Özbekistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özbekistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2020 Çarşamba

Bağımsızlıklarının 30. Yılına Doğru Orta Asya Cumhuriyetlerinin Temel İşbirliği

Bağımsızlıklarının 30. Yılına Doğru Orta Asya Cumhuriyetlerinin Temel İşbirliği


Suinbay Suyundikov 
11 Mart 2020.,

“Biz Türk Ulusunun farklı devletleriyiz…
Altay’la Akdeniz arasında 200 milyondan fazla kardeşimiz yaşıyor.
Eğer birleşirsek dünyada çok etkin güce dönüşebiliriz.”
Nursultan Nazarbayev

Giriş

Ortak coğrafya, dil ve kültürel değerleri paylaşan Orta Asya Türk cumhuriyetleri binlerce yıllık bir tarihe sahiptir. İki kutuplu dünyanın son bulmasıyla Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan etmesi, Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşlar açısından önemli sonuçlar doğurmuştur.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) yıkılmasından önce, 1991 yılında Orta Asya cumhuriyetleri arası danışma toplantısı düzenlenerek, bu ülkeler arasında bir müzakere zemini oluşturulmasına ilişkin bir anlaşma yapılmış, fakat SSCB yıkılınca bu anlaşma geçerliliğini yitirmiştir[1].

SSCB’nin çöküşünden sonra, Orta Asya'da beş yeni bağımsız devlet; Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan cumhuriyetleri ortaya çıkarak dünya arenasında önemli rol oynamaya başlamıştır. Hem Orta Asya cumhuriyetlerinden hem de dünyanın pek çok yerinden siyasetçiler, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün süper güçler arasında yeni bir rekabet oluşturması ve Orta Asya'daki çıkarlarına zarar vermesinden korkuyorlardı.[2] 8 Aralık 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin üç cumhurbaşkanı (şimdiki Rusya Federasyonu, Belarus ve Ukrayna) tarafından Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Antlaşmasının imzalanmasıyla; SSCB’nin hukukî varlığının, de-facto ve de-jure olarak sona erdiği ifade edildi. Bağımsız Devletler Topluluğu’nun oluşturulmasıyla topluluğa üye devletler arasında hukuksal, siyasi, ekonomi, savunma ve kültürel alanlarda çok taraflı işbirliği organları oluşturulmuştur.

Slav kökenli Sovyet ülkelerinin Aralık 1991 yılında diğer birlik üyesi ülkelere herhangi bir bilgi sunmadan kendi aralarında anlaşması, Orta Asya cumhuriyetlerinin cumhurbaşkanlarını önemli ölçüde tedirgin etmiştir. Örneğin, 1990’larda yaşanan “Birlik Antlaşması” müzakerelerinin ana figürü Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Slav kökenli ülke liderlerinin planlarından kendisinin haberdar olmamasından rahatsız olmuştur.[3]

Orta Asya cumhuriyetleri liderlerinin topluluğa katılıma ilişkin ilk toplantısı Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta gerçekleşmiştir. Toplantıda alınan sonuç, beş Orta Asya ülkesinin etnik ya da dini esaslara dayalı olamama şartıyla Bağımsız Devletler Topluluğu’na katılımının onaylanması olmuştur. [4]

Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlığını yeni elde etmesi; dünya genelinde büyük ses getirmiş, alışık olunan uluslararası güç dengelerin değişmesiyle birlikte de dikkatler bu devletler üzerinde toplanmıştır. Aynı zamanda coğrafi yüzölçümü açısından dünyanın en büyük kıtası olan Avrasya, hem bulunduğu konumu, hem de sahip olduğu jeopolitik konum bakımdan büyük bir öneme sahiptir. Bununla beraber zengin yer altı kaynakları açısından da dünyada en büyük potansiyele sahip olan bölgelerden birisidir. [5]


Orta Asya cumhuriyetleri arasındaki temel işbirliğinden söz edildiğinde, işbirliğini tetikleyen unsurların oluşturduğu avantajları ve dezavantajları ele almamız gerekir. Ülkeler arası işbirliğinin başlaması, devletlerarası sorunların çözümünün tek yoludur. Bağımsızlığı henüz taze olan Orta Asya cumhuriyetlerinin ilk önce ülke içi politik istikrarlarını sağlanması, sonrasında da ekonomik olarak güçlü olabilmek adına diğer ülkelerle işbirliği yoluna gitmesi gerekmektedir.
Bununla beraber Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin tarihi ve kültürel ilişkileri oldukça eskilere dayandığı için, bilgi ve anlayış yönünden de bu ülkeler arasında önemli ölçüde farklılık görülmemektedir. Dil, din ve tarih; Orta Asya Türk cumhuriyetlerin ortak kültür unsurlarının ilk sıralarında yerini almaktadır. Bu anlamda da ortak kültürel unsurlar, Orta Asya cumhuriyetlerinin işbirliği ve dayanışmasının tesis edilmesine yönelik stratejilerin ortak buluşma yeridir.[6]
Orta Asya’nın coğrafik konumu, kökeni binlerce yıla dayanan ortak bir kültür havzasıdır. Orta Asya cumhuriyetlerinin coğrafi açısından kendi aralarında birbirinin devamı olmaları ve yakın komşu durumunda olmaları esasında bu ülkeler açısından büyük bir avantajdır. Dolayısıyla bu ülkeler açısından olumlu sonuç oluşturacak bir işbirliğinin teoriden pratiğe dönüştürülmesi elzemdir. İlk olarak, kültür alanından başlamak üzere bilim, ekonomi, siyasi, sosyal ve teknoloji ilişkiler ağını ivedilikle kurmak gerekmektedir.  Bu durum Türk Dünyasında ülkelerarası seviyede karşılıklı bağımlılık doğuracak; bu da Orta Asya Türki cumhuriyetlerinin ilişkilerinin gelişmesini ve aynı zamanda beraber hareket etmelerini, diğer bir ifadeyle entegrasyon tohumlarının yeşermesini teşvik edici unsurları oluşturacaktır.[7]

1991 yılında Bağımsız Devletler Topluluğu örgütünün kurulmasına rağmen, sosyo-ekonomik iletişimin zayıf kalması bazı post-Sovyet ülkelerinin birbirinden kopuk ve bağımsız olarak gelişmelerini tetiklemiştir. BDT çerçevesinde imzalanan sözleşmelerin çoğunluğu pratikte gerçekleşmemiştir. Bu uluslararası kuruluş birçok uzmanların görüşlerine göre, hızlı bir şekilde değişmekte olan tabloyu gölgelemiştir. Post Sovyet ülkelerinin bulunduğu coğrafyada işbirliği ve entegrasyon unsurları fonksiyonel nitelik kazanmamıştır.[8]

Orta Asya Kavramının Kısa Ontolojisi

Kazakçada “Merkezi Asya” anlamına gelen “Ortalık Asya” kavramı, Orta Asya ülkeleri ile Kazakistan’ı da kapsayan coğrafyayı ifade etmek için kullanılmaktadır. Aynı zamanda Rusçada “??????????? ????”(Tsentralnaya Aziya) ve İngilizce de “Central Asia” olarak kullanılan terimin Kazakça tercümesi de Merkezi Asya olarak isimlendirilmektedir. Türkiye Türkçesinde ise, “Merkezi Asya” kavramının yerine kalıplaşmış terim olarak “Orta Asya” adı kullanılmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya coğrafyası “Orta Asya ve Kazakistan” (??????? ???? ? ????????? - Srednyaya Aziya i Kazakhstan) olarak isimlendirilmiştir. 1992 yılında yapılan Orta Asya cumhuriyetleri toplantısında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, “Orta Asya ve Kazakistan” kavramının yerine “Merkezi Asya” kavramının kullanılmasını önermiştir. Bağımsızlığına kavuşan Orta Asya ülkelerin 1993 yılında Özbekistan başkenti Taşkent’te tekrar toplanmıştır. Bu görüşmeler sonucunda, “Orta Asya ve Kazakistan” terimi “Merkezi Asya” olarak adlandırma kararını oybirliği ile alarak, jeopolitik kimlik belirleme konusunda değerlendirme yapmıştır.

Orta Asya Cumhuriyetleri İşbirliği Süreci

Kazakistan Cumhurbaşkanı N. Nazarbayev Avrupa Birliği’nin kuruluşunu esas alarak Orta Asya Birliği[9]’ni önermiştir.[10] 1993 yılında Orta Asya cumhuriyetleri zirvesinde Orta Asya Ortak Pazarı oluşturulmuştur. AB modelini örnek alan ülke liderleri, devletlerarası mal dolaşımının kısıtlamalarının kaldırılması, ithal ürünlere eklenen vergilerin standardizasyonu, entegrasyonu destekleyen ülkeler arasında gümrük ve tariflerinin kaldırılması ve ortak para birimine geçilmesini kararlaştırılmıştı.[11]

1993 yılında bölgenin en büyük iki devleti olan Kazakistan ile Özbekistan, 1994–2000 yılları arasında ekonomik entegrasyonu derinleştirme ile ilgili bir anlaşma imzalamışlardır. Ocak 1994’te Kazakistan ve Özbekistan arasında eşit ve serbest ekonomik alan oluşturmak için anlaşma imzalanmıştır. Nisan 1994’te Kırgızistan’da yer alan Çolpan-Ata şehrinde Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan Cumhurbaşkanlarının yaptığı görüşme sonrasında serbest ekonomik alan oluşturmak, bununla beraber uygulayıcı organları kurmak için gerekli anlaşmalar imzalanmıştır. Daha sonra da Haziran 1994’te bu üç ülke Almatı’da düzenlenen geleneksel görüşmelerde ortak iktidar organını kurma girişiminde bulunmuş, Devletlerarası Konsey ile ilgili anlaşmaya imza atılmıştır. Ağustos 1994 tarihinde Devletlerarası Konseyin yürütme komitesine ilişkin ilkeler kabul edilmiştir. 1995 tarihinde entegrasyon süreçlerine katılan ülkelerin başbakanları, Konsey toplantısında 1995 ile 2000 yılları arasında yürütülecek “Ekonomik Entegrasyon Programı”nı kabul etmişlerdir. Haziran 1995 tarihinde Kırgızistan’ın Issıkgöl şehrinde yapılan zirve toplantısında, Orta Asya “Üçlüsünün” cumhurbaşkanları, “Bölgesel İşbirliği ile ilgili Deklarasyonu” kabul ettiler. Bununla beraber, “Başbakanlar Konseyi”, “Dışişleri Bakanları Konseyi” ve “Savunma Bakanları Konseyi” kuruldu. 1995 ile 1998 yılları arasında devletlerarası işbirliğinin çeşitli alanlarında 150’ye yakın belgeye imza atılmıştır.[12]

Entegrasyona ilişkin yukarıda adı geçen anlaşmalar olmasına rağmen, Orta Asya Birliği’nin çerçevesinde alınan kararların pratikte uygulamaya geçirilmesi güç olmuştur. Avrupa Birliği’nin uygulamakta olduğu ortak pazar; ürün, sermaye, emek ve hizmetlerin serbest dolaşımı gibi konularda Orta Asya ülkelerinde gerekli işlemler gerçekleşmemiştir. Bazı uzmanların görüşlerine göre, Orta Asya Birliği’nin tandem lokomotifleri olan Kazakistan ile Özbekistan’ın hızlı bir şekilde Batılı ülkelerle ekonomik-ticari ve siyasi ilişkilerin kurması sonrası bu ülkeler yepyeni bir dünya ile karşılaşmış, bu dünyanın cazibesine kendilerini kaptırmışlardır. Batılı ülkelerle ekonomik-ticari ve siyasi ilişkilerin artırılması, Orta Asya Birliği’nin güçlendirme çabalarının azalmasına hatta işbirliğin işlemsiz hale gelmesine neden olmuştur. Ta ki, ABD’nin “Büyük Orta Doğu” ve “Demokratikleşme” projelerinin başlamasıyla ABD’nin Afganistan ve İran’a yaptığı askeri operasyonların akabinde post-Sovyet coğrafyasında gerçekleştirdiği “kadife devrimler” Orta Asya cumhuriyetlerinin uygulamakta olduğu politikaların bir daha gözden geçirilmesini tetiklemiştir. Bu dönemde post-Sovyet coğrafyasında bulunan ülkelerin birçoğunda iç huzursuzluklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu kaotik durum karşısında Batılı devletlerin yeterli desteği vermemesi, özellikle Orta Asya ülkelerini kötü anlamda etkilemiştir. En nihayetinde bu kardeş ülkelerin sorunlarını uzaktan birinin çözmeyeceği ortaya çıkmıştır.[13]

Kazakistan Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı ve Orta Asya Birliği’nin mimarı olan Nursultan Nazarbayev, 16 Şubat 2005 yılında yaptığı Ulusa Seslenişinde[14] söyle ifadeler kullanmıştır:

"15'inci yüzyılın sonlarına kadar Orta Asya dünya ekonomisinde önemli bir bölgeydi. Bizim bölgemiz Doğu ve Batıyı birbirine bağlıyordu. Çeşitli halklar ulusal sınıflara bölünmemişti. İpek yolunun gerilemesi neticesinde Orta Asya da taşraya dönüştü. Bağımsızlığımızın kazanılmasıyla bölgemiz 500 yıl aradan sonra ilk defa dünya ekonomisi için önemli bir bölge hâline gelmektedir. Biz transit koridor olma konumumuzu pekiştirmekteyiz, dünya piyasalarına değerli ürünler olan petrol, doğal gaz, çeşitli madenler ve tarım ürünleri sağlamaktayız. Tarihî İpek Yolu güzergâhları üzerinden geçecek olan 21. yüz yılın petrol ve doğal gaz boru hatlarının, kara ve demiryollarının “çevre çizgileri” artık görünmektedir.
Asya Kaplanları ve AB'nin başarılı olmalarının sebepleri açıkça gözümüzün önündedir. Diğer taraftan, II. Dünya savaşından sonra bağımsızlığına kavuşan ülkeler arasında anlaşmazlıklar ve çekişmelere şahit oluyoruz. Global ekonomide büyük piyasalar önem taşımaktadır. Ayrıca biz de büyük güçlerin ekonomik üstünlük için bölgemizde açıkça rekabet ettiklerine de şahit olmaktayız. Sözkonusu küresel jeo-ekonomik mesele karşısında bizim doğru konuma sahip olmamız önemlidir.
Bizim önümüzde şöyle seçenekler var: Ya dünya ekonomisinin sonsuza dek hammadde sağlayıcısı olarak kalmak, yeni bir imparatorluk beklemek; ya da Ortalık Asya bölgesinin somut entegrasyon sürecini başlatmaya girişmektir. Ben son seçeneği teklif ediyorum.

Bizim ileri entegrasyonumuz istikrar, bölgenin aktif ilerlemesi, ekonomik ve askerî-siyasî bağımsızlık istikametinde olan yolumuzdur. Ancak bu durumda bölgemiz dünyada saygın bir konum elde edebilecektir. Ancak bu şekilde biz kendi güvenliğimizi temin edebiliriz, köktencilik ve terörizmle etkin bir şekilde mücadele edebiliriz.

Ortalık Asya Devletler Birliği'ni kurmayı teklif ediyorum. Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasında yapılan 'Ebedî Dostluk Antlaşması' böyle bir örgütün sağlam temeli olabilir. Bölgemizin başka ülkelerini saymıyor değilim.
Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihî-kültürel köklerimiz, dilimiz, dinimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehditlerimiz ortaktır. AB mimarları böyle müşterek noktaları sadece hayal edebilirdi.

Ancak bu durumda biz, hepimizi bir, tek vücut olarak gören ulu atalarımıza lâyık olabiliriz. Önce Çarlık idaresi, daha sonra Stalin'in politikası bu birlikten korktu ve bölgemizi idarî-millî kesimlere parçaladı. İzlenen politika “Parçala-Yönet!” idi. Artık şimdi bizim tarafımızdan eşit haklara sahip bölge halklarının gelecek nesillerine zaruri olan yeni bir istikamet göstermenin zamanı geldi.”

Kazakistan Cumhurbaşkanı N. Nazarbayev Orta Asya Birliği’nin hızlı değişmekte olan küresel dünya sisteminde jeopolitik ve jeo-ekonomik nedenlerden dolayı gerçekleşmesi elzem olduğunun altını çizmiştir. İleriye doğru baktığımızda Orta Asya İşbirliğinin kaçınılmaz, hatta zorunlu olduğu bir gerçektir. Orta Asya cumhuriyetlerin en az 300 yıllık aradan sonra ilk defa dünya ekonomisi ve jeopolitiği için önemli bir stratejik konuma geldiğini söylemek mümkündür. Orta Asya 21.yüzyılda Avrasya kıtasının merkezi noktası hâline gelmiştir. Aynı zaman dünya piyasalarına petrol ürünleri, doğal gaz, çeşitli yer altı zenginlikleri ve tarım ürünlerini ihraç etmektedir. Orta Asya cumhuriyetlerinin kendi aralarında çeşitli alanlarda işbirliğini artırması stratejik büyük önem taşımaktadır. Ortalık Asya ülkeleri, kendi eksikliklerini gidermenin yolunun işbirliğinden geçtiğini anlamalıdırlar. Bu sayede ekonomik açıdan kendi pazarını kendisi kullanmış olacaklar ve ticari-ekonomik olarak yabancı ülkelere bağımlılıklarını da önemli ölçüde azaltmış olacaklardır. Ekonomik ve ticari ilişkilerin hızla artışı ve işbirliğine yönelik siyasi atılımlar özellikle bu ivmenin kazanılmasında önemli rol oynayacaktır. Sadece tek unsura dayanmaktan ziyade birçok alanda işbirliğini gitmek, entegrasyonun esas amaçları açısından gerekli olan yöntemdir.  
Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev 9 Nisan 2007 Pazartesi günü dört televizyon kanalına birden çeşitli konuları içeren uzun bir röportaj vermiştir. İki saatten fazla süren röportajda KC Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev: “Elbette en iyisi bizim Orta Asya Devletlerinin Birliği’ni kurmamızdır. Çünkü bütün dünyada birlik oluşturma temayülü var. Latin Amerikasında bu MERCOSUR – Brezilya, Arjantin ve Şili, Avrupa’da Benelüks dediğimiz Belçika, Lüksemburg ve Hollanda, Güney-Doğu Asya’da da böyle birlikler var. Doğu’da Arap ülkelerinin birliği var. Yani ülkeler arasında birlik oluşumları olmaktadır. Bizim Allah’ın birleşmemizi kaderimize yazdığı ve dil engelleri olmayan 55 milyon halk, birbirinin eksikliklerini tamamlayabilen bir ekonomi, aynı bölgede yaşama, karayolu ve enerji bağlantıları gibi özelliklerimiz var. Bu bölge dış pazarlara muhtaç olmaksızın kendi yiyecek içeceğini sağlayabilecek kapasitededir. [Birlik için] daha başka ne gereklidir? Bizler birbirlerimize saygılıyız. Halk bundan sadece yarar görebilir. Bizim böyle bir birliği niçin kuramadığımızı hala anlayamıyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu konuda çok konuşmalıyız. Bizim kendi vatandaşlarımıza da, komşularımıza da bu konuda daha çok söylenmelidir. Basın organları bizim kültürlerimizin yakın olduğu, ortak tarihimiz, dilimiz olduğu ve bizim çocuklarımızın geleceği hakkında daha fazla yazmalı, çizmeli. Bu entegrasyon, ekonomik açıdan avantaj sağlayacaktır. Ayrıca, genel olarak bizim güvenliğimize de hizmet edecektir. Bu sebeple, ben bu konudaki çalışmalarımı devam ettiriyorum. Tarihe bakacak olursak, bizi birlik olmaya daha 1918’lerde Mustafa Çokay davet etmiş idi. Hatırlarsanız, Mustafa Çokay’ın “Bizim kanımız bir, canımız bir, bu dünyada da, o dünyada da birleşmemiz lazım” demişti. O dönemde, “Türkistan Cumhuriyeti” demişti. O dönemden beri bu sözler önemini hiç kaybetmedi.

Bu yüzden, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan’ın tüm seçkinleri, aydınları, tarihçileri ve ilim adamları bu meseleyi ele almaları lazımdır. Birlik olmak – katılmak, tek devlet olmak manasına gelmez. Fakat, birbirine gerçek akrabalık, kardeşlik ilişkileri tesis etmek demektir. Hiç olmazsa, Avrupa Birliği gibi, ekonomimiz bir olsa, işte o zaman büyük bir güç ortaya çıkardı. Bu durum ekonomilerimizi canlandırırdı. Güçlü birlik olurdu. Güvenliğimizi korumamızı kolaylaştırırdı. Bizim itibarımız çevredekilerden yüksek olurdu. Elbette, biz sağa sola dağılırsak, bizi teker teker hakimiyetleri altına almaları da kolay olacaktır.”[15] ifadeleri vurgulamıştır.

Uluslararası Arenada Orta Asya Cumhuriyetlerinin Genel Durumu    
 
Orta Asya daha evvel 19. yüzyılın başlarında tasarlanan “büyük oyun”daki gibi bir kez daha jeopolitik oyunların merkezi hâline gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla günümüzde uluslararası camianın dikkati de bu coğrafyaya yoğunlaşmış durumdadır.[16] Bölgenin, hızla pazar ekonomisine geçişe ayak uydurmaya çalışan ve bunun sonucu olarak olağanüstü ekonomik gelişme başarısını sürdüren Çin Halk Cumhuriyeti’yle, bölgede önemli bir aktör olan Rusya Federasyon’uyla ve aynı zamanda yer küremizin siyasi ve ekonomik istikrar açısından en zorlu bölgelerinden olan Afganistan ve Orta Doğu ile ortak sınırları bulunmaktadır. Bununla beraber küresel çapta öneme sahip büyük enerji kaynaklarının bulunması, Avrasya coğrafyasının tam göbeğinde bulunmasından ötürü uyuşturucu trafiğinin transit geçiş bölgesini teşkil etmesi, bölgeyi Transavrasya ticaretinin geçiş alanı haline gelebilir.[17]  Diğer bir ifadeyle yakın gelecekte Orta Asya bölgesi yeni bir güç mücadelesi sahası, karışıklık ve çalkantıların merkezi hâline de gelebilir. Komşu ülkeler ve bu bölgeyle işbirliği yapan ortakları; bölgenin istikrarlı, güvenli ve gelişen Orta Asya olmasını istemektedirler. Bölgenin istikrarının çökmesiyle başlayabilecek iç karışıklıklar ve sınır çatışmaları bu ülkelerin çıkarlarına olmayacaktır. Çünkü bölge sadece iç istikrarsızlığa sürüklenmekle kalmayıp aynı zamanda Avrasya kıtasının uyuşturucu ticaretinin de büyük bir kısmı için geçiş koridoru rolünü üstlenecektir. Barışçı işbirliğinin ve bu anlamda gerçekleşecek entegrasyonun, herkesin çıkarına olacağı çok aşikârdır. Orta Asya’yla komşu olan ve bölge ülkeleriyle sıkı işbirliği içinde olan ülkeler istenilen insan gelişimi ve güvenliğine katkıyı sağlamakla beraber bölgesel işbirliği oluşumunda ciddi etki gücüne sahiptirler.[18]

Orta Asya ülkelerinin en önemli ekonomik ortağı Rusya’dır. Çünkü başka devletlerle karşılaştırıldığında Rusya’yla kültürel ve dil engelleri minimuma inmektedir. Çok büyük bir pazar olmakla beraber eğitim ve iş imkânı açısından da çok cazip olan Rusya, ayrıca Orta Asya ülkelerine yatırım kaynağı olarak da görülebilir. Rusya, bölgedeki oluşumların hemen hepsine katılarak iki taraflı ilişkilerde de aktif rol üstlenmektedir. İkinci önemli bölgesel ekonomik ortak ise Çin’dir. Hızlı büyüme gösteren Çin ekonomisi için yeni enerji kaynakları bulmadaki aktif arayışlar, bu ülkenin Orta Asya’nın enerji sektörüne yapılan yatırım hacmini çok hızlı bir şekilde arttırmıştır. Bunun dışında istikrarlı gelişmesini devam ettiren Çin, Orta Asya ülkeleri ile siyasi ve iktisadi ilişkilerini de geliştirmeye çok özen göstermektedir. Hem Rusya hem de Çin bölgenin güvenliği açısından çok önemli aktörlerdir, çünkü imzalamış oldukları Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) anlaşması gereğince üye ülkeler terör, uyuşturucu ve silah kaçakçılığına karşı ortak mücadele vereceklerine dair taahhütlerde bulunmuşlardır. Bölgedeki istikrar, bölgenin diğer dolaylı komşuları olan İran ve Afganistan ve biraz daha uzak komşuları olan Hindistan, Pakistan ve Türkiye gibi ülkelerin de kendi çıkarına olacaktır. Hemen hepsi Orta Asya cumhuriyetleri ile iyi ilişkiler içinde olmayı istemektedirler. Çift taraflı ilişkilerde demokrasinin geliştirilmesi, güvenliğin sağlanması ve ekonomik yardım konularında finansal kaynak sağlayan önemli ülkelerin birisi de ABD’dir. Avrupa Birliği, Japonya, Almanya, İsviçre ve İngiltere az sayılmayacak miktarlarda yardım yapan diğer kurum ve ülkelerdir. Bu yardım programları, stratejik ilişkiler içinde olunan ülkelerle, bölgenin gelişmesi ve kalkınması için yapılmaktadır.[19]

Dünyanın gelişmiş ülkeleri en önemli stratejilerini ve teorilerini kurarken öncelikli hedef olarak Orta Asya’yı gösterirler. Bunun en büyük nedeni, Orta Asya coğrafyasında bulunan fosil enerji kaynaklarıdır. Aynı zamanda Avrasya kıtasında dünya nüfusunun yaklaşık %75’i yaşamakta ve enerji kaynakların dörtte üçü de bu coğrafyada bulunmaktadır.[20] 

Bununla beraber Avrasya halkları, medeniyetlerin oluştuğu muazzam bir insani ve ekonomik zenginlikler alt yapısına sahiptir.[21] Orta Asya, Hazar Enerji Havzası[22] sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynakları ile küresel, bölgesel güçlerin ve uluslararası aktörlerin ilgisini çeken coğrafya olarak jeostratejik ve jeoekonomik bir önem arz etmektedir.

Kazakistan Cumhuriyeti’nin UNESCO nezdindeki büyükelçilik görevini üstlenen Olcas Süleymenov, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin işbirliğinin beraberinde getireceği avantajı vurgularken, Avrasya’da birlik modelini gerçekleştirmenin zamanı geldiğini şöyle ifade etmiştir: “Dünyada 40’tan fazla Türkçe konuşan halk vardır. Bu çok geniş bir coğrafyadır. Tarih bizi Moğolistan’dan Akdeniz’e kadar olan bölgeye yaymıştır. Değişen asırlar halklarımızın mekânlarını birbirinden ayırmıştır. Buna rağmen, temel amaçlarımızı aynı şekilde algılıyoruz. Ayrıca, genel sorunlarımızı aynı üzüntü ve acıyla algılıyor, genel sevincimizle aynı şekilde iftihar ediyoruz. Bu nedenle bütün Türkçe konuşan halkılar adeta büyük Türk süper ulusunun, büyük Türk dünyasının diasporalarıdır.”[23]

Orta Asya hiçbir zaman sıradan bir bölge veya önemi gittikçe azalan bir coğrafi konum olmamış, daima “Avrasya’nın kalbi” niteliğini taşımıştır. Bu niteliğin önemi 21. yüzyılda daha da artmış bulunmaktadır. Dünya genelinde mevcut olan toplam doğal gazın %32’si Avrasya’ya ve bu miktarın yarısı da Orta Asya cumhuriyetlerine aittir. Aynı zamanda Avrasya’daki petrolün 1/4’ü bu coğrafyada bulunmaktadır. Şanghay İşbirliği’nden, Gümrük Birliği’nden, Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan, Avrasya Ekonomik Birliği’nden, Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nden ve İpek Yolundan söz edecek olursak Orta Asya cumhuriyetlerinin jeo-stratejik konumunun öneminin büyük olduğu açıktır.[24] 
 
 Source: BP Statistical Review of World Energy[25] June 2018

Orta Asya Cumhuriyetleri Arasında İşbirliğini Kolaylaştıran Etkenler

Ülkeler arası ilişkilerin pekiştirilmesi için oluşturulan işbirliği ister istemez başka çeşitli alanlarda da etkisini görülecektir. Bağımsızlığına yeni kavuşan Orta Asya Türki cumhuriyetlerinin arasındaki sorunlar ancak işbirliğinin temelleri sağlamlaştırıldığı zaman çözülecektir. Siyasi işbirliğin yanı sıra sosyal-ekonomik alanında da güçlü olabilmek için Ortalık Asya cumhuriyetlerinin bu alanlarda güçlü işbirliğine ihtiyacı vardır. Bütün bunların yanında bu ülkeler arasında büyük ortaklık barındıran tarih, coğrafya, dini, etnik ve kültürel yapılar; kendi aralarında büyük çapta çatışmaların ortaya çıkmamış olması gibi ortak zeminlere sahip olmaları da işbirliğini kolaylaştıran etkenlerdendir.[26]  

Bölgesel işbirliği kapsamında önemli ekonomik ilişkiler (ticaret, ulaştırma, lojistik ve doğrudan yabancı yatırımlar vs.), doğal kaynaklar alanındaki ilişkiler (su, enerji ve ekoloji) ve tüm devletlerde olduğu gibi ulusal güvenlik alanındaki ilişkiler (terörizm, silah, uyuşturucu ticareti ve dini radikal oluşumlar ile mücadele) dikkatle incelenmektedir. Orta Asya’da bu üç alandaki işbirliği potansiyeli gittikçe önem kazanmaktadır. Diğer önemli işbirliği alanları da; eğitim, sağlık, düzensiz göç ve doğal felaketlere karşı işbirliği yapmaktır. Kuşkusuz, bu işbirliği sahalarının bazıları diğerlerine göre daha sıkı ilişkiler gerektirmektedir. Öte yandan da bölgesel işbirliği, devletlerarası ilişkilerde asli unsur olmayan iç reformların yürütülmesini ve demokratik yapıların oluşumunu ciddi manada teşvik edebilir.[27]

Post-Sovyet Orta Asya cumhuriyetlerinin en önemli bir özelliklerinden biri de toplumun büyük bir kesiminin eğitimli olması, dolayısıyla yeniliğe açık olmasıdır. Sovyet eğitim sisteminin en avantajlı kısmı 1. sınıftan 11. sınıfa kadar zorunlu eğitim olmasıdır. Eski Sovyet ülkelerinde ve özellikle Orta Asya cumhuriyetlerinin arasında ciddî bir ideolojik farklılık bulunmamaktadır. Buna ek olarak genellikle devlet olarak kimse diğerinin iç işlerine karışmamaktadır.

Orta Asya Cumhuriyetlerinin Yakın Komşularıyla İlişkileri

Orta Asya ülkelerinin denize doğrudan çıkışı olmaması, bölgenin beş ülkesini komşularıyla iyi ilişkiler kurmaya zorlamaktadır. Hem uluslararası ticaret (pazar sağlanması ve mal ihtiyaçlarını karşılama), bölge dışı ulaşım, lojistik geçitleri ve uluslararası büyük limanlara erişim, dış kaynaklı terör, uyuşturucu kaçakçılığı ve insan ticaretiyle mücadele gibi birçok alanda işbirliği yapmak için iyi ilişkiler içinde olunmasının gerekliliği çok açıktır. Sınır komşuları olan Afganistan, Çin, İran ve Rusya bu alanlarda işbirliği yapılabilecek önemli aktörlerdir. Afganistan hariç diğer ülkeler için alan büyüklüğü, yer altı ve yer üstü zenginlikleri hem yatırım çekme olanağı sağlamaktadır hem de yeni teknolojiye erişim, yeraltı zenginlikleri pazarlarını genişletme, tarım ürünleri, hammadde ve bazı sanayi ürünleri üretme imkânını sunmaktadır. Hatta Afganistan bile yabancı ve askeri yardımları çekmesinden dolayı, Orta Asya ülkelerine ciddi iş imkânları yaratmaktadır. Bunlarla beraber Orta Asya ülkelerinin komşularıyla ilişkilerini ulusal çıkarları yönünden ele aldığımızda karşımıza çok zor ve riskli bir manzara çıkmaktadır; hem iki taraflı ilişkilerde hem de bölgesel oluşum ve programlar bünyesinde ciddi çıkmazlara sürüklenebilme riski mevcuttur.[28]

Orta Asya Cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu ile İlişkileri

Rusya hem yüzyılı aşkın bir süre sömürgeci imparatorluk tecrübesine sahip olmasıyla hem de Orta Asya’daki modernizasyonun ve sanayileşmenin lokomotifi olma özelliğiyle Orta Asya coğrafyasında önemli bir role sahiptir. Bölge ülkeleriyle Rusya arasındaki ilişkiler çok karmaşık ve derin bir yapıya sahiptir. Rusya şu ana kadar “ekonomik lokomotif ve ekonomik cazibe merkezi” olma özelliğini korumuştur. Aynı zamanda Orta Asya cumhuriyetlerinin en büyük ticari ortağı ve bölgenin siyasi elitinin destekçisi, askeri ve teknik malzeme tedarikçisi ve kaynağı rolü oynamaktadır. Bununla beraber bu coğrafyanın tamamında Rus dili oldukça yaygın olarak kullanılmaktadır. Rusya’nın bölgede yürüttüğü genel siyaset, Orta Asya Cumhuriyetleri iktidarlarının yürüttüğü ekonomik gelişim ve siyasi istikrarı koruma siyasetiyle uyum içindedir.[29]

Bir yönden Rusya her bir Orta Asya cumhuriyeti ile ayrı ayrı ilişki kurmakta ve diğer bölgesel birçok kuruluş ve oluşumlarda yerini almaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: Orta Asya İşbirliği Örgütü (OAİÖ), Ortak Ekonomik Birlik, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (OSC). Rusya’nın geniş yardım programları olmasa da, kamu ve özel şirketler tarafından yapılan stratejik yatırımlar sayesinde ve bu bölgede kilit sayılabilecek alanlarda ortak şirketler kurarak hem bölgenin ekonomik gelişimine katkı sağlamakta hem de Rusya’nın bölgedeki siyasi nüfuzunu artırmaktadır. Rusya’nın yatırımlarının büyük bir kısmı enerji sektörüne yöneliktir. Böylece uzun vadede petrol, doğalgaz ve hidroenerji kaynaklarının işletilmesinin garantisini vermektedir. Son senelerde Rus şirketlerin başka yatırım alanlarına da yöneldiği bilinmektedir. Örneğin, Rus şirketler Kırgızistan’daki ucuz işgücünden dolayı ülkenin sanayi alanına ciddi yatırımlar yaparak üretimlerini bu ülkeye transfer etmiş ve sonrasında da ürünlerini tekrar Rusya’ya ihraç etme yolunu izlemiştir.

Yukarıda bahsettiğimiz yatırımların dışında Rusya ve Orta Asya’nın ekonomik bağlarının önemli bir türü de Rusya’ya çalışmak için gelen Kırgız, Tacik ve Özbek işçilerin kendi ülkelerine döviz getirmesidir. Bu paraların fakirlikle mücadelede küçümsenemeyecek öneme sahip olduğu açıktır. Fakat aynı zamanda Rusya’da olası bir siyasi çalkantı sonucunda her an kesilebilecek türden olması da ayrı bir risk faktörü olarak görülmektedir. İşçilerin büyük bir kısmı çalışma izni olmayan kaçak işçilerdir. Bunlar her an işten atılabilecek, herhangi bir zor durumda işvereni ya da yerel yöneticiler tarafından iyi muamele görmeyen, çok az ücretlerle çalıştırılan kişilerdir. Rusya yönetimi bu işçilerin kazançlarının ülkelerinin ekonomisine katkıları göz önünde bulundurarak göçlerin hukuki temellerini kolaylaştırmaya çalışmaktadır.[30]

Ancak göçmen işçi sayısının artmasıyla birlikte Rusya’da Orta Asya göçmenlerine karşı hoşgörü azalarak yerini nefrete bırakmaktadır. Bu durum hükümeti göçmenlerin serbest gezme imkânlarına sınırlamalar getirmeye ve onları gözetim altında tutmaya yönelik düzenlemeler oluşturmaya zorlamaktadır. Durum göründüğü gibi basit değildir, zira hükümet göçmenlere karşı sert sınırlamalar getirdiği takdirde Orta Asya ülkelerine aktarılan para miktarında ciddi düşüşler meydana gelecek ve o ülkelerdeki ekonomik istikrar önemli ölçüde zarar görebilecektir. Diğer yönden eğer göçmen sayısı kontrolsüz bir şekilde artmaya devam ederse, hükümet Rusya’nın kendi içinde bir siyasi çalkantıyla karşı karşıya kalabilecektir. Rusya parlamentosu; göçmenlere kimlik kartları çıkartma, kayıt tutma, pasaport çıkartma ve biyometrik verilere sahip olan vize uygulaması dâhil pek çok düzenlemeyi görüştü. Fakat bu durumda talep edilen vergi miktarını Kırgızistan ve Tacikistan gibi ülkelerden gelen fakir işçiler için kaldıramayacakları kadar fazla olacaktı.

Orta Asya’da Rusya’nın önemli birtakım güvenlik çıkarı da mevcuttur. Tacikistan’ın sınır bölgelerinden askerini çekme anlaşması gereğince Rusya bu ülkede ücretsiz ve süresiz askeri üsleri kullanma hakkını elde etmiştir. Ayrıca Tacikistan’a ait Sovyet zamanından kalma uzay izleme merkezini de kendine geçirme hakkını da elde etmiştir. Bu yeni askeri üste havadan destekli tam teçhizatlı 5000 Rus askerinden oluşan tümenini de bulundurmaktadır. Resmi olarak bunlar Rus uzay denetleme merkezini kontrolü altına alacaklardır. Tacikistan açısından da Rusya’nın ülkede asker bulundurması komşu ülkeler tarafından gelebilecek askeri tehdide, potansiyel terör ve iç karışıklıklara ve uyuşturucu kaçakçılığına karşı kalkan olarak kullanılması yönünden tercih edilmektedir. 2002 yılından beri Rusya, Kırgızistan’ın Kant şehrinde bulunan askeri hava üssünü kiralamış durumdadır.[31]
Tüm bölgeyi ele aldığımızda Rusya, ŞİÖ çerçevesinde güvenlik konusunda aktif bir aktör konumundadır. 
Önemli ekonomik çıkarların yanı sıra Orta Asya Cumhuriyetlerinin Rusya’yla işbirliği bazı riskleri de beraberinde getirmektedir. Örneğin, Türkmenistan ve Özbekistan petrol ve gaz taşımacılığı sektöründeki Rus tekeli ve bu ülkelerin açık denizlere doğrudan çıkışları olmamaları; bu ülkelerin uluslararası piyasadaki petrol ve doğal gaz kazançlarından doğrudan ve bağımsız olarak faydalanmalarını olanaksız kılmaktadır. Buna ek olarak Tacikistan’ın enerji sektöründe her geçen gün artan Rusya hâkimiyeti de ciddi kaygılar uyandırmakta dır. Bir diğer risk ise Rusya’nın insan hakları, demokratik ilerleme ve basın-yayın özgürlüğü gibi konulara gereken önemi vermemesidir. Hatta Rusya, çoğu kez iç siyasi istikrarını koruma amacıyla Orta Asya hükümetlerinin muhalefete karşı mücadelesinde destek sağlamaktadır. Böyle hareketler uzun vadede bölgede demokratik siyasi kurumların istikrarlı bir şekilde gelişmesine ve uzun vadeli ekonomik gelişmeye ciddi darbeler indirebilir.
Rusya’nın Orta Asya ülkelerindeki enerji kaynaklarına yönelik politikası da incelemeye değer durumdadır. Petrol ve doğalgaz potansiyeli açısından büyük öneme sahip olan Rusya için bu coğrafya, ham enerji kaynakları açısından öncelik gösterilecek veya mecbur kalınacak bir bölge değildir. Rusya’nın Orta Asya’ya yönelik enerji politikasındaki esas hedefi, petrol ve doğalgazın dünya piyasalarına taşınması güzergâhını bir araç olarak kullanarak, Orta Asya cumhuriyetlerinde kendi siyasi nüfuzunu güçlendirmektir.[32]

Orta Asya Cumhuriyetlerinin Çin Halk Cumhuriyeti ile İlişkileri

Çin’in genel jeopolitik stratejisi bölgede ve tüm dünyada Çin nüfuzunu güçlendirmeye yöneliktir. Dünya ekonomisinde daha büyük etki sahibi olabilmek için elektrik enerjisi ve yeraltı kaynaklarına ihtiyaç duyan Çin devleti, Orta Doğu ve Avrupa ülkelerinde nüfuzunu arttırma yolunda adeta bir köprü niteliği taşıyan ve zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Orta Asya ülkeleriyle bu anlamda yakın ilişkiler kurmak durumundadır. Ayrıca Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerine yönelik Çin politikalarının küresel çapta tepki çekmesinden dolayı; olası bir dış destekli hareketin kendisine zarar vermesi endişesi barındıran Çin, Orta Asya ülkeleriyle yakın ilişki kurma niyetindedir.

Çin’in Orta Asya’da yürüttüğü siyasi ilişkiler oldukça çıkar odaklıdır. Çoğunlukla bu ilişkiler iki taraflı ticaret ve enerji sektörüne yatırımlardan ibarettir. Ayrıca Çin, ŞİÖ’nün bir üyesi olarak bölgesel oluşumlar içinde aktif bir rol üstlenmektedir. Bu örgüt çerçevesinde Çin kendi stratejik çıkarlarını savunma yoluna gitmektedir. Özellikle, örgütün teröre karşı mücadeleye yönelik askeri inisiyatifi, Çin’in komşu ülkelerle birlikte bölgede teröre ve kendi sınırları içinde ayrılıkçı olarak tanımladığı hareketlere karşı işbirliğine gitmesi için bir zemin oluşturmaktadır. En nihayetinde de bunun gibi yakın ilişkiler, bölgede Amerikan nüfuzunun aşırı artmasına karşı denge unsuru teşkil etmektedir. 2005 senesinde gerçekleşen ŞİÖ zirvesinde üye ülkeler, ABD’ye bazı Orta Asya ülkelerinde bulundurduğu askerlerini kademeli olarak geri çekmesi çağrısında bulundu. ŞİÖ kapsamında Çin sınır güvenliğini sağlama, uyuşturucu kaçakçılığına karşı mücadele ve AİDS’in yayılmasını önleme gibi konularda gereken mekanizmaları oluşturma imkânı bulmaktadır.

Çin, Orta Asya ülkeleri açısından bakıldığında ekonomik gelişmeye katkı sağlayacak ticari krediler ve doğrudan yatırımlarını arttırmaktadır. Bir diğer yandan da Çin yatırımları bölgeye gerekli finansal kaynağı ve teknik altyapı bilgisini sağlamaktadır. 2004 senesinde Taşkent’te gerçekleşen ŞİÖ zirvesinde Çin, örgüte üye ülkelere Çin mallarını satın alabilmeleri için 900 milyon dolar tutarında kredi vermeyi kabul etmiştir. Ayrıca yine Çin, bölgenin ekonomik altyapı gelişimi için Gelişim Fonuna 20 milyon dolarlık yardım sözü vermiştir.

Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) üye olan Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan gibi Orta Asya ülkeleri; Çin ihracatçıları ve ithalatçıları için bir geçiş noktası olma özelliğini sürdürmektedir. Bu anlamda Kırgızistan da bölgenin ticari merkezi olma statüsünü elde etmek için gayret sarf etmektedir. Çin, Kırgızistan’da petrol yatakları ve hidroelektrik alanları dâhil birkaç alanda yatırım yapmayı planlamaktadır. Ayrıca Çin demir, volfram ve kurşun yatakların işletilmesi ve Kırgızistan üzerinden geçecek Orta Asya - Doğu Türkistan otoyolunun yapımı için 1.5 milyar dolarlık finansal kaynak sağlama projelerini geliştirmektedir. Çin’in Türkmenistan ve Tacikistan ile ekonomik ilişkileri ise halen sınırlıdır. Çin’in Orta Asya’yla mevcut işbirliği henüz başlangıç aşamasında olup, bu işbirliğini daha da ilerletmeye çalıştığı çok aşikârdır. Görünüşe bakılırsa iki taraflı ekonomik işbirliği hızlı bir şekilde iki tarafın kazançlarını artırarak gelişecektir.

Özellikle ŞİÖ çerçevesinde siyaset ve güvenlik alanındaki sıkı işbirliği her iki tarafın çıkarına olacaktır. Tıpkı Rusya ile Orta Asya ülkeleri gibi, Çin ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ilişkiler de bölgedeki muhalefetin yapacağı siyasi baskıyı demokratik bir anlayışla ele alan, siyasi diyalog masasını açık tutan, güç zoruyla bastırma yoluna başvurmayan ve yapıcı muhalefete alan açacak şekilde geliştirilmelidir.[33]

Orta Asya Cumhuriyetlerinin Afganistan ile İlişkileri

Yakın geçmişinde Afganistan’ın Orta Asya ülkeleriyle ciddi ekonomik ve siyasi ilişkiler kurduğunu söylemek zordur. “Taliban” yönetimi döneminde Orta Asya cumhuriyetleri bu yönetimle resmi hiçbir bağın kurmamıştır. Buna rağmen Afganistan’dan uyuşturucu, kaçak tarım ürünleri, halı ve yün gibi ürünler Orta Asya bölgesine sokulurken, Orta Asya’dan da ikinci el araba ve diğer bazı ürünler Afganistan’a girebilmekteydi. Orta Asya hükümetleri Afganistan’ı, uyuşturucu kaçakçılığını destekleyen ve Özbekistan İslami Hareketi dâhil kökten dinci grupların finansal kaynağını sağlayan bir rejim olarak görmekte ve bu anlamda her türlü resmi siyasi ilişkiden kaçınmaktaydı. Taliban rejiminin 2002 yılında düşmesiyle birlikte Afganistan’daki ekonominin ve siyasi sistemin geliştirilmesine yönelik uluslararası çabalar sonucunda Orta Asya ülkelerinin Afganistan’a olan ilgisi de artmıştır. Çünkü yeni oluşan durumda Afganistan, Orta Asya ülkeleri için ticaret ve güvenlik alanında bir parter olarak görülmüştür. Ayrıca ulaşıma sektörüne yönelik uluslararası yatırımlarla birlikte Afganistan topraklarında yer alan eski transit geçiş yollarını tekrar kullanıma açma ve yeni yolların yapımına yönelik projeler geliştirmektedir. Bu gelişmenin Afganistan sınırlarında güvenliğin tam sağlanması şartıyla İran’dan Pakistan’a ve Orta Asya’ya kadar tüm bölgede ticareti kolaylaştırması beklenmektedir. Afganistan ve Tacikistan arasında köprüler inşa edilmiştir ve 2005 yılında ABD’nin yardımı ile Pyandj nehri üzerinden yeni köprü inşası başlamıştır.[34]

Afganistan’ın ekonomik gelişimi gelecekte bölgede birçok ekonomik imkânlar oluşturacaktır. Ancak bunun gerçekleşebilmesi yalnızca sıkı ve etkin işbirliğiyle mümkündür. Bu kapsamda Kırgızistan ve Tacikistan’dan Afganistan’a elektrik enerjisi ticareti yapılabilir, bu sayede de yüksek voltajlı hatlar hususunda elektrik sıkıntısı çeken Hindistan ve Pakistan’a gereken enerji temin edilebilir. Kazakistan için Afganistan; buğday, petrol ürünleri ihraç edebilecekleri, mühendislik ve bankacılık hizmetlerini sunabilecekleri bakir bir pazardır. Kalkındırma projeleri tamamlanıp gereken altyapı inşası tamamlandıktan sonra resmi yollardan Afganistan’a mal ve hizmet ticareti yapma imkânı doğacaktır.

Orta Asya ülkelerinin değerlendirmelerinde Afganistan’ın geleceği iki faktöre bağlıdır. Bunlar, ülke içinde barış ve sükûnet ortamının sağlanması ile uyuşturucu ticaretiyle ciddi mücadeledir. Ülke içi barışın sağlanamaması durumunda Orta Asya ülkeleri güneydeki komşularıyla ticaretini genişletemeyecek ve yakın limanlara transit ulaşım yollarını geliştiremeyecektir. Eğer Afganistan’da uyuşturucu üretiminde hızlı bir düşüş sağlanamazsa, uyuşturucu ticareti ve bunun kötü sonuçları Orta Asya ülkelerini de zor durumda bırakacaktır.[35]

Orta Asya Cumhuriyetlerinin İran ile İlişkileri

İran’ın Orta Asya ile işbirliğine karşı tutumu karşılıklı ekonomik çıkar odaklıdır. Siyasi yönden ilişkiler de Orta Asta cumhuriyetlerinin Avrupa ve ABD ile sıkıntılı dönemler yaşama durumunda dost ve müttefik olacak alternatif ülkeler arama kapsamındadır. İran’ın Ekonomik İşbirliği Örgütüne (EİÖ) üye olarak katılması Orta Asya cumhuriyetlerinin bu tutumunun açık bir göstergesidir. Bölgesel EİÖ’nün sunduğu işbirliği zemini; öncelik olarak uyuşturucuyla mücadele, bölgesel ticaretin gelişip genişletilmesi, iyi komşuluk politikasını izlenmesi ve barış ortamının sağlanması ve karşılıklı yardımı teşvik etme gibi zorunlulukları içermektedir. İran ayrıca ŞİÖ’ye üyeliğe kabul edilme isteğinde bulunmuştur. ŞİÖ üyeliğinin İran için önemi; Çin ve Rusya ile sıkı işbirliği kurma imkânını verecek olması, bunun sonucu olarak da diğer komşu ülkelerle stratejik ortaklıklara kadar varan ilişkiler kurarak ABD etkisine karşı denge unsuru rolü oynayacak olmasıdır. İran, 2005 yılının Haziran ayında gerçekleşen ŞİÖ zirvesinde gözlemci statüsünü kazanmıştır.[36]

Orta Asya ülkeleri içinde Özbekistan, İran’ı uluslararası pazara önemli bir çıkış kapısı olarak görmekte, Tacikistan ise kültürel yönden yakınlık hissetmektedir (Tacik dili İran dilleri grubuna girmektedir). İran ayrıca Tacikistan’daki birçok ortak ekonomik projede yer almaktadır. Enerji sektörü gibi alanlarda İran’ın Türkmenistan’la da oldukça önemli ekonomik ilişkileri mevcuttur. İran ve Orta Asya cumhuriyetleri arasında açık sınır ve sıkı ekonomik işbirliğine yönelik politikalar uzun vadede karşılıklı ticaretten, transit geçişe pek çok alanı kapsamaktadır. Ayrıca bu politikalar ekonomik işbirliği seviyesine göre yatırımlardan önemli kazanç elde etmeyi vaat etmektedir.[37]

Sonuç Yerine

Eğer Kazakistan’ın ortaya koyduğu entegrasyon girişimini diğer Orta Asya cumhuriyetleri de desteklerse, Orta Asya Birliği’nin geleceği ile ilgili prensipler şu şekilde olabilir. 

Orta Asya Birliği bünyesinde oluşturulabilecek alt organlar: 

1) Orta Asya Savunma ve Güvenlik Birliği 

Askeri-Siyasi ortaklık askeri-teknik işbirliği – (Birlik dışında Rusya, Türkiye, ABD, Çin ve Almanya, gibi diğer askeri güçlerle de bu konuda işbirliği mümkün kılınabilir) geleneksel olmayan tehlikelere karşı mücadelede işbirliği (terörizm, aşırılık, bölücülük, uyuşturucu ticareti, illegal silah ticareti ve kanun dışı göçle mücadele)

2) Orta Asya Konsorsiyumu

Enerji konsorsiyumu iletişim ve ulaşım konsorsiyumu doğal kaynaklar konsorsiyumu

3) Orta Asya’da özel ekonomik bölgeler oluşturulması:

Sanayi ve tekstil malları üretimi Gıda malları üretimi (meyve, sebze, et-süt ürünleri, hububat ve tahıl ürünleri) Ürün, hizmet, emek ve sermayenin serbest dolaşımı; vergilerin ve gümrük tarifelerinin indirilmesi gibi politikalar bu kapsamda uygulanabilir.

4) Orta Asya Ekoloji Danışmanlığının görev alanı: 

Hava kirliliği ile ilgili meseleler Yer erozyonu (aşınma) ve çölleşme ile ilgili meseleler Doğal felaketlerle (yangın, deprem, kuraklık vs.) ilgili meseleler
Su kaynaklarının azalması ile ırmak ve göllerin kirlenmesi meseleleri de bu organın denetimine tabi tutulmaktadır (Aral Gölü, Balkaş Gölü ve Hazar Denizi).[38]

Sonuç olarak, küreselleşen dünyada sosyal bir olgu olarak meydana gelen siyasi ve ekonomik entegrasyon süreçlerinin Orta Asya ülkelerinde de bir görünüm kazanması beklenilir ve istenen bir durumdur. Bu sürecin Orta Asya’da hangi noktadan başladığı ve nereye varacağı konusu çalışmanın esas noktasını teşkil etmektedir. Bu ülkelerin siyasi ve ekonomik alanda başarılı bir işbirliği modelini oluşturabilecek kapasiteye sahip olup olmadığı çalışmamızda mevcut ve tarihsel örneklerle birlikte bilimsel olarak ele alınmıştır.

Bu savı destekleyecek ve pekiştirecek faktörler de çalışmaya dâhil edilmiştir. Tarihin derinliklerinden bu yana zaten başlamış olan entegrasyon süreci XXI yüzyılla birlikte yeni bir boyut kazanmıştır ve bunun ihtiyaçtan öte mecburiyet olduğu gün geçtikçe daha çok anlaşılmaktadır.
 
 
Kaynakça;

A.O. İsadjanov, “O Merah Po Ukrepleniyu Doveria i Uglubleniu Sotruniçestva v Sentralnoy Aziyi” Analytic, 2004, S. 3, s. 10-13.
Cevanşir Feyziyev, Türk Devletlerinin Birliği: Küresel Entegrasyonun Avrasya Modeli, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2016.
Gleason, G, The Central Asian States Discovering Independence U.S: Westview Press, 1997.
Güngör Turan, Sovyet Sonrası Orta Asya: Sosyalist Devletten Sosyal Devlete Geçiş, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006, s. 30.
Hill, Fiona, “Eurasia on the Move: The Regional Implications of Mass Labor Migration from Central Asia to Russia”, A Presentation at the Kennan Institute, Washington, DC, 2004, 27 Eylül.
John Anderson, The International Politics of Central Asia, Manchester University Press, 1997, s. 198
Mehmet Yüce, “Ortalık Asya Devletler Birliği Fikrinin Tarihsel Gelişimi Ve Gerçekleşebilirliği”, II. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresi, Gümüşhane, 2019.
Prof.Dr. Kürşad Zorlu, Nazarbayev Liderliği; Büyük Bozkırın Yükselişi, Kripto Yayınları, Ankara, 2019.
Reinhard Krumm, “Central Asia Struggle For Power Energy and Human Rights”, Germany, 2007, s. 10.
62. Olimova, “İntegrasionnie Prosessi v Sentralnoy Aziyi; Vzglyad İz Tajikistana, Sentralnaya Aziya”, Novisty, Almatı, 1998, C.4, S. 6, s.62.
Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
Ümit Özdağ, Türk Tarihinin ve Geleceğinin Jeopolitik Çerçevesi, 21.Yüzyılda  Türk Dünyası Jeopolitiği, ASAM yayınları, Ankara 2003, s.14.
Ümit Özdağ, 21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, Armağan Kuloğlu, ABD’nin Orta Asya-Kafkasya Politikası, ve Türk Dünyasına Yansımaları, ASAM Yayınları, Ankara 2003, s. 222-223.
8. T. Kasenov, “Novaya “Boşlaya İgra” v Sentralnoy Aziyi?”, Sentralnaya Aziya i Kavkaz, 1997, S. 8.
280. T. Kasenov, Bezopasnost Sentralnoy Aziyi; Globalnıye, Regionalnıe i Nasionalnıe Problemi, Jetı Jargı, Almatı, 2004, s. 280.
 
Yeşim Demir, “Türk Cumhuriyetlerinde İşbirliği ve Ayrışmalar”, TESAM III. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, İstanbul, 2018, s. 464.
 
Zbigniew Brezezinsky, Büyük Satranç Tahtası, Sabah Yayınları, İstanbul 1998, s. 32-33.
 
Online Kaynak:
 
http://www.akorda.kz
http://www.bilig.yesevi.edu.tr
http://www.tpao.gov.tr
https://www.academia.edu
https://www.cyberleninka.ru
https://www.dergipark.org.tr
https://www.globalaffairs.ru
https://www.ifri.org
https://www.russiancouncil.ru
https://www.scholar.google.com.tr
https://www.tasam.org
https://www.tez.yok.gov.tr
https://www.tr.wikipedia.org
 
 
DİPNOTLAR;
 
[1] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2000. s. 41.
[2] Gleason, G, The Central Asian States Discovering Independence U.S: Westview Press, 1997.
[3] Güngör Turan, Sovyet Sonrası Orta Asya: Sosyalist Devletten Sosyal Devlete Geçiş, İstanbul, Tasam Yayınları, 2006, s. 30.
 [4] A.g.e s. 10
[5] Reinhard Krumm, “Central Asia Struggle For Power Energy and Human Rights”, Germany, 2007, s. 10.
[6] Yeşim Demir, “Türk Cumhuriyetlerinde İşbirliği ve Ayrışmalar”, TESAM III. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, İstanbul, 2018, s. 464.
[7] A.g.m. s. 465-466.
[8] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2000. s. 33-34.
[9] Orta Asya Birliği, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan olmak üzere beş eski Sovyet Orta Asya cumhuriyetlerini kapsayan, 26 Nisan 2007 tarihinde Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından önerilip kurulan bir örgüttür. Bugüne kadar Kazakistan ve Kırgızistan devlet başkanları iki devlet arasında bir "Uluslararası Yüksek Kurulu" oluşturmak için bir anlaşma imzaladı. Buna ek olarak Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan, Ebedi Dostluk Antlaşması imzalamıştır.
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Orta_Asya_Birli%C4%9Fi)
[10] John Anderson, The International Politics of Central Asia, Manchester University Press, 1997, s. 198
[11] Mehmet Yüce, “Ortalık Asya Devletler Birliği Fikrinin Tarihsel Gelişimi Ve Gerçekleşebilirliği”, II. Uluslararası Sosyal Bilimciler Kongresi, Gümüşhane, 2019, s. 728-729.
[12] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2000. s. 34. S. Olimova, “İntegrasionnie Prosessi v Sentralnoy Aziyi; Vzglyad İz Tajikistana, Sentralnaya Aziya”, Novisty, Almatı, 1998, C.4, S. 6, s.62.
[13] A.g.m. s. 729-730
[14] http://www.akorda.kz/ru/addresses/addresses_of_president/poslanie-prezidenta-respubliki-kazahstan-na-nazarbaeva-narodu-kazahstana-fevral-2005-g
[15] https://tasam.org/trTR/Icerik/545/nazarbayev_ile_soylesi_orta_asya_birligini_kurma_calismalarimiz_suruyor
[16] U. T. Kasenov, “Novaya “Boşlaya İgra” v Sentralnoy Aziyi?”, Sentralnaya Aziya i Kavkaz, 1997, S. 8.
[17] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2000. s. 78
[18] A.g.t. s. 79
[19] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2000. s. 78 U. T. Kasenov, Bezopasnost Sentralnoy Aziyi; Globalnıye, Regionalnıe i Nasionalnıe Problemi, Jetı Jargı, Almatı, 2004, s. 280.
[20] Zbigniew Brezezinsky, Büyük Satranç Tahtası, Sabah Yayınları, İstanbul 1998, s. 32-33.
[21] Ümit Özdağ, Türk Tarihinin ve Geleceğinin Jeopolitik Çerçevesi, 21.Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, ASAM yayınları, Ankara 2003, s.14.
[22]  Hazar havzasındaki rezervler Rusya ve Kazakistan’da kıyı bölgelerinde, Azerbaycan ve Türkmenistan’da ise kıyıdan uzak alanlarda daha yoğun bir şekilde bulunmaktadır. Doğal gaz üretimi Rusya’nın Astrakhan ve Kazakistan’ın Tengiz, Azerbaycan’ın Şahdeniz, Türkmenistan’ın Çeleken sahasında ön plana çıkmaktadır. Rusya 3 trilyon m3 rezerviyle bölgedeki toplam doğal gaz rezervinin %25’ini elinde bulundururken, Kazakistan 2,9 trilyon m3 rezervle ikinci sırada bulunmaktadır. Bölgenin en kısa kıyı şeridine sahip olan Azerbaycan 1,4 m3 rezervle üçüncü sırada bulunmaktadır. Dünyanın en zengin doğal gaz rezervlerine sahip Türkmenistan (bölgedeki rezervi 536 milyar m3 ) ve İran’ın (56,6 milyar m3 ) bölgedeki rezervleri diğer bölge ülkelerine nazaran sınırlı bulunmaktadır. 2014’te Azerbaycan ürettiği 16,9 milyar m3 doğal gazın tamamını Şahdeniz ve AÇG sahalarından sağlamıştır. Kazakistan 2013’te ürettiği 18,6 milyar m3 doğal gaz üretiminin 7 milyar m3 lük kısmını Hazar kıyısındaki Tengiz sahasından çıkarmıştır. Bölgede diğer ülkelere kıyasla Kazakistan (31,2 milyar varil) en yüksek petrol rezervine sahiptir. Kazakistan’dan sonra en yüksek rezerve sahip ülkeler Azerbaycan (8,5 milyar varil) ve Rusya (6,1 milyar varil).
[23] Cevanşir Feyziyev, Türk Devletlerinin Birliği: Küresel Entegrasyonun Avrasya Modeli, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 275
[24] Prof.Dr. Kürşad Zorlu, Nazarbayev Liderliği; Büyük Bozkırın Yükselişi, Kripto Yayınları, Ankara, 2019, s. 151-152.
[25] 2016  yılında,  193,1  trilyon  m3  olan  dünya  doğal  gaz  rezervleri, 2017 yılında %0,2 artarak 193,5 trilyon m3 olarak kaydedilmiştir. Dünya  doğal  gaz  rezervlerinin  %40,9’u  Orta  Doğu’da, %30,6’sı Avrasya’da, %10’u Asya Pasifik’te, %7,1’i Afrika’da, %5,6’sı Kuzey Amerika’da, %4,2’si Orta ve Güney Amerika’da  ve  %1,5’i  ise  Avrupa’da  bulunmaktadır.  OECD  ülkelerinin doğal gaz rezervi ise 17,8 trilyon m3 olup, toplam  rezervin %9,2’si olmuştur. (http://www.tpao.gov.tr/?mod=sektore-dair&contID=30)
[26] Yeşim Demir, “Türk Cumhuriyetlerinde İşbirliği ve Ayrışmalar”, TESAM III. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi, İstanbul, 2018, s. 464-466
[27] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006. s. 78 (A. O. İsadjanov, “O Merah Po Ukrepleniyu Doveria i Uglubleniu Sotruniçestva v Sentralnoy Aziyi” Analytic, 2004, S. 3, s. 10-13.)
[28] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006. s. 82 
[29] Hill, Fiona, “Eurasia on the Move: The Regional Implications of Mass Labor Migration from Central Asia to Russia”, A Presentation at the Kennan Institute, Washington, DC, 2004, 27 Eylül.
[30] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
[31] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
[32] Ümit Özdağ, 21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, Armağan Kuloğlu, ABD’nin Orta Asya-Kafkasya Politikası, ve Türk Dünyasına Yansımaları, ASAM Yayınları, Ankara 2003, s. 222-223.
[33] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
[34] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
[35] A.g.e
[36] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
[37] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
[38] Suinbay Suyundikov, “Orta Asya Entegrasyonu; Sorunları ve Çözüm Yolları”, Ankara Üniversitesi, Siyasal Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.

Suinbay Suyundikov 
11 Mart 2020.,

10 Ekim 2020 Cumartesi

ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 2

 ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 2




2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 
Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:
İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı 
oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. 

TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk işadamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı işadamlarının son dönemde sıkça Türk işadamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk işadamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. İşadamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.
Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’dakidevrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona 
erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. Bu durumda da İran 
devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. 

Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış olurdu. Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. 

Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesidir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. 
Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. 

Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya  çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.

İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.
  İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk 
cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve 
ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. 

   Ermenistan’ın Azeri topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. 
İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün 
Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği 
yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler 
boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür 
gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin 
başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. 

Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok yanılıyor. 
Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı 
döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş 
yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu 
açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların üstesinden gelerek İran doğalgaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka 
işbirliklerinin de yolunu aradı. İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu 
fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. İran’dan gelen gazın 
kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk ekonomisini vurmaya başladı. 
İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.
İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.
Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 
“ Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, 
öncelik dış taahhütlerinizdedir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de 
siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma 
imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.
İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye 
çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir 
anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep 
engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan 
Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını 
sürdürüyor. 
Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.
Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik 
entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 
Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece 
Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye 
ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. 
Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi 
zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını 
İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde mevzilenmiş durumda.
Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 
Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.


***


ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 1

ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 1




TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ YUMUŞAK GÜCÜ

Sedat LAÇİNER

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne Türkiye bölgesinde daha etkili bir aktör olmaya doğru ilerliyor. Geçmişte sürekli olarak ‘potansiyel’ olarak değerlendirilen ilişkiler adım adım somut ilişkiler haline gelmeye başlıyor. Türkiye ‘sahaya indikçe’ Ortadoğu, balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere yakın çevresindeki yumuşak gücünü de keşfetmeye, bunun tadına varmaya başlıyor. İsrail-Filistin, Pakistan-Afganistan, Suriye-İsrail ya da İran-İsrail gibi rakip kampların her iki kanadı da kendilerini Türkiye’ye yakın bulabiliyor. 2007 yılının 2. dönemi Türkiye’nin 
söz konusu yumuşak gücünü daha fazla fark ettiği bir dönem oldu. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini ele almak yararlı olabilir.

1. İSRAİL-FİLİSTİN ANKARA BULUŞMASI

Daha önce başka bir ‘küskün kardeşler’ olan Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye ev sahipliği yapan Ankara Kasım 2007’de bu kez dünyanın en ünlü ‘düşmanları’nı bir araya getirdi. İsrail ve Filistin Devlet Başkanları Ankara’da. Şimon Peres ve Mahmud Abbas’ın Ankara ziyareti birçok açıdan ilk oldu: İlk kez bir İsrail ve bir Filistin devlet başkanı Türk meclisine hitap etti. Peres’in Meclis’teki konuşması İsrailli bir devlet başkanının Müslüman bir ülke meclisinde yaptığı ilk konuşma oldu. Dahası ilk defa iki lider birbirlerini bir başka ülkenin meclisinde dinlediler. 

Bazıları bu ilkleri önemsemeyebilir ve sıradan ‘diplomatik oyunlar’ sayabilir. Ancak iki liderin Ankara ziyaretleri Türkiye’nin (büyük) Ortadoğu’daki ‘yumuşak gücü’nü açık seçik ortaya seriyor. Türkiye gerektiğinde Filistinlileri de, İsraillileri de azarlıyor, sert bir dille eleştirebiliyor. 
Ancak gerektiği zaman her ikisi ile en yakın ilişkileri de sürdürebiliyor. Pakistan ve Afganistan’ın Türkiye’ye duydukları güven, ama birbirlerine duydukları 
güvensizliğin bir benzeri de Filistin ve İsrail tarafında mevcut. Türkiye ile geçinebilenler, birbirleri ile geçinemiyorlar, hatta bir araya dahi gelmekte 
zorlanıyorlar. Aynı durum Irak’ın içinde bile söz konusu. Şiiler de Sünniler de Türkiye’yi kendilerine yakın görebiliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip ikinci bir ülke 
bulabilmek gerçekten çok zor. Başka bir deyişle uzun yıllar sırtını Ortadoğu’ya dönen Türkiye yüzünü bölgeye dönmeye başladıkça ve bölgeyi tanıdıkça 
burada kendisi için ‘büyük bir servetin’ olduğunu fark ediyor, daha da fark edecek.
İsrail ve Türkiye Her şeyden önce Türkiye ve İsrail bölge sorunlarının çözümünde iki farklı ekolü temsil ediyorlar. İsrail (ABD ile birlikte) sorunların çözümünü lider, rejim ve hatta sınır değişikliklerinde görüyor. Irak’ın üçe, en azından ikiye bölünmesi İsrail’in gönlünden geçen bir dilek. Irak gibi bir Arap devinin yeniden, karşısına eski haliyle dikilmesini istemiyor. Dahası Suriye ve İran’ın da ABD eliyle hallini umuyor. 
Suriye’de rejim değişimi, Suriye’nin birkaç parçaya bölünemese bile Lübnan ile ilgilenemeyecek kadar zayıflaması ve iç işlerine dönmesi İsrail’in bir diğer gizli 
dileği. İran’ın ise en azından gücünün budanması ve elini Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’den çekmesini bekliyor Tel Aviv. İsrail Irak ve diğer ülkelerde tüm 
bu süreç cereyan ederken Filistin sorununu bir veya iki güçsüz ama Batı yanlısı devlet(ler) kurdurarak çözmenin planlarını yapıyor. 
Elbette bu planlarda Türkiye’nin İsrail’in yanında yer alması İsraillilerin en büyük dileği. Aslına bakılırsa İsrail’in derdi Ortadoğu sorunlarına kalıcı çözümlerden 
çok üzerindeki yükü başka ülkelerin sırtına yükleyebilmek.
Türkiye ise Ortadoğu sorunlarının çözümünün lider, sınır veya rejim değişiklikleri ile çözülemeyeceğini, aksine böylesine ‘yüzeysel’ bir yaklaşımın sorunları içinden çıkılamaz bir hale getireceğini düşünüyor. Irak’ın da Filistinleşme sürecine girmiş olması Türkiye’nin kendi tezini savunurken kullandığı önemli kanıtlarından biri. Ancak Türkiye’nin ABD’yi, ya da İsrail’i ikna edebilmesi kolay değil. Bu nedenle Türkiye her iki devletin politikalarını da belli bir noktaya kadar veri olarak almak ve ona göre tedbir geliştirmek zorunda kalıyor.
Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik rakamlar dikkate alındığında tarihinin en iyi düzeyinde. 2007 yılının ilk 6 ayında Türkiye-İsrail ticaret hacmi 1.2 milyar doları 
aştı. Bunun 782 milyon doları Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ve bir önceki yıla göre % 29’luk bir artışa denk düşüyor. 1997 tarihli serbest ticaret anlaşması ticari 
ilişkilere ciddi bir ivme getirirken turizm alanında da iyi ilişkiler hızla gelişmeye devam ediyor. 
Türkiye şu anda İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ticari ortağı durumunda. Doğrudan yatırımlar ve diğer faaliyetler dikkate alındığında iki ülke arasındaki toplamekonomik faaliyetlerin 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu da İsrail gibi nispeten küçük bir ülke için kayda değer bir rakamdır.



Türkiye-İsrail Ticaret Hacminin Seyri


Peres ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerde ekonomik ilişkiler elbette gündeme geldi. Ancak gündem bununla sınırlı değildi ve oldukça yüklü oldu. 
Doğal olarak ilk sırada Filistin sorunu görüşüldü. Türk, İsrailli ve Arap işadamlannı tek bir hedef doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlayan Ankara Forumu’nun Batı Şeria’da bir sanayi bölgesi oluşturması, böylece Filistin’in ekonomik sorunlarını azaltarak barışa katkıda bulunması Türkiye açısından önemli bir adım oldu. Peres de bu girişimi çok yararlı bulduğunu çeşitli defalar tekrarladı.
Şüphesiz iki taraf için de önemli bir diğer konu güvenlik ve terör. İsrailliler İran’ın terörü desteklediğini ve nükleer silahlar elde etmeye çalıştığını her vesile ile 
tekrar ediyorlar ve Türkiye’den de benzeri bir tavır bekliyorlar. Ancak Gül-Peres görüşmesinde tarafların İran konusunda net görüş farklılıkları olduğu anlaşıldı. 
Cumhurbaşkanı Gül, Peres’in iddialarının önemli bir kısmına katılmadı.

Güvenlik boyutunda İsrail’in bir diğer önemsediği konu da Türkiye’ye silah satışı. Silah sanayi İsrail’in önemli gelir kaynaklarından. Çoğunlukla ABD lisanslı 
silahları Washington’un izni ve çoğu kez maddi desteği ile İsrail’de üretiyorlar. Bazı silahlarda ufak değişiklikler yaparak İsrail malı versiyonlar da elde 
ediyorlar. Malum Ortadoğu’daki en iyi silah alıcılarından biri de Türkiye ve İsrail Türklere silah satmayı, silahlarını modernize etmeyi çok istiyor. 

Bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Jerusalem Post’un haberine göre Peres bu gezide Türkiye’ye Arrow balistik füze savunma 
sistemi ile Ofek casus uydularının satışını da gündeme getirdi. Arrow (İngilizce ‘ok’ anlamına geliyor) füze savunma sistemi 1986’dan bu yana ABD’nin 
maddi desteği ile sürdürülüyor. Bu desteğin şimdiye kadar 2 milyar doları aştığı belirtiliyor. Sistem Scud ve Şahap 3 (İran) füzelerine karşı denendi ve 
başarılı bulundu. Halen sistemin Arrow II’si geliştirilmiş durumda ve geliştirme çalışmaları sürüyor. Sistemin daha çok Irak ve İran’a karşı geliştirildiği açık. İsrail’in Türkiye’ye pazarlarken ki argümanı da Türkiye’nin bu sisteme İran’a karşı ihtiyaç duyabileceği varsayımına dayanıyor. 
İsrail Arrow’u Hindistan’a da satmak istedi. Ancak ABD’nin muhalefeti nedeniyle sadece radar kısmı satılabildi. Ofek (İbranice ‘Ufuk’ anlamına geliyor) ise 
İsrail tarafından üretilen bir casus uydu. Bir arabanın plakasını dahi okuyabildiği iddia ediliyor. Üzerinde çeşitli sensörler bulunuyor ve işletme ömrü olarak 
1-3 yıllık süreler belirtiliyor. 
1988’de başlayan çalışmalar şu anda Ofek 7’ye ulaştı. Ofek’in Türkiye’ye katkısı şüphesiz Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da istihbarat toplamada olacak. 
İsrail 2008 başı itibariyle bu ürünleri Türkiye’ye satabilmek için hala lobi yapıyor. Ankara göüşmesinden sonra savunma alanındaki önemli bir gelişme 
Türkiye’nin İsrail’den kiraladığı insansız uçakları PKK’ya karşı yoğun bir şekilde kullanmış olmasıdır.

İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Ankara Görüşmesi esnasında “teröristler F-16 ile kovalanmaz. F-16 ile takip ederek terörle mücadele edemezsiniz. 
Nano gibi yeni teknolojileri kullanmak gerek” derken çantasındaki diğer satılık ürünlere de işaret ediyordu. Bunlar arasında hafif çelik yelekler de var. 
Peres’in sözleri aslında Türkiye’nin yumuşak karnına da işaret ediyor. USAK raporlarının Haziran 2006’da dile getirdiği “balyoz ile sivrisinek öldürülmez” 
sözünün başka bir versiyonunu böylece İsrail’in ağzından da duymuş oluyoruz. 
Nitekim 5 Kasım Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Bush da “sizde istihbarat yok, sizdeki istihbarat ile terörist avlanmaz” mealinde sözler söylemişti. 
Türkiye bu konudaki açıklarını kapayamadığı sürece ABD ve İsrail gibi ülkelerden hem tavsiyeler almaya devam edecektir, hem de bu konuda karşı ülkelere 
ciddi bir koz verecektir.

Görüşmelerdeki bir diğer gündem maddesi de KKTC oldu. Kıbrıs’ta ipler neredeyse tamamen Rumların eline geçtiği için Türkiye’nin manevra alanı tamamen 
daralmış durumda. Buradan çıkışın tek yolu tam bağımsız bir KKTC: Fakat Hükümet, tıpkı kendisinden önceki hükümetler gibi, bu konuda gerekli cesareti gösteremiyor. 
Bu nedenle doğrudan ticaret, doğrudan ulaşım, temsilcilik vb. ara formüller aranıyor. Suriye ile KKTC arasında başlatılan feribot seferleri bu türden önlemler arasındaydı. 
İsrail’den de aynı tür bir uygulama bekleniyor. Hayfa ile Gazi Magosa arasında feribot seferlerine başlanabilmesi ve KKTC’de İsrail’in ticari temsilcilik açması 
Peres’e götürülen öneriler arasında. İsrail’in bu konuda Türkiye’yi ‘kırması’ için herhangi bir neden görünmüyor. Ancak geçen aylar içinde ciddi bir adım da atılmış değil. Hatta KKTC’nin Tel Aviv’de temsilcilik açması önerisinin İsrail tarafından reddedildiği Aralık 2007’de Ha’aretz sayfalarına yansıdı.

Filistin ve Türkiye

Diğer konuk Mahmut Abbas’ın gündemine bakacak olur isek burada işbirliği olanakları daha sınırlı kaldı. Filistin, Hamas’ın Gazze’de kendi idaresini ilan 
etmesinden sonra fiiliyatta iki ayrı ülkeye dönüştü. Mısır-İsrail arasındaki Gazze Hamas kontrolünde ve Batı medyasında ‘Hamasistan’ olarak da adlandırılıyor. Bazı yorumculara göre İsrail bu durumdan hayli memnun. ‘Büyük bir Filistin ile kuşatılmaktansa iki küçük Filistin daha iyi’ diye düşündüğü söyleniyor.

Türkiye’nin Filistin konusundaki en önemli hatası ise Hamas liderini Ankara’ya çağırmak olmuştu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan kendisiyle görüşmekten kaçındıysa da Hamas’ı Ankara’da görmek ABD ve İsrail için en kötü kâbuslardan daha kötü bir kâbustu. Ne yazık ki bunun maliyeti Türkiye’ye Kuzey Irak’ta ve Ermeni meselesinde çıkarıldı. TOBB’un inisiyatifiyle başlayan ve Türkiye’nin devlet olarak sahiplendiği yaklaşım Filistin için üretilmiş tek ciddi proje konumunda. Eğer başarılı olur ise hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu güçlendirecek, hem de İsrail-ABD yaklaşımlarının alternatifi pratikte geliştirilmiş olacak.
Özetle Türkiye uzun yıllar gönülsüz olduğu Ortadoğu’da istekli ve güçlü bir aktör olarak belirmeye başladı. Eğer Ortadoğu’da Türkiye lehine olan zemin iyi 
kullanılabilir ve ciddi hatalar yapılmaz ise Türkiye’siz bir Ortadoğu düşünmek zorlaşır ve Türkiye istikrar sağlayıcı bir güç olarak güneyini bir bataklık olmaktan 
çıkarmaya ciddi katkılar sağlayabilir.

Bundan sonrası için Ankara’da görmeyi arzuladığımız başka ikililer de var elbette ve bunların başında Esad ile Peres geliyor. Olanaksız mı? Türkiye başkaları 
için olanaksız olanın gerçekleşebileceği bir iklim. Eğer Türkiye bu tür ikilileri Ankara’ya getirmeye devam edebilir ve marjinal ülke ve gruplar ile ‘kör gözüne’ 
görüşmelerden kaçınabilir ise son derece zor bir süreci büyük kazanımlar ile tamamlayabilir.

***