Yunanistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yunanistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Aralık 2020 Cumartesi

Doğu Akdeniz’de ve Arap-İslâm Coğrafyasında “İsrail Hegemonyası” BÖLÜM 2

Doğu Akdeniz’de ve Arap-İslâm  Coğrafyasında “İsrail Hegemonyası”  BÖLÜM 2 




Ahmet DAĞ 

    Osmanlı Devleti’nin sona erişinden istifade ederek yeni kazanımlar elde eden Yunanistan’a İkinci Dünya Savaşı sonrası yapay bir biçimde “çalıntı” usûlle kurulan İsrail ve Kuzey Kıbrıs Rum Kesimi gibi devletler eklenerek Türkiye’nin kuşatılması hareketi ve süreci devam ettirilmiştir. Bu iki yapay devlet  de Osmanlı mirasının üzerine inşa edilmiştir.
ABD ile Rusya arasındaki kutuplaşmanın kurbanı olan Libya ve Suriye meselesi ve iki ülke -Suriye ve Libya- üzerinden sürdürülmeye çalışılan yeni kuşatma teşebbüsü Doğu Akdeniz’i Türkiye için çok önemli bir stratejik mesele hâline getirmiştir.

Mesele yalnızca Oruç Reis’in petrol arama çabası değil, Türkiye’nin Akdeniz’deki sınırlarına hâkim olma ve gemilerini yüzdürebilme gücünü ortaya koyma çabasıdır. Mısır’da devlet başkanı Muhammed Mursi’nin İsrail-ABD-Avrupa (yanında uşak Körfez Ülkeleri -Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, Bahreyn vs.) eksenli bir darbe ile devrilmesinden sonra Sisi’nin Mısır devlet başkanı olması bölgede ve Akdeniz’de İsrail’in elini güçlendirirken Türkiye’nin elinin zayıflamasına yol açmıştır. Her ne kadar Fransa, sürece dâhil olarak İsrail ve Yunanistan’ın yanında Türkiye’yi zayıflatmak amacında olsa da Türkiye’nin Libya’daki durumu önceden sezip pozisyon alması ve bu ülkede askeri ve siyasî konum elde etmesi bu ülkelerin maksatlarını gerçekleştirmesine engel olmuştur.

    Rusya’nın, Türk-Stream boru hattı üzerinden Türkiye’ye bir doğalgaz bağlantısı açarak Avrupa’ya girmesi ABD-Avrupa yönetimlerinde endişeye yol açmıştır. Yine Türkiye’nin Libya’nın uluslararası meşruluğa sahip olan Sarrac yönetimiyle yapmış olduğu antlaşma, başta İsrail olmak üzere Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs yönetiminde ve Fransa’da rahatsızlıklara neden oldu. İsrail, Türkiye-Libya antlaşmasından rahatsız olup Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır’ın dahil olduğu ittifaka katılma konusunda çekimser kalmıştır. Filistin Devleti’ni yok etmek isteyen İsrail, aynı zamanda
Türkiye’ye karşı Yunanistan ve Kıbrıs’la birlikte hareket edip Akdeniz’de Türkiye’ye üstünlük sağlamak istemektedir. Yunanistan, İsrail’den hem askeri teknoloji satın almış hem de İsrail ile ortak askeri tatbikat yapmıştır. Libya’da Türk politikası karşıtlığı içerisinde bulunan Hafter’i destekleyen Fransa ve Mısır’ın da bu ittifakın içerisinde bulunmasını doğurmuştur.

ABD içinde olan güç mücadelesinde (İsrail-İngiltere) İngiltere’ye karşı 1960 yılından sonra üstünlük sağlayan İsrail, 2013 yılında Mısır’da askeri darbeyi meydana getirerek bölgede hâkim unsur hâline gelmiştir. Son 2-3 yıllık süreç içerisinde Körfez ülkeleri üzerinde de üstünlük sağlamıştır.

Yine İsrail ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn vb. Körfez ülkelerinin stratejik birliktelikleri; İran’ın bölgesel isteklerine karşın geliştirilen düşmanlık ve Obama’nın uyguladığı Arap Baharı politikaları neticesinde oluşmuştur.
   Hususiyetle bölgenin iki mihver ülkesi olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin iki veliaht prensi Muhammed bin Selman ve Muhammed
bin Zayed el-Nahayan’ın, İsrail ile kurdukları “sıkı dostluk” bölgenin geleceğinde İsrail’in hakimiyetine vize demektir! Bu dostluğu teşvik eden en önemli unsur; İran ve Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği Şii-Sünni çekişmesi ve düşmanlığıdır.
Bu suni gerilim, IŞİD ve Haşdi Şa’bi gibi şiddete dayalı terörist grupları doğurmuştur.

Ekini bozmakla mahir olan semitistler İslâmî hareketleri ya yok ederek ya da marjinalleştirerek sorunlu hâle getirmektedirler. Mısır Akdeniz’de bir enerji gücü hâline gelerek Suud ve Körfez ülkelerinin tahakkümünden kurtulmak yerine daha çok kendine verilen vazifeyi yerine getirme amacındadır. Çünkü Mısır’ın siyasi ve iktisadi yönetiminde etkin olan kendi iradesi değil Körfez ülkeleridir. Zira Sisi’yi iktidara getiren güçle onu iktidarda tutan güç aynı güçtür. Tarihte örneğine daha önce çok da rastlanmayan bir ittifak meydana gelmiştir. İsrail ile ilişkilerini yoğunlaştıran Yunanistan ve Güney Kıbrıs devletlerinin hem Mısır hem de Körfez ülkeleri ile ilişkilerinin yoğunlaşması Grek-Yahudi-Arap üçgeninde ilginç bir
ittifakı doğurmuştur. Bu ittifakı doğuran iktisadi, toplumsal, kültürel ve tarihsel etkiler yanında teolojik nedenleri de iyi anlamak gerekir.

Düzensizlikten / kaos hoşlanmayı tarihsel olarak kültürel kodlarında bulunduran İsrail Yemen, Libya, Suriye, Sudan ve Irak’taki düzensizlikten faydalanarak ya yeni çatışmaları ya da yeni ittifakları doğurmak için sürekli bölgeye müdahale etmektedir. Körfez ülkeleri, Trump yönetiminin desteğini arkasına alan İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesine karşı ciddi itirazda bulunmadıkları gibi Birleşik Arap Emirlikleri hem İsrail’in işgaline hem de bu teşebbüsüne onay vermiştir. Birleşik Arap Emirlikleri İsrail li siyasetçiler ve medya tarafından “övgülerle” etki altına alınarak bölgede koç başı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü yardımcısı Eran Lerman, Israel Hayom adlı gazetede “BAE Antlaşması Daha Büyük Bir Oyunun Parçası” başlıklı yazısında, İsrail’i Doğu Akdeniz’in anahtar oyuncusu olarak nitelemiştir. Birleşik Arap Emirlikleri
ile yapılan antlaşmanın daha büyük bir oyunun parçası olduğunu yazan Lerman, Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki jeopolitik ilişkileri anlamak için Samarya ve Yahudilikde olan İsrail güvenliğiyle ve İran tehdidiyle doğru anlaşılabileceğini ifade ediyor.
Yalnızca İsrail’i anlamak için değil İsrail ile sıkı bir ilişki kurmaya çok istekli olan Körfez ülkelerinin tarihsel ve dinî kökenlerini iyi anlamak gerekir. Bir yıl önce Umran dergisinde yayımlanan “Körfez Ülkelerı̇ ve İsraı̇l Arasındakı̇ Derin İlişkiler” adlı yazımda, “Suudi Arabistan’ın ve BAE’nin mevcut politikalarını 20. yüzyıl başındaki yeni düzenle ilişkilendirmek yeterli değildir.

Medine dışına sürgün edilenlere dair tarihi vakıayı göz önünde de bulundurarak dinî, etnik ve antropolojik araştırmalar ve incelemeler yapılması gerekir, diye düşünüyorum.” diye bitirmiştim. Bu çalışmaların yapılmasının hâlâ elzem olduğunu düşünmekteyim. Bu meselenin İslâm ve dinler tarihçiliğinin konusu olduğunun farkındayım.
    Bu bölgeye sürülen ve sonrasında Osmanlı’ya karşı kışkırtılan bu kabilelerin Hz. Peygamber döneminde sürülen Yahudi kabilelerden olma olasılığı araştırılması gereken bir durumdur. Bu bağlamda Riyad’ın “Diriye” bölgesi ve onun uzantısı olan Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin tarihsel ve dinî kökenlerinin araştırılmaya değer olduğunu düşünüyorum. Nitekim gazete haberlerine göre Birleşik Arap Emirlikleri’nden aktivist Mazraui, Suudi Arabistan’ın Hayber’den çıkarılan Yahudiler için İsrail’e tazminat ödemesi ve vatandaşlık vermesi gerektiğini söylemiştir.

Velhasıl yönetimleri belirleyerek halkları mahkûm eden ve onların karakterleri üzerinde dönüşüm gerçekleştiren Batılı hegemonya aynı zamanda İslâm coğrafyasının halklarını ve yönetimlerini diğer İslâm ülkelerine düşman kılmaktadır.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği kamp kadim Osmanlı düşmanlığını besleyerek Türkiye düşmanlığını körüklemektedir.

İslâm coğrafyasının bir araya gelmemesi için tarihsel, kültürel, mezhebi ve siyasî farklılıklar kışkırtılmaktadır. 

Batılı dünya küreselleşmesini yoğunlaştırırken tarihsel hasmı olarak gördüğü İslâm dünyasının daha da parçalanmasını sağlama amacındadır. Doğu Akdeniz’in güvenliğinin sağlanması konusunda mücadeleye devem edilmeli.

Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti, hem Kuzey Afrika/ Mağrib ülkelerinin kadim tarihsel ve kültürel bağlarını dikkate alarak hem de bu bölgenin bir dönem Endülüs gibi bir medeniyete ev sahipliği yapma tecrübesini göz önünde bulundurarak Akdeniz’in uzak kısımlarında da etkin olmayı sağlayabilir.

Kaynakça

John N. Mearshiner ve Stephen, İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası, çev. Hasan Kösebalaban, Küre Yayınları, İstanbul, 2009, s. 610.
Eran Lerman, UAE treaty part of a much biggergame, 

Umran • Ekim 2020

***

2 Aralık 2020 Çarşamba

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 2

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 2


AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

   AB Bakanlığı ’’Fasıl-15 Enerji’’ başlığında faslın müzakere sürecinde geldiği aşamayı şu şeklide açıklamaktadır: ’’… Enerji faslına ilişkin olarak, Mart 2007 
tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan tarama sonu raporu halen Konsey’de görüşülmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi bazı üye 
ülkelerin menfi yaklaşımları nedeniyle gelişme kaydedilememektedir. GKRY engelinin aşılması halinde enerji faslının başka bir engel ile karşılaşmaksızın 
müzakerelere açılabilecek fasıllar arasında olduğu değerlendirilmektedir… Bu kapsamda Mart ve Nisan 2012’de yapılan Çalışma Grubu Toplantılarında işbirliği 
için beş ana unsur belirlenmiştir:
- Türkiye ve AB’de Enerji Senaryoları ve enerji sepeti;
- Piyasa Entegrasyonu ve alt yapıları geliştirilmesi;
- Enerji İşbirliği;
- Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz enerji teknolojileri;
- Nükleer enerji ve radyasyondan korunma.

Bu alanlarda uzun dönemde enerji sektörü için ortak niyetlerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaların sonucunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın ve Avrupa Komisyonu yetkililerinin katkılarıyla ‘Türkiye-AB Enerji Sektörü Geliştirilmiş İşbirliği Belgesi’ oluşturulmuştur… Ülkemiz ve AB arasında enerji işbirliğindeki üst düzey diyaloglar devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye ve AB arasında, enerji tedarik kaynaklarını güvence altına alma, çeşitlendirme ve rekabetçi enerji pazarları oluşturma hedefleri doğrultusunda 16 Mart 2015 tarihinde ‘Yüksek Düzeyli Enerji Diyalogu’ başlatılmıştır. Buna ilişkin taraflarca ‘Ortak Deklarasyon’ 17 Mart 2015 tarihinde yayımlanmıştır.’’

11. Cumhurbaşkanımız Sayın A. Gül, Milletvekili olduğu dönemde 8.3.1995 tarihinde TBMM’de yaptığı bir konuşmada aynen şunları dile getirmiştir: 
’’Türkiye’nin AB’ye giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları bunu söylemektedir. Avrupalı 
filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü AB bir Hıristiyan kulübüdür. 2001 yılında sayın başbakan Türkiye’nin AB’ye gireceğini söylediler. AB’nin dokümanları var. 2010 yılında projeksiyon yapmış AB’ye tam ülkeler kim olacak diye. Dünkü komünist ülkelerin hepsi, hatta Baltık ülkeleri Lituanya, Estonya, Sırbistan, Çek’ler, Macar’lar, Bulgar’lar, Malta, Rum Kesimi bütün bunlar var mı? Hepsi bunların var. Peki, Türkiye’nin ismi geçiyor mu bu dokümanda? 

Türkiye’nin ismi yok. Gerçekler saklanıyor.’’  İşte her kelimesi ile doğru, güzel, anlamlı ve manidar ifadelerle dolu her Türk vatandaşının hislerine tercüman olan gerçek bir yaklaşım. Yarınlarda AB’ye girmek için Türkiye’nin önüne 1999 Helsinki Zirvesi,  2000 Kasımında Türkiye Hakkında Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi ve 2005 AB İlerleme Raporundaki, sınırların barışçıl bir şekilde çözülmesi konusunda Ege Denizi’ndeki sorunların Yunanistan’ın menfaatleri doğrultusunda çözülmesi, Ada ve adacıkların Yunanistan’a terk edilmesi (21.YY. Türkiye Ens. 17 Mart 2015 / Sayın Prof. Dr. Ü. Özdağ’ın makalesinde 16 Türk Adası ve bir kayalığın sessiz sedasız Yunanistan’a terk edildiği açıkça dile getirilmektedir) Kıbrıs’ın bir kısmının verilmesi, D.Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz arama faaliyetlerine son verilmesi ve azınlıklara daha çok haklar verilmesi istekleri gündeme gelirse AB’ye girmek için yine ayakta mı bekleyeceğiz?


    Diğer taraftan AB Bakanlığı’nın açıklamalarında ’’AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin 
enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 
1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 
AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. 
Enerji 2020 Stratejisi ile, pozitif bir etki yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını %80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar analiz edilmektedir. 

Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici nitelik taşımaktadır.’’ İfadeleri yer almaktadır.
   Rusya hariç bütün Avrupa ülkeleri ve AB hayatlarını devam ettirebilmek için Asya ve Afrika’nın kaynaklarına muhtaçtırlar. AB enerji konusundaki sorunlarını çözmek için de büyük oranda Türkiye’ye bağımlı hale gelecektir. Gelişen enerji sistemleri bunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. AB enerji meselesini çözmek için:

1.      Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmalıdır. Bunun için de Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
ulaşmasına yardımcı olmalı, yatırımlara katılmalıdır.
2.      Ortadoğu’da yaşanan vahşetin sona ermesi konusunda ABD’nin dikkatini çekip, Türkiye ile olan ilişkilerini barıştan yana koymalıdır.
3.      AB ülkeleri, fosil kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde kullanılmasını durdurup, (birincil enerji kaynaklarının % 12,9’nu tüketmektedir) yenilenebilir 
kaynakların kullanımı konusunda Birlik olarak politik kararlar almalıdır. 
Böylece sera gazı salınımlarını en az seviyeye indirebilirler. 2011 yılında Almanya’nın sera gazı salınımı 940 milyon ton, İngiltere’nin 586 milyon ton, 
Fransa’nın 502 milyon ton olup, AB ülkelerinin toplam sera gazı salınım miktarı 4.715.000.000 tondur.
4.      Nükleer santrallerin ciddi tedbirler alınarak inşası yapılmalıdır. Avrupa’da meydana gelebilecek bir Çernobil hadisesi bütün Avrupa’yı tehdit 
edebilir. Bundan Türkiye’de çok büyük zarar görebilir.
   Diğer taraftan ETKB Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün Dünya Enerji Görünümü 4-11 Kasım 2011 raporunda şu ifadeler yer almaktadır:’’AB enerji firmaları, 
piyasanın kötü işleyen kurallarına uymak için zor bir mücadele ile karşı karşıyadır. Piyasanın kötüye kullanımı düzenleyici otoriteler için her zaman 
temel endişe kaynağı olmuştur, ancak küresel mali krizden bu yana, bu durum daha da hızlanmıştır. Avrupa enerji piyasasını da içeren ve diğer alanlarda da 
kendini gösteren bu eğilime hem AB’de hem de ABD’de düzenleyici otoriteler önce yumuşak tedbirler almıştır. Ancak daha sonra hem düzenleyici otoriteler hem de yasa koyucular sistem içerisindeki firmalara daha ağır cezalar getirmişlerdir.’’
16-23 Şubat 2015 raporda ise şu görüşlere yer verilmiştir: ’’Basına sızan Taslak ‘Enerji Birliği İçin Strateji Belgesine’ göre, Avrupa Komisyonu, tek bir enerji 
piyasası oluşturmanın önündeki engelleri kaldırmak amacıyla AB enerjikurumlarına daha fazla yetki vermeyi arzulamaktadır. Enerji Komiserleri Maros Sefcovic ve Miguel Arias Canete tarafından açıklanacak Enerji Birliği İçin Çerçeve Strateji Belgesinin temel amacı tamamen entegre bir Avrupa enerji piyasasını hayata geçirmektir. Bahse konu belgede, AB’nin iç enerji piyasasında hala yoğunlaşmanın söz konusu olduğu ve AB her ne kadar Avrupa seviyesinde enerji kurallarını oluştursa da pratikte 28 ulusal düzenleyici çerçevenin söz konusu olduğu belirtilmiş olup, tüm üye devletlerce hayata geçirilecek reformlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır.’’
   Türkiye kısıtlı enerji kaynaklarına sahip olan bir ülkedir. Bu sebeple de dışa bağımlı olmaktan kurtulamamaktadır. Kendi öz kaynaklarının tamamını kömür, 
hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal ve diğer yenilenebilir kaynaklarının tamamını kullansa dahi yinede gerekli enerjinin temini konusunda hidrokarbon kaynaklarına 
ve uranyuma ihtiyacı vardır. İşte ülkenin baştan aşağı boru hatlarıyla sarıldığı bir süreçte bunu çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Amiyane ifadeyle Türkiye 
‘’boru hatları geçen hanı’’ olmamalıdır. Diğer taraftan ileride bu boru hatlarının başımıza bir iş açmaması da en büyük temennimdir.

Uzman Hakkında
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
   AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye 
  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi 
  AB Üyeliği Tılsımlı Değnek Değil-İşte Yunanistan 
  Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış 
  Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar 
  Kömür Madenciliği 
  Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması 
 
 DERS-ULUSLARARASI İLİŞKİLER 

  Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir? 
   Nükleer Enerji Santrallerinde Yakıt ve Deprem Konusu 
  Türkiye Adalar Denizi ve Kıta Sahanlı'nda Savaş Değil Bilim ve Adalet İstiyor 

  Enerji İlişkileri 
  Jeotermal Enerji  
  Hafife Alınan Ancak Sonuçları Çok Ağır Olacak Bir Tehlike: Deprem  
  Rüzgâr Enerjisi 
  SOMA’NIN İSYANI: YETER ARTIK! 
  Şeyl Gaz Gerçeği 
  Su Yönetimi Siyasetin Değil Devletin Bir Meselesi Olmalıdır 
  Enerji Ve Boru Hatlarında Siyaset Oyunları 
  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 
  Çevre Enerji Ve Madencilik İlişkileri 
  Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar 
  Maden Varlığımızın Ülkemizin Kalkınmasına Etkileri 
  Ülkemizin Enerji Kaynakları 
  Nükleer Enerjinin Önemi 
  Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır 
  Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri 
 
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/abnin-enerji-politikalari-ve-turkiye

***

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 1

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 1

AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

Uzman 
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
21 _ Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.
01 Mayıs 2015 Cuma  
 Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
08 Nisan 2015 Çarşamba

AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye
Muhittin Ziya Gözler tarafından yazıldı.


   10.523.000 km2’lik yüzölçümü, 700 milyona yaklaşan nüfusu, yeraltı ve enerji kaynakları bakımından zengin olmayan, ancak dünya sanayi üretiminin 1/3’nü gerçekleştiren Avrupa Kıtası’nda 50 ülke bulunmakta, bu ülkelerden de bugün için 28’i AB’ni meydana getirmektedir. 17 Aralık 2004 yılında AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için Papa X.Innocent’in heykelinin önünde alay-ı vâlâ ile imzalanan anlaşmanın üzerinden geçen 11 yılda acaba kaç arpa boyu yol alındı? Bu siyasi tartışmayı bir tarafa bırakıp, AB’nin enerji politikalarıyla ilgili çalışmalarını aktaramaya çalışarak Türkiye’nin ileride başına gelebilecek tehlikelere değinelim. Konumuz enerji olduğu için AB Bakanlığı’nın AB’nin enerji politikaları konusundaki görüşlerine kısaca yer verelim: ’’ Avrupa Birliği’nin 
(AB) enerji politikalarının üç temel amacı bulunmaktadır: 
• Rekabetçi bir enerji piyasası oluşturulması, 
• Enerji arz güvenliğinin temin edilmesi, 
• Sürdürülebilir kalkınma temelinde çevrenin korunması. 
AB, enerji alanında politika oluştururken bu üç amaç arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. AB mevzuatı, rekabet gücü yüksek, güvenli ve sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturulması, tüketiciye daha fazla seçenek ve daha ucuz fiyatlar sunulabilmesi amacıyla enerji piyasalarında serbestleşmenin sağlanmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Sürdürülebilir bir enerji politikası için, iklim değişikliği ile mücadele AB’nin enerji politikasının önemli bir bileşenidir. 
Bu amaçla Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Mart 2007 tarihinde onaylanan Enerji ve İklim Değişikliği Paketi ile 2020’ye kadar gerçekleştirilmesi 
öngörülen üç önemli hedef ortaya konmuştur: 

• Sera gazı emisyonlarının 2020 yılına kadar 1990 yılına oranla en az %20 azaltılması, 
• Enerji arzında yenilenebilir enerji payının 2020 yılına kadar %20’ye çıkarılması ve ulaşımda biyoyakıt kullanım oranının en az %10’a ulaşması, 
• Birincil enerji tüketiminde 2020 yılına kadar %20 tasarruf sağlanması. 

Bu hedeflerin hayata geçirilebilmesi için enerji tek pazarının tamamlanması gerekmektedir. Bu amaçla Komisyon, 2007 yılında “Üçüncü Paket” 
olarak adlandırılan mevzuat önerilerini açıklamıştır. Söz konusu Paket, enerji arz/satış ve üretim faaliyetlerinin, doğal tekel niteliği taşıyan şebeke (iletim 
ve dağıtım) işletiminden hukuken ve fonksiyonel olarak etkin bir şekilde ayrılması, ulusal enerji düzenleyicilerinin bağımsızlıklarının artırılması ve 
piyasa faaliyetlerinde şeffaflık sağlanması gibi hususları kapsamakta olup, elektrik ve doğal gaz piyasalarının tamamen rekabete açılmasını hedeflemektedir. 
Paket kapsamında ayrıca, boru hatları ve şebeke erişimine ilişkin standartların birbiriyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla 2009 yılında Avrupa Elektrik İletim 
Sistem Operatörleri Ağı (ENTSO-E) kurulmuştur. 2020 hedeflerine ulaşmak için mevcut stratejilerin yetersiz kalacağını öngören AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 
2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 

1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 

AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. Enerji 2020 Stratejisi ile pozitif bir etki 
yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. 
AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını % 80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 
tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar 
analiz edilmektedir. Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden 
geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici 
nitelik taşımaktadır.’’

   Bu kısa bilgiden sonra AB ülkelerinin enerji kaynaklarına bir göz atalım. AB ülkelerinin 2013 yılı birincil enerji tüketimi 1744,2 milyon TEP’ dür. Bu rakam 
dünya birincil enerji tüketiminin % 12,9’una karşılık gelmektedir. Dünya petrol rezervlerinin % 0,4’ü, doğalgaz rezervlerinin % 0,8’i, kömür rezervlerinin % 
6,1’i, hidrolik enerjinin % 8,3’ü, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının % 37’si AB ülkelerinde bulunmaktadır. AB ülkeleri kullandıkları enerjinin % 35’ini 
de nükleer enerjiden elde etmektedirler (Kaynak: BP Statiscal Review World Energy 2014). 2014 itibariyle AB ülkeleri tükettiği enerjinin % 55’ni ithal 
etmektedir. Petrolde % 84, doğalgazda % 66, kömürde % 53, nükleer kaynaklarda tamamen dışa bağımlıdır. Enerjide en fazla bağımlı olduğu ülke Rusya Federasyonu’dur. Kıta Avrupası’nın da tamamının Rus gazına bağımlı olduğu bilinmektedir. (Ş.1)
                 
                                    (Ş.1 Rus Gazına bağımlı olan ülkeler)

  1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizleri AB ülkelerini etkilemiş ve enerji arz güvenliğinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine AB ülkeleri kendi 
kısıtlı kaynaklarının kullanma, yenilenebilir kaynaklara yönelme, enerji teknolojileri konusunda çalışmalar yaparak enerji ithalatlarını azaltma konusunda politikalar belirlemeye başlamışlardır. Yapılan çalışmalar sonrası AB ülkeleri enerji politikalarını da şu üç esas üzerinden yürütmeye karar vermişlerdir. 

1. Arz güvenliği, 
2. Çevre koruması, 
3. Rekabet ortamının geliştirilmesi. 

AB ülkeleri aldıkları tüm tedbirlere rağmen yine fosil kaynakları kullanmaya devam etmişler, nükleer enerjiye daha çok önem vermişler ve de yenilenebilir kaynaklara da yönelmeye başlamışlardır.

AB ülkelerinin enerji verilerini aktararak AB’nin enerji geleceğini ortaya koymaya çalışalım. AB ülkelerinin enerji ithalatında % 32 oranında Rusya’ya, % 12 Norveç’e, % 5 S.Arabistan’a, %4 Kazakistan’a, % 4 Nijerya’ya ve % 36 diğer ülkelere bağlı olduğu bilinmektedir.
BP’nin verilerine göre, AB ülkelerinin 2013 yılında tükettiği toplam petrol miktarı 541.400.000 ton, doğalgaz tüketim miktarı 393.300.000.000 m3 ve kömür 
tüketimi de 275,1 MTEP’ dür. AB ülkelerinin hidrolik enerji potansiyeli 31,6 MTEP, yenilenebilir diğer kaynaklar ise 106,2 MTEP’ dir. 2013 yılı itibariyle 
AB’ye üye ülkelerin toplam birincil enerji tüketimi 1744,2 MTEP’ dür (Almanya-325 MTEP, Fransa-248,4 MTEP, İngiltere-200,0 MTEP, İtalya-158,8 MTEP, 
İspanya-133,7 MTEP).AB’ye üye on ülkenin toplam elektrik tüketimi yaklaşık 3000 TWh olup (Almanya-579,21 TWh, Fransa-476,50 TWh, İngiltere-346,16 TWh, İtalya-327,47 TWh, İspanya-258,48 TWh), kişi başına elektrik tüketimi; Lüksemburg-15511 kWh, Belçika- 8072 kWh, Fransa-7318 kWh, Almanya-7083 kWh, İspanya-5604 kWh, İngiltere-5518 kWh’tir.

AB ülkelerinde toplam 132 NS bulunmakta bu santrallerin kurulu güç toplamı da 131.476 MW’ tır (dünyada toplam 435 NS bulunmakta, toplam kurulu güç 
371.973 MW’ tır).

İşte böylesine dışa bağımlı olan kaynaklarla enerji tüketen Cermen, Anglosakson, İskandinav, Slav, İber Yarımadası Devletleri ile Yunanlı’ların meydan getirdiği 
ve Katolik, Protestan, Ortodoks ve diğer bazı mezheplerin bulunduğu bu 500 milyonluk birliği ciddi sorunların beklediği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 
2030 yılında eneri kaynaklarında % 70’lere varan bir dışa bağımlılık oranı gerçekleşeceği için tehlike daha da büyüyecektir  (günümüzde AB’nin yıllık 
petrol faturası 300 milyar eurodur). Zira 2030 yılın dek AB ülkelerinin enerji talep artışı % 30’lar civarında olacaktır. İspanya Enerji Bakanı 2035 yılında 
AB’nin petrolde % 95, doğalgazda % 80 oranında dışa bağımlı olacağını ifade ederek AB ülkelerine ciddi bir ikazda bulunmuştur.
 
  AB ülkeleri dünya enerji kaynaklarının yaklaşık olarak % 3’üne sahip olup, toplam enerjinin % 17’sini tüketmektedir. Günümüzde % 55 oranındaki dışa 
bağımlılık 2030 yılında % 70’e yükselecektir. AB ülkelerinin petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılıkları Ukrayna krizinden sonra bu ülkeleri rahatsız 
etmiş ve kaynak çeşitlendirilmesi yönündeki çalışmalarını hızlandırmışlardır. 
Fransa nükleer yakıt sıkıntısına girmemek için Nijer ile görüşmeleri sıklaştırmış, Mali’nin işgal edilmesi ise buradaki kaynakları ele geçirmek 
olarak yorumlanmıştır. AB ülkelerinin tamamı yenilenebilir kaynaklara yönelmiş, AB’nin Visegrad Grubu (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya) sadece 
Rusya’ya bağımlı kalmamak için ABD’den doğalgaz etmek konusunu gündeme getirmişler, Romanya şeyl-gaz araştırmalarına başlamış ve AB doğalgaza 
bağımlılığı azaltmak için 2011’de 179 milyar m3 LNG ithalatı yapmışlardır. AB ülkeleri kendi kaynaklarını ne kadar kullanırlarsa kullansınlar yeterli 
olamayacağından fosil kaynaklara ihtiyaçları devam edecektir.  Bu sebepten ötürü AB ve hatta bütün Kıta Avrupası Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz’deki 
kaynaklara muhtaçtır. Buradaki kaynaklar deniz yolu veya boru hatlarıyla Avrupa’ya ulaşabilir. İşte bu noktada Türkiye gündeme gelmektedir. Türkiye 
Azerbaycan, Türkmenistan, İran ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Avrupa’ya taşıma güzergâhı üzerinde bulunan bir ülkedir. İleride 
Mısır ve D.Akdeniz’deki kaynaklarda Türkiye üzerinden sevk edilebilir. Türkiye bir ’’DOĞALGAZ HUB’’ı olma potansiyeline sahiptir. Irak-Türkiye HPBH, 
Bakü-Tiflis-Ceyhan HPBH, Bakü-Tiflis-Erzurum DGBH, Türkiye-Yunanistan DGBH, Rusya Federasyonu-Türkiye DGBH, İran-Türkiye-Avrupa DGBH ve TANAP 
ile ve de ileride inşa edilecek hatlarla Türkiye, Avrupa’nın adeta kaderiyle oynayacak bir konuma gelebilir. Şah Deniz-2 sahasından çıkarılacak olan doğalgaz 

Türkiye’nin 20 ilinden geçtikten sonra aşamalı olarak 16-22-31 milyar m3 doğalgazı Avrupa’ya ulaştırılacaktır. 

  10 milyar dolara mal olacak olan TANAP’tan geçecek bu doğalgaz miktarının AB’ye yeterli olamayacağı aşikârdır. Görünen o ki, yeni TANAP’ların yapılması 
gündeme mutlaka gelecektir. 

Ne var ki, AB’nin Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumu, Türkiye-AB ilişkilerinde daha uzun süre soğukluğun devam edeceğini göstermektedir. 
500 milyon nüfusa sahip AB’nin 77 milyon nüfusu olan Müslüman bir ülkeyi kendi içine alması, ötesinde kabul etmesi çok zor görünmektedir. 
AB Türkiye’nin nükleer enerji konusunda Rusya ile olan ilişkisi, yenilenebilir kaynaklara yeterince yatırım yapmaması ve Ortadoğu politikaları sebebiyle her 
konuda olduğu gibi enerji konusunda da Türkiye’ye soğuk davranmaya devam etmekte ve müzakerelerde Enerji Faslını açmamaktadır. 
Ancak, AB enerji politikasının esasını teşkil eden arz güvenliği için enerji çeşitlendirilmesi konusunda Türkiye’ye muhtaçtır ve mahkûmdur. 
Diğer taraftan yukarıda ifade etiğim gibi AB ülkeleri arasında farklı enerji politikaları takip edilmektedir. 
Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinin müspet olması, Fransa’nın nükleer yakıt tedarikinde Afrika ülkeleri ile ilişkilerini sıcak tutması, diğer ülkelerin Ortadoğu ve 
K.Afrika ülkelerine yakınlaşmaları ortak bir enerji politikasının oluşturulması yönünde ciddi engel teşkil etmektedir. Zira ulus devlet anlayışı her fikrin, 
anlayışın ve birliğin üzerinde görülmektedir.

***

21 Nisan 2020 Salı

Suriye Savaşında Rol Alan Aktörler Kimlerdir?

Suriye Savaşında Rol Alan Aktörler Kimlerdir? 



Özel Rapor 
Erol Başaran BURAL 
Mart 2019 
www.21yyte.org 



Belki de soru Suriye savaşında rol almayan aktörler kimlerdir olmalıydı. Soruyu bu şekilde sormak cevabı da kolay hale getirebilirdi. 2010 yılında bölgede başlayan sözde Arap Baharı olayları neticesinde birçok ülkede iç karışıklıklar ve yönetim değişiklikleri meydana geldi, çok sayıda insan hayatını kaybetti. Ancak diğer ülkelerde meydana gelen olaylarla kıyaslandığında; Suriye iç savaşına diğer bölgelerdeki çatışmalara nazaran daha çok sayıda aktörün dahil olduğunu ve bu ülkedeki olayların ve çözüme giden yolun daha karmaşık bir hal aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. 

Suriye 


Rusya ve İran’ın Suriye iç savaşına Suriye rejimi lehinde müdahil olmasının ardından ülkedeki yönetim gücünü yavaş yavaş ancak artan şekilde koruyan Beşar Esad, sekiz yıl süre içerisinde ülkenin batısında konumunu sürdürmeyi başarmış, ülkenin doğusunda kalan alanlarda kendisine yönelik muhalif silahlı grupları da etkisiz hale getirmek için gücünü toplamaya başlamıştır. 

İç savaşın başlangıcından bu yana devlet terörünü uygulamaya devam eden Suriye Rejimi kimyasal silah ve varil bombaları kullanmaya, kitlesel sivil ölümlerine yol açmaya devam etmiş, Suriye halkının ülke dışına sığınmacı olarak ve ülke içerisinde çoğu zaman zorla olmak üzere yer değiştirmelerine neden olmuştur. 

Uzun yıllardır Esad ailesinin kontrolü altında bulunan Suriye rejiminin silahlı gücü ve emniyet-istihbarat teşkilatı “Muhaberat” Rusya ve İran’ın da desteği ile Fırat nehri batısında sekiz yıl içerisinde Halep dâhil beş önemli bölgede kontrolü sağlayabilmiştir. 
Zorunlu askerlik sisteminin devam ettiği, savaş öncesi 220.000 askerin görev yaptığı Suriye rejim ordusunun hâlihazırda yaklaşık olarak 25.000 askerlik bir gücünün savaşma kapasitesinin olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca 2011 yılından bugüne kadar yaklaşık 100.000’den fazla askerin ordudan firar ettiği de söylenmektedir. 

Bu gücün yanı sıra “Şebbiha” olarak isimlendirilen, sayılarının 10-15.000 civarında olduğu ifade edilen hatta sekiz yıl içerisinde sayılarının 40.000’e ulaştığı iddia edilen, Esad ailesine bağlılığı ile de bilinen milis güçlerinin de varlığından bahsetmek gerekir. Genellikle aşırıcı şiddet hareketleriyle birlikte anılan, eski ordu mensuplarının çoğunluğunu oluşturduğu Beşarın kardeşi Mahir Esed yönetimindeki Şebbihalar, ilk kez 1982 yılında Suriye’deki ayaklanmaları bastırmak üzere sahneye çıkmıştı. 70’li yıllarda baba Esed tarafından Milli Savunma Ordusu olarak kurulan Şebbihalar, Suriye’deki krizin başlangıcından 
itibaren sokaklarda görünmeye başlamış, birçok kentte rejimin idari ve asayiş yetkilerini devralmıştır. Şebbihalardan kaynaklı olarak çok sayıda insanın ortadan kaybolmasının, toplu göz altıların yaşanmasının, gözaltına alınanlara yönelik işkence iddialarının, halk arasında yoğun ve bilinçli bir korku yaydığı da bilinmektedir. 

2011 yılından itibaren ülkenin batısını kontrol altında bulundurmaya çalışan Esed rejimi, Fırat’ın batısındaki PKK/PYD terör örgütünün ana çatısını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleriyle (SDG) hemen hemen hiç mücadele etmemiş ve hatta SDG ile temaslar kurarak PYD terör örgütünü güçlenmesine göz yummuş, Fırat’ın doğusunu terör örgütüne bir anlamda hediye etmiştir. 

Rusya 


Suriye iç savaşının belki de en önemli aktörü Rusya olmuştur. Sekiz yıl öncesinde ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan Esed karşıtı muhalifleri desteklerken, IŞİD terör örgütü Suriye’ye yayılmış, ülkedeki Esed karşıtlığı bu andan itibaren IŞİD’le mücadeleye evrilmiştir. IŞİD tehdidinin yayılmasının ardından Eylül 2015’de Suriye’de sahaya inen Rusya, Suriye iç savaşının seyrini değiştiren hamleler yapmıştır. Suriye ve Rusya hükümetleri arasında 18 Ocak 2017'de varılan anlaşmaya göre son derece kritik bir lojistik merkez olan Tartus 
Deniz Üssü, Rusya'ya 49 yıllığına kiralanmıştır. Rusya bu üste nükleer savaş gemileri de dahil olmak üzere 11 savaş gemisi bulundurma hakkını elde etmiştir. Rusya'nın diğer askeri varlığı ise Hmeymim Hava Üssü’nde konuşludur. Bu üs 30 Eylül 2015'te faaliyete geçmiştir. 
Rusya, Suriye'de iç savaşının seyrini Esad rejimi lehine döndüren hava operasyonlarını bu üsten yürütmektedir. Üste Rus yapımı SU-24, SU-25, SU-34 savaş uçakları ile Mİ-24 ve Mİ-8 helikopterleri konuşludur. 23 32 uçak, 16 helikopter, 9 tank, 2 hava savunma sistemi ve 2000 askeri ile Himeymim üssünde bulunan Rus askeri güçleri, Tartus’da çoğunluğu lojistiği destekleyen olmak üzere 1.700 asker bulundurmaktadır. 

ABD’nin yer aldığı bir coğrafyada söz sahibi olabilmek için Suriye’deki iç savaştan faydalanan Rusya, Suriye’nin Akdeniz kıyılarında üs bölgeleri tesis ederek tarihsel açıdan da bölgedeki müttefiki sayılabilecek Suriye rejiminin tamamen çökmesine kendi çıkarları doğrultusunda izin vermemiştir. Bu açıdan bakıldığından Esed’in halen ayakta kalabilmesini Rusya’ya borçlu olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Rusya askeri üslerini tesis etmesinin ardından Suriye’ye yoğun bir hava desteği sunmuş, ülkenin batısında kalan alanda hava üstünlüğünü tesis ederek Suriye Rejim güçlerinin alanda kontrolü tesis etmesine büyük katkılar sunmuştur. 

Sekiz yıllık süre içerisinde Rusya Suriye iç savaşında; 112 askerini, 8 uçak, 7 helikopter ve birkaç zırhlı aracını kaybetmiştir.24 

İran 

Suriye’yi Lübnan Hizbullahına ulaşmak için bir köprü, kendi menfaatlerini korumak için bir tampon bölge, yayılmacılık hedeflerini geliştirmek için bir fırsat olarak gören İran; Devrim Muhafızları ile birlikte 2011 yılı son aylarında Suriye iç savaşında yerini alan ilk ülke olmuştur. İran Şam, Humus, Halep, Hama ve çatışmalı bölgelerde toplam 16 üs inşa etmiştir.25 


Suriye nüfusunun % 12’sini oluşturan ve iktidarı elinde bulunduran Nusayrileri mezhepsel nedenlerle destekleyen İran, ezeli düşmanı olarak gördüğü İsrail’e bir adım daha yaklaşmak, bölgedeki İsrail karşıtlığını artırmak, Lübnan Hizbullah’ına destek olmak, İran’dan İsrail’e uzanan lojistik karayolunun kontrolünü ele geçirmek, Suriye’de kontrolü Sünnilere terk etmemek maksadıyla Suriye iç savaşına dahil olduğu düşünülmektedir. 

İran Devrim Muhafızları'nın danışmanları da rejim saflarında görev yapmaktadır. Tahran yönetiminin, Afganistan ve Irak kökenli çok sayıda Şii milisi Şam yönetimi saflarında Suriye'ye gönderdiği de bilinmektedir. İran Devrim Muhafızları'nın dış operasyonlardan sorumlu özel Kudüs Gücü'nün komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani de Suriye'de rejim güçlerine taktik destek vermektedir. İran'ın Suriye sahasındaki askeri varlığı; Tiyas Hava Üssü, Şayrat Hava Üssü, Kisvah Kara Üssü, Şam Havalimanı yakınlarındaki tesislerde  konuşlu dur. 26 



İran’ın Suriye sahasında; yaklaşık 7.000 askerden oluşan kendi askeri birlikleri, 6-8.000 arası Lübnan Hizbullahı, 4-5.000 Iraklı Şii milis ve 2-4.000 arası Afgan Şii savaşçısı olduğu tahmin edilmektedir. Tahran özellikle Afgan mültecilere baskı yapıp onları çatışmalarda savaşmaları için Suriye’ye göndermiştir. 



İran ayrıca, rejimin paramiliter gruplar kurmasına da yardımcı olmuştur. Fakat tek başına İran desteğine rağmen savaşın ilk yıllarında rejim muhaliflere karşı tutunamamıştır. Sekiz yıl içerisinde, yine kesin olmamakla birlikte, 1.500’den fazla kayıp veren Şii milis güçleri Esed rejiminin sahada en büyük destekçilerinden birisi olmuştur. 27 

İsrail 



İran’ın bulunduğu bir alanda İsrail’in pasif kalması, İsrail’in bölgedeki üstünlüğünü kaybetmesi anlamına geleceğinden, İsrail sahada askeri birlikleri ile olmasa da İran’ı sınırlamak adına özellikle hava gücüyle Suriye iç savaşındaki varlığını hissettirmiştir. Hava Kuvvetleri ile düzenlediği operasyonların yanı sıra, İsrail’in Suriye’de Dürzi muhalifleri de desteklediğine yönelik teyide muhtaç bilgiler bulunmaktadır. 

İsrail’in Suriye iç savaşı boyunca stratejisinin sınır komşusu Suriye’deki gelişmeleri yakından takip etmek, Moskova ile birlikte çalışarak kendisi için riskleri en az seviyede tutmak ve sınır güvenliğini sağlamak olduğu söylenebilir. Bu kapsamda İsrail sekiz yıllık 

Suriye iç savaşı süresince; 

• İran’ın Suriye’deki varlığını kontrol altında tutmak ve İran’ın Hizbullah’a silah aktarımını engellemek, 
• Esed Rejiminin İsrail’e tehdit oluşturamayacak kadar zayıf kalmasını sağlamak, 
• Golan Tepelerini elde bulundurmak, 
• Radikal terör örgütlerini sınırlarından uzak tutmak maksadıyla çok sayıda hava harekâtı düzenlediği söylenebilir. 

Bu kapsamda; Eylül 2018’de İsrailli bir yetkilinin açıklamasından son iki yıl içerisinde İsrail tarafından Suriye’ye yönelik 200’den fazla saldırı düzenlendiği de bilinmektedir.28 

ABD 



Rusya’nın Suriye’de varlık göstermesi, IŞİD tehdidinin Irak’tan başlayarak Suriye’ye yayılma hızının artması, ABD’nin aslında maliyet-etkinlik analizi sonucu uzak durmaya karar verdiği Suriye sahasına inmesine neden oldu. 2015 sonlarında ilk kez özel kuvvet unsurlarını Suriye’nin kuzeydoğusuna gönderen ABD’nin Suriye’de bulunmasına neden olarak; kendisine Rakka’yı sözde başkent ilan eden IŞİD terör örgütünü bu kentten ve Suriye’den çıkararak faaliyetlerini sonlandırmak, IŞİD’in geri dönüşüne engel olmak, siyasi çözüm sürecine katkıda bulunmak şeklinde görünür hedefler ortaya konuldu.29 

Ancak ABD’nin asıl hedefi ne IŞİD’i ortadan kaldırmak, ne de İran’a yönelik hamleler yapmaktı. ABD’nin Suriye’de bulunmasının temel nedeni Suriye’de bir PKK terör devletçiği kurulmasının alt yapılarının hazırlanması, Türkiye’nin kurulacak terör devletçiği bölgesinden uzak tutulması idi. 

ABD askeri üsleri, Türkiye sınırına yakın, terör örgütü PKK/YPG’nin işgalindeki bölgelerde yer almaktadır. Münbiç, Kamışlı, Tabka, Darbesiye, Rümeylan ve Ayn el Arap'da ABD'nin hava üsleri bulunmaktadır. Haseke'de ise ABD'nin bir radar üssünün yer aldığı bilinmektedir.30 

2015 yılından itibaren ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde ikisi hava üssü, diğerleri ikmal, yakın destek ve operasyon üsleri olmak üzere 10 üssünün bulunduğu bilinmekte iken ABD bölgedeki askeri varlığını zaman içerisinde genişletmiştir. Bölgeye güç kaydıran ABD, buradaki gücünü sahadaki konumuna göre artırmıştır. Suriye’deki hava üslerinin sayısı zaman içerisinde 3’e çıkarılırken askeri üslerin sayısında da iki kat artış görülmüştür. ABD, Suriye’nin kuzeyinde daha önce PKK terör örgütünün uzantısı PYD’nin denetimindeki 

Derik, Tabka, Rimeylan, Hol, Şedadi, Ayn el Arap, Eyn İssa, Menbiç, Rakka, Haseke, Irak sınır hattındaki Tanaf (ÖSO’nun kontrolünde) ve Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesi karşısında yer alan Tel Abyad’da toplam 22 askeri üs kurmuştur. Yeni üsler kurmak için bölgeye malzeme, araç gereç ve silah sevkiyatını artıran ABD’nin, 2018 sonunda IŞİD’den temizlenen Deyrizor kentinin doğu kırsalında yer alan Behra bölgesinde yeni bir hava üssü kurduğu da bilinmektedir.31 ABD’nin Suriye’de bugüne dek yedi askerini kaybettiği yönünde de bilgiler mevcuttur.32 


2018 yılı sonlarında ABD, Türkiye’nin PKK/PYD terör örgütüne müdahalesini önlemek, terör örgütünü koruma altına almak maksadıyla; Türkiye Suriye sınır hattı üzerinde gözlem noktaları açmaya başlamıştır. 2018 yılı Kasım ayı sonunda ABD, Şanlıurfa'nın karşısındaki Suriye topraklarında, Akçakale ile Ceylanpınar arasındaki yaklaşık 100 kilometrelik sınır hattında 4 noktaya tahkimat yapmaya başlamıştır. Bu noktalardan ilki, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye topraklarında yer alan Tel Abyad'ın doğusunda kalmaktadır. İlçenin doğusundaki Bir Aşık ile Ayaş köylerini birbirine bağlayan yol üzerinde terör örgütü PKK/PYD tarafından kullanılan bir noktada da gözlem noktası tesis 
etmiştir. Bir diğer nokta da, Şanlıurfa'nın Suriye sınırındaki Yeşiltepe köyü karşısındaki Suriye topraklarında bulunan Nussif Tepe köyünün kuzeyindeki Musa Tepesi’dir. Yine Şanlıurfa'nın sınır ilçesi Ceylanpınar'ın 20 kilometre batısında, Ceylanpınar Tarım İşletmeleri mevkisinin karşısında yer alan Hınzır köyündeki Hınzır Tepesi de bir diğer gözlem noktasının bulunduğu alandır. Ceylanpınar'a sınır Resulayn ilçesinin 5 kilometre batısında, Türkiye sınırına 4 kilometre mesafede, Erkam Tepesi köyündeki askeri noktada da ABD'nin gözlem noktalarının konuşlandığı bir diğer bölgedir.33 

Suriye iç savaşı süresince kendisine sahada müttefik olarak terör örgütü PKK/PYD’yi seçen ABD PYD’yi eğit donat kapsamına alarak terör örgütünün kapasite artırımına büyük katkılar sunmuştur. Bu kapsamda ABD, PKK/PYD terör örgütüne; 



2017 yılında toplam 430 milyon ABD doları, 2018 yılı için ise 500 milyon ABD doları karşılığında silah ve teçhizat yardımı yapmıştır. PKK/PYD’ye verilen silah ve araçların, Suriye’nin kuzeyinde 13 ayrı noktada depolandığı, bu silahların arasında çok namlulu roket atarlar ve füze rampaları, 80 ve 120 mm havanlar, MK19 bomba atarlar, M4 ve M16 piyade tüfekleri, ABD yapımı BGM-71 TOW-Anti tank füzeleri, insansız hava araçları ile FGM-148 Javelin anti tank füzelerinin de bulunduğu bilgisi basında yer almıştır.34 



Medyaya yansıyan görüntülerden, ABD tarafından PKK/YPG’ye verilen silah ve 
mühimmatın yanı sıra; çok sayıda Humvee zırhlı araç, 81 mm EXPAL araca monteli havan sistemleri, mayına karşı dayanıklı ve pusuya karşı etkin koruma sağlayan zırhlı araçlar, Guardian marka zırhlı personel taşıyıcılar, dozerler, vinçler, iş makineleri, yakıt tankerleri, Toyota Hilux marka pikaplar, zırhlı Ford F550 ağır yük kamyonlarının gönderildiği de anlaşılmaktadır. 

Almanya 


Almanya’da bölgede söz sahibi olmaya gayret eden, ABD’nin Suriye’ye müdahalesi ile birlikte IŞİD’le mücadele koalisyonu kapsamında Suriye’ye asker gönderen ülkelerden bir tanesidir. Almanya’nın IŞİD’le mücadele eden uluslararası koalisyona dört adet Alman Tornado keşif uçağı ve havada yakıt ikmali yapabilen tanker uçağıyla katkıda bulunduğu bilinmektedir. 

Ayrıca Ürdün’ün Suriye sınırına yakın Azrak'ta bulunan Muvaffak Salti Hava Üssü'ne konuşlandırılan Alman birliğinde 1.200 Alman askeri bulunduğu 
değerlendirilmektedir.35 

Birleşik Krallık 

Suriye iç savaşında rol alan ancak pek de görünürlüğü olmayan, arka perdeden 
orkestrasyonu sağladığı düşünülen en önemli aktörlerden birisi de Birleşik Krallık ya da bilinen adıyla İngiltere’dir. IŞİD Karşıtı Koalisyonun bir parçası olarak İngiltere Suriye’de sahada da yer almayı tercih etmiş, stratejik ortağı ABD ile birlikte Suriye’nin kuzeyi ve doğusuna özel kuvvet askerlerini konuşlandırmıştır. 

2 Aralık 2015’de, Suriye İç savaşının başlamasından yaklaşık dört yıl sonrasında, İngiltere Avam Kamarası tarafından IŞİD’e karşı mücadele kapsamında ağırlıklı olarak hava kuvvetlerinin kullanılmasına yönelik bir karar alınmıştır. İngiltere’nin koalisyon kapsamında 10 Tornado GR4, 6 Typhoon, 10 Reaper, 1 havadan ikmal uçağı, 2 C130 kargo uçağı, 1 Airseeker Rivet Joint RC135W istihbarat uçağı bulunduğu bilinmektedir.36 

İngiltere Savunma Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, İngiltere Hava Kuvvetleri tarafından Suriye’de düzenlenen hava taarruzları neticesinde bugüne dek 1.019 IŞİD terör örgütü mensubunun öldürüldüğü, 67’sinin ise yaralandığı belirtilmektedir. İngiltere hava harekâtlarının % 37’sinin Typhoon, % 31’inin Tornado ve % 32’sinin Reaper’lar (Silahlı İnsansız Hava Aracı) tarafından icra edildiği de bilinmektedir.37 

İngiltere’nin asker kaybı net olarak tespit edilememekle birlikte, Suriye’de bulundurduğu askerlerinden yaklaşık altı asker kaybının olduğu değerlendirilmektedir. 

Fransa 



Suriye'deki Fransız askerlerinin sayısı 200 civarındadır.38 Fransa, çoğu askeri noktada ABD imkânlarından yararlanmaktadır. Fransa'nın hâlihazırda terör örgütü PKK/PYD’nin işgalinde bulunan Fırat’ın doğusundaki askeri birliklerinin; topçu bataryaları, teknik eleman ve ekipmanları ile özel kuvvetler birliklerinden oluştuğu bilinmektedir. 

Fransız askeri unsurları Suriye’de 9 askeri noktada varlık göstermektedir. Sahada PKK/ YPG’li teröristlerle askeri faaliyetler yürüten Fransız askeri birlikleri, son olarak IŞİD’in Deyrizor'daki son kalesi olan Heccin ilçe merkezinin ele geçirmesinde topçu atışlarıyla rol oynamıştır. 9 askeri noktanın 4'ünde ABD askerlerince himaye edilen Fransızlar, diğer bölgelerdeki hareket kabiliyetlerini de yine ABD ordusu ile PKK terör örgütü korumasında sağlayabilmektedir. 

IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon gücü adı altında PKK/PYD terör örgütüne destek olan Fransa, Suriye'nin kuzeyindeki Ayn el Arab'ın güneyinde bulunan Miştanur Tepesi, Sırrin ilçesi, Ayn İsa beldesi, Harb Işk köyündeki Fransız Lafarge çimento fabrikası, Rakka üssü, Kabiba petrol sahası, Kahar askeri noktası, Tabka havaalanındaki askeri üste ve Münbiç'te Sacur çayı civarında varlık göstermektedir. 

Deyrizor ilindeki Kabiba petrol sahasının güney kesiminde ise Fransız topçu bataryaları bulunmaktadır. Petrol sahasının işletme binaları Fransızlar tarafından merkez olarak kullanılmaktadır. Deyrizor'un Mayadin ilçesinin doğusundaki Kahar petrol sahası içinde de Fransız topçu bataryaları ve özel kuvvetleri yer almaktadır.39 

Türkiye 



Türkiye, Suriye iç savaşından en fazla ve en olumsuz yönde etkilenen bölge ülkesidir. PKK/ PYD terör örgütü ve radikal silahlı aktörlerin ülkenin güney sınırında, 911 km’lik bir alan boyunca terör koridoru oluşturmasıyla Türkiye’nin milli güvenliği tehdit altına girmiştir. 

Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’nin Suriye politikasının su meselesi, Hatay sorunu, Suriye’nin PKK terör örgütüne verdiği destek ve teröristbaşı Öcalan krizi bağlamında gergin bir süreçten geçtiği görülmektedir. Teröristbaşının Suriye’den çıkarılmasının ardından Adana Protokolü’nün imzalanmasıyla birlikte Suriye ile iyi ilişkiler yakalanması, Türkiye ile Suriye arasındaki ikili ilişkilerin gelişimi için bir dönüm noktası teşkil etmiştir. 

2011 yılının Mart ayından itibaren başlayan rejim karşıtı gösteriler ve rejimin Suriye halkına yönelik aşırıcı şiddet uygulamaları Türkiye-Suriye ilişkilerini yeniden gergin bir döneme evirmiştir. Türkiye, Suriye’deki olaylara karşı başta çok net bir tavır takınmasa da daha sonra Beşar Esed’e halkın taleplerini karşılayacak şekilde demokratik reformlar yapması önerilerinde bulunmuştur. 

Bu dönem içerisinde Suriye-Türkiye ilişkileri Şam’ı reform yapmaya ikna etme 
ve soruna demokratik çözüm bulma çabaları etrafında şekillenmiştir. Bu dönemin ardından, Türkiye-Suriye ilişkilerindeki anlaşmazlıklar daha da artan bir hale bürünmüş, Esed’in sert güç kullanımı ve demokratik eylemlerden uzak tutması iki ülke ilişkilerini daha da germiştir. 2012 yılından itibaren Türkiye Esed’in yönetimden ayrılmasının zamanlama olarak ötelenmesine yönelirken sahada daha aktif bir rol üstlenmiştir. 

Türkiye muhalifleri desteklemeye başladıktan sonra, rejim güçlerine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensuplarının Türkiye’de yapılanmasına izin vermiştir. ÖSO ana üssünü Suriye sınırındaki Hatay olarak duyurmuştur. ÖSO mensuplarının sınırdan Suriye’ye geçişine izin verilmiştir. Bunun üzerine Esad Türkiye’yi “teröristlere” para ve silah yardımı yapmakla itham etmiştir. 



Ankara ile ABD’nin ortak projesi olan eğit-donat programı kapsamında ÖSO mensupları Türkiye’de eğitim almış ve silahlandırılmıştır. ÖSO mensupları 2015 yılında Suriye’de çatışmalara dahil olmaya başlamıştır. Ancak başarıya ulaşamayan program kısa süre içinde ABD tarafından sonlandırılmıştır. ABD daha sonra IŞID ile mücadelede partner olarak ÖSO yerine PKK/PYD terör örgütüne yönelmiştir. 

Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen en önemli faktörlerden birisi de Rusya olmuştur. Rusya Eylül 2015’de Esad rejimine destek olmak için askeri operasyonlar başlatmıştır. Böylece Türkiye bölgedeki nüfuzunu arttırmış ve daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştır. Türkiye özellikle ABD’nin terör örgütü PYD’yi desteklemeye başlamasından sonra ABD’den uzaklaşıp Rusya ile yakınlaşmıştır.40 

Türkiye Suriye iç savaşının başlamasının ardından Suriye ülkesi topraklarından dört büyük askeri harekât icra etmiştir. Bunlardan birincisi Süleyman Şah Türbesinin nakli kapsamında düzenlenen “Şah Fırat” Operasyonudur. 22 Şubat 2015 tarihinde Türkiye, Suriye topraklarında kalan Süleyman Şah Türbesi’ne operasyon düzenlemiştir. 

Operasyon sonucunda türbe, Suriye'nin Eşme bölgesine nakledilmiştir. Şah Fırat 
kapsamında eş zamanlı iki operasyon yapılmıştır. Bir grup askeri birlik türbenin 
nakledileceği Suriye topraklarındaki Eşme bölgesini güvenlik altına alırken diğer grup Türbeye hareket etmiş, operasyona 39 tank, 57 zırhlı araç, 100 araç ve 572 personel katılmıştır. 


Fırat Kalkanı Harekâtına giden süreç içerisinde tekâmül eden bir dizi güvenlik riski Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri müdahalesini bir zorunluluk olarak açığa çıkarmıştır: Birincisi ulusal güvenlik risklerinin en başında IŞİD’in Türkiye’nin özellikle büyükşehirlerini canlı bomba eylemleri düzenlemek suretiyle hedef alması gelmiştir. İkincisi IŞİD’in Suriye’nin kuzeyindeki Azez-Cerablus bölgesinde yaklaşık 100 kilometrelik bir sınır hattını kontrolünde tutmasıdır. 

Zira bu sınır hattı üzerinde kurduğu hâkimiyet sayesinde IŞİD’in, Kilis başta olmak üzere Türkiye’nin hudut hattında bulunan diğer sınır illerini ve askeri noktalarını hedef alması daha olanaklı bir hal almıştır. Bu nedenledir ki Türkiye uzun zamandan beri Azez-Cerablus arasındaki 100 kilometrelik hudut hattındaki IŞİD unsurlarını elimine ederek kendi güney sınırını güvence altına alma çabası içerisine girmiştir. Dolayısıyla bu çaba doğrultusunda 

Türkiye Azez ve Rai (Çobanbey) arasındaki hattın güvenliğini IŞİD unsurlarını bertaraf ederek sağlamıştır. 

Operasyon sırasında İHA'larla da kara unsurlarına destek verilmiş, hava kuvvetleri unsurları hazır bekletilmiş ancak operasyona katılmamıştır. Türbedeki 38 asker, beraberlerindeki naaşlar ile kutsal eşyaların nakli aynı gün sabahında tamamlanmış, operasyon sırasında meydana gelen kazada 1 askerimiz şehit olmuştur.41 



Türkiye’nin ikinci askeri harekâtı ise “Fırat Kalkanı” Harekâtıdır. Türkiye 24 Ağustos 2016 tarihinde Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. maddesinin tanıdığı “meşru müdafaa” hakkından yararlanmak suretiyle uluslararası kamuoyuna “Fırat Kalkanı Harekatı”nı başlattığını deklare etmiştir. Ankara, başta IŞİD olmak üzere Suriye’de mevcut terör örgütleri tarafından Türkiye’ye yöneltilen tehditleri, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkı kapsamında hatta gerektiğinde mütecaviz biçimde başka bir ülkenin topraklarında kendisine sunulan icra etme yetkisine dayanarak tehdidi bertaraf etmeye yönelmiştir. 

Orta menzilli topçu ve çok namlulu roketatar sistemlerinin (ÇNRA) ateş desteği altında 24 Ağustos 2016 tarihinde başlatılan harekât özel kuvvet timlerinin hava unsurlarına sağladığı hedef tespiti ve angajmanlarıyla devam ederken zırhlı ve mekanize birliklerin çabuk taktik kazanımlarıyla neticelenmiştir. TSK harekâtı Cerablus ve Keklice köyü çevrelerindeki IŞİD mevzilerini yoğun topçu ateşiyle 24 Ağustos 2016 saat 04.00’da başlatmış ve müteakiben F-16 savaş uçaklarının stratejik noktalara hassas mühimmatlı hava akınlarıyla devam etmiştir. Kara unsurlarının ileri harekâtı ise taarruz çıkış hattından hareketle sınır geçen iki bölük timi seviyesindeki birlik ile gerçekleştirilmiştir. 

Güney istikametindeki ilerleme 28 Ağustos’ta ABD’nin YPG/PKK’nın Fırat Nehri’nin doğusuna çekilmesi garantisini vermesi üzerinde durmuş, TSK ve ÖSO unsurları harekât alanındaki kazanımlarını bütünleştirip Sacur Nehri’ni harekatın doğu sektörünün güney sınır hattı olarak belirlemiştir. 

Müteakibinde harekât batı, Çobanbey (Rai) istikametine yön değiştirmiş ve ileri harekâta batı istikametinde devam edilmiştir. ABD’nin Münbiç’in kuzeyindeki durum manipülasyonunun harekâtın temposunu yavaşlatmasına rağmen, Türk askeri yetkililer 3 Eylül’de Çobanbey kasabası ve çevre köylerine ayrı bir taarruz düzenlemişlerdir. 


TSK bazı ÖSO gruplarının yetersizliğinden etkilenmiş ve Türk komando birliklerinin harekâta katılmaya başlaması da bu safhada gerçekleşmiştir. Mare-Aktarin hattının ele geçirilmesinin ardından IŞİD’in romantikleştirdiği Dabık köyü on dakika içinde 16 Ekim 2016 tarihinde ele geçirilmiştir. Dabık’ın ele geçirilmesiyle TSK ve ÖSO, Cerablus, Çobanbey ve Mare’deki kazanımlarının tamamını birleştirmiş ve 1.300 kilometre karelik bir alanı kontrol etmeye 
başlamıştır. 20 Ağustos-16 Ekim 2016 tarihleri arasındaki bu safhada harekat daha karmaşık ve yoğun terör taktiklerine maruz kalmış ve çok sayıda zayiat vermiştir. 

Harekat alanındaki durum Suriye Rejim Güçlerinin dahil olması ve YPG/PKK saldırılarının Mare bölgesinde saldırılara başlamasıyla daha karmaşık hale gelmiştir. Dolayısıyla TSK ve ÖSO unsurları harekât alanında karada IŞİD ve YPG/PKK unsurları, havada da rejim unsurlarına karşı tedbirler almak zorunda kalmıştır. Dabık-Mare-Aktarin’in IŞİD’den kurtarılmasının ardından TSK ve ÖSO güçleri El-Bab’a ilerleme niyetiyle hazırlıklara başlamıştır. Bu kapsamda 
Mare bölgesindeki YPG/PKK unsurlarının ilerleyişini durdurmak ve yarattığı tehdidi bertaraf etmek için 20 Ekim 2016 tarihinde Maarat Umm Hawsh bölgesinde YPG/PKK unsurlarına bir hava akını düzenleyerek iki yüze yakın teröristi etkisiz hale getirmiştir. 

TSK ve ÖSO güçleri El-Bab şehrine girme girişimini ilk olarak 21 Aralık 2016 tarihinde şehrin batısında yer alan Akil Tepesi’ndeki hastane bölgesine uzun ve dikkatli bir gece sızma harekatıyla denemiştir. El-Bab 26 Şubat 2016 tarihinde kuzey, doğu ve batı istikametlerinden yapılan eş zamanlı girişimlerle iki haftalık bir çabadan sonra ele geçirilmiştir. Fırat Kalkanı Harekatı 30 Mart 2017 tarihinde IŞİD unsurlarını Türk sınırlarından 40 kilometre güneye uzaklaştırıp yaratılmak istenen YPG/PKK koridoru arasına bir tampon bölge oluşturarak resmi olarak tamamlanmıştır. Harekât Suriye’nin kuzeyinde 90 kilometre uzunluğunda ve 
40 kilometre derinliğinde emniyetli bölge oluşturma hedefine de ulaşmış ancak YPG/PKK unsurlarının ABD ile münasebetleri nedeniyle Fırat Nehri’nin doğusuna gönderme hedefini tam olarak gerçekleştirememiştir.42 



217 gün süren Fırat Kalkanı Harekâtında; 2015 km karelik bir alan kontrol altına alınmış, 243 yerleşim yeri terör örgütlerinden temizlenmiş, 3.000’den fazla terör örgütü mensubu etkisiz hale getirilmiş, 71 askerimiz ve 600 ÖSO mensubu şehit olmuştur. 

Zeytin Dalı Harekâtı 

Suriye’nin Afrin bölgesindeki PKK/PYD terör örgütü varlığının temizlenmesine yönelik harekât, “Zeytin Dalı Harekâtı” adı ile 20 Ocak 2018’de başladı. “Hudutlarımızda ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla, Suriye’nin kuzeybatısında Afrin bölgesinde, PKK/ KCK/PYD-YPG ve IŞİD’e mensup teröristleri etkisiz hale getirmek ve dost ve kardeş bölge halkını bunların baskı ve zulmünden kurtarmak” için başlatılan harekâtın 58’inci gününde, 18 Mart 2018 tarihinde Afrin şehir merkezi kontrol altına alındı. 

Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında; 

• 4.608 terörist etkisiz hale getirildi, 
• 294 adet mayın ve 1.667 El Yapımı Patlayıcı (EYP) imha edildi, 
• 56 askerimiz şehit oldu, 243 askerimiz yaralandı, 
• Yerel kolluk kuvvetleri teşkil edilerek yerleşim yerlerinin kontrolü sağlandı, 
• Kızılay, AFAD ve BM tarafından sağlanan insani yardımların bölgeye erişimi kolaylaştırıldı, 
• Afrin ve Tellef bölgelerinde tesis edilen sahra fırınları, Cinderesi bölgesinde kurulan TSK Acil Yardım Hastanesi gibi hizmetlerle bölgede hayatın normale dönmesine yönelik faaliyetler düzenledi. 

İdlib Harekâtı 

7 Ekim 2017 tarihinde başlatılan ve TSK birliklerinin “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü” adı altında görev yaptığı İdlib Harekâtı, 2018 yılında Zeytin Dalı Harekâtıyla paralel olarak hız kazandı. 2017 yılı içerisinde üç gözlem noktası tesis edilen İdlib bölgesinde 2018 yılı içerisinde dokuz gözlem noktası daha oluşturularak, toplam gözlem noktası sayısı 12’ye çıkarıldı.43 



İdlib Gözlem Noktaları 44 

Soçi Mutabakatına istinaden İdlib bölgesinde tesis edilen gözlem noktaları işletilmeye devam edilirken, aynı zamanda mutabakat kapsamında silahsızlandırılmış bölgenin tesisine yönelik faaliyetlere de devam edildi.45, 46 

2018 yılı içerisinde İdlib bölgesinde devam eden harekât kapsamında; gözlem noktalarını tesis etmek üzere intikal eden birliklerimize düzenlenen saldırılar sonucu iki DSİ görevlimiz, ve bir askerimiz şehit oldu, altı askerimiz ve bir sivil görevlimiz ise yaralandı.47 

IŞİD Terör Örgütü 

Terörün ve terör örgütlerinin yakın dönemdeki hızlı yükselişi, çeşitlilik göstermesi ve buna eşlik eden karmaşıklaşma IŞİD ile zirve noktasına ulaşmıştır. Irak’ta tasfiye, direniş, ideolojik kopuş ve dönüşüm gibi süreçlerin ortaya çıkardığı IŞİD, Arap Baharı’nın Ortadoğu’da devlet otoritelerini sarsmasıyla oluşan güç boşluklarında, düzensiz savaş stratejilerini kullanarak Irak ve Suriye’de geniş topraklar üzerinde hakimiyet kurmuştur. IŞİD’in söz 
konusu yükselişi örgütün ortaya çıkıp alan kontrolü sağlayarak yayılmayı başardığı ülkelerde devletlerin parçalanmasını tetikleyerek hızlandırmış, özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yüksek derecede risk ve tehditlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. IŞİD’in Irak’ın işgali sonrasında ortaya çıktığı koşullar, Suriye iç savaşına dahil olmasıyla yeni bir biçim alması ve beraberinde şekillendirdiği savaş ve terör anlayışı, örgütü sadece bölgesel ölçekte Ortadoğu ülkeleri için öncelikli tehdit olarak ortaya çıkarmamış aynı zamanda uluslararası toplumunun da bir numaralı güvenlik sorunu haline getirmiştir. 



IŞİD, kurulduğu tarihten bugüne yerel, bölgesel ve küresel ölçekte mutasyona uğrayan bir terör örgütü olarak tanımlanabilir. Diğerleriyle karşılaştırıldığında herhangi bir terör örgütünün tanımlayıcı özelliklerine sahip olmakla birlikte onlardan (başta el Kaide olmak üzere) büyük ölçüde ayrışan, kendisine has özellikleri söz konusudur. Örgütün, Irak’ın işgali sonrasında ortaya çıktığı koşullar ve Suriye iç savaşına dahil olmasıyla yeni bir yapıya kavuşmasından sonra şekillendirdiği savaş stratejisi onu sadece Ortadoğu’daki ülkeler için değil küresel ölçekte uluslararası toplum için de en önemli güvenlik riski 
haline dönüştürmüştür. 

IŞİD her ne kadar Irak’ta kurulmuş olsa da (2004), genel olarak Arap devrimlerinin inişli çıkışlı seyri ile Suriye iç savaşının oluşturduğu jeopolitik kargaşa ve bölgesel istikrarsızlık nedeniyle geniş bir coğrafyayı kontrol edebildiği gibi birçok irili ufaklı şiddet yanlısı diğer terör örgütlerinin kendisine biat etmesini sağlayarak ya da kendine alternatif olabilecek diğer grupları ezerek genişleme imkânı bulmuştur. 

Suriye’de de hedef kitle olarak kendisine Sünni nüfusu seçen IŞİD, varlık gösterdiği bölgelerde diğer Sünni grupları ya yok etmek ya da savaş ortamında bu grupların taraf seçmek zorunda kalacakları stratejik bir denklem kurma peşinde olmuştur.48 IŞİD terör örgütü Bakanlar Kurulu’nun 30.9.2013 tarih ve 5428 Sayılı Kararı ile terör örgütü ilan edilmiş, karar 10 Ekim 2013’te Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.49 

Örgütün insan gücü hakkında kesin rakamlar vermek neredeyse imkânsız görülmektedir. Bunun yanında farklı kaynaklar, farklı rakamlar belirtmektedir. Bazı kaynaklara göre 2014 yılında IŞID’in Irak ve Suriye’de 20.000 ile 31.500 arasında savaşçısı bulunduğu belirtilmektedir. Ancak söz konusu sayının ne kadarının doğrudan IŞİD liderine bağlı olduğu, gerek ideolojik nedenlerle gerekse çıkarların örtüşmesi gerekçesiyle IŞİD ile ittifak içinde bulunan savaşanların miktarının ne olduğu ya da zorla örgütte bulunanların varlığı 
yapılan tahminlerin aralığını genişletmektedir. Örgütün insan gücü ile ilgili yapılan başka bir çalışmada da IŞİD’in liderine yemin sadakati ile bağlı 25 bin civarında örgüt mensubu, teknik konularda, güvenlik ve askerî konularda yetişmiş orta ve üst düzey 1.000 civarında üst düzey elemanı bulunduğunu ifade edilmektedir. 

IŞİD terör örgütünün “Hicret” çağrısına cevap veren yabancı teröristlerin de sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, 2014’te 12 bin olarak tahmin edilen Suriye’de IŞİD’e katılan yabancı teröristlerin sayısı, Aralık 2015 itibarıyla, yaklaşık 100 farklı ülkeden 27 bin ile 31 bin arasında olarak belirtilmektedir. Raporlarda Türkiye’den 2.100 kişinin Suriye’ye giderek IŞİD terör örgütüne katıldığı da ifade edilmektedir.50 Farklı kaynaklar ise Suriye’deki iç savaşa 80’den fazla ülkeden katılan toplam savaşçı sayısının 50.000 ile 80.000 arasında olduğunu belirtmektedir. 

IŞİD terör örgütü ile mücadele hem IŞİD’le mücadele koalisyon güçleri, hem de Türkiye’nin çabaları ile belli bir noktaya kadar ilerlemiştir. 2015 yılından sonra Türkiye’nin aldığı tedbirler neticesinde özellikle yabancı teröristlerin Suriye’ye geçişi önlenmiş, Fırat Kalkanı Harekâtında Azez Cerablus hattında konuşlu IŞİD terör örgütü bölgeden çıkarılmış, bununla birlikte yurtiçinde de IŞİD hücrelerine yönelik operasyonlar düzenlenerek örgütün etkinliği sınırlandırılmıştır. 

Mart 2019 itibarıyla, Suriye’de IŞİD varlığı minimum seviyede görünürlüğü ulaşmıştır. Suriye'de IŞİD'in elinde bulunan ve örgütün son kalesi olarak nitelenen Irak sınırındaki 

Deyrizor kentinin Bağuz köyüne yönelik Mart 2019’da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından başlatılan operasyon neticesinde IŞİD terör örgütünün görünen yüzünün sona doğru yaklaştığı söylenebilir. Son bir ayda binlerce IŞİD mensubunun, aileleriyle birlikte teslim olduğu, son haftalarda 4 bin IŞİD terör örgütü mensubunun Suriye’de ele geçirildiğine dair teyide muhtaç bilgiler mevcuttur.51 

Nusra Cephesi (Heyet Tahrir Şam) Terör Örgütü 

Suriye’deki protestoların silahlı bir isyana dönüşmesi daha önceden pek çok ülkede silahlı faaliyetlerde bulunmuş tecrübeli selefilerin de popülaritesini artırmış ve Suriye’ye yönelik bir akını tetiklemiştir. Irak’ta işgal sonrası yeniden toparlanmaya başlayan Irak İslam Devleti (IŞİD) örgütü geçmişte kendi saflarında savaşan Suriye asıllı militanlarını Suriye’deki etkinliğini artırmak için yeniden aktif hale getirmiş ya da halihazırda saflarında bulunan isimleri Suriye’ye göndermiştir. Bunlar arasında IŞİD saflarında bulunan Ebu Muhammed Culani de vardır. 



22 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan bir ses kaydına göre Ebu Muhammed Culani Nusra Cephesi’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Örgüt kuruluş ilanıyla beraber Esed rejimine karşı bir dizi saldırıyı üstlenmiştir. Örgüt “Suriye rejiminin katlettiği sivil halkı korumak” olarak belirlediği amacına uygun bir isim seçerek ismini Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım] Cephesi olarak duyurmuştur. Örgüt ilk ilan bildirgesinde Golan Tepeleri ve liderlerinin Suriyeli olduğuna atıfta da bulunarak Ebu Muhammed Culani’yi lider olarak duyurmuştur. 

Nusra Cephesi 2012 başından 2013 ortalarına kadar muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerde yayılarak Suriye’de rejim karşıtı yapıların önemli ve etkin unsurlarından biri olmuş ve kısa sürede muhalif gruplar arasından sıyrılmıştır. Ancak 2013 Nisan ayında IŞİD lideri yaptığı bir açıklama ile Nusra Cephesi’nin kendileri tarafından kurulduğunu duyurarak iki yapının da tek bir çatı ve isim altında yoluna devam edeceğini ilan etmiş ve yeni yapının adını IŞİD olarak açıklamıştır. 

IŞİD’in açıklanmasının ardından yaşanan tartışmalar ve örgüt içi mücadeleler sırasında yaptığı ilk açıklamada Culani Suriye’ye kendisini Ebubekir Bağdadi’nin gönderdiğini ve kendisine para ve silah yardımında bulunduğunu açıklamıştır. Culani bunu kabul etmesine karşın kendisinin IŞİD’e bağlılığının aslında El-Kaide’ye bağlılık anlamına geldiğini, örgütün Merkezi El-Kaide ile ilişkilerini koparıp emirlere itaat etmemesi nedeniyle kendisinin bağlılığının da doğrudan El-Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye olduğunu duyurmuştur. 

13 Nisan 2013 tarihinde Irak İslam Devleti örgütü lideri Ebubekir Bağdadi bir ses kaydı ile Nusra Cephesi’ni feshettiğini ve örgütünün faaliyet alanını Suriye’ye doğru genişleterek IŞİD’i kurduğunu ilan etmiştir. Nusra lideri Culani ise yaptığı açıklamada bu kararı reddetmiştir. Bu ayrışma sonrası IŞİD’in Suriye’deki birimleri Nusra Cephesi’ne ait birçok merkezi, silah depolarını ve maddi kaynakları ele geçirmiştir. ABD, Nusra Cephesi’ni 15 Aralık 2012 tarihinde terör örgütleri listesine almıştır. Türkiye ise Nusra Cephesi’ni 2014 yılının Mayıs ayında terör örgütleri listesine dâhil etmiştir. 

Suriye krizinin başlangıcından itibaren tek bir çatı altında toplanamayan selefi muhalif yapılar sürekli olarak halk tarafından birleşmeye yönelik taleplerle karşılaşmışlardır. Öte yandan IŞİD’e karşı büyük mağlubiyetler yaşayan ve İdlib bölgesinde sıkışan Nusra Cephesi ve muhalif gruplar özellikle Rusya’nın müdahalesi ve Halep’in kontrolünün Esed rejimine geçmesinden sonra zor durumda kalmışlardır. Buna ilaveten devam eden siyasi süreçte IŞİD’le birlikte Nusra Cephesi de hedef gösterilmeye başlanmıştır. İdlib’de gücünü gittikçe 
tahkim eden Nusra Cephesi bu gelişmelere cevaben diğer muhalif gruplara birleşme teklifinde bulunmuştur. İdeolojik farklılıklar, yerel güç mücadeleleri, dış bağlantılar ve El-Kaide ile aynı yerde anılmayı istemeyen gruplar Nusra Cephesi ile tek bir çatı altında bulunmamayı tercih etmiştir. 

Süreç ilerleyen dönemlerde Nusra Cephesi’nin El-Kaide’den bağını koparmasını 
beraberinde getirmiştir. Ancak bu süreç neredeyse bir buçuk-iki yıl sürmüştür. Görünürde kolay olan bu ayrılık süreci aslında Nusra açısından oldukça sancılı bir kriz dönemini de beslemiştir. Zira Merkezi El-Kaide örgütünün bu ayrılığı kabul edip etmeyeceği sancılı bir süreci beraberinde getirmiştir. Ayrıca böyle bir ayrılmanın ilan edilmesinin yabancı savaşçı akışının azalmasına ve IŞİD yanlılarının propagandaları sonucu Nusra saflarında bölünmelere neden olabileceği de ayrı bir tartışma ve endişe konusu haline gelmiştir. 

28 Temmuz 2016 tarihinde örgüt lideri Ebu Muhammed Culani ilk defa yüzünü de kameralara göstererek El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’ni feshettiklerini ilan etmiş ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin (ŞFC) kurulduğunu duyurmuştur. 

28 Ocak 2017 tarihinde Liva’ul Hak, Nureddin Zengi Hareketi, Şam’ın Fethi Cephesi adı altında Nusra Cephesi ve diğer pek çok küçük grup kendilerini feshederek Heyet-i Tahriru’ş-Şam’ı (Şam’ın Özgürleştirilmesi Heyeti, HTŞ) oluşturmuştur. Bu yapılanmanın lideri Ahraru’ş-Şam’dan ayrılan ve grubun kurucu liderlerinden olan Ebu Cabir olurken, askeri lideri ise Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammed Culani olmuştur. Muhalefetin Halep’te uğradığı kayıp ve bu durumun doğurduğu halk öfkesinin ardından Nusra Cephesi merkezinde olan HTŞ Suriye’de önemli bir güç odağı haline gelmiştir. Yeni kurulan yapının 
ana omurgasının Nusra Cephesi olduğu açıktır. HTŞ’nin kurulması Nusra Cephesi’nin Suriyeleşme yolunda attığı yeni bir adım olarak düşünülebilir. 

Nitekim HTŞ’nin duyuru bildirisinde kuruluş gerekçesi olarak Suriye devrimini korumak düşüncesi ifade edilmiştir. 

HTŞ’nin kuruluşunun ardından Suriye askeri muhalefeti gruplarının özellikle İdlib’de iki kamp altında toplandığını söylemek mümkündür. Halep’in rejim tarafından ele geçirilmesinin ardından ve bir yandan başlayan Astana süreci kapsamında oluşturulan çatışmasızlık bölgeleri, Suriye muhalefeti ve rejim arasındaki sıcak temasları durgunlaştırmıştır. Nusra Cephesi ise İdlib’deki gücünü tahkim etmeye devam etmiştir. 

2015 yılında Nusra lideri Culani ile yapılan röportajdan edinilen bilgilere göre örgütün yüzde 70’inin Suriyeli ve yaklaşık yüzde 30’luk bir oranın da yabancılardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Nusra Cephesi’nin PYD-YPG ve IŞİD’den sonra en çok yabancı savaşçı barındıran örgüt olduğu değerlendirilmektedir. Nusra içerisinde çok sayıda Ürdün ve Kuzey Afrikalı savaşçıyla birlikte Körfez ülkelerinden katılım sağlayanlar da bulunmaktadır. Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu içinde yer alan unsurların yanı sıra Türkiye’den de örgüte katılım söz konusudur. Örgüt içindeki Türkiye uyrukluların sayısının 700-800 
civarında olduğu değerlendirilmektedir.52 

Açık kaynaklarda yer alan bilgilerden HTŞ’nin birçok gruptan oluşan bir örgüt olduğu, bu nedenle örgütün militan sayısı konusunda kesin bir bilgi söz konusu olmadığı, HTŞ’nin silahlı örgüt elemanı sayısının ABD kaynaklarına göre 10 bin civarındayken, genel kabul gören kanı örgütün 15-20 bin arasında militanı olduğu yönündedir.53 Suriye’nin İdlib kentinin önemli bir kısmını kontrol altında bulunduran Heyet Tahrir Şam Türkiye tarafından 01 Eylül 2018’de terör örgütü listesine alınmıştır.54 

Fırat Nehrinin batısında terör örgütlerinin ve muhalif grupların kontrolü altında kalan son bölge olan İdlib’de konuşlu silahlı gruplar arasında 2019 yılının ilk günlerinden itibaren şiddetli çatışmalar yaşandı. İdlib’de yaşanan çatışmalar sonucunda; 

• 01 Ocak tarihinde İdlib kuzeyinde bulunan Daret İzze bölgesini kontrol altında 
bulunduran Nureddin Zengi grubuna yönelik olarak saldırılar başlatan Heyet Tahrir Şam kısa bir süre içerisinde kasabanın kontrolünü ele geçirmiş, 
• Ahrar-u Şam grubuna ait silahlı birliklerin Nureddin Zengi grubuna destek maksadıyla bölgeye sevk edilmesine rağmen HTŞ ilerleyişi durdurulamamış, 
• Yaşanan şiddetli çatışmalar neticesine bazı bölgelerde yerleşim yerleri kısa 
aralıklarla HTŞ ve diğer muhalifler arasında el değiştirmiş, 
• HTŞ saldırılarının ardından bazı muhalif gruplardan kopmalar yaşandı, kopan 
grupların bir kısmı HTŞ’ye katılmış, 
• Birkaç silahlı grup ise HTŞ’ye karşı savaşmayacaklarını açıklamış, 
• Gab Ovası bölgesinde konuşlu Ahrar-u Şam’a ait gruplar kendilerini lağıv ederek bölgeyi HTŞ’ye bırakmış, 
• HTŞ ile çatışmayacaklarını açıklayan gruplardan oluşan yaklaşık 1.700 kişi Afrin bölgesine sevk edilmiş, 
• İdlib kuzeyinde başlayan HTŞ saldırıları İdlib’in orta kesimleri ve güney sınırlarına oldukça kısa sayılabilecek bir sürede yayılmış, on gün gibi bir süre içerisinde HTŞ 70’e yakın yerleşim birimini ele geçirmiş, 
• HTŞ’nin ele geçirdiği bölgeler toplamda 3.612 km2’lik bir alana ulaşmış, (İdlib alanının yaklaşık %60’ı), 
• Stratejik önemi haiz M5 (Halep-Hama) otoyolunun büyük bir bölümünün daha kontrolü HTŞ’ye geçmiştir. 


PKK/PYD Terör Örgütü 

PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD, Suriye iç savaşının yarattığı ortamdan en fazla nemalanan unsurların başında geliyor. ABD, Suriye güvenlik politikası kapsamında maliyetleri üzerine almayarak yerel unsurları kullanma yolunu seçince PYD kullanışlı bir aktör olarak görüldü. IŞİD terörüyle mücadele adına ABD tarafından desteklenen PYD Suriye’de yayılmacı bir politika takip ederken Türkiye için kaçınılmaz olarak bir güvenlik sorunu haline geldi. 

Suriye iç savaşının tarafları düşünüldüğünde PYD terörü Esed rejimi açısından merkezi bir tehdit olarak görülmemiştir. Olayların başladığı ilk andan itibaren rejim, Kürtlerin çatışmaların bir parçası haline gelmesini engellemeye çalışmıştır. İç savaşın seyri içerisinde Esed rejiminin muhalifler karşısındaki düştüğü durum PYD tarafından fırsata çevrilerek bulunduğu bölgede yayılmaya başlamıştır. PYD’nin etki alanı genişledikçe rejim güçleriyle PYD direkt çatışmaya girmekten kaçınmıştır. 

Teröristbaşının 25 Aralık 2001’de Avukatlarıyla yaptığı görüşmede; “ Dört ülke için önermiştim. İran’da demokratik İslam esprisi ile olmalı. PKK, Irak’ta yaşamalı, Güney PKK biçiminde olabilir. Suriye’de Demokratik Birlik Partisi. Artık ayrıntıya girmeyeceğim. Çünkü bunları savunmamda ayrıntılı verdim. Ama esprisi şu: Her ülkenin demokratik birlik amaçlarına bağlı bir partileşme, ittifaklaşma, cepheleşme önerdim. Ülkelerin birliğinin demokratik aracı. Bunları biraz özümsemek gerekiyor” tanımlaması, PYD terör örgütünü oluşturulması için önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. 

PYD’nin silahlı kanadı olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) de tıpkı PKK terör örgütü ve KCK gibi taban örgütlenmesine dayalı, piramit şeklinde yükselen, her konuda komiteler kurulmasını öngören, güçlendirilmiş yerel yönetimlere dayanan, kendi savunma birliklerini de kurmayı öneren, sözde “demokratik özerklik” modelini savunmaktadır.55 

PKK/PYD, 2011 yılında Suriye’de başlayan ayaklanmalardan yararlanmak için Esed rejimiyle birlikte hareket etmeye başlamıştır. Ocak 2014 tarihinde Cezire, Ayn el-Arap ve Afrin bölgelerini sözde kanton olarak ilan eden PYD sözde kantonlarıyla Türkiye’de uygulamak üzere alt yapısını oluşturduğu öz yönetim modelini hayata geçirmeye çalışmıştır. IŞİD terör örgütünün Suriye’deki faaliyetlerinden de yararlanmayı bilerek başta ABD olmak üzere birçok batılı ülkeye karşı kendisini IŞİD’le mücadele eden demokratik ve seküler bir yapı olarak göstermeyi başarmıştır. 

    Ekim 2015’te büyük kısmını PKK terör örgütünün Suriye’deki kolu YPG’nin oluşturduğu “Suriye Demokratik Güçleri (SDG)” kurulmuştur. YPG, YPJ ile Süryani Askeri Konseyi, Burkan El Fırat, Suwar El Reqa, Şems El Şemal, Lîwa El Selçuki, El Cezire Tugayları gibi gruplar ortak basın açıklamasıyla SDG çatısı altında birleştiklerini duyurmuştur.56 

    SDG’nin kurulmasıyla nüfusun büyük çoğunluğunu Arapların oluşturduğu bölgelerin PYD tarafından daha rahat bir şekilde yönetilmesi sağlanmaya çalışılmış, ABD’nin bir terör örgütü ile iş birliği yaptığına yönelik gerçekler SDG çatısı altında silinmeye çalışılmıştır. PKK terör örgütünün binlerce teröristi Irak’tan Suriye’ye kaydırarak PYD terör örgütünün çekirdek kadrosunu oluşturdukları bilinmektedir. 

Hâlihazırda Fırat Nehrinin doğusunda Suriye topraklarının yaklaşık dörtte birini, Suriye enerji kaynaklarının üçte birini kontrol eden, ABD tarafından eğitilen ve donatılan yaklaşık 60.000 kişilik bir güce ulaşan SDG çatısı altındaki PKK/PYD terör örgütü Türkiye için en önemli güvenlik tehdididir. 

Suriye’de artan IŞİD varlığının ardından, 2014 yılından itibaren tıpkı IŞİD’e olduğu gibi PKK/PYD terör örgütüne birçok ülkeden katılan yüzlerce yabancı terörist katılmıştır. PKK/PYD 2014 yılında internet ve sosyal medya üzerinden IŞİD’e karşı savaşmak üzere yabancıları davet ederek terör örgütüne eleman devşirmeye başlamıştır. Rojava Aslanları (Lions of Rojava) adı ile açılan sosyal medya hesapları ile genel ağ sayfaları İngilizce olarak hazırlanmış ve Avrupa /Amerikalılara hitap etmek üzere tasarlanmıştır. İnternet üzerinden PKK/PYD’yi takip eden yabancılar ilk yıllarda Süleymaniye üzerinden Suriye’ye geçiş yapmışlardır. Bu kişiler, İspanya İç Savaşındaki Abraham Lincoln Taburunun isminden de esinlenerek 2015 yılında sözde Uluslararası Özgürlük Taburu (UÖT) adı altında toplanmışlardır. 

İnternet ve sosyal medya üzerinden düzenlenen kampanyanın da etkisiyle, Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Avustralya, Almanya, Danimarka, Yunanistan, Finlandiya, Fransa ve hatta Çin’den gelen yaklaşık 400 yabancı teröristin PKK/PYD saflarına katıldığı açık kaynak bilgilerinde yer almaktadır. 57 


DİPNOTLAR;


23 https://www.takvim.com.tr/guncel/2018/02/20/suriyede-hangi-ulke-nerede 
24 https://tr.euronews.com/2018/10/01/rusya-suriye-operasyonlarinin-3-yillik-askeri-bilancosunu-acikladi 
25 https://www.haberturk.com/abd-rusya-ve-iran-in-suriye-de-kac-ussu-var-2171458 
26 https://www.takvim.com.tr/guncel/2018/02/20/suriyede-hangi-ulke-nerede 
27 Fatih Muslu, Suriye İç Savaşında Esed’in Rolü, Konumu ve Geleceği, (2018), SETA Yayınları, Sayı:236 
28 https://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-israel-syria-iran-idUSKCN1LK2D7 
29 https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-iran-yapt%C4%B1r%C4%B1m-%C3%B6ncelik-suriye-pkk-ypg/4656463.html 
30 https://www.trthaber.com/m/?news=abdnin-suriyedeki-askeri-varligi-ne-durumda&news_id=398344&category_id=4 
31 http://www.milliyet.com.tr/abd-rusya-ve-iran-us-kurma-gundem-2756188/ 
32 https://www.defenseone.com/ideas/2019/03/french-officer-speaks-truth-about-war-syria/155304/?oref=DefenseOneTCO 
33 https://www.sabah.com.tr/amerika/2018/12/20/abdnin-suriyeden-cekecegi-askeri-varligi 
34 http://aa.com.tr/tr/dunya/suriye-nin-kuzeyi-pyd-pkk-nin-silah-deposu/986814 
35 https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-suriye-kararinda-bagimsiz-almanya-nin-bolgedeki-angajmani-surecek/4710617.html 
36 İngiltere Avam Kamarası Savunma Komisyonu Raporu, (2016), UK military operations in Syria and Iraq, 
 https://publications.parliament.uk/pa/cm201617/cmselect/cmdfence/106/106.pdf 
37 https://www.bbc.com/news/uk-47477197 
38 https://www.ft.com/content/4b08bb64-09d4-11e9-9fe8-acdb36967cfc 
39 https://www.cnnturk.com/dunya/iste-fransiz-ordusunun-suriyedeki-askeri-varligi 
40 https://www.stratejikortak.com/2018/10/turkiyenin-suriye-politikasi-3donem.html 
41 https://www.ntv.com.tr/turkiye/tskdan-suleyman-sah-karakoluna-sah-firat-operasyonu,LmYkF4lOM0SlRTLJzsiEeg 
42 Murat Yeşiltaş, Merve Seren, Necdet Özçelik, (2017), Fırat Kalkanı Harekâtı Harekâtın İcrası, İstikrarın Tesisi Ve Alınan Dersler, SETA Yayınları 91 
43 13 Ekim 2017 tarihinde 1 numaralı, 23 Ekim 2017 tarihinde 2 numaralı, 19 Kasım 2017 tarihinde 3 numaralı, 05 Şubat 2018 tarihinde 6 numaralı, 09 Şubat 2018 tarihinde 7 numaralı, 15 Şubat 2018 tarihinde 8 numaralı, 17 Mart 2018 tarihinde ise 4 numaralı, 03 Nisan 2018 tarihinde 12 numaralı, 07 Nisan 2018 tarihinde 9 numaralı,7 Mayıs 2018 tarihinde 10 numaralı, 9 Mayıs 2018 tarihinde 5 numaralı ve 16 Mayıs 2018 tarihinde 11 numaralı gözlem noktaları tesis edilmiştir. 
44 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/tsk-idlibde-son-ateskes-gozlem-noktasini-kurdu/1147979 
45 https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/30/idlibde-tsk-konvoyuna-saldiri 
46 https://www.haberturk.com/son-dakika-idlib-de-agir-yaralanan-dsi-calisani-sehit-oldu-1825695 
47 https://www.haberturk.com/son-dakika-tsk-gozlem-noktasina-saldirida-1-asker-sehit-oldu-1825944 
48 Murat Yeşiltaş, Ömer Behram Özdemır, Rıfat Öncel, Sibel Düz, Bilgehan Öztürk, Sınırdaki Düşman: 
    Türkiye’nin DAİŞ ile Mücadelesi, (2016), SETA Yayınları 65 
49 http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/10/20131010-1.htm 
50 The Soufan Group, (2015), An Updated Assessment of the Flow of Foreign Fighters into Syria and Iraq, s.1- 
51 https://tr.euronews.com/2019/03/10/sdf-isid-e-teslim-olmasi-icin-taninan-sure-doldu-taarruz-emri-verildi 
52 Can Acun, Bünyamın Keskin, Bilal Salaymeh, El-Kaide’den HTŞ’ye Nusra Cephesi, (2017), SETA Yayınları 95 
53 https://www.stratejikortak.com/2019/01/nusra-cephesi-hts-amaci-liderler.html 
54 https://www.milligazete.com.tr/haber/1681053/turkiye-heyet-tahrir-sami-teror-orgutu-listesine-aldi 
55 Ayşe Karabat, (2013), Suriye Savaşları, İstanbul: Timaş Yayınları, s. 256 
56 http://www.milliyet.com.tr/-demokratik-suriye-gucleri-ni-ilan-gundem-2132545 
57 http://www.rferl.org/content/islamic-state-ypg-foreign-fighters/26690432.html, http://www.usatoday.com/ story/ news/ 
world /2014/10/06/jordan-matson-joins-kurds-against-islamic-state/16796487, http://www.bbc.com/news/world-middle- 
east-29705167, https://news.vice.com/article/a-divorced-father-of-two-from-ohio-is-fighting-the-islamic-state-in-syria, http:// 
www.bbc.com/news/world-asia-china-35036879, http://news.nationalpost.com/news/second-canadian-vet-battling-isis- 
brandon-glossop-felt-need-to-go-after-ottawa-quebec-attacks 



YÜZYIL TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ 
Özel Rapor 
Mart 2019 


***