Vladimir Putin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vladimir Putin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2021 Cumartesi

Suriye Satrancında Rusya Hamlesi.,

Suriye Satrancında Rusya Hamlesi.,  


John Kerry,Sergey Lavrov,kimyasal silah,Mig-31 askeri uçakları,S-300 füzeleri,Arap Baharı,Beşşar Esad, Hafız Esad, Vladimir Putin, Gorbaçov, Dimitri Medvedev,




Suriye Satrancında Rusya Hamlesi 
Dr. Nazim Cafersoy*

*Dr. Nazim Cafersoy
KAFKASYA ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ (QAFSAM) ANALİSTİ 

    Suriye krizi beklenenden uzun sürdü. 100 bini aşkın kişinin ölmesine, yüz binlerce kişinin yaralanmasına, milyonu aşkın kişinin mülteci durumuna düşmesine neden olan iç savaşın ne zaman sona ereceği belli değil. İç askeri denge tam olarak bozulmazken uluslararası güçlerin hamleleri de süreci sona erdirmekten ziyade uzatıcı ve genel anlamda Suriye’yi güçsüzleştirici nitelikte.

    Özellikle Batı kendisinden beklenen hamleleri bir türlü yapmazken Rusya’nın bazen beklenen, bazen de beklenmeyen hamleleri sürecin ve doğal olarak Esad yönetiminin ömrünün uzamasına neden oluyor.
Irak ve Libya’da Batı karşıtı yönetimlerin kurban edilişine bir ölçüde müsamaha gösteren Rusya, Orta Doğu’da daha kritik gördüğü iki müttefikini, İran ve Suriye’yi şimdilik başarıyla koruyor. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı.
Konu Suriye olunca, Rusya’nın Tunus, Mısır ve hatta doğal gaz zengini ve Moskova’nın mühim ekonomik partnerlerinden olan Libya’daki olaylardan daha faal ve göreceli olarak daha sert bir tutum içine girdiği görülmektedir. Hatta doğrudan NATO askeri müdahalesinin yapıldığı ve bu konuda bir BM kararının alındığı Libya konusunda bile zımni bir rıza gösteren Rusya, Nisan 2011’den itibaren sürekli olarak Suriye konusunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi gündemine gelmesine veto tehdidi ile engel oldu, konu BM Güvenlik Konseyi gündemine geldiği zaman da kararın çıkmasına müsaade etmedi. 
Bazı durumlarda sivil ölümlerin artması üzerine BM gündemine gelen Suriye kararlarının daha yumuşayarak çıkmasını sağladı.

< Özellikle Batı kendisinden beklenen hamleleri bir türlü yapmazken Rusya’nın bazen beklenen, bazen de beklenmeyen hamleleri sürecin ve doğal olarak Esad yönetiminin ömrünün uzamasına neden oluyor.>

   “Arap Bahar”ı olarak nitelendirilen süreç Rusya için çeşitli anlamlar ifade etmekteydi. Süreç bir yandan dünyadaki enerji fiyatlarını yükselterek Rusya bütçesine ciddi paralar getirmesi bakımından “maddi kaynak” anlamını taşısa da, genel anlamda, Moskova yönetiminin “Arap Baharı” sürecinden rahatsız olduğu bilinmektedir.
Bu rahatsızlığın sebepleri arasında sürecin daha çok Batı tarafından yönetildiği ya da yönlendirildiği ve bunun da uzun vadede Rusya’nın Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarına zarar vereceği inancı önemli yer tutuyor. 

<  Rusya’nın “Arap Baharı” sürecine ilişkin bütün açıklama ve eylemlerinde Batı müdahaleciliğinden rahatsızlığın izlerini çok açık görmek mümkün. >

Öte yandan, Suriye tarihsel açıdan Rusya’nın kendi selefi hesap ettiği SSCB’nin Orta Doğu politikasında Irak’la birlikte özel öneme sahip olmuştur.
Özellikle Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad zamanında zirveye çıkan SSCB-Suriye ilişkileri Gorbaçov’un politikaları ile ciddi bir sekteye uğrasa da Vladimir Putin’in 2000’li yıllardaki başkanlığı döneminde yeni bir ivme kazanmıştır.
Ocak 2005 yılında Beşşar Esad’ın Moskova ziyareti ve Mayıs 2010’de Dimitri Medvedev’in Şam ziyareti bu ilişkiler sürecini yeni bir noktaya taşımıştır. 
    Moskova için Suriye ile ilişkilerin güçlendirilmesi Ortadoğu denkleminde yerini almak bakımından önemli bir fırsat sunuyor. Suriye’nin Arap-İsrail problemindeki konumu ise Moskova’nın bu hesabının hiç de yanlış olmadığının göstergesi sayılabilir.
Suriye’nin Akdeniz’e sınırının olması bir başka neden sayılabilir. Akdeniz’in hem tarihsel konumu, hem de son dönemlerdeki artan stratejik önemi  Moskova’nın tarihsel denizlere açılma stratejisi ile birlikte düşünüldüğünde bu konu daha iyi anlaşılmaktadır. Daha 1971 yılında SSCB’nin Hafız Esad’la yapılan bir anlaşma gereği Tartus’da Akdeniz’e çıkan Sovyet Donanması için bir deniz üssü oluşturması bu durumun en önemli kanıtı. 
   Ortadoğu’ya ve Suriye’ye en ilgisiz göründüğü 1990’ların başında bile Tartus daki deniz üssüden vazgeçmeyen Rusya 2009 yılında buranın yenilenmesi ve daha büyük gemiler için genişletilmesi çalışmalarına başlamıştır.
Amerikan ve NATO gemilerinin, İran’ın, Türkiye’nin, İsrail’in, hatta Güney Kıbrıs’ın boy gösterdiği, hemen kıyısında Libya, Suriye gibi ülkelerde başverenler ve baş verecekler Akdeniz’deki Tartus limanının önemini iyice açığa çıkarmış durumda.
Bölgede gerginlik tırmandıkça Akdenizdeki Rus savaş gemilerinin sayısı sürekli artış göstermiştir. Son günlerde boğazlardan geçen gemilerle birlikte Akdenizdeki Rus gemilerinin 15’e ulaştığı ifade edilmektedir.
    Bir anlamda Rusya’nın Suriya krizinden yararlanarak açık denizlerde, özellikle de Akdenizde askeri kapasitesini artırdığı da ileri sürülebilir.
Suriye’nin Rusya için öneminin bir başka sebebini bu ülkeye satılan Rus silahları oluşturmaktadır. SSCB döneminde mühim silah müşterilerinden olan Suriye ile silah ticareti Esad’ın Moskova ziyareti ile yeni boyutlar kazanmıştır. Zaten Suriye’nin Rus silah ihracatının içinde öncü yerlerden birini tutması ve Suriye ordusunun silahlarının yüzde 90’ının Rus yapımı olması da dikkatlerden kaçmıyor. Moskova’nın Suriye’ye sattığı S-300 füzeleri ile Mig-31 askeri uçakları ise İsrail ve ABD’de ciddi rahatsızlık yaratmaktadır. Tüm tepkilere rağmen Rusya’nın iç savaşın en amansız dönemlerinde bile Suriye’ye silah vermeyi durdurmadığı bilinmektedir.
   Suriye’yi Rusya için önemli kılan bir başka neden iki ülkenin ticari-ekonomik ilişkileridir. İki ülke arasında iç savaşın hemen öncesinde (2010 yılındaki) ticaret hacmi 1,1 milyar dolar civarındaydı. Ayrıca Suriye’de Rus yatırımlarının daha 2009 yılı sonu itibariyle 20 milyar dolara ulaştığı biliniyor.
   Tüm bu nedenlerden dolayı Rusya Suriye krizinde bazen bölgedeki geleceğini riske atıyor görüntüsüyle karşılaşmasına rağmen kararlılığını sürdürdü. 



< Rusya Suriye krizi nedeniyle, son yıllarda büyük önem verdiği Türkiye ile olan ilişkilerini riske attı. > 

    Batı ile Ağustos 2008 olayları sonrasında gerginleşen ilişkilerini yeniden rayına oturtma stratejisinin zarar görmesini de çok önemsemedi. En son Suriye’de geniş bir biçimde kimyasal silah kullanıldıktan sonra Suriye’ye askeri müdahale seçeneği en ciddi biçimde dillendirilmekteyken Rusya bir hamle daha yaptı. Bir yandan Suriye’de kimyasal silahların muhalifler tarafından kullanıldığını iddia etti, diğer yandan bu ülkenin kimyasal silahlardan arındırılmasına ilişkin öneride bulundu. Suriye’ye müdahale konusunda kararlı görünen güçleri uyarmaktan da geri durmadı.
   En kritik süreç ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında 3 gün süren Cenevre görüşmeleri oldu. Bu görüşmeler sonucunda taraflar Suriye’nin kimyasal silahlardan arındırılması konusunda uzlaşmaya vardılar.
Buna göre Esad yönetimi bir hafta içinde mevcut kimyasal silah envanterini tüm detayları ile açıklayacak. İlgili kurumların uzmanlarının incelemeleri Kasım ayına kadar tamamlanacak. Üçüncü aşama olan silah ve ilgili sistem ve araçların tamamının imha ve tasfiyesi süreci ise 2014 yılı ortalarına kadar tamamlanacak.
    Türkiye bu anlaşmanın Esad rejiminin ömrünü uzatmaya hizmet ettiğini, iç savaşı bitirmeyeceğini ve ayrıca çok net olmadığını ileri sürerek eleştirilerde bulundu.
Gerçekten de Esad yönetiminin işbirliğine muhtaç olduğu için kabul ettiği anlaşmaya en azından süre bakımından uymaması durumunda ne olacağı belli değil. Rusya’nın yine Esad’ı korumayacağı da garanti edilemez.
Süreç uzadıkça ve muhaliflere yardım gerektiği düzeyde yapılmaz ise Esad yönetiminin güçlenme ihtimali de zayıf değil.
Ayrıca Türkiye’nin dillendirdiği “kimyasal silah kullanılmadığı sürece sivil halkı katletmek serbest midir” sorusu da cevabını bulamıyor. Böylece Rusya Suriye satrancındaki hamlesi ile gerekli hamleleri yapamayan Batı karşısında sanki avantajlı duruma geliyor. 

Ama en kötüsü, bir ülkede insanlık dramı yaşanmaya devam ediyor.

***

17 Ocak 2021 Pazar

TÜRK RUS İLİŞKİLERİ SOĞUK KIŞTAN., SICAK BAHARA DÖNÜŞEBİLECEKMİ., BÖLÜM 2

TÜRK RUS İLİŞKİLERİ SOĞUK KIŞTAN., SICAK BAHARA DÖNÜŞEBİLECEKMİ., BÖLÜM 2



Doç. Dr. Toğrul İsmayıl,Mavi Akım,Karadeniz,Türkiye-Rusya ilişkileri,Vladimir Putin, Turist vizesi,rublenin dolar karşısında değer kaybetmesi,
Düşen Uçak Kazası,Gazprom,

< TÜRKİYE SADECE “GAZPROM” VE TURİZM OPERATÖRLERİ İÇİN DEĞİL; AYNI ZAMANDA FİNANS SEKTÖRÜ İÇİN DE ÖNEMLİ BİR PAZARDIR.
ÖRNEĞİN 2012 YILINDA TÜRKİYE MENŞELİ DENİZBANK’IN 3,5 MİLYAR DOLARA RUS SBERBANK TARAFINDAN ALINMASI, RUSYA İÇİN STRATEJİK BİR ÖNEME SAHİPTİR. >

    Rus arama motoru “Yandex”, 2011 yılından beri Türkiye’de faaliyet göstermektedir.
Türkiye bu şirketin Bağımsız Devletler Topluluğu dışında çalıştığı ilk ülkedir.
Markanın Türkiye’deki yerel pazar payı ise % 4-5 dolaylarındadır. Benzer şekilde Türkiye’nin telekomünikasyon pazarında Rusya’nın Alfa Telecom Turkey Ltd. isimli şirketi de bulunmaktadır. Bu şirket, en büyük Türk operatörü Turkcell içinde % 13,22 paya sahip olup; ilerleyen yıllarda bu payını yarı yarıya artırmayı planlamaktadır.

Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinde zarar vermek istediği bir diğer alan ise enerji’dir.
Türkiye, en büyük tedarikçisi konumundaki Rusya’dan yıllık doğalgaz ihtiyacının yarıdan fazlasını karşılamaktadır. Bu doğalgazı Türkiye iki hat üzerinden tedarik etmektedir: Ukrayna üzerinden gelen ve Trakya’dan giriş yapan Batı Hattı ve
Karadeniz’in altından gelip Samsun’dan karaya çıkan Mavi Akım. Diğer yandan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) 2014 Doğalgaz Sektörü Raporu’na göre 2014 yılında doğalgaz ithalatı % 54.76’lık payla en fazla Rusya’dan yapılırken; miktar olarak yaklaşık 50 milyar metreküplük doğalgaz ihtiyacının 26 milyar metreküpü tek başına Rusya’dan karşılanmıştır. Söz konusu tedarik için Türkiye, 16,5 milyar dolarlık doğalgaz faturası ödemiştir.

   Uzmanların üzerinde anlaştığı bir başka konu ise düşük petrol fiyatlarının Türkiye’yi, Rusya’ya kıyasla daha cazip bir aktör haline getirdiğidir. Zira döviz gelirinin önemli bir kısmını petrol ihracatından elde eden Rusya, Kuzey Denizi havzasından çıkarılan Brent petrolün varil fiyatının geçen yıl % 30 oranında düşmesi sonucu önemli bir meydan okumayla karşı karşıya kalmıştır. Net petrol ithalatçısı Türkiye üzerinde ise ucuzlayan petrol fiyatları tam tersi bir etki yaratmıştır. Benzer bir şekilde bazı Batılı uzmanlar, petrol fiyatlarındaki gerilemeyle birlikte Türkiye’nin cari açığını kapatıp enflasyonu düşürebildiğini hatırlatmakta ve bu durumun, yatırımcı gözünde pozitif bir gelişme olduğunu vurgulamaktadır.

    Kanaatimizce uçak krizi sonrası enerji alanında yaşananlar, uzun zamandır herkesin üzerinde uzlaştığı fakat gerçekleşmesine yönelik yapısal adımların geciktiği Rusya’ya aşırı bağımlılığı orta ve uzun vadede azaltacak bir stratejiyi hayata geçirmeye vesile olacaktır. Zira mevcut doğalgaz ilişkisi, ikili ilişkilerin en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır. Bu konuda doğrudan bir gaz kesintisi olmasa da belli risklerin göz ardı edilemeyeceği bir gerçektir.


Her ne kadar Rusya önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ana gaz tedarikçisi olmaya devam edecekse de, ikili ilişkilerin geldiği noktada Türkiye, enerji güvenliğini daha ciddi olarak ele almaya başlamış ve tedarike yönelik bazı alternatifleri öne çıkarmıştır.
Bu kapsamda ilerleyen dönemde Türkiye’nin yeni enerji alternatifleri arasında Katar’dan LNG; Irak, Türkmenistan ve Doğu Akdeniz’den gaz ithalatı sağlamak olacaktır.
 <   AKKUYU PROJESİNİN RUSYA TARAFINDAN RAFA KALDIRILMASI DURUMUNDA İSE ALTERNATİFLER MEVCUTTUR. ÖRNEĞİN ÇIN, JAPONYA,
GÜNEY KORE GİBİ ÜLKELERLE DİREKT TEMASA PEKÂLÂ GEÇİLEBİLİR. >


Peki, iki ülke arasında vuku bulan son dönem olaylardan sonra Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesinde ne tür gelişmeler beklenebilir? Akkuyu projesinin iptali Türkiye’yi nasıl etkiler?
Rusya’nın AB’nin uyguladığı ambargolar nedeniyle yaşadığı ekonomik daralma ve sıkıntılar yüzünden 20 milyar dolarlık bir beklentisi olduğu Akkuyu projesinden kolay kolay vazgeçemeyeceği düşünülmektedir.
   Fakat Rusya’nın projeyi askıya almaktan kaçınmasının ardında maddi nedenler den çok siyasi ve hukuki gerekçeler mevcuttur.
Zira Rusya yönetimi doğrudan Türkiye’ye zarar verecek ya da uluslararası anlaşmalarla verdikleri taahhütleri hukuksuz bir boyuta taşıyacak, bu yolla uluslararası arenada kendi itibarını olumsuz etkileyecek adımlar atmayacaktır.
Diğer yandan Akkuyu projesinin Rusya tarafından rafa kaldırılması durumunda ise alternatifler mevcuttur. Örneğin Çin, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerle direkt temasa pekâlâ geçilebilir.

Belirtmek gerekir ki; ekonomisi % 3,8 daralan, sanayi üretimi % 4,2 gerileyen, Batı’nın yaptırımları ve düşen petrol fiyatları nedeniyle zor günler geçiren Rusya’nın; ekonomisi ve sanayi üretim endeksleri pozitif seyreden, Batı’nın desteğine haiz Türkiye’ye karşı bu ekonomik ve siyasi savaşı sürdürmesi pek makul değildir. Bu krizin Rusya tarafından derinleştirilmesi durumunda ise Rusya özelinde ekonomik, sosyal ve siyasal kriz derinleşecek, ülke sathında tüketim ve emlak fiyatları ciddi oranlarda artacaktır. Zira yaptırımlardan dolayı zor bir yıl geçiren Rusya için 2016 yılında da % 6,4’lük bir ekonomik gerileme öngörülmekte dir.
    Dünya petrol fiyatlarının 2016 yılında son 17 yılın en düşük seviyesine ulaşma ihtimalinin bulunduğunu, Rus ekonomisinin ise büyük oranda petrol fiyatlarına bağlı olduğunu göz önünde bulundurulduğunda, Rus hükümetinin ekonomiyi petrol fiyatlarından bağımlı durumdan çıkarmaya çalıştığını, ancak bunun birkaç yılda mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Diğer yandan Rusya’da yaşanan ekonomik kriz nedeniyle devlet bütçesinin optimizasyonu kapsamında devlet çalışanlarının maaşlarının % 10 oranında azaltılması gündemdedir. En önemlisi de Rus yönetiminin Türkiye’ye uyguladığı yaptırımlar nedeniyle ülkedeki birçok üründe fiyatların yükselmeye başlamıştır.

Nitekim Rusya Ekonomik Kalkınma Bakanlığı, Rus iş dünyasının Türkiye’ye bağımlı olduğunu açıkça itiraf etmektedir.

< EN ÖNEMLİSİ DE RUS YÖNETİMİNİN TÜRKİYE’YE UYGULADIĞI YAPTIRIMLAR NEDENİYLE ÜLKEDEKİ BİRÇOK ÜRÜNDE FİYATLARIN YÜKSELMEYE BAŞLAMIŞTIR. NİTEKİM RUSYA EKONOMİK KALKINMA BAKANLIĞI, RUS IŞ DÜNYASININ TÜRKİYE’YE BAĞIMLI OLDUĞUNU AÇIKÇA İTİRAF ETMEKTEDİR. >

Bu arada Rus uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye’ye yaptırım kararı alan aynı Rusya, sürpriz bir şekilde iki ülke arasındaki tahıl ticaretinin yeniden başlatılması yönünde karar almıştır. Zira Türkiye, Rus tahılının en büyük ithalatçılarından biridir ve Uçak Krizi’nden bu yana Rus ve Türk şirketleri yeni sözleşme yapmayı durdurmuşlardı.

Gerekçe olaraksa Rus tarafının yaptırım tehdidi ve Türk tarafının ithalatı kısma saikıydı. Ancak endüstri kaynaklarına göre tehlike artık geçmiş, tahıl ticareti eski seyrine geri dönmüştür. Hatta bir ticaret danışmanına göre Türk şirketleri, Rus üreticilerle yeni sözleşmeler imzalamaya başlamışlardır. Türkiye’nin Rusya ile tahıl ticaretine devam etmesinin gerekçesi olaraksa Fransız menşeli tahılın daha pahalı olması ve Ukrayna’daki ürünlerin ise istenilen kalite standardına yaklaşamaması
gösterilmektedir. Bu kapsamda Türkiye, Rusya’dan Temmuz-Kasım arasında 1.7 milyon ton tahıl ithal etmiştir.



Değerlendirmeler göstermektedir ki; mevcut durum ve şartlarda oluşacak bunalımlı durumdan Türkiye’nin daha az zararla çıkması daha yüksek bir ihtimaldir. Çünkü Türkiye’nin açık ticaret ve liberal yatırım politikaları bu kayıpları daha çabuk telafi edebilecek niteliktedir. Zira Rusya Federasyonu Bakan Yardımcısı Maxim Oreshkin’in itiraf ettiği gibi, bugün Rusya’da yaşanan
ekonomik şok, SSCB’nin son yıllarında yaşadığı şoktan çok daha güçlüdür. 

Bu anlamda görünen o ki, aynı coğrafyada bulunan, güvenlik ve istikrara büyük önem atfeden iki devletin, bölgesel ve küresel düzeydeki ortak çıkarları için beraber çalışabilme kabiliyetlerini ortaya koymaları gerekmektedir.

   Zira bölgedeki istikrar ve barış ortamı için iki ülkenin işbirliği çok önemlidir. 
Aksi halde Karadeniz’den Kafkasya, Merkezi Asya’dan Uzakdoğu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınabilir.
   Ne kadar ilginçtir ki, Türk-Rus işbirliğini bir üst aşamaya çıkaran ziyaret de yine bir aralık ayında yapılmıştır. Putin’in 6 Aralık 2004’deki ziyareti 512 yıllık ilişkiler tarihinde Moskova’dan Ankara’ya lider düzeyinde yapılan ilk ziyarettir. Yine ne kadar büyük bir tesadüftür ki, çok değil, bir yıl önce, 1 Aralık 2014’de Putin yine Ankara’da Erdoğan’a “Türk Akımı” projesini önermiştir.

    Kısacası “aralık ayı”, Türkiye-Rusya ilişkilerinin yükselen dönemi gibidir. 

Bu anlamda Aralık’lar, Türkiye-Rusya ilişkileri değerlendirilirken asla unutulmamalı dır.

***

TÜRK RUS İLİŞKİLERİ SOĞUK KIŞTAN., SICAK BAHARA DÖNÜŞEBİLECEKMİ., BÖLÜM 1

TÜRK RUS İLİŞKİLERİ SOĞUK KIŞTAN., SICAK BAHARA DÖNÜŞEBİLECEKMİ., BÖLÜM 1



Doç. Dr. Toğrul İsmayıl,Mavi Akım,Karadeniz,Türkiye-Rusya ilişkileri,Vladimir Putin, Turist vizesi,rublenin dolar karşısında değer kaybetmesi, Düşen RUS Uçak Kazası, Gazprom,




Doç. Dr. Toğrul İsmayıl
TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

    HER DEVLETİN TARİHİNDE RESMİ HAFIZAYA KAZINAN, BÜYÜK İZLER BIRAKAN BAZI ÖNEMLİ GÜNLER VARDIR. 
DEVLETLER DE AYNI İNSANLAR GİBİ BU TARİHLERİ COŞKUYLA KUTLAR VEYA ÖFKE DUYARAK HATIRLAR, BAZEN DE YOK SAYARLAR.



    Her devletin tarihinde resmi hafızaya kazınan, büyük izler bırakan bazı önemli günler vardır. Devletler de aynı insanlar gibi bu tarihleri coşkuyla kutlar veya öfke duyarak hatırlar, bazen de yok sayarlar. 15 Aralık 1997 de, Türkiye-Rusya ilişkileri açısından bu tarihi günlerden birini ifade etmektedir.

    Zira o gün Türkiye; ABD’nin tepkisini pahasına Mavi Akım yoluyla Karadeniz’in altından döşenen boru hatlarıyla Rusya’dan doğal gaz almaya başlamıştır.
Olaylar kendi mecrasında olağan hali ile devam etmiş olsaydı, iki ülkenin cumhurbaşkanları, Recep Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin, 15 Aralık’ta St. Petersburg’daki Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) zirvesinde buluşacak ve bu tarihi olayın yıldönümünü iki ülke en üst düzeyde coşku içinde kutlayacaktı. Fakat 24 Kasım 2015 tarihinde, bir Rus savaş uçağının Türk hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürülmesi, bu tarihi “yıldönümümü” sıradan, kimsenin hatırlamadığı bir güne dönüştürdü.
     Daha düne kadar “Türk-Rus ilişkileri nasıl daha çok geliştirilebilir?” tartışmaları yaşanırken, şimdi “Kriz daha ne kadar uzar?” sorusuna yanıt aranmaktadır.
    Zira “Uçak olayı” ve sonrasında yaşananlar, Türk-Rus işbirliğini bir anda bıçak keser gibi koparmış; Rusya’nın Türkiye’ye tepki olarak uygulamaya koyduğu yaptırımlar nedeniyle iki ülke arasındaki ticaret, durma noktasına gelmiştir.


< 2008 YILINDA TÜRKİYE’NİN BİRİNCİ TİCARET ORTAĞI KONUMUNDAKİ RUSYA, 2009 VE 2010 YILLARINDA BU KONUMUNU ALMANYA’YA BIRAKARAK 2. SIRAYA GERİLEMİŞTİR. >

Son bir kaç haftada bahar havası’ndan kara kış’a dönen ilişkilerde Rusya’nın politikası da netleşmiştir: Turist vizesiyle girmek isteyen Türk işadamları gerekli hükümler uyarınca ülkeye sokulmamış, girenler ise geri gönderilmiştir. Ayrıca Moskova’dan yükselen Türkiye karşıtı dalga, Türk şirketleri üzerinde denetimleri ve “kusur bulma” çabalarını da artmıştır. Bu kapsamda en ufak bir eksiklik, yaptırım nedeni olmaya başlamıştır. Öyle ki; Türk şirketleri ve vatandaşları, her konuda yeniden, “sıfır tolerans” uygulanan bir ülke kategorisine sokulmuştur.
     Dolayısıyla, Rusya hükümetinin başlattığı ekonomik yaptırımlar ve yenilerinin eklenmesi ile birlikte, Türkler açısından Rusya hem yaşamak, hem de iş yapmak için cazip ülke olma özelliğini yitirmiştir.

Peki, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler nasıl seyredecek? Rusya’nın Türkiye’ye yönelik ekonomik yaptırımları başarılı olabilecek mi?

< BAŞBAKAN VLADİMİR PUTIN’İN AĞUSTOS 2009’DA TÜRKİYE’Yİ ZİYARETİ ÇERÇEVESİNDE İKİLİ TİCARETİN ÖNÜMÜZDEKİ BEŞ YIL
İÇERİSİNDE 100 MİLYAR DOLARA ÇIKARTILMASI ORTAK HEDEF OLARAK BELİRLENMİŞTİR.  >

Türkiye ile Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerin temel çerçevesini, SSCB’nin dağılmasını takiben, 25 Şubat 1991 tarihinde imzalanan “Ticari ve Ekonomik İşbirliğine Dair Anlaşma” oluşturmuştur.
Rusya ile 2002’den bu yana artan ikili ticaret hacmi, 2008 yılında 38 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak ikili ticaret hacmi 2009 yılında, gerek küresel ekonomik kriz gerekse 2008 Temmuz-2009 Ağustos döneminde Rus gümrüklerinde Türkiye menşeli ürünlere uygulanan tam denetim nedeniyle 23 milyar dolara düşmüştür. Yine de ticari ilişkiler 2010 yılının ilk aylarından itibaren toparlanma sürecine girmiş ve 2010 yılında ikili ticaret hacmi 26,1 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu minvalde 2008 yılında Türkiye’nin birinci ticaret ortağı konumundaki Rusya, 2009 ve 2010 yıllarında bu konumunu Almanya’ya bırakarak 2. sıraya gerilemiştir.
Başbakan Vladimir Putin’in Ağustos 2009’da Türkiye’yi ziyareti çerçevesinde ikili ticaretin önümüzdeki beş yıl içerisinde 100 milyar dolara çıkartılması ortak hedef olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda Türkiye’nin Rusya’ya ihraç ettiği başlıca
ürünler arasında gıda ürünleri (% 25), dokumacılık ürünleri (% 20), kimyasallar (% 9,6) ve otomotiv sanayi (% 7) ürünleri yer almaktadır. Türkiye’nin Rusya’dan ithal ettiği başlıca ürünler arasında ise petrol ve ürünleri (% 37,6), doğalgaz, (% 32,4) demir- çelik (% 8), kömür (% 5,8) ve demir dışı metaller bulunmaktadır.

Türk iş çevrelerinin Rusya genelindeki ticaret ve iş merkezleri, gıda, içecek, cam, beyaz eşya ve mobilya sektörü ile diğer sektörlerdeki yatırımlarının tutarı 2008 yılı itibariyle 6 milyar dolara yaklaşmıştır. Yine Türk müteahhitleri Rusya’da şimdiye kadar 32 milyar dolar değerinde 1191 proje üstlenmişlerdir.

Federal Gümrük Servisi’ne göre cari yılın Ocak-Eylül döneminde Rusya dış ticaretinin % 4,6’sını oluşturan Türkiye, Rusya’nın beşinci büyük ticaret ortağıdır.
Bu endekse göre Türkiye sadece Çin, Almanya, Hollanda ve İtalya’dan geri kalmakta; fakat Beyaz Rusya, Kazakistan ve Ukrayna gibi ülkelerin de önüne geçmiş bulunmaktadır.
Yine resmi verilere göre, 2015 yılında 67 bin Türk vatandaşı Rusya’da çalışmak için vize almıştır. Resmi olmayan bilgilere göre ise Rusya’da özellikle inşaat sektöründe 90 bin Türk vatandaşı çalışmaktadır. Bu anlamda Rusya, Türk vatandaşlarının yurt dışında iş aldığı, Türkmenistan’dan sonra ikinci ülke konumundadır.



< BİLİNDİĞİ ÜZERE RUSYA EKONOMİSİ SIKINTILI BİR SÜREÇTEN GEÇMEKTEDİR. ÖZELLİKLE RUBLENİN DOLAR KARŞISINDA YÜZDE 60 DEĞER KAYBETMESİ, 2015 YILININ BAŞINDAN İTİBAREN TÜRKİYE’NIN RUSYA’YA OLAN İHRACATINI DA OLUMSUZ ETKİLEMİŞTİR. >

TÜİK verilerine göre, 2015 yılının ilk 10 ayında Türkiye, Rusya’ya 64 milyon dolarlık ayakkabı ihracatı gerçekleştirirken; bu tutar 582,5 milyon dolarlık toplam ayakkabı ihracatının yüzde 11’ini oluşturmuştur.
Ayakkabının yanı sıra çamaşır ve bulaşık makineleri, ocak ve fırınlar da Rusya’nın Türkiye’den satın aldığı hafif sanayi ürünleri olarak ön plana çıkmaktadır. Beyaz eşya sektöründe Avrupa’nın üretim merkezi konumunda bulunan Türkiye, Rusya’ya 2015 Ekim sonu itibarıyla 13,3 milyon dolar değerinde çamaşır ve bulaşık makinesi ile kendinden vakumlu elektrik süpürgesi ihraç etmiştir. Söz konusu ürün gruplarının yanı sıra Rusya, Türkiye’nin en fazla fırın ve ocak ihraç ettiği beşinci ülke olarak kayıtlara geçmiştir.

Bilindiği üzere Rusya ekonomisi sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Özellikle rublenin dolar karşısında yüzde 60 değer kaybetmesi, 2015 yılının başından itibaren Türkiye’nin Rusya’ya olan ihracatını da olumsuz etkilemiştir. Diğer yandan
Rusya’nın beyaz eşya sektörünü temsil eden ürün grubunu ithalat kısıtlamasının dışında bırakması, öncelikle kendisinin menfaatinedir. Zira Rusya’ya beyaz eşya ihracatında herhangi bir sıkıntı yaşanması durumunda Türkiye’nin alternatif pazarlarının geniş olduğu herkesçe bilinmektedir.

   Öyle ki son yıllarda özellikle Afrika ve Güney Amerika pazarlarına açılan sektör, bugün itibariyle 150 civarında ülkeye ihracat yapmakta olup; Türkiye’nin bu sektördeki en önemli pazarı Avrupa ülkeleridir. Bu anlamda Rusya ile yaşanan krizin ve olumsuzlukların bu sektörler nedeniyle Türkiye’nin ihracat rakamlarına olumsuz yansıyacağı pek düşünülmemektedir.
    Diğer bir yasak ise Rusyalı turistlerin Türkiye’nin tatil bölgelerine gidişinin sınırlandırılmasına yöneliktir. 
Uçak Krizi’nin hemen ardından Rusya’nın en büyük tur operatörlerinden Natalie Tur, Türkiye’ye tur satışlarını durdurduğunu açıklamıştır.

    Akabinde Brisco gibi diğer Rus turizm şirketleri ve tur operatörleri de, Türkiye’ye yönelik turların satışını durdurduklarını bildirmişlerdir.

Diğer yandan TÜİK verilerine göre Türkiye, Rus turistlerden 3 milyar dolar kazanç elde etmiş olup; bu tutar Türkiye’nin toplam turizm gelirlerinin % 8,75’ini oluşturmuştur.
Ayrıca Rusya, Türkiye ve Mısır’a yönelik turistlik gezileri kısıtlayarak iç turizmini canlandırmak istemektedir.
Buna karşın altyapı sorunları yaşayan Rus iç turizm tesisleri, zengin Ruslar için hiç cazip değildir. Bu anlamda uzmanlar, Rusya’nın turistlik seyahatlere yönelik kısıtlamaların yerinde bir hamle olmadığını düşünmektedir.

Türkiye sadece “Gazprom” ve turizm operatörleri için değil; aynı zamanda finans sektörü için de önemli bir pazardır. Örneğin 2012 yılında Türkiye menşeli Denizbank’ın 3,5 milyar dolara Rus Sberbank tarafından alınması, Rusya için stratejik bir öneme sahiptir. Zira bu anlaşma Sberbank’ın kendi web sitesinde “Bankanın 172 yıllık tarihinin en büyük satın alma” faaliyeti olarak ifade bulmaktadır. Öyle ki Denizbank, Türkiye’nin en büyük on bankasından biri olup; Sberbank’ın finansal operasyonlarında yaklaşık % 10 paya sahiptir.

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

27 Eylül 2019 Cuma

DIŞ POLİTİKADA “EKSEN KAYMASI” MI?:

DIŞ POLİTİKADA “EKSEN KAYMASI” MI?: 

15 TEMMUZ SONRASINDA TÜRKİYE-RUSYA YAKINLAŞMASI,



Dr. Yusuf SAYIN

15 Temmuz’da belki de son iki yüz yıldır Türk siyasi tarihinin hiç görmediği kadar dramatik olan ve halkın gösterdiği kahramanca karşı koyuşla engellenen darbe girişimi, ülke içi konjonktürü etkilediği kadar dış politikada da önemli gelişmelere ve yeni hamlesel adımlara yol açacak gibi görünüyor. Bu çerçevede, darbe sonrası dönemin en önemli dış politik gelişmesi olarak, Türkiye-Rusya yakınlaşması ve 9 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapacağı ikili görüşme görülebilir.

Türkiye’nin yoğun gündemi esnasında belki gölgede kalmış olabilir; fakat Türk dış politikasının seyri açısından iki ülkenin tekrardan bir uzlaşıya varmak istemeleri oldukça dikkate şayan. 
Yeniden masaya oturma süreci, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevkidaşı Putin’e yazdığı mektupla başlamış; uçak hadisesinden duyulan üzüntü (çok keskin bir özür olmasa bile) belirtilmiş ve Türkiye-Rusya arasında cereyan eden krizden bir çıkış yolu aranmıştır. 
Bu kapsamda 9 Ağustos tarihinde iki ülke devlet başkanları arasında St. Petersburg’da bir görüşme planlanmıştır.

Bu görüşmeyi önemli kılan şey; (Türk Akımı Doğalgaz Projesi, Rusya’nın gıda ithalatı, turizmde ilişkilerin geliştirilmesi ve vizeler gibi kritik konularla birlikte), iki lider arasındaki randevunun Türkiye ve Rusya arasındaki krizin bitirilmesine yönelik bir hamle olması ve 15 Temmuz FETÖ/PDY darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ilk yurtdışı seyahati olmasıdır. İlk seyahatin Rusya’ya gerçekleştirilmesinin önemi ise, Türk siyasi tarihinde tecrübe edilen darbe, ihtilal ve büyük terör saldırıları gibi makro ölçekli olaylarda, hadise esnasında veya sonrasında Rusya ile olan derin ve tarihsel ilişkilere “tekrardan” refere edilmesi ve bu şekildeki gelişmelerde Batı/Amerika müdahaleciliği rahatsız edici düzeye geldiğinde Doğu/Rusya’nın dostluğu ve işbirliği aranmasıdır.

Bu noktada ilk akla gelen soru, neden Rusya ile bir barışın arifesinde iken 15 Temmuz vakıasının vuku bulduğudur? Hem de İsrail ile henüz bir anlaşma imzalanmışken… 15 Temmuz darbe girişiminde Amerikan’ın dahli ispatlanır ve ortaya çıkarılırsa, Türk-Amerikan ilişkilerinin uzun bir süre sallantıya gireceği kesin görünmekle birlikte, Türkiye’nin dış politika yaklaşımlarında daha çok Rus (Sovyetler) yanlısı/eksenli bir çizgi ve siyaset izleyeceği öngörülebilir. Haliyle yakın zamanlarda bu konu medyada ve akademik çalışmalarda “Eksen Kayması” olarak dile getirilecektir. Fakat tuhaf olmayan şey, bir ülkenin dış politikasının esnek olması gerekliliği ve “kayma” olarak telakki edilen yeni hamlelerin aslında dış politikada bir çıkış yolu olarak denenmesidir. Mesele ülkenin var oluşu ve egemenliği ve halkının mevcudiyetinin devamını sağlamak ise dış politikada ittifaklar, ortaklıklar, işbirlikleri ilkesel duruş saklı kalmak kaydıyla normal olduğudur. Zira katı olan kırılır, elastik olan hamlesel olarak esner.

Türkiye-Rusya ilişkileri hızla normale dönerken, iki ülkeden sürpriz bir şekilde, Türkiye ile Rusya A milli futbol takımlarının, 31 Ağustos'ta Antalya'da özel bir karşılaşma oynamasına karar aldı. 9 Ağustos'ta Rusya'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Putin'i bu maça davet etmesi beklenmektedir. Zira Futbol maçları seyircili (halk) oynanır ve top hızlı hamlelerle çevrilir (yeni dış politik adımlar). Yeni dönem Türkiye-Rusya ilişkilerinde bazı gelişmeler beklenebilir:

Türkiye-Rusya arasında pek çok alanda (ekonomi-ticaret-yatırımlar, dış politika-diplomasi, bölge, enerji, turizm) yaşanan sorunlu ilişkilerde normalleşmenin yaşanması;

Suriye meselesinin çözümü için ortak ve istişareli girişimlerde bulunulması ve bölgesel işbirliği ve ittifak imkânları aranması (political realignment in the region);

15 Temmuz sonrası ABD ile yaşanan krizin uluslararası ilişkilerde Rus desteğinin alınması ile ikame edilmesi;

Türk akımı gibi Rusya ile enerji işbirliği kaldığı yerden devam ettirilmesi;

Yakın ve dostça komşuluk ilişkilerine ve stratejik partnerliklerine vurguda bulunulması;

Türkiye’de iç politik bunalımlarda Batı’nın gereğince hoşgörülü davranmadığı göz önüne alındığında Rus toleransının talep edilmesi;

Batı’nın dengelenebilmesi için Rus desteği ve dostluğuna başvurulması;

Türk desteğinin sağlanmasıyla Rusya’nın Esad’ın yönetimden uzaklaştırılmasını sağlaması ve Suriye’deki Rus askeri ve politik çıkarlarının güven altına alınması;

Burada altı çizilmesi gerekli husus, yukarıda son üç maddede ifade edilen hususların gerçekleşmesi durumunda Batı ile Türkiye ilişkilerin sorunlu bir mecraya girmesi ve Rusya ile yakınlaşmanın Batı’nın Ortadoğu bölgesindeki çıkarları için tehlikeli olarak görülme ihtimalidir. Rusya ile yeni yolda nelerle karşılaşılır bilinmez, ama her halükarda Türkiye’nin dış politikasında yeni eksenler arayışında olduğu sarih bir şekilde gözlemlenmektedir.

http://www.yusufsayin.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=74&Itemid=211


http://www.yenihaberden.com/dis-politikada-eksen-kaymasi-mi-5075yy.htm


****


Eksen Kayması mı? Değişen Türk Dış Politikası ve Batı

Yrd. Doç. Dr. Emine AKÇADAĞ ALAGÖZ
28 Haziran 2010 

   Washington merkezli Transatlantic Academy, 3 Haziran 2010 tarihinde ?Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, Komşuları ve Batı? (Getting to Zero: Turkey, its Neighbors and the West) başlıklı bir rapor yayınladı. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi kurucu dekanı Ahmet Evin, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Kemal Kirişçi, Prof. Ronald H. Linden, Nathalie Tocci, Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Ekonomi Profesörü Thomas Straubhaar, Akademisyen Joshua W. Walker ve Juliette Tolay-Sargnon tarafından kaleme alınan rapor, genel olarak Türkiye?nin global ve bölgesel rolünü ve Türkiye?nin iç dinamiklerinin transatlantik ilişkilere etkisini içermektedir.

Transatlantic Academy Direktörü Stephen Szabo, ?Türkiye, sıkı ilişkilere sahip olduğu Batı ile sorunlu ama aynı zamanda da stratejik bir bölge olan Doğu arasında uzun zamandır köprü görevi görmektedir? diyor ve ekliyor ?Bugün Türkiye siyasi, ekonomik ve kimlik bağlamında bir iç değişim geçirmektedir. Uygulanan yeni bölgesel diplomasi ile de Türkiye, komşularıyla kuruluşundan beri hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler geliştirmektedir. Bu yeni gelişme Batı?nın da yararına olmakla birlikte Türkiye?nin, Doğu?nun siyasi ve ideolojik yapısına kayabileceğine ilişkin endişeleri de beraberinde getirmektedir.?(1)

Genel bir değerlendirme yapıldığında raporda ilk göze çarpan, Türkiye?deki eksen kayması tartışmalarının ABD ve AB?de de yansımalarının bulunduğudur. Önemli bir müttefik olan Türkiye?nin ?Komşularla sıfır sorun politikası? desteklenmekle birlikte Türkiye?nin Doğu?nun siyasi eğilimlerine kayma ve Batı?yla ilişkileri ikinci plana itme olasılığı endişe uyandırmaktadır. Ancak Türk siyasetçileri eksen kayması tartışmalarının gerçeği yansıtmadığını ve Türkiye?nin Batı politikasında herhangi bir değişim olmadığını kesin bir dille ifade etmektedirler.(2)

Bu bağlamda belirtilmesi gereken Türk dış politikasının, Türkiye Cumhuriyeti?nin kuruluşundan itibaren dengeci ve statükocu bir vizyona sahip olduğudur. Şüphesiz Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uzun bir süre boyunca devlet ve güvenlik kavramları temel bir nitelik taşımış ve Türkiye?nin konumu itibariyle güvenlik kaygısı üst düzeyde olmuştur. Ancak uluslararası konjonktürün değişimi ile birlikte Türk dış politikasında da revizyona gidilmiş, sert güç yerine yumuşak güç unsurları (sorunların diyalog ve diplomasiyle çözümü, ülkeler arası arabuluculuk, uluslararası örgütlerde görünürlük...) ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca bölgesel bir güç olarak yerini sağlamlaştırma amacındaki Türkiye için dış politikada ?çok yönlülük ve komşularla sıfır sorun politikası? temel bir anlayış haline gelmiştir. Nitekim Türkiye?nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği, Türk güvenlik güçlerinin Afganistan ve Lübnan?daki varlığı, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreterliği?ne Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu?nun seçilmesi, Yunanistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik adımlar atılması, Rusya, Suriye ve Irak?la vizeler kaldırılması, İran nükleer politikası konusunda arabuluculuk ve Ermenistan açılımı bu çok yönlü dış politikanın sonuçları olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye?nin bu kendine güvenli ve aktif dış politikasının ABD?yi, AB?yi ve Türkiye?nin yakın komşularını etkilediğini vurgulayan ?Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, Komşuları ve Batı? başlıklı rapor, kendi çıkarları için ABD ve AB?nin de Türkiye?nin bu yeni dış politikasına destek vermesi gerektiğini ifade etmekte ortak çıkarlar için taraflara bazı önerilerde bulunmaktadır.(3)

Türkiye için Öneriler:

- Türkiye?yi komşuları için yapıcı bir güç ve ilham kaynağı haline getirecek şeyin sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştirilmesi olduğunun bilincine varılması.
- AB entegrasyon sürecinin Türkiye?nin iç değişimi ile bölgesel rolü ve ilişkileri açısından taşıdığı önemin bilincinde olunması.
- Avrupa pazarları ile ticari ilişkilerin ve yatırımların geliştirilerek sürdürülmesi.
- Türkiye?nin transit bir göç yolu olarak kullanıldığının kabul edilip bu durumun denetim altına alınması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması.
- Komşularla sıfır sorun politikasının başarıya ulaşmasının karmaşık ilişkilerin iyi yönetilmesi ile mümkün olduğunun ve bunun için de tarafların samimi ve yapıcı yaklaşımlarda bulunması gerektiğinin farkına varılması.
- ABD ile ilişkileri geliştirmek için Obama yönetiminin uyguladığı açık politikadan yararlanılması.

Günümüzde Türkiye, laik ve demokratik anayasal bir  yönetimin, büyük çoğunluğu Müslüman olan nüfusla birlikte mümkün olabildiğini  göstererek Orta Doğu bölgesinde bir model ülke niteliği kazanmıştır. Ancak bu ayrıcalıklı konumun sürekliliği raporun belirttiği gibi sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştirilmesi ile sağlanabilir. Bu konuda sağlanan ilerlemeler şüphesiz Türkiye?nin AB sürecine de katkı sağlayacaktır. Batılı değerleri benimsemiş, pek çok Batılı kuruma üye ve AB?ye aday bir ülke olarak Türkiye, bölgesinde Batı?nın bir parçası olarak algılanmaktadır. Tüm bu özellikler Türkiye?nin komşuları nezdinde de imajını güçlendirirken Orta Doğu bölgesinin siyasi ve ekonomik dönüşümüne katkı sağlayarak gerek ulusal güvenliğini uluslararası güvenlikten ayrı düşünemeyen ABD?nin, gerekse Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası ve Avrupa Komşuluk Politikası uygulamaları ile sınırlarının güvenliğini sağlamaya çalışan AB?nin çıkarlarına da hizmet etmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan, bu ülkelerin gelişimi ve uluslararası sisteme entegrasyonunda pay sahibi olan bir Türkiye'nin Batı nezdinde elini güçlendireceği düşünülebilinir. Bununla birlikte raporda belirtildiği üzere ?komşularla sıfır sorun politikasının? iyi yönetimine önem verilmeli, AB ve ABD ile yapıcı ilişkiler geliştirilmeye devam edilmelidir.

Barack Obama, devlet başkanı olduktan sonra ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye?ye yapmış ve ABD?nin Orta Doğu politikasında Türkiye?nin önemli bir rol üstleneceğini vurgulamıştır. 2009 yılında geleneksel olarak ?stratejik ortaklık? şeklinde tanımlanan ABD-Türkiye ilişkileri, Barack Obama tarafından ?model ortaklık? biçiminde nitelendirilmiştir. 2009 yılı boyunca iki ülke arasında terörle mücadele, Irak, Afganistan, Orta Doğu barış süreci, Türkiye?nin AB?ye katılım süreci gibi çeşitli konularda işbirliği devam etmiştir. Ancak Irak Savaşı, PKK sorunu, Amerikan Kongresindeki Ermeni soykırım tasarı gibi konular neticesinde zarar gören Türk-Amerikan ilişkileri son dönemde de İsrail ile yaşanan sorunlar ve İran nükleer programı nedeniyle gerginleşmiştir. Ancak deneyimler Türk-Amerikan ilişkilerinin zaman zaman sorun yaşamakla birlikte, iki ülkenin birbirlerinin dış politikası ve güvenlik politikaları açısından taşıdığı önem nedeniyle kısa zamanda düzeldiğini göstermektedir.

Raporun bu süreçte ABD için getirdiği öneriler(4):

- Sessiz diplomasi yoluyla Türkiye?nin reform çalışmaları desteklenerek ve Avrupalı partnerlere, ?ayrıcalıklı ortaklık? kavramının inandırıcılıktan yoksun ve üyelik sürecini baltalayıcı bir nitelik taşıdığı ifade edilerek Türkiye?nin AB üyeliğinin desteklenmesi.
- Ekonomik faktörlerin, pazar arayışlarının ve enerjinin Türk dış politikasını şekillendirdiğinin bilincine varılması.
- Türkiye ve Ermenistan?a protokollerin onaylanması için baskı yapılarak Türk-Ermeni uzlaşısına destek olunması.
- Kıbrıs barış sürecine destek olunması, Kıbrıs?ın Türkiye?nin AB üyeliğindeki kritik önemi ve AB?nin bu süreçte üçüncü taraf olarak sınırlı bir varlık gösterdiği göz önünde bulundurularak ABD?nin daha aktif bir politika izlemesidir.

AB ?ye gelince, AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle, "Türkiye'nin dış politikada ekseni kaydı" tartışmalarına ilişkin olarak, "Türkiye'nin adımları AB perspektifiyle çelişmiyor. Aynı zamanda komşularla sıfır sorun politikasının da somut sonuçlar getireceği beklentisindeyiz? açıklamasında bulunmuştur.(5)

Temmuz ayından itibaren AB Dönem Başkanlığı?nı devralacak olan Belçika da, AB Daimi Temsilcisi Jean de Ruyt?un yaptığı açıklamayla AB içindeki Türkiye lehine gelişmelerin sinyallerini vermiştir. Jean de Ruyt, Türkiye?nin son yıllarda dünyadaki konumunu ilerlettiğini belirterek, ?Türkiye ile ilişkilerimizi yeniden dengeleyeceğiz. Yeni fasıllarda müzakereleri başlatmak için elimizden geleni yapacağız? demiştir.(6) Die Welt Gazetesi?ne göre yıl sonunda yapılacak zirve toplantısı öncesi yeni strateji üzerinde çalışan AB?nin, Türkiye?nin önem verdiği müzakere başlıklarının açılması (Bugüne kadar 12 başlık açılmış olup toplam 18 başlık ise Fransa, Kıbrıs Rum Kesimi ve limanlar sorunu nedeniyle askıda bulunmaktadır.) ve ?vize muafiyeti? gibi konularda harekete geçme olasılığı bulunmaktadır.(7)

Gündemdeki bu çalışmalar, raporun Avrupa Birliği için getirdiği öneriler ile de paralellik taşımaktadır(8):

- Türkiye ile ilişkilerin, Avrupa entegrasyonu projesinin temel taşlarından olan Ahde vefa ilkesi uyarınca yürütülmesi.
-  Komşularının ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda küresel ekonomiye entegrasyonunda Türkiye?nin oynadığı rolün kabul edilmesi.
- Uygulanmakta olan Gümrük Birliği?nin Türkiye?nin zararına olduğunun kabul edilmesi ve çözüm yollarının aranması.
- Lizbon Antlaşması?ndan yararlanılarak OGSP, enerji, sığınma, sınır kontrolü gibi alanlarda Türkiye ile işbirliğinin geliştirilmesi.


AB üyelik hedefini her fırsatta yineleyen ve gerekli reformların ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde önemli ilerlemeler kaydeden Türkiye?nin, AB?ye yönelik en büyük eleştirilerinin Birliğin Ahde vefa ilkesi uyarınca davranılmaması ve Gümrük Birliği?nden kaynaklanan dezavantajlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konularda yapılacak iyileştirmelerin iki tarafın ilişkilerini olumlu şekilde etkileyeceği söylenebilir.

Özetle Türkiye?nin yeni dış politikası, Batı yerine Doğu?ya yönelindiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Türkiye?nin Doğulu komşuları ile ilişkilerini geliştirmesi ve özellikle Orta Doğu bölgesindeki sorunların çözümünde rol oynaması istikrarlı bir Orta Doğu görmek isteyen Batılı müttefiklerinin de yararına olacaktır. Bu politikanın başarısı şüphesiz Türkiye?nin olduğu kadar ABD, AB ve komşu ülkelerin katkılarına da bağlıdır. Transatlantic Academy raporunun da belirttiği gibi kendi çıkarları için ABD ve AB de Türkiye?nin bu yeni dış politikasına destek vermelidir. Böylece her iki tarafın da yararına olacak şekilde Türkiye, Doğu ile Batı arasındaki köprü konumunu devam ettirebilecektir.

Notlar:

1- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)
2- Eksen Kayması Tartışmaları, www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=4e372cac-b61d-497e-944a-93f442df0bd1(erişim 20 Haziran 2010)
3- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)
4-Ibid.
5- Türkiye?nin Adımları AB ile Çelişmiyor, Bkz. www.turktime.com/haber/Eksen-Kaymasi-Tartismalarina-AB-den-Yanit-Geldi-Turkiye-nin-Adimlari-AB-ile-Celismiyor-/97485 (erişim 20 Haziran 2010)
6- AB, Türkiye Açılımı Hazırlıyor, Bkz. www.hurriyet.de/haberler/dunya/602988/ab-turkiye-acilimi-hazirliyor (erişim 16 Haziran 2010)
7- Ibid.
8- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)


http://www.bilgesam.org/incele/1234/-eksen-kaymasi-mi--degisen-turk-dis-politikasi-ve-bati/

***


Dış Politikada Eksen Kayması mı Normalleşme mi? 

2014-06-27 03:47:01 

Türkiye'nin dış politikasında eksen kayması tartışmaları 2009  yılında  yoğun bir şekilde yapıldı. Bugün de yapılmaya devam ediyor. İki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra, bütün ülkeler gibi Türkiye de yeni duruma intibak etme süreci yaşadı. İki kutuplu dünyada kutup başlarına tâbi olarak yürütülürdü dış politika. Türkiye için aslolan, bağlı olduğu kutbun lideri durumundaki ABD'nin politikaları ile uyumlu olmaktı. Kendisinin özgün politikalar geliştirmesi gerekmiyordu. Türkiye'nin dış politika yapıcıları da bu duruma göre yetişmiş, eğitilmiş insanlardı.

90'lı yılların başından itibaren iki kutuplu dünya son buldu. Bu kutuplara bağlı bütün ülkeler gibi Türkiye de bu yeni duruma uyum sağlamak mecburiyeti ile karşı karşıya kaldı. O güne kadar geçerli olan dış politika argümanlarını yeniden gözden geçirmeliydi, dolayısıyla politikaların önceliklerini yeniden tespit etmek lüzumu hasıl oldu.

Bu yeni durum Türkiye'nin şimdiye kadar ihmal ettiği, veya yeteri kadar önem vermediği komşularıyla ve tabii coğrafyası ile ilişkileri geliştirmeyi gündeme getirdi. Bu, şartların dikte ettiği bir durumdu ancak geleneksel şartlara bağlı olan iktidar seçkinleri bu durumu eksen kayması olarak niteledi ve siyasi iktidarı yıpratmaya dönük bir argüman olarak kullandı.

Geleneksel Türk Dış Politikasını Belirleyen İlkeler
Geleneksel Türk Dış Politikasının Temel ilkeleri:

a) Coğrafi ve güvenlik anlamında statükonun korunması.
b) Batılılaşma.

Cumhuriyet'in kuruluşundan 2000'li yıllara kadar dış politikaya en genel anlamıyla bu ilkeler yön vermiştir. Bugün yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu temel ilkeleri mahfuz tutmakla birlikte, oluşan yeni duruma uygun politikalar geliştirme mecburiyeti var Türkiye'nin.

Soğuk Savaş sonrası oluşan ortam, Türkiye'nin dış ilişkilerini NATO merkezli olmaktan çıkarmakla birlikte, güvenlik ihtiyacının önemini azaltmamıştır. Dolayısıyla siyasetten elini çekmiş kendini asli görevi olan dış güvenliğe endekslemiş güçlü bir ordunun varlığına olan ihtiyaç devam etmektedir.

Türkiye, yakın komşuları ve yakın havzası olan Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya ile ilişki halindedir. Ayrıca AB üyelik süreci ve NATO nedeniyle Batı Avrupa ve Atlantik ötesiyle ilişki içindedir. Bütün bu bölgelerde meydana gelen değişiklikler  Türkiye'yi   etkileme potansiyeline  sahiptir.  Doğal olarak Türkiye, buralarla ilgilenmek, bu bölgelerde meydana gelen gelişmeleri izlemek ve mümkünse etkilemek durumundadır. Bunun için Türkiye'nin, geniş perspektifli ve değişken dengelere göre pozisyon geliştirilebilen dinamik bir dış politika uygulama mecburiyeti vardır.

Yine Türkiye, güvenliğini yeni bölgesel ittifaklar kurarak sağlamlaştırmak, komşularını istikrarsızlığa sürükleyecek politikalardan uzak tutmak ve bu bağlamda karşılıklı bağımlılık oluşturabilecek yollan, usulleri geliştirmek durumundadır. Tabiidir ki bu anlamda hayale kapılmadan tarihsel ve kültürel yakınlıkları da değerlendirecektir.

İşte Türkiye, Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra el yardımıyla da olsa bilhassa yakın coğrafyasıyla irtibatlarını geliştirmeye çalışıyor. Rejim değişikliğine rağmen, Iran ile ilişkilerin normal bir düzeyde tutulması ve uluslar arası konjonktürün Suriye'yi dışladığı bir ortamda cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye'ye gitmesi komşularla yakınlaşma politikasının bir sonucudur.

2000'li yılların başında AKP'nin iktidara gelmesinden sonra bu politika daha rafine ve entegre olarak yürütülmeye başlanmıştır. Dünya konjonktürünün şu olduğu belirsizlik ortamında el yordamıyla yürütülüyordu bu politikalar. Dünya konjonktürünün giderek netleşmesiyle imkânlar ve sorunlar daha belirgin bir şekilde ortaya çıkınca, oluşturulan politikalar da net ve rafine hale gelmeye başladı. AKP'nin iktidarda olduğu dönemde daha entegre ve görünür şekilde uygulamaya başlayan politikalar muhalif elit tarafından 'eksende bir kayma' olduğu şeklinde yorumlandı. Ve bu yonım AKP iktidarını zayıflatmaya dönük bir iç politika argümanı haline getirildi.

Şunu açıkça söylemek gerekir: Türkiye'nin dış politikasındaki temel ilkeleri değişmemiştir. Ancak bu ilkeleri tek noktaya bakarak, başkalarının ürettiği politikaların yanında veya karşısında olmaktan öteye yorumlayan bir yaratıcılığı ve esnekliği olmayan dış politika anlayışı değişmeye başlamıştır. Batıcılık da, komşularla ilişkiler de siyasi olmanın ötesinde kültürel, ekonomik, tarihi açıdan daha kapsamlı olarak yorumlamaktadır artık.

Pozisyon Alan Değil Alternatif Üreten Bir Politika,

Türkiye'nin entegre bir dış politika uyguladığını söyleyen  Dışişleri  Bakanı  Ahmet Davutoğlu, ülkelerin uyguladıkları dış politikayı dört grupta topluyor: "Zorunluluk ülkeleri (...), öncelikler ülkeleri (çok gündemi olan ama öncelik sıralaması yapanlar, bir zamanlar Kıbrıs'ı tüm ilişkilerinin kriteri haline getiren Türkiye gibi), entegre dış politika izleyenler (birbirini tetikleyen, çok yönlü politikalar oluşturulan ülkeler bu gruba giriyor), küresel strateji uygulayanlar (ABD, Rusya, Çin gibi), Türkiye üçüncü gruba giriyor.”

Davutoğlu'nun da söylediği gibi bu, Türk dış politikasında yeni bir durumdur. Birtakım kırmızı çizgiler çizip o çizgilerin arkasında pozisyon alarak politika yapmaktan vazgeçiyor Türkiye. Bir taraftan Kıbrıs politikasını yürütürken aynı anda Gazze konusunda gayret gösteriyor. ABD, AB ve Ortadoğu arasında bir öncelik sıralaması yapmaksızın entegre bir politika uygulamaya gayret ediyor.

Ayrıca Türkiye, sadece sorunları üzerinden dost belirleyen ve sorunlarıyla anılan bir statüden çıkma gayreti içinde olan bir ülke konumundadır. Daha önce de sorunları bağlamında dünya siyasetinde yer tutan Türkiye, artık çözüm üreten politikalarıyla anılmaya başlanmıştır.

Lübnan, Filistin ve Gürcistan sorunlarında uyguladığı aktif politika, Türkiye'nin imajının değişmesi noktasında önemli bir adım olmuştur.
Türkiye'nin dış politikada gerçekleştirdiği buv atılımlar, batı hayranı elit tarafından onun geleneksel ekseninden farklı bir eksene kaydığı şeklinde yorumlanıyor. Bunun böyle olmadığını ve istenmediğini gerek Erdoğan, gerek Davutoğlu sıkça dile getiriyorlar.

Ancak bir eksen kaymasının olmadığını söylemek, her şeyin aynen eskisi gibi olduğunu söylemek anlamına gelmiyor. Elbette dış politikada, geleneksel eliti rahatsız eden gelişmeler oluyor. Bu politikalardan pek mutlu olmayan Sami Kohen durumu şöyle açıklıyor. "Bugünkü hükümetin belirlediği dış politika, geçmiş yıllarda daha çok Batı eksenli veya odaklı politikalardan farklı. Buna ister 'çok boyutlu', ister 'çok eksenli', ya da 'çok öncelikli' deyin, bu politika fiilen eski geleneksel çizgiden ayrılıyor. Bu aşamada, Batı ile sıkı bağların ve Avrupa vizyonunun terk edilmesi söz konusu olmasa da, Batı'yla her alanda beraberlik veya Batı ile ortak aidiyet duygusu artık eskisi kadar belirleyici bir faktör sayılmıyor"

Evet tam da bu. Batı ile her alanda beraberlik veya Batı ile ortak aidiyet duygusunun belirleyiciliği Türk dış politikasında giderek zayıflıyor. Bundan, istikbalini ve varlığını bütünüyle Batı'ya bağlamış olanların dışında kimse rahatsız değil. Hatta Batı'nın kafası çalışan elitleri, bizdeki Batı hayranı elitlerden çok daha rasyonel olarak değerlendirebili-yorlar durumu.

CIA’nın Ulusal İstihbarat Konseyi’nin eski başkan yardımcısı Graham Fuller, Türkiye'nin dış politika dünyası içinde ileri gelen bazı çevrelerin, Türkiye'nin, ABD'nin ve NATO'nun bölgedeki uzantısı olma konumunun Türkiye'ye hizmet etmediğine inanmaya başladığını belirterek, şunları söylüyor. "Yani bence bu hareket AKP iktidara gelmeden önce de büyüyordu. Ama AKP, özellikle de Ahmet Davutoğlu Dışişleri bakanı olduktan sonra ciddi adımlar atmaya başladı. Dışişleri Bakanlığı da bunu, yani ABD ve Avrupa ile birlikte çalışan, AB üyesi olmayı hedefleyen, ama aynı zamanda Rusya ile Çin ile Arap Dünyası ile, Kafkaslarla,
Ortaasya ile, Akdeniz ile Afrika ile çalışan bir dış politika vizyonunu büyük ölçüde destekliyor bana kalırsa. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nda, sayıları giderek azalan Amerikan yanlısı kuşağın dışında buna karşı çıkan olduğunu sanmıyorum." Tabii ki buna birde Amerika yanlısı ve Batı hayranı aydınları eklemek lazım.

• Çok Boyutlu Politika 
• İmkânlar ve Riskler,

Türkiye yeni bir dış politika ile iklimde dengelerini oluşturmaya çalışmaktadır. Bölgesiyle, komşularıyla, geleneksel müttefikleriyle, bu yeni durum muvaza-hanesinde yeni ilişkiler tesis etmektedir. Elbette bu çok hassas davranılması gereken bir süreçtir. Yeni imkânları ortaya çıkaran bu süreç, yeni riskleri de bünyesinde barındırmaktadır.

Bu bağlamda yürütülen yeni çok boyutlu dış politikanın Türkiye'ye sağladığı imkânları kaba hatlarıyla şöyle sıralamak mümkün.

a)Türkiye yürüttüğü aktif ve yaratıcı isabetli politika ile Ortadoğu'daki jeopolitik konumunu güçlendirdi.
b)Komşularla yapılan ticaretin boyutu önceki dönemlerle kıyaslanamayacak bir büyüklüğe ulaştı. Bu ticaretin hacmi yıllık yaklaşık otuz milyar doların üstüne çıktı.
c)Türkiye bölge sermayesini direkt yatırımlar şeklinde ülkeye çekebildi.
d)Bu ticaret ve sermaye ilişkilerinin ekonomik anlamının ötesinde, en önemli anlamı, ilişkilerin halkları da kapsayacak şekilde genişlemesi ve karşılıklı bağımlılık sonucunu doğur-masıdır.
e) Türkiye, bu dönemde mikro diplomasi denen bir yöntemle devletten devlete ilişkilerin ötesine geçerek, ülkenin politik yelpazesinde yer alan gruplar ve kişilerle de ilişkiler geliştirdi. İrak ve Lübnan ile geliştirilen ilişkiler buna örnek olarak verilebilir. Bu tür ilişkilerin bölgede önemli sonuçlar ürettiği tarihen sabittir.
f) Türkiye bölge sorunlarının çözümü konusunda aktif bir tavır sergilemiştir. Israil-Suriye arasında, Lübnan sorununda kolaylaştırıcı rol üstlenmiştir. Yanlışlıkla 'arabuluculuk' olarak adlandırılan bu pozisyonu Davutoğlu "kolaylaştırıcı rol üstlenme" olarak tashih etmiştir.

Bu listeyi uzatabiliriz. Ama yukarıdaki sayılanların bile Türkiye'yi önemine uygun bir yere taşıma konusunda ciddi sonuçlar doğuracağı inkâr edilemez.

Yeni Durumun Getirdiği Riskler,

Risklerin hepsinin ince bir analize tabi tutulması bizim imkânlarımızı ve bu yazının çerçevesini aşacağını biliyoruz. Onun için ilk elde görülebilen bazı risklerden bahsetmek istiyoruz.

a) Türkiye konumu icabı hem bir bölge ülkesi hatta bölgenin en önemli ülkesi, aynı zamanda Batı ittifakının ve NATO'nun da bir üyesi.

Sorun şurada: Soğuk Savaş'ın bitmesinden  sonra  NATO, islam'ı tehdit bağlamında değerlendirdi. Görev alanını İslam coğrafyasının tamamını kapsayacak şekilde genişletti. NATO'nun alacağı, bölgeye bir müdahale kararı Türkiye'yi çok zor durumda bırakacaktır. NATO üyesi Türkiye müda-hil tarafta olacak, bölge ülkesi Türkiye bölge ülkelerinin yanında yer alacak!.. Bu, çözümü zor bir sorun olarak, Türkiye'nin karşılaşacağı muhtemel bir durumdur.

b) Yine Kafkaslarda uygulanan politikalar bağlamında ciddi zorluklar vardır. Ermenistan sorunu bunların başında gelmektedir. Ermenistan bilindiği gibi üzerinde en çok etki barındıran bir ülkedir. Diaspora etkisi, ABD etkisi, Rusya etkisi, Fransa etkisi, buna bir de Ermenistan'ın kimliğini inşa eden soykırım parametresini de ilave edersek nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. AyrıcaTürkiye'nin elini ayağını bağlayan Azerbaycan sorununu da dikkate aldığımızda, Türk dış politika yapıcılarının ürettikleri bölgesel politikayı zayıflatacak ne tür bir risk ve sorun yuma ğı ile karşı karşıya kaldığımız görülür.

c) İran'ın nükleer güç olma isteğine, BM Güvenlik Konseyi'nin ambargo yaptırımı ile karşılık verdiğini biliyoruz.
Türkiye bu yaptırım karşısında, İran'ı haklı olarak kollayan bir tavır takınmıştır. Bu politika doğru bir şekilde şimdiye kadar yürütülebilinmiş tir. 
Ancakbu politikanın yürütülebilmesi giderek zorlaşmaktadır. 

Bu sorun,

Türkiye'nin komşularıyla sıfır ' sorun politikasını torpilleyecek bir potansiyele sahiptir.
d) Arka arkaya birazda hevesle uygulanan politikalar, ezilmiş bölge halklarında Türkiye'ye ilişkin beklentiyi de yükseltmiştir. Birtakım jestlerle yükselen bu beklentinin, basit taktik hatalarla hayal kırıklığına dönüşebileceğini unutmamalı yız. Bu aşırı beklentileri, kontrollü bir iyimserliğe ve yoğun bir çabaya dönüştürmek mümkün olabilseydi, demek sadece bir temenniden öteye gitmiyor.

Burada amacımız risklere vurgu yapmak, dikkat çekmektir. İmkânların var olduğu yerde risklerinde olduğu bedahet derecesinde açıktır.

Bu imkânlar ve risklerin arasında ilerleyecek olan dış politikanın dikkatli ve ihtiyatlı bir süreçten geçerek doğru bir hedefe ilerlemesi temenni edilir.
Bu politikanın başarısızlığa uğraması için sadece dış aktörler çaba göstermiyor, içeride bu sonucu sağlamaya çalışan ve en ufak bir arızayı büyüterek iktidarın başarısızlığı olarak takdim etmek isteyenler eksik değil.

Ermeni Tasansı'nın ABD'de komisyonda kabulünden sonra, sen "van minut" diye efelenirsen işte böyle bir sonuca ulaşırsın, diye keyifle söylenen bir politika yapıcı unsurun da olduğunun farkında olunmalı.

Bütün bunlara rağmen Türk Dış Politikasının Normalleştiğini söylemek doğru olacaktır.

Kaynak: UMRAN DERGİSİ Nisan / 2010

http://www.teknikelektrik.com/kose-yazisi/131/dis-politikada-eksen-kaymasi-mi-normallesme-mi.html

***

14 Aralık 2018 Cuma

Putin Batının derdi Ukrayna değil, Çevre Ülkeleri uyduya dönüştürmek,

Putin Batının derdi Ukrayna değil,  Çevre Ülkeleri uyduya dönüştürmek,



FİKİR TANKI
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
ÜMİT ÖZDAĞ
13 EYLÜL 2014


Putin:  Batının derdi Ukrayna değil, çevre ülkeleri uyduya dönüştürmek Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna'da iyiye gidiş söz konusuyken 
Batı'nın yaptırımlarını artırmasını "tuhaf" bulduğunu dile getirdi. Putin, 
"Ukrayna kimsenin umurunda değil. ABD, ortak bir dış tehdit algısı yaratma ve 
çevresine 'uydu' toplama çabasında" dedi. Avrupa Birliği'nin peşinden ABD de 
Rusya'ya dönük yeni bir "Ukrayna gerekçeli yaptırım" paketi kabul etti. ABD'nin 
yeni yaptırımlarının hedefinde Sberbank, Almaz-Antey, Gazprom, Gazprom Neft, Lukoil, Transneft gibi Rusya'nın önemli devlet banka ve savunma ile enerji şirketleri yer aldı. Bu kuruluşların Amerikan sermayesine ulaşımı sınırlandı. 
Yeni yaptırımların duyurulmasıyla, Rus devlet şirketleri birbiri ardına açıklama 
yayınlayarak söz konusu yaptırımların kendi finansal durumları üstünde kayda 
değer bir etki yaratmayacağını bildirdi. Rus devlet petrol şirketleri Transneft 
ve Rosneft'in hisseleri Moskova Borsası'nda değer artırdı. Beyaz Saray Sözcüsü 
Josh Earnest de bugüne kadar uygulanan yaptırımların Rusya üzerinde "arzu edilen etkiyi" yaratmadığını itiraf etti. Ukrayna'daki krizin barışçıl yolla 
çözülmesine ilişkin bir plan hazırlandığını hatırlatan Rusya Devlet Başkanı 
Vladimir Putin, bu yola girilmişken alınan yaptırım kararlarını "tuhaf" 
bulduğunu ifade etti. Krizin barışçıl yoldan çözülmesi fikrinin, herkesin hoşuna 
gitmiyor olabileceğini belirten Putin, Ukrayna'nın önceki devlet başkanı 
Yanukoviç'in görevden azledilmesini kastederek, "Batılı partnerlerimiz 
Ukrayna'daki olayları, anayasaya aykırı bir rejim değişimine kadar götürdü. 
Bunun ardından ülkenin doğusundaki 'ceza harekâtını' desteklediler. Şimdi ise, 
krizin barışçıl çözümü yoluna girilmişken, süreci kopma noktasına getirebilecek 
adımlar atıyorlar. Nedenini, ister istemez merak ediyorsunuz" dedi.

"UKRAYNA BİR ARAÇ; AMAÇ, NATO'YU HAYATA DÖNDÜRMEK"

Ukrayna'yı kimsenin düşünmediğini belirten Putin, ülkenin uluslararası ilişkilerde "sallantı yaratmak" ve NATO'yu yeniden hayata döndürmek için bir araç ve rehine olarak kullanıldığını söyledi. NATO'nun yalnızca askeri bir blok olmadığını, ABD dış politikasının kilit elementlerinden biri olduğunu dile getiren Rusya lideri, ABD'nin çevresini "bir dış tehditle" (Rusya) korkutup, ortak tehdit algısı yaratarak yanı başına "uydular" toplamak istediğini ifade etti. 

RUSYA'NIN KARŞI YAPTIRIMLARI NE OLUR? 

   Avrupa Birliği (AB) ile ABD'nin yeni yaptırımlarının belli olmasının ardından, Rusya'nın Batı'ya dönük ne gibi yeni karşı yaptırımlar uygulayabileceği de merak konusu oldu.
   Rusya lideri Vladimir Putin, Batı'nın yaptırımlarına karşılık verme konusunda 
ani kararlar vermeyeceklerini ve kendilerine zarar getirebilecek bir adım 
atmayacaklarını söyledi. Hükümetten AB ve ABD'ye dönük karşı yaptırımlar 
konusunda teklif beklediğini belirten Putin, "Yaptırımlara istekli değilim. 
Böyle bir karar yalnızca hükumet, karşı yaptırımların Rus ekonomisine zarar 
vermeceğine hükmederse alınır. Bunu görmek için de özenli bir inceleme 
yürütülecek" dedi. Rusya'ya yaptırım uygulayan devletlerden besin ürünü alımına sınırlama getirme kararının Rus üreticiler için de olumlu olduğunun altını çizen Putin, söz konusu yaptırım uygulamasının ülkeye olumsuz yansımalarının minimum düzeyde olduğunu belirtti. Yaptırım uygulamanın, Moskova'nın seçimi olmadığını da söyleyen Putin, "Bizimle çalışmak istemiyorlarsa, alternatifler her zaman var" diye konuştu. 

OTOMOBİL VE TEKSTİL SEKTÖRÜNE KARŞI YAPTIRIMLAR GETİRİLEBİLİR

 Batı'nın Rusya'ya Ukrayna'daki siyasi kriz nedeniyle uyguladığı yaptırımlara 
uzunca bir süre yaptırımla karşılık vermeyen ve siyasi diyalog konusunda ısrarcı 
olan Moskova, Batılı devletlere yönelik ilk yaptırım kararını Ağustos ayında 
aldı. ABD, AB ve bazı diğer Batılı devletlerden besin ürünü alımı bir yıl 
süreyle durduruldu. AB ile ABD'nin yeni yaptırımları duyurmasının ardından 
Putin'in danışmanı Andrey Belousov, bu yaptırımlara karşılık Batı'dan otomobil 
ve tekstil sektörlerinde yapılan ithalata sınırlama getirilebileceğini açıkladı. 
Ülkenin hava sahasının Batılı hava yolu şirketleri için kapatılması da Rusya'da 
konuşulan karşı yaptırım seçenekleri arasında. Tamamını oku: 

http://turkish.ruvr.ru/news/2014_09_13/Batnn-derdi-Ukr/


Prof. Dr. Ümit Özdağ 
tarafından 13 Eylül 2014 Cumartesi 12:49'te yazıldı. 

http://www.21yyte.org/tr/fikir-tanki/4910/putinbatinin-derdi-ukrayna-degil-cevre-ulkeleri-uyduya-donusturmek


 ****

25 Ocak 2017 Çarşamba

Avrasya’da Yeni Bir Güç mü?


Avrasya’da Yeni Bir Güç mü?

Yazar: 
Merve Suna Özel
Mustafa Aytekin


Sovyetler Birliği'nin daha önce içerisinde olan çeşitli cumhuriyetler bağımsızlıklarını kazanmış ve kısa süre içerisinde Washington'un nüfuz etme politikasının hedefi haline gelmişlerdir. Dağılmanın ardından liberal ekonomiye geçiş sürecinin krizleri ile mücadele eden ve Batı ile işbirliği arayışında olan Yeltsin liderliğindeki Rusya, 1990'ların başında ABD'nin Avrasya politikalarına karşı genellikle bekle ve gör politikası takip etmiştir. Avrasya olarak kabul edilen bölge içerisindeki hem Orta Asya hem de Kafkasya ülkelerini kapsayan coğrafya sadece ABD'nin değil ucuz ve güvenilir enerji kaynakları arayışında olan Avrupa devletlerinin de ilgi alanına girmiştir. Bu bağlamda Batılı devletler bölge devletleri ile ikili ilişkiler gerçekleştirmiş ve Avrasya ülkelerinin bağımsızlıklarını takiben pek çoğu ile "Ortak İşbirliği Anlaşmaları[1]" imzalamışlardır.
Boris Yeltsin'in 31 Aralık 1999'da istifası ve yerine Vladimir Putin'i vekil Devlet başkanı olarak göstermesinden sonra Mart 2000'de yapılan seçimlerde Devlet Başkanı seçilen Vladimir Putin ile birlikte Rusya gerek iç politikada gerekse dış politikada ağırlığını daha fazla hissettirmeye başladı. Putin 1999'da yaptığı "Rusya Bin Yılın Eşiğinde" adlı konuşmasının sonunda "Son 200–300 yıldır ilk kez, Rusya, dünya devletleri arasında ikinci, hatta üçüncü lige düşme tehdidiyle karşıkarşıyadır. Bu tehdidi yok etmek için zamanımız kalmadı. Ulusun tüm entelektüel, fiziksel ve ahlaki güçlerini zorlamalıyız. Koordineli, yaratıcıçalışmaya ihtiyacımız var. Bunu kimse bizim için yapmaz. Her şey bize, sadece bize dayanmaktadır"ifade etmiştir[2].. Başkan Putin böylece iç ve dış politikada takip edilecek hedefleri de net bir şekilde ortaya koymuştur

Putin'in devlet başkanlığı ile birlikte Rusya, Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkilerine ağırlık vermeye başlamış, bölge içerisinde ekonomik, askeri ve siyasi örgütlenmeler aracılığı ile ABD'nin başını çektiği tek kutu
plu sistemden kurtulmak için ikinci bir kutup yaratmayı amaçlamıştır.[3]'[4]AB ülkeleri ve ABD bölgede güçlenmeye başlayan Rus etkisine karşı bölge devletleri ile yeni siyasi ve ekonomik işbirliği arayışlarına başlamışlardır. Böylece AB, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Moldova ve Ukrayna ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirme adına "Doğu Ortaklığı Zirvesi[5]" faaliyetlerini başlatmıştır. Enerji bağlamında Rusya'ya karşı alternatif yollardan enerji ihtiyacını karşılama adına AB ülkeleri, Nabucco[6] ve Trans Hazar[7] projeleri ile Rusya'ya olan bağımlılıklarını azaltmakla birlikte, bölge ülkeleri ile de ilişkilerini sağlamlaştırmak istemişlerdir.

ABD de, mali yardımlar ile bölge devletlerini kendine bağlı kılmayı amaçlamıştır. Bölge ile ilgili hedeflerini gerçekleştirmek için ABD ekonomik desteklere ağırlık vermiş, demokrasi, askeri işbirliği programları ve enerji kaynaklarının geliştirilmesi alanlarında 1990'larınbaşından itibaren bölgede nüfuz alanını arttırmaya çalışmıştır[8]. Başkan Bush yönetimindeki yeni muhafazakâr Washington idaresi, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından teröre karşı mücadele amacıyla Afganistan'a müdahale yoluna gitmiş, bunun içinde Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından pek çok uluslararası ilişkiler uzmanının tahmin ettiği ve tavsiye ettiği üzere Orta Asya devletlerine askeri anlamda yerleşme fırsatını yakalamıştır[9]

Günümüzde Orta Asya bölgesinde yeni bir değişim süreci yaşanmaktadır. 2012'de yapılacak olan Rusya Devlet Başkanlığı seçiminde en güçlü aday olan Başbakan Putin'in ilan ettiği "Avrasya Birliği" bölgede AB'ye alternatif[10] bir yapılanma ortaya koymaktadır. Bu nedenle ABD ve AB 'ye karşı Rusya ve Avrasya Birliği'nin oluşum süreci ve aşamaları bu makalenin konusunu oluşturmaktadır.


Putin'in Avrasya Birliği


Vladimir Putin, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasını, 20. yüzyılın en büyük faciası şeklinde yorumlamıştır.[11] Birinci ve ikinci başkanlık döneminde Rus bürokrasisini tekrar örgütleyen, merkezkaç eğilimleri şiddetle ezen, oligarkların gücünü kıran Putin'in iktidara gelmesinden sonra geçen yıllar içinde petrol fiyatlarının sürekli yükselmesi neticesinde KGB kökenli genç devlet başkanı seçimlerde halkın desteğini kazanmıştır. Özellikle Rus köylüsü kendisine kaynak aktaran Putin'i, seçimlerde etkin bir şekilde destekleme eğilimi göstermiştir.

2008'de ikinci devlet başkanlığı sona eren ve Başbakan olarak Rusya'nın iç ve dış politikasında aktif rol alan Putin, Rusya'yı yeniden büyük bir güç haline getirmek için üçüncü kez devlet başkanlığına aday olduğunu açıklamıştır. Rusya'yı dış politikada daha da güçlendirmek ve Rus nüfuz alanını daha da genişletmeyi Putin, devlet başkanı olmadan çalışmalara başlamıştır[12].Bu anlamda ilk icraatı olarak "Avrasya Birliği" fikrini İzvestia gazetesinde yayımlanan makalesiyle açıklamıştır. Putin, Avrasya Birliğini; Asya- Pasifik ve Avrupa Birliği bölgesinde güçlü bağlar kuracak uluslar üstü bir model olarak nitelendirerek, Avrasya Birliği'nin oluşumunda, Büyük Avrupa'nın özgürlük, demokrasi ve piyasa yasalarını temel alacaklarını açıklamıştır[13]. Ayrıca Başbakan Putin, Avrasya Birliği'ne eski Sovyet Cumhuriyetlerini davet etmekle birlikte diğer ülke ve bölgelere de açık bir birlik olduğunu belirtmiştir.

Avrasya Birliği içerisinde, Orta Asya Enerji yollarının Avrupa'ya ulaşmasındaki alternatif yol olan Türkiye'nin yer alması gerektiği vurgulanmıştır. Stanislav Tarasov, " Türkiye Rusya ile Ticari-Ekonomik ilişkileri aktif olarak geliştiriyor. İki ülke arasındaki mal mübadelesinin 2015 yılına doğru 100–150 milyar dolara çıkması bekleniyor. İki ülke arasında vize zorunluluğu kaldırıldı. Türkiye aynı zamanda diğer eski Sovyet cumhuriyetleri ile ilişkileri geliştiriyor. Boru hatları haritasına bir göz atarsak Türkiye'nin gerçekte Avrasya Enerji sistemine entegre olduğunu görürüz. Türkiye bölgedeki güç merkezleri sisteminde kendi çıkarlarını koruyan bağımsız bir bölgesel oyuncudur. Bunun için Türkiye, Rusya ve Avrasya Ekonomik Birliğinin diğer üyeleri ile birlikte güçlü bir Avrasya stratejik ekonomik oluşumunu meydana getirmede çok büyük rol oynayabilecek[14]açıklamalarında bulunarak, Türkiye'nin de birliğe bir şekilde dâhil olmasını istediklerini açıkça belirtmiştir.

Bunun yanı sıra Avrasya Birliğine olumsuz tepkiler de mevcuttur. Gürcistan birliğe katılmayacağını ilk duyuran ülke olmuştur. Gürcistan Dışişleri Bakan Grigol Vaşadze, ''Gürcistan'ın tutumu nettir, tüm egemen devletler siyasi ve ekonomik kuruluş veya birlik oluşturma hakkına sahiptir. Ancak ister BDT ülkeleri arasında imzalanan serbest ticaretanlaşmasıolsun, isterse de Avrasya Birliği olsun, Rusya Federasyonu himayesinde kurulan herhangi bir kuruluş ya da birliğe Gürcistan'ın katılmaya ne arzusu ne de planı vardır [15].'' şeklinde Gürcistan'ın Avrasya Birliği'ne yönelik politikasını açıklamıştır


Avrasya Birliği'nin Oluşumunda Ekonomik Adımlar


Avrasya Birliği'nin temelini oluşturabilecek alt yapı Rusya, Kazakistan ve Beyaz Rusya'yı kapsayan Gümrük Birliği anlaşmasıdır. 6 Ekim 2007'de Rusya, Kazakistan ve Beyaz Rusya yetkilileri, Gümrük Birliği'nin kuruluşunu kararlaştırmış ve Temmuz 2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir[16]. Gümrük Birliği komisyonları konusundaki proje Almatı'da Avrasya Ekonomik Topluluğunun uluslararası konseyinde alınan kararla 1 Ocak 2012'den itibaren Gümrük Birliği ülkeleri arasında ticaret, para ve işçi dolaşımının serbest olacağı belirlenmiştir[17]. Rusya Başbakanı Putin ilk olarak Gümrük Birliğine Ukrayna, Kırgızistan ve Tacikistan'ı da davet etmiştir. Ukrayna'nın Gümrük birliğine dâhil olması durumunda Avrupa fiyatından aldığı doğalgazı Rusya iç piyasa fiyatlarından alacağını ve yıllık 9 milyar dolar kazanç sağlayacağını söylemiştir[18]. Ancak Ukrayna Gümrük Birliğine dâhil olması halinde AB ile Ukrayna arasında devam ettirdiği ilişkinin çelişeceği nedeni ile Gümrük Birliği dışında kalma kararı almış ve Rusya tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir[19].

Rusya ve Kazakistan, Avrasya Birliği'ne Kırgızistan'ın girmesini sağlamak için ekonomik ve askeri destekleme programları oluşturulmuştur. Rusya Acil Durumlar Bakanlığının 3 milyon dolarlık yardım programı çerçevesinde Kırgızistan'a insani yardımlarda bulunmuştur[20]. Kırgızistan Başbakanı Almasbek Atambayev, Rusya'nın en kötü günlerinde kendilerine destek olduğunu belirterek, "Dostluğumuzun değerini bilmeliyiz. Dostluk bağlarımızı geliştirerek kökleştirmeliyiz. Sadece birlik içinde olursak başarırız ve kalkınırız. Rusya Kırgızistan'ı desteklemek amacıyla son bir yılda 25 milyon dolar yardımda bulunmuştur" yönündeki açıklamada bulunmuştur[21]. Kazakistan ise Kırgızistan ile siyasi ilişkileri geliştirerek iki ülke arasında parlamenterler birbirlerine ziyaretlerde bulunmuştur. Kırgızistan parlamentosu Kazakistan devlet başkanını Nursultan Nazarbayev'i Nobel Barış ödülüne aday göstermiş ve Orta Asya'nın lideri olarak değerlendirmişlerdir[22].

Kazakistan, Kırgız ekonomisinin doğalgazda Özbekistan'a bağımlılığını azaltmak için, Özbekistan'ın bin metre küpünü 280 dolardan sattığı doğal gazı Kazakistan bin metre küpünü 195 dolara satarak Kırgız ekonomisine destek olmaktadır[23]. Böylece Kırgızistan'ın doğalgaz alanında Özbekistan'a olan bağımlılığı azaltılmıştır. Rusya ve Kazakistan, Tacikistan'ın birliğe girmesini sağlamak amacıyla ekonomik ve insani yardımlar programına Tacikistan'ı da dâhil etmişler ve her yıl düzenli yardım etmeye başlamışlardı[24].

Avrasya Birliği'nin ekonomik politikaları bölgedeki devletlerin tamamını kapsamaktadır. Avrasya Ekonomik Birliği üyesi ülkeleri hatta tarafsız devlet olan Türkmenistan[25] bile dış politikalarında önceliğinin Rusya olduğunu açıklamışlardır[26] Putin, İzvestia gazetesinde yayımlanan makalesinde; Avrasya Birliği'nin ekonomik yönünden ve üye devletlere ekonomik kazanımlarından bahsederek bölge devletlerini Avrasya Birliğine davet etmiştir[27]. Avrasya Birliği, bölgede AB'ye benzer bir sistem oturtarak ekonomik yönü ağır basan bir sistem olma ihtimalini taşımaktadır.


Avrasya Birliği'nin Oluşumunda Askeri Adımlar


Rusya, NATO'nun yürüttüğü Füze Kalkanı Savunma Sistemi Programın karşı Avrasya bölgesinde kendi askeri birliğini kurmak için adımlar atmaya başlamıştır. Rusya ile füze savunma sistemi konusunda anlaşamayan ABD ve NATO ülkeleri her fırsatta sistemin Rusya'ya karşı olmadığını dile getirmişlerdir[28]. Buna karşın Rusya her fırsatta füze savunma sisteminin kendisine karşı olmadığına dair garanti istemektedir. Nitekim 2011 Ekim ayı içerisinde Rusya Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov 'Avrupa füze savunma sistemi konusunda danışmalara devam edeceğiz. Ama bunun bize karşı olmamasına dair somut yasal garanti verilmeden her hangi bir ortak çalışma için imkânı görmüyorum' açıklamasında bulunmuştur[29].

Rusya Başbakanı Putin "Avrasya Birliği"ni ilan etmesinden çok önce Moskova, bölge devletleri ile askeri tatbikatlar yapmaya ve çeşitli ortaklıklar kurmaya başlamıştır. Bu anlamda Rusya 2011 Eylül ortalarında Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'ın topraklarında "Tsentr–2011[30]" adlı stratejik tatbikatlarına başlamış[31] ayrıca yeni nesil kıtalararası balistik füze denemeleri de yapmıştır[32].

Orta Asya ülkeleri de kendi aralarında askeri işbirliği içerisine girmiştir. Eylül 2011'de Kazakistan taraf olacak üçüncü bir devlete verilmemek ve OrtaAsya'da güvenliğin sağlanılmasında kullanılmak şartıyla, KazakistanSavunma Bakanlığı kanalıyla Kırgızistan'a yaklaşık 3 milyonDolardeğerinde değişik türde askeri mühimmat desteği sağlayacağını bildirmişti.[33] Buna ilave olarak Eylül 2011'de Rusya Devlet Başkanı Medvedev Tacikistan Devlet Başkanı İmamali Rahman ile bir araya gelerek Tacikistan'daki Rus askeri varlığının uzun süre bu ülkede bulunmasına yönelik anlaşmaya varmışlar ve Tacikistan'da bulunan Rus askeri üsleri ile ilgili 49 yıllık anlaşma imzalanması konusunda mutabık kalmışlardır. Bununla birlikte Rusya askeri üslerinin süresinin uzatılmasına karşılık Rusya, Tacikistan Ordusu'na modern silahlar vereceği belirtilmiştir[34].Diğer Yandan Eylül 2011'de Kazakistan Savunma Bakanı Adilbek Caksıbekov, Kazakistan'ın savunma sanayisi alanında Azerbaycan ile ortak işletmeler kurmak niyetinde olduğunu söylemiş ve Azerbaycan'ın söz konusu alandaki deneyimlerinden Kazakistan'ın da yararlanacağını beyan etmiştir[35]. Son olarak 25–27 Eylül 2011'de Tacikistan ve Kırgızistan arasına gerçekleştirilen anti terör askeri tatbikatı sonrasında Tacikistan Savunma Bakanı Birinci Yardımcısı Ramil Nadirov ile Kırgızistan savunma Bakanı Birinci Yardımcısı Talaybek Omuraliyev askeri işbirliği planı imzalanmıştır[36].
Avrasya Birliği'nin askeri kanadına dair şu an kesin bir açıklama olmasa da ileri de askeri alanda da işbirliği olabileceği göz önünde bulundurulmaktadır. Bölgede daha önce askeri anlaşma ve teşkilatlanmaların oluşu bu durumu daha da kuvvetli bir ihtimal halin getirmektedir. 2003'te Kolektif Güvenlik Anlaşması[37] teşkilat haline getirilmiş ve Orta Asya'da güvenliğini sağlayabilen tek güç olduğunu ispatlamaya çalışan Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Teşkilatı'nı etkin kolektif güvenlik örgütü haline getirmeyi amaçlamıştır[38]. Teşkilat çalışmaların hala devam etmekle birlikte Avrasya Birliği'nin kurulması halinde Avrasya coğrafyasında askeri işbirliğinin niteliği ve önemi artacaktır. Eylül 2011'de Avrasya coğrafyasında askeri işbirliği ve tatbikat açısında bir hızlanma göze çarpmaktadır. Nitekim Putin'in Ekim'in ilk haftasında Avrasya Birliği'nin kurulmasına dair açıklama yapması da birliğin olası bir askeri kanada sahip olacağı ihtimali açısından önem arz etmektedir.

Sonuç


Avrasya Birliği fikrini Putin dile getirmeden önce Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, 17 yıl önce yaptığı konuşmada bunu dile getirmiştir[39]Nazarbayev'in baş danışmanı Yermuhammet Yertisbayev, yaptığı açıklamada Putin'in kaleme aldığı makalenin Nazarbayev'in fikirlerini yansıttığını ve Avrasya liderlerinin gelecek hakkındaki fikirlerinin birbirleri ile örtüştüğünü dile getirmiştir. Ayrıca Kazakistan olarak güçlü bir ekonomik alan istedikleri yönünde de açıklamalarda da bulunmuştur[40].

Avrasya Birliği'nin kurulmasına ilişkin olarak Gümrük Birliği üyesi Rusya, Belarus ve Kazakistan'ın başbakanları deklarasyon tasarısı konusunda 2011 Ekim ayında görüşmelerde bulunmuştur[41]. Bu görüşmelerin ardından Başbakan Vladimir Putin, Avrasya Birliği'nin kurulması için çalışmalarını sürdürürken bu birliğin kurulmasının 2015 yılını bulacağını ifade etmiştir[42]. 18 Ekim 2011 tarihinde ise Bağımsız Devletler Topluluğu üye ülkelerin başbakanları, serbest ticaret bölgesinin kurulması hakkında anlaşma imzalayarak "Avrasya Birliği'nin" gelişmesi yönünde önemli bir adım attılar. Bu anlaşma ile ilgili olarak Putin'in"bölgede ekonomik gelişmeye doğru atılan adım[43]" olarak anlaşmayı yorumlaması Avrasya Birliği sürecinin başladığına işaret etmektedir.

Başbakan Putin'in Ekim 2011'de dile getirdiği "Avrasya Birliği" kurulması fikri, Rusya'da 2012'de yapılacak olan devlet başkanlığı seçimlerine dair politik bir adım olarak da görünebilir. Ancak Avrasya Birliği'nin bölge içerisinde Rusya'nın itibarını arttırmakla birlikte buna paralel olarak gücünü de arttıracağı tahmin edilmektedir. Ayrıca Avrasya Birliği'nin kurulmasındaki hedefin öncelikli olarak bölgede ekonomik bağların güçlenmesi ve bölgeye dış güçlerin girişinin engellenmesi adına atılan bir adım olarak yorumlanmaktadır. Uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ve olaylar bölge devletlerini özellikle de Rusya'yı endişelendirmektedir. Orta Doğu'da yaşanan Arap Baharı sürecinin Orta Asya'da yaşanmasını istemeyen Rusya[44]Avrasya coğrafyasında Avrasya Birliği ile istikrar ve işbirliğini sağlamak istemektedir.



* 1 Kasım 2011 tarihinde 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü internet sitesinde yayınlanmıştır
[1] Mustafa Erdoğan, Avrupa Birliği'nin Orta Asya Politikası: Zaaf mı, Şans mı?, 20.10.2011,

[2] Elnur Hasan MİKAİL, "KGB Albaylığından Devlet Başkanlığına Putin Dönemi Rusya", s.16, http://www.scribd.com/doc/40357477/PUT%C4%B0N-DONEM%C4%B0-RUS

[3] Erel Tellal, "Zümrüdüanka:Rusya Federasyonu Dış Politikası", s215 28.10.2011, http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dergi/pdf/65/3/9_tellal_erel.pdf

[4] Ali Küleb, Putin, Avrasyacılık Ve Türkiye İlişkileri, 26.10.2011, http://www.alikulebi.com/Sayfa.asp?islem=2&SayfaNo=353

[5] Avrupa Birliği Doğu Ortaklığı Stratejisi, 20.10.2011,http://www.ekonomi.gov.tr/avrupabirligi/index.cfm?sayfa=DBB15005-D8D3-8566-452022B140FE9673

[6] 11 milyar dolarlık, yıllık 31 milyar metreküp kapasiteye sahip proje AB'nin, doğalgazda kaynak çeşitliliğini ve enerji güvenliğini artırmak için en ciddi alternatifi ve "doğu-batı enerji koridoru"nun en önemli ayağıdır. Hazar ve Ortadoğu doğalgazının Türkiye üzerinden geçerek, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya'ya ulaştıracak olan Proje AB ülkelerinin yüzde 60'ı aşan Rus doğalgazına bağımlığına karşı ciddi bir alternatif oluşturacak. Nabucco tek başına, AB'yi Rus doğalgazına bağımlılıktan kurtaracak bir proje olmasa da başta İngiltere ve Hollanda olmak üzere Avrupa'daki doğalgaz üretiminin hızla azalması ve tüketimin artmasıyla her geçen yıl dışa daha bağımlı hale gelen AB'nin, Rusya'ya olan bağımlılığını bir süre için önleyecek bir proje. http://www.nabucco-pipeline.com/portal/page/portal/en/http://www.ntvmsnbc.com/id/24983042/

[7] Hazar havzası yanında Irak ve Mısır doğalgazını AB'ye taşıyacak Güney Koridoru, Nabucco başta olmak üzere Türkiye-Yunanistan-İtalya bağlantısını ve Trans-Adriyatik boru hattını kapsıyor. Eylül 2011'de Türkmenistan'ı Hazar Denizi'nin altından Azerbaycan'a bağlayacak Trans-Hazar doğalgaz boru hattı için AB ülkeleri görüşmeleri başlattı. http://www.turkishnewsagency.com/article/business/328459/

[8] Orta Asya ülkelerinin NATO'nun Barış için Ortaklık (BİO) programına dâhil edilmesi, Temmuz 1999'da ABD Kongresi'nden geçen "İpek Yolu Strateji Yasası", vb

[9] Meşküre Yılmaz, Orta Asya'da Abd Üsleri, 25.10.2011,http://www.21yyte.org/tr/yazi5386-ORTA_ASYADA_ABD_USLERI.html

[10] Putin'in ilk hedefi Avrasya Birliği, 24.10.2011, http://dunya.milliyet.com.tr/putin-in-ilk-hedefi-avrasya birligi/dunya/dunyadetay/05.10.2011/1446803/default.htm

[11] Taşansu Türker Putin'in ustalık dönemine dikkat etmeli,20.10.2011, http://www.aksam.com.tr/putinin-ustalik-donemine-dikkat-etmeli--72021h.html

[12] Fikret Ertan, Putin'in Avrasya Birliği fikri,20.10.2011, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1189999&title=putinin-avrasya-birligi-fikri

[13] Новый интеграционный проект для Евразии — будущее, которое рождается сегодня, Vladimir Putin, 20.10.2011, http://www.izvestia.ru/news/502761

[14] Türkiye Avrasya Birliğinin üyesi olacak mı?,20.10.2011, http://turkish.ruvr.ru/2011/10/05/58212877.html

[15] Gürcistan'dan Avrasya Birliği'ne ret, 25.10.2011, http://www.1news.com.tr/guneykafkasya/gurcustan/20111019100818180.html

[16] İlyas Kamalov, Rusya'nın Orta Asya Politikaları, Ahmet Yesevi üniversitesi yayınları, Ankara, 2011, s 47

[17]İlyas Kamalov, A.g.e s.47

[18] Putin'den Ukrayna'ya 9 Milyar Dolarlık Cazip Teklif, 20.10.2011,http://www.haberler.com/putin-den-ukrayna-ya-9-milyar-dolarlik-cazip-3042121-haberi/

[19] AB'ye yeni rakip: Avrasya Birliği, 20.10.2011,http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1065352&CategoryID=80

[21] Rusya'da Kırgizistan'a 3 Milyon Dolarlık Yardım, 23.10.2010, http://turkkazak.com/site/?p=9509
[22] А.Келдибековдун Тынчтыкты коргоо боюнча Нобель сыйлыгына Н.Назарбаевдин талапкерлигин көрсөтүүсү жөнүндө,25.10.2011, http://kabar.kg/kyr/external-policy/full/13791

[23]Kazakistan'dan Kırgızistan'a Dost Eli, 30.10.2011, http://www.haberler.com/kazakistan-dan-kirgizistan-a-dost-eli-3027024-haberi/

[24] Rusya'dan Tacikistan'a gıda yardımı, 20.10.2011, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=937804

[25] Türkmenistan BM'e "Tarafsızlık statüsü" için başvurmuş 12 Aralık 1995 yılında BM bu başvuruya olumlu yanıt vermiştir. Bu tarihten itibaren Türkmenistan dış politikada tarafsız ülke olarak ilişkilerini sürdürmüştür.

[26] İlyas Kamalov, a.g.e., s.68

[27] Vladimir Putin, a.g.m http://www.izvestia.ru/news/502761

[28] http://www.timeturk.com/tr/2011.10.19/fuze-savunma-sistemi-rusya-ya-karsi-degil.html- http://turkish.ruvr.ru/2011.10.20.59042691.html

[29] Rusya Federasyonu Dış İşleri Bakanı Sergey Lavrov'un 'Rusya'nın sesi', 'Rusya'nın radyosu' ve 'Moskova Echo' radyo istasyonlarına verdiği röportaj, 23.10.2011,http://turkish.ruvr.ru/2011/10/21/59135625.html

[30]Russian, Central Asian Militaries To Practice Counterinsurgency, Naval Warfare, 25.10.2011 http://www.eurasianet.org/node/64168

[31]Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan topraklarında kapsamlı askeri manevralar başlıyor, 24.10.2011, ht tp://turkish.ruvr.ru/2011/09/19/56368685.htmlv

[32] Russia Tests Fires Sireva Missiler in Barents Sea, http://en.rian.ru/mlitary_news/20110727/165419044.html,

[33]Kazakistan'dan Kırgızistan'a Dost Eli, 20.10.2011http://www.haberler.com/kazakistan-dan-kirgizistan-a-dost-eli-3027024-haberi/

[34] Rusya, Tacikistan'da askerî varlığını sürdürecek, 25.10.2011, http://www.timeturk.com/tr/2011/09/04/rusya-tacikistan-da-askeri-varligini-surdurecek.html

[35]http://abc.az/eng/news/57323.html- http://www.news.az/articles/politics/43791

[36] Tacikistan ve Kırgızistan Askeri İşbirliği Planı İmzaladı, 28.10.2011,http://turkkazak.com/site/?p=16134

[37] Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin oluşturduğu Kolektif Güvenlik Anlaşması (KGA) 1992 yılında imzalanmıştır. Kısa bir süre sonra 1999'da Azerbaycan, Gürcistan ve Özbekistan bu anlaşmadan ayrılmıştır.

[38] Anar Somuncuoğlu, Rusya-Orta Asya İlişkilerinde Kolektif Güvenlik, 09.10.2011, http://www.21yyte.org/tr/yazi6053-Rusya_Orta_Asya__Iliskilerinde_Kolektif_Guvenlik.html


[39] Abdijalel Bekir,"БIЗ КIМ БОЛУЫМЫЗ КЕРЕК?", 27.10.2011 http://www.turkystan.kz/page.php?page_id=36&id=2912

[40] Н.Назарбаев «Қазақстан және жаңа әлемдегі еуразиялық идея» халықаралық форумының қатысушыларын құттықтады, 28.10.2011,http://www.bnews.kz/kk/news/post/61078/

[41] Avrasya Birliğinin silueti netleşti, 25.10.2011, http://turkish.ruvr.ru/2011/10/20/59049609.html

[42]Putin: "Avrasya Birliği 2015'te",26.10.2011,http://www.gazetem.ru/gundem/11466/putin:-avrasya-birligi-2015te.html

[43] Avrasya Birliği: Teoriden pratiğe doğru, 25.10.2011, http://turkish.ruvr.ru/2011/10/23/59201628.html

[44] Putin'in Rusya'sı Arap Baharı senaryosunun ülkesinde tekrarlanmasından korkuyor, 24.10.2011 http://www.kavkazcenter.net/tur/content/2011/10/10/7170.shtml


http://www.21yyte.org/kose-yazisi-yazdir/6355