Gorbaçov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gorbaçov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2021 Cumartesi

Suriye Satrancında Rusya Hamlesi.,

Suriye Satrancında Rusya Hamlesi.,  


John Kerry,Sergey Lavrov,kimyasal silah,Mig-31 askeri uçakları,S-300 füzeleri,Arap Baharı,Beşşar Esad, Hafız Esad, Vladimir Putin, Gorbaçov, Dimitri Medvedev,




Suriye Satrancında Rusya Hamlesi 
Dr. Nazim Cafersoy*

*Dr. Nazim Cafersoy
KAFKASYA ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ (QAFSAM) ANALİSTİ 

    Suriye krizi beklenenden uzun sürdü. 100 bini aşkın kişinin ölmesine, yüz binlerce kişinin yaralanmasına, milyonu aşkın kişinin mülteci durumuna düşmesine neden olan iç savaşın ne zaman sona ereceği belli değil. İç askeri denge tam olarak bozulmazken uluslararası güçlerin hamleleri de süreci sona erdirmekten ziyade uzatıcı ve genel anlamda Suriye’yi güçsüzleştirici nitelikte.

    Özellikle Batı kendisinden beklenen hamleleri bir türlü yapmazken Rusya’nın bazen beklenen, bazen de beklenmeyen hamleleri sürecin ve doğal olarak Esad yönetiminin ömrünün uzamasına neden oluyor.
Irak ve Libya’da Batı karşıtı yönetimlerin kurban edilişine bir ölçüde müsamaha gösteren Rusya, Orta Doğu’da daha kritik gördüğü iki müttefikini, İran ve Suriye’yi şimdilik başarıyla koruyor. Bunun son örneği geçtiğimiz günlerde yaşandı.
Konu Suriye olunca, Rusya’nın Tunus, Mısır ve hatta doğal gaz zengini ve Moskova’nın mühim ekonomik partnerlerinden olan Libya’daki olaylardan daha faal ve göreceli olarak daha sert bir tutum içine girdiği görülmektedir. Hatta doğrudan NATO askeri müdahalesinin yapıldığı ve bu konuda bir BM kararının alındığı Libya konusunda bile zımni bir rıza gösteren Rusya, Nisan 2011’den itibaren sürekli olarak Suriye konusunun Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi gündemine gelmesine veto tehdidi ile engel oldu, konu BM Güvenlik Konseyi gündemine geldiği zaman da kararın çıkmasına müsaade etmedi. 
Bazı durumlarda sivil ölümlerin artması üzerine BM gündemine gelen Suriye kararlarının daha yumuşayarak çıkmasını sağladı.

< Özellikle Batı kendisinden beklenen hamleleri bir türlü yapmazken Rusya’nın bazen beklenen, bazen de beklenmeyen hamleleri sürecin ve doğal olarak Esad yönetiminin ömrünün uzamasına neden oluyor.>

   “Arap Bahar”ı olarak nitelendirilen süreç Rusya için çeşitli anlamlar ifade etmekteydi. Süreç bir yandan dünyadaki enerji fiyatlarını yükselterek Rusya bütçesine ciddi paralar getirmesi bakımından “maddi kaynak” anlamını taşısa da, genel anlamda, Moskova yönetiminin “Arap Baharı” sürecinden rahatsız olduğu bilinmektedir.
Bu rahatsızlığın sebepleri arasında sürecin daha çok Batı tarafından yönetildiği ya da yönlendirildiği ve bunun da uzun vadede Rusya’nın Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarına zarar vereceği inancı önemli yer tutuyor. 

<  Rusya’nın “Arap Baharı” sürecine ilişkin bütün açıklama ve eylemlerinde Batı müdahaleciliğinden rahatsızlığın izlerini çok açık görmek mümkün. >

Öte yandan, Suriye tarihsel açıdan Rusya’nın kendi selefi hesap ettiği SSCB’nin Orta Doğu politikasında Irak’la birlikte özel öneme sahip olmuştur.
Özellikle Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad zamanında zirveye çıkan SSCB-Suriye ilişkileri Gorbaçov’un politikaları ile ciddi bir sekteye uğrasa da Vladimir Putin’in 2000’li yıllardaki başkanlığı döneminde yeni bir ivme kazanmıştır.
Ocak 2005 yılında Beşşar Esad’ın Moskova ziyareti ve Mayıs 2010’de Dimitri Medvedev’in Şam ziyareti bu ilişkiler sürecini yeni bir noktaya taşımıştır. 
    Moskova için Suriye ile ilişkilerin güçlendirilmesi Ortadoğu denkleminde yerini almak bakımından önemli bir fırsat sunuyor. Suriye’nin Arap-İsrail problemindeki konumu ise Moskova’nın bu hesabının hiç de yanlış olmadığının göstergesi sayılabilir.
Suriye’nin Akdeniz’e sınırının olması bir başka neden sayılabilir. Akdeniz’in hem tarihsel konumu, hem de son dönemlerdeki artan stratejik önemi  Moskova’nın tarihsel denizlere açılma stratejisi ile birlikte düşünüldüğünde bu konu daha iyi anlaşılmaktadır. Daha 1971 yılında SSCB’nin Hafız Esad’la yapılan bir anlaşma gereği Tartus’da Akdeniz’e çıkan Sovyet Donanması için bir deniz üssü oluşturması bu durumun en önemli kanıtı. 
   Ortadoğu’ya ve Suriye’ye en ilgisiz göründüğü 1990’ların başında bile Tartus daki deniz üssüden vazgeçmeyen Rusya 2009 yılında buranın yenilenmesi ve daha büyük gemiler için genişletilmesi çalışmalarına başlamıştır.
Amerikan ve NATO gemilerinin, İran’ın, Türkiye’nin, İsrail’in, hatta Güney Kıbrıs’ın boy gösterdiği, hemen kıyısında Libya, Suriye gibi ülkelerde başverenler ve baş verecekler Akdeniz’deki Tartus limanının önemini iyice açığa çıkarmış durumda.
Bölgede gerginlik tırmandıkça Akdenizdeki Rus savaş gemilerinin sayısı sürekli artış göstermiştir. Son günlerde boğazlardan geçen gemilerle birlikte Akdenizdeki Rus gemilerinin 15’e ulaştığı ifade edilmektedir.
    Bir anlamda Rusya’nın Suriya krizinden yararlanarak açık denizlerde, özellikle de Akdenizde askeri kapasitesini artırdığı da ileri sürülebilir.
Suriye’nin Rusya için öneminin bir başka sebebini bu ülkeye satılan Rus silahları oluşturmaktadır. SSCB döneminde mühim silah müşterilerinden olan Suriye ile silah ticareti Esad’ın Moskova ziyareti ile yeni boyutlar kazanmıştır. Zaten Suriye’nin Rus silah ihracatının içinde öncü yerlerden birini tutması ve Suriye ordusunun silahlarının yüzde 90’ının Rus yapımı olması da dikkatlerden kaçmıyor. Moskova’nın Suriye’ye sattığı S-300 füzeleri ile Mig-31 askeri uçakları ise İsrail ve ABD’de ciddi rahatsızlık yaratmaktadır. Tüm tepkilere rağmen Rusya’nın iç savaşın en amansız dönemlerinde bile Suriye’ye silah vermeyi durdurmadığı bilinmektedir.
   Suriye’yi Rusya için önemli kılan bir başka neden iki ülkenin ticari-ekonomik ilişkileridir. İki ülke arasında iç savaşın hemen öncesinde (2010 yılındaki) ticaret hacmi 1,1 milyar dolar civarındaydı. Ayrıca Suriye’de Rus yatırımlarının daha 2009 yılı sonu itibariyle 20 milyar dolara ulaştığı biliniyor.
   Tüm bu nedenlerden dolayı Rusya Suriye krizinde bazen bölgedeki geleceğini riske atıyor görüntüsüyle karşılaşmasına rağmen kararlılığını sürdürdü. 



< Rusya Suriye krizi nedeniyle, son yıllarda büyük önem verdiği Türkiye ile olan ilişkilerini riske attı. > 

    Batı ile Ağustos 2008 olayları sonrasında gerginleşen ilişkilerini yeniden rayına oturtma stratejisinin zarar görmesini de çok önemsemedi. En son Suriye’de geniş bir biçimde kimyasal silah kullanıldıktan sonra Suriye’ye askeri müdahale seçeneği en ciddi biçimde dillendirilmekteyken Rusya bir hamle daha yaptı. Bir yandan Suriye’de kimyasal silahların muhalifler tarafından kullanıldığını iddia etti, diğer yandan bu ülkenin kimyasal silahlardan arındırılmasına ilişkin öneride bulundu. Suriye’ye müdahale konusunda kararlı görünen güçleri uyarmaktan da geri durmadı.
   En kritik süreç ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında 3 gün süren Cenevre görüşmeleri oldu. Bu görüşmeler sonucunda taraflar Suriye’nin kimyasal silahlardan arındırılması konusunda uzlaşmaya vardılar.
Buna göre Esad yönetimi bir hafta içinde mevcut kimyasal silah envanterini tüm detayları ile açıklayacak. İlgili kurumların uzmanlarının incelemeleri Kasım ayına kadar tamamlanacak. Üçüncü aşama olan silah ve ilgili sistem ve araçların tamamının imha ve tasfiyesi süreci ise 2014 yılı ortalarına kadar tamamlanacak.
    Türkiye bu anlaşmanın Esad rejiminin ömrünü uzatmaya hizmet ettiğini, iç savaşı bitirmeyeceğini ve ayrıca çok net olmadığını ileri sürerek eleştirilerde bulundu.
Gerçekten de Esad yönetiminin işbirliğine muhtaç olduğu için kabul ettiği anlaşmaya en azından süre bakımından uymaması durumunda ne olacağı belli değil. Rusya’nın yine Esad’ı korumayacağı da garanti edilemez.
Süreç uzadıkça ve muhaliflere yardım gerektiği düzeyde yapılmaz ise Esad yönetiminin güçlenme ihtimali de zayıf değil.
Ayrıca Türkiye’nin dillendirdiği “kimyasal silah kullanılmadığı sürece sivil halkı katletmek serbest midir” sorusu da cevabını bulamıyor. Böylece Rusya Suriye satrancındaki hamlesi ile gerekli hamleleri yapamayan Batı karşısında sanki avantajlı duruma geliyor. 

Ama en kötüsü, bir ülkede insanlık dramı yaşanmaya devam ediyor.

***

2 Ocak 2018 Salı

Yeni Dünya Düzeni Ve Demokrasi Geliştirme, BÖLÜM 2

Yeni Dünya Düzeni Ve Demokrasi Geliştirme,  BÖLÜM 2


            ABD, 2001 yılından beri Venezuela’da anti-Chavez gruplarına sivil toplumu destekleme adı altında para dağıtıyor.Bu amaçla USAID ve NED tarafından 2002 yılında Caracas’ta kurulan Geçiş İnisiyatifleri Ofisi tarafından, 8 yılda 100 milyon dolardan fazla para dağıtıldı.2011 yılında bu ofisin şiddet olaylarının merkezi olduğu ortaya çıkınca kapatıldı ve merkezini ABD’ye taşıdı. Şubat 2014’de Venezuela’da başlayan ve rejim değişikliğini hedefleyen halk hareketinin arkasındaki iki kişi olan Leopoldo Lopez ve Marina Corina Machado’nun Washington’un ajanları olarak uzun birer geçmişleri var. Venezuela’da da NED ve USAID her zaman olduğu gibi başroldedir.Lopez’in Önce Adalet (PrimeroJusticia) ve Halk İradesi (Voluntad Popular) partileri ile Machado’nun NGO ve seçim kampanyalarına milyonlarca dolar yardım yapıldı. Sadece 2013-2014 yıllarında Washington, Venezuela’daki seçim kampanyaları için muhalefete 14 milyon dolardan fazla para verdi. Paralar, Obama’nın Dış Operasyonlar Bütçesi’ne ayrılan fondan USAID tarafından dağıtılmaya devam edilmektedir. Ayrı bir fon kullanan NED ise özellikle gençlik hareketi olan FORMA üzerine odaklanmıştır.Cesar Briceno’nun liderliğindeki bu hareketin arkasında Venezuelalı banker Oscar Garcia Mendazo gözükmektedir. Garcia Mendazo’nun bankası olan Banco Venezolano de Credito, NED ve USAID’ten gelen paraları Sumate, CEDICE, Sin Mordaza, Observatorio Venezolano de Prisiones, FORMA ve diğer muhalif gruplara dağıtmaktadır[36].Ancak, para sadece banka yolu ile gelmemekte; ABD doları ve Avrupa Komisyonu’nun verdiği Euro’lar hükümetin eline geçmesin diye büyük kısmı elden verilmektedir. NED fonlarından yararlanan Espacio Publico, Instituto Prensa y Sociedad (IPYS), Sin Mordaza ve Gali gibi medya organları Başkan Madura’yı açıkça hedef almıştır. NED’in Cumhuriyetçi Parti kolu olan IRI, muhalefet koalisyonu olan Demokratik Birlik Masası’nı desteklemektedir. 

            ABD’nin Türkiye’de kurduğu özel mekanizmayı birkaç cümle ile özetlemek mümkün değildir. Bunun için yeni çıkan “Türkiye’deki Amerika” isimli kitabımı okumanızı tavsiye ederim[37]. Eğer hemen bir şeyler görmek istiyorsanız CFR’ın dipnottaki sayfasına bakmanız bir fikir verebilir ama küresel sermayenin Türkiye’deki iş dünyası ile olduğu kadar hükümet ve diğer milli yapılar ile de bağlarının bilinmesi çok önemlidir[38]. ABD, Türkiye’deki hükümet, NGO’lar, aktivistler, sivil toplum ve AB ile diyalog halinde demokratik prensipleri, uygulamaları ve değerleri geliştirmek için öncelikler tespit etti. Bu demokrasi hedefleri içinde; “İnsan hakları, sivil toplum ve etnik farklılıklara saygının desteklenmesi, Türkçe dışındaki dillerin kullanılması, ifade özgürlüğünün genişletilmesi, Yunan Ortodoks ( Heybeliada ) Ruhban Okulu ve İstanbul EkümenikPatrikliği’nin desteklenmesi, etnik Kürt ve diğer Türk olmayan etnik grupların sorunlarına yönelik somut adımlar atılması[39]” başta gelmektedir. Bu ifadenin açık anlamı Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet olma özelliğinin yok edilmesi, Türkiye’nin bölünmesi ya da en azından bir federasyona dönüştürülerek, ulusal gücünü kullanamaz hale gelmesi, son 10 yıldır yapıla geldiği gibi küresel sermayeye peşkeş çekilmesidir. Bunun için uyguladığı strateji adına “kamu diplomasisi”denilen ikna ve daha çok şantaj yöntemidir. Pek çok milletvekili, siyasi parti lideri, hâkim, adalet yetkilisi, gazeteci, akademisyen ve NGO yetkilisine yönelik programlar uygulanmaktadır. Her yıl yüzlerce Türk, ABD’ye getirilerek çoğulculuk, etnik ve dinsel farklılıklar konularında eğitim almakta, geleceğin liderleri yetiştirilmektedir. Bu ziyaretler ABD Uluslararası Ziyaretçiler Liderlik Programı fonundan karşılanmaktadır. ABD raporları, bu işte AB ve diğer dış misyonlardaki üyeleri ile sık sık biraraya geldiklerini ifade etmektedir. 17 Aralık 2013 sonrası geleceğini tamamen dış güçlere bağımlı gören Erdoğan hükümeti, sadece bölücülere demokratik özerkliği değil, Rumlara ve Ermenilere de yeni tavizler vermeye hazırlanıyor. Tabii bütün bunların olması için yeni Anayasa ve korumalı bir Başkan’a ihtiyaç var. Bu da ABD ile hükümetin demokrasi pazarlığının temelini teşkil ediyor.

            Büyük Güçler Rekabeti ve Demokrasi Geliştirme

            Obama ileAmerika, içeride gücünü toplamaya çalışırken dışarıda gücü erimeye devam etmektedir. 2013 yılında Pew Araştırma Kurumu tarafından yapılan anket Amerikan halkının %80’inin Amerikan hükümetinin uluslararası işlere değil kendi problemlerine odaklanmasını istediğini gösterdi[40]. Özetle, ABD’nin küresel hegemonya merakının arkasında halk desteği yoktur. ABD; Çin ve Rusya’nın küresel düzeni değiştirecek gücü olmadığını düşünürken Ukrayna işgali ile en büyük tehdidin Çin’den değil Rusya’dan geldiği anlaşıldı. İç sorunlara gömülmüş Obama ve savaş yorgunu ABD halkı, ülkeyi doğrudan tehdit etmeyen hiçbir pahalı ve çatışmaya varacak riskli işe girmek taraftarı değildir. Bu yüzden, dışarıdan ABD’yi Kırım ve Suriye’ye askeri müdahale için gaza getirmeye çalışanların şansı yoktur. Yeni bulunan enerji kaynakları ve petrol çıkarma yöntemleri nedeni ile Ortadoğu’ya da ilgisiazalacaktır. Diğer yandan, Irak, Afganistan ve Guantanamo nedeni ile prestijini kaybeden ABD’ye diğer ülkeler tarafından dış politikada verilen destek gittikçe zorlaşacaktır. Snowden olayı ile ortaya çıkan NSA sızıntıları kendi müttefiklerini bile dinleyen ABD hükümetinin işini daha da zora soktu. ABD’nin birinci halka dostları olan İsrail, Japonya ve İngiltere’nin önemli endişeleri bulunmamaktadır. İsrail’in Obama’dan Suriye ve İran ile ilgili istekleri olsa da, ABD’nin İsrail’in güvenliğine olan yükümlülüğünü sık sık ifadesi etmesi onlara yetmektedir. Japonya, artık ABD-Çin yakınlaşmasının aleyhine olacağını düşünmemektedir. İngiltere, AB’den çıksa bile ABD ile ilişkilerinin eski sağlamlığında devam edeceğine emindir. İkinci halkada kabul edilen Suudi Arabistan, Türkiye ve Almanya ile ilişkiler ise sorunludur. Suudiler, ABD-İran yakınlaşmasından ve Suudi ailesini alaşağı edecek bir darbenin ABD tarafından destekleneceğinden şüphe etmektedir. Türkiye’de Erdoğan’ın geleceği2007’den beri devam eden ve ABD tarafından verilen ev ödevlerine bağlıdır. Erdoğan’dan beklenenlerÇekoslavakya’yı tek kurşun atmadan bölen ve NED’den demokrasi masalyası alan VaclavHavel’in çok daha ötesindedir. ABD casusluğunun hedefi olması nedeni ile hala ABD’ye kızgın olan Almanya başbakanı Merkel ise Rusya ve Ukrayna’ya Washington gözü ile bakmamaya kararlıdır.

       Asya-Pasifik’i eksen seçen Amerikan politika yapıcıları Ortadoğu ve Rusya’ya yönelik yeni sorumluluklar almaya gönülsüzdürler. Washington’a göre sadece Asya, ekonomik çıkarları nedeni ile Amerikan gücünün bölgede kalmasını gerekli kılmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Asya’da güvenlikleri ABD varlığına bağlı olan Endonezya, Filipinler, Vietnam ve diğer ülkeler bir yandan da Çin ile ekonomik ilişkilerini geliştirmek derdindedirler. ABD içinde Demokrat ve Cumhuriyetçilerin müttefik olduğu tek konu ticarettir çünkü küresel sermaye böyle istemektedir. Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP), Amerikan güvenlik politikalarının merkezine yerleşmektedir. Amerikalılara göre Rusya, Putin ile demokratikleşme yolundan uzaklaştı. Çin ise hiçbir zaman demokratik olmadı sadece toplumu liberalize ederek, ekonomide başarı sağladı. Ukrayna gelişmeleri ise yönsüz ve önceden öngörülemez Siyah Kuğu olayı değildir. Ukrayna’nın ABD ve Avrupa Birliği ile yakınlaşmasına Ruslar yıllardır çekince koyuyorlardı. 2012 sonunda ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Moskova’nın Avrasya Birliği ile projesi ile bölgeyi Sovyetleştirmelerine karşı duracaklarını açıklamıştı. Buna rağmen ne Ukrayna ne de Avrupa, Rus enerji hatlarını bypass edecek yeni güney koridorları üzerinde çalışmamıştı. Putin, 2004’deki Turuncu Devrim’den beri Batıyı eğer Rusya’nın Ukrayna’daki hayati çıkarları dikkate alınmazsa radikal yollara başvuracağı ile ikaz ediyordu. Amerikalı diplomat Christopher R. Hill’e gore Rusya, Gürcistan’dan sonar Ukrayna krizi ile son 25 yıldır parçası olduğu yeni dünya düzenine ihanet etti. Hill’e gore böylece Rusya kendilerine sağlanan NATO’daki özel statü, AB ile imtiyazlı ilişki ve uluslararası diplomatik kurumlardaki ortaklığı eliyle itmiş oldu[41].Hill’e gore bundan sonar Rusya, yeni dünya düzeni yerine BRIC’in yanına koyacağı yeni müttefikleri ile ABD ve NATO’ya cephe alacak ve yeni soğuk savaş başlayacaktır.

Gorbaçov, Glasnost ve Perestroika’da başarısız olunca,küresel sermaye tarafından önerilen şok tedaviyi kabul etmişti. Borç batağına sürüklenen ülkelere uygulanan şok terapinin esaslarışudur[42]; serbest pazar saçmalığı, kitle özelleştirmeleri, kamu alanını yok etmek, yabancı şirketlere sınırsız giriş, sosyal hizmetlerde büyük kesinti, iş kaybı, düşük ücretler, baskıcı kanunlar ve tüm ekonominin güçlü bir zengin sınıfa ve onunla bağlantılı siyasi elitlere aktarılması. Ortaya çıkan bu zengin sınıf Rusya’da “oligarklar”,Çin’de “KüçükPrensler”,Şili’de “Piranalar” gibi isimler aldı.Gorbaçov, bunun karşılığında nükleer silahsızlanma ve NATO’nun eski Varşova Paktı ülkelerini üye yapmayacağısözü almıştı. Rus Duma’sı 1972’deki Anti-Balistik Füze Anlaşması (ABM) kapsamında füze savunma sisteminin kalkmasını onaylarken, 14 Aralık 2001’de Bush yönetimi sadece ABM anlaşmasından çekilmedi, NPT’ye aykırı olarak yeni nükleer silah testleri yapacağını açıkladı.Böylece silahlanmanın kapısı ardına kadar açıldı.2007’de ABD, Füze Savunma Sistemi kapsamında eski Varşova Paktı ülkesi Polonya’ya füze sistemleri, Çek Cumhuriyeti’ne radar takip sistemi kurma niyetini açıkladı.Rusya’yı çevrelemek için eski Sovyet ülkeleri NATO ve AB üyesi yapıldı,renkli devrimler düzenlendi.2008’de 28 NATO üyesinin 10’u eski Varşova Paktı ülkesiydi.Sıra Gürcistan ve Ukrayna’ya gelmişti. Hedef İran gösterilse de asıl niyet nükleer ilk-vuruş önceliğini elinde tutmaktı. Bu aslında 1945 yılından beri ABD’nin yapmak istediği şeydi. Rusya ve Çin’I kontrolünde tutmadıkça ABD’nin küresel kontrolü mümkün değildi. Putin’e kadar devam eden şok tedavi dönemi Rusya’da kitlesel fakirlik, yaygın işsizlik, emekli aylıkları ve sosyal hizmetlerin yok olması, çiftçilerin %80 oranında iflası, on binlerce fabrikanın ve okulların kapanması ve sanayileşmenin yok olması,alkolizm, uyuşturucu, HIV/AIDS, intihar ve şiddete dayalı suçlarda rekorlar getirdi, nüfus ve yaşam süresi azaldı. Bütün bunların adı Milton Friedman’a göre “özgürlük” idi.ABD’nin Rusya’da NED yolu ile demokrasi geliştirme adına desteklediği kuruluşlardan bazıları şunlardır[43]:

- Askerlerin Anneleri Komitesi (Ordudaki askerlere yönelik istimarları durdurmaya çalışıyor),
-   Memorial (İnsan hakları örgütü),
-   Perm-36 (Çalışma Kamplarındaki Ruslara yardım ediyor),
-  Olağanüstü Durum Haberciliği Merkezi (Rus gazetecilerin haklarını koruyor),
-   Murmansk Kadın Gazeteciler Örgütü,
- Rus-Çeçen Dostluk Toplumu (Rus askerlerinin yaptığı katliam ve suistimalleri sorgulayarak, Çeçen ayrımcılığını destekliyor).
      ABD, Çin içinde de demokrasi geliştirme faaliyetleri uygulamaktadır. ABD, Çin’e karşı 1940’lardan beri “böl ve yönet” stratejisi içinde “havuç ve sopa” diplomasisi kullandı. Avrasya’nın enerji hatları boyunca krizler yaratıldı. Çin’e bugün uygulanan “yumuşak savaş”ın başında CFR üyesi, NED başkan yardımcısı, Freedom House kurulu üyesi, Hudson Institute ve PNAC üyesi, neo-muhafazakar Paula Dobriansky var. Çin’e karşıTibet’teki Dalay Lama örgütleri, Çin’deki Fakun Gong ve pek çok küresel NGO kullanılıyor.BBC dahi ABD’deki küresel televizyon ve radyolar bu sistemin bir parçasıdır.Çin hükümeti Ağustos 2011’de Pekin’deki rejim muhaliflerinin tutuklanmasından sonra ABD’yi uyardı. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hong Lei; “Batı baskılarına tolerans göstermeyeceklerini, herhangi bir ülkenin iç içlerine müdahale ederek insan hakları konularını istismar edemeyeceklerini” açıkladı[44]. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Bakanlığının Çin’deki insan hakları ile ilgili olumsuz raporundan bahsederek, Çinli sanatçı ve aktivist AiWeiwei’nin tutuklanmasına tepki gösterdi. Tepkilere demokrat senatör Harry Reid başkanlığındaki senatörler delegasyonu da katıldı ve Çin’in uluslararası alanda tanınmış insan hakları kriterlerini uygulaması istendi. Çin’i hedefleyen ABD insane hakları/demokrasi vasıtaları Myanmar, Tibet ve petrol zengini Darfur’u da mücadele sahası seçmiş durumdadır. 2007’de Myanmar’daki başarısız Safran Devrimi esnasında Budist keşişlerin sokaklarda daha fazla demokrasi istediğine ilişkin resimleri Batı medyasında yer aldı. Perde arkasında ise keşiş çeteleri vur-kaç taktiği uyguluyor, blog’lar ve telefon mesajları ile protestocular yönlendiriliyordu. Malakka Boğazı üzerinden Hint Okyanusu’na çıkışı control altına alınan Çin, Myanmar üzerinden Hint Okyanusu’na inebilirdi;ama bu ülke Amerikan üssü için yer vermeyi reddetmişti. 4000 yıllık sürekli bir tarih üzerine evrimleşmiş, ulusal gurur ve Konfüçyüs anlayışı üzerine kurulu Çin’e, Batı tipi demokrasiyi getirmek, dışardan etik prensipler dayatmak kolay değildir. Çin’de Komünizmin yerini alacak tek ideoloji milliyetçilik olabilir ancak bu da küresel sermeyenin karşı olduğu şeydir. Bu yüzden Çin’deki değişim daha doğrusu kırılmanın ancak askeri yollardan geleceği fikri öne çıkmaktadır.

            Sonuç

      Amerika sonrası yeni düzen; küresel sermayenin yer değiştirdiği, çatışma konuları ve alanlarının büyüdüğü, yeni siyasi kutuplaşma ve oluşumların hızlandığı, post-modern akımlar artarken ülkelerin daha çok parçalandığı, ulus-devletlerin egemenlik ve bağımsızlık özelliklerinin eridiği bir dünya olmaya adaydır.Küresel sermayenin stratejik amacı dünyada tek bir hükümet tarafından yönetilen ve küresel oligarkların çıkarlarına göre düzenlenmiş bir dünya devleti kurmaktır.Bu amaçla hala demokrasi geliştirmeden medet umanlar; BM veya NATO’ya alternatif olarak Demokrasiler Cemiyeti (League of Democracies) kurulması önerisi yapmaktadırlar[45].Yeni dönemde ABD, şu soruları kendine sorarak bir özeleştiri yapmalıdır; demokrasiler meşru ve etkili olarak ancak ABD tarafından mı yoksa temel özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi programlar vasıtası ile daha çok katmanlı bir uluslararası inisiyatifin sorumluluğunda mı geliştirilmelidir? Demokrasi geliştirme, askeri güç ve örtülü operasyonları meşru hale getiren ve ABD’nin gerçekte ülke çıkarlarına yönelik örtülü gündemini destekleyen bir dış politika yöntemi olarak kalmaya devam edecek midir? Demokrasi geliştirme görüntüsü altında pek çok ülkede darbelerin desteklendiği, 1994’de Ruanda’da olduğu gibi soykırıma göz yumulduğu unutulmamalıdır. Demokrasi geliştirmek için başka ülkelerin sivil toplum örgütlerine, medya vasıtalarına, öğrenci değişim programlarına fonlar aktararak, ülke içi gelişmeler hakkında raporlar yayınlamak, karneler tutmak, ülke içinde ayaklanmalar ve sosyal hareketler düzenlenmesi BM temel şartı olan ülke egemenliğine saygı bakımından ne kadar meşrudur? Bir ülke içindeki etnik, dinsel vb. farklılıkları teşvik ederek, askeri, istihbari ve diğer açık ve örtülü yollarla destekleyerek ülkenin bütünlüğünü ve yasal rejimin otoritesini sarsmak uluslararası hukuka ne kadar uygundur? Her ülkenin kendi tarihi mirası, ulusal kültürü, iç ve dış şartları farklı olduğuna göre dünyadaki 550 tip demokrasiden hangisini seçeceği ABD'nin mi işi olmalıdır? ABD, demokrasi geliştirme işinde BM, AB, NATO gibi diğer uluslararası kuruluşları da kendi amaçları doğrultusunda kullanarak uluslararası sisteme olan güvene ve istikrara zarar verdiğinin ne kadar farkındadır?
      230 yaşındaki katı Amerikan siyasi sistemi; para (küresel sermaye), şahsi çıkarlar, medya ve lobilerin hâkimiyetine girmiştir. Borçlarını ödemeyecek durumda olan ABD, sözlük anlamı ile yasal olarak iflas etmiş bir ülkedir. Askeri gücü haricinde endüstriyel-finansal-toplumsal ve kültürel güç dağılımı, ABD tekelinden çıkmaktadır. Ukrayna’daki gelişmeler, Amerikan dış politika vasıtalarının sistematik zayıflığının en son göstergesi oldu. Bunların en başında 48 saat öncesine kadar ABD istihbaratının Rusya’nın Kırım yarımadasını ele geçireceğine dair bir bilgisi olmaması hatta erken bir ikaz dahi gönderememiş olması gelmektedir[46]. Şimdi ABD için neyi, nerde, nasıl yapacağına ve yeni vasıtalara karar verme zamanıdır.  Ancak, bir yandan Ukrayna, Venezüela ve Türkiye’de demokrasi geliştirme çok önemli virajlara geldi diğer yandan Çin’den sonra Rusya ile büyük güç mücadelesinde askeri seçeneklerin dışında yeni bir kurgu ihtiyacı ortaya çıktı. ABD’nin yıkıcı ve bölücü demokrasi modelinin yerini Rusya’da bugün “egemen demokrasi” anlayışı almış ve böylece güçlü bir ulus-devlet yapısı korunabilmiştir. ABD tipi demokrasi geliştirme projelerinden korunmak için Putin’den öğreneceğimiz çok şey vardır. Bunların başında da ülke içinde yabancı fonları ile beslenen ajan gazeteci, politikacı, sivil toplumcu, üniversite hocası, yazar, tv programcısı vb. milliyet ve ülke çıkarlarına bağlılık ülküsünü kaybetmiş insanların ceplerine giden yabancı fonların nasıl kesileceği gelmektedir. Bundan daha önemlisi küresel sermayenin iş dünyası ve medya içinde çöreklenmiş Türkiye’deki uzantılarının deşifre edilmesi gelmektedir. ABD’nin demokrasi ile birlikte “kalkınma” programı diye getirdiği ve ülkeleri soymaktan başka bir şeye yaramayan neo-liberal ekonomi anlayışı da artık çökmüştür ve yerini Çinlilerin devletçi modeli almaktadır. Şüphesiz demokrasi dünyanın en güzel ve insan onuruna en uygun yönetim şeklidir. Ancak, bunu bizi yıkmak için değil, bütünleştirmek ve gerçekten ileriye götürmek için gerekli aktörler ile kendi içimizde başarmalı, başaranların iyi yönlerini örnek almalıyız.

KAYNAKÇA;

[1]CarrollQuigley: A History Of The World InOur Time, MacMillan, (1966),p.48.
[2]F. William Engdahl: Gods of Money, Wall Street andtheDeath of theAmerican Century, (2009), p.20.
[3]CarrollQuigley: TragedyandHope, McMillanCompany, (New York, 1966), p.46.
[4]GaryAllen: NoneDare Call ItConspiracy, G.S.G.&AssociatesPub, (New York, 1971), p.143
[5]CarrollQuigley: TheAnglo-AmericanEstablishment, G.S.G.&AssociatesPub, (New York, 1981), p.87.
[6]DesGriffin: FourthReich of theRich, Emissary Publications, (1994), p.211.
[7]ABD hegemonya sistemi için bakınız, Sait Yılmaz: Güç ve Politika, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2008).
[8]Engdahl: a.g.e.,(2009), p.290.
[9]Engdahl, a.g.e., (2009), p.3.
[10]NationalEndowmentforDemocracy.
[11]NationalDemocraticInstitutefor International Affairs
[12]International RepublicanInstitute
[13]Center forIndependentPrivate Enterprise
[14]American Center for International LaborSolidarity
[15]Thomas Carothers: Effective U.S. Democracy Assistance Requires Reform at USAID, House Committee on ForeignAffairs, (June 10, 2010).
[16]International Foundation forElectionSystems
[17]Eurasia Foundation
[18]Open SocietyInstitute
[19]Alexandra Silver: SoftPower: Democracy-Promotionand U.S. NGOs, CFR Blog: Democracy in Development, (March 17, 2006).
[20]F. William Engdahl: Seeds of Destuction, TheHiddenAgenda of GeneticManipulation, Global Research, (2007), p.132.
[21]FrancesStonerSaunders: TheCulturalColdWar,The CIA andthe World of ArtsandLetters, New Press, (2001), p.69.
[22]ExecutiveIntelligenceReview: Financial Tumult, Vol.24, No.16, April 1997.
[23]Shadi Hamid: TheMeaning of "Power", BrookingInstitute, (July 20, 2007).
[24]Lorne W. Craner, Richard N. Haass, VinWeber, KenWollack: 2008 ForeignPolicySymposium: DemocracyandAmerica's Role in the World, HumphreyInstitute of Rockefeller Foundation, CFR, (September 4, 2008).
[25]Mark P. Lagon: PromotingDemocracy: TheWhysandHowsforthe United Statesandthe International Community, A MarketsandDemocracyBrief, CFR, February 2011.
[26]Morton H. Halperin, Michael HochmanFuchs: TheSurvivalandtheSuccess of Liberty: A DemocracyAgendafor U.S. ForeignPolicy, Century Foundation Press, 2009.
[27]BrianKatulis: DemocracyPromotion in theMiddle East andthe Obama Administration, The Century Foundation, (Feb 16, 2009).
[28]European Endowment for Democracy.
[29]LarryDiamond: Ingredients for a Lasting Democracy, Hoover Digest, No.2, (March 29, 2011).
[30]Open Ukraine: Founders, http://openukraine.org/ua/about/foundersOpen Ukraine, “Governing bodies,” http://openukraine.org/ua/about/management
[31]Open Society Foundations: http://www.opensocietyfoundations.org/about/offices-foundations/international-renaissance-foundation
[32]NED 2012 Annual report, http://www.ned.org/where-we-work/eurasia/ukraine
[33]Victor Pinchuck Foundation: About Victor Pinchuck,http://pinchukfund.org/en/about_pinchuk/biography/
[34]Kenneth Rapoza: Washington’s Man Yatsenyuk Setting Ukraine up for Ruin,Forbes, Feb 27, 2014, http://www.forbes.com/sites/kenrapoza/2014/02/27/washingtons-man-yatsenyuk-setting-ukraine-up-for-ruin/
[35]ChristianStork: What the Media Doesn't Get About the Protests in Ukraine, policymic.com, (December 31, 2013).
[36]Eva Golinger: Agents of Destabilization in Venezuela: The Dirty Hand of the National Endowment for Democracy,Global Research, (April 26, 2014).
[37]Sait Yılmaz: Türkiye’deki Amerika, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2014).
[38]CFR’nin Türkiye uzantısı think-tank olan Global Relations Forum’un  (GİF) Direktörler Kurulu ile merkezin kimleri, nasıl topladığına bakınız: http://www.gif.org.tr/board-of-directors.html
[39]U.S.State of Ministry, Bureau of DHRL: Turkey Report, AdvancingFreedomandDemocracyReports, (May 2010).http://www.state.gov/j/drl/rls/hrrpt/2010/eur/154455.htm
[40]IanBremmer: TheTragicDecline of AmericanForeignPolicy, NationalInterest, (April 16, 2014).
[41]Paul Joseph Watson: Top U.S. Diplomat: Russia Has Betrayed the “New World Order”, Global Research, (25 April, 2014).
[42]Stephen Lendman: Full Spectrum Dominance: Totalitarian Democracy in the New World Order, Review of F. William Engdahl's book,Global Research, (June 22, 2009).
[43]Michael Bohm: Why Russia’s Democrats Need West’s Support, Democracy Digest,(21 Oct, 2011).
[44]Democracy Digest: WhyDoesn’tChinaDemocratize?,(August 17, 2011).
[45]Craner: a.g.e., (2008).
[46]Nikolas K. Gvosdev: The Deep Policy FailuresThat Led to Ukraine, National Interest, (April 17, 2014).

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/05/05/7575/yeni-dunya-duzeni-ve-demokrasi-gelistirme



***