Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ermenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2020 Cumartesi

ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 2

 ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 2




2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 
Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:
İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı 
oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. 

TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk işadamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı işadamlarının son dönemde sıkça Türk işadamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk işadamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. İşadamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.
Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’dakidevrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona 
erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. Bu durumda da İran 
devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. 

Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış olurdu. Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. 

Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesidir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. 
Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. 

Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya  çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.

İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.
  İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk 
cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve 
ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. 

   Ermenistan’ın Azeri topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. 
İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün 
Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği 
yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler 
boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür 
gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin 
başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. 

Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok yanılıyor. 
Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı 
döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş 
yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu 
açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların üstesinden gelerek İran doğalgaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka 
işbirliklerinin de yolunu aradı. İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu 
fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. İran’dan gelen gazın 
kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk ekonomisini vurmaya başladı. 
İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.
İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.
Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 
“ Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, 
öncelik dış taahhütlerinizdedir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de 
siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma 
imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.
İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye 
çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir 
anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep 
engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan 
Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını 
sürdürüyor. 
Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.
Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik 
entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 
Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece 
Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye 
ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. 
Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi 
zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını 
İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde mevzilenmiş durumda.
Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 
Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.


***


ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 1

ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 1




TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ YUMUŞAK GÜCÜ

Sedat LAÇİNER

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne Türkiye bölgesinde daha etkili bir aktör olmaya doğru ilerliyor. Geçmişte sürekli olarak ‘potansiyel’ olarak değerlendirilen ilişkiler adım adım somut ilişkiler haline gelmeye başlıyor. Türkiye ‘sahaya indikçe’ Ortadoğu, balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere yakın çevresindeki yumuşak gücünü de keşfetmeye, bunun tadına varmaya başlıyor. İsrail-Filistin, Pakistan-Afganistan, Suriye-İsrail ya da İran-İsrail gibi rakip kampların her iki kanadı da kendilerini Türkiye’ye yakın bulabiliyor. 2007 yılının 2. dönemi Türkiye’nin 
söz konusu yumuşak gücünü daha fazla fark ettiği bir dönem oldu. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini ele almak yararlı olabilir.

1. İSRAİL-FİLİSTİN ANKARA BULUŞMASI

Daha önce başka bir ‘küskün kardeşler’ olan Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye ev sahipliği yapan Ankara Kasım 2007’de bu kez dünyanın en ünlü ‘düşmanları’nı bir araya getirdi. İsrail ve Filistin Devlet Başkanları Ankara’da. Şimon Peres ve Mahmud Abbas’ın Ankara ziyareti birçok açıdan ilk oldu: İlk kez bir İsrail ve bir Filistin devlet başkanı Türk meclisine hitap etti. Peres’in Meclis’teki konuşması İsrailli bir devlet başkanının Müslüman bir ülke meclisinde yaptığı ilk konuşma oldu. Dahası ilk defa iki lider birbirlerini bir başka ülkenin meclisinde dinlediler. 

Bazıları bu ilkleri önemsemeyebilir ve sıradan ‘diplomatik oyunlar’ sayabilir. Ancak iki liderin Ankara ziyaretleri Türkiye’nin (büyük) Ortadoğu’daki ‘yumuşak gücü’nü açık seçik ortaya seriyor. Türkiye gerektiğinde Filistinlileri de, İsraillileri de azarlıyor, sert bir dille eleştirebiliyor. 
Ancak gerektiği zaman her ikisi ile en yakın ilişkileri de sürdürebiliyor. Pakistan ve Afganistan’ın Türkiye’ye duydukları güven, ama birbirlerine duydukları 
güvensizliğin bir benzeri de Filistin ve İsrail tarafında mevcut. Türkiye ile geçinebilenler, birbirleri ile geçinemiyorlar, hatta bir araya dahi gelmekte 
zorlanıyorlar. Aynı durum Irak’ın içinde bile söz konusu. Şiiler de Sünniler de Türkiye’yi kendilerine yakın görebiliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip ikinci bir ülke 
bulabilmek gerçekten çok zor. Başka bir deyişle uzun yıllar sırtını Ortadoğu’ya dönen Türkiye yüzünü bölgeye dönmeye başladıkça ve bölgeyi tanıdıkça 
burada kendisi için ‘büyük bir servetin’ olduğunu fark ediyor, daha da fark edecek.
İsrail ve Türkiye Her şeyden önce Türkiye ve İsrail bölge sorunlarının çözümünde iki farklı ekolü temsil ediyorlar. İsrail (ABD ile birlikte) sorunların çözümünü lider, rejim ve hatta sınır değişikliklerinde görüyor. Irak’ın üçe, en azından ikiye bölünmesi İsrail’in gönlünden geçen bir dilek. Irak gibi bir Arap devinin yeniden, karşısına eski haliyle dikilmesini istemiyor. Dahası Suriye ve İran’ın da ABD eliyle hallini umuyor. 
Suriye’de rejim değişimi, Suriye’nin birkaç parçaya bölünemese bile Lübnan ile ilgilenemeyecek kadar zayıflaması ve iç işlerine dönmesi İsrail’in bir diğer gizli 
dileği. İran’ın ise en azından gücünün budanması ve elini Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’den çekmesini bekliyor Tel Aviv. İsrail Irak ve diğer ülkelerde tüm 
bu süreç cereyan ederken Filistin sorununu bir veya iki güçsüz ama Batı yanlısı devlet(ler) kurdurarak çözmenin planlarını yapıyor. 
Elbette bu planlarda Türkiye’nin İsrail’in yanında yer alması İsraillilerin en büyük dileği. Aslına bakılırsa İsrail’in derdi Ortadoğu sorunlarına kalıcı çözümlerden 
çok üzerindeki yükü başka ülkelerin sırtına yükleyebilmek.
Türkiye ise Ortadoğu sorunlarının çözümünün lider, sınır veya rejim değişiklikleri ile çözülemeyeceğini, aksine böylesine ‘yüzeysel’ bir yaklaşımın sorunları içinden çıkılamaz bir hale getireceğini düşünüyor. Irak’ın da Filistinleşme sürecine girmiş olması Türkiye’nin kendi tezini savunurken kullandığı önemli kanıtlarından biri. Ancak Türkiye’nin ABD’yi, ya da İsrail’i ikna edebilmesi kolay değil. Bu nedenle Türkiye her iki devletin politikalarını da belli bir noktaya kadar veri olarak almak ve ona göre tedbir geliştirmek zorunda kalıyor.
Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik rakamlar dikkate alındığında tarihinin en iyi düzeyinde. 2007 yılının ilk 6 ayında Türkiye-İsrail ticaret hacmi 1.2 milyar doları 
aştı. Bunun 782 milyon doları Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ve bir önceki yıla göre % 29’luk bir artışa denk düşüyor. 1997 tarihli serbest ticaret anlaşması ticari 
ilişkilere ciddi bir ivme getirirken turizm alanında da iyi ilişkiler hızla gelişmeye devam ediyor. 
Türkiye şu anda İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ticari ortağı durumunda. Doğrudan yatırımlar ve diğer faaliyetler dikkate alındığında iki ülke arasındaki toplamekonomik faaliyetlerin 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu da İsrail gibi nispeten küçük bir ülke için kayda değer bir rakamdır.



Türkiye-İsrail Ticaret Hacminin Seyri


Peres ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerde ekonomik ilişkiler elbette gündeme geldi. Ancak gündem bununla sınırlı değildi ve oldukça yüklü oldu. 
Doğal olarak ilk sırada Filistin sorunu görüşüldü. Türk, İsrailli ve Arap işadamlannı tek bir hedef doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlayan Ankara Forumu’nun Batı Şeria’da bir sanayi bölgesi oluşturması, böylece Filistin’in ekonomik sorunlarını azaltarak barışa katkıda bulunması Türkiye açısından önemli bir adım oldu. Peres de bu girişimi çok yararlı bulduğunu çeşitli defalar tekrarladı.
Şüphesiz iki taraf için de önemli bir diğer konu güvenlik ve terör. İsrailliler İran’ın terörü desteklediğini ve nükleer silahlar elde etmeye çalıştığını her vesile ile 
tekrar ediyorlar ve Türkiye’den de benzeri bir tavır bekliyorlar. Ancak Gül-Peres görüşmesinde tarafların İran konusunda net görüş farklılıkları olduğu anlaşıldı. 
Cumhurbaşkanı Gül, Peres’in iddialarının önemli bir kısmına katılmadı.

Güvenlik boyutunda İsrail’in bir diğer önemsediği konu da Türkiye’ye silah satışı. Silah sanayi İsrail’in önemli gelir kaynaklarından. Çoğunlukla ABD lisanslı 
silahları Washington’un izni ve çoğu kez maddi desteği ile İsrail’de üretiyorlar. Bazı silahlarda ufak değişiklikler yaparak İsrail malı versiyonlar da elde 
ediyorlar. Malum Ortadoğu’daki en iyi silah alıcılarından biri de Türkiye ve İsrail Türklere silah satmayı, silahlarını modernize etmeyi çok istiyor. 

Bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Jerusalem Post’un haberine göre Peres bu gezide Türkiye’ye Arrow balistik füze savunma 
sistemi ile Ofek casus uydularının satışını da gündeme getirdi. Arrow (İngilizce ‘ok’ anlamına geliyor) füze savunma sistemi 1986’dan bu yana ABD’nin 
maddi desteği ile sürdürülüyor. Bu desteğin şimdiye kadar 2 milyar doları aştığı belirtiliyor. Sistem Scud ve Şahap 3 (İran) füzelerine karşı denendi ve 
başarılı bulundu. Halen sistemin Arrow II’si geliştirilmiş durumda ve geliştirme çalışmaları sürüyor. Sistemin daha çok Irak ve İran’a karşı geliştirildiği açık. İsrail’in Türkiye’ye pazarlarken ki argümanı da Türkiye’nin bu sisteme İran’a karşı ihtiyaç duyabileceği varsayımına dayanıyor. 
İsrail Arrow’u Hindistan’a da satmak istedi. Ancak ABD’nin muhalefeti nedeniyle sadece radar kısmı satılabildi. Ofek (İbranice ‘Ufuk’ anlamına geliyor) ise 
İsrail tarafından üretilen bir casus uydu. Bir arabanın plakasını dahi okuyabildiği iddia ediliyor. Üzerinde çeşitli sensörler bulunuyor ve işletme ömrü olarak 
1-3 yıllık süreler belirtiliyor. 
1988’de başlayan çalışmalar şu anda Ofek 7’ye ulaştı. Ofek’in Türkiye’ye katkısı şüphesiz Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da istihbarat toplamada olacak. 
İsrail 2008 başı itibariyle bu ürünleri Türkiye’ye satabilmek için hala lobi yapıyor. Ankara göüşmesinden sonra savunma alanındaki önemli bir gelişme 
Türkiye’nin İsrail’den kiraladığı insansız uçakları PKK’ya karşı yoğun bir şekilde kullanmış olmasıdır.

İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Ankara Görüşmesi esnasında “teröristler F-16 ile kovalanmaz. F-16 ile takip ederek terörle mücadele edemezsiniz. 
Nano gibi yeni teknolojileri kullanmak gerek” derken çantasındaki diğer satılık ürünlere de işaret ediyordu. Bunlar arasında hafif çelik yelekler de var. 
Peres’in sözleri aslında Türkiye’nin yumuşak karnına da işaret ediyor. USAK raporlarının Haziran 2006’da dile getirdiği “balyoz ile sivrisinek öldürülmez” 
sözünün başka bir versiyonunu böylece İsrail’in ağzından da duymuş oluyoruz. 
Nitekim 5 Kasım Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Bush da “sizde istihbarat yok, sizdeki istihbarat ile terörist avlanmaz” mealinde sözler söylemişti. 
Türkiye bu konudaki açıklarını kapayamadığı sürece ABD ve İsrail gibi ülkelerden hem tavsiyeler almaya devam edecektir, hem de bu konuda karşı ülkelere 
ciddi bir koz verecektir.

Görüşmelerdeki bir diğer gündem maddesi de KKTC oldu. Kıbrıs’ta ipler neredeyse tamamen Rumların eline geçtiği için Türkiye’nin manevra alanı tamamen 
daralmış durumda. Buradan çıkışın tek yolu tam bağımsız bir KKTC: Fakat Hükümet, tıpkı kendisinden önceki hükümetler gibi, bu konuda gerekli cesareti gösteremiyor. 
Bu nedenle doğrudan ticaret, doğrudan ulaşım, temsilcilik vb. ara formüller aranıyor. Suriye ile KKTC arasında başlatılan feribot seferleri bu türden önlemler arasındaydı. 
İsrail’den de aynı tür bir uygulama bekleniyor. Hayfa ile Gazi Magosa arasında feribot seferlerine başlanabilmesi ve KKTC’de İsrail’in ticari temsilcilik açması 
Peres’e götürülen öneriler arasında. İsrail’in bu konuda Türkiye’yi ‘kırması’ için herhangi bir neden görünmüyor. Ancak geçen aylar içinde ciddi bir adım da atılmış değil. Hatta KKTC’nin Tel Aviv’de temsilcilik açması önerisinin İsrail tarafından reddedildiği Aralık 2007’de Ha’aretz sayfalarına yansıdı.

Filistin ve Türkiye

Diğer konuk Mahmut Abbas’ın gündemine bakacak olur isek burada işbirliği olanakları daha sınırlı kaldı. Filistin, Hamas’ın Gazze’de kendi idaresini ilan 
etmesinden sonra fiiliyatta iki ayrı ülkeye dönüştü. Mısır-İsrail arasındaki Gazze Hamas kontrolünde ve Batı medyasında ‘Hamasistan’ olarak da adlandırılıyor. Bazı yorumculara göre İsrail bu durumdan hayli memnun. ‘Büyük bir Filistin ile kuşatılmaktansa iki küçük Filistin daha iyi’ diye düşündüğü söyleniyor.

Türkiye’nin Filistin konusundaki en önemli hatası ise Hamas liderini Ankara’ya çağırmak olmuştu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan kendisiyle görüşmekten kaçındıysa da Hamas’ı Ankara’da görmek ABD ve İsrail için en kötü kâbuslardan daha kötü bir kâbustu. Ne yazık ki bunun maliyeti Türkiye’ye Kuzey Irak’ta ve Ermeni meselesinde çıkarıldı. TOBB’un inisiyatifiyle başlayan ve Türkiye’nin devlet olarak sahiplendiği yaklaşım Filistin için üretilmiş tek ciddi proje konumunda. Eğer başarılı olur ise hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu güçlendirecek, hem de İsrail-ABD yaklaşımlarının alternatifi pratikte geliştirilmiş olacak.
Özetle Türkiye uzun yıllar gönülsüz olduğu Ortadoğu’da istekli ve güçlü bir aktör olarak belirmeye başladı. Eğer Ortadoğu’da Türkiye lehine olan zemin iyi 
kullanılabilir ve ciddi hatalar yapılmaz ise Türkiye’siz bir Ortadoğu düşünmek zorlaşır ve Türkiye istikrar sağlayıcı bir güç olarak güneyini bir bataklık olmaktan 
çıkarmaya ciddi katkılar sağlayabilir.

Bundan sonrası için Ankara’da görmeyi arzuladığımız başka ikililer de var elbette ve bunların başında Esad ile Peres geliyor. Olanaksız mı? Türkiye başkaları 
için olanaksız olanın gerçekleşebileceği bir iklim. Eğer Türkiye bu tür ikilileri Ankara’ya getirmeye devam edebilir ve marjinal ülke ve gruplar ile ‘kör gözüne’ 
görüşmelerden kaçınabilir ise son derece zor bir süreci büyük kazanımlar ile tamamlayabilir.

***

6 Aralık 2019 Cuma

TÜRKİYE’NİN KAFKASYA POLİTİKASI 2009, BÖLÜM 2

TÜRKİYE’NİN KAFKASYA POLİTİKASI 2009,  BÖLÜM 2




   Türkiye komşularla sıfır sorun politikasının bir parçası olarak Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirme yolunda adım atmıştır. 
Türkiye-Ermenistan arasında yaşanan yumuşama sürecinin ortaya çıkmasında uluslararası ve bölgesel sistemden kaynaklanan etkilerin rolü çok büyüktür. ABD ve AB açısından Ermenistan, Kafkasya’da Rusya’nın etkisinde toprakları Rus askeri kuvvetleri tarafından korunan bir ülkedir. İzlediği politika yüzünden enerji ve ulaştırma projelerinden dışlanmıştır. Ermenistan’ın Batı sistemine kazandırılması gereklidir. Bunun gerçekleşebilmesi için ise öncelikle Türkiye ile 
Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve iki ülke arasındaki kara sınırının açılması gereklidir. Bu nedenle Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmesi için ABD ve AB’den yoğun bir baskı gelmektedir.

    Ağustos 2008’deki Rusya-Gürcistan çatışması sırasında Rusya-Batı ilişkilerinin gerginleşme si de Ermenistan’ın tamamen Rus etkisine bırakılmaması noktasında Batı’nın daha fazla istekli olmasına neden olmuştur. Ermenistan açısından da Ağustos 2008 çatışmasında Gürcistan yolunun kapanması tamamen izole olması na neden olmuştur. Türkiye ve Azerbaycan kapıları kapalı olan Ermenistan için Gürcistan hattının da kapanması ekonomik olarak bu ülkeyi etkilemiştir. Gürcistan’ın Ermenistan’dan ithalatında 121 milyon dolarlık bir azalmanın olduğu ve toplamda da krizin Ermenistan ekonomisine 700 milyon dolara mal olduğu ifade edilmiştir.27 
Bu durum da Ermenistan’ı Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek için adım atmaya yöneltmiştir. Türkiye için ise Ermenistan ile atılan adımlar ile Azerbaycan ile olan yakın ilişkilerini koruma noktasında sorun ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Kafkasya politikasında Azerbaycan ile olan yakın ilişkileri önemli bir yer tutmaktadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattından Azerbaycan’dan gelen doğal gaz hattına kadar enerji alanında yapılan işbirliği ve Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısı durumundaki Azerbaycan’ın Batı ekseninde tutulması da Türkiye için önemlidir. ABD ve AB’nin Ermenistan’ı Avrupa-Atlantik eksenine kazandırma yolundaki politikalarının Azerbaycan’ı özellikle enerji projelerinde Rusya ile işbirliğine itmesi Rusya’nın siyasi ve ekonomik etkisini artıracaktır.28

Türkiye ile Ermenistan arasında kara sınırının açılması ve ilişkilerin  normalleş mesi Karabağ sorununda bir anlaşmanın sağlanmasına bağlıdır. Ermenistan Türkiye için ekonomik açıdan önemli bir partner olabilecek kapasitede değildir. Ancak Türkiye, Ermenistan için Batıya açılan kapı olabilecek konumdadır. Türkiye ile Ermenistan arasında kara sınırının açılması halinde ortaya çıkabilecek ticaret hacmine ilişkin olarak 500 milyon dolardan 1 milyar dolara 
kadar uzanan rakamlardan ve bunun sınır illerine katkısından bahsedilmektedir. 

Ermenistan’ın toplam ticaret hacmi ve nüfusu dikkate alındığında kısa vadede Türkiye ile ticaretinde ciddi bir sıçrama olması çok zordur. Türkiye ile Ermenistan arasında hava koridoru açıktır ve ticaret ise Gürcistan ve İran üzerinden yapılmaktadır. Kara sınırının açılması halinde Türkiye’nin Ermenistan’a sınır olan 
illerinde ciddi bir kalkınma olacağı iddiaları da Ermenistan’ın ekonomik 
kapasitesi dikkate alındığında gerçekçi değildir. Azerbaycan, Gürcistan ve İran gibi bölgede Ermenistan’dan daha fazla nüfusa ve daha güçlü ekonomiye sahip ülkelerle ticaretin ve bunun sınır illerine katkısının bile istenilen düzeyde olmadığı dikkate alındığında Türkiye ile Ermenistan arasında kara sınırının açılmasının gerekliliği argümanının Türkiye’ye olan olası ekonomik katkılarla ileri sürülmesi eksik ve yanıltıcı bir değerlendirme olacaktır.29 Ermenistan’ın 
2009 yılındaki toplam ithalatı 3 milyar 304 milyon ABD doları ve ihracatı 
697,8 milyon ABD dolarıdır. Ermenistan’ın ithalatında Türkiye % 5,6’lık bir paya sahiptir. 2009 yılında ihracat gelirlerinde % 34 lük düşüş yaşayan ve enerji başta olmak üzere pek çok kalemde dışarıya bağımlı olan Ermenistan’ın Türkiye ile olan kara sınırının açılması halinde ekonomik açıdan önemli bir farka neden olması zordur.30 Türkiye-Ermenistan ilişkileri Kafkasya’daki diğer sorunlardan 
ve en önemlisi de Karabağ sorunundan bağımsız ele alınamaz. 

Karabağ sorunu çözülmeden de Kafkasya’da istikrarın sağlanması ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde kalıcı bir normalleşme sağlanması çok zordur

Türkiye’nin Kafkasya Politikasında Gürcistan.

Türkiye’nin Kafkasya politikasında, Hazar enerji kaynaklarının Türkiye’ye ulaşacağı güzergâh üzerinde bulunan Gürcistan’ın istikrarı önemli olmuştur. Ancak bağımsızlığı kazandığı günden itibaren sürekli sorunlarla uğraşan Gürcistan için Abhazya ve Güney Osetya başta olmak üzere, Acaristan ve Cevaheti bölgesindeki Ermenilerle ilgili sorunlar sürekli gündemde olmuştur. Türkiye bu sorunlara Gürcistan’ın toprak bütünlüğü çerçevesinde çözüm bulunmasını savunmuştur. Bu, Türkiye’nin geleneksel, ülkelerin toprak bütünlüklerine vurgu yapan politikasının bir sonucuydu.31 Türkiye’de 
Kafkasya kökenlilerin varlığı ve bunların Kafkasya’daki çatışmalarda 
Türkiye’yi taraf olarak görmek istemeleri konuyu iç politika bakımından 
da hassas hale getirmiştir. Özellikle Abhazya sorununda bu durum daha belirgin olarak görülmüştür.32 Türkiye’yi rahatsız eden bir diğer durum da Rusya’nın Gürcistan’ın sorunlarını kullanarak Kafkasya’da etkinliğini artırmasıydı. Rusya Abhazya’ya destek vererek Gürcistan’ın BDT’ye üye olmasını sağlamış ve bu ülkede üslere sahip olmuştu. Gürcistan ile ilgili politik amaçlarına eriştikten sonra Abhazya’yı ablukaya alan Rusya, hem Gürcistan hem de Abhazya’dan 
istediklerini alma konusunda başarılı olmuştur.33  Türkiye ise Rusya’ya 
kıyasla Kafkasya politikasında tecrübesiz ve bilgi birikimi açısından da yetersizdi. Türkiye bu dezavantajını ABD ile olan yakın ilişkileriyle telafi etmeye çalışmıştır. Gürcistan’ın “Gül Devrimi” sonrası Batı ile bütünleşme arzusu da Türkiye ile ilişkilerde ilerlemeye yardımcı olmuştur. Türkiye-Gürcistan ilişkilerinde 2009 yılındaki gelişmeler ise Ağustos 2008 sonrası ortamın etkisinde kalmıştır.

Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan çatışması sonrasında Kafkasya’da yeni bir dönem başlamıştır. Gürcistan’ın NATO’ya üye olmayı istemesine kadar giden Batı ile bütünleşme çabası Rusya’yı rahatsız etmiş Rusya tarafından Gürcistan’ın problemleri kullanılarak engellenmeye veya süreç geciktirilmeye çalışılmıştır. Rusya’nın Gürcistan topraklarına askeri müdahalesi dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından sert bir şekilde eleştirilmiştir. 

   Rice büyük bir gücün, küçük komşusunu işgal edip onun hükümetini devirdiği,  Çekoslovakya’nın işgal edildiği 1968 yılı dünyasında yaşanmadığını, hür dünyanın Rusya’nın komşusuna yaptığı saldırının bölgesel ve bölge dışı etkileriyle mücadele edeceğini ifade etmiştir.34 Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesinin etkileri 2009 yılı içinde sürekli tartışma konusu olmuştur. Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıması, Kosova’nın rövanşını almaya çalıştığı şeklinde değerlendirilmiştir. 

Gürcistan’ın Nisan 2008’deki NATO Bükreş Zirvesi’nde Üyelik Eylem Planı içerisine alınmamasının Rusya’yı Gürcistan’a saldırı noktasında cesaretlendirdiği ifade edilebilir. Nitekim NATO Zirvesinden sonra Rusya, Abhazya ve Güney Osetya ile ilişkilerini sıkılaştırmış ve 16 Nisan’da hükümete Abhazya ve Güney Osetya ile diplomatik alanda ve yardım konusunda bağları kuvvetlendirme yetkisi verilmiştir. Rusya’nın Abhazya’ya çatışmadan önce ilave kuvvetler 
göndermesi de bir savaşa hazırlandığı şeklinde yorumlanmıştır.35 

Gürcistan’ın Batı ile entegrasyon stratejisi ile Ağustos 2008 krizinin çatışmaya dönüşmesi arasında doğrudan bağlantı kurulmuştur. Bu nedenle 2009 yılı içinde Gürcistan’ın Batı ile entegrasyonunun hangi temelde olacağı tartışmaları yapılmıştır. NATO ile Gürcistan 6 Mayıs-3 Haziran 2009 tarihlerinde askeri tatbikat gerçekleştirmişler, bu durum ABD yönetiminin değişmesine rağmen NATO’nun Gürcistan’da uzun dönemli stratejik çıkarlarının teyidi olarak yorumlanmıştır.36 

Obama yönetimi de Kafkasya’da Gürcistan’ın önemine vurgu yapmış ve Rusya ile olan temaslarında da Gürcistan’a verilen destek ifade edilmiştir. Ancak ABD, Gürcistan’a talep ettiği tanksavar ve uçaksavar sistemlerini sağlamayı reddetmiştir.37 Rusya da Abhazya ve Güney Osetya ile bağlarını artırıp uluslararası alanda iki ayrılıkçı toprağın bağımsız devlet olarak tanınması için çabalarına hız verdiği bir süreci başlatmıştır. 

  Rusya, Abhazya ve Güney Osetya ile yaptığı antlaşmalarla iki yapının Gürcistan ile olan sınırını koruma sorumluluğunu almıştır.38 Rusya Başbakanı Putin 12 Ağustos 2009’da Abhazya’yı ziyaret etmiştir. Putin Abhazya’nın güvenliğinin 
garantisinin Rusya olduğunu ifade ederek, Fransa ile Monaco arasındaki 
ilişki biçimini örnek göstermiştir.39 Bu gelişmeler Türkiye’nin Kafkasya’daki etkisini ve Türkiye-Gürcistan ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. 

Türkiye, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savunan ve enerji projelerinde 
Gürcistan odaklı bir strateji izlediği için savaştan olumsuz etkilenmiştir. 
Ankara, öncelikle çatışmanın durdurulması için diplomasi kanallarını harekete geçirmeye çalışmış ve insani yardım konusunda harekete geçmiştir. Sorunun daha da büyümeden kontrol altına alınması politikası izleyerek Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisini ortaya koymuştur. Türkiye’nin Kafkasya’daki etkinliği Rusya’nın çekilmesiyle paralel olarak artmıştır. Türkiye, Kafkasya 
enerji kaynaklarının taşınmasında Rusya ile rekabet etmiştir. 

Sonuçta Azerbaycan petrollerinin taşınmasında ana hat olarak Bakü-Tiflis-Ceyhan kabul edilmiş ve Rusya seçeneği devre dışı kalmıştır. 

NATO’nun Barış için Ortaklık Programı çerçevesinde bölge ülkelerinin silahlı kuvvetlerine eğitim verilmiş ve özellikle Gürcistan ve Azerbaycan’ın Batı ile yakınlaşan ilişkilerinde Türkiye en önemli ülke olmuştur. Türkiye’nin bu politikası Rusya’nın etkisini azaltmış ve Rusya Ermenistan dışında Kafkasya’da önemli bir zemin kaybına uğramıştır. Ancak Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanımasıyla birlikte bu iki yapı üzerinde tam bir kontrolü söz konusu olmuştur. Azerbaycan ve Ermenistan, Rusya’nın bölgede askeri açıdan varlığını hissettirmesinden etkilenmişlerdir. Ermenistan üzerinde zaten nüfuz sahibi olan Rusya’nın enerji alanı başta olmak üzere Azerbaycan ile de yakınlaşması Moskova Kafkasya’da 1991 öncesi konumuna mı dönüyor tartışmalarına neden olmuştur. Rusya’nın Kafkasya’da bu denli etkili olmaya başlaması Türkiye açısından olumsuz bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Özellikle Türkiye’nin doğal gazda Rusya’ya olan bağımlılığı dikkate alındığında, 
Rusya’nın Kafkasya’da enerji alanında başat konuma gelmesi ve askeri etkinliğini artırması, Rusya’daki demokratik yapı eksikliği de dikkate alındığında bölgesel güvenlik açısından tehlikeli olabilir.40

Kafkasya’daki gelişmeler, Türkiye’nin Kafkasya politikası ve çıkarlarının 
olduğu diğer coğrafyalara yönelik olarak politikaları etkileyebilecek 
bir boyuta ulaşmıştır. Uluslararası sistemin ayrıştırıcı güçlerinin başat olduğu Kafkasya’da, Rusya klasik güç dengesi politikası uygulayarak etki sahasını genişletmek istemektedir. Tarih boyunca Rusların Kafkasya’ya yönelmelerinden itibaren Rus idaresi ile Kafkasya’daki halklar arasında sorunlar yaşanmış ve sonuçta acı veren göçler ve katliamlar olmuştur. Ağustos 2008 çatışması sonrası ve 2009 yılı boyunca da Kafkasya’daki istikrarsızlık ve belirsizlik devam etmiştir. Kosova’nın bağımsızlık ilanı sonrası uluslararası sistemde benzer yapılarla ilgili tartışmalar daha da artmıştı. Bunun Kıbrıs bağlamında da, Abhazya örneğinde de gündeme taşındığı görülmektedir. Kosova’da Sırbistan’ın tanımadığı bir bağımsızlık istikrarlı bir yapı doğurmayacağı gibi sadece uluslararası denetim altındaki bağımsızlık olarak kalacaktır. İleride Sırbistan’ın AB üyeliği gibi bir 
seçeneğin somutlaşması ve bunun Sırbistan’da Kosova’nın tanınmasına 
değecek kadar çıkarlarına uygun bir durum olarak algılanması halinde belki Sırbistan politikasını değiştirebilir. Kıbrıs’ta etnik, dil, din ve kültürel bakımdan farklı iki toplum 1963 yılından beri fiilen ve 1974’den beri resmen ayrı yaşamaktadır. İki toplum da ayrı yapılar olarak kendi kendilerini idare etmişlerdir. Burada da kısa sürede bir anlaşma sağlanamazsa iki devletli bir çözüme doğru gidilmektedir. Karabağ sorununda Karabağ’ın doğrudan Ermenistan’a veya başka bir ülkeye sınırının olmaması ayrışmayı mümkün kılmamaktadır. Abhazya örneğinde ise Rusya’nın tanıdığı bağımsızlığın, ayrıldığı 
ülke olan Gürcistan tarafından tanınması durumu şu anki ortamda çok zordur. Gürcistan’a Batı ile NATO üyeliği başta olmak üzere tam bir entegrasyon seçeneğinin sunulması ve bunun somutlaşması halinde Abhazya ile ilgili olarak da yeni bir adım atılabilir. Rusya’nın iç ve dış politikasında köklü bir değişim olmadıkça Abhazya üzerindeki hakimiyetini bırakması da uzak bir olasılıktır. Türkiye ve diğer Batılı ülkeler Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü savunurken, Abhazya’yı da tamamen Rusya’ya bırakmamalıdırlar. Aksi takdirde Rusya’nın 
Abhazsız bir Abhazya politikası başarılı olacaktır. Türkiye’deki Abhazların 
sayısının Abhazya’nın toplam nüfusunun iki katından fazla olduğu dikkate alındığında bu konuda etkili bir güç olabileceği açıktır. 

Kültürel bir takım bağları sürdürmenin Gürcistan’ın da çıkarına 
olduğu ve ileride sorunun görüşme ortamına zemin oluşturacağı 
unutulmamalıdır. Rusya Federasyonu içerisinde Çeçenistan gibi Abhazya 
ve Güney Osetya benzeri yapıların olması da Kafkasya’daki süreci 
daha karmaşık hale getirmektedir.41

Türkiye açısından Gürcistan Hazar petrolleri ve doğal gazının Türkiye’ye ulaşmasında transit bir ülke olarak önemini korumaktadır. Yine Azerbaycan’dan gelip Gürcistan üzerinden Türkiye’ye ulaşacak olan demiryolu projesi de Gürcistan’ın Türkiye açısından önemini artıracaktır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 1,5 milyar doları geçmiştir.42 Ayrıca bunun çok daha artırılması mümkündür. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerle ilgili hukuki altyapının büyük ölçüde tamamlanması, Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması, Yatırımların 
Karşılıklı Teşviki ve Korunması Antlaşması, Serbest Ticaret Antlaşması 
gibi ikili antlaşmaların varlığı ticari ve ekonomik ilişkilerin gelişmesine uygun ortamı hazırlamaktadır. Türkiye’nin Gürcistan’a ihraç ettiği başlıca ürünler; petrol yağları, çimento, demir-çelik çubuklar, demir-çelik inşaat malzemeleri, plastik mamuller, soğutucular, elektrik iletkenleri, kağıt havlu. Türkiye’nin ithal ettiği mamuller ise demir-çelik hurda, alüminyum döküntü ve hurdalar, uzunlamasına kesilmiş ağaç, taş kömürü, briket ve katı yakıtlar, kimyasal gübreler ve sökülecek gemi ve diğer yüzen araçlardır. Gürcistan’da 300’ün 
üzerinde Türk girişimci bulunmaktadır.43 Gürcistan’ın 2009 yılı ihracatında 
Türkiye 35,1 milyon dolar ile % 16,1’lik oranla birinci sıradadır. 

Azerbaycan’da 33,4 milyon dolar ile % 15,3’lük oranla ikinci sıradadır. Gürcistan’ın ithalatında da Türkiye 191,4 milyon dolar ile % 19,8’lik oranla birinci sıradadır. Ukrayna 89,0 milyon dolar ile % 9,2’lik oranla Gürcistan’ın ithalatında ikinci durumdadır.44 Bu tablonun gelecek yıllarda da artan ticaret hacimleriyle devam edeceği söylenebilir.

Türkiye ve Çeçenistan Sorunu,

Türkiye’nin, Kafkasya’nın Rusya Federasyonu sınırları içinde kalan kısmındaki sorunlara yönelik olarak politikası genel olarak toprak bütünlüğünü savunmak şeklinde olmuştur. Ancak Çeçenistan sorununda Rusya’nın insan hakları ihlalleri, kamuoyu baskısı ve Çeçenlerin Türkiye’de yaptıkları eylemler Türkiye ile Rusya’yı Çeçenistan sorununda karşı karşıya getirmiştir. 2009 yılı içinde Çeçenistan ve İnguşetya’da durumun giderek gerginleşmesi konuyu gündemde 
tutmuştur. Türkiye, Rusya Federasyonu’nun toprak bütünlüğünü savunmasına rağmen Rusya tarafından suçlanmıştır. Rusya’nın Türkiye’nin Kafkasya’daki etkisini ve manevra kabiliyetini sınırlandırmak için psikolojik bir harekâtın parçası olarak da benzer söylemleri doğrudan resmi ağızlardan, bazen de dolaylı olarak başka kanallarla dile getirdiği görülmektedir. 

1994 yılında başlayan ilk Çeçen savaşı 21 ay sonra Hasavyurt anlaşmasıyla sona ermiştir. 1999 yılında Rusya’nın askeri müdahalesi ile birlikte ikinci Çeçenistan savaşı başlamıştır. Dört aylık bir kuşatmadan sonra Grozni’yi ele geçiren Rusya 
Çeçenistan’da bir ölçüde kontrolü sağlasa da istikrarsızlık devam etmiştir.45 

11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terör saldırıları sonucu oluşan uluslararası ortamı da Çeçenistan sorununda lehine kullanan Rusya, Çeçenistan’daki direniş hareketinin liderlerini öldürterek Rusya’ya bağlı bir yönetimi garanti etmeye çalışmıştır. Türkiye’nin Kafkasya politikası bağlamında Çeçenistan sorunu Türkiye’de olan bazı eylemlerle gündeme gelmiştir. Ocak 1996’da Trabzon’dan Soçi’ye gitmekte olan feribotun kaçırılması ve 2001 ve 2002 yıllarında  İstanbul’da iki ayrı otelde rehin alma olayı konuyu kamuoyuna taşımıştır. Türkiye genel yaklaşım olarak Rusya’nın toprak bütünlüğünü savunup Çeçenistan’daki insan hakları ihlallerini gündeme taşımıştır. 

1999 AGİT İstanbul Zirvesi sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel AGİT üyelerinin her hangi bir bölgesel sorunu devletlerin iç işi olarak kabul edemeyeceğini, Rusya’nın Çeçenistan çatışmasına yönelik politikasının Çeçenistan’ı izole edebileceğini ifade etmiştir.46 Çeçenistan konusu bölgede çatışmalar çıktıkça Türkiye’de gündeme taşınmıştır. 2009 yılı da Çeçenistan ve 
İnguşetya’da olayların olduğu bir yıl olmuştur. Rusya-Çeçenistan savaşı sırasında çok sayıda Çeçen’in Dağıstan ve İnguşetya’ya göç etmek zorunda kalmasıyla sorun bu bölgelere de taşınmıştır. Haziran 2009’da İnguşetya Başkanı Yunus-Bek Yevkurov’un intihar saldırısında ağır yaralanması Çeçenistan sorunun da İnguşetya bağlantısını gündeme taşımıştır.47 Türkiye sorunun yayılmadan ve insani boyutta gözetilerek çözülmesini istemektedir. Çeçenistan, Dağıstan ve İnguşetya’yı da içine alan bölgede ortaya çıkacak geniş çaplı bir çatışma 
ortamı göç sorunu başta olmak üzere bir dizi etkileri Türkiye’ye uzanacak problemlere neden olacaktır.

Türkiye ile Rusya arasındaki gelişen ilişkilerin Kafkasya’da işbirliğine yol açıp açmayacağı belli değildir. Bunun için Rusya’nın Karabağ sorununun çözümü yolunda Ermenistan’a gerçek bir baskı uygulaması ve enerji alanında da özellikle doğal gazda daha uzlaşmacı bir politikaya yönelmesi gereklidir.

Sonuç

Kafkasya hem enerji kaynakları hem de Orta Asya’ya açılan kapı olması nedeniyle Türkiye için Soğuk Savaş dönemi sonrasında önem kazanmıştır. Kafkasya politikasında Türkiye’nin dezavantajı bölgeyi yeterince tanımaması ve Karabağ sorunu ve Abhazya sorunları gibi etnik temelli bölgesel sorunları nasıl ele alacağını bilememesiydi. 

Böyle bir ortamda Rusya bölgeyi tanımasının avantajını kullanarak sorunları etki alanını genişletmek veya daha fazla zemin kaybetmemek için kullanmıştır. 2009 yılı içinde Kafkasya’daki gelişmeler büyük ölçüde Rusya’nın 1993 yılından itibaren izlediği.,

“Yakın Çevre” politikasıyla bağlantılı olarak Gürcistan gibi bölge ülkelerine müdahale stratejisiyle şekillenmiştir. Bu stratejinin en ileri noktası Ağustos 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesiydi. ABD ve AB’nin Ermenistan’ın Batı sistemine entegre edilmesi ve Nabucco projesine hız verilmesi için daha fazla istekli olmalarının önemli bir nedeni Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesi olmuştur.

Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşması ve bunun için önemli olan Türkiye ile ilişkilerinin normalleşmesi yolundaki çabaların Karabağ sorununun çözümü için çabalarla desteklenmemesi halinde sonuç alınamayacağı açıktır. Dağlık Karabağ sorununa çözüm bulunmadan Ermenistan’ın elini güçlendirecek şekilde kara sınırının açılması Türkiye’nin Kafkasya’daki ağırlığı ve enerji politikalarındaki 
etkinliği bakımından çıkarlarına aykırı bir hamle olur. Zaten Türkiye’nin kara sınırını kapatma gerekçesi Dağlık Karabağ sorunudur. 

  Türkiye en yetkili ağızlardan Karabağ sorunu çözülmeden protokollerin TBMM’den geçirilmeyeceğini açıklamıştır.48 Ermenistan Avrupa-Atlantik eksenine dahil edilmeye çalışılırken Azerbaycan’ın Rusya eksenine yönelmesine yol açılmamalıdır. 

Kafkasya’daki sorunların çözümünde ülkeler güvenliğin bölünmezliği ilkesi çerçevesinde hareket etmelidirler. Bölgesel entegrasyon temelinde politikaların devreye sokulması iki dünya savaşı ve daha pek çok savaşta karşı karşıya gelmiş olan Avrupa ülkelerinin geldiği entegrasyon düzeyine bir ölçüde yaklaşılması Kafkasya’daki refah düzeyini artıracaktır. 

Türkiye’nin Kafkasya Politikası 2009 Kronoloji.

27 Ocak Rusya ile Ukrayna arasındaki gaz krizinden sonra Avrupa 
Nabucco’ya hız kazandırmak istemiş ve bu amaçla Budapeşte ’de Nabucco Zirvesi yapılmıştır 

27 Mart Azerbaycan şirketi SOCAR ile Gazprom arasında Azerbaycan’ın Şah Deniz II sahasından Rusya’ya gaz satışıyla ilgili bir memorandum imzalanmıştır.

6-7 Nisan İstanbul’da düzenlenen Medeniyetler İttifakı Zirvesi’ne Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşmayı proteste ederek katılmamıştır.

6 Mayıs-3 Haziran NATO ile Gürcistan 6 Mayıs-3 Haziran 2009 tarihlerinde askeri tatbikat gerçekleştirmişlerdir.

13 Mayıs Recep Tayyip Erdoğan, Azerbaycan’a gerçekleştirdiği ziyareti sırasında Türkiye’nin, Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistan ile olan kara sınırını açmayacağını teyit etmesi iki ülke ilişkilerindeki gerginliğin bir ölçüde aşılmasını sağlamıştır 

13 Temmuz Türkiye ayrıca Nabucco’dan kendi ihtiyacı için de uygun fiyattan gaz kullanmak istemesi yüzünden oluşan sorunun aşılmasının ardından Nabucco Hükümetlerarası Konferansı 

13 Temmuz 2009 tarihinde İstanbul’da toplanmış ve proje için hükümetlerarası anlaşma imzalanmıştır

12 Ağustos Rusya Başbakanı Putin Abhazya’yı ziyaret ederek Abhazya’nın güvenliğinin garantisinin Rusya olduğunu ifade etmiştir. Putin, Rusya ile Abhazya arasındaki ilişkilerle ilgili olarak Fransa ile Monaco arasındaki ilişki biçimini örnek göstermiştir.

10 Ekim Ermenistan ve Türkiye arasında 31 Ağustos’ta paraf edilen protokoller 10 Ekim’de Zürih’te imzalanmıştır.

DİPNOTLAR;

1 John Lewis Gaddis, “Toward the post-Cold War World”, Foreign Affairs, Cilt 70, No 2, Bahar, 1991, ss. 102-122; John Lewis Gaddis, “The Cold War, the Long Peace and the Future”, Michael J. Hogan (Der.), The End of the Cold War Its Meaning and Implications, Cambridge University Press, 1992, ss. 21-38.
2 Kamer Kasım, “11 Eylül Sürecinde Kafkasya’da Güvenlik Politikaları”, Orta Asya ve Kafkasya Araştırmaları, Sayı 1, 2006, ss. 19-35. 
3 Abbas Djavadi, “The Turkish-Armenian Thaw and Azerbaijan”, Radio Free Europe/Radio Libery, http://www.rferl.org/content/The_TurkishArmenian_Thaw_and_Azerbaijan/
1608216.html, 14 Nisan 2009.
4 Shahin Abbasov, “Azerbaijan: Is Baku Ready to Cause Geopolitical problems Over Turkish-Armenian Thaw?”, Eurasia Insight, 
http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav041409.shtml, 14 Nisan 2009.
5 “Erdoğan’dan Şehitlik Camiine Mesaj Gibi Ziyaret”, Zaman, 13 Mayıs 2009; Mina Muradova, “Azerbaijan: Turkish Prime Minister Offers Strong Support 
For Baku’s Position on Karabakh”, Eurasia Insight, 
http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav051309a.shtml, 13 Mayıs 2009 
6 Bakınız, http://www.azerbaijan.az/_News/_news_e.html?lang=en&did=2008-03-15. Fuad Axundov, “Co-Chairs Against Azerbaijan, the UN General Assembly Against Co-Chairs”, Region Plus, No. 7, (51), 1 Nisan 2008, ss. 8-12. Bakınız, Kamer Kasım, “The Origins and Consequences of the Nagorno-Karabakh Conflict”, Basic Principles for the Settlement of the Conflicts on the Territories of the GUAM States, Bakü: 15-16 Nisan 2008, ss. 64-68.
7 Today’s Zaman, 14 Temmuz 2009.
8 “Yukarı Karabağ’da En Büyük Tehlike Rusya”, NetGazete. Com, haberin alındığı kaynak, Avrasya İncelemeleri Merkezi, Günlük Bülteni, Sayı: 119, 24 Temmuz 2009. Bakınız, Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, ss. 40-41.
9 Ömer Engin Lütem, “Karabağ’da Çözüm Ümitleri”, Avrasya İncelemeleri Merkezi, Günlük Bülten, Sayı:111, 14 Temmuz 2007.
10 Shahin Abbasov, “Russia-Ukraine Gas Conflict Helps Azerbaijan, Nabucco”, EurasiaNet, http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav012009_pr.sthml, 20 Ocak 2009. Bakınız http://www.dogalgazprojesi.com/show_news.asp?NewsID=7571, 
11 Shahin Abbasov, “Azerbaijan: Arms Scandal Stirs Suspicions of Moscow”, Eurasia Insight, 
http://www.eurasinet.org/department/insightb/articles/eav012709d_pr.shtml, 27 Ocak 
2009. Shahin Abbasov, “Azerbaijan: Russian Arms Scandal Feeds Baku’s Support For Nabucco”, 
EurasiaNet, http://www.eurasinet.org/department/insightb/articles/eav020409b_
pr.shtml, 4 Şubat 2009.
12 .........Nabucco ile ilgili tartışmalar ve ülkelerin pozisyonu için bakınız, Rovshan İbrahimov, 
“Nabucco Pipeline: Increased Actuality, but Inertia in Realization (I)”, The Journal 
of Turkishweekly, http://www.turkishweekly.net/columnist/3101/nabucco-pipeline-
increased-actuality-but-inertia-in-realization-i-.html, 17 Şubat 2009. Rovshan İbrahimov, 
“Nabucco Pipeline: Increased Actuality, but Inertia in Realization (II)”, The 
Journal of Turkishweekly, http://www.turkishweekly.net/columnist/3101/nabucco-
pipeline-increased-actuality-but-inertia-in-realization-ii-.html, 3 Mart 2009

13 Shahin Abbasov, “Azerbaijan: Is Baku Offering a Natural Gas Carrot to Moscow for Help 
with Karabakh?”, Eurasia Insight, http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/
eav042009a_pr.shtml, 20 Nisan 2009.
14 Rovshan Ibrahimov, “Nabucco As a Chess Game: Azerbaijan’s Next Move”, The Journal of Turkish Weekly, http://www.turkishweekly.net/print.asp?type=4&id=3135, 12 Nisan 2009.
15 Bruce Pannier, “Russia, Azerbaijan Achieve Gas Breakthrough”, Radio Free Europe/Radio Liberty, http://www.rferl.org/articleprintview/1766221.html , 30 Haziran 2009. Jessica Powley Hayden, “Azerbaijan: Baku Becomes A Question Mark For Nabucco Project”, Eurasia Insight, http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav071609a_
pr.sthml, 16 Temmuz 2009.
16 Bakınız, Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, ss. 175-177.
17 http://www.musavirlikler.gov.tr/upload/AZER/sektor_raporu-saglık.doc, (Erişim tarihi, 04 Ağustos 2010)
18 Azerbaycan ile ilgili ekonomik veriler için bakınız, Economist Intelligence Unit Country Report, http://www. eiu.com
19 Stephan H. Astourian, , “From Ter-Petrosyan To Kocharian: Leadership Change In Armenia”, 
Berkeley Program In Soviet And Post-Soviet Studies Working Paper Series, 
2000-2001, s. 20.
20 Gerard J. Libaridian, Ermenilerin Devletleşme Sınavı, (The Challenge of Statehood), Çev. Alma Taşlıca, Ankara: İletişim Yayınları, 2000, s. 36.
21 Bakınız, Ömer Engin Lütem, “Protokollerin İçeriği, (I, II, III)”, Avrasya İncelemeleri Merkezi, Günlük Bülten, http://www.idizayn.com/avim/bultentekli.php?haberid=8954. 
http://www.avim.org.tr/bultentekli.php?haberid=9022, http://www.avim.org.tr/bultentekli.
php?haberid=9065, 7-8-9 Eylül 2009. Kamer Kasım, “Türkiye ve Ermenistan arasındaki Protokollerin Analizi”, USAK Stratejik Gündem, http://www.usakgundem.com/yazar/
1225/türkiye-ve-ermenistan-arasındaki-protokollerin-analizi.html, 1 Eylül 2009.
22 Bakınız, Kamer Kasım, “Türkiye ve Ermenistan arasındaki Protokollerin Analizi”, USAK Stratejik Gündem, http://www.usakgundem.com/yazar/1225/türkiye-ve-ermenistan-
arasındaki-protokollerin-analizi.html, 1 Eylül 2009.
23 Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, s. 108.
24 “Bayrak Notasına Karşı Bayrak Notası”, Radikal, 22 Ekim 2009. Gerginlik Türkiye Dışişleri Bakanı’nın Bakü’ye ziyareti sonrasında bir ölçüde aşılmıştır.
25 .........Ermenistan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi için bakınız, Ermenistan Savunma Bakanlığı internet sitesi, http://www.mil.am/eng/index.php?page=49; ayrıca, Harutioun Khachatrian, 
“Armenia Adopts A National Security Strategy”, Central Asia-Caucasus Institute
, http://www.cacianalyst.org/?q=node/4476, 21 Mart 2007.
26 Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, ss. 101-111.
27 Naira Melkumian, “Armenia: Economy Hit by Georgian War”, IWPR, 16 Ekim 2008. Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, s. 57.
28 Kamer Kasım, “Turkey-Azerbaijan-Armenia Triangle”, Journal of Turkish Weekly, 27 Mayıs 2009
29 Konu ile ilgili olarak bakınız, Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, ss. 106-107. Sedat Laçiner, “Türkiye-Ermenistan İlişkilerinde Sınır Kapısı Sorunu ve Ekonomik Boyutu”, Ermeni Araştırmaları Dergisi, Cilt. 2, Sayı. 6, Yaz 2002, ss. 35-68.
30 Ermenistan ekonomisi ile ilgili veriler için bakınız, , Economist Intelligence Unit Country Report, http://www.eiu.com
31 .......Türk Dış Politikasına ilişkin uzmanların analizleri için bakınız, Habibe Özdal, Osman Bahadır 
Dinçer ve Mehmet Yegin (Der.), Mülakatlarla Türk Dış Politikası, Ankara: USAK Yayınları, 2009. 
32 Elizabeth Owen, “Abkhazia’s Diaspora: Dreaming of Home”, Eurasia Insight, 
http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav030909b_pr.shtml , 9 Mart 2009.
33 .........Abhazya sorunu ve sorunun Gürcistan-Türkiye ilişkilerine etkisi için bakınız Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, s. 65 ve ss. 111-114.
34 “Peace Plan Signed, But Russian Forces Appear To Advance”, Eurasia Insight, http://www.
eurasianet.org/departments/insight/articles/eav081508_pr.shtml, 15 Ağustos 2008.
35 Whitmore Brian, “Did Russia Plan Its War In Georgia”, Eurasia Insight, http://www.eurasianet.
org/departments/insight/articles/pp081608_pr.sthml, 16 Ağustos 2008.
36 Giorgi Lomsadze, “Georgia: Contemplating War-Ana- Peace On A Make-Believe Isle”, Eurasia Insight, http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/eav060409b_
pr.sthml, 04 Haziran 2009.
37 Joshua Kucera, “Georgia: Washington Declines Tbilisi’s Request For ‘Defensive’ Weapons”, Eurasia Insight, http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/eav072909a_
pr.sthml, 29 Temmuz 2009.
38 Robert Coalson, “Russia Steps Up Cooperation With Breakaway Georgian Regions”, Eurasia Insight, http://www.eurasianet.org/departments/insight/articles/pp050209_pr.sthml, 
02 Mayıs 2009.
39 “Georgia: Putin Visits Abkhazia”, Eurasia Insight, 
http://www.eurasianet.org/departments/insightb/articles/eav081209b_pr.sthml, 12Ağustos 2009.
40 ...........Ağustos 2008 Rusya-Gürcistan çatışması ve sonrasına ilişkin değerlendirmeler için bakınız, Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, 2009, ss. 209-230.
41 Kamer Kasım, “Ağustos 2008 Sonrası Abhazya Üzerine Söyleşi”, USAK Stratejik Gündem
, http://www.usakgundem.com/yazar/1517/ağustos-2008-sonrası-abhazya-üzerine-bir-söyleşi.html, 11 Nisan 2010. 
42 “Gürcistan ile İlişkilerimiz Gerçekten de Altın Çağını Yaşıyor”, http://www.tobb.org.tr/haber_arsiv2.php?haberid=2573, 6 Ekim 2009. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Gürcistan Raporu, http://www.deik.org.tr/Lists/Bulten/Attachments/183/Gurcistan_ulkebulteni_
eylul%202009_TR.pdf, 
43 ........Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu Gürcistan Raporu, 
http://www.deik.org.tr/Lists/Bulten/Attachments/183/Gurcistan_ulkebulteni_eylul%202009_TR.pdf
44 Gürcistan ekonomisi ile ilgili veriler için bakınız, Economist Intelligence Unit Country Report, http://www.eiu.com
45 Hasan Kanbolat, “Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savaşı”, Avrasya Dosyası, Rusya Özel Sayısı, Cilt. 6, Sayı. 4, 2001, ss. 168-174. Oktay F. Tanrısever, “Moskova’nın Çeçenistan Çıkmazı ve Çıkış Arayışları, Avrasya Dosyası, Rusya Özel Sayısı, Cilt. 6, Sayı. 4, 2002, ss. 196-198.
46 Bakınız, Kamer Kasım, Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Ankara: USAK Yayınları, ss. 139-141. Yalçın Doğan, “Demirel’den Tarihi Özet”, Milliyet, 20 Kasım 1999.
47 Kamer Kasım, “Çeçenistan: Kafkasya’da Bitmeyen Mücadele”, USAK Stratejik Gündem, 
http://www.usakgundem.com/yazar/1503/çeçenistan-kafkasya’da-bitmeyen-mücadele.html, 31 Mart 2010.
48 ........Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 17 Mayıs 2010’daki Azerbaycan ziyaretinde de bu mesaj tekrarlanmıştır. Bakınız, “Bizler aynı ailenin fertleriyiz”, 
http://www.basbakanlik.gov.tr/Forms/pActuelDetail.aspx.


***