Türkmenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkmenistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2021 Pazar

TÜRK KONSEYİ İPEK YOLU’NU YENİDEN İNŞA ETMEK İSTİYOR

TÜRK KONSEYİ İPEK YOLU’NU YENİDEN İNŞA ETMEK İSTİYOR 


Nahçıvan Zirvesi, Tarihi İpek Yolu,Türk Konseyi, İstanbul Zirvesi, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Günü, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, 
Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan,




Tarihi İpek Yolu... Doğudan batıya ve batıdan doğuya tüccarların, orduların, bilge kişilerin buluşma noktası. Sadece onların mı? Fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de... İpek Yolu adı verilen bu güzergah uzun yıllar birçok milletin tarihinde önemli bir yer tutmuştur.

Türk devletlerinin güçlü olduğu dönemlerde dünyanın “ana ticaret güzergahı” haline gelen İpek Yolu’nun 21. yy . da yeniden canlandırılması ve etkin hale gelmesi için Türk Dünyasının kardeş ülkeleri önemli işbirliklerine imza atıyor. 

Bir zamanlar ipek, demir, kürk ve köle taşınan bu yollarda  şimdilerde başrolde iki önemli enerji kaynağı, petrol ve doğalgaz yer alıyor. Bu sayımızın dosya konusu 21. Yüzyılda tarihi İpek Yolu’nun yeniden inşası ve yürütülen işbirlikleri oldu.

     Türk Konseyi’nin üçüncü devlet başkanları zirvesi Azerbaycan’ın Gebele şehrinde 15-16 Ağustos 2013 tarihlerinde gerçekleştirildi.

1992’den bu yana 18 yıllık “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirveleri”nin mirası üzerine 2009’da kurulan ve kurumsallaşan Türk Konseyi, her geçen gün Türk Dünyası’nın bütünleşmesine yönelik adımlar atmaktadır. Türkiye, Kazakistan, Azerbaycan ve  Kırgızistan’ın üye olduğu Türk Konseyi, sadece Türkiye’nin değil Kazakistan başta olmak üzere diğer üye devletlerin bütünleşme yönündeki  istek ve çabaları ile geçmiş yıllara nazaran artık daha hızlı ilerlemektedir.


1992’de başlayan zirveler 2001’deki zirveden sonra 2006’ya kadar yapılmamıştır.
2006’da yeniden başlayan zirvelerin ardından Türk Dünyası için önemli sayıla bilecek adımlar 2009 Nahçıvan Zirvesi’nde atılmıştır. 

Bu adım Türk Cumhuriyetleri arasındaki işbirliğinin kurumsallaşmasını sağlamaya yönelik olmuştur.
16 Ekim 2010 İstanbul Zirvesi, Nahçıvan Anlaşması’nı hayata geçirmeye yönelik bir zirve olmuştur.
Nahçıvan’da alınan karar doğrultusunda, “Türk Konseyi” olarak adlandırılan örgütün Daimi Genel Sekreterliği oluşturulmuş, sekretaryanın merkezi de İstanbul olarak belirlenmiştir. 2010 İstanbul Zirvesi’nin ardından imzalanan bildirinin kurumsallaşma yönündeki önemli kararları  şunlar olmuştur;

< Türk Konseyi, her geçen gün Türk Dünyası’nın bütünleşmesine yönelik adımlar atmaktadır. >

Türk kültür mirasının korunması için Bakü’de özel bir vakıf oluşturulmş, Astana 2012 Türk Kültür Başkenti seçilmiş, Türk Dili Konuşan Ülkeler Kalkınma
Bankası ve ortak sigorta şirketinin kurulması kararlaştırılmış, Üniversiteler arası birlik kurulmuş ve “3 Ekim” tarihi Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Günü 
olarak kabul edilmiştir.1

2012 Bişkek Zirvesi ise “eğitim, bilim ve kültürel işbirliği” teması üzerine toplanmıştır. Zirve kapsamında toplanan Dışişleri Bakanları Konseyi tarafından Türk Konseyi sekreteryasının mali esaslarına ilişkin anlaşma imzalanmış, Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ve diğer üye ülkelerin ilgili bakanları ise Astana’da Türk Akademisi ile Bakü’de Türk Kültür Miras Vakfı kurulmasına ilişkin anlaşmalara imza koymuşlardır.2

2013 Gebele Zirvesi “ulaştırma ve bağlantı” temasıyla gerçekleştirilmiştir. Türk Konseyi’nin Ulaştırma ve bağlantı teması üzerine toplanması İpek Yolu’nun yeniden inşası anlamına gelmektedir ve üye devletlerin liderleri bunu dile getirmişlerdir.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev zirvedeki konuşmasında, altı bağımsız Türk dili konuşan cumhuriyetin gayrisafi milli hâsılalarının yaklaşık 1,2 trilyon olduğunu ancak bunun tam kapasite ile kullanılamadığını söylemiş ve bu durumu Kazakistan’ın dış ticaret rakamları ile örneklendirilmiştir.



   Kazakistan’ın 2012 rakamlarına göre dış ticaret hacminin 8 milyar dolar olduğunu söyleyen Nazarbayev, bu miktarın yalnızca yüzde 6’sının Türk Cumhuriyetleri ile olduğunu belirtmiştir.3 

    Nazarbayev, Türk Konseyi’ndeki kurumsallaşmanın ve gelişmenin en önemli aktörlerinden biri olarak, Türk Konseyi’nin artık uluslararası alanda ekonomik ve siyasi olarak daha güçlü olmasını istemekte bunun için çaba harcamaktadır. Nazarbayev’in Türk Konseyi ile ilgili konuşmalarında Konsey’e üye olmayan Özbekistan ve Türkmenistan’ı tıpkı bir üye devlet gibi değerlendirmesi, üye olmayan bu devletlerin de yakın zamanda üye olmalarının sağlanacağına işarettir.
   Abdullah Gül ise konuşmasında ağırlıklı olarak İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması üzerinde durmuştur.


< Türk Konseyi’nin Ulaştırma ve bağlantı teması üzerine toplanması İpek Yolu’nun yeniden inşası anlamına gelmektedir ve üye devletlerin liderleri bunu dile getirmişlerdir. >

  Küresel ekonomik ağırlık merkezinin Asya- Pasifik bölgesine kaydığını ve bu durumdan dolayı Türk Dünyası’nın jeo-ekonomik öneminin arttığını söyleyen Gül, Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan ekonomik ve demografik potansiyeli toplamda 4.8 milyon kilometre karelik yüzölçümü ile dünyada 7. sırada, 140 milyonluk nüfusuyla 9. Sırada, 1.5 Trilyon dolarlık milli hasıla ile 13. sırada  olduğunu belirtmiştir.4 

Gül de Nazarbayev gibi Konsey’in potansiyel ekonomik gücünden bahsederken üye olmayan Özbekistan ve Türkmenistan’ı saymıştır.

Türk dış politikasında Türkiye’nin Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerinde diplomatik rolü üstlenen Gül, konuşmasında “Türk dünyası küresel ölçekte  sahip olduğu coğrafi ve demografik ağırlığın çok altında bir ekonomik performans sergilemekte dir. Tarihe baktığımızda Türk devletlerinin güçlü ve etkili olduğu dönemlerde İpek Yolu'nun dünya ticaretinin dünyanın ana güzergahı olduğu dönemler olduğunu görüyoruz.


Türk dünyası küresel ekonominin ve dünya ticaret yollarının dışında kaldığında ise, siyaset ve medeniyet sahasında da ağırlığı azalmıştır, bu bir vakıadır, tarihi okuyan, bilen herkes bunu görmektedir” demiştir.5

Gül’ün sözlerine yansıyan Türk Dünyası’nın önemine ilişkin bu farkındalık Türk dış politikasında görünür hale gelmelidir.

İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması adına önemli bir adım olan ve 2014’te bitmesi beklenen Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesinin Türk Dünyası arasındaki demiryolu bağlantısını sağlaması beklenmektedir. Bunun yanı sıra Gebele Zirvesi’nin ulaşım ve bağlantı alanındaki önemli konularından biri de Bakü Limanı ile Kazakistan’ın Aktau Limanı arasındaki bağlantıyı güçlendirmek olmuştur.

Türkmenistan’ın da Konsey’e dâhil olması durumunda Türkmenistan’daki Türkmenbaşı Limanı da Türk Dünyasının Hazar Denizi üzerindeki bağlantısını güçlendirecektir.

İpek Yolu’nun canlandırılması ve Türk Dünyasının ekonomik potansiyelini kullanması Türk Dünyasındaki kültürel ve siyasi bütünleşmenin de hız 
kazanmasını sağlayacaktır. Bu nedenle Türk Konseyi’nin Gebele Zirvesi Türk Dünyası’nın bütünleşmesi yönünde önemli bir eşik olabilir. 

   Fakat tarihi İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması ve etkin hale getirilmesi için tarihi İpek Yolu ile 21. yüzyılın koşullarını daha iyi analiz etmek gerekmektedir. Tarihi İpek Yolu’nun yeniden canlanması yönünde umut vadeden bu önemli değişime rağmen Tarihi İpek Yolu ile  21. yüzyılın İpek Yolu arasında önemli farklılıklar mevcuttur. İlk olarak, İpek Yolu’nun ticaret malları günümüzde önemini yitirmiştir. 21. Yüzyıl İpek Yolu’nun ticaret malları ipek, kürk, köle veya demir değil, büyük oranda enerji kaynaklarından oluşmaktadır. İpek, yükte hafif pahada ise ağır  olmasına rağmen enerji kaynakları, yani petrol ve doğalgaz, çok kıymetli olmasıyla birlikte taşınması için büyük yatırımlar ve devletlerarası işbirlikleri
gerekmektedir. Enerji kaynaklarının taşınması sorunu devletlerarası ciddi projelerle aşılmaktadır, fakat taşınma konusunda önemli sorunlardan biri de 
güvenliktir. Tarihi İpek Yolu’nda ticaret yollarına hâkim tüm devletler ticari güvenliği sağlamaya çalışmışlar ve büyük oranda başarılı olmuşlardı. 

Günümüzde ise İpek Yolu’nun merkezi coğrafyaları siyasi istikrarsızlık ve terör sorunu yaşamaktadır. İpek Yolu üzerinde güven ortamının  oluşturulamaması tarihi İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması yönündeki en önemli engeldir. Batılı devletlerin Türkistan’daki enerji kaynaklarına ulaşmadaki ısrarı ile bölgede, çıkarları doğrultusunda sorumluluk almaları güvenliğin daha erken gelmesini sağlayabilir.



<  İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması adına önemli bir adım olan ve 2014’te bitmesi beklenen Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projesinin Türk  Dünyası arasındaki demiryolu bağlantısını sağlaması beklenmektedir. >

   Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılayacak olan boru hatlarının güvenliği Avrupa için de önemli olacağından, gerçekleşecek boru hattı projeleri ülkeler arası “güvenlik zinciri” vazifesi görebilir.



<  Nazarbayev’in Türk Konseyi ile ilgili konuşmalarında Konsey’e üye olmayan Özbekistan ve Türkmenistan’ı tıpkı bir üye devlet gibi değerlendirmesi, üye olmayan bu devletlerin de yakın zamanda üye olmalarının sağlanacağına işarettir. >

     İpek Yolu’nda ikinci büyük değişim bölgenin siyasi yapısında yaşanmıştır. Büyük ve güçlü imparatorlukların hâkim olduğu coğrafyada artık küçük parçalanmış siyasi yapılar mevcuttur. Bu durum yukarıda değinilen güvenlik hususu ile de yakından alakalıdır, çünkü zayıf ve küçük siyasi yapıların varlığı İpek Yolu’nun merkezi güçler tarafından değil, çevre güçler tarafından yönlendirilmesi ne neden olmaktadır. Bu bağlamda, yaklaşık 115 milyon 6 nüfusa sahip olan merkez bölgenin7 2 milyar 700 milyon nüfuslu çevre8 tarafından etki altına alınmaması mümkün değildir. Etki altındaki kaynak sahibi merkez bölgenin kendi
koşullarını ortaya koyarak şekillendiremediği dış politika, İpek Yolu’nun etkinliğini de olumsuz yönde etkileyecektir. Bununla birlikte merkez bölgenin çevrenin kontrolü dışında ekonomik veya siyasi bir bütünleşme sürecine girmesi, çevreye karşı direncini artırabilir. Böylece merkez ülkeler kaynakların taşınması ve dağıtımı konusunda daha bağımsız bir siyaset oluşturarak, İpek Yolu’nun geleceğini kendileri tayin edebilirler.

Bu ihtimal ise mevcut güç dengeleri göz önüne alındığında dışarıdan bir destek olmadığı takdirde oldukça zor görünmektedir.

21. yüzyıl İpek Yolu ile Tarihi İpek Yolu arasındaki en önemli fark, güzergâhlar ile kaynak-talep arasında yaşanan değişim olmuştur. Tarihi İpek Yolu’nda ticari hareketlilik ana hatlarıyla doğu ile batı arasında gerçekleşmiştir. İki coğrafyadan da birbirine farklı mallar taşınmış, merkezi bölge ticaretin taşıyıcı rolünü üstlenmiştir.

Çevreler arasındaki ticari akım bütün devletlerin kazanç sağlayabildiği bir ticari yapıyı oluşturmuştur, fakat 21. yüzyıl İpek Yolu’nda kaynaklar çevre bölgeler arası bir trafiği değil merkezden çevrelere doğru bir hareketi gerektirmektedir. Bundan dolayı İpek Yolu üzerinde çevre bölgelerin birbirlerine ihtiyaçları yoktur. Hatta Merkezi bölgedeki kaynakların tek yönlü akışı için çevre ülkeler arası bir rekabet mevcuttur.

Çevredeki her ülke kendi çıkarları gereği merkezi Asya’ya tek başına hâkim olmaya çalışmaktadır.


< İpek Yolu üzerinde güven ortamının oluşturulamaması tarihi İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması yönündeki en önemli engeldir. >

    Tarihi İpek Yolu Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte dünya ticaretinin soyutlandığı uzun bir dönemi geride bırakmıştır.

Yeni dönem siyasi, ekonomik ve  sosyal farklılıkları da beraberinde getirmiştir.
   Türkistan halkları bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte, milli şuuru canlandır mak adına her millet gibi tarihi zaferlere ve hâkimiyetlerine dönüp bakmıştır. Türk cumhuriyetleriyle birlikte diğer büyük güçler de Sovyetler Birliği’nden kopan bu yeni devletlerin coğrafyası için, İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması projelerini ortaya koymaya çalışmışlardır. Her ne kadar yakın geçmişe nazaran Tarihi İpek Yolu’nun canlandırılması daha kolay gibi görünse de yüzyıllar içinde yaşanan büyük değişimler Tarihi İpek Yolu’nun şartlarını fazlasıyla değiştirmiştir. Geriye dönüş için aynı büyüklükte değişimlerin yaşanması gerekir.

   Tarihi referansların ışığında Türkistan, bir bütünlük içerisinde, geleceğe dönük büyük proje ve planlarla değerlendirilmelidir, çünkü 21. yüzyıl Türkistan’sı tarihi İpek Yolu’ndan daha büyük bir öneme sahip olabilir.

   Tarihi İpek Yolu, 17. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında uzun bir dönem edilgen konumda kalarak, dünya ticaretinden ve siyasetinden uzak kalmıştır. 19. yüzyıl’ın son on yılından itibaren İpek Yolu edilgen dönemden etkin döneme doğru bir geçiş sürecine girmiştir.

Yeni dönemdeki boru hattı ve demiryolu projeleri, İpek Yolu’nun tekrar etkin olacağı dönemlerin göstergesidir. Boru hatları ise ülkeler arası bir güvenlik zinciri görevi görmektedir. Özellikle enerji kaynaklarının Batı’ya ulaştırılacağı göz önüne alınırsa, İpek Yolu’ndaki boru hatları projelerinin Batılı ülkelerin de koruması altında olacağını gösterir. 

Boru hatlarının geçtiği ülkelerde herhangi bir istikrarsızlık olmasına, boru hatlarından faydalanan hiçbir ülke müsaade etmeyecek tir. Bu bağlamda, İpek Yolu üzerinde tekrar güvenlik ortamının sağlanması mümkündür. Bu güvenlik ortamının hızlı bir şekilde kurulması ve işleyebilmesi için, uluslararası ekonomik işbirliği süreçleri başlatılmalıdır. Bu süreçlerin sonunda, ticaret havzaları güvenlik altına alınabilir.

Bu bölgelerin ekonomik olarak kalkınması, muhtemelen etkisini İpek Yolu’nun Hint Okyanusu Ticaret Havzasında da hissettirebilir ve bu bölgedeki barış sürecini olumlu olarak etkileyebilir.



< Dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin Asya-Pasifik’e kaydığı 21. Yüzyılda, Türkiye’nin uluslararası alanda etkin bir güç olabilmesi için Asya-Pasifik ile Batı arasındaki bağlantıyı sağlayacak olan İpek Yolu üzerinde yeniden etkin bir güç oluşturması gerekmektedir.  >

Dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin Asya-Pasifik’e kaydığı 21. yüzyılda, Türkiye’nin uluslararası alanda etkin bir güç olabilmesi için Asya-Pasifik 
ile Batı arasındaki bağlantıyı sağlayacak olan İpek Yolu üzerinde yeniden etkin bir güç oluşturması gerekmektedir. Türk Konseyi bu potansiyel gücün ve Türk Dünyası’nın geleceğinin en somut göstergesidir. Bundan dolayı Türk dış politikasında da ağırlık merkezinin artık Türk Dünyası’na kayması gerekmektedir.
   Orta Doğu’nun kriz, çatışma ve savaş girdabında bilerek ve isteyerek taraf olan Türkiye’nin diplomatik ve ekonomik gücünü Orta Doğu’ya boşaltması, Türkiye’nin geleceği açısından bir israfa dönüşmüş durumdadır.

DİPNOTLAR;

1  http://www.mfa.gov.tr/bildiri.tr.mfa, 20.09.2010.
2 “Türk Konseyi 2. Zirvesi Bişkek’te düzenlendi.”, 
    http://turkkon.org/icerik.php?no=158, 28.08.2012.
3 “Nazarbayev calling to increase commodities turnover of Turkicspeaking countries”, 
    http://en.tengrinews.kz/politics_sub/Nazarbayev-calling-to-increase-commodities-turnover-of-Turkicspeaking-countries-21894/, (20.08.2013).
4 “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi 3. Zirvesi’nde konuşma yaptı”, 
    http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/63565.aspx, (20.08.2013).
5 “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül…”
6 CIA World Factbook, 2011, https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/, (15.10.2011).
7 Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan .
8 Çin, Hindistan, Rusya ve İran.

SAYI 24  2013 
www.ekoavrasya.net
“Avrasya’yaaçılan kapınız”
6 yaşında...
www.ekoavrasya.net

****

10 Ekim 2020 Cumartesi

ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 2

 ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 2




2. TÜRKİYE - İRAN İLİŞKİLERİ: AŞILMASI GEREKEN GÜVEN BUNALIMI

İran 70 milyonluk nüfusu, Türkiye yüz ölçümünün yaklaşık iki misline ulaşan toprakları ve özellikle enerji alanındaki devasa kaynakları ile Ortadoğu’nun en önemli ülkeleri arasında. İran aynı zamanda Türkiye’den sonra Ortadoğu bölgesinin ve tüm Müslüman coğrafyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. Üstelik İran, Türkiye’nin de komşusu. Bu veriler dikkate alındığında Türkiye ile İran arasında ciddi bir ekonomik yakınlaşma, hatta entegrasyon beklemek doğal bir sonuçtur. 
Ancak ilişkilere bakıldığında son derece sağlıksız bir tablo ile karşılaşılıyor:
İran, Çin ve Rusya ile birlikte, Türkiye’nin en fazla dış ticaret açığı verdiği ülkeler arasında yer alıyor. Açık 5 milyar doları aşıyor. Ticaretin % 75’ini gaz alımı 
oluştururken enerji dışı ticaretin hacmi sadece 2 milyar dolar civarında kalıyor. Oysa Türkiye sanayisi ve tarım-hayvancılık sektörleri İran’ın ihtiyaçlarını karşılamaya çok müsait. Buna rağmen İran, Türk mallarına yüz vermiyor, ticaret bir türlü istenen hızda ilerlemiyor. Doğrudan yatırımlarda ise durum çok daha kötü. İran’a girmek isteyen Türk yatırımcılar akla zarar engellemelerle karşılaşıyorlar. Türk yatırımcılar bırakınız komşu ülkeden olmanın ve ortak kültürel-dini benzerliklerin tadını çıkarmayı, Türk oldukları için bazı özel engellemelerle dahi karşılaşabiliyorlar. Tüm bu engelleri aşıp ihalenin son aşamasına geldiğinizde ise tüm süreç birdenbire iptal edilebiliyor. 

TAV ve Türkcell’de bunun en açık örnekleri yaşandı. Geçenlerde USAK’ı ziyaret eden bir grup Türk işadamı ise sorunun bir başka boyutundan dert yandı. İranlı işadamlarının son dönemde sıkça Türk işadamlarına işbirliği önerisinde bulunduklarını, ancak bu ilişkilerin Türk tarafı için hep hüsranla sonuçlandığını belirttiler. İranlılar Türk işadamlarından meslek sırlarını aldıktan, üretimin nasıl yapıldığını iyice öğrendikten sonra Türk ortağı İran’dan uzaklaştırıp yollarına devam ediyorlarmış. İşadamları İranlıların yaklaşımını ‘şark uyanıklığı’ olarak değerlendiriyorlar ve İran ile uzun dönemli bir işbirliğinin ne kadar zor olduğunu anlatıyorlar. Belli ki Devrim sonrasında oluşan kapalı ekonomi ve ekonomik müeyyideler İranlıları rekabetten uzaklaştırmış ve evrensel iş hayatı kurallarını öğrenmeleri bayağı bir zaman alacak. 

Başka bir deyişle İran’da siyasi direncin dışında bir de kültürel direnç var.
Kim ne derse desin, İran’da daha fazla Türk şirketi görmek istemeyen bazı güçlerin olduğu muhakkak. Bunların en önemli hareket noktası Türkiye’nin ‘ABD ve İsrail’in casusu’ olduğu düşüncesi. İran’da Türklerin sayısı arttıkça ‘karşı-devrim’ olacağından endişe ediyorlar. 1 Mart Tezkeresi ve Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin aktif Ortadoğu politikası bu düşünceleri yumuşattıysa da Türkiye birçok radikal devrimci için hala şüphe ile yaklaşılması gereken bir ülke.

İkinci önemli gerekçe Türkiye’nin hemen her alanda İran’ın tersi bir istikameti temsil ediyor oluşu. Türkiye İslam dünyasında farklı bir dini yaşam yorumunun şampiyonu ve serbest ekonomisi ve serbest siyasi yapısı ile İran’dakidevrim rejimini yumuşak gücü ile erozyona uğratabilecek ve nihayetinde sona 
erdirebilecek bir ülke olarak görülüyor. Başka bir deyişle Türkiye anlayışı bazı İranlılarca da ‘İran anlayışının panzehiri’ olarak algılanıyor. Bu durumda da İran 
devletinin derinlerinde Türkiye ile ilişkilere karşı ciddi bir direnç oluşuyor.
İlişkilerin yeterince gelişmemesinde en önemli bir diğer sorun ise geleneksel- tarihsel İran politikaları. Başka bir deyişle İran seküler bir ülke olsaydı da karşımıza çıkabilecek bir sorun. O da İran’ın Arap, Türk ve diğer Müslüman ülkelere karşı izlediği kendine has güven telkin etmeyen dış politikası. Hatırlanacağı üzere Osmanlı döneminde de İran ile Osmanlı Devleti bir müttefik olamamış, ciddi bir ekonomik ya da siyasi işbirliğine girememişlerdir. Bu dönemde İran-Vatikan ilişkileri İran-Osmanlı ilişkilerinden çok daha iyi bir durumdadır. 

Birçok araştırmacı Türk-İran sınırının uzun yıllar boyunca önemli oranda değişmeden kalmış olmasını ilişkilerin olumlu bir yönü olarak sunsalar da sınırların nispeten değişmemesinin nedeni tarafların birbirlerine duydukları güvenden ziyade güç dengesinde aranmalıdır. Eğer Osmanlı Devleti yeterince güçlü olmamış olsa idi İran, Anadolu’nun içlerine kadar uzanmış olurdu. Osmanlı’nın İran’ın içlerine fazlaca girmemiş olmasının nedeni ise Osmanlı’nın yayılma sahası olarak temelde Akdeniz ve Avrupa’yı görmüş olmasında aranmalıdır. Özetle sınırlardaki istikrar ilişkilerin güçlü olmasından kaynaklanmamıştır. Aksine Osmanlı arkadan bir saldırıya uğramamak için Irak’ta ve Anadolu’da İran’a karşı çok çeşitli önlemler almıştır. 

Örneğin Irak Türkmenlerinin kuzeyden güneye bir kılıç şeklinde yerleştirilmelerinin en önemli nedeni ‘İran tehlikesidir.

Aslına bakılırsa İran’ın ilişkileri sadece Anadolu Türkleri ile değil, neredeyse tüm Müslüman dünyası ile sorunlu olmuştur. Bu sorunlar 20. yüzyılda da sürmüş ve İran İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan devletin Müslüman coğrafyadaki algılanması bu açıdan bakıldığında Şah dönemi ile bazı benzerlikler de içermiştir. Örneğin 2008 itibariyle Arap dünyasının bölgede en çok çekindiği ülkelerin başında İran geliyor. 
Soğuk Savaş boyunca Arapları komünizm tehlikesi ile kendi liderliğinde birleştirmeye çalışan ABD şimdi de İran tehdidini bir araç olarak kullanıyor. Bölgede hangi Arap temsilci ile görüşseniz (Suriye, Hamas ve Hizbullah hariç) İran’a hiçbir bölge ülkesinin güvenemediğini anlıyorsunuz. 

Körfez Arapları İran’ın her an kendilerine saldırabileceğini, topraklarının bir kısmını almaya  çalışabileceğini veya iç işlerine karışacağını düşünerek İran’ı en önemli tehditlerin başına yerleştiriyorlar. Çoğu kez bu nedenle ABD’ye yanaşıyorlar. Yani Körfez’deki ABD varlığını meşrulaştıran en önemli neden de İran. Sadece Körfez Arapları değil, Ürdün ve Mısır gibi nispeten daha uzak bölgelerdeki Araplar da İran’a şüphe ile bakıyor ve niyetlerini sağlıklı bulmuyorlar.

İran sadece Arapları değil, Pakistan gibi diğer bazı Müslüman ülkeleri de ‘korkutuyor’. Bunun çok sayıda örneği var ancak en çarpıcı olanı Pakistan’da deprem olduğunda yaşandı. İran, Pakistan’a giden yardım ekiplerine büyük zorluklar çıkardı ve bu durum ne Pakistan, ne de Türkiye tarafından bugüne kadar unutulmadı.
  İran’ın en önemli güven sorunu yaşadığı Müslüman gruplardan biri de Türkler. Sadece Türkiye değil, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve diğer Türk 
cumhuriyetleri de İran’ı şüphe ile karşılıyor. Özellikle Azerbaycan, İran’ın Ermenistan’a verdiği açık desteğin çok net bir şekilde farkında. Eğer Türkiye ve 
ABD’nin net karşı çıkışları olmamış olsaydı Azerbaycan’ın özellikle Hazar’da İran karşısında ne kadar zor durumda kalacağı aşikârdı. 

   Ermenistan’ın Azeri topraklarını işgali sürerken Ermenistan’a her türlü ekonomik desteği veren ilk iki ülkenin Rusya ve İran olduğu da bir sır değil. 
İran başta enerji olmak üzere her alanda Ermenistan’ın Azerbaycan karşısında güçlenmesine katkı sağlıyor. Tahran’ın zaman zaman iki ülke arasında arabulucu gibi davranma çabası da garip. Çünkü İran bir İslam devleti olduğunu iddia ediyor ve kendi nüfusunun da önemli bir kısmını oluşturan Azerilerin toprakları işgal altındayken kendisini en fazla arabulucu olarak tanımlayabiliyor.

Türkiye açısından ise İran’ın PKK terör örgütüne verdiği destek hala akıllardadır. İran sınırını serbest geçiş alanı gibi kullanan terör örgütünün bugün 
Kandil Dağı’nda kullandığı birçok altyapı da İran’dan birer hatıra. Zamanında terörü görmezden gelen İran bugün aynı derde düştü ve Türkiye ile işbirliği 
yapmak zorunda kalıyor. 

Fakat ilerleyen zamanlarda bu durumun tersine dönmeyeceğinin garantisi de yok. Türkiye için İran imajını etkileyen en önemli unsur ise şüphesiz 1980 ler 
boyunca süren ve 1990ların bir kısmında da net bir şekilde hissedilen rejim ihraç etme çabaları oldu. Bugün dahi Türkiye’de birçok kişi İran’ın hala bu tür 
gayretler içinde olduğunu düşünüyor.

Anlaşılan o ki İran’ın Müslüman ülkeler ile ilişkileri oldukça garip. İran kendisini bir ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Ancak dış ilişkilerinde birkaç istisna (Suriye, Sudan gibi) dışında neredeyse tüm Müslüman ülkeler ile sorunlu. İlişkilerinin iyi olduğu ülkeler Rusya ve Ermenistan gibi bölgenin iki Hıristiyan ülkesi. Üstelik bu iki ülke Müslümanlarla da ciddi sorunları olan ülkeler. Ermenistan komşusu Azerbaycan’ın topraklarının neredeyse beşte birini işgal etmiş, Rusya ise Çeçenistan’da gelmiş geçmiş en büyük insanlık dramlarından birine imza atmış. Başka bir deyişle bu şartlar altında Osmanlı’ya karşı Vatikan ile işbirliği yapan İran’ı hatırlamamak çok zor.

Bu veriler altında denebilir ki Ortadoğu’da ekonomik entegrasyonu, ticareti ve siyasi işbirliğini arttırmak isteyen Türkiye’nin karşısındaki en önemli engellerin 
başında İran geliyor. Çünkü İran herkesi kendisi gibi biliyor. Türkiye’nin gizli (kirli) bir gündemi olduğunu sanıyor. Türkiye’nin ticaret ile İran’ın altını oyacağından endişeleniyor. 

Tahran’da bu bakış açısı sadece Türkiye’ye karşı değil, diğer birçok bölge ülkesine karşı da var. Oysa İran bu kaygılarında çok yanılıyor. 
Bunu anlaması için ‘ABD ajanı’ olarak algıladığı ülkelerin ABD politikasına nasıl karşı çıktıklarına bir göz atması bile yeterli olurdu.

Gaz Sorunu

Doğalgaz hattındaki kesilmeler İran’ın yanlış bakış açısının bir diğer örneği. Bilindiği üzere Türkiye, Rusya’ya olan bağımlılığını azaltabilmek ve komşusu İran ile ticaretini arttırabilmek için İran gazını almaya karar verdi. Bu maksatla ciddi yatırımlar yapılarak iki ülke arasında yüzlerce kilometrelik doğalgaz boru hattı 
döşendi. Türkiye ilk defa bu hattı gündeme getirdiğinde içeride ve dışarıda çok önemli siyasi maliyetlerle de karşılaştı. İçeride İran gibi bir ‘İslamcı rejim’ ile iş 
yapılmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kurucu ilkelerinden laikliğe aykırı olduğu söylenirken, dışarıda da ABD, İran ile her türlü işbirliğine karşı olduğunu 
açıkladı. Fakat Ankara tüm bu zorlukların üstesinden gelerek İran doğalgaz hattını hayata geçirdi. Hatta ilerleyen yıllarda İran ile doğalgaz alanında başka 
işbirliklerinin de yolunu aradı. İran’dan tüm dünyanın köşe bucak kaçtığı, ona ‘çirkin ördek yavrusu’ muamelesi yaptığı bir dönemde Türkiye’nin tüm bu 
fedakârlığına ve uluslararası yazılı anlaşmalara rağmen İran keyfi bir biçimde, üstelik kara kışın ortasında gazı kesmeye başladı. İran’dan gelen gazın 
kalitesinde de ciddi sorunlar yaşandı. Bu kesintiler zamanla sıklaştı. 2005-2006 kışında ve bu kış ise İran’ın kesintileri Türk ekonomisini vurmaya başladı. 
İki kış önce bazı sanayi tesisleri faaliyetlerini gaz yetersizliği nedeniyle durdururken, bu yıl da elektrik üretiminde ciddi sorunlar yaşanıyor.
İran gaz kesintileri konusunda zamanında açıklama yapma ihtiyacını bile duymuyor. Canı isteyince vanayı kapatıyor, canı istemezse açıyor. Türkiye’de tepkiler sertleşince lütfen bir açıklama gelse de özür vs. hak getire.
Bu yılki gerekçeleri yine aynı: “Kış sert geçiyor. Bize yetmiyor, size mi verelim?” Hatta Türkiye’de bazıları da İran’a hak verecek kadar ileri gidiyor: 
“ Bir ülke kendi vatandaşları dururken gazı dışarı satar mı?” diyorlar. Elbette satar. Eğer bir anlaşma imzalamışsanız, uluslararası taahhütler altına girdiyseniz, 
öncelik dış taahhütlerinizdedir. İçerideki haliniz ne olursa olsun sözünüzde durmak zorundasınız. Aksi takdirde hiç kimse sizinle ne ticaret yapabilir, ne de 
siyasi işbirliği. İran kış soğuklarını tarihinde ilk defa yaşamıyor. Yıllık gaz üretiminin ne kadar olacağı da sır değil. Bu durumda başka bir ülke ile anlaşma 
imzalayan İran’ın öncelikle bu taahhütlerine uyması gerekir. En azından anlaşma imzaladığı Türkiye ile oturup anlaşarak yaşanan sıkıntıyı paylaşması gerekir.
İran’ın bir diğer gerekçesi de Türkmenistan’ın İran’a verdiği gazı ani bir şekilde kesmesi. Türkmenler gaz fiyatını beğenmedikleri için İran’ı yola getirmeye 
çalışıyorlar, İranlılar da faturayı Türkiye’ye çıkarmaya kalkıyorlar. Oysa Türkmen gazı da Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye Türkmenistan ile herhangi bir 
anlaşma yapmış değil. Hatta böyle bir işbirliğinin önündeki önemli engellerden biri de Tahran Yönetimi oldu. İran, Türkiye’nin Orta Asya ile ilişkilerinde hep 
engelleyici olduğu gibi Türkmen gazı konusunda da her zaman engelleyici oldu. Söyledikleri ile uygulamaları birbirini tutmadı. Türkmen gazının doğrudan 
Türkiye’ye gitmemesi için Türkmen gazını alıp kendi gazıymış gibi Türkiye’ye satmaya kalktı.

Özetle İran içinde bulunduğu kuşatılmışlığa, ABD ve Avrupa ile yaşadığı siyasi ve ekonomik sorunlara rağmen bölgesine dönük şüphe uyandıran politikalarını 
sürdürüyor. 
Milyarlarca dolar kazandığı Türkiye pazarına karşı dahi sorumluluklarını yerine getirmiyor. Tutarlı bir ortak gibi davranmıyor.
Oysa ki Türkiye ve İran’ın işbirliği önündeki engelleri aşması demek Türkiye-İran-Orta Asya ve Türkiye-İran-Pakistan hattında derinleşen bir ekonomik 
entegrasyon demek. Bölge ülkeleri arasında katlanan ekonomik ilişkiler sayesinde bölge dışı ülkelerin daha az siyasi müdahalesi demek. 
Türkiye yılmadan İran’a ekonomik araçlar (ticaret, boru hatları vs.) ile girmeye çalışıyor. Çünkü ekonomik olarak bölgeye entegre olmuş bir İran sadece 
Türk ulusal çıkarlarına değil, bölgesel istikrar ve barışa da katkı sağlayacaktır. Ortadoğu’nun kalkınması ve istikrara kavuşmasında hiç şüphe yok ki Türkiye 
ve İran işbirliği özel bir rol oynayacak. 
Eğer bu iki ülke en azından ticari sahada yakınlaşamazsa Ortadoğu’nun (ve hatta Pakistan ve Orta Asya’nın) geleceği için güzel düşler kurmak dahi 
zorlaşacaktır. Bu basit gerçeğin farkında olan İranlıların sayısı az değil. Ancak bu gerçeği anlamak istemeyen ve hala eski Pers İmparatorluğu oyunlarını 
İslamcılık etiketi altında sürdürmek isteyen dar, ama çok etkili bir kadro da İran devletinin içlerinde mevzilenmiş durumda.
Son söz olarak denebilir ki İran’ın önündeki en önemli engel yine İran. İran’dan anlaşılması güç, birbiriyle çelişen mesajlar geliyor. 
Şu an için denebilir ki karşımızda en azından birden fazla İran var ve böyle bir İran da en az ABD kadar bölge ülkelerini korkutuyor.


***


ULUSLARARASI İLİŞKİLER GÜNDEMİ BÖLÜM 1

ULUSLARARASI İLİŞKİLER  GÜNDEMİ  BÖLÜM 1




TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’DAKİ YUMUŞAK GÜCÜ

Sedat LAÇİNER

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bugüne Türkiye bölgesinde daha etkili bir aktör olmaya doğru ilerliyor. Geçmişte sürekli olarak ‘potansiyel’ olarak değerlendirilen ilişkiler adım adım somut ilişkiler haline gelmeye başlıyor. Türkiye ‘sahaya indikçe’ Ortadoğu, balkanlar ve Kafkasya başta olmak üzere yakın çevresindeki yumuşak gücünü de keşfetmeye, bunun tadına varmaya başlıyor. İsrail-Filistin, Pakistan-Afganistan, Suriye-İsrail ya da İran-İsrail gibi rakip kampların her iki kanadı da kendilerini Türkiye’ye yakın bulabiliyor. 2007 yılının 2. dönemi Türkiye’nin 
söz konusu yumuşak gücünü daha fazla fark ettiği bir dönem oldu. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye-Ortadoğu ilişkilerini ele almak yararlı olabilir.

1. İSRAİL-FİLİSTİN ANKARA BULUŞMASI

Daha önce başka bir ‘küskün kardeşler’ olan Pakistan Devlet Başkanı Müşerref ile Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye ev sahipliği yapan Ankara Kasım 2007’de bu kez dünyanın en ünlü ‘düşmanları’nı bir araya getirdi. İsrail ve Filistin Devlet Başkanları Ankara’da. Şimon Peres ve Mahmud Abbas’ın Ankara ziyareti birçok açıdan ilk oldu: İlk kez bir İsrail ve bir Filistin devlet başkanı Türk meclisine hitap etti. Peres’in Meclis’teki konuşması İsrailli bir devlet başkanının Müslüman bir ülke meclisinde yaptığı ilk konuşma oldu. Dahası ilk defa iki lider birbirlerini bir başka ülkenin meclisinde dinlediler. 

Bazıları bu ilkleri önemsemeyebilir ve sıradan ‘diplomatik oyunlar’ sayabilir. Ancak iki liderin Ankara ziyaretleri Türkiye’nin (büyük) Ortadoğu’daki ‘yumuşak gücü’nü açık seçik ortaya seriyor. Türkiye gerektiğinde Filistinlileri de, İsraillileri de azarlıyor, sert bir dille eleştirebiliyor. 
Ancak gerektiği zaman her ikisi ile en yakın ilişkileri de sürdürebiliyor. Pakistan ve Afganistan’ın Türkiye’ye duydukları güven, ama birbirlerine duydukları 
güvensizliğin bir benzeri de Filistin ve İsrail tarafında mevcut. Türkiye ile geçinebilenler, birbirleri ile geçinemiyorlar, hatta bir araya dahi gelmekte 
zorlanıyorlar. Aynı durum Irak’ın içinde bile söz konusu. Şiiler de Sünniler de Türkiye’yi kendilerine yakın görebiliyorlar. Böyle bir pozisyona sahip ikinci bir ülke 
bulabilmek gerçekten çok zor. Başka bir deyişle uzun yıllar sırtını Ortadoğu’ya dönen Türkiye yüzünü bölgeye dönmeye başladıkça ve bölgeyi tanıdıkça 
burada kendisi için ‘büyük bir servetin’ olduğunu fark ediyor, daha da fark edecek.
İsrail ve Türkiye Her şeyden önce Türkiye ve İsrail bölge sorunlarının çözümünde iki farklı ekolü temsil ediyorlar. İsrail (ABD ile birlikte) sorunların çözümünü lider, rejim ve hatta sınır değişikliklerinde görüyor. Irak’ın üçe, en azından ikiye bölünmesi İsrail’in gönlünden geçen bir dilek. Irak gibi bir Arap devinin yeniden, karşısına eski haliyle dikilmesini istemiyor. Dahası Suriye ve İran’ın da ABD eliyle hallini umuyor. 
Suriye’de rejim değişimi, Suriye’nin birkaç parçaya bölünemese bile Lübnan ile ilgilenemeyecek kadar zayıflaması ve iç işlerine dönmesi İsrail’in bir diğer gizli 
dileği. İran’ın ise en azından gücünün budanması ve elini Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’den çekmesini bekliyor Tel Aviv. İsrail Irak ve diğer ülkelerde tüm 
bu süreç cereyan ederken Filistin sorununu bir veya iki güçsüz ama Batı yanlısı devlet(ler) kurdurarak çözmenin planlarını yapıyor. 
Elbette bu planlarda Türkiye’nin İsrail’in yanında yer alması İsraillilerin en büyük dileği. Aslına bakılırsa İsrail’in derdi Ortadoğu sorunlarına kalıcı çözümlerden 
çok üzerindeki yükü başka ülkelerin sırtına yükleyebilmek.
Türkiye ise Ortadoğu sorunlarının çözümünün lider, sınır veya rejim değişiklikleri ile çözülemeyeceğini, aksine böylesine ‘yüzeysel’ bir yaklaşımın sorunları içinden çıkılamaz bir hale getireceğini düşünüyor. Irak’ın da Filistinleşme sürecine girmiş olması Türkiye’nin kendi tezini savunurken kullandığı önemli kanıtlarından biri. Ancak Türkiye’nin ABD’yi, ya da İsrail’i ikna edebilmesi kolay değil. Bu nedenle Türkiye her iki devletin politikalarını da belli bir noktaya kadar veri olarak almak ve ona göre tedbir geliştirmek zorunda kalıyor.
Türkiye-İsrail ilişkileri ekonomik rakamlar dikkate alındığında tarihinin en iyi düzeyinde. 2007 yılının ilk 6 ayında Türkiye-İsrail ticaret hacmi 1.2 milyar doları 
aştı. Bunun 782 milyon doları Türkiye’nin İsrail’e ihracatı ve bir önceki yıla göre % 29’luk bir artışa denk düşüyor. 1997 tarihli serbest ticaret anlaşması ticari 
ilişkilere ciddi bir ivme getirirken turizm alanında da iyi ilişkiler hızla gelişmeye devam ediyor. 
Türkiye şu anda İsrail’in Ortadoğu’daki en büyük ticari ortağı durumunda. Doğrudan yatırımlar ve diğer faaliyetler dikkate alındığında iki ülke arasındaki toplamekonomik faaliyetlerin 10 milyar doları aştığı tahmin ediliyor. Bu da İsrail gibi nispeten küçük bir ülke için kayda değer bir rakamdır.



Türkiye-İsrail Ticaret Hacminin Seyri


Peres ile Türk yetkililer arasındaki görüşmelerde ekonomik ilişkiler elbette gündeme geldi. Ancak gündem bununla sınırlı değildi ve oldukça yüklü oldu. 
Doğal olarak ilk sırada Filistin sorunu görüşüldü. Türk, İsrailli ve Arap işadamlannı tek bir hedef doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlayan Ankara Forumu’nun Batı Şeria’da bir sanayi bölgesi oluşturması, böylece Filistin’in ekonomik sorunlarını azaltarak barışa katkıda bulunması Türkiye açısından önemli bir adım oldu. Peres de bu girişimi çok yararlı bulduğunu çeşitli defalar tekrarladı.
Şüphesiz iki taraf için de önemli bir diğer konu güvenlik ve terör. İsrailliler İran’ın terörü desteklediğini ve nükleer silahlar elde etmeye çalıştığını her vesile ile 
tekrar ediyorlar ve Türkiye’den de benzeri bir tavır bekliyorlar. Ancak Gül-Peres görüşmesinde tarafların İran konusunda net görüş farklılıkları olduğu anlaşıldı. 
Cumhurbaşkanı Gül, Peres’in iddialarının önemli bir kısmına katılmadı.

Güvenlik boyutunda İsrail’in bir diğer önemsediği konu da Türkiye’ye silah satışı. Silah sanayi İsrail’in önemli gelir kaynaklarından. Çoğunlukla ABD lisanslı 
silahları Washington’un izni ve çoğu kez maddi desteği ile İsrail’de üretiyorlar. Bazı silahlarda ufak değişiklikler yaparak İsrail malı versiyonlar da elde 
ediyorlar. Malum Ortadoğu’daki en iyi silah alıcılarından biri de Türkiye ve İsrail Türklere silah satmayı, silahlarını modernize etmeyi çok istiyor. 

Bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamak için elinden geleni yapıyor. Jerusalem Post’un haberine göre Peres bu gezide Türkiye’ye Arrow balistik füze savunma 
sistemi ile Ofek casus uydularının satışını da gündeme getirdi. Arrow (İngilizce ‘ok’ anlamına geliyor) füze savunma sistemi 1986’dan bu yana ABD’nin 
maddi desteği ile sürdürülüyor. Bu desteğin şimdiye kadar 2 milyar doları aştığı belirtiliyor. Sistem Scud ve Şahap 3 (İran) füzelerine karşı denendi ve 
başarılı bulundu. Halen sistemin Arrow II’si geliştirilmiş durumda ve geliştirme çalışmaları sürüyor. Sistemin daha çok Irak ve İran’a karşı geliştirildiği açık. İsrail’in Türkiye’ye pazarlarken ki argümanı da Türkiye’nin bu sisteme İran’a karşı ihtiyaç duyabileceği varsayımına dayanıyor. 
İsrail Arrow’u Hindistan’a da satmak istedi. Ancak ABD’nin muhalefeti nedeniyle sadece radar kısmı satılabildi. Ofek (İbranice ‘Ufuk’ anlamına geliyor) ise 
İsrail tarafından üretilen bir casus uydu. Bir arabanın plakasını dahi okuyabildiği iddia ediliyor. Üzerinde çeşitli sensörler bulunuyor ve işletme ömrü olarak 
1-3 yıllık süreler belirtiliyor. 
1988’de başlayan çalışmalar şu anda Ofek 7’ye ulaştı. Ofek’in Türkiye’ye katkısı şüphesiz Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu’da istihbarat toplamada olacak. 
İsrail 2008 başı itibariyle bu ürünleri Türkiye’ye satabilmek için hala lobi yapıyor. Ankara göüşmesinden sonra savunma alanındaki önemli bir gelişme 
Türkiye’nin İsrail’den kiraladığı insansız uçakları PKK’ya karşı yoğun bir şekilde kullanmış olmasıdır.

İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres Ankara Görüşmesi esnasında “teröristler F-16 ile kovalanmaz. F-16 ile takip ederek terörle mücadele edemezsiniz. 
Nano gibi yeni teknolojileri kullanmak gerek” derken çantasındaki diğer satılık ürünlere de işaret ediyordu. Bunlar arasında hafif çelik yelekler de var. 
Peres’in sözleri aslında Türkiye’nin yumuşak karnına da işaret ediyor. USAK raporlarının Haziran 2006’da dile getirdiği “balyoz ile sivrisinek öldürülmez” 
sözünün başka bir versiyonunu böylece İsrail’in ağzından da duymuş oluyoruz. 
Nitekim 5 Kasım Zirvesi’nin ardından ABD Başkanı Bush da “sizde istihbarat yok, sizdeki istihbarat ile terörist avlanmaz” mealinde sözler söylemişti. 
Türkiye bu konudaki açıklarını kapayamadığı sürece ABD ve İsrail gibi ülkelerden hem tavsiyeler almaya devam edecektir, hem de bu konuda karşı ülkelere 
ciddi bir koz verecektir.

Görüşmelerdeki bir diğer gündem maddesi de KKTC oldu. Kıbrıs’ta ipler neredeyse tamamen Rumların eline geçtiği için Türkiye’nin manevra alanı tamamen 
daralmış durumda. Buradan çıkışın tek yolu tam bağımsız bir KKTC: Fakat Hükümet, tıpkı kendisinden önceki hükümetler gibi, bu konuda gerekli cesareti gösteremiyor. 
Bu nedenle doğrudan ticaret, doğrudan ulaşım, temsilcilik vb. ara formüller aranıyor. Suriye ile KKTC arasında başlatılan feribot seferleri bu türden önlemler arasındaydı. 
İsrail’den de aynı tür bir uygulama bekleniyor. Hayfa ile Gazi Magosa arasında feribot seferlerine başlanabilmesi ve KKTC’de İsrail’in ticari temsilcilik açması 
Peres’e götürülen öneriler arasında. İsrail’in bu konuda Türkiye’yi ‘kırması’ için herhangi bir neden görünmüyor. Ancak geçen aylar içinde ciddi bir adım da atılmış değil. Hatta KKTC’nin Tel Aviv’de temsilcilik açması önerisinin İsrail tarafından reddedildiği Aralık 2007’de Ha’aretz sayfalarına yansıdı.

Filistin ve Türkiye

Diğer konuk Mahmut Abbas’ın gündemine bakacak olur isek burada işbirliği olanakları daha sınırlı kaldı. Filistin, Hamas’ın Gazze’de kendi idaresini ilan 
etmesinden sonra fiiliyatta iki ayrı ülkeye dönüştü. Mısır-İsrail arasındaki Gazze Hamas kontrolünde ve Batı medyasında ‘Hamasistan’ olarak da adlandırılıyor. Bazı yorumculara göre İsrail bu durumdan hayli memnun. ‘Büyük bir Filistin ile kuşatılmaktansa iki küçük Filistin daha iyi’ diye düşündüğü söyleniyor.

Türkiye’nin Filistin konusundaki en önemli hatası ise Hamas liderini Ankara’ya çağırmak olmuştu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan kendisiyle görüşmekten kaçındıysa da Hamas’ı Ankara’da görmek ABD ve İsrail için en kötü kâbuslardan daha kötü bir kâbustu. Ne yazık ki bunun maliyeti Türkiye’ye Kuzey Irak’ta ve Ermeni meselesinde çıkarıldı. TOBB’un inisiyatifiyle başlayan ve Türkiye’nin devlet olarak sahiplendiği yaklaşım Filistin için üretilmiş tek ciddi proje konumunda. Eğer başarılı olur ise hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu güçlendirecek, hem de İsrail-ABD yaklaşımlarının alternatifi pratikte geliştirilmiş olacak.
Özetle Türkiye uzun yıllar gönülsüz olduğu Ortadoğu’da istekli ve güçlü bir aktör olarak belirmeye başladı. Eğer Ortadoğu’da Türkiye lehine olan zemin iyi 
kullanılabilir ve ciddi hatalar yapılmaz ise Türkiye’siz bir Ortadoğu düşünmek zorlaşır ve Türkiye istikrar sağlayıcı bir güç olarak güneyini bir bataklık olmaktan 
çıkarmaya ciddi katkılar sağlayabilir.

Bundan sonrası için Ankara’da görmeyi arzuladığımız başka ikililer de var elbette ve bunların başında Esad ile Peres geliyor. Olanaksız mı? Türkiye başkaları 
için olanaksız olanın gerçekleşebileceği bir iklim. Eğer Türkiye bu tür ikilileri Ankara’ya getirmeye devam edebilir ve marjinal ülke ve gruplar ile ‘kör gözüne’ 
görüşmelerden kaçınabilir ise son derece zor bir süreci büyük kazanımlar ile tamamlayabilir.

***

18 Mayıs 2020 Pazartesi

ÖZBEKİSTAN'IN GÜVENLİĞİ ÜZERİNDE RUS VE AMERİKAN FAKTÖRÜ POLİTİKASI

ÖZBEKİSTAN'IN GÜVENLİĞİ ÜZERİNDE RUS VE AMERİKAN FAKTÖRÜ POLİTİKASI



Sovyet Sonrası Dönemde Orta Asya'da Rus Yumuşak Gücü ve Özbekistan'ın Rolü,

Aziza Khudayberdieva*
*Aziza Khudayberdieva İngilizce Öğretmeni / British Culture Kocaeli, Türkiye
** TÜRKÇESİ; GOOGLE TRANSLATE İLE YAPILMIŞTIR..
ULUSLARARASI GÜVENLİK KONGRESİ - 2013 KOCAELİ..



Eski tarihi ve coğrafi konumu ile Özbekistan kaçınılmaz olarak oynuyor Orta Asya'da önemli stratejik rol. Özbekistan 447.400 km ve 28.7 milyon kişi Orta Asya'daki en büyük nüfusa sahiptir. Olduğu gibi diğer beş Orta Asya ülkesi örneği Özbekistan bağımsızlığını açıkladı Özbek'in Birinci Sekreteri olan I.A. Karimov Komünist Parti Aralık 1991'de Özbekistan'ın ilk başkanı oldu.

   Muhalefet partisi lideri Muhammed Salih'e karşı% 86 oy alarak seçildi.
2000 ve 2002 yıllarında yapılan referandumların ardından Karimov yönetişimini genişletti Aralık 2007'de yeniden seçildi ve bir sonraki seçim  yapılacak Aralık 2014.

Özbekistan bağımsızlığını kazanmış olsa da, diğer Orta Asya ile birlikte ülkeler, Rusya'nın bu bölge üzerindeki etkisini göz ardı etmek imkansızdır. 

  Birincisi Çünkü Rusya ve Orta Asya Ülkeleri,

Orta Asya Türkistanın da ilk Çar yerleşimleri. Üstelik SSCB Merkezinde Asya, koloniden ziyade Sovyet Rusya'nın siyasi bir parçası haline geldi. 
Demek ki, Sovyet Rusya Orta Asya ülkelerinde de sosyal reformları sürdürdü.

Kadınların erkeklere eşit derecede siyasi ve sosyal haklar kazanma yolları. Başka bir yön Rusya'nın Orta Asya'ya da büyük etkisi olan göçüdür. 
Yeni göç etmiş Rus nüfusu sadece bölgenin yeni sakinleri değil, aynı zamanda yayıldı Orta Asya halkı arasında Rus dili ve Rus kültürünün kullanımı.
Tüm bu gerçekler göz önüne alındığında, Orta Asya ülkeleri bile bağımsızlık Rus yumuşak gücünün bu bölgede kaçınılmaz olduğu kabul edilmektedir.
Yukarıda belirtildiği gibi, SSCB'nin çöküşünden sonra Rusya bir Orta Asya sonrası Sovyet ülkelerinde yumuşak güç. Özellikle cumhurbaşkanlığı Vladimir Putin Avrasya gibi rusça yumuşak sağlayan yeni kavramlar tanıttı ve bu ülkelerin komşu devletlere olan ilgisini gösterdi.

Özbekistan'ın Rusya'yı çeken çok önemli bir ülke olduğuna inanılıyor çünkü Özbekistan başta Afganistan gibi stratejik öneme sahip ülkelerle  sınırları paylaşıyor Türkmenistan gibi.

Bağımsızlığın ilk yıllarında Özbekistan dikkatinin büyük bir kısmını Rusya ile ilişkiler. Rus desteğinin koruyacağı kadar önemliydi 1991'lerde hala Rus hakimiyetinin oldukça etkili olduğu Orta Asya'da istikrar.

   İkincisi, Özbekistan'ın ordusunu güçlendirmesi gerekiyordu ve Rusya buna yardımcı olacak

Batılı ülkelerin gerçekten ilgilenmemesi nedeniyle yeni bağımsız ülkelerle işbirliği yapmak.
1991'den sonra Rusya, Orta Asya ülkelerine bir düzenleme altında yeniden katılmanın yollarını aradı, aynı zamanda Rusya SSCB'nin çökmesinden 
sonra vermemeye dikkat etti hala Orta Asya ile ilgiliymiş gibi dünyaya emperyalist izlenim ülkeler sömürge olarak. Çözüm, Central ile organizasyon 
sayısı oluşturmaktı. Asya ülkeleri üyedir. Yeni ile işbirliği sağlayacak bağımsız ülkeler hala yumuşak gücü koruyor. Bunların ana hedefi kuruluş, komşu ülkeler arasındaki bölgesel çatışmaları önlemektir.

Yeni bağımsız Orta Asya ile yeni ilişkiler kurmanın ilk adımı ülkeler 1991 yılında Bağımsız Devletler Topluluğu'nun kuruluşuydu.
Tacikistan'daki radikal İslamcılık yüzünden yaşanan huzursuzluklar, Özbekistan ve Karimov BDT konusunda oldukça iyimser hissediyorlardı. 
Bunu takiben, CIS'in özellikle askeri-politik alanda güçlendirilmesi önemlidir. Üzerinde BDT üyeleri başkanlarının Özbek hükümet toplantısı girişimi 
Mayıs ayında yapıldı 15, 1992 Taşkent'te Toplu Güvenlik Anlaşması'nın imzalandığı yer. Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan,  Tacikistan arasında anlaşma imzalandı ve Özbekistan. 1993 yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Beyaz Rusya da anlaşması. 1999 yılında anlaşmanın  beş yıllık döneminden sonra Azerbaycan, Gürcistan ve Özbekistan katılımlarını uzatmayı reddetti. 14 Mayıs 2002 tarihinde Görev sürelerini uzatmayı  kabul eden ülkeler, organizasyon çerçevesindeki eylemler, dolayısıyla Toplu Güvenlik Antlaşması Organizasyonu kurulduğu ilan edildi. Sonuç olarak,  BDT bölgesinde yeni bir askeripolitik üye devletlerin diğer askeri birliğin üyesi, birbirlerine askeri operasyon yapmaz, ve örgüte yapılacak her türlü  saldırı tüm üye ülkelere saldırı anlamına gelir.2

Güvenlik konularında Rusya-Özbek işbirliği de 1994 askeri antlaşma, terörizm ve İslam aşırıcılığı ile mücadele üzerine 1999 anlaşması ve Kasım 2005 İttifak Antlaşması.3 Özbekistan Rus desteğini dört gözle bekledi Batı, Özbekistan'ı destekleme konusunda isteksizken,  İslami radikalizme karşı Özbekistan gibi faktörlerin sayısı nedeniyle siyasi kalkınma ve insan hakları, ayrıca batı ülkeleri SSCB'nin çöküşünden  sonra Orta Asya ülkeleri. Yani, aynı zamanda bu bölgede Rus faktörünü göz ardı etmeden ilişkiler kurmak.

Özbekistan başlatıldığında BDT ve SCTO konusunda iyimser hissetse de, yakında Taşkent uzak durmaya ve Batı'ya dönmeye karar verdi. 
Katılmamayı tercih etti askeri konularda CIS toplantılarında ve Rusya'nın Özbekistan ile işbirliği. Özbekistan çekildiğini açıkladı 1999 yılında CSTO 
ve Washington ile bağları güçlendirmenin yollarını bulmaya çalıştı.

En önemli kuruluş olan Şanghay İşbirliği Örgütü üyelerinin ve diğer gözlemci ülkelerin ekonomik gelişmelerini koordine eder. 
SCO Orta Asya ülkelerini, Rusya ve Çin'i üye ve ülkeler olarak biriktirir Afganistan, Pakistan, Moğolistan, Hindistan ve İran gibi 'gözlemci' devletler 
olarak biliniyor.

SCO, ekonomik ilişkilere ve bölgelerin bölgesel güvenliğine odaklanmaktadır ve hala bölgede tam bir güven yaratmak için gelişiyor.'Şanghay' Rusya, Kazakistan,   Kırgızistan ve Rusya arasında imzalanan beş 'belge 1996 ve 1997'de Tacikistan. Haziran 2001'de Özbekistan Beş'e katıldı.
ülkeler Şanghay İşbirliğinin Kurulması Bildirgesini imzaladı Örgütü. Bu beyan uyarınca aşağıdakileri içeren vurgulanmalıdır: ekonomik, kültürel işbirliği, bölgesel güvenlik işbirliği kapsamında yasadışı suç gruplarına karşı mücadele eden 'Güven Artırıcı Önlemler' terimleri, uyuşturucu ve yasadışı silah ticareti, ortak askeri operasyon ve demokratik üye ülkelerin gelişimi 4

Özbekistan, 2003 yılında SCO üyesi olmak Terörle Mücadele konusunda ısrar etti Taşkent SCO Merkezi. 1991'den itibaren Taşkent'in mücadele için Özbekistan'a yatırım yapmak üzere yabancı ülkeleri çekmek için çaba sarf ediyor terör sorunu. Özbekistan bildirilen sayıda saldırı  ile karşı karşıya cumhurbaşkanına suikast amaçlı terörist eylemler olması. 1999 yılında Taşkent İslam Hareketi’ni suçlayan bir dizi bomba ile sarsıldı Özbekistan (IMU). Bu hareketin lideri Juma Namangani ve takipçileri Özbekistan'daki siyasi mahkumların ve fidye serbest bırakılmasını talep etti.
Özbekistan Erk muhalefet partisinin lideri Muhammed Solih’in de Afganistan Taliban lideri Tahir Yuldashev ve üstü tarafından desteklenen arsa IMU lideri Juma Namangani'den bahsetti. 2004 yılının Nisan ayı başlarında, diğer başkenti Karimov'un amaçlandığını iddia ettiği için patlamalar  başladı ' halkımız arasında paniğe neden oluyor ve güvenlerini kaybetmelerini sağlıyor. ' Sorumluluk şuydu:

Özbekistan İslami Cihad iddiasıyla şüpheliler ortada bir duruşmada ifade verdi 30 Temmuz 2004 tarihinde yapılan bu duruşma sırasında ABD ve İsrail'de patlamalar meydana geldi Büyükelçilikler ve Taşkent Özbek Başsavcılığı.6

Putin Karimov'un SCO Terörle Mücadele Merkezi'ne ev sahipliği yapma teklifini kabul etti.7  
ABD bunun anti-terörist ittifakın önde gelen tek kişi  olmadığını söyledi. Kademeli gelişmeler bölgesel güvenlik oyuncusu olarak ün kazanıyor. 
Çin ve Rusya'nın çabaları birleştirdiği ortak askeri  tatbikatlar.8 

SCO başlangıçta Ancak askeri müzakereler, ekonomik bir güçlendirici örgüt olarak kabul edildi. Üye ülkeler arasında batı ülkeleri NATO'ya alternatif 
olarak görmelerini sağladı.

Şunu belirtmek gerekir ki SCO kültürel ve ekonomik konularda ilişkileri geliştirmektedir ve Güvenlik sorunları çoğunlukla SCO'nun en etkili olduğu 
kabul edildiğinden korunur CIS ve Asya bölgesinde organizasyon. SCO güçlendirmek için kavramlar geliştirir üye devletler arasındaki ilişkiler aynı 
zamanda bir anti-batı yaratmaya hevesli değil görüntüsü. Özellikle, yukarıda belirtilen Özbekistan Rusya ve ABD arasındaki ikili politikanın  ardından SCO'nun önemli üyeleri Bölgede Amerikan karşıtı bir ülke olarak tecrit edilmekten mutluluk duymuyorum. SCO yanı sıra CSTO Özbekistan'ın  daha çok oynadığı askeri eğitim programları yürüttü.  Özbek'in özel olarak seçildiği eğitim programlarının sayısına rağmen etkisiz rolaskeri personel  gözlemci olarak katıldı.

Özbekistan'ın değişim politikası Nisan 2004'te Karimov'da tekrar gösterildi SCO üyelerini 2004'te terörist saldırılarda Özbekistan'a yardım 
edemedikleri için eleştirdi ve Özbekistan'ın 'kendi gücüne güvenmesi' gerektiği sonucuna vardı. 
Olduğuna inanılıyor Özbekistan, Tacikistan gibi diğer Orta Asya ülkeleriyle hâlâ devam ediyor 1999'da sınırları çıkarılan Kırgızistan'ın yanı sıra 
Karimov'un da çatışmaları vardı vefat eden Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Niyazov, Özbek yetkilileri onu devirmek için komplo 
kuruyorlardı.9 

Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak, Bölgedeki Özbekistan iki güç arasında öngörülemez bir politika izliyor. 

Öyle Diyelim ki Rus hakimiyeti konusunda zayıf bir güveni var, ama diğer taraftan inkar edemez Batı ile daha yakın bağlar kurmaya çalışıyor  ancak insan hakları ihlalleri ve az gelişmiş politika bu amacı engellemektedir.

Rusya'nın tarihten bugüne kadar BDT'nin kaçınılmaz bir ortağı olduğu kabul edilmektedir. olsa da, Putin'in yönetim RF'si bu bölgeye oldukça az  ilgi gösterene kadar SSCB'den sonra olması gereken yeni bir imaj yaratıyor olması nedeniyle oldukça batı yanlısı. Ancak Putin dünya siyasetinde  daha yakın yeniden inşa ederek meydan okudu Orta Asya ülkeleriyle bağlar. Özbekistan örneğinde Moskova'nın çıkarları vardı Güney sınırlarında,  yani Afganistan'da ABD önünde süper güç. Özbekistan yanında ikili politika izler, böylece batı ile ilişkiler kurmaya çalışırken, Moskova.

11 Eylül'den Sonra Amerikan-Özbek Güvenlik İlişkilerinin Büyümesi ve Rusya'nın Tutumu Özbekistan'ın bağımsızlığından sonra Washington ve  Taşkent, demokratik refah ve bölgesel güvenlik. SSCB'nin çöküşü batıya doğru ülkeler, daha önemlisi ABD Orta Asya bölgesine girerken, Rusya'nın bölgede hala yumuşak bir güce sahip olması nedeniyle eylem. Rağmen Taşkent ABD'yi güvenlik ve ekonomik ilişkiler konusunda  işbirliği yapmaya çekmeye çalıştı, Batılı devletler daha çok zayıflamış insan hakları ve yoksul ülkede demokrasinin gelişimi.
Özbekistan, batı ile ilişkiler kurmaya başladı ve öncelikle BM 2 Mart 1992'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 46. Oturumunda Milletler. BM himayesi altında Taşkent'te 'Orta Asya - nükleer silahsız bölge' Konferansı, '6 + 2' Grubu Konferansı, 'Orta Asya'da güvenliği ve  istikrarı güçlendirme' konferansı. 10 

6 + 2 konsepti ABD ve Rusya ile birlikte Afganistan'ın altı komşusunu Afganistan ve komşuları için diplomatik  bir forum olarak tasarlandı. 

6 + 2 Önce Grup 1999 yılının Temmuz ayında Taşkent'te, Taşkent'in kabulü ile sonuçlanan görüşmeler yapıldı Bildirge. Müzakereler, 2001'den  sonra aniden kesintiye uğradığında devam etti. 9/11 saldırıları. 2008 yılında Bükreş'teki NATO Zirvesi'nde Karimov  da aynı şeyi yaptı '6 + 3' kavramını reddetti ancak reddedildi.11

Özbekistan'ın aktif diplomatik eylemlerini ortaya çıkararak Afganistan sorununa yönelik çözümler ABD'nin dikkatini çekme ve Bölgede Washington'un  önemli ortağı olma hevesidir. Dahası, Taşkent, uluslararası olarak nükleer silahların yayılmasını önleme konularında istekli bir şekilde işbirliği yaptı. 

Ülke var 2 Mayıs 1992'de NPT üyesi oldu ve onu Sovyet sonrası ilk diğer Orta Asya ülkeleri arasında NPT'ye katılacak. Ayrıca, Özbekistan Kapsamlı Test Yasağı Anlaşması'nın (CTBT) aktif üyesidir ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) (1992'de). Özbekistan sonuçlandı 8 Ekim'de yürürlüğe giren IAEA ile yapılan koruma anlaşmalarının sayısı, 1994. Sovyet döneminde Özbekistan'ın en büyük kaynağı olduğu  düşünüldüğünde uranyum cevheri, IAEA ile ortak eylemler nükleer bilimi geliştirmeye odaklandı.

Özbekistan. Taşkent Nükleer Fizik Enstitüsü, Taşkent, 1996 yılında yaklaşık 9 kg taze HUE stokuna sahip olduğu bildirildi. Reaktör. IAEA ve Amerika  Birleşik Devletleri ile Özbekistan, security.12

Araştırmacılara göre ABD-Özbek güvenlik ve ikili ilişkiler silahların yayılmasının önlenmesi iki döneme ayrılır: 1991'den 1996'ya ve 1996'ya kadar mevcut. İlk dönemin karmaşıklıkla dolu olduğuna inanılıyor, çünkü Özbekistan bir Yeni gelişmekte olan ülkenin hükümet sorunları ve insan hakları  sorunları vardı.

Ancak, 1996'dan sonra Özbek lideri Karimov'un ABD ziyareti ve toplantısı Başkan Clinton ile karşılıklı çıkarlar ve ikili ilişkiler olumlu shift.13

Ancak ABD-Özbek ilişkilerinde dönüm noktasının 9/11. Özbek lideri New York'taki terör saldırısının atılımı ile NATO'nun yanı sıra ABD ile ilişkileri 
güçlendirmek için büyük çaba sarf ediyor. Özbekistan Orta Asya'da terörle mücadelede ve iyileştirmede yardım sunan ilk ülke NewYork İkiz Kule 
saldırılarının ardından Afganistan'daki koşullar. Özbekistan - 11 Eylül'ü göz ardı eden CSTO, NATO'nun Merkez'de etkili bir ortağı olmaya çalıştı.
Asya. Bu, Rus yumuşak gücünü azaltmak ve olmak için çok önemli bir nokta olacaktır.
Güçlü askeri ve güvenlik ilişkileri olan Orta Asya ülkesine hakim olmak ABD ile.

1994 yılında Özbekistan, diğer eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleriyle birlikte NATO Barış için Ortaklık Programı üyesi. Özbekistan'a NATO üyeleri tarafından gerçek yardım: ABD, Almanya ve Türkiye. Her şeyden önce, bu modern silahlı kuvvetlerin inşası alanında ve Özbekistan'ı  seçti Alman ordusu yapısı. Üstelik Barış için Ortaklık kapsamında programa birçok subay, askeri görevli ve analist katılabildi ABD ve diğer Avrupa ülkelerinde askeri eğitim. Rusya olmaktan vazgeçti Özbekistan için askeri personel yetiştiren tek ortak.14

Amerikalı politika yapıcılar 11 Eylül'de oluşturulan koşullardan yararlandılar. 2001.15 

Buna göre Özbekistan, ABD ve NATO'ya Özbekistan'ın Afganistan'daki birliklerine lojistik destek vermek için bölge ve hava alanı güçlerini ve ordularını yerleştirmek için Özbekistan'ın hava üslerini kullanma hakkı 16 Özbekistan teklifi ABD için cazipti ve üsleri Özbek kasabaları Karshi ve Khanabad yakınındaki eski Sovyet hava üssü Afganistan ve Kırgızistan'daki Manas havaalanında. ABD ve Özbekistan Ekim 2001, Karshi-Khanabad'ı kullanma gücü anlaşması imzaladı

    (K2) hava üssü ücretsiz.17 Özbekistan, Amerikan tarafı Özbek ordu gücü ile askeri deneyimlerini paylaşacak. ABD-Özbek ikili ilişkileri, Taşkent'in  Kalıcı Özgürlük Operasyonu. 2002 mali yılında ABD 100 milyon dolar teklif etti aynı zamanda Uzbeks18'e yardım için ek fon paketi ABD destekledi Taşkent 'demokratik dönüşümün yoğunlaşması' ve medya özgürlüğü için.

Ayrıca, 2002 yılında iki taraf 'Stratejik Ortaklık' anlaşmasını imzaladı ve gelecek yıl Özbekistan, “istekli koalisyon” a katılan tek Orta Asya ülkesi oldu
Irak'taki ABD liderliğindeki koalisyon askeri operasyonlarını onayladı, ancak Karimov asker gönderme.

   Daha önce de belirtildiği gibi, ABD tarafı Taşkent'ten siyasi durumu iyileştirmesini istedi ve Bu gelişmeyi finansal olarak destekleyerek ülkedeki 
insan hakları. UNDP denedi bu hedefe birçok alanda ulaşmak için 2004 yılına kadar Özbekistan çok az şey gösterdi bu alanda ilerleme. 

Yakında, Batı ülkeleri her iki Bush'u da sert bir şekilde eleştirmeye başladı hükümeti ve insan özgürlüğü ve demokratik durum için Karimov Özbekistan'da refah ve Özbekistan'a ambargolar getirdi. Yavaş yavaş, DTÖ mali yardım azalmaya başladı ve bu durum Taşkent'in Moskova. Rusya, ilk olarak ABD'nin terörle mücadele operasyonlarını desteklemesine rağmen, orada Özbekistan'ın ABD'de kullanımı için hava alanı sağladığı  için Moskova'nın tepkisine ilişkin endişelerdi Karshi-Hanabad. Ancak Özbekistan bağımsız bir yabancı ülke olduğunu iddia etti.

Politika belirleme. Özbek liderlik Rusya Dışişleri Bakanı Sergei meydan okudu İvanov'un ABD kuvvetlerinin bir kez orada yenme görevi terk etmesi 
gerektiği iddiası Terörizm, keyfi bir son tarihin bulunamayacağı konusunda ısrar etti.
ABD'nin bölgedeki varlığı. Özbek-Rus ilişkileri azaldığında

Özbekistan Moskova'yı Kırgızistan'la anlaşması için şiddetle eleştirdi Bişkek yakınlarındaki Kant askeri havaalanında CIS Hızlı Reaksiyon Gücü
Karimov, Rusya'nın bölgede 'askeri rekabet' başlattığını söyledi.

Cumhurbaşkanı Karimov Rus-Özbek gerginliği SCO ilişkilerine nüfuz etti Taşkent'in SCO'ya üyeliğinin bölgesel olmayan herhangi bir şeyi dışlaması 
gerektiği yönündeki Rus görüşünü reddetti işbirliği, yani ABD. Taşkent, Moskova ve Pekin'in SCO'yu bölgesel bir askeri bloğa çevirmemeli ve SCO'nun  Haziran 2002'sinde St Petersburg zirvesi, 'SCO'nun bir blok veya kapalı ittifak değil' olduğunu vurguladı ve BM'nin ve normların hedeflerini karşılayan  diğer devletler ve kuruluşlarla işbirliği yapmak 'Moskova'nın gerçekten dikkatsiz hissetmediği belirtilmelidir.

Ekim 2001'de ABD-Özbek güvenlik ilişkilerinin büyümesi hakkında Rusya Parlamentosu'nun Orta Asya İşleri, Boris Postukhov Özbekistan ABD ile ilişkilerinde 'çizgiyi aşmadı'. 11 Eylül'den sonra Rusya, Özbekistan'ın değişen dış politikasına baskı yapmadı Orta Asya ülkelerinde baskınlık izlenimi verirken,
demokratik olarak gelişmekte olan bir ülke ve önemli dünyalardan biri yetkiler.

Özbekistan'ın Rusya ve Çin arasındaki güvenlik politikası ABD ile iki gücün denge noktası olarak adlandırılmalıdır. Yani Özbekistan dengeyi korumak arasında oynamak, ancak çoğu durumda bir veya diğerine geçer bölgesel çıkarlarına göre. Böylece Özbekistan'ın dış politikası üç aşamaya ayrıldı: 1991'den 2001'e kadar Taşkent Rusya'yı dengelemeye çalıştığında Amerikan ile güç, ama aynı zamanda çoğunlukla çekmek  için büyük çaba Washington. İkinci aşama 2001-2005 yılları arasında nihayetinde Özbekistan oldu Amerika'nın önemli stratejik ortağı ve 
Taşkent Moskova'yı görmezden gelmeye başladı.

Son aşama, Andijan olaylarının Özbekistan'da patladığı 2005 yılıdır. 
O Özbekistan ile önemli güvenlik ilişkilerini tamamen durdurduğunda Başkan Barack Obama'nın yönetimine kadar ABD. 2005 Andijan Etkinliklerinin Taşkent'in Washington ve Türkiye ile İlişkileri Üzerine Etkileri Moskova 13 Mayıs 2005'te saat 03:00 sularında sokaklarda büyük isyanlar yaşandı. Andijan, Özbekistan. Andijan Kırgızistan sınırlarında bulunuyor ve iddia  ediliyor Renkli Devrim'in Özbekistan'ın istikrarını etkilediği ve insanlar. Silahla hapsedilen terörist sayısının kaçtığı söyleniyor hükümet binalarına  saldırmak için doğrudan şehir merkezine yürüdü.

Yakında, diğer insanlar isyancı insanlara katıldı. ülke. Özbek hükümetinin büyük cinayetlerle karşılık verdiği iddia ediliyor.23
Diğer kaynakların protestocuların duruşmanın sona ermesini talep etmek için bir araya geldiği bildirildi İslamcı terörist grubuna mensup olmakla  görevli yerel işadamları Çok.,  Özbekistan'dan Kırgızistan'a kaçan protestocular Romanya'ya havaya uçarken ABD ve diğer ülkeler geri döndüklerinde işkence göreceklerin den  endişe ediyorlar Andijan'da yaşayan insanların çoğunluğunun Özbekistan'ın diğer şehirlerine kıyasla İslami geleneklerin güçlü sahipleri ve bu terörist ayaklanmaların veya rejime karşı protestoların potansiyelinin her zamankinden daha yüksek olması Özbekistan'ın diğer kısmı.

  Andijan olaylarıyla ilgili duruşmada sanık failler itiraf etti ve ifade verdi Hizb-ut Tahrir'in bir kolu olan Akramiya'nın üyeleri olduklarını. 
Hizb-ut Tahrir 1994 yılında Akram Yuldashev tarafından Özbekistan'da Ferghana Vadisi'nde halifelik kurar. Birçok kişi tutuklandı Özbek muhalefet partisi üyeleri de dahil olmak üzere Andijan sorununun çözümünde, medya personeli ve STK temsilcileri.25

Andijan olayı, yukarıda dile getirildiği ABD-Özbek ilişkilerinin bir dönüm noktasıydı. İki ülke ilişkilerinin üçüncü aşaması. Batı ülkeleri sert eleştirdi
İnsan haklarının ve katliamların kötüye kullanılması konusunda Özbek liderliği ve yoğun olarak ABD üzerindeki baskı. Washington ve batı eyaletleri  ihtiyaç için ısrar etti diğer SCO üyesi devletler güçlü bir şekilde olayı incelerken bunun terörist bir eylem olduğunu iddia etti. 

   Farkı gösterir değerlerin çıkarları ve Bölgenin batı ve SCO eyaletleri.26 'ABD'nin 'renk devrimi'nin ardında hem Rusya'nın hem de Çin'in bölgedeki mevkiler. '27

   Bu kavram öncelikle kabul edilebilir çünkü Özbekistan agresif bir şekilde cevap verdi ABD eleştirilerine ve Andijan'ın soruşturma talebine derhal ABD hava kuvvetleri altı ay içinde K2 hava üssünden ayrılıyor. ABD talep etti neler olduğu ve 18 Mayıs 2005'te Bölüm sözcüsü Richard Boucher,  insanların çoğunluğunun 'Özbek kuvvetleri tarafından ayrım gözetmeyen güç kullanımı' nedeniyle öldürüldü. Aynı zamanda ABD, Savunma tarafından  belirtilen K2 hakkını kaybetme konusunda isteksizdi OEF için 'inkar edilemez derecede kritik' bölüm 21 Kasım 2005'te ABD K2'deki operasyonları  resmen durdurdu. Sonrasında ABD Orta Asya ilişkilerinde Özbekistan'ı hevesle görmezden geldi. Temmuz 2005'te Savunma Bakanı Donald H.Rumsfeld  Tacikistan ve Kırgızistan'ı ziyaret ederek Özbekistan ziyareti. Benzer şekilde, Devlet Pirinç Bakanı Özbekistan'ı ziyaret etmemeyi seçti Orta Asya'yı gezerken.29 Aynı zamanda ABD ve DTÖ, Andijan olaylarından ve hatta bazı Avrupa ülkelerinin Özbekistan'a doğru ambargolar.

   Batı ülkeleri ABD'nin insan hakları konularında Özbekistan, Washington'un eleştirisi oldukça sessizdi, ABD'nin hükümet Özbekistan'ı insan hakları 
koşullarının iyileştirilmemesi nedeniyle eleştirdi ve Temmuz 2004'teki Andijan olaylarının atılımından bir yıl önce ABD ülkeye 18 milyon dolar  düşeceğini söyledi.30 Burada, 2001-2005 yılları arasında K2 üssü ABD için kritik öneme sahip lojistik hava üssü oldu, hala ikili ilişkileri güçlendirmek  için Özbekistan ile müzakereleri sürdürmeye çalışıyordu ilişkiler. Ancak Özbekistan Rusya'ya dönmeyi ve bölgeyi yeniden kazanmayı seçti Moskova'nın desteğiyle baskınlık.

   Rusya, Özbek liderini eylemlerinde desteklediği için Özbekistan'daki konumunu yeniden kazandı Andijan Şehrindeki oteller. Taşkent hızla stratejik  ortaklık için Rusya ve Çin'e döndü. Bu Putin'in ilişkilerinin temel ilkelerinden birinin, muhafazakar meşruiyet. Putin'in meşru yaklaşımı yakın ilişkilerin  yeniden kurulmasına yardımcı oldu ABD üssünün K2 üssünden çekilmesinden sonra Özbekistan ile de birlikte.

Putin, karşılıklı ilişkilerin daha da geliştirilmesi hakkında konuşmak için Özbekistan'ı ziyaret etti. Aynı zamanda Özbek lideri övüyor. 
Özbekistan'ın kilit ülke olduğu belirtildi CIS bölgesinde.

Özbekistan 2004'ten başlayarak dış ilişkilere olan güvenini ABD'nin insan hakları istismarı eleştirisi ve Rusya ile azgelişmiş ilişkileri Çin gibi. Bölgesel Anti-ABD ile birlikte hala ABD hava üssüne ev sahipliği yapıyordu. SCO'nun Terörizm Yapısı (RATS). ABD K2 üssünden ayrıldıktan sonra, Özbekistan, Karshi-Khanabad'da Rusya ile ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirdi.
2004'te anlaşma imzalandı.32 Özbekistan daha çok iki ülke arasında oynamayı seçti bölgedeki çıkarlarına göre güç verir. Olduğu gibi en iyi örneği yukarıda Andijan olaylarından hemen sonra Taşkent'in CSTO'ya yeniden katılmasından bahsetti.

Yine bu örnek, Özbekistan'ın 'ping-pong' oyun politikası fikrini destekliyor. Taşkent'e CSTO askeri operasyonlarından oldukça uzak durduktan 
sonra bile Washington ile çatışmanın gelecekteki olası açıklanması amacıyla. Barack Obama Başkanlığı ve Putin'in Sonrası ABD-Özbek İlişkilerini 
Yenilemek Durum Diğer Orta Asya ülkelerinin aksine, Rusya'nın Özbekistan'da askeri üssü yok ve Türkmenistan, ancak Bush yönetişimi Karimov'un 
liderliğini K2 eleştirdi üs kapatıldı ve Rusya üssü kullanma hakkını elde etti. Amerikanın geri çekilmesi üssü ve Özbekistan'ın CSTO'ya yeniden 
katılması Rusya'nın başarısı olarak kabul edildi.33

ABD, Obama yönetimine kadar Özbekistan'daki etkinliğini kaybetti. 2011 yılında Obama yönetimi Bush döneminde insan oy kullanacaklarını  ileri sürdü askeri yardımla ilgili hak kısıtlamaları Özbekistan. Reaksiyonda Obama yönetimi ' çabaları birikmiş gruplar Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a  bir mektup imzaladı 'Hillary Clinton'ı' kanun geçişine karşı çıkmaya 'şiddetle' bu feragatnameyi çağır '. Ancak Hillary Clinton 23 Ekim'de Özbekistan'ı ziyaret ettikten sonra, 2011 rejimin 'insan haklarını iyileştirme işaretlerini gösterdiğini' iddia etti kayıt ve genişleyen siyasi özgürlük'34 ve ziyaretten önce yaptırımları kaldırdı Barack Obama ve Islam Karimov telefonda konuştu ikili ilişkileri yeniden kurmak ve yeni bir askeri destek dalgası sunmak amacıyla Özbekistan.,

    Obama yönetiminin ani değişimi ABD'nin Özbekistan'a olan ilgisine bağlanabilir ve komşusu Afganistan. ABD-Özbek ilişkisinin zirveye çıktığı 
dönemde, K2 üssü ABD askeri güçlerini sağlamak için son derece önemli bir lojistik haline gelmişti.

    Afganistan ekipmanları ile. Obama, bu önemin, Taşkent ile ilişkiler. Russel Zanca tarafından 'Obama'nın nesnesi ilgi Kuzey Dağıtım Ağı, Orta Asya yolları dizel ve diğer ABD askeri malzemeleri artık [Afganistan'a] giderek daha fazla seyahat ediyor. '' Obama'nın en önemli dış politikalarından birinin NATO ve ABD'nin Afganistan'a lojistik önlemleri.37

   Özbekistan ABD'nin ziyaretiyle 2009 başlarında ABD ile bağlarını yeniden kurmaya başladı Birinci Yıllık Dışişleri Bakanı Valdimir Norov liderliğindeki 
Özbek heyeti Aralık 2009'un sonlarında İkili İstişare. İki taraf çizim konusunda görüştü 2010 için diplomatik ziyaretler, askeri-askeri temaslar ve yatırım ve ticaret etkileri. Kasım ayında Sekreter Yardımcısı Blake Özbekistan 'ABD için kilit ortak oldu' ve 'iyileştirildiği' gösterildi Özbekistan'la ilişkiler ', ancak birçok zorluğun devam ettiğinin altını çiziyor insan hakları alanında. İkinci ABD-Özbek ABC Şubat 2011'de gerçekleşti üçüncüsü Ağustos 2012'de Sekreter Yardımcısı tarafından Taşkent ziyareti ile gerçekleştirildi.

Blake ve delegasyonu. Sekreter Yardımcısı Yardımcısı tarafından Taşkent'e bir sonraki ziyaret Devlet Jane Zimmerman, Temmuz 2013'ün ortalarında, 
Ticaret Sekreter Yardımcısı Yardımcısı Aynı yıl Mayıs ayında Matthew Murray, Nisan 2013'ün sonlarında Sekreter Yardımcısı Blake ve Şubat ayında Temsilci Dana Rohrabacher başkanlığındaki Kongre Heyeti 2013'te çoğunlukla insan hakları, basın özgürlüğü, insan ticareti ve ekonomik işbirliği. Mart 2013'te Sekreter Kerry görüşmek üzere Özbekistan'ı ziyaret etti Dışişleri Bakanı Kamilov ve Özbekistan ile karşılıklı ilişkinin Afganistan ile ilgili ortak kaygıların geliştirilmesi ve ötesine geçilmesi.38

    Özbekistan ayrıca bölgedeki NATO ortağı olma konumunu da kurtarmaya başladı. Biri Bunun belirtileri, Karimov'un NATO'nun ABD ordusuna  yönlendirdiği Almanya tarafından işletilen Termez hava üssünden geçiş yapacak personel. Ayrıca, Mayıs 2009 ABD ve NATO güçlerine Navoi  havaalanını kullanma izni verildi Buhara ve Semerkant arasındadır. Ağustos 2009'da General Petraues ziyaret etti Özbekistan ve askeri eğitim  borsalarını artırma konusunda bir anlaşma imzaladı ve training.39

    ABD-Özbek'in Obama ile ilişkiler geliştirdiğini söylemek yanlış olur. Cumhurbaşkanlığı Özbek-Rusya ilişkilerini etkilemedi. İlk olarak, oturum 
açtığını göstermişti CSTO çerçevesinde ilişkiler. Özbekistan genel başkan yardımcısı olmakta ısrar etmesine rağmen 2006 yılında organizasyona 
tekrar katıldıktan sonra Haziran 2012'de CSTO üyeliğini askıya alma niyeti. Bırakmadan önce Özbekistan CSTO'dan, SCO ile olan işbirliğini de SCO'nun 2007 Barış Misyonu tatbikatına katılma istisnası. Özbekistan SCO'nun savunma ve güvenlik faaliyetlerine katılımını önemli ölçüde askıya aldı Barış-Misyon 2010 Kazakistan'da bir terörle mücadele tatbikatı, Barış-Misyon 2012 yılında Tacikistan'da ve yıllık SCO'nun savunma bakanları  10 Ağustos 2012'de Almaty.41

    Özbekistan'ın CSTO'dan ayrılma kararının birçok nedeni ileri sürülebilir. İlk tümünden, başarılı ABD diplomasisi çoğunlukla Karimov'un kararını  etkiledi. Olmalı CSTO'nun resmi temaslar kurmaya çalıştığını vurguladı NATO, İttifak'ın ilişkileri hızla kurumsallaştırmak istemezken, NATO, BDT ülkeleriyle doğrudan müzakere etme şansını kaybetmek istemiyor.42

Bu gerçeği nedeniyle, Özbekistan'dan ABD ve NATO'nun çıkarları için CSTO üyeliği. İkincisi, bu ani adım, Kırgızistan'ın 2010 yılında Kırgızistan'daki 
siyasi huzursuzluktan kaynaklandı Rosa Atunbayeva liderliğindeki geçici hükümet CSTO askeri kuvvetlerinden huzursuzluğu gidermek. 

   Özbekistan'ın her türlü ortak orduyu reddettiği bilinmektedir. Üyeleri arasında CSTO operasyonları. Putin, 2001 ve 2005 yıllarında Özbek-Rus  ilişkilerinde olduğu gibi, yine Özbekistan'ın güvenlik konusunda ABD'ye yönelik öngörülebilir kaymasına hoşgörülü tepki gösterdi sorunlar. Bunun en önemli nedeni Özbekistan'ın stratejik olarak önemli olmasıdır Türkmenistan ve Özbekistan ile güvenli enerji ilişkileri için ülke. Son zamanlarda, 15 Nisan 2013 tarihinde Özbek cumhurbaşkanı Karimov Moskova'yı ziyaret ederek Putin, ve her iki tarafın da, güvenlik, enerji,  ekonomi ve kültür gibi alanlar.

Sonuç

   Öngörülemeyen veya yavaş yavaş öngörülebilir dış politika olarak ortaya çıkan Özbekistan’da, Taşkent’in son derece önemli olmak istediği 
sonucuna varılabilir. Hem Rusya hem de ABD için Orta Asya ülkesi. Taşkent gerçeğin farkında Rusya'nın çıkarlarını korumak için Özbekistan ile 
anlaşmazlığa düşmeyeceğini Orta Asya. Özbekistan coğrafi olarak çok önemli bir yerdedir. Gönderen tarih Özbekistan Büyük İpek Yolu'nun 
merkeziydi ve şimdiye kadar bu ülke bu önemini yitirmedi. Enerjinin ve desteğin geçiş merkezidir Afganistan'daki askeri güçler.

    Aynı zamanda, Karimov ABD'nin insanları görmezden gelmek zorunda kalacağını biliyor Özbekistan'daki haklar, bölgedeki bu 'kilit' ortağı 
kaybetmemekle suçlanıyor. Özbekistan ABD ve NATO kuvvetlerine Afganistan'da askeri malzeme sağlamak için kullanılır.
Bununla birlikte, Özbekistan'ın Rusya'nın kilit bir oyuncu olduğunu görmezden gelmemesi gerektiği düşünülmektedir.
Dünya meseleleri ve Batı ne zaman BDT ülkelerinin rejimlerini desteklemeye hazır ülkeler, insan hakları ihlallerine yönelik eleştiriler ve suçlu 
rejimlerle onlara saldırıyor.
Bu, Rusya'nın Özbekistan'ı kapsadığı 2005 Andijan olayları örneğindeydi Özbekistan'ın olaylar hakkındaki görüşlerini kuvvetle destekliyor. 

Böylece, ABD bir Özbekistan'da başarılı diplomasi, Rusya'nın gücü Rusya gibi inkar edilemez ve Orta Asya ülkeleri ilişkilerini tarihten bugüne  kadar derinleştirdiler.

KAYNAKLAR;

ABDULLAEV, Timur, 'Özbekistan Manevraları', Perspektif, Cilt. 14, Boston
Üniversite Mütevelli Heyeti, 2004, s.4

Afganistan ve Orta Asya NATO'nun Bölgesel Güvenlikteki Rolü 11 Eylül'den bu yana Rusya,
Peter J.S. Duncan (Ed.), IOS Press, Hollanda, 2013, s.5-138

AKBARZADEH, Shahram, 'Özbekistan ve ABD', Zed Books Ltd., Londra, 2005, s.29

AKBARZADEH, Shahram, 'Orta Asya'da Riskin Hesaplanması: Özbekistan Örneği'
Maria Vicziany, David Wright-Neville, Pete Lentini (ed.), Edward Elgar Yayınları
Inc., Massachusets, 2004, s.122-123

BIN, Yu, 'Çin-Rusya İlişkileri: Pekin'de Ardıllık, SCO ve Zirve Politikaları',
Karşılaştırmalı Bağlantılar E-Dergi, Eylül, 2012, s.8

BOONSTRA, Jos, 'Rusya ve Orta Asya: İlgisizlikten İstekli Liderliğe',
Eurussia Merkezi, s.75

FRICKENSTEIN, Scott F., 'K2'den Çıktı', Hava Kuvvetleri Dergisi, Eylül, 2010, s.88-92

JONES, Seth G., vd. al., 'Zorbaları Güvenceye Almak mı, Reformu Geliştirmek mi? ABD İç Güvenliği
Baskı ve Geçiş Rejimleri RAND Corporation'a yardım, ABD, 2006, s.49

KAMALOV, İlyas 'Rusya'nın Orta Asya Politikaları Raporu, Hoca Ahmet Yesevi
Üniversite, Ankara, 2011, s.39-41

MARTEN, Kimberly, 'K2 Kapanışının Etkisini Anlamak' PONARS Politikası
Memo No.401, Columbia Üniversitesi, 2005, s.213-214

MIKHAILOV, Sergei, (Сергей Михайлов) 'Özbekistan CSTO'ya Döndü'
(Узбекистан вернулся в ОДКБ) VPK, 23-29 Ağustos 2006

NICHOL, Jim 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD'nin Çıkarları', Kongre
Araştırma Servisi, 21 Ağustos 2013, s.3-22

NIKITINA, Yulia, 'CSTO ve SCO Alanında Birleşme Modeli Olarak
Regional Secutiy '(Bölgede Güvenlik' ') С Серем в Вфимодействия в Сфере
Регионалной Безопасности), İndeks Bezopasnosti


DİPNOTLAR;

1 Marina Pikulina 'Askeri Güvenliğin Aynasında Özbekistan', Çatışma Araştırmaları Araştırma Merkezi K27, Kasım, 1999, s.9
2 Dr.Ilyas Kamalov 'Rusya'nın Orta Asya Politikaları' Rapor, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Ankara, 2011, s.41
3 Jim Nichol 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD Çıkarları', Kongre Araştırma Servisi, 21 Ağustos 2013, s.14
4 Can Zeyrek 'Orta Asya'da Etkin Bölgesel Bütünleşme Çabaları: Şanghay İşbirliği Örgütü' Ege Akademik Bakış, 2010, s.878
5 Shahram Akbarzadeh 'Özbekistan ve Amerika Birleşik Devletleri', Zed Books Ltd., Londra, 2005, s.29
6 Jim Nichol 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD'nin Çıkarları', Congressional Araştırma Hizmeti, 21 Ağustos 2013, s.14
7 Timur Abdullaev 'Özbekistan Manevraları', Perspective, Vol. 14, Boston Üniversitesi Mütevelli Heyeti, 2004, s.4
8 Jos Boonstra 'Rusya ve Orta Asya: İlgisizlikten İstekli Liderliğe', Eurussia Center, s.75
9 Jim Nichol 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD Çıkarları', CRS Kongresi Raporu, Mayıs, 2005, s.4
10 Özbekistan Cumhuriyeti'nin Birleşmiş Milletler 'Özbekistan ve BM'ye Daimi Misyonu
http://www.un.int/wcm/content/site/uzbekistan/cache/offonce/pid/8908 (20.09. 2013)
11 Farhod Tolipov 'Özbekistan Unga Oturumunda Afganistan Girişimini Yeniden Sunuyor', 10.31.2012
http://old.cacianalyst.org/?q=node/5866 (20.09.2013)
12 Kholisa Sodikova 'Özbekistan'ın Ulusal Güvenlik Politikası ve Silahların Yayılmasını Önleme' (çev. Laurel Nolen) ve Lydia Bryans), Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme İncelemesi, 1999, s. 145-146
13 a.g.e. s.148
14 Marina Pikulina 'Askeri Güvenliğin Aynasında Özbekistan', Çatışma Araştırmaları Araştırma Merkezi K27, Kasım, 1999, s.11
15 Martha Brill Olcott 'ABD'nin Orta Asya'da Küçülen Ayak İzi', Güncel Tarih, Ekim 2007, p.333
16 Afganistan ve Orta Asya NATO'nun Bölgesel Güvenlikteki Rolü 11 Eylül'den bu yana, 'Afganistan ve Orta Asya: 11 Eylül'den bu yana NATO'nun Bölgesel Güvenlikteki Rolü Tanrısever (Ed.), IOS Press, Hollanda, 2013, s.5
17 Scott F.Frickenstein 'K2'den Çıktı', Hava Kuvvetleri Dergisi, Eylül, 2010, s.88
18 Seth G. Jones ve diğ. ark. 'Zorbaları Korumak mı, Reformu Geliştirmek mi? ABD İç Güvenlik Yardımı Baskı ve Geçiş Rejimleri RAND Corporation, 
ABD, 2006, s.49
19 Jim Nichol 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD Çıkarları', CRS Kongresi Raporu, Mayıs, 2005, s.3
20 Shahram Akbarzadeh 'Orta Asya'da Riskin Hesaplanması: Özbekistan Örneği' Maria Vicziany, David Wright-Neville, Pete Lentini (ed.), Edward Elgar Publishing Inc., Massachusets, 2004 s.122
21 a.g.e. s.122
22 a.g.e. s.123
23 Afganistan ve Orta Asya NATO'nun Bölgesel Güvenlikteki Rolü 11 Eylül'den bu yana Rusya, NATO ve Teröre Karşı Savaş: 11 Eylül 2001'den Sonra Orta Asya'da İşbirliği ve Rekabet 'Peter J.S. Duncan (Ed.), IOS Press, Hollanda, 2013, s.138
24 Jim Nichol 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD Çıkarları', Kongre Araştırma Servisi, 21 Ağustos 2013, s.16
25 a.g.e. s.17
26 Martha Brill Olcott 'ABD'nin Orta Asya'da Küçülen Ayak İzi' Güncel Tarihi, Ekim 2007, p.333
27 a.g.e. p.333
28 Scott F.Frickenstein 'K2'den Çıktı', Hava Kuvvetleri Dergisi, Eylül 2010, s.90
29 a.g.e. s.92
30 Kimberly Marten 'K2 Kapanışının Etkisini Anlamak' PONARS Politika Notu No. 401, Columbia Üniversitesi, 2005, s.213
31 Richard Sakwa 'Rus Siyaseti ve Topluluğu' Routledge 4. baskı, Oxon, 2008, s.432
32 Kimberly Marten 'K2 Kapanışının Etkisini Anlamak' PONARS Politika Notu No. 401, Columbia Üniversitesi, 2005, s.214
33 Dr.Ilyas Kamalov 'Rusya'nın Orta Asya Politikaları' Rapor, Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Ankara, 2011, s.39
34 Stephen Zunes 'Obama Özbek Diktatörlüğüne Yardım' 9 Kasım 2011
 http://fpif.org/obama_to_aid_uzbek_dictatorship/ (erişim 21.09.2013)
35 Ted Rall 'ABD Çifte Standart: Kaddafi Bad, Karimov İyi' 01 Kasım 2011
http://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2011/10/2011102775111437925.html (erişim 21.09.2013)
36 a.g.e. (erişim tarihi 21.09.2013)
37 Aslan Yavuz Şir 'Obama'nın İlk Sinavı: Afganistan ve Orta Asya'da Rusya İle İşbirliği' Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 3, Mart, 2009, s.54
38 Jim Nichol 'Özbekistan: Son Gelişmeler ve ABD Çıkarları', Kongre Araştırma Servisi,21 Ağustos 2013, s.20
39 age. 22
40 Sergei Mikhailov (Сергей Михайлов) 'Özbekistan CSTO'ya Döndü' (Узбекистан вернулся в ОДКБ) VPK, 23-29 Ağustos 2006
41 Yu Bin 'Çin-Rusya İlişkileri: Pekin'de Ardıllık, SCO ve Zirve Politikaları', Karşılaştırmalı Bağlantılar E-Dergi, Eylül, 2012, s.8
42 Yulia Nikitina 'Bölgesel Güvenlik Alanında Bir Birleşme Modeli Olarak CSTO ve SCO' (ОДКБ Регионалной Безопасности), Indeks Bezopasnosti) No.2, Cilt 17, Analiz, s.51


***