Türkiye-Rusya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye-Rusya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2019 Cuma

DIŞ POLİTİKADA “EKSEN KAYMASI” MI?:

DIŞ POLİTİKADA “EKSEN KAYMASI” MI?: 

15 TEMMUZ SONRASINDA TÜRKİYE-RUSYA YAKINLAŞMASI,



Dr. Yusuf SAYIN

15 Temmuz’da belki de son iki yüz yıldır Türk siyasi tarihinin hiç görmediği kadar dramatik olan ve halkın gösterdiği kahramanca karşı koyuşla engellenen darbe girişimi, ülke içi konjonktürü etkilediği kadar dış politikada da önemli gelişmelere ve yeni hamlesel adımlara yol açacak gibi görünüyor. Bu çerçevede, darbe sonrası dönemin en önemli dış politik gelişmesi olarak, Türkiye-Rusya yakınlaşması ve 9 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapacağı ikili görüşme görülebilir.

Türkiye’nin yoğun gündemi esnasında belki gölgede kalmış olabilir; fakat Türk dış politikasının seyri açısından iki ülkenin tekrardan bir uzlaşıya varmak istemeleri oldukça dikkate şayan. 
Yeniden masaya oturma süreci, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevkidaşı Putin’e yazdığı mektupla başlamış; uçak hadisesinden duyulan üzüntü (çok keskin bir özür olmasa bile) belirtilmiş ve Türkiye-Rusya arasında cereyan eden krizden bir çıkış yolu aranmıştır. 
Bu kapsamda 9 Ağustos tarihinde iki ülke devlet başkanları arasında St. Petersburg’da bir görüşme planlanmıştır.

Bu görüşmeyi önemli kılan şey; (Türk Akımı Doğalgaz Projesi, Rusya’nın gıda ithalatı, turizmde ilişkilerin geliştirilmesi ve vizeler gibi kritik konularla birlikte), iki lider arasındaki randevunun Türkiye ve Rusya arasındaki krizin bitirilmesine yönelik bir hamle olması ve 15 Temmuz FETÖ/PDY darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın ilk yurtdışı seyahati olmasıdır. İlk seyahatin Rusya’ya gerçekleştirilmesinin önemi ise, Türk siyasi tarihinde tecrübe edilen darbe, ihtilal ve büyük terör saldırıları gibi makro ölçekli olaylarda, hadise esnasında veya sonrasında Rusya ile olan derin ve tarihsel ilişkilere “tekrardan” refere edilmesi ve bu şekildeki gelişmelerde Batı/Amerika müdahaleciliği rahatsız edici düzeye geldiğinde Doğu/Rusya’nın dostluğu ve işbirliği aranmasıdır.

Bu noktada ilk akla gelen soru, neden Rusya ile bir barışın arifesinde iken 15 Temmuz vakıasının vuku bulduğudur? Hem de İsrail ile henüz bir anlaşma imzalanmışken… 15 Temmuz darbe girişiminde Amerikan’ın dahli ispatlanır ve ortaya çıkarılırsa, Türk-Amerikan ilişkilerinin uzun bir süre sallantıya gireceği kesin görünmekle birlikte, Türkiye’nin dış politika yaklaşımlarında daha çok Rus (Sovyetler) yanlısı/eksenli bir çizgi ve siyaset izleyeceği öngörülebilir. Haliyle yakın zamanlarda bu konu medyada ve akademik çalışmalarda “Eksen Kayması” olarak dile getirilecektir. Fakat tuhaf olmayan şey, bir ülkenin dış politikasının esnek olması gerekliliği ve “kayma” olarak telakki edilen yeni hamlelerin aslında dış politikada bir çıkış yolu olarak denenmesidir. Mesele ülkenin var oluşu ve egemenliği ve halkının mevcudiyetinin devamını sağlamak ise dış politikada ittifaklar, ortaklıklar, işbirlikleri ilkesel duruş saklı kalmak kaydıyla normal olduğudur. Zira katı olan kırılır, elastik olan hamlesel olarak esner.

Türkiye-Rusya ilişkileri hızla normale dönerken, iki ülkeden sürpriz bir şekilde, Türkiye ile Rusya A milli futbol takımlarının, 31 Ağustos'ta Antalya'da özel bir karşılaşma oynamasına karar aldı. 9 Ağustos'ta Rusya'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Rusya Devlet Başkanı Putin'i bu maça davet etmesi beklenmektedir. Zira Futbol maçları seyircili (halk) oynanır ve top hızlı hamlelerle çevrilir (yeni dış politik adımlar). Yeni dönem Türkiye-Rusya ilişkilerinde bazı gelişmeler beklenebilir:

Türkiye-Rusya arasında pek çok alanda (ekonomi-ticaret-yatırımlar, dış politika-diplomasi, bölge, enerji, turizm) yaşanan sorunlu ilişkilerde normalleşmenin yaşanması;

Suriye meselesinin çözümü için ortak ve istişareli girişimlerde bulunulması ve bölgesel işbirliği ve ittifak imkânları aranması (political realignment in the region);

15 Temmuz sonrası ABD ile yaşanan krizin uluslararası ilişkilerde Rus desteğinin alınması ile ikame edilmesi;

Türk akımı gibi Rusya ile enerji işbirliği kaldığı yerden devam ettirilmesi;

Yakın ve dostça komşuluk ilişkilerine ve stratejik partnerliklerine vurguda bulunulması;

Türkiye’de iç politik bunalımlarda Batı’nın gereğince hoşgörülü davranmadığı göz önüne alındığında Rus toleransının talep edilmesi;

Batı’nın dengelenebilmesi için Rus desteği ve dostluğuna başvurulması;

Türk desteğinin sağlanmasıyla Rusya’nın Esad’ın yönetimden uzaklaştırılmasını sağlaması ve Suriye’deki Rus askeri ve politik çıkarlarının güven altına alınması;

Burada altı çizilmesi gerekli husus, yukarıda son üç maddede ifade edilen hususların gerçekleşmesi durumunda Batı ile Türkiye ilişkilerin sorunlu bir mecraya girmesi ve Rusya ile yakınlaşmanın Batı’nın Ortadoğu bölgesindeki çıkarları için tehlikeli olarak görülme ihtimalidir. Rusya ile yeni yolda nelerle karşılaşılır bilinmez, ama her halükarda Türkiye’nin dış politikasında yeni eksenler arayışında olduğu sarih bir şekilde gözlemlenmektedir.

http://www.yusufsayin.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=74&Itemid=211


http://www.yenihaberden.com/dis-politikada-eksen-kaymasi-mi-5075yy.htm


****


Eksen Kayması mı? Değişen Türk Dış Politikası ve Batı

Yrd. Doç. Dr. Emine AKÇADAĞ ALAGÖZ
28 Haziran 2010 

   Washington merkezli Transatlantic Academy, 3 Haziran 2010 tarihinde ?Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, Komşuları ve Batı? (Getting to Zero: Turkey, its Neighbors and the West) başlıklı bir rapor yayınladı. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi kurucu dekanı Ahmet Evin, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Kemal Kirişçi, Prof. Ronald H. Linden, Nathalie Tocci, Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Ekonomi Profesörü Thomas Straubhaar, Akademisyen Joshua W. Walker ve Juliette Tolay-Sargnon tarafından kaleme alınan rapor, genel olarak Türkiye?nin global ve bölgesel rolünü ve Türkiye?nin iç dinamiklerinin transatlantik ilişkilere etkisini içermektedir.

Transatlantic Academy Direktörü Stephen Szabo, ?Türkiye, sıkı ilişkilere sahip olduğu Batı ile sorunlu ama aynı zamanda da stratejik bir bölge olan Doğu arasında uzun zamandır köprü görevi görmektedir? diyor ve ekliyor ?Bugün Türkiye siyasi, ekonomik ve kimlik bağlamında bir iç değişim geçirmektedir. Uygulanan yeni bölgesel diplomasi ile de Türkiye, komşularıyla kuruluşundan beri hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler geliştirmektedir. Bu yeni gelişme Batı?nın da yararına olmakla birlikte Türkiye?nin, Doğu?nun siyasi ve ideolojik yapısına kayabileceğine ilişkin endişeleri de beraberinde getirmektedir.?(1)

Genel bir değerlendirme yapıldığında raporda ilk göze çarpan, Türkiye?deki eksen kayması tartışmalarının ABD ve AB?de de yansımalarının bulunduğudur. Önemli bir müttefik olan Türkiye?nin ?Komşularla sıfır sorun politikası? desteklenmekle birlikte Türkiye?nin Doğu?nun siyasi eğilimlerine kayma ve Batı?yla ilişkileri ikinci plana itme olasılığı endişe uyandırmaktadır. Ancak Türk siyasetçileri eksen kayması tartışmalarının gerçeği yansıtmadığını ve Türkiye?nin Batı politikasında herhangi bir değişim olmadığını kesin bir dille ifade etmektedirler.(2)

Bu bağlamda belirtilmesi gereken Türk dış politikasının, Türkiye Cumhuriyeti?nin kuruluşundan itibaren dengeci ve statükocu bir vizyona sahip olduğudur. Şüphesiz Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uzun bir süre boyunca devlet ve güvenlik kavramları temel bir nitelik taşımış ve Türkiye?nin konumu itibariyle güvenlik kaygısı üst düzeyde olmuştur. Ancak uluslararası konjonktürün değişimi ile birlikte Türk dış politikasında da revizyona gidilmiş, sert güç yerine yumuşak güç unsurları (sorunların diyalog ve diplomasiyle çözümü, ülkeler arası arabuluculuk, uluslararası örgütlerde görünürlük...) ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca bölgesel bir güç olarak yerini sağlamlaştırma amacındaki Türkiye için dış politikada ?çok yönlülük ve komşularla sıfır sorun politikası? temel bir anlayış haline gelmiştir. Nitekim Türkiye?nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliği, Türk güvenlik güçlerinin Afganistan ve Lübnan?daki varlığı, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreterliği?ne Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu?nun seçilmesi, Yunanistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik adımlar atılması, Rusya, Suriye ve Irak?la vizeler kaldırılması, İran nükleer politikası konusunda arabuluculuk ve Ermenistan açılımı bu çok yönlü dış politikanın sonuçları olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye?nin bu kendine güvenli ve aktif dış politikasının ABD?yi, AB?yi ve Türkiye?nin yakın komşularını etkilediğini vurgulayan ?Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, Komşuları ve Batı? başlıklı rapor, kendi çıkarları için ABD ve AB?nin de Türkiye?nin bu yeni dış politikasına destek vermesi gerektiğini ifade etmekte ortak çıkarlar için taraflara bazı önerilerde bulunmaktadır.(3)

Türkiye için Öneriler:

- Türkiye?yi komşuları için yapıcı bir güç ve ilham kaynağı haline getirecek şeyin sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştirilmesi olduğunun bilincine varılması.
- AB entegrasyon sürecinin Türkiye?nin iç değişimi ile bölgesel rolü ve ilişkileri açısından taşıdığı önemin bilincinde olunması.
- Avrupa pazarları ile ticari ilişkilerin ve yatırımların geliştirilerek sürdürülmesi.
- Türkiye?nin transit bir göç yolu olarak kullanıldığının kabul edilip bu durumun denetim altına alınması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması.
- Komşularla sıfır sorun politikasının başarıya ulaşmasının karmaşık ilişkilerin iyi yönetilmesi ile mümkün olduğunun ve bunun için de tarafların samimi ve yapıcı yaklaşımlarda bulunması gerektiğinin farkına varılması.
- ABD ile ilişkileri geliştirmek için Obama yönetiminin uyguladığı açık politikadan yararlanılması.

Günümüzde Türkiye, laik ve demokratik anayasal bir  yönetimin, büyük çoğunluğu Müslüman olan nüfusla birlikte mümkün olabildiğini  göstererek Orta Doğu bölgesinde bir model ülke niteliği kazanmıştır. Ancak bu ayrıcalıklı konumun sürekliliği raporun belirttiği gibi sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştirilmesi ile sağlanabilir. Bu konuda sağlanan ilerlemeler şüphesiz Türkiye?nin AB sürecine de katkı sağlayacaktır. Batılı değerleri benimsemiş, pek çok Batılı kuruma üye ve AB?ye aday bir ülke olarak Türkiye, bölgesinde Batı?nın bir parçası olarak algılanmaktadır. Tüm bu özellikler Türkiye?nin komşuları nezdinde de imajını güçlendirirken Orta Doğu bölgesinin siyasi ve ekonomik dönüşümüne katkı sağlayarak gerek ulusal güvenliğini uluslararası güvenlikten ayrı düşünemeyen ABD?nin, gerekse Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası ve Avrupa Komşuluk Politikası uygulamaları ile sınırlarının güvenliğini sağlamaya çalışan AB?nin çıkarlarına da hizmet etmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan, bu ülkelerin gelişimi ve uluslararası sisteme entegrasyonunda pay sahibi olan bir Türkiye'nin Batı nezdinde elini güçlendireceği düşünülebilinir. Bununla birlikte raporda belirtildiği üzere ?komşularla sıfır sorun politikasının? iyi yönetimine önem verilmeli, AB ve ABD ile yapıcı ilişkiler geliştirilmeye devam edilmelidir.

Barack Obama, devlet başkanı olduktan sonra ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye?ye yapmış ve ABD?nin Orta Doğu politikasında Türkiye?nin önemli bir rol üstleneceğini vurgulamıştır. 2009 yılında geleneksel olarak ?stratejik ortaklık? şeklinde tanımlanan ABD-Türkiye ilişkileri, Barack Obama tarafından ?model ortaklık? biçiminde nitelendirilmiştir. 2009 yılı boyunca iki ülke arasında terörle mücadele, Irak, Afganistan, Orta Doğu barış süreci, Türkiye?nin AB?ye katılım süreci gibi çeşitli konularda işbirliği devam etmiştir. Ancak Irak Savaşı, PKK sorunu, Amerikan Kongresindeki Ermeni soykırım tasarı gibi konular neticesinde zarar gören Türk-Amerikan ilişkileri son dönemde de İsrail ile yaşanan sorunlar ve İran nükleer programı nedeniyle gerginleşmiştir. Ancak deneyimler Türk-Amerikan ilişkilerinin zaman zaman sorun yaşamakla birlikte, iki ülkenin birbirlerinin dış politikası ve güvenlik politikaları açısından taşıdığı önem nedeniyle kısa zamanda düzeldiğini göstermektedir.

Raporun bu süreçte ABD için getirdiği öneriler(4):

- Sessiz diplomasi yoluyla Türkiye?nin reform çalışmaları desteklenerek ve Avrupalı partnerlere, ?ayrıcalıklı ortaklık? kavramının inandırıcılıktan yoksun ve üyelik sürecini baltalayıcı bir nitelik taşıdığı ifade edilerek Türkiye?nin AB üyeliğinin desteklenmesi.
- Ekonomik faktörlerin, pazar arayışlarının ve enerjinin Türk dış politikasını şekillendirdiğinin bilincine varılması.
- Türkiye ve Ermenistan?a protokollerin onaylanması için baskı yapılarak Türk-Ermeni uzlaşısına destek olunması.
- Kıbrıs barış sürecine destek olunması, Kıbrıs?ın Türkiye?nin AB üyeliğindeki kritik önemi ve AB?nin bu süreçte üçüncü taraf olarak sınırlı bir varlık gösterdiği göz önünde bulundurularak ABD?nin daha aktif bir politika izlemesidir.

AB ?ye gelince, AB'nin genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle, "Türkiye'nin dış politikada ekseni kaydı" tartışmalarına ilişkin olarak, "Türkiye'nin adımları AB perspektifiyle çelişmiyor. Aynı zamanda komşularla sıfır sorun politikasının da somut sonuçlar getireceği beklentisindeyiz? açıklamasında bulunmuştur.(5)

Temmuz ayından itibaren AB Dönem Başkanlığı?nı devralacak olan Belçika da, AB Daimi Temsilcisi Jean de Ruyt?un yaptığı açıklamayla AB içindeki Türkiye lehine gelişmelerin sinyallerini vermiştir. Jean de Ruyt, Türkiye?nin son yıllarda dünyadaki konumunu ilerlettiğini belirterek, ?Türkiye ile ilişkilerimizi yeniden dengeleyeceğiz. Yeni fasıllarda müzakereleri başlatmak için elimizden geleni yapacağız? demiştir.(6) Die Welt Gazetesi?ne göre yıl sonunda yapılacak zirve toplantısı öncesi yeni strateji üzerinde çalışan AB?nin, Türkiye?nin önem verdiği müzakere başlıklarının açılması (Bugüne kadar 12 başlık açılmış olup toplam 18 başlık ise Fransa, Kıbrıs Rum Kesimi ve limanlar sorunu nedeniyle askıda bulunmaktadır.) ve ?vize muafiyeti? gibi konularda harekete geçme olasılığı bulunmaktadır.(7)

Gündemdeki bu çalışmalar, raporun Avrupa Birliği için getirdiği öneriler ile de paralellik taşımaktadır(8):

- Türkiye ile ilişkilerin, Avrupa entegrasyonu projesinin temel taşlarından olan Ahde vefa ilkesi uyarınca yürütülmesi.
-  Komşularının ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda küresel ekonomiye entegrasyonunda Türkiye?nin oynadığı rolün kabul edilmesi.
- Uygulanmakta olan Gümrük Birliği?nin Türkiye?nin zararına olduğunun kabul edilmesi ve çözüm yollarının aranması.
- Lizbon Antlaşması?ndan yararlanılarak OGSP, enerji, sığınma, sınır kontrolü gibi alanlarda Türkiye ile işbirliğinin geliştirilmesi.


AB üyelik hedefini her fırsatta yineleyen ve gerekli reformların ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde önemli ilerlemeler kaydeden Türkiye?nin, AB?ye yönelik en büyük eleştirilerinin Birliğin Ahde vefa ilkesi uyarınca davranılmaması ve Gümrük Birliği?nden kaynaklanan dezavantajlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konularda yapılacak iyileştirmelerin iki tarafın ilişkilerini olumlu şekilde etkileyeceği söylenebilir.

Özetle Türkiye?nin yeni dış politikası, Batı yerine Doğu?ya yönelindiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Türkiye?nin Doğulu komşuları ile ilişkilerini geliştirmesi ve özellikle Orta Doğu bölgesindeki sorunların çözümünde rol oynaması istikrarlı bir Orta Doğu görmek isteyen Batılı müttefiklerinin de yararına olacaktır. Bu politikanın başarısı şüphesiz Türkiye?nin olduğu kadar ABD, AB ve komşu ülkelerin katkılarına da bağlıdır. Transatlantic Academy raporunun da belirttiği gibi kendi çıkarları için ABD ve AB de Türkiye?nin bu yeni dış politikasına destek vermelidir. Böylece her iki tarafın da yararına olacak şekilde Türkiye, Doğu ile Batı arasındaki köprü konumunu devam ettirebilecektir.

Notlar:

1- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)
2- Eksen Kayması Tartışmaları, www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=4e372cac-b61d-497e-944a-93f442df0bd1(erişim 20 Haziran 2010)
3- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)
4-Ibid.
5- Türkiye?nin Adımları AB ile Çelişmiyor, Bkz. www.turktime.com/haber/Eksen-Kaymasi-Tartismalarina-AB-den-Yanit-Geldi-Turkiye-nin-Adimlari-AB-ile-Celismiyor-/97485 (erişim 20 Haziran 2010)
6- AB, Türkiye Açılımı Hazırlıyor, Bkz. www.hurriyet.de/haberler/dunya/602988/ab-turkiye-acilimi-hazirliyor (erişim 16 Haziran 2010)
7- Ibid.
8- Transatlantic Academy Raporu, Bkz. transatlanticacademy.org/view/resources/uploaded/GettingtoZeroFINAL.pdf (erişim 18 Haziran 2010)


http://www.bilgesam.org/incele/1234/-eksen-kaymasi-mi--degisen-turk-dis-politikasi-ve-bati/

***


Dış Politikada Eksen Kayması mı Normalleşme mi? 

2014-06-27 03:47:01 

Türkiye'nin dış politikasında eksen kayması tartışmaları 2009  yılında  yoğun bir şekilde yapıldı. Bugün de yapılmaya devam ediyor. İki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra, bütün ülkeler gibi Türkiye de yeni duruma intibak etme süreci yaşadı. İki kutuplu dünyada kutup başlarına tâbi olarak yürütülürdü dış politika. Türkiye için aslolan, bağlı olduğu kutbun lideri durumundaki ABD'nin politikaları ile uyumlu olmaktı. Kendisinin özgün politikalar geliştirmesi gerekmiyordu. Türkiye'nin dış politika yapıcıları da bu duruma göre yetişmiş, eğitilmiş insanlardı.

90'lı yılların başından itibaren iki kutuplu dünya son buldu. Bu kutuplara bağlı bütün ülkeler gibi Türkiye de bu yeni duruma uyum sağlamak mecburiyeti ile karşı karşıya kaldı. O güne kadar geçerli olan dış politika argümanlarını yeniden gözden geçirmeliydi, dolayısıyla politikaların önceliklerini yeniden tespit etmek lüzumu hasıl oldu.

Bu yeni durum Türkiye'nin şimdiye kadar ihmal ettiği, veya yeteri kadar önem vermediği komşularıyla ve tabii coğrafyası ile ilişkileri geliştirmeyi gündeme getirdi. Bu, şartların dikte ettiği bir durumdu ancak geleneksel şartlara bağlı olan iktidar seçkinleri bu durumu eksen kayması olarak niteledi ve siyasi iktidarı yıpratmaya dönük bir argüman olarak kullandı.

Geleneksel Türk Dış Politikasını Belirleyen İlkeler
Geleneksel Türk Dış Politikasının Temel ilkeleri:

a) Coğrafi ve güvenlik anlamında statükonun korunması.
b) Batılılaşma.

Cumhuriyet'in kuruluşundan 2000'li yıllara kadar dış politikaya en genel anlamıyla bu ilkeler yön vermiştir. Bugün yeni bir durumla karşı karşıyayız. Bu temel ilkeleri mahfuz tutmakla birlikte, oluşan yeni duruma uygun politikalar geliştirme mecburiyeti var Türkiye'nin.

Soğuk Savaş sonrası oluşan ortam, Türkiye'nin dış ilişkilerini NATO merkezli olmaktan çıkarmakla birlikte, güvenlik ihtiyacının önemini azaltmamıştır. Dolayısıyla siyasetten elini çekmiş kendini asli görevi olan dış güvenliğe endekslemiş güçlü bir ordunun varlığına olan ihtiyaç devam etmektedir.

Türkiye, yakın komşuları ve yakın havzası olan Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya ile ilişki halindedir. Ayrıca AB üyelik süreci ve NATO nedeniyle Batı Avrupa ve Atlantik ötesiyle ilişki içindedir. Bütün bu bölgelerde meydana gelen değişiklikler  Türkiye'yi   etkileme potansiyeline  sahiptir.  Doğal olarak Türkiye, buralarla ilgilenmek, bu bölgelerde meydana gelen gelişmeleri izlemek ve mümkünse etkilemek durumundadır. Bunun için Türkiye'nin, geniş perspektifli ve değişken dengelere göre pozisyon geliştirilebilen dinamik bir dış politika uygulama mecburiyeti vardır.

Yine Türkiye, güvenliğini yeni bölgesel ittifaklar kurarak sağlamlaştırmak, komşularını istikrarsızlığa sürükleyecek politikalardan uzak tutmak ve bu bağlamda karşılıklı bağımlılık oluşturabilecek yollan, usulleri geliştirmek durumundadır. Tabiidir ki bu anlamda hayale kapılmadan tarihsel ve kültürel yakınlıkları da değerlendirecektir.

İşte Türkiye, Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra el yardımıyla da olsa bilhassa yakın coğrafyasıyla irtibatlarını geliştirmeye çalışıyor. Rejim değişikliğine rağmen, Iran ile ilişkilerin normal bir düzeyde tutulması ve uluslar arası konjonktürün Suriye'yi dışladığı bir ortamda cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye'ye gitmesi komşularla yakınlaşma politikasının bir sonucudur.

2000'li yılların başında AKP'nin iktidara gelmesinden sonra bu politika daha rafine ve entegre olarak yürütülmeye başlanmıştır. Dünya konjonktürünün şu olduğu belirsizlik ortamında el yordamıyla yürütülüyordu bu politikalar. Dünya konjonktürünün giderek netleşmesiyle imkânlar ve sorunlar daha belirgin bir şekilde ortaya çıkınca, oluşturulan politikalar da net ve rafine hale gelmeye başladı. AKP'nin iktidarda olduğu dönemde daha entegre ve görünür şekilde uygulamaya başlayan politikalar muhalif elit tarafından 'eksende bir kayma' olduğu şeklinde yorumlandı. Ve bu yonım AKP iktidarını zayıflatmaya dönük bir iç politika argümanı haline getirildi.

Şunu açıkça söylemek gerekir: Türkiye'nin dış politikasındaki temel ilkeleri değişmemiştir. Ancak bu ilkeleri tek noktaya bakarak, başkalarının ürettiği politikaların yanında veya karşısında olmaktan öteye yorumlayan bir yaratıcılığı ve esnekliği olmayan dış politika anlayışı değişmeye başlamıştır. Batıcılık da, komşularla ilişkiler de siyasi olmanın ötesinde kültürel, ekonomik, tarihi açıdan daha kapsamlı olarak yorumlamaktadır artık.

Pozisyon Alan Değil Alternatif Üreten Bir Politika,

Türkiye'nin entegre bir dış politika uyguladığını söyleyen  Dışişleri  Bakanı  Ahmet Davutoğlu, ülkelerin uyguladıkları dış politikayı dört grupta topluyor: "Zorunluluk ülkeleri (...), öncelikler ülkeleri (çok gündemi olan ama öncelik sıralaması yapanlar, bir zamanlar Kıbrıs'ı tüm ilişkilerinin kriteri haline getiren Türkiye gibi), entegre dış politika izleyenler (birbirini tetikleyen, çok yönlü politikalar oluşturulan ülkeler bu gruba giriyor), küresel strateji uygulayanlar (ABD, Rusya, Çin gibi), Türkiye üçüncü gruba giriyor.”

Davutoğlu'nun da söylediği gibi bu, Türk dış politikasında yeni bir durumdur. Birtakım kırmızı çizgiler çizip o çizgilerin arkasında pozisyon alarak politika yapmaktan vazgeçiyor Türkiye. Bir taraftan Kıbrıs politikasını yürütürken aynı anda Gazze konusunda gayret gösteriyor. ABD, AB ve Ortadoğu arasında bir öncelik sıralaması yapmaksızın entegre bir politika uygulamaya gayret ediyor.

Ayrıca Türkiye, sadece sorunları üzerinden dost belirleyen ve sorunlarıyla anılan bir statüden çıkma gayreti içinde olan bir ülke konumundadır. Daha önce de sorunları bağlamında dünya siyasetinde yer tutan Türkiye, artık çözüm üreten politikalarıyla anılmaya başlanmıştır.

Lübnan, Filistin ve Gürcistan sorunlarında uyguladığı aktif politika, Türkiye'nin imajının değişmesi noktasında önemli bir adım olmuştur.
Türkiye'nin dış politikada gerçekleştirdiği buv atılımlar, batı hayranı elit tarafından onun geleneksel ekseninden farklı bir eksene kaydığı şeklinde yorumlanıyor. Bunun böyle olmadığını ve istenmediğini gerek Erdoğan, gerek Davutoğlu sıkça dile getiriyorlar.

Ancak bir eksen kaymasının olmadığını söylemek, her şeyin aynen eskisi gibi olduğunu söylemek anlamına gelmiyor. Elbette dış politikada, geleneksel eliti rahatsız eden gelişmeler oluyor. Bu politikalardan pek mutlu olmayan Sami Kohen durumu şöyle açıklıyor. "Bugünkü hükümetin belirlediği dış politika, geçmiş yıllarda daha çok Batı eksenli veya odaklı politikalardan farklı. Buna ister 'çok boyutlu', ister 'çok eksenli', ya da 'çok öncelikli' deyin, bu politika fiilen eski geleneksel çizgiden ayrılıyor. Bu aşamada, Batı ile sıkı bağların ve Avrupa vizyonunun terk edilmesi söz konusu olmasa da, Batı'yla her alanda beraberlik veya Batı ile ortak aidiyet duygusu artık eskisi kadar belirleyici bir faktör sayılmıyor"

Evet tam da bu. Batı ile her alanda beraberlik veya Batı ile ortak aidiyet duygusunun belirleyiciliği Türk dış politikasında giderek zayıflıyor. Bundan, istikbalini ve varlığını bütünüyle Batı'ya bağlamış olanların dışında kimse rahatsız değil. Hatta Batı'nın kafası çalışan elitleri, bizdeki Batı hayranı elitlerden çok daha rasyonel olarak değerlendirebili-yorlar durumu.

CIA’nın Ulusal İstihbarat Konseyi’nin eski başkan yardımcısı Graham Fuller, Türkiye'nin dış politika dünyası içinde ileri gelen bazı çevrelerin, Türkiye'nin, ABD'nin ve NATO'nun bölgedeki uzantısı olma konumunun Türkiye'ye hizmet etmediğine inanmaya başladığını belirterek, şunları söylüyor. "Yani bence bu hareket AKP iktidara gelmeden önce de büyüyordu. Ama AKP, özellikle de Ahmet Davutoğlu Dışişleri bakanı olduktan sonra ciddi adımlar atmaya başladı. Dışişleri Bakanlığı da bunu, yani ABD ve Avrupa ile birlikte çalışan, AB üyesi olmayı hedefleyen, ama aynı zamanda Rusya ile Çin ile Arap Dünyası ile, Kafkaslarla,
Ortaasya ile, Akdeniz ile Afrika ile çalışan bir dış politika vizyonunu büyük ölçüde destekliyor bana kalırsa. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nda, sayıları giderek azalan Amerikan yanlısı kuşağın dışında buna karşı çıkan olduğunu sanmıyorum." Tabii ki buna birde Amerika yanlısı ve Batı hayranı aydınları eklemek lazım.

• Çok Boyutlu Politika 
• İmkânlar ve Riskler,

Türkiye yeni bir dış politika ile iklimde dengelerini oluşturmaya çalışmaktadır. Bölgesiyle, komşularıyla, geleneksel müttefikleriyle, bu yeni durum muvaza-hanesinde yeni ilişkiler tesis etmektedir. Elbette bu çok hassas davranılması gereken bir süreçtir. Yeni imkânları ortaya çıkaran bu süreç, yeni riskleri de bünyesinde barındırmaktadır.

Bu bağlamda yürütülen yeni çok boyutlu dış politikanın Türkiye'ye sağladığı imkânları kaba hatlarıyla şöyle sıralamak mümkün.

a)Türkiye yürüttüğü aktif ve yaratıcı isabetli politika ile Ortadoğu'daki jeopolitik konumunu güçlendirdi.
b)Komşularla yapılan ticaretin boyutu önceki dönemlerle kıyaslanamayacak bir büyüklüğe ulaştı. Bu ticaretin hacmi yıllık yaklaşık otuz milyar doların üstüne çıktı.
c)Türkiye bölge sermayesini direkt yatırımlar şeklinde ülkeye çekebildi.
d)Bu ticaret ve sermaye ilişkilerinin ekonomik anlamının ötesinde, en önemli anlamı, ilişkilerin halkları da kapsayacak şekilde genişlemesi ve karşılıklı bağımlılık sonucunu doğur-masıdır.
e) Türkiye, bu dönemde mikro diplomasi denen bir yöntemle devletten devlete ilişkilerin ötesine geçerek, ülkenin politik yelpazesinde yer alan gruplar ve kişilerle de ilişkiler geliştirdi. İrak ve Lübnan ile geliştirilen ilişkiler buna örnek olarak verilebilir. Bu tür ilişkilerin bölgede önemli sonuçlar ürettiği tarihen sabittir.
f) Türkiye bölge sorunlarının çözümü konusunda aktif bir tavır sergilemiştir. Israil-Suriye arasında, Lübnan sorununda kolaylaştırıcı rol üstlenmiştir. Yanlışlıkla 'arabuluculuk' olarak adlandırılan bu pozisyonu Davutoğlu "kolaylaştırıcı rol üstlenme" olarak tashih etmiştir.

Bu listeyi uzatabiliriz. Ama yukarıdaki sayılanların bile Türkiye'yi önemine uygun bir yere taşıma konusunda ciddi sonuçlar doğuracağı inkâr edilemez.

Yeni Durumun Getirdiği Riskler,

Risklerin hepsinin ince bir analize tabi tutulması bizim imkânlarımızı ve bu yazının çerçevesini aşacağını biliyoruz. Onun için ilk elde görülebilen bazı risklerden bahsetmek istiyoruz.

a) Türkiye konumu icabı hem bir bölge ülkesi hatta bölgenin en önemli ülkesi, aynı zamanda Batı ittifakının ve NATO'nun da bir üyesi.

Sorun şurada: Soğuk Savaş'ın bitmesinden  sonra  NATO, islam'ı tehdit bağlamında değerlendirdi. Görev alanını İslam coğrafyasının tamamını kapsayacak şekilde genişletti. NATO'nun alacağı, bölgeye bir müdahale kararı Türkiye'yi çok zor durumda bırakacaktır. NATO üyesi Türkiye müda-hil tarafta olacak, bölge ülkesi Türkiye bölge ülkelerinin yanında yer alacak!.. Bu, çözümü zor bir sorun olarak, Türkiye'nin karşılaşacağı muhtemel bir durumdur.

b) Yine Kafkaslarda uygulanan politikalar bağlamında ciddi zorluklar vardır. Ermenistan sorunu bunların başında gelmektedir. Ermenistan bilindiği gibi üzerinde en çok etki barındıran bir ülkedir. Diaspora etkisi, ABD etkisi, Rusya etkisi, Fransa etkisi, buna bir de Ermenistan'ın kimliğini inşa eden soykırım parametresini de ilave edersek nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. AyrıcaTürkiye'nin elini ayağını bağlayan Azerbaycan sorununu da dikkate aldığımızda, Türk dış politika yapıcılarının ürettikleri bölgesel politikayı zayıflatacak ne tür bir risk ve sorun yuma ğı ile karşı karşıya kaldığımız görülür.

c) İran'ın nükleer güç olma isteğine, BM Güvenlik Konseyi'nin ambargo yaptırımı ile karşılık verdiğini biliyoruz.
Türkiye bu yaptırım karşısında, İran'ı haklı olarak kollayan bir tavır takınmıştır. Bu politika doğru bir şekilde şimdiye kadar yürütülebilinmiş tir. 
Ancakbu politikanın yürütülebilmesi giderek zorlaşmaktadır. 

Bu sorun,

Türkiye'nin komşularıyla sıfır ' sorun politikasını torpilleyecek bir potansiyele sahiptir.
d) Arka arkaya birazda hevesle uygulanan politikalar, ezilmiş bölge halklarında Türkiye'ye ilişkin beklentiyi de yükseltmiştir. Birtakım jestlerle yükselen bu beklentinin, basit taktik hatalarla hayal kırıklığına dönüşebileceğini unutmamalı yız. Bu aşırı beklentileri, kontrollü bir iyimserliğe ve yoğun bir çabaya dönüştürmek mümkün olabilseydi, demek sadece bir temenniden öteye gitmiyor.

Burada amacımız risklere vurgu yapmak, dikkat çekmektir. İmkânların var olduğu yerde risklerinde olduğu bedahet derecesinde açıktır.

Bu imkânlar ve risklerin arasında ilerleyecek olan dış politikanın dikkatli ve ihtiyatlı bir süreçten geçerek doğru bir hedefe ilerlemesi temenni edilir.
Bu politikanın başarısızlığa uğraması için sadece dış aktörler çaba göstermiyor, içeride bu sonucu sağlamaya çalışan ve en ufak bir arızayı büyüterek iktidarın başarısızlığı olarak takdim etmek isteyenler eksik değil.

Ermeni Tasansı'nın ABD'de komisyonda kabulünden sonra, sen "van minut" diye efelenirsen işte böyle bir sonuca ulaşırsın, diye keyifle söylenen bir politika yapıcı unsurun da olduğunun farkında olunmalı.

Bütün bunlara rağmen Türk Dış Politikasının Normalleştiğini söylemek doğru olacaktır.

Kaynak: UMRAN DERGİSİ Nisan / 2010

http://www.teknikelektrik.com/kose-yazisi/131/dis-politikada-eksen-kaymasi-mi-normallesme-mi.html

***