Uluslararası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uluslararası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ekim 2017 Salı

AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor


AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor


Zeki Hacıibrahimoğlu 
26.05.2003/Sayı:31
AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi niçin kurulmuştur? Hangi insanların haklarını korumakta-dır? Uyguladığı hukuk kuralları herkes için aynı mıdır? Çifte standart var mıdır? Avrupa devletlerinden yapılan kişisel başvuru ile Türkiye’den yapılan başvurular eşit ve gerçeklere uygun değerlendiriliyor mu? Bunları belge ve delilleri ile açıklamak istiyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, uluslararası bir baskı grubu gibi hareket etmesi (Türkiye söz konusu olduğu zaman) ve bir takım çevrelerin baskısı altında, belli gayelere yönelik kararlar vermesi uluslararası adalet ve yargı adına büyük bir talihsizliktir.

Terör örgütü başı olan bir kişinin, Türkiye’de kendi can güvenliği açısından İmralı adasında yapılan yargılamaları milletlerarası alanda örnek olarak gösterilen bir yargılama ve yargı süreci sonunda karara bağlanmıştır.

Bu davayı başından sonuna kadar takip eden yedi avukattan birisiyim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye’den müdahil vekili olarak yalnız ben katıldım. Bu sebeple davanın başlamasından, iç hukuk yolları tükendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil geçen süre içerisindeki gelişmeleri kısaca özetlemek istiyorum.

Teröristbaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Şubat ayı karakışın tam ortasıdır.

Teröristbaşının can güvenliği için İmralı Adası seçilmiş ve Ada’da geniş güvenlik önlemleri alınarak can güvenliği sağlanmıştır. Bu arada Ada’da duruşmaların başlatılması için yoğun çalışmalar yapılmıştır. Şubat ayındaki hava muhalefeti sebebi ile sanığın sorgusu 3 gün gecikmeyle yapılmıştır. Sorgusu yapıldıktan sonra hakkında verilen gıyabi tutuklama kararları vicahiye çevrilerek sanık aynı yerde tutuklu sanık olarak ikamete başlamıştır. Bu arada Ada’da duruşma salonunun hazırlanması adaya geçişlerin ve kimlerin duruşmalara katılacağının tespiti, adaya geçişlerde can güvenliğinin sağlanması için yoğun çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmalar devam ederken Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999/21 Esas sayılı dosyası ile duruşma açılmış ve 24.03.1999 tarihinde Ankara 2 No’lu DGM salonunda ilk duruşma başlamıştır. İkinci duruşmada 30.04.1999 tarihinde yine Ankara’da yapıldıktan sonra İmralı’daki duruşma salonları hazır hale getirilmiş ve bundan sonraki duruşmaların İmramlı’da yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca İmralı adasında 30 bin Şehidin yakınlarına müdahil avukat olarak 12 kişilik yer ayrılmış buna mukabil tek sanık olan teröristbaşına da 12 müdafii avukat yeri ayrılmış. Sanık yakınlarına ayrılan yer ile 30 bin Şehit yakınına ayrılan yerde hemen hemen aynı sayıdadır. Ayrıca yerli ve yabancı basın mensuplarına ve uluslar arası kuruluşlara ayrılan yerlerle salon düzenlemesi yapılmıştır. Yani bütün dünya kamuoyu önünde duruşmalar başlamıştır.

Adaya geçiş Mudanya İskelesinden yapılmakta teröristbaşının Avukatı ve yakınları hariç, Şehit yakınları Avukatları ve diğer tüm katılanlar bu yolla adaya geçmektedirler. Adaya geçerken Şehit yakınları dahil, deniz otobüsü ücreti olarak herkesten 6milyon Türk Lirası alınırken Gemlik ilçesinden adaya getirilen sanık yakınları ve Avukatlarından para alınmamaktaydı. Çünkü onları askeri hücum botlar adaya getirmekteydi.

Bu davanın duruşması 2’si Ankara’da olmak üzere 11 duruşma sürmüş ve duruşmalar sabah saat: 9’da başlayıp akşam 16’ya kadar devam etmiştir. Yani her gün 6 saat kesintisiz duruşma yapılıyordu. Günde 6 saatten 11 duruşma hesaplanırsa 66 saatlik bir duruşma süresinden geçilmiştir. Bu durum Devlet Güvenlik Mahkemesindeki 6 senelik duruşmalara denk bir süredir.

Duruşmalar tamamlanmış mahkeme TCK’nın 125. Maddesine göre kararını vermiş dosya Yargıtay’a resen ve sanık vekillerinin Murafaalı temyiz istemi ile gönderilmiş Yargıtay da gerekli incelemeler yapılmış ve Ankara 2. Nolu DGM’nin verdiği kararda bir isabetsizlik görülmediğinden Hüküm onanmıştır.

Bu onamadan sonra sanık vekilleri karar düzeltme yoluna gitmişler ve bu talepleri de reddedilmiş ve iç hukuk yolları tükendiği için dosya sanık vekilleri tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gönderilmiştir.

İnsan Hakları Mahkemesinde yapılan duruşmaya katıldım. Bütün deliller Lehimize olmasına rağmen, hatta dosyada İnsan Hakları Komisyonu’nun İmralı’da ve Yargıtay’daki duruşmaların Hukuka uygun şeffaf bir duruşma olduğunu belirten raporları olduğu halde bunlar hiç nazara alınmadan iki sene bekletildikten sonra kararın bozulması Avrupa’nın çifte standart uygulamasının en açık delilidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Teröristbaşının mahkumiyet kararını iki yönden Hukuka aykırı bulmuştur. Birincisi gözetim süresinin 4 gün yerine 7 gün olması, ikincisi teröristbaşına ve Avukatlarına yeterli savunma hakkı verilmemesi.

Bu iki bozma sebebinin iç hukukumuz açısından incelemek ve kamuoyunu bu konu açısından bilgilendirmek istiyorum.

Öncelikle teröristbaşı Kenya’dan getirildiğinde kendisinin can güvenliği için İmralı Adasında gözetim altına alınmıştır ve yargılaması da bu adada yapılacağı önceden Türk ve Dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Gözetin altına alındığı yer Emniyet Müdürlüğünün dar ve karanlık odaları değil adada lüks bir Villayı andıran ve 700 asker tarafından korunan özel hazırlanmış bir yerdir.

Teröristbaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Şubat ayı Karakışın tam ortasıdır. Hava muhalefeti sebebi ile C. Savcısı ve Sorgu Hakimi adaya 3 gün gecikmeyle ulaşabilmiştir.

Teröristbaşının sorgusunun 3 gün gecikmeyle yapılmış olması teröristbaşının hangi haklarına halel getirmiştir. 35bin insanımızın katilinin sorgusu üç gün önce yapılmış olsaydı tahliye mi olacaktı? Yoksa Villa hayatı yaptığı Türkiye’nin en verimli adasından daha lüks bir yere mi nakledilecekti. AB’ye üye devletlerden İngiltere’ de Terör suçları için 36 gün, Fransa’da 16 gün ve diğer ülkelerde de bunlara yakın günler gözetim altında tutulabilirken Türkiye’de Dünyanın en kanlı terörör gütünün elebaşısının lüks bir yerde 3 gün fazla gözetimde tutmak uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı ise İngiltere’deki 36 güne, Fransa’daki 16 güne ne demeli?

İkinci bozma sebebi sanığa ve Avukatlarına yeterli savunma hakkı verilmemiştir, iddiasıdır. Şunu hemen belirtmeliyim ki dünyanın hiçbir yerinde tebasi bulunduğun devlete başkaldıracaksın bölüp parçalamak ve ayrı bir devlet kurmak için 35bin kişiyi çoluk çocuk demeden öldüreceksin ve mahkemece savcı iddianamesini okuduktan sonra sizin verdiğiniz ölü sayısından daha fazla kişiyi öldürdük ama beni asarsanız Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında kaybettiği topraklardan daha fazlasını kaybeder diye tehdit savuracaksınız. Böyle bir davranışa hiçbir AB ülkesi müsamaha etmez. Ancak Türkiye Adaleti teröristbaşı Öcalana ve Avukatlarına yeterli savunma hakkının da üzerinde hiçbir tutukluya ve Avukatına tanınmayan haklar tanınmıştır. Teröristbaşı o kadar rahat ve kendine güveniyor ki tutuklu olarak yargılandığı duruşmalarda zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti devletini tehdit etme cüretini de gösterebiliyor.

Yargılamanın devam ettiği 11 duruşma boyunca, sanık Avukatlarına istedikleri kadar söz hakkı veriliyor, söyledikleri her şey noksansız olarak zapta geçiyordu. Hatta teröristbaşına yeterli savunma hazırlığı yapabilmesi için adaya Fotokopi makinesi getirildiği gibi mahkeme başkanının talimatı ile teröristbaşı duruşmadan sonra dosyanın tamamını inceleme ve fotokopi alması serbest bırakılmıştı.

Ceza Mahkemeleri Kanununa göre iddia makamı son mütalaasını verdikten sonra sanık Avukatları savunma yapmak için mehil isterler ve bu mehil kendilerine kanun gereği verilir. Teröristbaşının Avukatları da mehil istemişler kendilerine mehil verilmiş, ek mehil talepleri olmuş tekrar süre verilmiştir. Bundan sonra savunmalarını 300 sayfa olarak dosyaya ibraz etmişler ve sözlü olarak hem teröristbaşı ve hem de Avukatları bu savunmayı okumuşlardır.

Bu kadar açık ve dünya komuoyu önünde yapılan bir yargılamada hangi aşamada savunma hakları kısıtlanmıştır. Teröristbaşının ve Avukatlarının yazılı savunmaları dosyada mevcut olup kendilerinin savunma haklarının kısıtlandığına dair bir beyanlarıda yok iken böyle bir iddia ile davayı bozmak ve hele sanık vekillerinin bir talebi olmadan kendilerine 180.000. euro tazminata hükmedilmesi Avrupanın çifte standardının çok açık bir örnağidir.

Büyük Atatürk “ Bağımsızlık benim Karakterimdir.” Sözünün ışığı altında güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti için el ele diyorum.



http://www.turksolu.org/31/zeki31.htm


***

24 Şubat 2017 Cuma

İNGİLİZ OKULU PERSPEKTİFİNDEN ULUSLARARASI TOPLUM VE ENERJİ GÜVENLİĞİ: BÖLÜM 2



İNGİLİZ OKULU PERSPEKTİFİNDEN ULUSLARARASI TOPLUM VE ENERJİ GÜVENLİĞİ:  BÖLÜM 2




2. Uluslararası Toplumun Temel Kurumları ve Enerji Uluslararası Toplumun Temel Kurumları 

Uluslararası toplumun temel kurumları, tarihî gelisim sürecinde bulunabilir. Wight, bu kurumları, “diplomasi, ittifaklar ve garantiler, savas ve tarafsızlık” olarak ifade etmektedir.81 
Kısaca, diplomasi müzakere; ittifaklar ortak çıkarın etkinlestirilmesi; hakemlik (garantiler) devletler arasındaki küçük anlasmazlıkların çözümü; savas ise anlasmazlıkların nihai çözüm kurumudur. Bull ise uluslararası toplumun kurumlarını güçler dengesi, uluslararası hukuk, diplomasi, savas ve büyük güçler arasındaki denge olarak ifade etmektedir.82 

Alderson ve Hurrel’in dikkat çektiği gibi, genel güçler dengesi ve büyük güçler arasındaki denge, uluslararası toplum içinde salt militer kapasiteye dayalı bir güç mücadelesi olarak anlasılmamalıdır.83 İngiliz Okulu’nda güç, daha genis anlamda, “prestiji, otoriteyi ve mesruluğu” ifade eder. Bull, güçler dengesinin, yalnızca klasik anlamda askerî mücadeleden farklı sekilde, Vattel’in ifade ettiği biçimiyle, “kanunu kabul ettirebilme” kapasitesi olarak da tanımlanması gerektiğini belirtir.84 Güçler dengesi, uluslararası toplumun ve üyelerinin 
varlığını garanti altına almasının yanında, uluslararası toplumun diğer kurumlarının – diplomasi, savas, uluslararası hukuk ve büyük güçler arasındaki denge– isleyebilmesi için gereken düzeni sağlama islevini yerine getirir. Anarsik bir yapıyı barındıran uluslararası toplumdaki güç mücadelesi süreklidir; bu noktada Bull, Carr’la benzer sekilde “Sahip Olanlar ve Sahip Olmayanlar” [Haves and Have-Nots] arasındaki mücadelenin varlığını kabul eder.85 

Bu sürekli mücadele içinde uluslararası toplumun ve üye devletlerinin varlığı ve özgürlükleri önceliklidir. Wight’ın belirttiği gibi yayılmacılık, güçlerin doğasında vardır.86 
Buradan hareketle, hegemonya kavramı klasik anlamda, uluslararası sistemin ya da uluslararası toplumun varlığını tehdit eden, yayılmacı güç olarak anlasılır. 
Böyle bir güç karsısında, Avrupa uluslararası toplumunun anti–hegemon karakteristiği olan, güçler dengesi mekanizması gelistirilmistir. 
Buna Habsburglar’ın, XIV. Louis ya da Napolyon zamanında Fransa’nın karsılastığı anti–hegemonik toplumsal reaksiyonlar klâsik örnekler olarak verilebilir.87 

Uluslararası toplumun isleyisindeki bir diğer kurum olan büyük güçler, uluslararası düzenin sağlanması için; 
i) Genel güçler dengesini korumalı, 
ii) Kendi aralarında krizlerden kaçınmalı ya da bunları kontrol altında tutabilmeli, 
iii) Savasları sınırlandırmalı ya da kontrol altında tutmalıdırlar.88 

Büyük güçler, uluslararası toplumun geri kalanıyla olan iliskilerinde kendi nüfuzlarını kullanmak kaydıyla bu unsurları gerçeklestirerek, uluslararası toplumun güçlenmesini sağlar. Diğer yandan, büyük güçler, diğer üyelerin güçlerine ve bölgelerindeki iliskilerine de saygı göstermek zorundadır. Büyük güçlerin dikkat etmesi gereken bir baska husus, adil ve makul olan talepleri göz ardı etmemek ve ikincil büyük güçlere saygı göstererek onları büyük güçler klübüne tesvik etmek olmalıdır. Bu sekilde, devletler sisteminde olduğu gibi, uluslararası toplum içinde de sürekli bir güç mücadelesinin varlığı ve 
bunun doğallığı kabul edilmis olur. Vincent, Bull’un özel bir devletler grubuna sempati beslemediğine dikkat çeker; çünkü, güç mücadelesi sonunda büyük güçlerin değisebileceği kabul edilmektedir.89 Bu noktada, Watson, hegemonya kavramına klasik anlamından farklı bir anlam yükler.90 Bu anlamıyla hegemonya, Vattelci bir yaklasımla, bir sistem içinde, sistemin isleyisi hakkında, üye devletleri içislerinde tamamıyla bağımsız bırakarak, dıs iliskilerinde düzenleyici ve kural koyucu role sahip güç ya da yönetimdir. Bu gücün, tek bir devletten olusması sart değildir. Dolayısıyla, büyük güçlere, diğer üye devletler tarafından mesru olarak kabul gören bir hegemonik rol yüklenir. 

İngiliz Okulu, uluslararası hukukun “doğal hukuk” temelinde baslayıp, giderek plüralist bir yapıyla kurumsallastığı sonucuna ulasır. Uluslararası hukuk, “toplumsal sürecin sonucu”dur.91 Dolayısıyla uluslararası hukuk, uluslararası toplumun anarsik düzeninin körü körüne yapısının önüne geçen düzenleyici bir role sahiptir. Diğer yandan Bull, tüm ahlaki anlasmazlıkların bir tek referans noktasından uzlastırılabileceği dogmasına karsı çıkmaktadır. Kültürel olarak bölünmüs dünyada, ortak doğru, bireylerin ve grupların en temel ahlaki 
çıkarımlarda bile çatıstığı, aralarında rasyonel bir seçim yapma yolunun olmadığı bir alandır. Dolayısıyla, herkes için esit ya da ortak iyilik için çıkarım yapıla bilecek bir Grotiusçu doğal hukuk fikri benimsenmez. Bull’a göre, tarihsel süreçte, doğal hukuk asıl anlamından uzaklasmıs; Avrupalı devletler, Avrupalı olmayanlara karsı doğal hukuk yoluyla Hristiyanlığın mesajını yaymıstır.92 

Bull, Grotiusçu solidarist uluslararası hukukun yerine Oppenheimcı plüralist bir yaklasımla bir anlamda kendi açığını kapatmıs olur.93 Oppenheim’a göre, sadece devletler kuralları destekler; çünkü, uluslararası siyasette paylastıkları çıkarları vardır. Avrupa geleneğine bağlı olarak, adalet tanımlamaları benzerdir ve aynı medeniyet kavramı üzerine kurulu bir “devletler ailesi” olustururlar. Bu doğrultuda hukuk, devletlerin ortak iradesiyle var olmaktadır. Devletler de esit haklara sahip ve eylemlerinden sorumlu “egemen” devletlerdir.94 
Bull’a göre bireyler, uluslararası hukukun kisileri sayılmazlar. Oppenheim da devletlerin zaten bireyleri temsil ettiğini savunmaktadır.95 Uluslararası hukuk, devletlerin, varlığını kabul ederek, diğer siyasal aktörlerle iliskilerini düzenleyeceği taahhüdü altına girmis olduğu bağlayıcı kuralların bütünüdür ve aynı zamanda, uluslararası toplumun varlığının en önemli kanıtlarından biridir.96 

Uluslararası hukuk gibi diplomasi de, uluslararası toplumun üyeleri olan siyasal aktörleri arasındaki iliskilerin, barısçıl yollardan düzenlenme aracıdır ve uluslararası toplumun varlığının bir baska kanıtıdır.97 Diplomasiden anlasılması gereken, “İtalyan diplomasisi gibi oportünist ya da Britanya’nın geleneksel diplomasisi değil; Grotiusçu anlamda, güçler dengesine bağlı olarak tarafların materyal ve fiziksel olarak, iki tarafın esit sartlarda ve karsılıklı güvene dayanarak müzakere edilmesi”dir.98 

Diplomasinin sona erdiği yerde, savas kurumu devreye girer. Bu anlamda, İngiliz Okulu, savası, Clausewitz’in tanımladığı sekilde siyasetin, baska araçlarla devamı olarak görür.99 Savas, uluslararası toplumun var olmadığı anlamına gelmez. Buzan’ın dikkat çektiği gibi birçok toplum, “siddeti” (kurban etme ayinleri, savasçı kahraman kültürleri) ve “esitsizliği” (kölelik; etnik, dinî, sınıf ve cinsiyet ayrımcılığı) barındırmıstır. İngiliz Okulu, savasın Avrupa uluslararası toplumunun tarihi içinde var olduğunu ifade etmekte daha açıksözlü davranmaktadır. Dolayısıyla savas, uluslararası toplum içinde sınırlanması ve baskı altında tutulması gereken bir realite olarak yer alır. Bu açıdan savas, uluslararası hukukun güçlendirilmesini; güçler dengesinin korunmasını ve hukukî alanda adil düzenlemeler yapılmasını gerektiren bir itici güç anlamı tasır.100 Aynı zamanda savas, uluslararası sistemde belirleyici bir role sahiptir. Bull, savasın ve savas tehdidinin büyük ve küçük güçleri ittifaklara yönelttiğini, nüfuz bölgelerini, güç ve hegemonya dengelerini belirlediğini ifade eder.101 

Kültür, Medeniyet ve Geçmisin Mirası 

Çalısmanın buraya kadarki kısmında, İngiliz Okulu’nun kurucu düsünürleri ve basvurdukları metodoloji, uluslararası toplumun epistemolojisi, ontolojisi ve isleyisi tanıtılmıstır. Bull ve Watson’a göre, uluslararası toplum “tarihî bir perspektifle anlasılabilir”.102 Bu sebeple, çalısmanın bundan sonraki kısmında, devletlerin enerji ve enerji güvenliği politikalarının anlamlandırılabilmesi için tarihsel-yorumlayıcı bir metodoloji kullanılacaktır. 

İlk çağlardan itibaren, Avrupa merkezli uluslararası toplum, tarih içinde dünyanın kalanına yayılarak diğer uluslararası devletler sistemleriyle etkilesime geçmistir. Bu etkilesim sürecinde, Avrupa uluslararası toplumu gelismis olan teknolojisinin kendisine sağlamıs olduğu, öncelikle ticari ve daha sonra askerî üstünlükten istifade ederek, kendi medeniyetinin ve kültürünün üstünlüğü iddiasını da yayılmıs olduğu coğrafyalara tasımıstır. Bu üstünlük iddiası, yalnızca, kültürel olmakla kalmamıs, aynı zamanda etkilesime girilen devletler ve 
devletler sistemlerinin kurumlarını ve diplomatik kodlarını da sorgulamaya açmıs ve dönüstürme maksadını tasımıstır. Avrupa’nın askerî teknolojisi sürekli olarak yenilenirken dünyanın diğer bölgelerindeki devletlerin askerî yapıları kemiklesmistir. Avrupalı devletler ortak hareket ettiklerinde bir toplum olarak istedikleri sartları karsı tarafa kabul ettirebilmislerdir.103 

Avrupa uluslarararası toplumunun, XV. asırdan baslayarak dört yüz yıl boyunca dünyanın kalanına yayılması sürecinde, dünya üzerinde tek bir uluslararası sistem ya da toplumdan bahsedilmesi mümkün değildi; ancak, farklı bölgesel–uluslararası sistemler mevcuttu. Avrupalı devletlerin yayılması da farklı coğrafyalarda, bölgelere bağlı olarak değisen özellikler göstermis ve uluslararası toplumun kuralları ve kurumları etkilesimlere bağlı olarak yeniden sekillenmistir. Dört asır süren süreç sonunda, XIX. asrın sonunda ortaya çıkan küresel ölçekli siyasal yapı Avrupa uluslararası toplumu üzerinde sekillenmistir. Avrupa uluslararası toplumunun yayılma sürecinde etkilesime girdiği bu bölgesel uluslararası sistemler: Amerika Kıtası’nda Meksika ve Peru İmparatorlukları, Asya’da Arap–Müslüman ve Hint sistemlerinin yanında Çin uluslararası sistemidir. Afrika’da ise daha çok gelismemis ve ilkel siyasal yapılar bulunmaktaydı. 

Uluslararası sistemlerin birbiriyle ya da Avrupa uluslararası toplumunun diğer sistemlerle olan iliskisinin öncelikli olarak ticaret yoluyla basladığı görülmektedir. Bu dönemde Avrupalı devletler genel olarak doğal hukuka dayanarak her iki tarafın da esitliğine ve ticaret yapma özgürlüğüne vurgu yapmıstır. Bunun yanında Avrupalılar’ın bu yaklasımı kendi içinde, ticarî iliskilerini sürdürdükleri diğer topluluklara karsı –Müslüman devletler ya da Çin İmparatorluğu olsun– Helenler’in barbarlar nitelendirmelerine benzer bir sekilde “Hristiyanlar ve kâfirler” ya da “Avrupalılar ve Avrupalı olmayanlar” ayrımcılığını da barındırmıstır.104 Bu yaklasımın en çarpıcı örnekleri Latin Amerika’da conquista ve kıtanın Hristiyanlastırılmasında ve Müslüman devletler sistemleri ya da Çin’le olan iliskilerde görülmektedir. Dikkat çekilmesi gereken bir nokta, Avrupa uluslararası toplumunun yayılmasıyla es zamanlı olarak kendi içinde de evrilmesi ve bunun diğer devletler sistemleriyle olan iliskilerine yansımasıdır. Daha açık ifade etmek gerekirse, Avrupa uluslararası toplumunun yayılması tekbiçimli ve sistematik değildir; Avrupa uluslararası toplumunun kendi mekanizması ve kurumları da sürekli olarak yeniden sekillenmistir. 

Uluslararası Toplumun Amerika ile Etkilesimi; 

Avrupa uluslararası toplumunun, İspanyol ve Portekizli conquistadorların “ İnancılık ” (fideizm) iddiasıyla Aztek ve İnka İmparatorlukları’nı isgalleriyle baslayan105 Amerika Kıtası’na yayılması süreci, Kuzey Amerika ve Karayipler’in; Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa arasındaki mücadele doğrultusunda kolonilestirilmesiyle sürmüs106, bu kıta, 1800’lere kadar merkantilist bir anlayısla, Avrupa’ya değerli maden sağlamak ve kıta içindeki savaslarla hegemonya mücadelesini finanse etmek amacıyla kullanılmıstır. Avrupalı devletlerden bağımsızlıklarını kazanan koloni devletler, öncelikli olarak Avrupalı güçlerin merkantilist sömürü sisteminden ve daha sonra güçler dengesi mekanizmasından çıkmak istemislerdir. 

Bağımsızlıklarını kazanan yeni devletler, Avrupalı kültür miraslarını sürdürmeye devam etmisler; özellikle Amerika Birlesik Devletleri, bir Batılı devlet olarak Avrupa uluslararası toplumunun yayılmasında rol almıstır. Bununla birlikte, Amerika Birlesik Devletleri’nin Avrupa ile olan kültürel bağı ve mirası, bu devletin Avrupa uluslararası toplumunun isleyisine hem ortak medeniyet ve aynı zamanda ortak çıkar temelinde katkıda bulunmasına vesile olmustur. Bu devletin, ticaret hacmini arttırması ve kıyılarını İngiltere ve Fransa 
donanmalarına karsı koruması için güçlü bir donanma kurması107; Amerika Kıtası’nda yayılırken Avrupalı güçlerin aralarındaki çatısmaları ve Avrupa güç dengesini sürekli takip etmesi; Louisiana’nın Napoléon Savasları sırasında Fransa’dan satın alınması108; 1819’da Transcontimental Anlasması’yla, Florida’nın İspanya’dan alınması; İspanya ve Portekiz krallıklarına karsı bağımsızlık mücadelelerini sürdüren Latin Amerika devletlerine, hiç vakit kaybetmeden elçilerini göndermesi109 ve Monroe Doktrini ile Avrupalı güçleri kıtadan uzak tutma niyetini belli etmesi, Amerika Birlesik Devletleri’nin zaman içinde küresel bir güç olmayı hedeflediğinin ve Wight’ın ifade ettiği gibi, güçlerin doğasının gereği olarak yayılmacı bir siyaset izleyeceğini açıkça göstermekteydi. Nitekim, 1895’te yeniden yorumlanan Monroe Doktrini doğrultusunda, Latin Amerika’daki Avrupalı kolonilesmesine karsı çıkmasına ek olarak ABD, kıtadaki tüm konularda söz hakkı olduğu öngörmüstür.110 1904 Venezüela Krizi sırasında Monroe Doktrini’nin açıkça ihlâl edilmesi sonrasında Theodore Roosevelt’in, Doktrinden çıkardığı sonuç, Karayipler ve Güney Amerika’da, ABD emperyalizminin sinyallerini vermektedir. Küba, Nikaragua, Haiti ve Dominik 
Cumhuriyeti’yle olan iliskileri bunun örneklerini teskil etmektedir.111 ABD, Çin’de “açık kapı” siyasetini savunarak, çıkar alanları söz konusu olduğunda hedeflerinden ödün vermeyeceğini göstermistir. 1898 Dspanyol Savası’ndan sonra da Pasifiğe yayılmıs; 1905’te 

Rusya’ya karsı Japonya’yı desteklemis ve savas sonunda barıs müzakereleri Washington’da gerçeklestirilmistir.112 Kolombiya, Panama Kanalı için ABD ile isbirliğine yanasmadığı zaman, bağımsız bir Panama devletinin kurulması sağlanmıstır. 1903’te imzalanan anlasma ile kanalın kontrolü ABD’ye bırakılmıs ve 1926’da kanal üzerindeki Amerikan kontrolü genisletilmistir.113 1945’ten sonra, Soğuk Savas boyunca ve bugün de Amerika bir hegemon güç olarak küresel hedeflerini sürdürmektedir. 

ABD’nin dıs siyaseti, XVIII. asırdan itibaren çıkarlarından ödün vermemesine ve kendi tanımlamalarının uluslararası toplum tarafından kabullenilmesine yönelik mücadelesine dayanmaktadır. ABD’nin, uluslararası sistem içindeki yerinin ve hedeflerinin tam olarak anlasılabilmesi önem arz etmektedir. Nitekim, ABD, günümüzde enerji konusunda kendi belirleyici yerinin ve hedeflerinin sorgulanması durumunda çıkalarından ödün vermeyeceğini açıkça göstermekedir. 

Uluslararası Toplumun Asya ile Etkilesimi; 

Avrupa uluslararası toplumunun Asya kıtasına doğru yayılması ise iki farklı yön izlemistir. Bunlardan ilki, Portekiz, İspanya, Hollanda, Büyük Britanya ve Fransa’nın donanmalarıyla öncelikli olarak ticaret amacıyla Asya uluslararası sistemleriyle etkilesime geçmeleridir. Diğer süreç ise, 1500’lerde Moğol–Tatar İmparatorluklarının çözülmesinden sonra ortaya çıkan güç bosluklarını, karadan Rusya ve Büyük Britanya’nın; bu iki devlete nazaran daha az ölçüde Fransa’nın doldurmasıyla gerçeklesmistir.114 

Latin Hristiyanlık Âlemi’nin bir üyesi olmayan Rusya, 1613’te Romanov Hanedanlığı’yla beraber Batılılasmaya baslamıstır. I. Petro döneminde Avrupa teknolojisi ve tekniklerini alan Rusya, Avrupa güçler dengesinin bir parçası olmus ve Batı’ya sırtını tekrar döndüğü 1917’ye kadar Avrupa uluslararası toplumunun Asya’nın içlerine yayılmasında önemli bir etkiye sahip olmustur.115 Osmanlı Dmparatorluğu, XVI. asırdan itibaren Avrupa uluslararası toplumu açısından önemli bir rol oynamıstır. Avrupalı devletler bu dönemde, Osmanlılar’ın gücünü hesaba katmaksızın hareket edememislerdir; ancak, daha önce değinildiği üzere Osmanlı Dmparatorluğu, XX. asrın basına kadar Avrupa uluslararası toplum unun bir parçası olmamıstır.116 

Osmanlı İmparatorluğu’yla iliskilerinden edindikleri tecrübeler sonucunda Avrupalı devletler, diğer medeniyetlerle olan iliskilerini öncelikli olarak “doğal hukuk” temelinde sekillendirmislerdir. Bu doğrultuda, evrensel ve karsılıklı olan, kaynağını Yunan ve Romalı Stoacılar’dan alan doğal hukuk, Romalılar’ın jus gentium uygulamasında olduğu gibi, inanıslar ya da gelenekler ne olursa olsun, savas, barıs ve yabancıların ikâmet hakları gibi konuları belirliyordu. Ancak, Amerikalı halklarla olan iliskilerde görüldüğü gibi doğal hukuk, vahsilerle ya da “barbarlar”la olan iliskilerde düzenleyici olarak görülmemistir.117 Doğal hukuk, zamanla anlamından uzaklasarak, Yunanlılar’ın köleler ve barbarlar ayrımına benzer sekilde, Amerikalı (ya da Afrikalı) yerlilere karsı Hristiyanlığın mesajının zorla yayılmasına dönmüstür. Avrupa uluslararası toplumu, diğer uluslararası sistemlerle olan iliskilerinde de “Avrupalı Hristiyan Klubü ve diğerleri” olarak algılanmaya baslanmıstır.118 Özetlemek gerekirse, Avrupalı devletlerin Asya uluslararası sistemleriyle olan iliskileri XIX. asra kadar karsılıklılık esasına dayanmıs, Amerikalı ve Afrikalı topluluklarla olan iliskilerinden farklı bir görünüm arz etmistir. Bu farklılıklar ve etkilesimin nitelikleri, günümüzde enerji zengini 
devletlerin dıs politikalarının anlamlandırılması için önemli emareler tasımaktadır. 

Avrupalı güçlerin Asya uluslararası sistemleriyle olan iliskileri karsılıklığa dayanırken, XIX. asırda bu özellik yerini güç kullanımına bırakmıstır. XIX. asırda Avrupa uluslararası toplumunun Asyalı uluslararası sistemlerle etkilesiminin en belirleyici yönü Çin ve Japonya’yla sürdürülen iliskilerde görülmektedir. 

XVIII. asrın sonuna gelindiğinde Asya Kıtası’nda; Avrupalı devletlerarası sistem, Müslüman devletler sistemi, Hint devletlerararası sistemi ve Çin devletlerarası sistemlerinden bahsetmek mümkündü.119 Avrupalı devletlererası sistem Avrasya’da ağırlıklı olarak Rusya, Britanya ve Fransa ile yerel siyasi devletlerden olusmaktaydı. Müslüman devletlerarası sistemi basta Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, İran ve Orta Asya’daki Buhara, Hive, Hokand ve diğer Afgan hanlıkları ve Arap prensliklerini kapsamaktaydı. Hint devletlerarası 
sistemi Moğol İmparatorluğu’nun çözülmesinden sonra ortaya çıkan Hindu, Müslüman ve Sikh devletlerinden olusmaktaydı. Çin devletlerarası sisteminin ise basta Çin İmparatorluğu olmak üzere Japonya’yı da kapsadığı kabul edilmektedir.120 Hint devletlerarası sistemi, 1798 ve 1818 yılları arasında Büyük Britanya’nın bölgede değisen siyaseti sonucunda ilk yıkılan olmustur. Müslüman devletlerarası sistemi ise varlığını Birinci Dünya Savası’nın sonuna kadar koruyabilmistir. Avrupalı güçlerin askerî gücü, yapıları kemiklemis ve teknolojileri kendilerine kıyasla ilkel olarak kabul edilebilecek bu siyasal yapılarla olan mücadeleleri sonucunda, XIX. asrın sonuna kadar bu devletlerin ve dolayısıyla devletlerarası sistemlerin yıkılmasıyla sonuçlanmıstır. Türkiye ve İran ise diğer devletlerden farklı olarak varlıklarını evrilerek korumayı basarmıstır. 

Çin’in uluslararası topluma girisi, pek çok yönüyle Avrupalı olmayan devletlerin katılımından farklılık arz etmektedir. Avrupalı güçlerin dünyanın kalanına yayılırken etkilesime geçtikleri uluslararası sistemlerdeki devletler, Avrupa medeniyetinden etkilenmis ya da isbirliğine razı olarak Avrupa uluslararası toplumunun birer üyesi olmuslardır. Bu devletlerden farklı olarak “Konfüçyusçu Milletler Ailesinin Orta Krallığı Çin” kendini zaten yeteri kadar gelismis bir medeniyet olarak görmekteydi ve Avrupalılar’ın kendi medeniyet standart larını zorla dayatmalarına sert bir direnis göstermistir.121 Batılı güçler açısından bakıldığında durum, Avrupa uluslararası toplumunun küresel ölçekte yayılmasıyken, kendi medeniyetinin standartları sorgulanan Çin açısından “asağılama ve zorlama” niteliği tasımaktadır. 

Japonya açısından da Batılılasma, Batılı güçlerin yabancılarla olan iliskilerinde kendi resmî yöntemlerini ve kurumlarını dayatmasını içermektedir.122 Japonya, Amiral Perry’nin 1853’te ülkeyi Batı’ya açmasından itibaren, geri döndürülemez bir Batılılasma sürecine girmistir. Avrupa uluslararası toplumuna girisinden sonra Japonya, Batılı kodları duraksamadan uygulamaya geçirmis ve bunu ilerlemenin anahtarı olarak kabul etmistir. 

Kendisine sunulan “ Esitsiz Anlasmaları ” Kore’nin önüne koymus ve güç siyaseti doğrultusunda yapılanmasını devam ettirmistir. 1894–1895 Çin ile Japonya Savası; 1901’de Boxer Ayaklanması sırasında Japonya’nın Avrupalı güçler ve ABD ile birlikte Çin’e müdahalesi; 1902’de Anglo–Japon ittifakı; 1904–1905 Rusya ile Japonya Savası ve 1910’da Kore’nin Japonya tarafından ilhâk edilmesi Japonya’nın, Batılı güçler tarafından artık bir büyük güç olarak kabul edildiğini göstermektedir.123 

Uluslararası toplumun XIX. asırda Asya’ya yayılması, birçok açıdan XX. asırdaki küresel uluslararası toplumun yapısı ve karsılasacağı sorunlara dair emareler tasımaktadır. 

Bunlardan ilki, Batı medeniyetinin standartlarının, Batılı olmayan medeniyetler tarafından nasıl algılandıkları, özellikle Çin’in kültürel yapısını korumak üzerine direnisinde ve Japonya’nın dönüsümünde görülmektedir. Avrupa uluslararası toplumunun, Batı medeniyetinin kültürel standartlarını yayıldıkları bölgelere tasıması ve emperyalist uygulamaları, Batılı olmayan toplumlarda “ Öteki ” ve dolayısıyla “asağılanma” algısını daha da arttırmıstır. 

Batı değerlerinin sorgulanmaya basladığı Çin’de görülen ayaklanmalar, Birinci Dünya Savası’ndan sonra artmıs, İkinci Dünya Savası’ndan sonra da Üçüncü Dünya’da benzer hareketlerin ortaya çıkmasıyla ve “dekolonizasyon”la sonuçlanmıstır. XX. asırda uluslararası toplumun bütünlesmesinin önündeki en önemli sorunun kültür farklılığı olduğu görülmektedir. Diğer yandan uluslararası topluma girdikten sonra güç siyasetini sürekli hâle getiren Japonya’nın, askerî alandaki basarısına rağmen “ırksal esitlik” talepleri redddedilmistir. Çinliler’le birlikte Japonlar da kendilerini “öteki” olarak görülmüs ve Batılı ile Batılı olmayan medeniyetler arasındaki ayrım keskinlesmistir. 

Uluslararası Toplumun Afrika ile Etkilesimi; 

1870’ten itibaren Avrupa uluslararası toplumunun dünyanın geri kalanına emperyalist yayılmacılığının hedefleri Uzakdoğu Asya ve sonra da Afrika olmustur. Bu süreç, sahip oldukları konumlarını korumaya çalısan Büyük Güçler’le (Have Powers) siyasî birliğini sonradan tamamlayan ve büyümelerini sürdürebilmek için kaynak arayısında olan diğer güçlerin (Have–Not Powers) mücadelesi seklinde devam etmistir. 

Öyle ki, 1880’den önce, Avrupalı güçlerle Afrikalı siyasî topluluklar arasında, Portekiz’in Angola ve Mozambik; Fransa’nın Senegal; Hollandalı ve Britanyalı denizcilerin Güney Afrika’da yapmıs olduğu kıyı saldırılarından ve birkaç kesif gezisinden baska bir iliski mevcut bulunmamaktaydı ve kapsayıcı bir diyalog kurulması da mümkün görünmemekteydi.124 Afrika’da hüküm süren siyasal yapılar da bir hükümet olmaksızın güce dayalı sekilde düzenlerini sürdüren topluluklardan olusmaktaydı. Genel olarak bakıldığında, Afrikalı siyasal toplulukların kendi aralarındaki iliskilerde ise ahde vefaya dayanan bir diplomatik geleneğin varlığından bahsedilebilmektedir. Ancak, tüm kıtaya yayılan bir Afrika 
uluslararası sistemi ya da toplumundan söz edilmesi de olanaksızdı. Avrupalı devletlerin Afrika’yla olan iliskisi Akdeniz seridindeki devletler sayılmadığı takdirde XVI. ve XIX. asırlar arasındaki dönemde köle ticaretine dayanmaktaydı.125 

Sahara’nın güneyinde kalan bölgeye Avrupa uluslararası toplumunun yayılması, 1876’da Belçika Kralı II. Léopold’ün kurmus olduğu “Afrika’nın İncelenmesi ve Afrika Uygarlığının Korunması için Uluslararası Derneği”nin çalısmalarıyla ve 1884’te Fransızlar’ın da Asağı Kongo havzasına bir sefer düzenlemesiyle devam etmistir. Bull, 1884–1885 Berlin 

Konferansları ve sonunda ortaya çıkan Berlin Nihaî Senedi’ni, Avrupa uluslararası toplumunun emperyal üstünlüklerini bir birlik içinde empoze etmelerinin sembolü olarak değerlendirmektedir.126 Konferansta, Afrika Kıtası’nın, Avrupalı devletlerin güçleriyle orantılı olarak Afrikalılar’a danısılmaksızın paylasılmasının yanında kolonici güçlerin sorumlulukları konusunda da fikirbirliği sağlanmıstır. Kolonilere karsı sorumluluk fikri, Berlin Nihaî Senedi’nden sonra 1889–1890 Brüksel Konferansı’nda, daha sonra Milletler Cemiyeti Kurucu Anlasması’nda Manda Sistemi ve Birlesmis Milletler’de Mütevelli Konseyi olarak evrilerek varlığını sürdürmüstür. Ayrıca, Berlin Nihaî Senedi, her ikisi de uygar devletler tarafından yapılan uluslararası hukukun alanı ile koloni hukuku alanını ayırmaktadır.127 Üzerinde anlasmaya varılan kararlar, Avrupa uluslararası toplumunun doğal hukuku ne sekilde yorumladığını bir kez daha ortaya koyması açısından önemlidir. Batılı güçlerin gelismemis topluluklara iki yönlü paternalist yaklasımı, “medeniyetin kendini genisletmek için mutlak hakkı olduğu yönündeki pozitif doktrin”e dayanmaktadır. İkinci olarak bu yaklasım, “barbarların hiçbir hakka sahip olmadığı” ve “sömürülebilecekler”ini öngörmektedir.128 Afrika, Avrupalılar tarafından Avustralya ya da diğer coğrafyalar gibi territorium nullius olarak görülmemis; bununla birlikte buradaki siyasal toplulukların mevcudiyetleri kabul edilmistir. Ancak, bu siyasal topluluklar egemen devlet statüsünde değerlendirilmemistir.129 Avrupa uluslararası toplumunun ayrımcılığa dayanan bu yaklasımı dekolonizasyon sürecinin sona ermesine kadar sürmüstür. 

Tüm küreyi kapsayan küresel bir uluslararası toplumun ortaya çıkması XIX. asrın sonunda mümkün olmustur. Afrika’nın da sisteme dâhil olmasıyla, XV. asırda baslayan, Avrupa uluslararası toplumunun tüm dünyaya yayılma süreci nihayetine ermistir. XX. asırda karsı karsıya kaldığı en önemli sorun, Batılı güçlerin kendi medeniyetlerinin standartlarını, Batılı olmayan medeniyetlere empoze etmesi sonucunda paylasılan “asağılanma” hissi “Batı’ya karsı ayaklanma”yla son bulmustur. Asyalı devletler gibi yeni kurulan Afrikalı 
devletler de medeniyet standartlarını tartısmıs ve Batı’ya karsı ayaklanan kampta yerlerini almıslardır. 

3. Uluslararası Toplumda Yeni Bir Diplomatik Enstrüman Olarak Enerji Daha önce değinildiği gibi İngiliz Okulu, disiplin içinde yapılan çalısmalarda bir analiz aracı olarak ilgi görmektedir ve bu ilginin artacağı düsünülmektedir. Giderek önem kazanan enerji ve enerji güvenliği alanları, Uluslararası İliskiler’in ajandasını zenginlestirmekle birlikte, bilimsel niteliği tartısmalı olan bu disiplin içinde yapılan çalısmalar açısından; kullanılan yöntemler ve yaklasım itibariyle, kuramdan uzaklasılması, analizden ziyade raporlamaya yaklasılması ve disiplini bir tür “ileri düzey gazetecilik”130 düzeyine götürme tehlikesini içermektedir. Dngiliz Okulu’nun, zengin yazınsal temelinin ve tarihsel, kültürel, felsefi ve kuramsal köklerinin yanı sıra, Realizm, Rasyonalizm ve Revolüsyonizm geleneklerinin üçüne de analiz imkânı veren eklektik yaklasım özelliği ve ayrıca, Okul’un, Uluslararası İliskiler yazınına en özgün katkısı olan, ilkçağlardan aldığı mirasla birlikte evrilerek gelisen uluslararası sistemin yapısının isleyisini anlamlandıran uluslararası toplum kavramının, enerji ve enerji güvenliği alanlarında istifade edilebilecek bir analiz aracı olduğu savunulmaktadır. Aynı zamanda, Dngiliz Okulu, uluslararası toplumun ontolojisini ilkçağlara 
kadar götürebilme niteliğiyle, enerji ve enerji güvenliği alanlarının kendilerini de sorunsallastırarak, disipline farklı perspektifler kazandırma kapasitesine haizdir. 

Çalısmanın son bölümünde, uluslararası toplumda devletlerin enerji ve enerji güvenliği politikaları, örnek olgular üzerinden analize tabi tutulacaktır. Bu olgulara geçilmeden önce, uluslararası toplumun, devletlerin politikaları üzerindeki dönüstürücü etkisine kısaca değinilmesinde fayda görülmektedir. 

Öncelikle, Avrupa uluslararası toplumunun, kürenin geri kalanına yayılırken yalnızca ticari ve askerî değil, kendi medeniyetinin üstünlüğü iddiasıyla gittiği ve bu durumun diğer devletler tarafından sorgulamayla ve direnisle karsılandığı görülmektedir. Bunun en önemli örneklerine Çin’de ve Japonya’da tanık olunmustur. Buna ek olarak, Rusya gibi büyük bir güç, kendi inisiyatifi doğrultusunda Avrupa uluslararası toplumunun bir parçası hâline gelmis ve 1613’ten sonra bu kültüre adapte olmus, uluslararası toplumun Asya’nın içlerine 
yayılmasında etkin bir rol oynamıs ve 1917’de gerçeklesen devrimden sonra yeniden, kendini ve çıkarlarını farklı tanımlamıstır. Bununla birlikte Rusya, bugün her devlet gibi, küresel olan bu yapının bir parçasıdır. Diğer yandan, Avrupa uluslararası toplumunun, etkilesime girdiği devlet sistemlerindeki mevcut kültürü ve diplomasi geleneklerini zorla dönüstürme arzusu Çin’de, Japonya’da, İran’da ve Afrikalı bazı devletlerde görüldüğü gibi bir tür “asağılanma” duygusu yaratmıstır. Japonya, uluslararası toplumun bir üyesi olduktan sonra, Batı 
medeniyetinin geleneklerini ne kadar iyi özümsediğini, izlediği güç siyaseti doğrultusunda 1904’te Kore’yi ve 1931 Mançurya’yı isgal ederek ve İkinci Dünya Savası’na katıldığı sırada göstermistir. Dolayısıyla, Batı medeniyetinin ötekilestirici ve sömürücü uygulamalarının benzerlerinin, uluslararası topluma üye olan devletler tarafından da kendilerinden daha güçsüz 
devletlere karsı uygulandığı görülmektedir. Osmanlı Devleti ise, uluslararası toplum ile olan etkilesiminde farklı bir nitelik arz etmistir. Avrupalı güçlerin askerî olarak üstünlük sağlayamadığı dönemde, uluslararası toplumun, Osmanlı Devleti’ne karsı daha çok karsılıklığa dayalı bir yönelim gösterdiği, bu devletin güç kaybettikten sonra Batılı gelenekleri benimsediği ve İran gibi evrilerek uluslararası toplumun bir üyesi olduğu görülmektedir. 

Bugüne bakılacak olunursa, enerjinin, uluslararası iliskilerde yeni bir diplomatik enstrüman ve güç unsuru hâline geldiği açıkça görülmektedir. Her ne kadar, güç’ler arasındaki mücadelenin Soğuk Savas boyunca ve sonrasında ekonomik rekabete dönüstüğü düsünülse de131, aktörler ister devletler olsun ister çokuluslu sirketler olsun, rekabetin yalnızca tek bir boyuttan ele alınması birçok perspektifi dısarıda bırakarak yapılan analizde göz ardı edilemeyecek bir eksiklik yaratma tehlikesi barındıracaktır. 

Bu çalısmada daha önce değinildiği gibi, İngiliz Okulu, her ne kadar ekonomik boyut açısından eksik de olsa, uluslararası toplumun kurumları ve isleyisi perspektifi, enerji ve enerji güvenliği alanlarında önemli bir analiz aracı sağlayabilmektedir. Buna göre, Rusya, İran, Azerbaycan, Türkmenistan, Suudi Arabistan, Libya gibi enerji zengini devletler enerji arzını, dıs politikada bazen önemli bir düzenleyici araç olarak kullanırken, enerji arzı ihtiyacında olan Avrupa Birliği ülkeleri ve büyümekte olan Çin gibi güç’lerin, enerji alanında 
öncelikle güvenlik arayısı ve dolayısıyla, düzen ve istikrar arayısında oldukları görülmektedir. 

İngiliz Okulu ve Enerji 

Birinci bölümünün sonunda değinildiği üzere, bu çalısmada İngiliz Okulu’nun kusursuz bir Uluslararası İliskiler kuramı olduğu savunulmamaktadır. Ancak, disipline, enerji ve enerji güvenliği alanlarında farklı bir analiz aracı sunarak farklı bir perspektif kazandırma potansiyeli olduğu savunulmaktadır. 

Uluslararası toplum, Realist paradigmanın, devletler arasındaki sürekli çatısma mantığına dayalı olan anarsi mantığından farklı olarak, isbirliği ve düzenlemelere dayanmaktadır. Buna göre, uluslararası toplum, nihayetinde üyeleleri devletler olan bir yapıdan mütesekkildir. Bull’un ifade ettiği gibi, devletler, bireylerin refahını en iyi sekilde koruyabilecek yapılardır ve Grotiusçu yaklasımla uyumlu olacak sekilde, uluslararası toplum son tahlilde yapısını magna communitas humani generise genisletmek amacını tasımaktadır. 

Bu doğrultuda, İngiliz Okulu perspektifinden, uluslararası toplumda enerji ve enerji güvenliği, sürekli olarak bir çatısmacı rekabete ve çıkarı maksimize etme mantığından uzak olarak isbirliğine dayanmaktadır. Uluslararası toplumun ontolojisinin ilk çağlara kadar götürülebildiği göz önünde bulundurularak ve ayrıca, enerji kavramının yalnızca fosil yakıtlara ve bunlara sahip devletlerin kaynakları doğrultusunda politikalarını belirlemesine indirgenilmemekle birlikte, insanlık tarihinin belki de en önemli ilk kesiflerinden biri olan enerji formu –ates’in , farklı topluluklar tarafından paylasıldığı bilinmektedir. Buna göre, kendileri ates yakmayı öğrenmeden önce, insanların yıldırım düsen yerlerdeki atesi paylastıkları ve sürekli etkilesim hâlinde oldukları düsünülmektedir.132 

Uluslararası toplumda isbirliği ile baslayan etkilesim, zamanla düzenlemelere ve geleneklere dönüsmektedir. Buradan hareketle, uluslararası toplumun birincil üyeleri olan devletlerin sahip oldukları enerji kaynaklarını, güçlerini maksimize etmek amacıyla salt birer enstrüman olarak kullanmadıklarının söylenmesi mümkündür. Ne var ki, uluslararası toplumda rekabetin ve çatısmanın da kaçınılmaz olduğu, ancak, her toplumda görülen bu unsurların, uluslararası toplumun varlığını ortadan kaldırmadığı daha önce tanıtlanmıstı. 

Buzan’ın ifade ettiği üzere, her toplum gibi, uluslararası toplum da “ Şiddet ”i ve “ Eşitsizliği ”, dolayısıyla ayrımcılığı da barındırmıstır. Örneğin, Avrupa uluslararası toplumunun Afrika Kıtası’ndaki devletlerle olan etkilesiminde, kölecilik üzerinden, sömürüsünü arttırdığı ve bir enerji formu olarak “insan”dan da faydalandığı unutulmamalıdır. Bu doğrultuda, güçlerin doğasında yayılma olduğu dikkate alınarak enerji zengini ülkelerin, sahip oldukları kaynakları birer enstrüman hâline getirmeleri de bir uluslararası toplumun varlığının aksini ve bu 
uluslararası toplumda isbirliğinin olmadığına yönelik bir ispat sunmamaktadır. Daha önce değinildiği gibi, her toplum gibi, özgün bir yapıya sahip olan uluslararası toplumun yapısı ve isleyisi de dönüsüme açıktır ve bireyleri olan devletleri ve politikalarını, dolayısıyla hem iç hem de dıs politika enstürüman larını da dönüstürmeye devam etmektedir. 

Enerji ve Enerji Güvenliği’nin Sorunsallastırılması 

Uluslararası toplumun isleyisinde Butterfield’ın ve Wight’ın, uluslararası toplumun bir ortak kültür temelinde sekillendiği savına farklı sekilde yaklasan Bull’un ve Watson’ın ifade ettiği gibi uluslararası toplum, özellikle 20. ve 21. yüzyıllarda “ortak çıkar” üzerinden islemektedir. Uluslararası toplumun isleyiş inde, Büyük Güçler’in ve Watson’ın formüle ettiği sekliyle hegemonyanın sorumluluğu perspektifinden, enerji ve enerji güvenliği alanlarında, devletlerin izlediği politikaların anlamlandırılması mümkün görünmektedir. Daha önce ifade 
edildiği gibi, uluslararası toplumda, “güçler dengesi” salt askerî kapasiteden çok prestiji, otoriteyi ve mesruluğu ifade etmektedir. Büyük Güçler’den beklenen, uluslararası toplumun ve üyelerinin varlığını garanti altına almak, daha sonra uluslararası toplumun kurumlarının isleyisi için mümkün olan düzeni sağlamaktır. Söz konusu, enerji ve enerji güvenliği olduğunda, Rusya ve Amerika Birlesik Devletleri gibi hem enerji zengini olan hem de kendilerinden düzenleyici rol üstlenmesi beklenen devletlerden, enerji bağımlısı diğer 
devletlerin beklentisinin, anarsik bir yapıyı barındıran, uluslararası toplumda, enerji güvenliğinin ve istikrarının sağlanması için gereken mümkün düzeni sağlamaları olduğu söylenebilir. Ancak, bununla birlikte, Avrupalı uluslararası toplumun tarihsel olarak yayılma sürecinde, sahip olduğu diplomatik geleneklerini ve normlarını dünyanın kalanına yaydığı düsünülürse, kendini Avrupalı Batı medeniyetinin bir parçası olarak görmeyen ve her güç gibi doğası gereği yayılmayı sürdüren Rusya’nın ve ayrıca, son dönemde bir büyük güç hâline gelen Çin’in, bu gelenekleri ve normları sorgulaması ve yeniden yorumlaması kaçınılmaz görünmektedir. Rusya’nın, Ukrayna’ya ve Gürcistan’a enerji akısını durdurması örneğinde, söz konusu duruma tanık olunduğunun söylenmesi mümkündür. 

Dıs politikasının önemli bir enstrümanı olan enerji ihracatını bir tehdit ve kendi lehine düzenleyici unsur olarak kullanmaktan çekinmeyen Rusya’nın, yakın ve hatta uzak gelecekte de benzer stratejiler izlemesi mümkün görünmektedir. Diğer yandan, daha önce değinildiği gibi, Avrupa medeniyeti içinde sekillenmis olan gelenek ve normlarının, diğer uluslararası devletler sistemlerini ve devletleri zorlayıcı ve dönüstürücü etkisi göz önünde bulundurulduğunda, enerji zengini diğer ülkeler, İran, Azerbaycan, Türkmenistan, Libya ve Venezüealla gibi 
devletlerin de benzer politikalara basvurması kaçınılmaz görünmektedir. Örneğin, 1973’te, gerçek bir kriz -yasanmıs ya da yasanmamıs olsa dahi -133 petrol zengini Arap ülkelerinin, Avrupa uluslararası toplumunun normlarına ve aynı zamanda ekonomik standartlarına karsı bir direnissel tepki gelistirdiğine açıkça tanık olunmustur. 

Enerji arz eden devletlerin izlediği politikalar karsısında, enerji talebinde olan Avrupa Birliği üyesi ve Türkiye gibi devletler de enerji güvenliklerini sağlamak ve bu doğrultuda, enerji ithal ettikleri kaynakları çesitlendirerek rekabetten faydalanmak ve istikrarı sürdürebilecekleri politikalar izlemek zorunda kalmaktadır. Nabucco Boru Hattı ve Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri, Türkiye’nin enerji ithal ettiği kaynakları çesitlendirmek ve enerji güvenliğini sağlamak adına izlediği politikaların somut örneklerini 
teskil etmektedirler. Aynı sekilde, enerji bağımlılığı olan diğer tüm devletlerin, rekabet ve istikrar yaratıcı bir düzen arayısına yönelik çesitlilik sağlayabilecek politikalar izlemesi kaçınılmaz görünmektedir. Buna ek olarak, Mitchell’ın dikkat çektiği gibi, dünyadaki en büyük petrol ve doğalgaz ihraç eden devletlerin birçoğunun, kaynaklarının büyük bir payını kendi ülkelerinde tüketmekte ve uluslararası arza yönelik paylarını azalttığı göz önünde bulundurularak134 , enerji bağımlısı devletlerin izlediği politikaları ve yatırımlarını uzun 
vadeye yayma zorunluluğuna da dikkat çekilmesinde fayda görülmektedir. 

Son olarak, uluslararası toplumun temel aktörlerinin devletler olduğu, ancak tek baslarına olmadıkları da enerji ve enerji güvenliği alanlarında açıkça görülmektedir. Daha önce değinildiği gibi, Bull, yeni medievalism olarak adlandırdığı anlayısa göre, küresellesme ile birlikte devletin bir aktör olarak nüfuzunu kaybedeceği iddiasına açıkça karsı çıkmaktadır. 

Örneğin, Mitchell’in isabetli sekilde belirttiği gibi “petrol sirketleri hiçbir zaman petrol akıslarını veya kesintilerini kendi baslarına tekelleri altına alacak kadar güçlü” olmamıstır.135 
Bu sirketler, hem askerî hem de finansal dıs desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Bu nedenle de, petrol sirketleri, kendi çıkarlarını devletlerin stratejik çıkarlarıyla uyumlulastırmak durumunda kalmaktadırlar. 

Sonuç 

Bu çalısmada, hiçbir Uluslararası İliskiler kuramının tüm dünya siyasetini, hatta, çok kısa dönemsel bir süreci ya da alanı tek basına, eksiksiz sekilde çözüm lemesinin mümkün olmadığı unutulmadan, yine, kusursuz bir kuram olduğu iddia edilmeyen İngiliz Okulu ve İngiliz Okulu’nun Uluslararası İliskiler’e en önemli katkılarından olan uluslararası toplum kavramı, enerji ve enerji güvenliğinin anlamlandırılabilmesi amacıyla bir analiz aracı olarak sunulmustur. Çalısmada gözetilen gaye, özellikle Türkiye’de yapılan Uluslararası Dliskiler 
çalısmalarında eksikliği duyulan kuramsal analizlere bir katkı sağlanmasıdır. Uluslararası İliskiler disiplinin ajandasının güncel durumdaki enerji ve enerji güvenliği alanlarında yapılan analizlerde,  İngiliz Okulu’nun, önemli araçlar sunma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir. 

Uluslararası toplum kavramı, uluslararası iliskileri, klasik güç iliskisine dayan dırarak salt anarsiye indirgeyen yaklasımları reddererek, devletlerin, diğer devletlerle olan iliskilerini salt militer kapasiteleri üzerinden düzenlemek yerine, isbirliğine yöneldiğini ortaya koymaktadır. Anarsik realite kabul edilmekle birlikte, bu yapıyı dizginleyen, devletler ailesini bir arada tutan ortak çıkar, uluslararası toplumun isleyisini sağlayan unsurdur. Uluslararası isbirliği, ekonomik–ticarî bağlılık, kültürel ve hümanist etkilesim, çatısmanın önüne 
geçilebilmesi için gereken zemini sağlamaktadır. 

Uluslararası toplumun temel aktörleri, süpheye yer olmaksızın, devletlerdir. Ancak, devletler uluslararası toplumun tek aktörleri değillerdir ve devletlerin nihaî amacı, bireylerin güvenlik ve refahını sağlamaktır. Bu açıdan, İngiliz Okulu, ahlaki normların önceliğini gözetmektedir. Kuram, bu sekilde uluslararası iliskilerde kültürün yerine ve sisteme olan etkilerine dikkat çekmektedir. 

İlk çağlardan aldığı mirasla birlikte kendi içinde sürekli olarak evrilerek dünyanın geri kalanına yayılan Avrupa uluslararası toplumu, 19. yüzyıldan sonra küresel bir yapı hâline gelmistir. Etkilesime geçtikleri diğer devletler sistemleri ve devletlere karsı yalnızca ticari ve askerî üstünlüğünü tasımayan ve diğer coğrafyalarda var olan medeniyetlerin kendi geleneklerini ve normlarını zorlayan ve dönüstüren uluslararası toplum, özellikle 20. yüzyıldan itibaren kendi kapasitelerini arttıran ve bu doğrultuda dıs politika enstrümanları arasına enerjiyi de katan diğer medeniyetler tarafından sorgulanmaya açılmıstır. Rusya, Çin, Libya, Venezüella ve İran gibi devletler kendi kültürlerinin ve geleneklerinin etkisiyle, özelikle Avrupalı–Batılı devletler tarafından elestirilen politikalar izlemektedir ve izlemeye de devam edeceklerdir. Enerji bağımlılığında olan Türkiye gibi devletlerin de enerji politikalarını güven ve istikrar temelinde sekillendirecek kaynaklar arayısında olması ve bu politikaları sürdürmeye devam etmesi kaçınılmaz görülmektedir. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI ;


80 Bull, “The Importance of Grotius”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 73. 
81 Wight, Power Politics, p. 111-112. 
82 Bull, The Anarchical Society..., p. 97-194. 
83 Kai Alderson ve Andrew Hurrel, “Bull’s Conception of International Society”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 1-19. 
84 Bull, The Anarchical Society..., p. 99. 
85 Bull, “International Relations as an Academic Pursuit”. 
86 Wight, Power Politics, p. 144. 
87 Watson, The Evolution of..., p. 253-255. 
88 Bull, The Anarchical Society..., p. 199-220. 
89 Vincent, “Order in International Relations”. 
90 Watson, The Evolution of..., p. 4-13. 
91 Bull, The Anarchical Society..., p. 123. 
92 Bull, “The Emergence of a Universal International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 
93 Bull, “The Grotian Conception of International Society”. 
94 Mathias Schmoeckel, “Consent and Caution: Lassa Oppenheim and his Reaction to World War I”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 270-288. 
95 Ibid. 
96 Wight, Power Politics, p. 107; Bull, The Anarchical Society..., p. 101. 
97 Bull, The Anarchical Society..., p. 157. 
98 Wight, International Theory..., p. 180. 
99 Carl Von Clausewitz, Savas Üzerine, çev. Selma Koçak, İstanbul, Doruk Yayınları, 2011, p. 45. 
100 Bull, The Anarchical Society..., p. 181. 
101 Bull, The Anarchical Society..., p. 187. 
102 Bull ve Watson, The Expansion of..., p. 9. 
103 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükselis ve Düsüsleri, çev. Birtane Karanakçı, 12. bs., İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008, p. 42-58. 
104 Bull ve Watson, The Expansion ..., p. 6. 
105 Michael Donelan, “Spain and the Indies”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson 
(eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 75-85. 
106 Watson, The Evolution of..., p. 220. 
107 Edward J. Renehan Jr., The Monroe Doctrine: The Cornerstone of American Foreign Policy, New York, Chelsea House, 2007, p. 17-18. 
108 Norman Rich, Great Power Diplomacy: 1814–1914, New York, McGraw Hill, 1992, p. 12-15. 
109 Renehan Jr., a. e. , p. 62-75. 
110 Renehan Jr., a. e., p. 97. 
111 Renehan Jr., a. e., p. 99-104. 
112 Manfred Jonas, “American Isolationism and the Coming of the Second World War”, The Origins of the Second World War: An International Perspective, 
Frank McDonough (ed.), New York, Continuum, 2011, p. 429-445. 
113 Renehan Jr., a. e., p. 108. 
114 Watson, The Evoulution of..., p. 221-222; David Gillard, “British and Russian Relations with Asian Governments in the Nineteenth Century”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 87-98. 
115 Watson, “Russia and the European States System”. 
116 Watson, The Evolution of..., p. 216. 
117 Wight, International Theory..., p. 70-71. 
118 Bull, “The Emergence of a Universal International Society”. 
119 Gillard, a. e. 
120 Ibid. 
121 Gerrit W. Gong, “China’s Entry Into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 
122 Suganami, “Japan’s Entry into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 185-200. 
123 Ibid. 
124 Bull, “European States and African Political Communities”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 99-114. 
125 Ibid. 
126 Bull, “European States and African Political Communities”. 
127 Heinhard Steiger, “Peace Treaties from Paris to Versailles”, Peace Treaties and International Law in 
European History: From the Late Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 59-99. 
128 Wight, International Theory..., p. 49-75. 
129 Bull, “European States and African Political Communities”. 
130 Chris Brown, “Preface”, Understanding International Relations. 
131 Aslıhan P. Turan, “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, Vol. 2, No. 2, 2010, p. 43-72. 
132 Isaac Asimov, Bilim ve Buluslar Tarihi, çev. Elif Topçugil, Ankara, Dmge Kitabevi, 2006, p. 13-16. 
133 Timothy Mitchell, Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal İktidar, çev. Fırat Berksun, İstanbul, Açılım Kitap, 2014, p. 260-263. 
134 Mitchell, a. e., p. 346. 
135 Mitchell, a.e., p. 74. 


KAYNAKÇA 

Alderson, Kai ve Hurrel, Andrew, “Bull’s Conception of International Society”, 
Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 1-19. 
Asimov, Isaac, Bilim ve Buluslar Tarihi, çev. Elif Topçugil, Ankara, İmge Kitabevi, 2006. 
Brown, Chris, “World Society and the English School: An ‘International Society’”, European Journal of International Relations, Vol. 7, p. 423-441. 
Brown, Chris, Understanding International Relations, Londra, MacMillan, 1997. 
Bull, Hedley ve Watson, Adam, “Preface”, The Expansion of International Society, 
Bull ve Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985. 
Bull, Hedley, “European States and African Political Communities”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, 
Oxford University Press, 1985, p. 99-114. 
Bull, Hedley, “International Relations as an Academic Pursuit”, Australian Outlook, Vol. 26, No. 3, 1972, p. 251-265. 
Bull, Hedley, “International Theory: The Case for a Classical Approach”, World Politics, Vol. 18, No. 3, 1966, p. 361-377. 
Bull, Hedley, “Martin Wight and The Theory of International Relations: The Second Martin Wight Memorial Lecture”, British Journal of International Studies, 
Vol. 2, No. 2, 1976, p. 101-116. 
Bull, Hedley, “Society and Anarchy in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight 
(eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 35-50. 
Bull, Hedley, “The Emergence of a Universal International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull, H. ve A. Watson (eds.), New York, 
Oxford University Press, 1985, p. 117-126. 
Bull, Hedley, “The European International Order”, Hedley Bull on International Society, K. Alderson ve A. Hurrel (eds.), Londra, Macmillan, 2000, p. 170-187. 
Bull, Hedley, “The Grotian Conception of International Society”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 51-73. 
Bull, Hedley, “The Importance of Grotius”, Hugo Grotius and International Relations, 
Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), New York, Oxford Press, 1989, p. 65-94. 
Bull, Hedley, “Twenty Years’ Crisis: Thirty Years On”, International Journal, Vol. 24, No. 4, 1969, p. 625-638. 
Bull, Hedley, The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics, New York, Columbia University Press, 1995. 
Butterfield, Herbert ve Wight, Martin, “Introduction”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., 
Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 6-13. 
Buzan, Barry, “From International System to International Society: Structural Realism and Regime Theory Meet the English School”, International Organization, Vol. 47, No. 3, 1993, p. 327-352. 
Buzan, Barry, “The English School: an underexploited resource in IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 471-488. 
Buzan, Barry, From International to World Society?: English School Theory and the Social Structure of Globalisation, Cambridge, Cambridge University Press, 2004. 
Cox, Michael, “Sunus”, E. H. Carr, Yirmi Yıl Krizi: 1919–1939, çev. Can Cemgil, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, p. 1-48. 
Devlen, Balkan ve Özdamar, Özgür, “Uluslararası İliskilerde İngiliz Okulu Kuramı: Kökenleri, Kavramları ve Tartısmaları”, Uluslararası İliskiler, Vol. 7, Sayı 25, Bahar 2010, p. 43-68. 
Donelan, Michael, “Spain and the Indies”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 75-85. 
Dunne, Tim, Inventing International Society: A History of the English School, Londra, MacMillan, 1998. 
Gillard, David, “British and Russian Relations with Asian Governments in the Nineteenth Century”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), 
New York, Oxford University Press, 1985, p. 87-98. 
Gong, Gerrit W., “China’s Entry Into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, 
p. 117-126. 
Hofmann, Stanley, “International Society”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University 
Press, 1990, p. 13-37. 
Hugo Grotius, Savas ve Barıs Hukuku, çev. Seha L. Meray, İstanbul, Say Yayınları, 2011. 
Jonas, Manfred, “American Isolationism and the Coming of the Second World War”, The Origins of the Second World War: An International Perspective, 
Frank McDonough (ed.), New York, Continuum, 2011, p. 429-445. 
Jones, Roy E., “The English School of International Relations: A Case for Closure”, Review of International Studies, Vol. 7, 1981, p. 1-13. 
Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükselis ve Düsüsleri, çev. Birtane Karanakçı, 12. bs., İstanbul, Türkiye İs Bankası Kültür Yayınları, 2008. 
Kingsbury, Benedict ve Roberts, Adam, “Grotian Thought in International Relations”, Hugo Grotius and International Relations, Bull, Kingsbury ve Roberts (eds.), 
New York, Oxford Press, 1989, p. 15-26. 
Knutsen, Torbjon L., Uluslararası Dliskiler Teorisi Tarihi, çev. Mehmet Özay, İstanbul, Açılım Kitap, 2006. 
Linklater, Andrew ve Suganami, Hidemi, The English School of International Relations: A Contemporary Reassessment, New York, Cambridge University Press, 2006. 
Little, Richard, “The English School’s Contribution to the Study of International Relations”, European Journal of International Relations, Vol. 6, 2000, p. 395-422. 
Mitchell, Timothy, Karbon Demokrasi: Petrol Çağında Siyasal Dktidar, çev. Fırat Berksun, İstanbul, Açılım Kitap, 2014. 
Naff, Thomas, “The Ottoman Empire and Europe”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 143-169. 
Renehan Jr., Edward J., The Monroe Doctrine: The Cornerstone of American Foreign Policy, New York, Chelsea House, 2007. 
Rich, Norman, Great Power Diplomacy: 1814–1914, New York, McGraw Hill, 1992. 
Schmoeckel, Mathias, “Consent and Caution: Lassa Oppenheim and his Reaction to World War I”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late 
Middle Ages to World War One, Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 270-288. 
Steiger, Heinhard, “Peace Treaties from Paris to Versailles”, Peace Treaties and International Law in European History: From the Late Middle Ages to World War One, 
Randall Lesaffer (ed.), New York, Cambridge University Press, 2004, p. 59-99. 
Suganami, Hidemi, “British Institutionalists, or the English School, 20 Years On”, International Relations, Vol. 17, 2003, p. 253-272. 
Suganami, Hidemi, “C.A.W. Manning and the Study of IR”, Review of International Studies, Vol. 27, 2001, p. 91-107. 
Suganami, Hidemi, “Japan’s Entry into International Society”, The Expansion of International Society, H. Bull ve A. Watson (eds.), New York, Oxford University Press, 
1985, p. 185-200. 
Turan, Aslıhan P., “Hazar Havzası’nda Enerji Diplomasisi”, Bilge Strateji, Vol. 2, No. 2, 2010, p. 43-72. 
Vincent, R. J., “Order in International Relations”, Order and Violence: Hedley Bull and International Relations, J. D. B. Miller ve R. J. Vincent (eds.), New York, Oxford University Press, 1990, p. 38-64. 
Von Clausewitz, Carl, Savas Üzerine, çev. Selma Koçak, İstanbul, Doruk Yayınları, 2011. 
Watson, Adam, “Russia and the European States System”, The Expansion of International Society, Bull, H. ve Watson, A. (eds.), New York, Oxford University Press, 1985, p. 61-74. 
Watson, Adam, The Evolution of International Society: A Comparative Historical Analysis, Londra, Routledge, 1992. 
Wight, Martin, “Western Values in International Relations”, Diplomatic Investigations: Essays in the Theory of International Politics, H. Butterfield ve M. Wight (eds.), 3. bs., Londra, George Allen & Unwin Ltd., 1969, p. 89-131. 
Wight, Martin, International Theory: The Three Traditions, G. Wight ve B. E. Porter (eds.), New York, Holmes & Meier for the Royal Institute of International Affairs, 1992. 
Wight, Martin, Power Politics, H. Bull ve C. Holbraad (eds.), Londra, Continuum International Publishing Group Ltd., 2004. 
Wight, Martin, System of States, Leicester, Leicester University Press, 1977. 
Yurdusev, A. Nuri, “Uluslararası Şliskiler Öncesi”, Devlet Sistem ve Kimlik: Uluslararası İliskilerde Temel Yaklasımlar, Dağı, Eralp vd., 12. bs., İstanbul, İletisim Yay., 2010, p. 15-56. 



***