3 Ekim 2017 Salı

AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor


AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor


Zeki Hacıibrahimoğlu 
26.05.2003/Sayı:31
AİHM Uluslararası Baskı Kurumu gibi Çalışıyor

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi niçin kurulmuştur? Hangi insanların haklarını korumakta-dır? Uyguladığı hukuk kuralları herkes için aynı mıdır? Çifte standart var mıdır? Avrupa devletlerinden yapılan kişisel başvuru ile Türkiye’den yapılan başvurular eşit ve gerçeklere uygun değerlendiriliyor mu? Bunları belge ve delilleri ile açıklamak istiyorum.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, uluslararası bir baskı grubu gibi hareket etmesi (Türkiye söz konusu olduğu zaman) ve bir takım çevrelerin baskısı altında, belli gayelere yönelik kararlar vermesi uluslararası adalet ve yargı adına büyük bir talihsizliktir.

Terör örgütü başı olan bir kişinin, Türkiye’de kendi can güvenliği açısından İmralı adasında yapılan yargılamaları milletlerarası alanda örnek olarak gösterilen bir yargılama ve yargı süreci sonunda karara bağlanmıştır.

Bu davayı başından sonuna kadar takip eden yedi avukattan birisiyim. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye’den müdahil vekili olarak yalnız ben katıldım. Bu sebeple davanın başlamasından, iç hukuk yolları tükendikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil geçen süre içerisindeki gelişmeleri kısaca özetlemek istiyorum.

Teröristbaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Şubat ayı karakışın tam ortasıdır.

Teröristbaşının can güvenliği için İmralı Adası seçilmiş ve Ada’da geniş güvenlik önlemleri alınarak can güvenliği sağlanmıştır. Bu arada Ada’da duruşmaların başlatılması için yoğun çalışmalar yapılmıştır. Şubat ayındaki hava muhalefeti sebebi ile sanığın sorgusu 3 gün gecikmeyle yapılmıştır. Sorgusu yapıldıktan sonra hakkında verilen gıyabi tutuklama kararları vicahiye çevrilerek sanık aynı yerde tutuklu sanık olarak ikamete başlamıştır. Bu arada Ada’da duruşma salonunun hazırlanması adaya geçişlerin ve kimlerin duruşmalara katılacağının tespiti, adaya geçişlerde can güvenliğinin sağlanması için yoğun çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmalar devam ederken Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999/21 Esas sayılı dosyası ile duruşma açılmış ve 24.03.1999 tarihinde Ankara 2 No’lu DGM salonunda ilk duruşma başlamıştır. İkinci duruşmada 30.04.1999 tarihinde yine Ankara’da yapıldıktan sonra İmralı’daki duruşma salonları hazır hale getirilmiş ve bundan sonraki duruşmaların İmramlı’da yapılmasına karar verilmiştir. Ayrıca İmralı adasında 30 bin Şehidin yakınlarına müdahil avukat olarak 12 kişilik yer ayrılmış buna mukabil tek sanık olan teröristbaşına da 12 müdafii avukat yeri ayrılmış. Sanık yakınlarına ayrılan yer ile 30 bin Şehit yakınına ayrılan yerde hemen hemen aynı sayıdadır. Ayrıca yerli ve yabancı basın mensuplarına ve uluslar arası kuruluşlara ayrılan yerlerle salon düzenlemesi yapılmıştır. Yani bütün dünya kamuoyu önünde duruşmalar başlamıştır.

Adaya geçiş Mudanya İskelesinden yapılmakta teröristbaşının Avukatı ve yakınları hariç, Şehit yakınları Avukatları ve diğer tüm katılanlar bu yolla adaya geçmektedirler. Adaya geçerken Şehit yakınları dahil, deniz otobüsü ücreti olarak herkesten 6milyon Türk Lirası alınırken Gemlik ilçesinden adaya getirilen sanık yakınları ve Avukatlarından para alınmamaktaydı. Çünkü onları askeri hücum botlar adaya getirmekteydi.

Bu davanın duruşması 2’si Ankara’da olmak üzere 11 duruşma sürmüş ve duruşmalar sabah saat: 9’da başlayıp akşam 16’ya kadar devam etmiştir. Yani her gün 6 saat kesintisiz duruşma yapılıyordu. Günde 6 saatten 11 duruşma hesaplanırsa 66 saatlik bir duruşma süresinden geçilmiştir. Bu durum Devlet Güvenlik Mahkemesindeki 6 senelik duruşmalara denk bir süredir.

Duruşmalar tamamlanmış mahkeme TCK’nın 125. Maddesine göre kararını vermiş dosya Yargıtay’a resen ve sanık vekillerinin Murafaalı temyiz istemi ile gönderilmiş Yargıtay da gerekli incelemeler yapılmış ve Ankara 2. Nolu DGM’nin verdiği kararda bir isabetsizlik görülmediğinden Hüküm onanmıştır.

Bu onamadan sonra sanık vekilleri karar düzeltme yoluna gitmişler ve bu talepleri de reddedilmiş ve iç hukuk yolları tükendiği için dosya sanık vekilleri tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gönderilmiştir.

İnsan Hakları Mahkemesinde yapılan duruşmaya katıldım. Bütün deliller Lehimize olmasına rağmen, hatta dosyada İnsan Hakları Komisyonu’nun İmralı’da ve Yargıtay’daki duruşmaların Hukuka uygun şeffaf bir duruşma olduğunu belirten raporları olduğu halde bunlar hiç nazara alınmadan iki sene bekletildikten sonra kararın bozulması Avrupa’nın çifte standart uygulamasının en açık delilidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Teröristbaşının mahkumiyet kararını iki yönden Hukuka aykırı bulmuştur. Birincisi gözetim süresinin 4 gün yerine 7 gün olması, ikincisi teröristbaşına ve Avukatlarına yeterli savunma hakkı verilmemesi.

Bu iki bozma sebebinin iç hukukumuz açısından incelemek ve kamuoyunu bu konu açısından bilgilendirmek istiyorum.

Öncelikle teröristbaşı Kenya’dan getirildiğinde kendisinin can güvenliği için İmralı Adasında gözetim altına alınmıştır ve yargılaması da bu adada yapılacağı önceden Türk ve Dünya kamuoyuna duyurulmuştur. Gözetin altına alındığı yer Emniyet Müdürlüğünün dar ve karanlık odaları değil adada lüks bir Villayı andıran ve 700 asker tarafından korunan özel hazırlanmış bir yerdir.

Teröristbaşı yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Şubat ayı Karakışın tam ortasıdır. Hava muhalefeti sebebi ile C. Savcısı ve Sorgu Hakimi adaya 3 gün gecikmeyle ulaşabilmiştir.

Teröristbaşının sorgusunun 3 gün gecikmeyle yapılmış olması teröristbaşının hangi haklarına halel getirmiştir. 35bin insanımızın katilinin sorgusu üç gün önce yapılmış olsaydı tahliye mi olacaktı? Yoksa Villa hayatı yaptığı Türkiye’nin en verimli adasından daha lüks bir yere mi nakledilecekti. AB’ye üye devletlerden İngiltere’ de Terör suçları için 36 gün, Fransa’da 16 gün ve diğer ülkelerde de bunlara yakın günler gözetim altında tutulabilirken Türkiye’de Dünyanın en kanlı terörör gütünün elebaşısının lüks bir yerde 3 gün fazla gözetimde tutmak uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı ise İngiltere’deki 36 güne, Fransa’daki 16 güne ne demeli?

İkinci bozma sebebi sanığa ve Avukatlarına yeterli savunma hakkı verilmemiştir, iddiasıdır. Şunu hemen belirtmeliyim ki dünyanın hiçbir yerinde tebasi bulunduğun devlete başkaldıracaksın bölüp parçalamak ve ayrı bir devlet kurmak için 35bin kişiyi çoluk çocuk demeden öldüreceksin ve mahkemece savcı iddianamesini okuduktan sonra sizin verdiğiniz ölü sayısından daha fazla kişiyi öldürdük ama beni asarsanız Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında kaybettiği topraklardan daha fazlasını kaybeder diye tehdit savuracaksınız. Böyle bir davranışa hiçbir AB ülkesi müsamaha etmez. Ancak Türkiye Adaleti teröristbaşı Öcalana ve Avukatlarına yeterli savunma hakkının da üzerinde hiçbir tutukluya ve Avukatına tanınmayan haklar tanınmıştır. Teröristbaşı o kadar rahat ve kendine güveniyor ki tutuklu olarak yargılandığı duruşmalarda zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti devletini tehdit etme cüretini de gösterebiliyor.

Yargılamanın devam ettiği 11 duruşma boyunca, sanık Avukatlarına istedikleri kadar söz hakkı veriliyor, söyledikleri her şey noksansız olarak zapta geçiyordu. Hatta teröristbaşına yeterli savunma hazırlığı yapabilmesi için adaya Fotokopi makinesi getirildiği gibi mahkeme başkanının talimatı ile teröristbaşı duruşmadan sonra dosyanın tamamını inceleme ve fotokopi alması serbest bırakılmıştı.

Ceza Mahkemeleri Kanununa göre iddia makamı son mütalaasını verdikten sonra sanık Avukatları savunma yapmak için mehil isterler ve bu mehil kendilerine kanun gereği verilir. Teröristbaşının Avukatları da mehil istemişler kendilerine mehil verilmiş, ek mehil talepleri olmuş tekrar süre verilmiştir. Bundan sonra savunmalarını 300 sayfa olarak dosyaya ibraz etmişler ve sözlü olarak hem teröristbaşı ve hem de Avukatları bu savunmayı okumuşlardır.

Bu kadar açık ve dünya komuoyu önünde yapılan bir yargılamada hangi aşamada savunma hakları kısıtlanmıştır. Teröristbaşının ve Avukatlarının yazılı savunmaları dosyada mevcut olup kendilerinin savunma haklarının kısıtlandığına dair bir beyanlarıda yok iken böyle bir iddia ile davayı bozmak ve hele sanık vekillerinin bir talebi olmadan kendilerine 180.000. euro tazminata hükmedilmesi Avrupanın çifte standardının çok açık bir örnağidir.

Büyük Atatürk “ Bağımsızlık benim Karakterimdir.” Sözünün ışığı altında güçlü bir Türkiye Cumhuriyeti için el ele diyorum.



http://www.turksolu.org/31/zeki31.htm


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder