Enerji ve Enerji Güvenliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enerji ve Enerji Güvenliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2020 Çarşamba

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 2

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 2


AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

   AB Bakanlığı ’’Fasıl-15 Enerji’’ başlığında faslın müzakere sürecinde geldiği aşamayı şu şeklide açıklamaktadır: ’’… Enerji faslına ilişkin olarak, Mart 2007 
tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan tarama sonu raporu halen Konsey’de görüşülmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi bazı üye 
ülkelerin menfi yaklaşımları nedeniyle gelişme kaydedilememektedir. GKRY engelinin aşılması halinde enerji faslının başka bir engel ile karşılaşmaksızın 
müzakerelere açılabilecek fasıllar arasında olduğu değerlendirilmektedir… Bu kapsamda Mart ve Nisan 2012’de yapılan Çalışma Grubu Toplantılarında işbirliği 
için beş ana unsur belirlenmiştir:
- Türkiye ve AB’de Enerji Senaryoları ve enerji sepeti;
- Piyasa Entegrasyonu ve alt yapıları geliştirilmesi;
- Enerji İşbirliği;
- Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz enerji teknolojileri;
- Nükleer enerji ve radyasyondan korunma.

Bu alanlarda uzun dönemde enerji sektörü için ortak niyetlerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaların sonucunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın ve Avrupa Komisyonu yetkililerinin katkılarıyla ‘Türkiye-AB Enerji Sektörü Geliştirilmiş İşbirliği Belgesi’ oluşturulmuştur… Ülkemiz ve AB arasında enerji işbirliğindeki üst düzey diyaloglar devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye ve AB arasında, enerji tedarik kaynaklarını güvence altına alma, çeşitlendirme ve rekabetçi enerji pazarları oluşturma hedefleri doğrultusunda 16 Mart 2015 tarihinde ‘Yüksek Düzeyli Enerji Diyalogu’ başlatılmıştır. Buna ilişkin taraflarca ‘Ortak Deklarasyon’ 17 Mart 2015 tarihinde yayımlanmıştır.’’

11. Cumhurbaşkanımız Sayın A. Gül, Milletvekili olduğu dönemde 8.3.1995 tarihinde TBMM’de yaptığı bir konuşmada aynen şunları dile getirmiştir: 
’’Türkiye’nin AB’ye giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları bunu söylemektedir. Avrupalı 
filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü AB bir Hıristiyan kulübüdür. 2001 yılında sayın başbakan Türkiye’nin AB’ye gireceğini söylediler. AB’nin dokümanları var. 2010 yılında projeksiyon yapmış AB’ye tam ülkeler kim olacak diye. Dünkü komünist ülkelerin hepsi, hatta Baltık ülkeleri Lituanya, Estonya, Sırbistan, Çek’ler, Macar’lar, Bulgar’lar, Malta, Rum Kesimi bütün bunlar var mı? Hepsi bunların var. Peki, Türkiye’nin ismi geçiyor mu bu dokümanda? 

Türkiye’nin ismi yok. Gerçekler saklanıyor.’’  İşte her kelimesi ile doğru, güzel, anlamlı ve manidar ifadelerle dolu her Türk vatandaşının hislerine tercüman olan gerçek bir yaklaşım. Yarınlarda AB’ye girmek için Türkiye’nin önüne 1999 Helsinki Zirvesi,  2000 Kasımında Türkiye Hakkında Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi ve 2005 AB İlerleme Raporundaki, sınırların barışçıl bir şekilde çözülmesi konusunda Ege Denizi’ndeki sorunların Yunanistan’ın menfaatleri doğrultusunda çözülmesi, Ada ve adacıkların Yunanistan’a terk edilmesi (21.YY. Türkiye Ens. 17 Mart 2015 / Sayın Prof. Dr. Ü. Özdağ’ın makalesinde 16 Türk Adası ve bir kayalığın sessiz sedasız Yunanistan’a terk edildiği açıkça dile getirilmektedir) Kıbrıs’ın bir kısmının verilmesi, D.Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz arama faaliyetlerine son verilmesi ve azınlıklara daha çok haklar verilmesi istekleri gündeme gelirse AB’ye girmek için yine ayakta mı bekleyeceğiz?


    Diğer taraftan AB Bakanlığı’nın açıklamalarında ’’AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin 
enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 
1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 
AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. 
Enerji 2020 Stratejisi ile, pozitif bir etki yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını %80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar analiz edilmektedir. 

Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici nitelik taşımaktadır.’’ İfadeleri yer almaktadır.
   Rusya hariç bütün Avrupa ülkeleri ve AB hayatlarını devam ettirebilmek için Asya ve Afrika’nın kaynaklarına muhtaçtırlar. AB enerji konusundaki sorunlarını çözmek için de büyük oranda Türkiye’ye bağımlı hale gelecektir. Gelişen enerji sistemleri bunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. AB enerji meselesini çözmek için:

1.      Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmalıdır. Bunun için de Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
ulaşmasına yardımcı olmalı, yatırımlara katılmalıdır.
2.      Ortadoğu’da yaşanan vahşetin sona ermesi konusunda ABD’nin dikkatini çekip, Türkiye ile olan ilişkilerini barıştan yana koymalıdır.
3.      AB ülkeleri, fosil kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde kullanılmasını durdurup, (birincil enerji kaynaklarının % 12,9’nu tüketmektedir) yenilenebilir 
kaynakların kullanımı konusunda Birlik olarak politik kararlar almalıdır. 
Böylece sera gazı salınımlarını en az seviyeye indirebilirler. 2011 yılında Almanya’nın sera gazı salınımı 940 milyon ton, İngiltere’nin 586 milyon ton, 
Fransa’nın 502 milyon ton olup, AB ülkelerinin toplam sera gazı salınım miktarı 4.715.000.000 tondur.
4.      Nükleer santrallerin ciddi tedbirler alınarak inşası yapılmalıdır. Avrupa’da meydana gelebilecek bir Çernobil hadisesi bütün Avrupa’yı tehdit 
edebilir. Bundan Türkiye’de çok büyük zarar görebilir.
   Diğer taraftan ETKB Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün Dünya Enerji Görünümü 4-11 Kasım 2011 raporunda şu ifadeler yer almaktadır:’’AB enerji firmaları, 
piyasanın kötü işleyen kurallarına uymak için zor bir mücadele ile karşı karşıyadır. Piyasanın kötüye kullanımı düzenleyici otoriteler için her zaman 
temel endişe kaynağı olmuştur, ancak küresel mali krizden bu yana, bu durum daha da hızlanmıştır. Avrupa enerji piyasasını da içeren ve diğer alanlarda da 
kendini gösteren bu eğilime hem AB’de hem de ABD’de düzenleyici otoriteler önce yumuşak tedbirler almıştır. Ancak daha sonra hem düzenleyici otoriteler hem de yasa koyucular sistem içerisindeki firmalara daha ağır cezalar getirmişlerdir.’’
16-23 Şubat 2015 raporda ise şu görüşlere yer verilmiştir: ’’Basına sızan Taslak ‘Enerji Birliği İçin Strateji Belgesine’ göre, Avrupa Komisyonu, tek bir enerji 
piyasası oluşturmanın önündeki engelleri kaldırmak amacıyla AB enerjikurumlarına daha fazla yetki vermeyi arzulamaktadır. Enerji Komiserleri Maros Sefcovic ve Miguel Arias Canete tarafından açıklanacak Enerji Birliği İçin Çerçeve Strateji Belgesinin temel amacı tamamen entegre bir Avrupa enerji piyasasını hayata geçirmektir. Bahse konu belgede, AB’nin iç enerji piyasasında hala yoğunlaşmanın söz konusu olduğu ve AB her ne kadar Avrupa seviyesinde enerji kurallarını oluştursa da pratikte 28 ulusal düzenleyici çerçevenin söz konusu olduğu belirtilmiş olup, tüm üye devletlerce hayata geçirilecek reformlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır.’’
   Türkiye kısıtlı enerji kaynaklarına sahip olan bir ülkedir. Bu sebeple de dışa bağımlı olmaktan kurtulamamaktadır. Kendi öz kaynaklarının tamamını kömür, 
hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal ve diğer yenilenebilir kaynaklarının tamamını kullansa dahi yinede gerekli enerjinin temini konusunda hidrokarbon kaynaklarına 
ve uranyuma ihtiyacı vardır. İşte ülkenin baştan aşağı boru hatlarıyla sarıldığı bir süreçte bunu çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Amiyane ifadeyle Türkiye 
‘’boru hatları geçen hanı’’ olmamalıdır. Diğer taraftan ileride bu boru hatlarının başımıza bir iş açmaması da en büyük temennimdir.

Uzman Hakkında
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
   AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye 
  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi 
  AB Üyeliği Tılsımlı Değnek Değil-İşte Yunanistan 
  Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış 
  Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar 
  Kömür Madenciliği 
  Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması 
 
 DERS-ULUSLARARASI İLİŞKİLER 

  Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir? 
   Nükleer Enerji Santrallerinde Yakıt ve Deprem Konusu 
  Türkiye Adalar Denizi ve Kıta Sahanlı'nda Savaş Değil Bilim ve Adalet İstiyor 

  Enerji İlişkileri 
  Jeotermal Enerji  
  Hafife Alınan Ancak Sonuçları Çok Ağır Olacak Bir Tehlike: Deprem  
  Rüzgâr Enerjisi 
  SOMA’NIN İSYANI: YETER ARTIK! 
  Şeyl Gaz Gerçeği 
  Su Yönetimi Siyasetin Değil Devletin Bir Meselesi Olmalıdır 
  Enerji Ve Boru Hatlarında Siyaset Oyunları 
  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 
  Çevre Enerji Ve Madencilik İlişkileri 
  Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar 
  Maden Varlığımızın Ülkemizin Kalkınmasına Etkileri 
  Ülkemizin Enerji Kaynakları 
  Nükleer Enerjinin Önemi 
  Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır 
  Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri 
 
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/abnin-enerji-politikalari-ve-turkiye

***

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 1

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 1

AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

Uzman 
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
21 _ Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.
01 Mayıs 2015 Cuma  
 Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
08 Nisan 2015 Çarşamba

AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye
Muhittin Ziya Gözler tarafından yazıldı.


   10.523.000 km2’lik yüzölçümü, 700 milyona yaklaşan nüfusu, yeraltı ve enerji kaynakları bakımından zengin olmayan, ancak dünya sanayi üretiminin 1/3’nü gerçekleştiren Avrupa Kıtası’nda 50 ülke bulunmakta, bu ülkelerden de bugün için 28’i AB’ni meydana getirmektedir. 17 Aralık 2004 yılında AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için Papa X.Innocent’in heykelinin önünde alay-ı vâlâ ile imzalanan anlaşmanın üzerinden geçen 11 yılda acaba kaç arpa boyu yol alındı? Bu siyasi tartışmayı bir tarafa bırakıp, AB’nin enerji politikalarıyla ilgili çalışmalarını aktaramaya çalışarak Türkiye’nin ileride başına gelebilecek tehlikelere değinelim. Konumuz enerji olduğu için AB Bakanlığı’nın AB’nin enerji politikaları konusundaki görüşlerine kısaca yer verelim: ’’ Avrupa Birliği’nin 
(AB) enerji politikalarının üç temel amacı bulunmaktadır: 
• Rekabetçi bir enerji piyasası oluşturulması, 
• Enerji arz güvenliğinin temin edilmesi, 
• Sürdürülebilir kalkınma temelinde çevrenin korunması. 
AB, enerji alanında politika oluştururken bu üç amaç arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. AB mevzuatı, rekabet gücü yüksek, güvenli ve sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturulması, tüketiciye daha fazla seçenek ve daha ucuz fiyatlar sunulabilmesi amacıyla enerji piyasalarında serbestleşmenin sağlanmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Sürdürülebilir bir enerji politikası için, iklim değişikliği ile mücadele AB’nin enerji politikasının önemli bir bileşenidir. 
Bu amaçla Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Mart 2007 tarihinde onaylanan Enerji ve İklim Değişikliği Paketi ile 2020’ye kadar gerçekleştirilmesi 
öngörülen üç önemli hedef ortaya konmuştur: 

• Sera gazı emisyonlarının 2020 yılına kadar 1990 yılına oranla en az %20 azaltılması, 
• Enerji arzında yenilenebilir enerji payının 2020 yılına kadar %20’ye çıkarılması ve ulaşımda biyoyakıt kullanım oranının en az %10’a ulaşması, 
• Birincil enerji tüketiminde 2020 yılına kadar %20 tasarruf sağlanması. 

Bu hedeflerin hayata geçirilebilmesi için enerji tek pazarının tamamlanması gerekmektedir. Bu amaçla Komisyon, 2007 yılında “Üçüncü Paket” 
olarak adlandırılan mevzuat önerilerini açıklamıştır. Söz konusu Paket, enerji arz/satış ve üretim faaliyetlerinin, doğal tekel niteliği taşıyan şebeke (iletim 
ve dağıtım) işletiminden hukuken ve fonksiyonel olarak etkin bir şekilde ayrılması, ulusal enerji düzenleyicilerinin bağımsızlıklarının artırılması ve 
piyasa faaliyetlerinde şeffaflık sağlanması gibi hususları kapsamakta olup, elektrik ve doğal gaz piyasalarının tamamen rekabete açılmasını hedeflemektedir. 
Paket kapsamında ayrıca, boru hatları ve şebeke erişimine ilişkin standartların birbiriyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla 2009 yılında Avrupa Elektrik İletim 
Sistem Operatörleri Ağı (ENTSO-E) kurulmuştur. 2020 hedeflerine ulaşmak için mevcut stratejilerin yetersiz kalacağını öngören AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 
2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 

1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 

AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. Enerji 2020 Stratejisi ile pozitif bir etki 
yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. 
AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını % 80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 
tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar 
analiz edilmektedir. Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden 
geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici 
nitelik taşımaktadır.’’

   Bu kısa bilgiden sonra AB ülkelerinin enerji kaynaklarına bir göz atalım. AB ülkelerinin 2013 yılı birincil enerji tüketimi 1744,2 milyon TEP’ dür. Bu rakam 
dünya birincil enerji tüketiminin % 12,9’una karşılık gelmektedir. Dünya petrol rezervlerinin % 0,4’ü, doğalgaz rezervlerinin % 0,8’i, kömür rezervlerinin % 
6,1’i, hidrolik enerjinin % 8,3’ü, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının % 37’si AB ülkelerinde bulunmaktadır. AB ülkeleri kullandıkları enerjinin % 35’ini 
de nükleer enerjiden elde etmektedirler (Kaynak: BP Statiscal Review World Energy 2014). 2014 itibariyle AB ülkeleri tükettiği enerjinin % 55’ni ithal 
etmektedir. Petrolde % 84, doğalgazda % 66, kömürde % 53, nükleer kaynaklarda tamamen dışa bağımlıdır. Enerjide en fazla bağımlı olduğu ülke Rusya Federasyonu’dur. Kıta Avrupası’nın da tamamının Rus gazına bağımlı olduğu bilinmektedir. (Ş.1)
                 
                                    (Ş.1 Rus Gazına bağımlı olan ülkeler)

  1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizleri AB ülkelerini etkilemiş ve enerji arz güvenliğinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine AB ülkeleri kendi 
kısıtlı kaynaklarının kullanma, yenilenebilir kaynaklara yönelme, enerji teknolojileri konusunda çalışmalar yaparak enerji ithalatlarını azaltma konusunda politikalar belirlemeye başlamışlardır. Yapılan çalışmalar sonrası AB ülkeleri enerji politikalarını da şu üç esas üzerinden yürütmeye karar vermişlerdir. 

1. Arz güvenliği, 
2. Çevre koruması, 
3. Rekabet ortamının geliştirilmesi. 

AB ülkeleri aldıkları tüm tedbirlere rağmen yine fosil kaynakları kullanmaya devam etmişler, nükleer enerjiye daha çok önem vermişler ve de yenilenebilir kaynaklara da yönelmeye başlamışlardır.

AB ülkelerinin enerji verilerini aktararak AB’nin enerji geleceğini ortaya koymaya çalışalım. AB ülkelerinin enerji ithalatında % 32 oranında Rusya’ya, % 12 Norveç’e, % 5 S.Arabistan’a, %4 Kazakistan’a, % 4 Nijerya’ya ve % 36 diğer ülkelere bağlı olduğu bilinmektedir.
BP’nin verilerine göre, AB ülkelerinin 2013 yılında tükettiği toplam petrol miktarı 541.400.000 ton, doğalgaz tüketim miktarı 393.300.000.000 m3 ve kömür 
tüketimi de 275,1 MTEP’ dür. AB ülkelerinin hidrolik enerji potansiyeli 31,6 MTEP, yenilenebilir diğer kaynaklar ise 106,2 MTEP’ dir. 2013 yılı itibariyle 
AB’ye üye ülkelerin toplam birincil enerji tüketimi 1744,2 MTEP’ dür (Almanya-325 MTEP, Fransa-248,4 MTEP, İngiltere-200,0 MTEP, İtalya-158,8 MTEP, 
İspanya-133,7 MTEP).AB’ye üye on ülkenin toplam elektrik tüketimi yaklaşık 3000 TWh olup (Almanya-579,21 TWh, Fransa-476,50 TWh, İngiltere-346,16 TWh, İtalya-327,47 TWh, İspanya-258,48 TWh), kişi başına elektrik tüketimi; Lüksemburg-15511 kWh, Belçika- 8072 kWh, Fransa-7318 kWh, Almanya-7083 kWh, İspanya-5604 kWh, İngiltere-5518 kWh’tir.

AB ülkelerinde toplam 132 NS bulunmakta bu santrallerin kurulu güç toplamı da 131.476 MW’ tır (dünyada toplam 435 NS bulunmakta, toplam kurulu güç 
371.973 MW’ tır).

İşte böylesine dışa bağımlı olan kaynaklarla enerji tüketen Cermen, Anglosakson, İskandinav, Slav, İber Yarımadası Devletleri ile Yunanlı’ların meydan getirdiği 
ve Katolik, Protestan, Ortodoks ve diğer bazı mezheplerin bulunduğu bu 500 milyonluk birliği ciddi sorunların beklediği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 
2030 yılında eneri kaynaklarında % 70’lere varan bir dışa bağımlılık oranı gerçekleşeceği için tehlike daha da büyüyecektir  (günümüzde AB’nin yıllık 
petrol faturası 300 milyar eurodur). Zira 2030 yılın dek AB ülkelerinin enerji talep artışı % 30’lar civarında olacaktır. İspanya Enerji Bakanı 2035 yılında 
AB’nin petrolde % 95, doğalgazda % 80 oranında dışa bağımlı olacağını ifade ederek AB ülkelerine ciddi bir ikazda bulunmuştur.
 
  AB ülkeleri dünya enerji kaynaklarının yaklaşık olarak % 3’üne sahip olup, toplam enerjinin % 17’sini tüketmektedir. Günümüzde % 55 oranındaki dışa 
bağımlılık 2030 yılında % 70’e yükselecektir. AB ülkelerinin petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılıkları Ukrayna krizinden sonra bu ülkeleri rahatsız 
etmiş ve kaynak çeşitlendirilmesi yönündeki çalışmalarını hızlandırmışlardır. 
Fransa nükleer yakıt sıkıntısına girmemek için Nijer ile görüşmeleri sıklaştırmış, Mali’nin işgal edilmesi ise buradaki kaynakları ele geçirmek 
olarak yorumlanmıştır. AB ülkelerinin tamamı yenilenebilir kaynaklara yönelmiş, AB’nin Visegrad Grubu (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya) sadece 
Rusya’ya bağımlı kalmamak için ABD’den doğalgaz etmek konusunu gündeme getirmişler, Romanya şeyl-gaz araştırmalarına başlamış ve AB doğalgaza 
bağımlılığı azaltmak için 2011’de 179 milyar m3 LNG ithalatı yapmışlardır. AB ülkeleri kendi kaynaklarını ne kadar kullanırlarsa kullansınlar yeterli 
olamayacağından fosil kaynaklara ihtiyaçları devam edecektir.  Bu sebepten ötürü AB ve hatta bütün Kıta Avrupası Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz’deki 
kaynaklara muhtaçtır. Buradaki kaynaklar deniz yolu veya boru hatlarıyla Avrupa’ya ulaşabilir. İşte bu noktada Türkiye gündeme gelmektedir. Türkiye 
Azerbaycan, Türkmenistan, İran ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Avrupa’ya taşıma güzergâhı üzerinde bulunan bir ülkedir. İleride 
Mısır ve D.Akdeniz’deki kaynaklarda Türkiye üzerinden sevk edilebilir. Türkiye bir ’’DOĞALGAZ HUB’’ı olma potansiyeline sahiptir. Irak-Türkiye HPBH, 
Bakü-Tiflis-Ceyhan HPBH, Bakü-Tiflis-Erzurum DGBH, Türkiye-Yunanistan DGBH, Rusya Federasyonu-Türkiye DGBH, İran-Türkiye-Avrupa DGBH ve TANAP 
ile ve de ileride inşa edilecek hatlarla Türkiye, Avrupa’nın adeta kaderiyle oynayacak bir konuma gelebilir. Şah Deniz-2 sahasından çıkarılacak olan doğalgaz 

Türkiye’nin 20 ilinden geçtikten sonra aşamalı olarak 16-22-31 milyar m3 doğalgazı Avrupa’ya ulaştırılacaktır. 

  10 milyar dolara mal olacak olan TANAP’tan geçecek bu doğalgaz miktarının AB’ye yeterli olamayacağı aşikârdır. Görünen o ki, yeni TANAP’ların yapılması 
gündeme mutlaka gelecektir. 

Ne var ki, AB’nin Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumu, Türkiye-AB ilişkilerinde daha uzun süre soğukluğun devam edeceğini göstermektedir. 
500 milyon nüfusa sahip AB’nin 77 milyon nüfusu olan Müslüman bir ülkeyi kendi içine alması, ötesinde kabul etmesi çok zor görünmektedir. 
AB Türkiye’nin nükleer enerji konusunda Rusya ile olan ilişkisi, yenilenebilir kaynaklara yeterince yatırım yapmaması ve Ortadoğu politikaları sebebiyle her 
konuda olduğu gibi enerji konusunda da Türkiye’ye soğuk davranmaya devam etmekte ve müzakerelerde Enerji Faslını açmamaktadır. 
Ancak, AB enerji politikasının esasını teşkil eden arz güvenliği için enerji çeşitlendirilmesi konusunda Türkiye’ye muhtaçtır ve mahkûmdur. 
Diğer taraftan yukarıda ifade etiğim gibi AB ülkeleri arasında farklı enerji politikaları takip edilmektedir. 
Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinin müspet olması, Fransa’nın nükleer yakıt tedarikinde Afrika ülkeleri ile ilişkilerini sıcak tutması, diğer ülkelerin Ortadoğu ve 
K.Afrika ülkelerine yakınlaşmaları ortak bir enerji politikasının oluşturulması yönünde ciddi engel teşkil etmektedir. Zira ulus devlet anlayışı her fikrin, 
anlayışın ve birliğin üzerinde görülmektedir.

***

24 Şubat 2017 Cuma

İNGİLİZ OKULU PERSPEKTİFİNDEN ULUSLARARASI TOPLUM VE ENERJİ GÜVENLİĞİ: BÖLÜM 2



İNGİLİZ OKULU PERSPEKTİFİNDEN ULUSLARARASI TOPLUM VE ENERJİ GÜVENLİĞİ:  BÖLÜM 2




2. Uluslararası Toplumun Temel Kurumları ve Enerji Uluslararası Toplumun Temel Kurumları 

Uluslararası toplumun temel kurumları, tarihî gelisim sürecinde bulunabilir. Wight, bu kurumları, “diplomasi, ittifaklar ve garantiler, savas ve tarafsızlık” olarak ifade etmektedir.81 
Kısaca, diplomasi müzakere; ittifaklar ortak çıkarın etkinlestirilmesi; hakemlik (garantiler) devletler arasındaki küçük anlasmazlıkların çözümü; savas ise anlasmazlıkların nihai çözüm kurumudur. Bull ise uluslararası toplumun kurumlarını güçler dengesi, uluslararası hukuk, diplomasi, savas ve büyük güçler arasındaki denge olarak ifade etmektedir.82 

Alderson ve Hurrel’in dikkat çektiği gibi, genel güçler dengesi ve büyük güçler arasındaki denge, uluslararası toplum içinde salt militer kapasiteye dayalı bir güç mücadelesi olarak anlasılmamalıdır.83 İngiliz Okulu’nda güç, daha genis anlamda, “prestiji, otoriteyi ve mesruluğu” ifade eder. Bull, güçler dengesinin, yalnızca klasik anlamda askerî mücadeleden farklı sekilde, Vattel’in ifade ettiği biçimiyle, “kanunu kabul ettirebilme” kapasitesi olarak da tanımlanması gerektiğini belirtir.84 Güçler dengesi, uluslararası toplumun ve üyelerinin 
varlığını garanti altına almasının yanında, uluslararası toplumun diğer kurumlarının – diplomasi, savas, uluslararası hukuk ve büyük güçler arasındaki denge– isleyebilmesi için gereken düzeni sağlama islevini yerine getirir. Anarsik bir yapıyı barındıran uluslararası toplumdaki güç mücadelesi süreklidir; bu noktada Bull, Carr’la benzer sekilde “Sahip Olanlar ve Sahip Olmayanlar” [Haves and Have-Nots] arasındaki mücadelenin varlığını kabul eder.85 

Bu sürekli mücadele içinde uluslararası toplumun ve üye devletlerinin varlığı ve özgürlükleri önceliklidir. Wight’ın belirttiği gibi yayılmacılık, güçlerin doğasında vardır.86 
Buradan hareketle, hegemonya kavramı klasik anlamda, uluslararası sistemin ya da uluslararası toplumun varlığını tehdit eden, yayılmacı güç olarak anlasılır. 
Böyle bir güç karsısında, Avrupa uluslararası toplumunun anti–hegemon karakteristiği olan, güçler dengesi mekanizması gelistirilmistir. 
Buna Habsburglar’ın, XIV. Louis ya da Napolyon zamanında Fransa’nın karsılastığı anti–hegemonik toplumsal reaksiyonlar klâsik örnekler olarak verilebilir.87 

Uluslararası toplumun isleyisindeki bir diğer kurum olan büyük güçler, uluslararası düzenin sağlanması için; 
i) Genel güçler dengesini korumalı, 
ii) Kendi aralarında krizlerden kaçınmalı ya da bunları kontrol altında tutabilmeli, 
iii) Savasları sınırlandırmalı ya da kontrol altında tutmalıdırlar.88 

Büyük güçler, uluslararası toplumun geri kalanıyla olan iliskilerinde kendi nüfuzlarını kullanmak kaydıyla bu unsurları gerçeklestirerek, uluslararası toplumun güçlenmesini sağlar. Diğer yandan, büyük güçler, diğer üyelerin güçlerine ve bölgelerindeki iliskilerine de saygı göstermek zorundadır. Büyük güçlerin dikkat etmesi gereken bir baska husus, adil ve makul olan talepleri göz ardı etmemek ve ikincil büyük güçlere saygı göstererek onları büyük güçler klübüne tesvik etmek olmalıdır. Bu sekilde, devletler sisteminde olduğu gibi, uluslararası toplum içinde de sürekli bir güç mücadelesinin varlığı ve 
bunun doğallığı kabul edilmis olur. Vincent, Bull’un özel bir devletler grubuna sempati beslemediğine dikkat çeker; çünkü, güç mücadelesi sonunda büyük güçlerin değisebileceği kabul edilmektedir.89 Bu noktada, Watson, hegemonya kavramına klasik anlamından farklı bir anlam yükler.90 Bu anlamıyla hegemonya, Vattelci bir yaklasımla, bir sistem içinde, sistemin isleyisi hakkında, üye devletleri içislerinde tamamıyla bağımsız bırakarak, dıs iliskilerinde düzenleyici ve kural koyucu role sahip güç ya da yönetimdir. Bu gücün, tek bir devletten olusması sart değildir. Dolayısıyla, büyük güçlere, diğer üye devletler tarafından mesru olarak kabul gören bir hegemonik rol yüklenir. 

İngiliz Okulu, uluslararası hukukun “doğal hukuk” temelinde baslayıp, giderek plüralist bir yapıyla kurumsallastığı sonucuna ulasır. Uluslararası hukuk, “toplumsal sürecin sonucu”dur.91 Dolayısıyla uluslararası hukuk, uluslararası toplumun anarsik düzeninin körü körüne yapısının önüne geçen düzenleyici bir role sahiptir. Diğer yandan Bull, tüm ahlaki anlasmazlıkların bir tek referans noktasından uzlastırılabileceği dogmasına karsı çıkmaktadır. Kültürel olarak bölünmüs dünyada, ortak doğru, bireylerin ve grupların en temel ahlaki 
çıkarımlarda bile çatıstığı, aralarında rasyonel bir seçim yapma yolunun olmadığı bir alandır. Dolayısıyla, herkes için esit ya da ortak iyilik için çıkarım yapıla bilecek bir Grotiusçu doğal hukuk fikri benimsenmez. Bull’a göre, tarihsel süreçte, doğal hukuk asıl anlamından uzaklasmıs; Avrupalı devletler, Avrupalı olmayanlara karsı doğal hukuk yoluyla Hristiyanlığın mesajını yaymıstır.92 

Bull, Grotiusçu solidarist uluslararası hukukun yerine Oppenheimcı plüralist bir yaklasımla bir anlamda kendi açığını kapatmıs olur.93 Oppenheim’a göre, sadece devletler kuralları destekler; çünkü, uluslararası siyasette paylastıkları çıkarları vardır. Avrupa geleneğine bağlı olarak, adalet tanımlamaları benzerdir ve aynı medeniyet kavramı üzerine kurulu bir “devletler ailesi” olustururlar. Bu doğrultuda hukuk, devletlerin ortak iradesiyle var olmaktadır. Devletler de esit haklara sahip ve eylemlerinden sorumlu “egemen” devletlerdir.94 
Bull’a göre bireyler, uluslararası hukukun kisileri sayılmazlar. Oppenheim da devletlerin zaten bireyleri temsil ettiğini savunmaktadır.95 Uluslararası hukuk, devletlerin, varlığını kabul ederek, diğer siyasal aktörlerle iliskilerini düzenleyeceği taahhüdü altına girmis olduğu bağlayıcı kuralların bütünüdür ve aynı zamanda, uluslararası toplumun varlığının en önemli kanıtlarından biridir.96 

Uluslararası hukuk gibi diplomasi de, uluslararası toplumun üyeleri olan siyasal aktörleri arasındaki iliskilerin, barısçıl yollardan düzenlenme aracıdır ve uluslararası toplumun varlığının bir baska kanıtıdır.97 Diplomasiden anlasılması gereken, “İtalyan diplomasisi gibi oportünist ya da Britanya’nın geleneksel diplomasisi değil; Grotiusçu anlamda, güçler dengesine bağlı olarak tarafların materyal ve fiziksel olarak, iki tarafın esit sartlarda ve karsılıklı güvene dayanarak müzakere edilmesi”dir.98 

Diplomasinin sona erdiği yerde, savas kurumu devreye girer. Bu anlamda, İngiliz Okulu, savası, Clausewitz’in tanımladığı sekilde siyasetin, baska araçlarla devamı olarak görür.99 Savas, uluslararası toplumun var olmadığı anlamına gelmez. Buzan’ın dikkat çektiği gibi birçok toplum, “siddeti” (kurban etme ayinleri, savasçı kahraman kültürleri) ve “esitsizliği” (kölelik; etnik, dinî, sınıf ve cinsiyet ayrımcılığı) barındırmıstır. İngiliz Okulu, savasın Avrupa uluslararası toplumunun tarihi içinde var olduğunu ifade etmekte daha açıksözlü davranmaktadır. Dolayısıyla savas, uluslararası toplum içinde sınırlanması ve baskı altında tutulması gereken bir realite olarak yer alır. Bu açıdan savas, uluslararası hukukun güçlendirilmesini; güçler dengesinin korunmasını ve hukukî alanda adil düzenlemeler yapılmasını gerektiren bir itici güç anlamı tasır.100 Aynı zamanda savas, uluslararası sistemde belirleyici bir role sahiptir. Bull, savasın ve savas tehdidinin büyük ve küçük güçleri ittifaklara yönelttiğini, nüfuz bölgelerini, güç ve hegemonya dengelerini belirlediğini ifade eder.101 

Kültür, Medeniyet ve Geçmisin Mirası 

Çalısmanın buraya kadarki kısmında, İngiliz Okulu’nun kurucu düsünürleri ve basvurdukları metodoloji, uluslararası toplumun epistemolojisi, ontolojisi ve isleyisi tanıtılmıstır. Bull ve Watson’a göre, uluslararası toplum “tarihî bir perspektifle anlasılabilir”.102 Bu sebeple, çalısmanın bundan sonraki kısmında, devletlerin enerji ve enerji güvenliği politikalarının anlamlandırılabilmesi için tarihsel-yorumlayıcı bir metodoloji kullanılacaktır. 

İlk çağlardan itibaren, Avrupa merkezli uluslararası toplum, tarih içinde dünyanın kalanına yayılarak diğer uluslararası devletler sistemleriyle etkilesime geçmistir. Bu etkilesim sürecinde, Avrupa uluslararası toplumu gelismis olan teknolojisinin kendisine sağlamıs olduğu, öncelikle ticari ve daha sonra askerî üstünlükten istifade ederek, kendi medeniyetinin ve kültürünün üstünlüğü iddiasını da yayılmıs olduğu coğrafyalara tasımıstır. Bu üstünlük iddiası, yalnızca, kültürel olmakla kalmamıs, aynı zamanda etkilesime girilen devletler ve 
devletler sistemlerinin kurumlarını ve diplomatik kodlarını da sorgulamaya açmıs ve dönüstürme maksadını tasımıstır. Avrupa’nın askerî teknolojisi sürekli olarak yenilenirken dünyanın diğer bölgelerindeki devletlerin askerî yapıları kemiklesmistir. Avrupalı devletler ortak hareket ettiklerinde bir toplum olarak istedikleri sartları karsı tarafa kabul ettirebilmislerdir.103 

Avrupa uluslarararası toplumunun, XV. asırdan baslayarak dört yüz yıl boyunca dünyanın kalanına yayılması sürecinde, dünya üzerinde tek bir uluslararası sistem ya da toplumdan bahsedilmesi mümkün değildi; ancak, farklı bölgesel–uluslararası sistemler mevcuttu. Avrupalı devletlerin yayılması da farklı coğrafyalarda, bölgelere bağlı olarak değisen özellikler göstermis ve uluslararası toplumun kuralları ve kurumları etkilesimlere bağlı olarak yeniden sekillenmistir. Dört asır süren süreç sonunda, XIX. asrın sonunda ortaya çıkan küresel ölçekli siyasal yapı Avrupa uluslararası toplumu üzerinde sekillenmistir. Avrupa uluslararası toplumunun yayılma sürecinde etkilesime girdiği bu bölgesel uluslararası sistemler: Amerika Kıtası’nda Meksika ve Peru İmparatorlukları, Asya’da Arap–Müslüman ve Hint sistemlerinin yanında Çin uluslararası sistemidir. Afrika’da ise daha çok gelismemis ve ilkel siyasal yapılar bulunmaktaydı. 

Uluslararası sistemlerin birbiriyle ya da Avrupa uluslararası toplumunun diğer sistemlerle olan iliskisinin öncelikli olarak ticaret yoluyla basladığı görülmektedir. Bu dönemde Avrupalı devletler genel olarak doğal hukuka dayanarak her iki tarafın da esitliğine ve ticaret yapma özgürlüğüne vurgu yapmıstır. Bunun yanında Avrupalılar’ın bu yaklasımı kendi içinde, ticarî iliskilerini sürdürdükleri diğer topluluklara karsı –Müslüman devletler ya da Çin İmparatorluğu olsun– Helenler’in barbarlar nitelendirmelerine benzer bir sekilde “Hristiyanlar ve kâfirler” ya da “Avrupalılar ve Avrupalı olmayanlar” ayrımcılığını da barındırmıstır.104 Bu yaklasımın en çarpıcı örnekleri Latin Amerika’da conquista ve kıtanın Hristiyanlastırılmasında ve Müslüman devletler sistemleri ya da Çin’le olan iliskilerde görülmektedir. Dikkat çekilmesi gereken bir nokta, Avrupa uluslararası toplumunun yayılmasıyla es zamanlı olarak kendi içinde de evrilmesi ve bunun diğer devletler sistemleriyle olan iliskilerine yansımasıdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, Avrupa uluslararası toplumunun yayılması tekbiçimli ve sistematik değildir; Avrupa uluslararası toplumunun kendi mekanizması ve kurumları da sürekli olarak yeniden sekillenmistir. 

Uluslararası Toplumun Amerika ile Etkilesimi; 

Avrupa uluslararası toplumunun, İspanyol ve Portekizli conquistadorların “ İnancılık ” (fideizm) iddiasıyla Aztek ve İnka İmparatorlukları’nı isgalleriyle baslayan105 Amerika Kıtası’na yayılması süreci, Kuzey Amerika ve Karayipler’in; Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa arasındaki mücadele doğrultusunda kolonilestirilmesiyle sürmüs106, bu kıta, 1800’lere kadar merkantilist bir anlayısla, Avrupa’ya değerli maden sağlamak ve kıta içindeki savaslarla hegemonya mücadelesini finanse etmek amacıyla kullanılmıstır. Avrupalı devletlerden bağımsızlıklarını kazanan koloni devletler, öncelikli olarak Avrupalı güçlerin merkantilist sömürü sisteminden ve daha sonra güçler dengesi mekanizmasından çıkmak istemislerdir. 

Bağımsızlıklarını kazanan yeni devletler, Avrupalı kültür miraslarını sürdürmeye devam etmisler; özellikle Amerika Birlesik Devletleri, bir Batılı devlet olarak Avrupa uluslararası toplumunun yayılmasında rol almıstır. Bununla birlikte, Amerika Birlesik Devletleri’nin Avrupa ile olan kültürel bağı ve mirası, bu devletin Avrupa uluslararası toplumunun isleyisine hem ortak medeniyet ve aynı zamanda ortak çıkar temelinde katkıda bulunmasına vesile olmustur. Bu devletin, ticaret hacmini arttırması ve kıyılarını İngiltere ve Fransa 
donanmalarına karsı koruması için güçlü bir donanma kurması107; Amerika Kıtası’nda yayılırken Avrupalı güçlerin aralarındaki çatısmaları ve Avrupa güç dengesini sürekli takip etmesi; Louisiana’nın Napoléon Savasları sırasında Fransa’dan satın alınması108; 1819’da Transcontimental Anlasması’yla, Florida’nın İspanya’dan alınması; İspanya ve Portekiz krallıklarına karsı bağımsızlık mücadelelerini sürdüren Latin Amerika devletlerine, hiç vakit kaybetmeden elçilerini göndermesi109 ve Monroe Doktrini ile Avrupalı güçleri kıtadan uzak tutma niyetini belli etmesi, Amerika Birlesik Devletleri’nin zaman içinde küresel bir güç olmayı hedeflediğinin ve Wight’ın ifade ettiği gibi, güçlerin doğasının gereği olarak yayılmacı bir siyaset izleyeceğini açıkça göstermekteydi. Nitekim, 1895’te yeniden yorumlanan Monroe Doktrini doğrultusunda, Latin Amerika’daki Avrupalı kolonilesmesine karsı çıkmasına ek olarak ABD, kıtadaki tüm konularda söz hakkı olduğu öngörmüstür.110 1904 Venezüela Krizi sırasında Monroe Doktrini’nin açıkça ihlâl edilmesi sonrasında Theodore Roosevelt’in, Doktrinden çıkardığı sonuç, Karayipler ve Güney Amerika’da, ABD emperyalizminin sinyallerini vermektedir. Küba, Nikaragua, Haiti ve Dominik 
Cumhuriyeti’yle olan iliskileri bunun örneklerini teskil etmektedir.111 ABD, Çin’de “açık kapı” siyasetini savunarak, çıkar alanları söz konusu olduğunda hedeflerinden ödün vermeyeceğini göstermistir. 1898 Dspanyol Savası’ndan sonra da Pasifiğe yayılmıs; 1905’te 

Rusya’ya karsı Japonya’yı desteklemis ve savas sonunda barıs müzakereleri Washington’da gerçeklestirilmistir.112 Kolombiya, Panama Kanalı için ABD ile isbirliğine yanasmadığı zaman, bağımsız bir Panama devletinin kurulması sağlanmıstır. 1903’te imzalanan anlasma ile kanalın kontrolü ABD’ye bırakılmıs ve 1926’da kanal üzerindeki Amerikan kontrolü genisletilmistir.113 1945’ten sonra, Soğuk Savas boyunca ve bugün de Amerika bir hegemon güç olarak küresel hedeflerini sürdürmektedir. 

ABD’nin dıs siyaseti, XVIII. asırdan itibaren çıkarlarından ödün vermemesine ve kendi tanımlamalarının uluslararası toplum tarafından kabullenilmesine yönelik mücadelesine dayanmaktadır. ABD’nin, uluslararası sistem içindeki yerinin ve hedeflerinin tam olarak anlasılabilmesi önem arz etmektedir. Nitekim, ABD, günümüzde enerji konusunda kendi belirleyici yerinin ve hedeflerinin sorgulanması durumunda çıkalarından ödün vermeyeceğini açıkça göstermekedir. 

Uluslararası Toplumun Asya ile Etkilesimi; 

Avrupa uluslararası toplumunun Asya kıtasına doğru yayılması ise iki farklı yön izlemistir. Bunlardan ilki, Portekiz, İspanya, Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa’nın donanmalarıyla öncelikli olarak ticaret amacıyla Asya uluslararası sistemleriyle etkilesime geçmeleridir. Diğer süreç ise, 1500’lerde Moğol–Tatar İmparatorluklarının çözülmesinden sonra ortaya çıkan güç bosluklarını, karadan Rusya ve Büyük Britanya’nın; bu iki devlete nazaran daha az ölçüde Fransa’nın doldurmasıyla gerçeklesmistir.114 

Latin Hristiyanlık Âlemi’nin bir üyesi olmayan Rusya, 1613’te Romanov Hanedanlığı’yla beraber Batılılasmaya baslamıstır. I. Petro döneminde Avrupa teknolojisi ve tekniklerini alan Rusya, Avrupa güçler dengesinin bir parçası olmus ve Batı’ya sırtını tekrar döndüğü 1917’ye kadar Avrupa uluslararası toplumunun Asya’nın içlerine yayılmasında önemli bir etkiye sahip olmustur.115 Osmanlı Dmparatorluğu, XVI. asırdan itibaren Avrupa uluslararası toplumu açısından önemli bir rol oynamıstır. Avrupalı devletler bu dönemde, Osmanlılar’ın gücünü hesaba katmaksızın hareket edememislerdir; ancak, daha önce değinildiği üzere Osmanlı Dmparatorluğu, XX. asrın basına kadar Avrupa uluslararası toplum unun bir parçası olmamıstır.116 

Osmanlı İmparatorluğu’yla iliskilerinden edindikleri tecrübeler sonucunda Avrupalı devletler, diğer medeniyetlerle olan iliskilerini öncelikli olarak “doğal hukuk” temelinde sekillendirmislerdir. Bu doğrultuda, evrensel ve karsılıklı olan, kaynağını Yunan ve Romalı Stoacılar’dan alan doğal hukuk, Romalılar’ın jus gentium uygulamasında olduğu gibi, inanıslar ya da gelenekler ne olursa olsun, savas, barıs ve yabancıların ikâmet hakları gibi konuları belirliyordu. Ancak, Amerikalı halklarla olan iliskilerde görüldüğü gibi doğal hukuk, vahsilerle ya da “barbarlar”la olan iliskilerde düzenleyici olarak görülmemistir.117 Doğal hukuk, zamanla anlamından uzaklasarak, Yunanlılar’ın köleler ve barbarlar ayrımına benzer sekilde, Amerikalı (ya da Afrikalı) yerlilere karsı Hristiyanlığın mesajının zorla yayılmasına dönmüstür. Avrupa uluslararası toplumu, diğer uluslararası sistemlerle olan iliskilerinde de “Avrupalı Hristiyan Klubü ve diğerleri” olarak algılanmaya baslanmıstır.118 Özetlemek gerekirse, Avrupalı devletlerin Asya uluslararası sistemleriyle olan iliskileri XIX. asra kadar karsılıklılık esasına dayanmıs, Amerikalı ve Afrikalı topluluklarla olan iliskilerinden farklı bir görünüm arz etmistir. Bu farklılıklar ve etkilesimin nitelikleri, günümüzde enerji zengini 
devletlerin dıs politikalarının anlamlandırılması için önemli emareler tasımaktadır. 

Avrupalı güçlerin Asya uluslararası sistemleriyle olan iliskileri karsılıklığa dayanırken, XIX. asırda bu özellik yerini güç kullanımına bırakmıstır. XIX. asırda Avrupa uluslararası toplumunun Asyalı uluslararası sistemlerle etkilesiminin en belirleyici yönü Çin ve Japonya’yla sürdürülen iliskilerde görülmektedir. 

XVIII. asrın sonuna gelindiğinde Asya Kıtası’nda; Avrupalı devletlerarası sistem, Müslüman devletler sistemi, Hint devletlerararası sistemi ve Çin devletlerarası sistemlerinden bahsetmek mümkündü.119 Avrupalı devletlererası sistem Avrasya’da ağırlıklı olarak Rusya, Britanya ve Fransa ile yerel siyasi devletlerden olusmaktaydı. Müslüman devletlerarası sistemi basta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, İran ve Orta Asya’daki Buhara, Hive, Hokand ve diğer Afgan hanlıkları ve Arap prensliklerini kapsamaktaydı. Hint devletlerarası 
sistemi Moğol İmparatorluğu’nun çözülmesinden sonra ortaya çıkan Hindu, Müslüman ve Sikh devletlerinden olusmaktaydı. Çin devletlerarası sisteminin ise basta Çin İmparatorluğu olmak üzere Japonya’yı da kapsadığı kabul edilmektedir.120 Hint devletlerarası sistemi, 1798 ve 1818 yılları arasında Büyük Britanya’nın bölgede değisen siyaseti sonucunda ilk yıkılan olmustur. Müslüman devletlerarası sistemi ise varlığını Birinci Dünya Savası’nın sonuna kadar koruyabilmistir. Avrupalı güçlerin askerî gücü, yapıları kemiklemis ve teknolojileri kendilerine kıyasla ilkel olarak kabul edilebilecek bu siyasal yapılarla olan mücadeleleri sonucunda, XIX. asrın sonuna kadar bu devletlerin ve dolayısıyla devletlerarası sistemlerin yıkılmasıyla sonuçlanmıstır. Türkiye ve İran ise diğer devletlerden farklı olarak varlıklarını evrilerek korumayı basarmıstır. 

Çin’in uluslararası topluma girisi, pek çok yönüyle Avrupalı olmayan devletlerin katılımından farklılık arz etmektedir. Avrupalı güçlerin dünyanın kalanına yayılırken etkilesime geçtikleri uluslararası sistemlerdeki devletler, Avrupa medeniyetinden etkilenmis ya da isbirliğine razı olarak Avrupa uluslararası toplumunun birer üyesi olmuslardır. Bu devletlerden farklı olarak “Konfüçyusçu Milletler Ailesinin Orta Krallığı Çin” kendini zaten yeteri kadar gelismis bir medeniyet olarak görmekteydi ve Avrupalılar’ın kendi medeniyet standart larını zorla dayatmalarına sert bir direnis göstermistir.121 Batılı güçler açısından bakıldığında durum, Avrupa uluslararası toplumunun küresel ölçekte yayılmasıyken, kendi medeniyetinin standartları sorgulanan Çin açısından “asağılama ve zorlama” niteliği tasımaktadır. 

Japonya açısından da Batılılasma, Batılı güçlerin yabancılarla olan iliskilerinde kendi resmî yöntemlerini ve kurumlarını dayatmasını içermektedir.122 Japonya, Amiral Perry’nin 1853’te ülkeyi Batı’ya açmasından itibaren, geri döndürülemez bir Batılılasma sürecine girmistir. Avrupa uluslararası toplumuna girisinden sonra Japonya, Batılı kodları duraksamadan uygulamaya geçirmis ve bunu ilerlemenin anahtarı olarak kabul etmistir. 

Kendisine sunulan “ Esitsiz Anlasmaları ” Kore’nin önüne koymus ve güç siyaseti doğrultusunda yapılanmasını devam ettirmistir. 1894–1895 Çin ile Japonya Savası; 1901’de Boxer Ayaklanması sırasında Japonya’nın Avrupalı güçler ve ABD ile birlikte Çin’e müdahalesi; 1902’de Anglo–Japon ittifakı; 1904–1905 Rusya ile Japonya Savası ve 1910’da Kore’nin Japonya tarafından ilhâk edilmesi Japonya’nın, Batılı güçler tarafından artık bir büyük güç olarak kabul edildiğini göstermektedir.123 

Uluslararası toplumun XIX. asırda Asya’ya yayılması, birçok açıdan XX. asırdaki küresel uluslararası toplumun yapısı ve karsılasacağı sorunlara dair emareler tasımaktadır. 

Bunlardan ilki, Batı medeniyetinin standartlarının, Batılı olmayan medeniyetler tarafından nasıl algılandıkları, özellikle Çin’in kültürel yapısını korumak üzerine direnisinde ve Japonya’nın dönüsümünde görülmektedir. Avrupa uluslararası toplumunun, Batı medeniyetinin kültürel standartlarını yayıldıkları bölgelere tasıması ve emperyalist uygulamaları, Batılı olmayan toplumlarda “ Öteki ” ve dolayısıyla “asağılanma” algısını daha da arttırmıstır. 

Batı değerlerinin sorgulanmaya basladığı Çin’de görülen ayaklanmalar, Birinci Dünya Savası’ndan sonra artmıs, İkinci Dünya Savası’ndan sonra da Üçüncü Dünya’da benzer hareketlerin ortaya çıkmasıyla ve “dekolonizasyon”la sonuçlanmıstır. XX. asırda uluslararası toplumun bütünlesmesinin önündeki en önemli sorunun kültür farklılığı olduğu görülmektedir. Diğer yandan uluslararası topluma girdikten sonra güç siyasetini sürekli hâle getiren Japonya’nın, askerî alandaki basarısına rağmen “ırksal esitlik” talepleri redddedilmistir. Çinliler’le birlikte Japonlar da kendilerini “öteki” olarak görülmüs ve Batılı ile Batılı olmayan medeniyetler arasındaki ayrım keskinlesmistir. 

Uluslararası Toplumun Afrika ile Etkilesimi; 

1870’ten itibaren Avrupa uluslararası toplumunun dünyanın geri kalanına emperyalist yayılmacılığının hedefleri Uzakdoğu Asya ve sonra da Afrika olmustur. Bu süreç, sahip oldukları konumlarını korumaya çalısan Büyük Güçler’le (Have Powers) siyasî birliğini sonradan tamamlayan ve büyümelerini sürdürebilmek için kaynak arayısında olan diğer güçlerin (Have–Not Powers) mücadelesi seklinde devam etmistir. 

Öyle ki, 1880’den önce, Avrupalı güçlerle Afrikalı siyasî topluluklar arasında, Portekiz’in Angola ve Mozambik; Fransa’nın Senegal; Hollandalı ve Britanyalı denizcilerin Güney Afrika’da yapmıs olduğu kıyı saldırılarından ve birkaç kesif gezisinden baska bir iliski mevcut bulunmamaktaydı ve kapsayıcı bir diyalog kurulması da mümkün görünmemekteydi.124 Afrika’da hüküm süren siyasal yapılar da bir hükümet olmaksızın güce dayalı sekilde düzenlerini sürdüren topluluklardan olusmaktaydı. Genel olarak bakıldığında, Afrikalı siyasal toplulukların kendi aralarındaki iliskilerde ise ahde vefaya dayanan bir diplomatik geleneğin varlığından bahsedilebilmektedir. Ancak, tüm kıtaya yayılan bir Afrika 
uluslararası sistemi ya da toplumundan söz edilmesi de olanaksızdı. Avrupalı devletlerin Afrika’yla olan iliskisi Akdeniz seridindeki devletler sayılmadığı takdirde XVI. ve XIX. asırlar arasındaki dönemde köle ticaretine dayanmaktaydı.125 

Sahara’nın güneyinde kalan bölgeye Avrupa uluslararası toplumunun yayılması, 1876’da Belçika Kralı II. Léopold’ün kurmus olduğu “Afrika’nın İncelenmesi ve Afrika Uygarlığının Korunması için Uluslararası Derneği”nin çalısmalarıyla ve 1884’te Fransızlar’ın da Asağı Kongo havzasına bir sefer düzenlemesiyle devam etmistir. Bull, 1884–1885 Berlin 

Konferansları ve sonunda ortaya çıkan Berlin Nihaî Senedi’ni, Avrupa uluslararası toplumunun emperyal üstünlüklerini bir birlik içinde empoze etmelerinin sembolü olarak değerlendirmektedir.126 Konferansta, Afrika Kıtası’nın, Avrupalı devletlerin güçleriyle orantılı olarak Afrikalılar’a danısılmaksızın paylasılmasının yanında kolonici güçlerin sorumlulukları konusunda da fikirbirliği sağlanmıstır. Kolonilere karsı sorumluluk fikri, Berlin Nihaî Senedi’nden sonra 1889–1890 Brüksel Konferansı’nda, daha sonra Milletler Cemiyeti Kurucu Anlasması’nda Manda Sistemi ve Birlesmis Milletler’de Mütevelli Konseyi olarak evrilerek varlığını sürdürmüstür. Ayrıca, Berlin Nihaî Senedi, her ikisi de uygar devletler tarafından yapılan uluslararası hukukun alanı ile koloni hukuku alanını ayırmaktadır.127 Üzerinde anlasmaya varılan kararlar, Avrupa uluslararası toplumunun doğal hukuku ne sekilde yorumladığını bir kez daha ortaya koyması açısından önemlidir. Batılı güçlerin gelismemis topluluklara iki yönlü paternalist yaklasımı, “medeniyetin kendini genisletmek için mutlak hakkı olduğu yönündeki pozitif doktrin”e dayanmaktadır. İkinci olarak bu yaklasım, “barbarların hiçbir hakka sahip olmadığı” ve “sömürülebilecekler”ini öngörmektedir.128 Afrika, Avrupalılar tarafından Avustralya ya da diğer coğrafyalar gibi territorium nullius olarak görülmemis; bununla birlikte buradaki siyasal toplulukların mevcudiyetleri kabul edilmistir. Ancak, bu siyasal topluluklar egemen devlet statüsünde değerlendirilmemistir.129 Avrupa uluslararası toplumunun ayrımcılığa dayanan bu yaklasımı dekolonizasyon sürecinin sona ermesine kadar sürmüstür. 

Tüm küreyi kapsayan küresel bir uluslararası toplumun ortaya çıkması XIX. asrın sonunda mümkün olmustur. Afrika’nın da sisteme dâhil olmasıyla, XV. asırda baslayan, Avrupa uluslararası toplumunun tüm dünyaya yayılma süreci nihayetine ermistir. XX. asırda karsı karsıya kaldığı en önemli sorun, Batılı güçlerin kendi medeniyetlerinin standartlarını, Batılı olmayan medeniyetlere empoze etmesi sonucunda paylasılan “asağılanma” hissi “Batı’ya karsı ayaklanma”yla son bulmustur. Asyalı devletler gibi yeni kurulan Afrikalı 
devletler de medeniyet standartlarını tartısmıs ve Batı’ya karsı ayaklanan kampta yerlerini almıslardır. 

3. Uluslararası Toplumda Yeni Bir Diplomatik Enstrüman Olarak Enerji Daha önce değinildiği gibi İngiliz Okulu, disiplin içinde yapılan çalısmalarda bir analiz aracı olarak ilgi görmektedir ve bu ilginin artacağı düsünülmektedir. Giderek önem kazanan enerji ve enerji güvenliği alanları, Uluslararası İliskiler’in ajandasını zenginlestirmekle birlikte, bilimsel niteliği tartısmalı olan bu disiplin içinde yapılan çalısmalar açısından; kullanılan yöntemler ve yaklasım itibariyle, kuramdan uzaklasılması, analizden ziyade raporlamaya yaklasılması ve disiplini bir tür “ileri düzey gazetecilik”130 düzeyine götürme tehlikesini içermektedir. Dngiliz Okulu’nun, zengin yazınsal temelinin ve tarihsel, kültürel, felsefi ve kuramsal köklerinin yanı sıra, Realizm, Rasyonalizm ve Revolüsyonizm geleneklerinin üçüne de analiz imkânı veren eklektik yaklasım özelliği ve ayrıca, Okul’un, Uluslararası İliskiler yazınına en özgün katkısı olan, ilkçağlardan aldığı mirasla birlikte evrilerek gelisen uluslararası sistemin yapısının isleyisini anlamlandıran uluslararası toplum kavramının, enerji ve enerji güvenliği alanlarında istifade edilebilecek bir analiz aracı olduğu savunulmaktadır. Aynı zamanda, Dngiliz Okulu, uluslararası toplumun ontolojisini ilkçağlara 
kadar götürebilme niteliğiyle, enerji ve enerji güvenliği alanlarının kendilerini de sorunsallastırarak, disipline farklı perspektifler kazandırma kapasitesine haizdir. 

Çalısmanın son bölümünde, uluslararası toplumda devletlerin enerji ve enerji güvenliği politikaları, örnek olgular üzerinden analize tabi tutulacaktır. Bu olgulara geçilmeden önce, uluslararası toplumun, devletlerin politikaları üzerindeki dönüstürücü etkisine kısaca değinilmesinde fayda görülmektedir. 

Öncelikle, Avrupa uluslararası toplumunun, kürenin geri kalanına yayılırken yalnızca ticari ve askerî değil, kendi medeniyetinin üstünlüğü iddiasıyla gittiği ve bu durumun diğer devletler tarafından sorgulamayla ve direnisle karsılandığı görülmektedir. Bunun en önemli örneklerine Çin’de ve Japonya’da tanık olunmustur. Buna ek olarak, Rusya gibi büyük bir güç, kendi inisiyatifi doğrultusunda Avrupa uluslararası toplumunun bir parçası hâline gelmis ve 1613’ten sonra bu kültüre adapte olmus, uluslararası toplumun Asya’nın içlerine 
yayılmasında etkin bir rol oynamıs ve 1917’de gerçeklesen devrimden sonra yeniden, kendini ve çıkarlarını farklı tanımlamıstır. Bununla birlikte Rusya, bugün her devlet gibi, küresel olan bu yapının bir parçasıdır. Diğer yandan, Avrupa uluslararası toplumunun, etkilesime girdiği devlet sistemlerindeki mevcut kültürü ve diplomasi geleneklerini zorla dönüstürme arzusu Çin’de, Japonya’da, İran’da ve Afrikalı bazı devletlerde görüldüğü gibi bir tür “asağılanma” duygusu yaratmıstır. Japonya, uluslararası toplumun bir üyesi olduktan sonra, Batı 
medeniyetinin geleneklerini ne kadar iyi özümsediğini, izlediği güç siyaseti doğrultusunda 1904’te Kore’yi ve 1931 Mançurya’yı isgal ederek ve İkinci Dünya Savası’na katıldığı sırada göstermistir. Dolayısıyla, Batı medeniyetinin ötekilestirici ve sömürücü uygulamalarının benzerlerinin, uluslararası topluma üye olan devletler tarafından da kendilerinden daha güçsüz 
devletlere karsı uygulandığı görülmektedir. Osmanlı Devleti ise, uluslararası toplum ile olan etkilesiminde farklı bir nitelik arz etmistir. Avrupalı güçlerin askerî olarak üstünlük sağlayamadığı dönemde, uluslararası toplumun, Osmanlı Devleti’ne karsı daha çok karsılıklığa dayalı bir yönelim gösterdiği, bu devletin güç kaybettikten sonra Batılı gelenekleri benimsediği ve İran gibi evrilerek uluslararası toplumun bir üyesi olduğu görülmektedir. 

Bugüne bakılacak olunursa, enerjinin, uluslararası iliskilerde yeni bir diplomatik enstrüman ve güç unsuru hâline geldiği açıkça görülmektedir. Her ne kadar, güç’ler arasındaki mücadelenin Soğuk Savas boyunca ve sonrasında ekonomik rekabete dönüstüğü düsünülse de131, aktörler ister devletler olsun ister çokuluslu sirketler olsun, rekabetin yalnızca tek bir boyuttan ele alınması birçok perspektifi dısarıda bırakarak yapılan analizde göz ardı edilemeyecek bir eksiklik yaratma tehlikesi barındıracaktır. 

Bu çalısmada daha önce değinildiği gibi, İngiliz Okulu, her ne kadar ekonomik boyut açısından eksik de olsa, uluslararası toplumun kurumları ve isleyisi perspektifi, enerji ve enerji güvenliği alanlarında önemli bir analiz aracı sağlayabilmektedir. Buna göre, Rusya, İran, Azerbaycan, Türkmenistan, Suudi Arabistan, Libya gibi enerji zengini devletler enerji arzını, dıs politikada bazen önemli bir düzenleyici araç olarak kullanırken, enerji arzı ihtiyacında olan Avrupa Birliği ülkeleri ve büyümekte olan Çin gibi güç’lerin, enerji alanında 
öncelikle güvenlik arayısı ve dolayısıyla, düzen ve istikrar arayısında oldukları görülmektedir. 

İngiliz Okulu ve Enerji 

Birinci bölümünün sonunda değinildiği üzere, bu çalısmada İngiliz Okulu’nun kusursuz bir Uluslararası İliskiler kuramı olduğu savunulmamaktadır. Ancak, disipline, enerji ve enerji güvenliği alanlarında farklı bir analiz aracı sunarak farklı bir perspektif kazandırma potansiyeli olduğu savunulmaktadır. 

Uluslararası toplum, Realist paradigmanın, devletler arasındaki sürekli çatısma mantığına dayalı olan anarsi mantığından farklı olarak, isbirliği ve düzenlemelere dayanmaktadır. Buna göre, uluslararası toplum, nihayetinde üyeleleri devletler olan bir yapıdan mütesekkildir. Bull’un ifade ettiği gibi, devletler, bireylerin refahını en iyi sekilde koruyabilecek yapılardır ve Grotiusçu yaklasımla uyumlu olacak sekilde, uluslararası toplum son tahlilde yapısını magna communitas humani generise genisletmek amacını tasımaktadır. 

Bu doğrultuda, İngiliz Okulu perspektifinden, uluslararası toplumda enerji ve enerji güvenliği, sürekli olarak bir çatısmacı rekabete ve çıkarı maksimize etme mantığından uzak olarak isbirliğine dayanmaktadır. Uluslararası toplumun ontolojisinin ilk çağlara kadar götürülebildiği göz önünde bulundurularak ve ayrıca, enerji kavramının yalnızca fosil yakıtlara ve bunlara sahip devletlerin kaynakları doğrultusunda politikalarını belirlemesine indirgenilmemekle birlikte, insanlık tarihinin belki de en önemli ilk kesiflerinden biri olan enerji formu –ates’in , farklı topluluklar tarafından paylasıldığı bilinmektedir. Buna göre, kendileri ates yakmayı öğrenmeden önce, insanların yıldırım düsen yerlerdeki atesi paylastıkları ve sürekli etkilesim hâlinde oldukları düsünülmektedir.132 

Uluslararası toplumda isbirliği ile baslayan etkilesim, zamanla düzenlemelere ve geleneklere dönüsmektedir. Buradan hareketle, uluslararası toplumun birincil üyeleri olan devletlerin sahip oldukları enerji kaynaklarını, güçlerini maksimize etmek amacıyla salt birer enstrüman olarak kullanmadıklarının söylenmesi mümkündür. Ne var ki, uluslararası toplumda rekabetin ve çatısmanın da kaçınılmaz olduğu, ancak, her toplumda görülen bu unsurların, uluslararası toplumun varlığını ortadan kaldırmadığı daha önce tanıtlanmıstı. 

Buzan’ın ifade ettiği üzere, her toplum gibi, uluslararası toplum da “ Şiddet ”i ve “ Eşitsizliği ”, dolayısıyla ayrımcılığı da barındırmıstır. Örneğin, Avrupa uluslararası toplumunun Afrika Kıtası’ndaki devletlerle olan etkilesiminde, kölecilik üzerinden, sömürüsünü arttırdığı ve bir enerji formu olarak “insan”dan da faydalandığı unutulmamalıdır. Bu doğrultuda, güçlerin doğasında yayılma olduğu dikkate alınarak enerji zengini ülkelerin, sahip oldukları kaynakları birer enstrüman hâline getirmeleri de bir uluslararası toplumun varlığının aksini ve bu 
uluslararası toplumda isbirliğinin olmadığına yönelik bir ispat sunmamaktadır. Daha önce değinildiği gibi, her toplum gibi, özgün bir yapıya sahip olan uluslararası toplumun yapısı ve isleyisi de dönüsüme açıktır ve bireyleri olan devletleri ve politikalarını, dolayısıyla hem iç hem de dıs politika enstürüman larını da dönüstürmeye devam etmektedir. 

Enerji ve Enerji Güvenliği’nin Sorunsallastırılması 

Uluslararası toplumun isleyisinde Butterfield’ın ve Wight’ın, uluslararası toplumun bir ortak kültür temelinde sekillendiği savına farklı sekilde yaklasan Bull’un ve Watson’ın ifade ettiği gibi uluslararası toplum, özellikle 20. ve 21. yüzyıllarda “ortak çıkar” üzerinden islemektedir. Uluslararası toplumun isleyiş inde, Büyük Güçler’in ve Watson’ın formüle ettiği sekliyle hegemonyanın sorumluluğu perspektifinden, enerji ve enerji güvenliği alanlarında, devletlerin izlediği politikaların anlamlandırılması mümkün görünmektedir. Daha önce ifade 
edildiği gibi, uluslararası toplumda, “güçler dengesi” salt askerî kapasiteden çok prestiji, otoriteyi ve mesruluğu ifade etmektedir. Büyük Güçler’den beklenen, uluslararası toplumun ve üyelerinin varlığını garanti altına almak, daha sonra uluslararası toplumun kurumlarının isleyisi için mümkün olan düzeni sağlamaktır. Söz konusu, enerji ve enerji güvenliği olduğunda, Rusya ve Amerika Birlesik Devletleri gibi hem enerji zengini olan hem de kendilerinden düzenleyici rol üstlenmesi beklenen devletlerden, enerji bağımlısı diğer 
devletlerin beklentisinin, anarsik bir yapıyı barındıran, uluslararası toplumda, enerji güvenliğinin ve istikrarının sağlanması için gereken mümkün düzeni sağlamaları olduğu söylenebilir. Ancak, bununla birlikte, Avrupalı uluslararası toplumun tarihsel olarak yayılma sürecinde, sahip olduğu diplomatik geleneklerini ve normlarını dünyanın kalanına yaydığı düsünülürse, kendini Avrupalı Batı medeniyetinin bir parçası olarak görmeyen ve her güç gibi doğası gereği yayılmayı sürdüren Rusya’nın ve ayrıca, son dönemde bir büyük güç hâline gelen Çin’in, bu gelenekleri ve normları sorgulaması ve yeniden yorumlaması kaçınılmaz görünmektedir. Rusya’nın, Ukrayna’ya ve Gürcistan’a enerji akısını durdurması örneğinde, söz konusu duruma tanık olunduğunun söylenmesi mümkündür. 

Dıs politikasının önemli bir enstrümanı olan enerji ihracatını bir tehdit ve kendi lehine düzenleyici unsur olarak kullanmaktan çekinmeyen Rusya’nın, yakın ve hatta uzak gelecekte de benzer stratejiler izlemesi mümkün görünmektedir. Diğer yandan, daha önce değinildiği gibi, Avrupa medeniyeti içinde sekillenmis olan gelenek ve normlarının, diğer uluslararası devletler sistemlerini ve devletleri zorlayıcı ve dönüstürücü etkisi göz önünde bulundurulduğunda, enerji zengini diğer ülkeler, İran, Azerbaycan, Türkmenistan, Libya ve Venezüealla gibi 
devletlerin de benzer politikalara basvurması kaçınılmaz görünmektedir. Örneğin, 1973’te, gerçek bir kriz -yasanmıs ya da yasanmamıs olsa dahi -133 petrol zengini Arap ülkelerinin, Avrupa uluslararası toplumunun normlarına ve aynı zamanda ekonomik standartlarına karsı bir direnissel tepki gelistirdiğine açıkça tanık olunmustur. 

Enerji arz eden devletlerin izlediği politikalar karsısında, enerji talebinde olan Avrupa Birliği üyesi ve Türkiye gibi devletler de enerji güvenliklerini sağlamak ve bu doğrultuda, enerji ithal ettikleri kaynakları çesitlendirerek rekabetten faydalanmak ve istikrarı sürdürebilecekleri politikalar izlemek zorunda kalmaktadır. Nabucco Boru Hattı ve Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri, Türkiye’nin enerji ithal ettiği kaynakları çesitlendirmek ve enerji güvenliğini sağlamak adına izlediği politikaların somut örneklerini 
teskil etmektedirler. Aynı sekilde, enerji bağımlılığı olan diğer tüm devletlerin, rekabet ve istikrar yaratıcı bir düzen arayısına yönelik çesitlilik sağlayabilecek politikalar izlemesi kaçınılmaz görünmektedir. Buna ek olarak, Mitchell’ın dikkat çektiği gibi, dünyadaki en büyük petrol ve doğalgaz ihraç eden devletlerin birçoğunun, kaynaklarının büyük bir payını kendi ülkelerinde tüketmekte ve uluslararası arza yönelik paylarını azalttığı göz önünde bulundurularak134 , enerji bağımlısı devletlerin izlediği politikaları ve yatırımlarını uzun 
vadeye yayma zorunluluğuna da dikkat çekilmesinde fayda görülmektedir. 

Son olarak, uluslararası toplumun temel aktörlerinin devletler olduğu, ancak tek baslarına olmadıkları da enerji ve enerji güvenliği alanlarında açıkça görülmektedir. Daha önce değinildiği gibi, Bull, yeni medievalism olarak adlandırdığı anlayısa göre, küresellesme ile birlikte devletin bir aktör olarak nüfuzunu kaybedeceği iddiasına açıkça karsı çıkmaktadır. 

Örneğin, Mitchell’in isabetli sekilde belirttiği gibi “petrol sirketleri hiçbir zaman petrol akıslarını veya kesintilerini kendi baslarına tekelleri altına alacak kadar güçlü” olmamıstır.135 
Bu sirketler, hem askerî hem de finansal dıs desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Bu nedenle de, petrol sirketleri, kendi çıkarlarını devletlerin stratejik çıkarlarıyla uyumlulastırmak durumunda kalmaktadırlar. 

Sonuç 

Bu çalısmada, hiçbir Uluslararası İliskiler kuramının tüm dünya siyasetini, hatta, çok kısa dönemsel bir süreci ya da alanı tek basına, eksiksiz sekilde çözüm lemesinin mümkün olmadığı unutulmadan, yine, kusursuz bir kuram olduğu iddia edilmeyen İngiliz Okulu ve İngiliz Okulu’nun Uluslararası İliskiler’e en önemli katkılarından olan uluslararası toplum kavramı, enerji ve enerji güvenliğinin anlamlandırılabilmesi amacıyla bir analiz aracı olarak sunulmustur. Çalısmada gözetilen gaye, özellikle Türkiye’de yapılan Uluslararası Dliskiler 
çalısmalarında eksikliği duyulan kuramsal analizlere bir katkı sağlanmasıdır. Uluslararası İliskiler disiplinin ajandasının güncel durumdaki enerji ve enerji güvenliği alanlarında yapılan analizlerde,  İngiliz Okulu’nun, önemli araçlar sunma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. 

Uluslararası toplum kavramı, uluslararası iliskileri, klasik güç iliskisine dayan dırarak salt anarsiye indirgeyen yaklasımları reddererek, devletlerin, diğer devletlerle olan iliskilerini salt militer kapasiteleri üzerinden düzenlemek yerine, isbirliğine yöneldiğini ortaya koymaktadır. Anarsik realite kabul edilmekle birlikte, bu yapıyı dizginleyen, devletler ailesini bir arada tutan ortak çıkar, uluslararası toplumun isleyisini sağlayan unsurdur. Uluslararası isbirliği, ekonomik–ticarî bağlılık, kültürel ve hümanist etkilesim, çatısmanın önüne 
geçilebilmesi için gereken zemini sağlamaktadır. 

Uluslararası toplumun temel aktörleri, süpheye yer olmaksızın, devletlerdir. Ancak, devletler uluslararası toplumun tek aktörleri değillerdir ve devletlerin nihaî amacı, bireylerin güvenlik ve refahını sağlamaktır. Bu açıdan, İngiliz Okulu, ahlaki normların önceliğini gözetmektedir. Kuram, bu sekilde uluslararası iliskilerde kültürün yerine ve sisteme olan etkilerine dikkat çekmektedir. 

İlk çağlardan aldığı mirasla birlikte kendi içinde sürekli olarak evrilerek dünyanın geri kalanına yayılan Avrupa uluslararası toplumu, 19. yüzyıldan sonra küresel bir yapı hâline gelmistir. Etkilesime geçtikleri diğer devletler sistemleri ve devletlere karsı yalnızca ticari ve askerî üstünlüğünü tasımayan ve diğer coğrafyalarda var olan medeniyetlerin kendi geleneklerini ve normlarını zorlayan ve dönüstüren uluslararası toplum, özellikle 20. yüzyıldan itibaren kendi kapasitelerini arttıran ve bu doğrultuda dıs politika enstrümanları arasına enerjiyi de katan diğer medeniyetler tarafından sorgulanmaya açılmıstır. Rusya, Çin, Libya, Venezüella ve İran gibi devletler kendi kültürlerinin ve geleneklerinin etkisiyle, özelikle Avrupalı–Batılı devletler tarafından elestirilen politikalar izlemektedir ve izlemeye de devam edeceklerdir. Enerji bağımlılığında olan Türkiye gibi devletlerin de enerji politikalarını güven ve istikrar temelinde sekillendirecek kaynaklar arayısında olması ve bu politikaları sürdürmeye devam etmesi kaçınılmaz görülmektedir. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;


80 Bull, “The Importance of Grotius”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 73. 
81 Wight, Power Politics, p. 111-112. 
82 Bull, The Anarchical Society..., p. 97-194. 
83 Kai Alderson ve Andrew Hurrel, “Bull’s Conception of International Society”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 1-19. 
84 Bull, The Anarchical Society..., p. 99. 
85 Bull, “International Relations as an Academic Pursuit”. 
86 Wight, Power Politics, p. 144. 
87 Watson, The Evolution of..., p. 253-255. 
88 Bull, The Anarchical Society..., p. 199-220. 
89 Vincent, “Order in International Relations”. 
90 Watson, The Evolution of..., p. 4-13. 
91 Bull, The Anarchical Society..., p. 123. 
92 Bull, “The Emergence of a Universal International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 
93 Bull, “The Grotian Conception of International Society”. 
94 Mathias Schmoeckel, “Consent and Caution: Lassa Oppenheim and his Reaction to World War I”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 270-288. 
95 Ibid. 
96 Wight, Power Politics, p. 107; Bull, The Anarchical Society..., p. 101. 
97 Bull, The Anarchical Society..., p. 157. 
98 Wight, International Theory..., p. 180. 
99 Carl Von Clausewitz, Savas Üzerine, çev. Selma Koçak, İstanbul, Doruk Yayınları, 2011, p. 45. 
100 Bull, The Anarchical Society..., p. 181. 
101 Bull, The Anarchical Society..., p. 187. 
102 Bull ve Watson, The Expansion of..., p. 9. 
103 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselis ve Düsüsleri, çev. Birtane Karanakçı, 12. bs., İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008, p. 42-58. 
104 Bull ve Watson, The Expansion ..., p. 6. 
105 Michael Donelan, “Spain and the Indies”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson 
(eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 75-85. 
106 Watson, The Evolution of..., p. 220. 
107 Edward J. Renehan Jr., The Monroe Doctrine: The Cornerstone of American Foreign Policy, New York, Chelsea House, 2007, p. 17-18. 
108 Norman Rich, Great Power Diplomacy: 1814–1914, New York, McGraw Hill, 1992, p. 12-15. 
109 Renehan Jr., a. e. , p. 62-75. 
110 Renehan Jr., a. e., p. 97. 
111 Renehan Jr., a. e., p. 99-104. 
112 Manfred Jonas, “American Isolationism and the Coming of the Second World War”, The Origins of the Second World War: An International Perspective, 
Frank McDonough (ed.), New York, Continuum, 2011, p. 429-445. 
113 Renehan Jr., a. e., p. 108. 
114 Watson, The Evoulution of..., p. 221-222; David Gillard, “British and Russian Relations with Asian Governments in the Nineteenth Century”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 87-98. 
115 Watson, “Russia and the European States System”. 
116 Watson, The Evolution of..., p. 216. 
117 Wight, International Theory..., p. 70-71. 
118 Bull, “The Emergence of a Universal International Society”. 
119 Gillard, a. e. 
120 Ibid. 
121 Gerrit W. Gong, “China’s Entry Into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 
122 Suganami, “Japan’s Entry into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 185-200. 
123 Ibid. 
124 Bull, “European States and African Political Communities”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 99-114. 
125 Ibid. 
126 Bull, “European States and African Political Communities”. 
127 Heinhard Steiger, “Peace Treaties from Paris to Versailles”, Peace Treaties and International Law in 
European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 59-99. 
128 Wight, International Theory..., p. 49-75. 
129 Bull, “European States and African Political Communities”. 
130 Chris Brown, “Preface”, Understanding International Relations. 
131 Aslıhan P. Turan, “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, Vol. 2, No. 2, 2010, p. 43-72. 
132 Isaac Asimov, Bilim ve Buluslar Tarihi, çev. Elif Topçugil, Ankara, Dmge Kitabevi, 2006, p. 13-16. 
133 Timothy Mitchell, Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal İktidar, çev. Fırat Berksun, İstanbul, Açılım Kitap, 2014, p. 260-263. 
134 Mitchell, a. e., p. 346. 
135 Mitchell, a.e., p. 74. 


KAYNAKÇA 

Alderson, Kai ve Hurrel, Andrew, “Bull’s Conception of International Society”, 
Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 1-19. 
Asimov, Isaac, Bilim ve Buluslar Tarihi, çev. Elif Topçugil, Ankara, İmge Kitabevi, 2006. 
Brown, Chris, “World Society and the English School: An ‘International Society’”, European Journal of International Relations, Vol. 7, p. 423-441. 
Brown, Chris, Understanding International Relations, Londra, MacMillan, 1997. 
Bull, Hedley ve Watson, Adam, “Preface”, The Expansion of International Society, 
Bull ve Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985. 
Bull, Hedley, “European States and African Political Communities”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, 
Oxford University Press, 1985, p. 99-114. 
Bull, Hedley, “International Relations as an Academic Pursuit”, Australian Outlook, Vol. 26, No. 3, 1972, p. 251-265. 
Bull, Hedley, “International Theory: The Case for a Classical Approach”, World Politics, Vol. 18, No. 3, 1966, p. 361-377. 
Bull, Hedley, “Martin Wight and The Theory of International Relations: The Second Martin Wight Memorial Lecture”, British Journal of International Studies, 
Vol. 2, No. 2, 1976, p. 101-116. 
Bull, Hedley, “Society and Anarchy in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight 
(eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 35-50. 
Bull, Hedley, “The Emergence of a Universal International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull, H. ve A. Watson (eds.), New York, 
Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 
Bull, Hedley, “The European International Order”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 170-187. 
Bull, Hedley, “The Grotian Conception of International Society”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 51-73. 
Bull, Hedley, “The Importance of Grotius”, Hugo Grotius and International Relations, 
Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 65-94. 
Bull, Hedley, “Twenty Years’ Crisis: Thirty Years On”, International Journal, Vol. 24, No. 4, 1969, p. 625-638. 
Bull, Hedley, The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics, New York, Columbia University Press, 1995. 
Butterfield, Herbert ve Wight, Martin, “Introduction”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., 
Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 6-13. 
Buzan, Barry, “From International System to International Society: Structural Realism and Regime Theory Meet the English School”, International Organization, Vol. 47, No. 3, 1993, p. 327-352. 
Buzan, Barry, “The English School: an underexploited resource in IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 471-488. 
Buzan, Barry, From International to World Society?: English School Theory and the Social Structure of Globalisation, Cambridge, Cambridge University Press, 2004. 
Cox, Michael, “Sunus”, E. H. Carr, Yirmi Yıl Krizi: 1919–1939, çev. Can Cemgil, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, p. 1-48. 
Devlen, Balkan ve Özdamar, Özgür, “Uluslararası İliskilerde İngiliz Okulu Kuramı: Kökenleri, Kavramları ve Tartısmaları”, Uluslararası İliskiler, Vol. 7, Sayı 25, Bahar 2010, p. 43-68. 
Donelan, Michael, “Spain and the Indies”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 75-85. 
Dunne, Tim, Inventing International Society: A History of the English School, Londra, MacMillan, 1998. 
Gillard, David, “British and Russian Relations with Asian Governments in the Nineteenth Century”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), 
New York, Oxford University Press, 1985, p. 87-98. 
Gong, Gerrit W., “China’s Entry Into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, 
p. 117-126. 
Hofmann, Stanley, “International Society”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University 
Press, 1990, p. 13-37. 
Hugo Grotius, Savas ve Barıs Hukuku, çev. Seha L. Meray, İstanbul, Say Yayınları, 2011. 
Jonas, Manfred, “American Isolationism and the Coming of the Second World War”, The Origins of the Second World War: An International Perspective, 
Frank McDonough (ed.), New York, Continuum, 2011, p. 429-445. 
Jones, Roy E., “The English School of International Relations: A Case for Closure”, Review of International Studies, Vol. 7, 1981, p. 1-13. 
Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükselis ve Düsüsleri, çev. Birtane Karanakçı, 12. bs., İstanbul, Türkiye İs Bankası Kültür Yayınları, 2008. 
Kingsbury, Benedict ve Roberts, Adam, “Grotian Thought in International Relations”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), 
New York, Oxford Press, 1989, p. 15-26. 
Knutsen, Torbjon L., Uluslararası Dliskiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, İstanbul, Açılım Kitap, 2006. 
Linklater, Andrew ve Suganami, Hidemi, The English School of International Relations: A Contemporary Reassessment, New York, Cambridge University Press, 2006. 
Little, Richard, “The English School’s Contribution to the Study of International Relations”, European Journal of International Relations, Vol. 6, 2000, p. 395-422. 
Mitchell, Timothy, Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal Dktidar, çev. Fırat Berksun, İstanbul, Açılım Kitap, 2014. 
Naff, Thomas, “The Ottoman Empire and Europe”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 143-169. 
Renehan Jr., Edward J., The Monroe Doctrine: The Cornerstone of American Foreign Policy, New York, Chelsea House, 2007. 
Rich, Norman, Great Power Diplomacy: 1814–1914, New York, McGraw Hill, 1992. 
Schmoeckel, Mathias, “Consent and Caution: Lassa Oppenheim and his Reaction to World War I”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late 
Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 270-288. 
Steiger, Heinhard, “Peace Treaties from Paris to Versailles”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, 
Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 59-99. 
Suganami, Hidemi, “British Institutionalists, or the English School, 20 Years On”, International Relations, Vol. 17, 2003, p. 253-272. 
Suganami, Hidemi, “C.A.W. Manning and the Study of IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 91-107. 
Suganami, Hidemi, “Japan’s Entry into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 
1985, p. 185-200. 
Turan, Aslıhan P., “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, Vol. 2, No. 2, 2010, p. 43-72. 
Vincent, R. J., “Order in International Relations”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University Press, 1990, p. 38-64. 
Von Clausewitz, Carl, Savas Üzerine, çev. Selma Koçak, İstanbul, Doruk Yayınları, 2011. 
Watson, Adam, “Russia and the European States System”, The Expansion of International Society, Bull, H. ve Watson, A. (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 61-74. 
Watson, Adam, The Evolution of International Society: A Comparative Historical Analysis, Londra, Routledge, 1992. 
Wight, Martin, “Western Values in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 89-131. 
Wight, Martin, International Theory: The Three Traditions, G. Wight ve B. E. Porter (eds.), New York, Holmes & Meier for the Royal Institute of International Affairs, 1992. 
Wight, Martin, Power Politics, H. Bull ve C. Holbraad (eds.), Londra, Continuum International Publishing Group Ltd., 2004. 
Wight, Martin, System of States, Leicester, Leicester University Press, 1977. 
Yurdusev, A. Nuri, “Uluslararası Şliskiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik: Uluslararası İliskilerde Temel Yaklasımlar, Dağı, Eralp vd., 12. bs., İstanbul, İletisim Yay., 2010, p. 15-56. 



***