası üzerine kuruludur. Bu bağlamda, ABD, NATO bünyesinde Akdeniz’de faaliyet gösteren Aktif Çaba Operasyonu’nun Karadeniz’de de görev yapmasını istemektedir. Bununla beraber Karadeniz’deki bazı limanlarda ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerde askerî üsler kurmayı planlayan ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P)’tan sonra ikinci büyük projesi olan Kafkasya Projesi’ni bu yolla hayata geçirme arzusundadır. Ancak Kafkasya ile beraber Orta Asya için hazırladığı stratejisini bozan bazı ülkeler de olmamış değildir:

“Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ekonomik olarak Avrasya bölgesine yerleşen
ABD’nin askeri olarak bu bölgeye yerleşmesi için gereken fırsatı 11 Eylül saldırıları sağlamıştır. Zira Afganistan operasyonları sebebiyle ABD Kafkasya ve Orta Asya’dan geçiş kolaylıkları ve askeri üsler elde etmeye başlamıştır. (Gerçi daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) desteğini arkasına alan ve renkli devrimlerin kendisini de etkilemesinden korkan Özbekistan ABD üslerini ülkesinden çıkarmıştır.)”3

2005 yılında Romanya, ABD’nin topraklarında askerî üs kurmasına izin vermiştir.
Romanya’dan bir yıl sonra 2006 yılında Bulgaristan da ABD’nin 10 yıllık süre
içerisinde topraklarında üs kurmasını onaylamıştır.

“Önce Romanya, ardından da Gürcistan, Amerika’nın Karadeniz’de askeri varlık
göstermesi için kolları sıvamıştır. Bu sözü geçen iki devlet Rus deniz gücünün ancak Amerika desteği ile dengelenebileceğine inanmaktadır. Türkiye ve Rusya ise bu iki ülkenin gereksiz, zamansız debelenmelerini endişe ile izlemekte ve gelişmelerden rahatsızlık duymaktadır. Çünkü Karadeniz’deki bir A.B.D. donanması ne bölgedeki irtica sorununa, ne de Kafkas’lardan inen Petrolün emniyetinin sağlanmasına katkıda bulunacaktır. Bu donanmanın gelme talebi bile Rusya ve Türkiye’yi birbirine çekecektir. Rus’larla Türk’ler tarihlerinde ilk defa Türk boğazları ile ilgili hemfikir durumdadırlar, A.B.D. Donanması’nın Karadeniz’de işi yoktur.”4

Her ne kadar bölgede en eski NATO üyesi ülke olma sıfatını taşıyan ülke Türkiye de olsa, o, bu konuda, ABD’ye karşı hem endişeli hem de biraz mesafeli davranmayı yeğlemiştir. Zira, aksi halde Montrö Boğazlar Sözleşmesi tartışmalı bir hal alacaktır.

“ABD’nin Karadeniz hevesi, 1938 Montrö Boğazlar sözleşmesiyle dolayısıyla da
Türkiye’-nin çıkarlarıyla çelişmektedir. Ayrıca belirtilmektedir ki, ABD’nin
Karadeniz hevesi, Avrasya egemenlik hedefinin en önemli tasarımı olan Büyük
Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçasıdır. Buna göre BOP zemininde Türkiye’nin
ABD ile çelişen çizgileri giderek daha da belirginleşmektedir. Karadeniz ve Türk
Boğazları konusunda ABD kadar, Balkan ve AB ülkelerinin de tavrı Türkiye açısından giderek önem kazanmaktadır.”5

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ABD’nin Karadeniz’e girişine engel teşkil ettiği sürece sözleşmenin değiştirilmesi yönünde çalışmalar sergileyecek olan ABD bu sefer NATO üyesi ülke sıfatıyla bölgeye giriş yapmayı deneyecektir:

“ABD’nin Karadeniz’de etkin olabilme düşüncenin gerçekleştirilmesinde en önemli engellerden birisi Montrö’dür. Bu anlaşma değişik senaryolar içinde eritilmeye ve değiştirilmeye çalışılmak istenmektedir. ABD için kısa vadede kendi bayrağı ile Karadeniz’e girememesi durumunda NATO bayrağı altında “yumuşak geçiş” planları da gündemdedir. Ancak Kremlin bundan büyük bir endişe duymaktadır. Özellikle de Karadeniz’in NATO’ya açılması durumunda Kırım’ın Türkiye’nin kontrolüne gireceği endişesi mevcuttur.”6

AB

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabette bir diğer küresel güç ise AB’dir. KEI
örgütünün yanı sıra 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile “Karadeniz Çevre
Programı (Black Sea Environment Programme)” kurulmuştur. AB, aynı yıl içerisinde,

“Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru (The Transport Corridor Europe-Caucasus- Asia)” ’nun kurulmasını desteklemiştir. Yine bunlardan başka, 1995’te kurulmuş ve AB fonlu bölgesel bir program olan “Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe)” da Karadeniz Havzası için önem taşımaktadır.

AB’nin genişleme politikası çerçevesinde, Güneydoğu Avrupa (Balkanlar) ülkeleriyle kendisi arasında yeniden şekillenen ilişki biçimi, ülkemize yönelik genişleme politikası ve Rusya Federasyonu ile stratejik ortaklık sayesinde Birlik Karadeniz’de de varlığını hissettirmektedir:

“AB, Karadeniz Boyutu (Black Sea Dimension) adı verilen bir yaklaşım ortaya
koymuştur. Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğiyle Karadeniz’e uzanan AB,
Karadeniz’de bir kurumsallaşmaya gitmeden bölgedeki üç politikayı koordine etmek istemektedir: Güney-Doğu Avrupa ve Türkiye’ye yönelik genişleme süreci, Rusya ile stratejik ortaklık ve bölgedeki beş ülke, Ukrayna, Moldova, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile Avrupa Komşuluk Politikası çerçevesi içerinde ikili yardım ve ticaret anlaşmaları.”7

Özetle AB; Romanya’yı ve Bulgaristan’ı Birliğe üye ülke yaparak Karadeniz’in batısında, Avrupa Komşuluk Politikası adı altında Ukrayna, Moldova,
Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile kurduğu ilişkilerle de orta ve doğu
Karadeniz’de egemenliği kurmak istemektedir.

Rusya

Karadeniz Havzası’ndaki stratejik rekabette aslan payını alan küresel güç ülkelerinden biri olan Rusya’nın Karadeniz’e olan iştahı aşikardır. Bu iştahın bir de ‘sıcak denizlere inme’ arzusuyla birleştiği düşünülürse, herhalde bugünkü Rusya’nın S.S.C.B dönemindeki o şaşaalı dönemini aratmayacak bir dönem yaşayacağını söylemek yanlış olmaz.

“ABD ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan
Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.”8

Bununla birlikte;

“ABD Afganistan operasyonları sonrası Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik
konseptlerinde oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler edinmesi, diğer yandan da Afganistan ile hiç te alâkası olmayan ve Hazar petrollerinin geçiş güzergâhı olan Gürcistan’a askerî yardım ve teknik personel yardımını artırmaya başlaması, Rusya’nın alternatif politikalar geliştirilmesi yönündeki çabalarını hızlandırmıştır.

ABD, Orta Asya’ya yerleşmekle Rus jeopolitik menfaatlerine çok büyük zarar vermiş olmasına rağmen Başkan Putin Batı’yla başlatmış olduğu işbirliğinin zarar
görmemesi için buna fazla ses çıkarmamıştır. Ancak, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da da giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması ve Gürcistan’a verdiği desteği her geçen gün arttırması, Rusya’yı bölgede oldukça rahatsız etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kuran Rusya ABD ile rekabet etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu rekabetin Karadeniz’e kayması Rusya açısından özellikle enerji nakil hatlarında stratejik önemi olan bu bölgeye verilen önemin daha da artmasına sebep olmuştur.”9

Özetle Rusya; ABD’ni ve AB’ni Karadeniz’de kendisine rakip olarak görmek
istememektedir ve bunun için Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kurmuştur.

Karadeniz Havzası’ndaki Stratejik Rekabette Bölgesel Güçler: Türkiye, Ukrayna, Gürcistan, 

Türkiye “Karadeniz Havzası Doğu-Batı ekseninde jeopolitik eksenlerin kesişme alanıdır. Sadece ABD-Rusya açısından değil aynı zamanda AB, Türkiye, Ukrayna, Gürcistan için de Karadeniz, jeopolitik çıkarların çatışma alanıdır. Tüm ülkeler içinde Türkiye’nin konumu çok daha özeldir. Türk boğazları bu çelişki yumağının odağındadır.”10

Bununla beraber, Türkiye’nin önemi, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (B.O.P)’nin
yanısıra Kafkasya Projesi’nde de belirgin bir şekilde görünür hale gelmektedir.
Dolayısıyla:

“Türkiye’nin, Karadeniz kıyısında yeni bir politika geliştirmesi şarttır. Herşeye
rağmen Amerika’yı ve dengelerin değişiminden medet uman Karadeniz ülkelerinin çıkarlarına aykırı gibi görünse de (uzun vadede zararlı olduğunu görecekler), Karadeniz’deki Amerikan askeri varlığına neden itiraz ettiğimizi iyi anlatmamız gerekmektedir. Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya girmesi, Gürcistan ile Ukrayna’da ‘Batı’ yanlısı iktidarların işbaşına gelmesi, Karadeniz’de yeni dengeler oluşmasını gerektirmiştir.”11

Karadeniz Havzası’nda Bölgesel Güvenlik Anlayışının Gelişmesine ve İşlerlik
Kazanmasına Türkiye’nin Katkısı

Soğuk Savaş döneminde Karadeniz’e kıyısı olup ta aynı zamanda NATO’ya üye olan tek ülke Türkiye idi. Dolayısıyla bu durum onun Karadeniz’de Doğu Bloğuna karşı güvenlik sağlamasını mecbur kılıyordu. Düşünüldüğünde S.S.C.B’nin dağılmasından sonra Karadeniz’e kıyısı en çok olan ülkelerden biri haline gelen Türkiye’nin doğal olarak bölgede etkin bir söz sahibi olması kaçınılmaz olmuştu. Kısacası artık bölgesel bir güç haline gelmiş olan ülkemize daha büyük görevler düşmekteydi. S.S.C.B’nin dağılıp ardından Soğuk Savaş döneminin bitmesi gibi dünyadaki konjonktürel yapıyı değiştirecek böylesi önemli bir değişimin hemen ardından güvenlik ve ekonomi alanlarında bölgenin acil ihtiyaçlarına cevap niteliğinde olacak şekilde bölgesel işbirliklerini ve bölgesel menfaat politikalarını belirleyen bir örgütün kurulması gerekli olmuştur. Kısa adı KEIT (Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı) olan bu örgütün kurulmasını sağlayan ülke Türkiye olmuştur.

“Karadeniz, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tam anlamıyla bir Türk
denizine dönüşmüş durumdadır. Bu denizdeki en güçlü donanmaya sahip Türkiye, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki hakimiyeti nedeniyle, tam bir askeri üstünlük sağlamış, bölge güvenliği açısından çok önemli görevler üstlenmiş bir görüntü içindedir.”12

İşte bütün bu nedenlerle, Türk dış politikasının bölgesel işbirliği ve dayanışmaya
yönelik attığı en güzel adımlardan biri; 25 Haziran 1992 tarihinde gerçekleştirilmiş olan İstanbul Zirvesi’nde yayımlanan bir deklarasyon ile kurulan, fakat yürürlüğe 1999 yılının Mayıs ayında giren ve kısa adı “KEI” olan “Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı”dır. Amacı ise bu örgüte üye olan ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğinin arttırılmasıdır. 
Bir yandan bu hedeflenirken bir yandan da bölgeye yönelik geliştirilen stratejilerin neler olduğu ve uygulanabilirliği tartışılmaktadır.

KEI’den sonra, Karadeniz Havzası’ndaki bölgesel işbirliği çalışmalarından biri de
yine Türkiye’nin önderliğinde 2 Nisan 2001 tarihinde kurulmuş ve kısa adı
BLACKSEAFOR olan Karadeniz İşbirliği Görev Grubu Karadeniz’e kıyısı olan
ülkeler arasında arama-kurtarma çalışmaları ve kanundışı deniz trafiğini önlemek gibi görevleri üstlenmiştir. Gerektiğinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile BM bünyesinde de çalışacak olan grup kuruluşundan bu yana etkin bir şekilde görevini yerine getirmektedir.

Yine bundan başka, 2004 yılında bölgede Türkiye’nin girişimiyle gerçekleştirilmiş
olan bir başka oluşum da Karadeniz Uyum Harekâtı’dır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

18 Şubat 2017 Cumartesi

GÜRCİSTAN ÜZERİNDEKİ ABD-RUSYA REKABETİ VE ENERJİ POLİTİKALARI, BÖLÜM 2



GÜRCİSTAN ÜZERİNDEKİ ABD-RUSYA REKABETİ VE ENERJİ POLİTİKALARI,  BÖLÜM 2


4. Gürcistan’da Küresel Güçlerin Mücadelesi 

Gürcistan bağımsızlığından sonra, sahip olduğu jeopolitik konum nedeniyle, özellikle de Hazar enerji kaynaklarının batı pazarlarına tasınmasındaki enerji koridorlarında kilit ülke konumunda olması nedeniyle küresel ve bölgesel güçlerin, güç mücadelesine sahne olmaktadır. 

Gürcistan jeopolitik konumu açısından Rusya için büyük önem arz etmektedir. Rusya, Sovyet döneminde olduğu gibi bu ülke üzerinde yeniden hâkim bir konuma geçmek istemektedir. ABD’nin Gürcistan üzerindeki öncelikli amacı ise Rusya’nın yeniden etkinlik kazanmasını önlemek ve Rusya’nın tek basına bölgede hâkim olmasına olanak tanımamaktır. Gürcistan’ın bölgede Rusya’nın tekrar etkinlik kazanmasını istememesi, hem de Batı yanlısı ve Batı’yla bütünlesme yönünde politikalar izlemesi ABD için önem arz etmekte ve ABD’yi 
bölgede daha etkin bir konuma getirmektedir.19 

11 Eylül saldırıları sonrasında, ABD’nin “Terörle Mücadele” adı altında Orta Asya Cumhuriyetleri, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’da askeri üsler kurması 
Gürcistan’ın jeopolitik önemini daha da arttırmıstır. Gürcistan, ABD açısından önceleri enerji koridoru olarak önem tasırken Orta Asya’da askeri üslerin kurulmasından sonra bu üslere ulasımın sağlanması bakımından da ayrı bir önem kazanmıstır. ABD uçaklarının Avrupa’dan Orta Asya’ya ve Afganistan’a gitmek için kullandığı tek “Hava Koridoru” Gürcistan ve 
Azerbaycan üzerinden geçmektedir. 

ABD, Gürcistan’da istikrarın sağlanması için Gürcistan’a yönelik etkin politikalar izlemekte, önemli mali destekler sağlamakta ve Gürcistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak için siyasi arenada da destek sağlamaktadır. 

Rusya Gürcistan üzerindeki etkinliğini devam ettirmeye çalısmakta ve devam ettirmektedir. ABD ise Gürcistan üzerindeki Rusya’nın etkinliğinin azaltılmasının, 
Gürcistan’ın güvenli bir enerji koridoru haline getirilmesini, ülke içi istikrarın sağlanmasını istemektedir. Bunların gerçeklesmesi için ABD, Gürcistan’a maddi ve siyasi olarak destek vermektedir. Ayrıca ABD, Gürcistan’ın NATO üyeliği için en önemli desteği veren ülkedir. Avrupa Birliği de Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak için Hazar ve çevresi enerji kaynaklarının batıya aktarılmasında önemli bir konuma sahip olan Gürcistan’ı maddi ve siyasi olarak desteklemektedir. 

4.1 ABD’nin Gürcistan Politikası 

ABD’nin Gürcistan politikasından bahsedilirken, iki kavram ön plana çıkmaktadır. Bu kavramlar “Enerji Koridoru” ve “Güvenlik Koridoru” dur. Jeopolitik konumu nedeniyle Gürcistan dıs politikada Güney Kafkasya’nın kilit ülkesidir. Önceleri Güney Kafkasya’da güvenliği sadece enerji kaynaklarının çıkarılması ve tasınmasına indirgeyen ABD, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra Güney Kafkasya’nın istikrarsızlasmasının uluslararası güvenliğe ve kendi güvenliğine olumsuz etkileri olacağını görerek askeri anlamda da bölgede söz sahibi olma politikasına yönelmistir. 

ABD, Hazar çevresindeki enerji kaynaklarının sadece Rusya veya Rusya -İran tekelinde değil mümkün olduğunca bu iki ülkenin dısında dünya pazarlarına açılmasını istemektedir.20 

90’lı yılların ikinci yarısından sonra ABD, Hazar petrolünün batı ülkelerine tasınması için Rusya’nın dısarıda bırakıldığı Bakü – Tiflis -Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın insası için siyasi ve maddi destek vermistir. Amerikan yönetimi bu projeyle hem Rusya’yı ve hem de İran’ı Hazar petrolleri üzerinde devre dısı bırakmıstır.21 Bakü – Tiflis -Ceyhan Boru Hattı’nın batılı ülkelere açılmasında Gürcistan kilit öneme sahip olan ülkedir. Bu yüzden ABD Gürcistan’a büyük önem vermektedir. 

Günümüzde de ABD, Gürcistan’ın kilit konumda olacağı yeni enerji nakil hatları planlamaktadır. Beyaz Akım Projesi ile Hazar doğalgazını Azerbaycan -Gürcistan’dan Karadeniz’e ulastırdıktan sonra Karadeniz altından dösenecek borularla Kırım Yarımadası’na tasınması planlanmaktadır. Buraya gelen doğalgaz daha sonra, AB ülkelerine ulastırılacaktır. Bir sonraki asamada ise, ikinci bir hat olarak Gürcistan ile Romanya’nın, Karadeniz altından dösenecek borularla birbirine bağlanması planlanmaktadır. Bu açıdan Gürcistan, ABD’nin 
enerji politikasında hala önemli ölçüde stratejik öneme sahiptir. 

ABD’nin Gürcistan’a yönelik izlediği politikalarda öne çıkan bir diğer konu da Gürcistan’ın NATO’ya üyelik sürecidir. ABD, Gürcistan’ın NATO üyeliğine destek veren ülkelerin basında gelmektedir. 

Amerika’nın Gürcistan politikasını özetleyecek olursak; ilk basta da belirttiğimiz gibi, ABD, hem Gürcistan’a kilit bir enerji koridoru olmasından ve hem de ABD’nin Ortadoğu ve 

Orta Asya’ya yönelik izlediği politikalar için önemli bir güvenlik koridoru olmasından dolayı önem vermektedir. ABD bağımsızlığından 2001 yılına kadar olan dönemde Gürcistan’ı enerji koridoru olarak görmüs ve bu doğrultuda politikalar izlemistir. 2001 yılından sonra 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD, Gürcistan’ı bir güvenlik koridoru olarak da görmeye baslamıs ve Gürcistan’a yönelik güvenlik kavramının öne çıktığı politikalar izlemeye baslamıstır. Amerika’nın Gürcistan politikasına baktığımızda mali yardımlar ön plana çıkmaktadır. ABD, Gürcistan’da istikrarın sağlanması, ekonominin gelismesi ve demokrasinin kurumsallasması için önemli miktarlarda mali yardımlarda bulunmaktadır. 

4.2 Rusya’nın Gürcistan Politikası 

Rusya’nın bölgeyi yeniden kontrol altına alabilmek için “Etnik Sorunları Kullanma Politikası” Gürcistan’da istikrarın sağlanmasında önemli bir engel teskil etmektedir. Rusya’nın askeri stratejilerine göre, Gürcistan, Kafkasya’ya yönelik güvenlik politikalarının kilit ülkesi konumundadır. 

Rusya’nın kontrol ettiği bazı önemli petrol ve doğalgaz borularının Batıya giden mevcut ve potansiyel rotaları Gürcistan’dan geçmekte ve Rusya için önem teskil eden Karadeniz limanları Gürcistan topraklarında bulunmaktadır. Rusya, Karadeniz’deki varlığını korumak, Batı yanlısı politikalar izleyen Azerbaycan üzerinde baskı kurabilmek ve müttefiki Ermenistan ile bağlantılarını devam ettirebilmek için Gürcistan’a büyük önem vermektedir.22 

Rusya özellikle Abhazya ve Güney Osetya Sorunu’nu kullanarak, Gürcistan üzerindeki hâkimiyetini sürdürmek istemektedir. Buna karsılık Gürcistan da Batı yanlısı bir dıs politika izleyip Batılı ülkelerin desteğini alarak Rusya’yı dengelemek istemektedir. 

4.3 Avrupa Birliği’nin Gürcistan Politikası 

AB günümüzde, Gürcistan’ın hem enerji konusunda hem de güvenlik konusunda tasıdığı jeostratejik önemin farkındadır. AB, “Yumusak Diplomatik” sivil gücü ve Avrupa Komsuluk Politikası aracılığıyla Gürcistan’ı, alternatif enerji nakil hatları üzerinde Avrupalılasmıs, istikrarlı bir ayrıcalıklı ortak olarak yeniden sekillendirme çabası içindedir.23 

Gürcistan, AB’nin doğu sınırında yer alan ülkelere yakınlığı, Rusya’ya komsu olması, mevcut ve alternatif enerji nakil hatları için kilit bir konumda yer alması nedeniyle, AB açısından büyük önem tasımaktadır.24 

AB, Gürcistan ile ilgili konularda sağladığı mali desteklerle, uyguladığı “Kosullu Yardım Politikasıyla” ön plana çıkmaktadır. AB, Gürcistan’a yönelik izlediği politikalarda yumusak gücünü kullanmaktadır. 

AB’nin, Gürcistan’a yönelik izlediği politikanın homojen bir yapıya sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. AB ülkeleri özellikle dıs politika alanında kararlar alırlarken kendi aralarında önemli anlasmazlıklar yasamaktadırlar. 

AB ülkelerinin, Gürcistan üzerinde farklı bakıs açılarına sahip olmasının ve bazı ülkelerin Gürcistan’la olan iliskilere daha az önem vermesinin nedeni olarak Rusya ile olan stratejik ortaklığın, Gürcistan ile olan iliskiler yüzünden bozulmasının istenmemesi öngörülmektedir. 

AB, Gürcistan ile olan iliskilerinde bir denge siyaseti izlemektedir. AB bir yandan Rusya’nın tepkisini çekmek istemezken, diğer yandan da enerji ve güvenlik açısından önem verdiği Gürcistan’ı kaybetmek istememektedir. AB, Gürcistan’a yönelik asırı yanlı, radikal ve Rusya’nın tepkisini çekecek politikalardan kaçınmakta, bunun yerine sağladığı mali yardımlarla Gürcistan’ın ekonomisini gelistirerek Gürcistan ile ticari iliskiler üzerinden bağlantı kurmaktadır. AB ekonomi, enerji ve ulasım alanında gerçekleştirdiği projelerde ve 
örğütlenmelerde Gürcistan’ın da yer almasını sağlayarak Avrupa ile entegrasyonuna ön ayak olmaktadır. 

5. Türkiye Gürcistan Dliskileri ve Gürcistan’daki ABD-Rusya Rekabetinin (Güç Mücadelesinin) Türkiye’ye Etkileri 

Gürcistan’da yasanan siyasi gelismeler, siyasi istikrarsızlıklar Türkiye’yi de etkilemektedir. Türkiye’nin, Karadeniz’e kıyısı olması ve sahip olduğu Boğazlar aracılıyla diğer Karadeniz Ülkeleri’nin açık denizlere ulasmasını sağlaması Türkiye’yi Karadeniz’de ve çevresinde yasanan gelismelere kayıtsız bırakamamaktadır. Karadeniz ve Karadeniz çevresindeki ülkelerde yasanan gelismeler Türkiye için büyük önem teskil etmektedir. 

ABD’nin Hazar Denizi ve çevresindeki enerji kaynaklarını Rusya sınırları dısında bir bölge üzerinden dünya pazarlarına tasımak istemesi ve bunun sadece Gürcistan üzerinden geçecek bir hatla mümkün olması ABD ve Rusya arasında Gürcistan üzerinde yasanan güç mücadelesinin en önemli nedenidir. Rusya günümüzde “Yakın Çevre” politikası çerçevesinde Gürcistan’ı yeniden kendi nüfuzu altına almaya çalısmaktadır. Rusya, Gürcistan üzerinde en önemli baskı aracı olarak azınlıkları kullanmaktadır. Rusya özellikle basta Abhazları Gürcistan yönetimine karsı ayaklanmaya tesvik etmis ve silahlandırmıstır. Güney Osetya’ nın Kuzey Osetya ile birlesmesini ve bunun için Osetlerin verdiği mücadeleyi desteklemektedir. 

Ayrıca Rusya, Gürcistan’daki askeri üslerini de baskı aracı olarak kullanmaktadır.25 Gürcistan, Rusya’yı bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelik en büyük tehdit olarak görmektedir. Gürcistan, Rusya’yı dengelemek için ABD ile olan iliskilerini gelistirmeye çalısmaktadır. ABD, Rus baskılarına karsı Gürcistan’ı koruyan güç konumundadır. Ayrıca AB’de Gürcistan’ı desteklemekte, siyasi ve iktisadi olarak Rus baskısına karsı korumaktadır.26 Günümüzde Gürcistan üzerine yasanan ABD, AB ve Rusya arasındaki güç 
mücadelesi bu sekilde cereyan etmektedir. 

Gürcistan jeopolitik konum açısından Türkiye için önemli bir ülkedir. Gürcistan, Türkiye’nin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne ve Azerbaycan’a bağlantısını sağlayan tek ülkedir. Ayrıca Gürcistan, Türkiye ile Rusya arasında tampon ülke konumundadır. Gürcistan, Hazar petrol ve doğalgazının Batılı ülkelere ve Türkiye’ye tasınmasında kilit rol oynamaktadır. Gürcistan, Bakü -Tiflis -Ceyhan Petrol Boru Hattı’nı ve Güney Kafkasya Doğalgaz Boru Hattı’nı tasıyan köprüdür.27 Bakü -Tiflis -Ceyhan Petrol Hattı ve son dönemde enerji alanında ve diğer alanlarda gelisen iliskiler sonucunda Gürcistan, Türkiye için önemli bir ülke haline gelmistir. Türkiye enerji konusunda etkin bir politika izleyebilmek için 
Gürcistan’daki gelismeleri yakından takip etmeli ve bu ülkeler ile olan iliskilerini gelistirmelidir. 

6. Sonuç ve Değerlendirme 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona eren Soğuk Savas sonrasında, Karadeniz’in stratejik önemi uluslararası alanda önemli derecede artmıstır. Özellikle 11 Eylül Saldırıları sonrası yasanan gelismeler, AB ve NATO’nun genislemesi, yeni enerji nakil hatları projelerinin ortaya konması Karadeniz’in önemini daha da arttırmıstır. Karadeniz kıyısında yer alan Gürcistan, bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte küresel güçlerin ilgi odağı haline gelmistir. ABD 90’lı yılların ikinci yarısından sonra Gürcistan üzerindeki Rus hakimiyetini ve etkinliğini azaltmaya yönelik politikalar izlemeye, Rusya da özellikle Putin’in iktidara gelmesinden sonra Gürcistan üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek için etkin politikalar izlemeye baslamıstır. 

ABD ilk olarak Gürcistan’ın Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak için mali yardımlarda bulunmustur. Rusya’nın bölgedeki enerji hatları üzerindeki hakimiyetini kırmak için Rusya’yı devre dısı bırakan enerji nakil hatları projelerini gelistirmis ve mali olarak desteklemistir. ABD’nin ortaya koyduğu enerji nakil hatlarında Ukrayna ve Gürcistan kilit öneme sahiptir. ABD’nin mali ve siyasi olarak desteklediği, bir kısmı Gürcistan topraklarından geçen BTC Petrol Boru Hattı, Rusya’yı devre dısı bırakan ilk enerji nakil hattı olmustur. Bu gelismeler sonrasında, ABD enerji kaynaklarının istikrarlı ve güvenli bir sekilde batılı pazarlara tasınması için özellikle Gürcistan’ın istikrara kavusmasına ve Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmaya önem vermis, bu ülkeye yönelik izlediği politikaları etkinlestirmistir. Bu ülkenin askeri bakımdan bir standarta kavusması için NATO’ya üye olmasını desteklemistir. 

Yakın çevresinde ABD’nin etkinliğini arttırmasından rahatsız olan Rusya da karsı atağa geçmis. Gürcistan’da ortaya çıkan iç sorunlara müdahale ederek bu ülkeler üzerindeki hakimiyetini ve etkinliğini devam ettirmeye çalısmıstır. Rusya Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyeliklerine sert bir sekilde karsı çıkmaktadır. Gürcistan’ın NATO’ya üye olması Rusya’nın bu ülkelerde yer alan askeri üslerin bosaltılması, NATO’nun sınırlarının Rusya’ya ulasması Rusya’nın askeri olarak kusatılması anlamına gelmektedir. Rusya, enerji kartını ve ayrılıkçı bölgelerdeki sorunları kullanarak bu ülkeler üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek istemektedir. 

AB’nin bölgedeki amaç ve hedeflerinin ABD’ninkiler ile benzerlik gösterdiği gözlenmektedir. Avrupa Birliği Gürcistan’a mali destekler sağlayarak bu ülkenin istikrara kavusmasını ve enerji kaynaklarının bu ülke üzerinden güvenli bir sekilde Avrupa Ülkeleri’ne ulasmasını hedeflemektedir. 

Gelecek dönemde hangi küresel gücün Gürcistan’da etkin bir konuma sahip olabileceğine bakıldığında, bugünkü kosullar altında Rusya’nın ön plana çıktığı ve etkinliğinin arttığı görülmektedir. ABD’nin Ukrayna ve Gürcistan’da yasanan “ Renkli Devrimler ” sonrasında, bu ülkeler üzerindeki Rus hakimiyetine ve etkinliğine son verdiği öne sürülmüstür. Fakat “Renkli Devrimlerle” iktidara gelen batı yanlısı kadrolar, ABD ve AB ile Gürcistan Halkları’nın beklentilerini karsılayamamıslardır. Gürcistan Rusya’yla yasadığı çatısmadan sonra ABD’den beklediği desteği bulamamıstır. 

ABD, AB ve Rusya’nın Gürcistan’a iliskin mevcut politikalarını, bölgede çok önemli değisikliler olmadığı takdirde devam ettirecekleri değerlendirilmektedir. Gürcistan’da Ekim 2013 yapılan seçimlerde, Giorgi Margvelasvili % 67 oy ile seçimleri kazanarak Cumhurbaşkanı olmustur. Giorgi Margvelasvili seçim kampanyasında “Hem Batı hem de Rusya ile iyi iliskiler içinde olacağız.28 sloganını kullanmıstır. 20 Kasım 2013’de yeni seçilen ve göreve gelen basbakan Drakli Garibasvili (Eski içisleri bakanı)’nin de bu bağlamda bölgede 
önemli bir politika değisikliğine gitmeyeceği değerlendirilmektedir. 

Türkiye bölgesinde meydana gelebilecek her türlü gelismelerde ekonomik ve siyasi yönden belirli bir etki yaratabilecek durumdadır. Avrasya bölgesi ülkeleriyle tarihi ve kültürel bağlarının olması nedeniyle bölgenin enerji kaynaklarının değerlendirilmesindeki avantajlarını dıs politikasında da kullanmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. 

DİPNOTLAR;

1 Kocaeli Üniversitesi Uluslararası Dliskiler Bölümü Doktora Öğrencisi 
2 T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği, Gürcistan’ın Genel Ekonomik Durumu ve Türkiye ile EkonomikTicari İliskileri, Tiflis, Eylül 2013, s.9. 
3 T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği,a.g.e., s.13. 
4 T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği, a.g.e.,s.6. 
5 DEDK Gürcistan Ülke Bülteni, 2008:1. 
6 T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği, a.g.e., s.6. 
7 T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği, a.g.e., s.6. 
8 T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği, a.g.e., s.45-46. 
9 DEMDR, Ali Faik (2003), Türk Dıs Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Bağlam Yayıncılık, İstanbul s.120. 
10 İBRAHİML, Haleddin (2001), Değişen Avrasya’da Kafkasya, ASAM Yayınları, Ankara s.30. 
11 KESGDN, Serdar (2008), “Gürcistan’da Değisimin Sinyali: 2008 Devlet Baskanlığı Seçimi”, Stratejik Arastırmalar Dergisi, Sayı 11, Mayıs 2008, s.19. 
12 BOZKURT, Giray Saynur (2008), “Gürcistan’daki Etnik Çatısmalar Karsısında Türkiye ve Rusya’nın Tutumu”, Karadeniz Arastırmaları Dergisi, Sayı 19, Güz 2008, , s.16. 
13 KÜLEBD Ali, 2008. “Karadeniz’de Yeni Dengeler”, http://www.tusam.net/ makaleler. asp?id=867 &sayfa=30, 30.10. 
14 KANTARCI, Hakan (2006), Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,Dstanbul ,s.87. 
15 NODIA, Ghia (2005), “Georgia Dimensions of Insecurity”, Editörler: COPPIETERS, Bruno ve Robert Legvold, Statehood and Security, The MIT Press, , s.60. 
16 Jaba Devdarıanı, (2005), “Georgia and Russia: The Troubled Road toAccommodation”, The MIT Press, 2005, s.190. 
17 HAYDAROĞLU Ceyhun, (2011), “Değisen Dünyada Türk Dıs Politikası” Nobel Yayınevi,Mart 2011, s.377-384 
18 HAYDAROĞLU, a.g.e ,s 398-399. 
19 MERT Okan, (2004), Türkiye’nin Kafkasya Politikası ve Gürcistan, IQ Kültür SanatYayıncılık, İstanbul, 2004, s.30-31 
20 MERT,a.g.e., s.178 
21 Damien Helly ve Giorgi Gogia, “Georgian Security and The Role of The West”, The MIT Press, 2005, s.277. 
22 SAPMAZ, Ahmet (2008), Rusya’nın Transkafkasya Politikası ve Türkiye’ye Etkileri, Ötüken Yayınları, İstanbul.,s.76. 
23 ÖZER Sanem, (2007),“ Bağımsızlık Sonrası Gürcistan-Avrupa Birliği İliskileri ”, Uluslararası İliskiler Dergisi, Cilt 4, Sayı 15, Güz 2007, s.109. 
24 ÖZER, a.g.m., s.111-112 
25 OKÇUOĞLU Dbrahim, (2009), Emperyalist Küresellesme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, İstanbul, , s.307-
26 OKÇUOĞLU, a.g.e., s.308 
27 SAPMAZ, a.g.e., s.57. 
28 www.dw.de/g%C3%BCristan%C4%Bin-yeni-cumhurba%9Fkan%C4%Bl-margvela%C5%9Fvili/a-17186881,2013 


KAYNAKÇA; 

BOZKURT, Giray Saynur, “Gürcistan’daki Etnik Çatısmalar Karsısında Türkiye ve Rusya’nın Tutumu”, Karadeniz Arastırmaları Dergisi, Sayı 19, Güz 2008. 
DAMDEN Helly ve Giorgi Gogia, “Georgian Security and The Role of The West”, The MIT Press, 2005. 
DEDK Gürcistan Ülke Bülteni, 2008. 
DEMİR, Ali Faik, Türk Dıs Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2003. 
HAYDAROĞLU Ceyhun, “Değisen Dünyada Türk Dıs Politikası” Nobel Yayınevi, Mart 2011. 
İBRAHİMLİ, Haleddin Değisen Avrasya’da Kafkasya, ASAM Yayınları, Ankara, 2001. 
JABA Devdarıanı, “Georgia and Russia: The Troubled Road toAccommodation”, The MIT Press, 2005. 
KANTARCI, Hakan, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006. 
KESGDN, Serdar, “Gürcistan’da Değisimin Sinyali: 2008 Devlet Baskanlığı Seçimi”, Stratejik Arastırmalar Dergisi, Sayı 11, Mayıs 2008. 
KÜLEBD, Ali, “Karadeniz’de Yeni Dengeler”, http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=867&sayfa=30, 30.10.2008 
MERT, Okan, Türkiye’nin Kafkasya Politikası ve Gürcistan, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Dstanbul, 2004. 
NODIA, Ghia, “Georgia Dimensions of Insecurity”, Editörler: COPPIETERS, Bruno ve Robert Legvold, Statehood and Security, The MIT Press, 2005. 
OKÇUOĞLU, Dbrahim, Emperyalist Küresellesme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, İstanbul, 2009. 
ÖZER, Sanem, “Bağımsızlık Sonrası Gürcistan-Avrupa Birliği Dliskileri”, Uluslararası İliskiler Dergisi, Cilt 4, Sayı 15, Güz 2007. 
SAPMAZ, Ahmet, Rusya’nın Transkafkasya Politikası ve Türkiye’ye Etkileri Ötüken Yayınları, İstanbul 2008. 
T.C.Tiflis Büyükelçiliği Ticaret Müsavirliği, Gürcistan’ın Genel Ekonomik Durumu ve Türkiye ile Ekonomik-Ticari Dliskileri, Tiflis, Eylül 2013. 
www.dw.de/g%C3%BCristan%C4%Bin-yeni-cumhurba%9Fkan%C4%Bl-argvela%C5%9Fvili/a-17186881,2013 



***