Danimarka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Danimarka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

KUZEY AKIM BORU HATTI AÇILDI, SIRA GÜNEY AKIM’DA

KUZEY AKIM BORU HATTI AÇILDI, SIRA GÜNEY AKIM’DA


Kuzey Akım Boru Hattı,Tuğçe VAROL,Rus gazı, Rus Gazprom, Almanya, Danimarka, İngiltere, Hollanda, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Belçika,



Tuğçe VAROL 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 


Ortak Güvenlik, Ortak Dış Politika ve Ortak Enerji Politikası kurmaya çalışan AB diplomasisi esasen Kuzey Akım’ın tamamlanmasıyla sekteye uğramış gözükmekte ve aksine Güney Akım için ilham teşkil etmektedir. 
   2005 yılında zamanın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Alman Şanşölyesi Gerhard Shröeder tarafından imzalanan ve altı yılın sonunda nihayete varan Kuzey Akım doğal gaz boru hattı geçtiğimiz gün törenle açıldı. Törene başta Rusya Devlet Başkanı Medvedev, Alman Şanşölyesi Merkel ve AB Enerji Komiseri Oettinger olmak üzere önemli siyasetçiler katılım gösterdi. Kuzey Akım boru hattı paralel iki hattan oluşmakta ve her iki borudan 27.5 bcm (milyar metreküp) olmak üzere toplamda 55 bcm gaz pompalanması planlanmaktadır. Dolayısıyla tamamlandığın da Kuzey Akım tek başına AB’nin %25 gaz arzını karşılayacaktır. Bu yıl sadece birinci hattı tamamlanan hattın, 2012 yılı sonuna doğru ikinci hattınında  tamamlanması beklenmektedir. 
    1224 km’lik boru hattı ilk başta planlanan miktarın neredeyse iki katı olan 7.8 milyar Euro finansmanla inşa edilmiştir. 
    Bu rakamlar da Kuzey Akım’ı inşa edilen en pahalı ve en uzun boru hattı yapmaktadır. Kuzey Akım sayesinde daha önce Ukrayna, Belarus ve Polonya üzerinden Avrupa pazarına giriş yapan Rus gazı, bundan böyle aradaki transit ülkelere %100 bağımlı olmadan gazını ulaştırabilecek. Yeni hat sayesinde Rus gazının Almanya haricince Danimarka, İngiltere, Hollanda, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Belçika ve diğer bazı Avrupa ülkelerine ulaşması beklenmektedir. Hatta hattın ileride İskandinav körfezinden çıkarak İngiltere’ye kadar uzatılması önerileri de gündemdedir. Kuzey Akım’ın ortaklık yapısında %51 hisse ile başta Rus Gazprom, ardından %15.5 hisseler ile Alman Basf/Wintershall ve E.On Ruhrgas ve %9’ar hisse ile de Fransız GDS Suez ve Hollandalı Gas Unie bulunmaktadır. 

    2005 yılında Rusya ve Almanya arasında imzalanan anlaşma neticesinde ortaya çıkan Kuzey Akım doğal gaz boru hattı projesi öncelikle birliğin eski Demir Perde ülkelerinden olan Polonya ve Baltık ülkeleri tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Polonya tarafından anlaşma 1939 yılında Nazi Almanya’sı ve Stalin Rusya’sı arasında imzalanan Molotov-Ribbentrop Paktına benzetilerek, Almanya’yı Avrupa Birliği’nin çıkarları doğrultusunda davranmamakla, Rusya’yı da Avrupa’yı tekrar bölmekle suçlanmıştır. Yine Birlik üyesi İsveç de Rusya’nın boru hattını korumak amaçlı Baltık Deniz’inde ileride askeri varlığını arttırma olasılığından rahatsız olmuş, durumu Soğuk Savaş’a benzetmiştir. Anlaşmanın imzalanmasından sadece bir hafta sonra ise Almanya’daki koltuğundan ayrılan eski Şansölye Shröeder, Kuzey Akım için kurulan şirkete üst düzey yönetici olarak atanmıştır. Bu süre zarfında adaylık sürecinde olan günümüzün Alman Şansölyesi Angela Merkel ise Shröeder’i eleştirmiş, Almanya’nın Rus gazına olan bağımlılığını artırmakla 
suçlamıştır. Fakat daha sonra kendisinin iş başına gelmesinin ardından Almanya daki enerji şirketlerinin yaptığı Rus lobisi nedeniyle daha sonra durumu kendisi de kabul etmek zorunda kalmıştır. 

İlk olarak açılan yeni boru hattı sayesinde Rusya, transit ülkelere olan bağımlılığın dan kurtulmuş olmakla beraber, Rus gazını büyük miktarlarda alan Orta ve Batı Avrupa’daki sanayileşmiş ülkeler de Rusya ile Ukrayna arasında 2006 ve 2009’da yaşanan krizler gibi durumlarda gazsız kalma riskinden kurtulmuş oldular. Daha önce tam kış ortasında yaşanan gaz kesintileri nedeniyle Doğu Avrupa gazsız kalmış, Almanya ve Avusturya eksik gaz arzını kendi depolarından tamamlamaya çalışmış ve krizin bir an evvel çözülebilmesi için AB yetkilileri Kiev ve Moskova arasında adeta mekik diplomasisi takip etmişlerdir. Her ne kadar Kuzey Akım, Ukrayna üzerinden geçen hattın tam olarak alternatifi olmasa da, Ukrayna’da ayrıcalıklı transit ülke olma statüsünü kaybetmiş gibi gözükmektedir. Bu nedenle eski Ukrayna Başbakanı Yulia Timoşenko’nun 2009 yılında Başbakan Putin ile imzaladığı için yargılandığı gaz alım anlaşmasını yenilemeye ve aldığı gazın fiyatını düşürmeye çalışmaktadır. 

Buna karşılık ise Rusya Başkanı Medvedev, Ukrayna’nın, Belarus ve Kazakistan gibi kendi aralarında kurdukları Gümrük Birliği’ne girdikleri takdirde, gaz indiriminden yararlanabileceğini açıklamıştır. Ukrayna ise AB’ye girme ihtimali bulunduğundan, Rusya’nın önerdiği Gümrük Birliği anlaşmasına sıcak bakmamaktadır. Fakat Kuzey Akım’ın açılması ile birlikte gerek fiyat açısından gerekse istediği anda gazı kesebilmek açısından Rusya avantaj sağlamış gözükmektedir ki ileride Güne Akım’ın da tamamlanması durumunda Ukrayna elindeki jeostratejik konumu büyük ölçüde yitirecek gözükmektedir. 

İkinci olarak ise Kuzey akım boru hattının açılmasının AB içindeki çeşitli çevrelerin Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığını arttıracağı endişesine kapılmalarına yol açmıştır. Bu endişeler genellikle Rusya’nın AB enerji piyasasına istediği şekilde hâkim olmasına, fiyatları istediği şekilde belirlemesine ve Avrupa’nın enerji piyasasında güvenliği arttırma çabalarını engelleyeceği yönünde yoğunlaşmakta dır. 

Yapılan çeşitli uluslararası örgütlerin çalışmalarına göre AB’nin 2015 yılında 600 bcm civarında gaz ihtiyacının olacağı öngörülmektedir. Buna ilaveten Almanya ve bazı ileri sanayisi bulunan Orta Avrupa ülkesinin de nükleer santralleri ileride kapatacağı düşünülürse, AB’nin gaz ihtiyacının daha da artacağı düşünülmekte  dir. AB’nin gaz talebini sağladığı üç hattan birisi olan Rus hattı halen AB ihtiyacının %25-30 gaz ihtiyacını sağlamaktadır. AB’nin her ne kadar güvenilir enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi için Nabucco gibi projeleri olsa da hali hazırda bu alanda önemli bir gelişme sağlanamamıştır. 

Dolayısıyla Kuzey Akım’ın ardından Güney Akım’ın da tamamlanması durumunda Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığı daha da artacaktır. 

Sonuç olarak Rus enerji stratejisinde önemli bir proje olan Kuzey Akım doğal gaz boru hattı projesi, maliyeti beklenenin iki katına çıkmış olsa da altı yılın sonunda uluslararası bir şirket kuruluşu olarak yarı kapasitesiyle çalışacak şekilde tamamlandı. İnşaat planlandığı şekilde bittiği takdirde önümüzdeki yıl da kalan yarısının bitmesiyle projenin son aşaması da tamamlanmış olacak. Böylelikle özellikle Alman sanayisi arada hiçbir transit ülke olmadan direkt Rusya’dan gazını sağlamayı başaracaktır. Ortak Güvenlik, Ortak Dış Politika ve Ortak Enerji Politikası kurmaya çalışan AB diplomasisi esasen Kuzey Akım’ın tamamlanmasıyla sekteye uğramış gözükmekte ve aksine Güney Akım için ilham teşkil etmektedir. 


***

21 Nisan 2020 Salı

Suriye Savaşında Rol Alan Aktörler Kimlerdir?

Suriye Savaşında Rol Alan Aktörler Kimlerdir? 



Özel Rapor 
Erol Başaran BURAL 
Mart 2019 
www.21yyte.org 



Belki de soru Suriye savaşında rol almayan aktörler kimlerdir olmalıydı. Soruyu bu şekilde sormak cevabı da kolay hale getirebilirdi. 2010 yılında bölgede başlayan sözde Arap Baharı olayları neticesinde birçok ülkede iç karışıklıklar ve yönetim değişiklikleri meydana geldi, çok sayıda insan hayatını kaybetti. Ancak diğer ülkelerde meydana gelen olaylarla kıyaslandığında; Suriye iç savaşına diğer bölgelerdeki çatışmalara nazaran daha çok sayıda aktörün dahil olduğunu ve bu ülkedeki olayların ve çözüme giden yolun daha karmaşık bir hal aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. 

Suriye 


Rusya ve İran’ın Suriye iç savaşına Suriye rejimi lehinde müdahil olmasının ardından ülkedeki yönetim gücünü yavaş yavaş ancak artan şekilde koruyan Beşar Esad, sekiz yıl süre içerisinde ülkenin batısında konumunu sürdürmeyi başarmış, ülkenin doğusunda kalan alanlarda kendisine yönelik muhalif silahlı grupları da etkisiz hale getirmek için gücünü toplamaya başlamıştır. 

İç savaşın başlangıcından bu yana devlet terörünü uygulamaya devam eden Suriye Rejimi kimyasal silah ve varil bombaları kullanmaya, kitlesel sivil ölümlerine yol açmaya devam etmiş, Suriye halkının ülke dışına sığınmacı olarak ve ülke içerisinde çoğu zaman zorla olmak üzere yer değiştirmelerine neden olmuştur. 

Uzun yıllardır Esad ailesinin kontrolü altında bulunan Suriye rejiminin silahlı gücü ve emniyet-istihbarat teşkilatı “Muhaberat” Rusya ve İran’ın da desteği ile Fırat nehri batısında sekiz yıl içerisinde Halep dâhil beş önemli bölgede kontrolü sağlayabilmiştir. 
Zorunlu askerlik sisteminin devam ettiği, savaş öncesi 220.000 askerin görev yaptığı Suriye rejim ordusunun hâlihazırda yaklaşık olarak 25.000 askerlik bir gücünün savaşma kapasitesinin olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca 2011 yılından bugüne kadar yaklaşık 100.000’den fazla askerin ordudan firar ettiği de söylenmektedir. 

Bu gücün yanı sıra “Şebbiha” olarak isimlendirilen, sayılarının 10-15.000 civarında olduğu ifade edilen hatta sekiz yıl içerisinde sayılarının 40.000’e ulaştığı iddia edilen, Esad ailesine bağlılığı ile de bilinen milis güçlerinin de varlığından bahsetmek gerekir. Genellikle aşırıcı şiddet hareketleriyle birlikte anılan, eski ordu mensuplarının çoğunluğunu oluşturduğu Beşarın kardeşi Mahir Esed yönetimindeki Şebbihalar, ilk kez 1982 yılında Suriye’deki ayaklanmaları bastırmak üzere sahneye çıkmıştı. 70’li yıllarda baba Esed tarafından Milli Savunma Ordusu olarak kurulan Şebbihalar, Suriye’deki krizin başlangıcından 
itibaren sokaklarda görünmeye başlamış, birçok kentte rejimin idari ve asayiş yetkilerini devralmıştır. Şebbihalardan kaynaklı olarak çok sayıda insanın ortadan kaybolmasının, toplu göz altıların yaşanmasının, gözaltına alınanlara yönelik işkence iddialarının, halk arasında yoğun ve bilinçli bir korku yaydığı da bilinmektedir. 

2011 yılından itibaren ülkenin batısını kontrol altında bulundurmaya çalışan Esed rejimi, Fırat’ın batısındaki PKK/PYD terör örgütünün ana çatısını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleriyle (SDG) hemen hemen hiç mücadele etmemiş ve hatta SDG ile temaslar kurarak PYD terör örgütünü güçlenmesine göz yummuş, Fırat’ın doğusunu terör örgütüne bir anlamda hediye etmiştir. 

Rusya 


Suriye iç savaşının belki de en önemli aktörü Rusya olmuştur. Sekiz yıl öncesinde ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan Esed karşıtı muhalifleri desteklerken, IŞİD terör örgütü Suriye’ye yayılmış, ülkedeki Esed karşıtlığı bu andan itibaren IŞİD’le mücadeleye evrilmiştir. IŞİD tehdidinin yayılmasının ardından Eylül 2015’de Suriye’de sahaya inen Rusya, Suriye iç savaşının seyrini değiştiren hamleler yapmıştır. Suriye ve Rusya hükümetleri arasında 18 Ocak 2017'de varılan anlaşmaya göre son derece kritik bir lojistik merkez olan Tartus 
Deniz Üssü, Rusya'ya 49 yıllığına kiralanmıştır. Rusya bu üste nükleer savaş gemileri de dahil olmak üzere 11 savaş gemisi bulundurma hakkını elde etmiştir. Rusya'nın diğer askeri varlığı ise Hmeymim Hava Üssü’nde konuşludur. Bu üs 30 Eylül 2015'te faaliyete geçmiştir. 
Rusya, Suriye'de iç savaşının seyrini Esad rejimi lehine döndüren hava operasyonlarını bu üsten yürütmektedir. Üste Rus yapımı SU-24, SU-25, SU-34 savaş uçakları ile Mİ-24 ve Mİ-8 helikopterleri konuşludur. 23 32 uçak, 16 helikopter, 9 tank, 2 hava savunma sistemi ve 2000 askeri ile Himeymim üssünde bulunan Rus askeri güçleri, Tartus’da çoğunluğu lojistiği destekleyen olmak üzere 1.700 asker bulundurmaktadır. 

ABD’nin yer aldığı bir coğrafyada söz sahibi olabilmek için Suriye’deki iç savaştan faydalanan Rusya, Suriye’nin Akdeniz kıyılarında üs bölgeleri tesis ederek tarihsel açıdan da bölgedeki müttefiki sayılabilecek Suriye rejiminin tamamen çökmesine kendi çıkarları doğrultusunda izin vermemiştir. Bu açıdan bakıldığından Esed’in halen ayakta kalabilmesini Rusya’ya borçlu olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Rusya askeri üslerini tesis etmesinin ardından Suriye’ye yoğun bir hava desteği sunmuş, ülkenin batısında kalan alanda hava üstünlüğünü tesis ederek Suriye Rejim güçlerinin alanda kontrolü tesis etmesine büyük katkılar sunmuştur. 

Sekiz yıllık süre içerisinde Rusya Suriye iç savaşında; 112 askerini, 8 uçak, 7 helikopter ve birkaç zırhlı aracını kaybetmiştir.24 

İran 

Suriye’yi Lübnan Hizbullahına ulaşmak için bir köprü, kendi menfaatlerini korumak için bir tampon bölge, yayılmacılık hedeflerini geliştirmek için bir fırsat olarak gören İran; Devrim Muhafızları ile birlikte 2011 yılı son aylarında Suriye iç savaşında yerini alan ilk ülke olmuştur. İran Şam, Humus, Halep, Hama ve çatışmalı bölgelerde toplam 16 üs inşa etmiştir.25 


Suriye nüfusunun % 12’sini oluşturan ve iktidarı elinde bulunduran Nusayrileri mezhepsel nedenlerle destekleyen İran, ezeli düşmanı olarak gördüğü İsrail’e bir adım daha yaklaşmak, bölgedeki İsrail karşıtlığını artırmak, Lübnan Hizbullah’ına destek olmak, İran’dan İsrail’e uzanan lojistik karayolunun kontrolünü ele geçirmek, Suriye’de kontrolü Sünnilere terk etmemek maksadıyla Suriye iç savaşına dahil olduğu düşünülmektedir. 

İran Devrim Muhafızları'nın danışmanları da rejim saflarında görev yapmaktadır. Tahran yönetiminin, Afganistan ve Irak kökenli çok sayıda Şii milisi Şam yönetimi saflarında Suriye'ye gönderdiği de bilinmektedir. İran Devrim Muhafızları'nın dış operasyonlardan sorumlu özel Kudüs Gücü'nün komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani de Suriye'de rejim güçlerine taktik destek vermektedir. İran'ın Suriye sahasındaki askeri varlığı; Tiyas Hava Üssü, Şayrat Hava Üssü, Kisvah Kara Üssü, Şam Havalimanı yakınlarındaki tesislerde  konuşlu dur. 26 



İran’ın Suriye sahasında; yaklaşık 7.000 askerden oluşan kendi askeri birlikleri, 6-8.000 arası Lübnan Hizbullahı, 4-5.000 Iraklı Şii milis ve 2-4.000 arası Afgan Şii savaşçısı olduğu tahmin edilmektedir. Tahran özellikle Afgan mültecilere baskı yapıp onları çatışmalarda savaşmaları için Suriye’ye göndermiştir. 



İran ayrıca, rejimin paramiliter gruplar kurmasına da yardımcı olmuştur. Fakat tek başına İran desteğine rağmen savaşın ilk yıllarında rejim muhaliflere karşı tutunamamıştır. Sekiz yıl içerisinde, yine kesin olmamakla birlikte, 1.500’den fazla kayıp veren Şii milis güçleri Esed rejiminin sahada en büyük destekçilerinden birisi olmuştur. 27 

İsrail 



İran’ın bulunduğu bir alanda İsrail’in pasif kalması, İsrail’in bölgedeki üstünlüğünü kaybetmesi anlamına geleceğinden, İsrail sahada askeri birlikleri ile olmasa da İran’ı sınırlamak adına özellikle hava gücüyle Suriye iç savaşındaki varlığını hissettirmiştir. Hava Kuvvetleri ile düzenlediği operasyonların yanı sıra, İsrail’in Suriye’de Dürzi muhalifleri de desteklediğine yönelik teyide muhtaç bilgiler bulunmaktadır. 

İsrail’in Suriye iç savaşı boyunca stratejisinin sınır komşusu Suriye’deki gelişmeleri yakından takip etmek, Moskova ile birlikte çalışarak kendisi için riskleri en az seviyede tutmak ve sınır güvenliğini sağlamak olduğu söylenebilir. Bu kapsamda İsrail sekiz yıllık 

Suriye iç savaşı süresince; 

• İran’ın Suriye’deki varlığını kontrol altında tutmak ve İran’ın Hizbullah’a silah aktarımını engellemek, 
• Esed Rejiminin İsrail’e tehdit oluşturamayacak kadar zayıf kalmasını sağlamak, 
• Golan Tepelerini elde bulundurmak, 
• Radikal terör örgütlerini sınırlarından uzak tutmak maksadıyla çok sayıda hava harekâtı düzenlediği söylenebilir. 

Bu kapsamda; Eylül 2018’de İsrailli bir yetkilinin açıklamasından son iki yıl içerisinde İsrail tarafından Suriye’ye yönelik 200’den fazla saldırı düzenlendiği de bilinmektedir.28 

ABD 



Rusya’nın Suriye’de varlık göstermesi, IŞİD tehdidinin Irak’tan başlayarak Suriye’ye yayılma hızının artması, ABD’nin aslında maliyet-etkinlik analizi sonucu uzak durmaya karar verdiği Suriye sahasına inmesine neden oldu. 2015 sonlarında ilk kez özel kuvvet unsurlarını Suriye’nin kuzeydoğusuna gönderen ABD’nin Suriye’de bulunmasına neden olarak; kendisine Rakka’yı sözde başkent ilan eden IŞİD terör örgütünü bu kentten ve Suriye’den çıkararak faaliyetlerini sonlandırmak, IŞİD’in geri dönüşüne engel olmak, siyasi çözüm sürecine katkıda bulunmak şeklinde görünür hedefler ortaya konuldu.29 

Ancak ABD’nin asıl hedefi ne IŞİD’i ortadan kaldırmak, ne de İran’a yönelik hamleler yapmaktı. ABD’nin Suriye’de bulunmasının temel nedeni Suriye’de bir PKK terör devletçiği kurulmasının alt yapılarının hazırlanması, Türkiye’nin kurulacak terör devletçiği bölgesinden uzak tutulması idi. 

ABD askeri üsleri, Türkiye sınırına yakın, terör örgütü PKK/YPG’nin işgalindeki bölgelerde yer almaktadır. Münbiç, Kamışlı, Tabka, Darbesiye, Rümeylan ve Ayn el Arap'da ABD'nin hava üsleri bulunmaktadır. Haseke'de ise ABD'nin bir radar üssünün yer aldığı bilinmektedir.30 

2015 yılından itibaren ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde ikisi hava üssü, diğerleri ikmal, yakın destek ve operasyon üsleri olmak üzere 10 üssünün bulunduğu bilinmekte iken ABD bölgedeki askeri varlığını zaman içerisinde genişletmiştir. Bölgeye güç kaydıran ABD, buradaki gücünü sahadaki konumuna göre artırmıştır. Suriye’deki hava üslerinin sayısı zaman içerisinde 3’e çıkarılırken askeri üslerin sayısında da iki kat artış görülmüştür. ABD, Suriye’nin kuzeyinde daha önce PKK terör örgütünün uzantısı PYD’nin denetimindeki 

Derik, Tabka, Rimeylan, Hol, Şedadi, Ayn el Arap, Eyn İssa, Menbiç, Rakka, Haseke, Irak sınır hattındaki Tanaf (ÖSO’nun kontrolünde) ve Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesi karşısında yer alan Tel Abyad’da toplam 22 askeri üs kurmuştur. Yeni üsler kurmak için bölgeye malzeme, araç gereç ve silah sevkiyatını artıran ABD’nin, 2018 sonunda IŞİD’den temizlenen Deyrizor kentinin doğu kırsalında yer alan Behra bölgesinde yeni bir hava üssü kurduğu da bilinmektedir.31 ABD’nin Suriye’de bugüne dek yedi askerini kaybettiği yönünde de bilgiler mevcuttur.32 


2018 yılı sonlarında ABD, Türkiye’nin PKK/PYD terör örgütüne müdahalesini önlemek, terör örgütünü koruma altına almak maksadıyla; Türkiye Suriye sınır hattı üzerinde gözlem noktaları açmaya başlamıştır. 2018 yılı Kasım ayı sonunda ABD, Şanlıurfa'nın karşısındaki Suriye topraklarında, Akçakale ile Ceylanpınar arasındaki yaklaşık 100 kilometrelik sınır hattında 4 noktaya tahkimat yapmaya başlamıştır. Bu noktalardan ilki, Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesinin karşısındaki Suriye topraklarında yer alan Tel Abyad'ın doğusunda kalmaktadır. İlçenin doğusundaki Bir Aşık ile Ayaş köylerini birbirine bağlayan yol üzerinde terör örgütü PKK/PYD tarafından kullanılan bir noktada da gözlem noktası tesis 
etmiştir. Bir diğer nokta da, Şanlıurfa'nın Suriye sınırındaki Yeşiltepe köyü karşısındaki Suriye topraklarında bulunan Nussif Tepe köyünün kuzeyindeki Musa Tepesi’dir. Yine Şanlıurfa'nın sınır ilçesi Ceylanpınar'ın 20 kilometre batısında, Ceylanpınar Tarım İşletmeleri mevkisinin karşısında yer alan Hınzır köyündeki Hınzır Tepesi de bir diğer gözlem noktasının bulunduğu alandır. Ceylanpınar'a sınır Resulayn ilçesinin 5 kilometre batısında, Türkiye sınırına 4 kilometre mesafede, Erkam Tepesi köyündeki askeri noktada da ABD'nin gözlem noktalarının konuşlandığı bir diğer bölgedir.33 

Suriye iç savaşı süresince kendisine sahada müttefik olarak terör örgütü PKK/PYD’yi seçen ABD PYD’yi eğit donat kapsamına alarak terör örgütünün kapasite artırımına büyük katkılar sunmuştur. Bu kapsamda ABD, PKK/PYD terör örgütüne; 



2017 yılında toplam 430 milyon ABD doları, 2018 yılı için ise 500 milyon ABD doları karşılığında silah ve teçhizat yardımı yapmıştır. PKK/PYD’ye verilen silah ve araçların, Suriye’nin kuzeyinde 13 ayrı noktada depolandığı, bu silahların arasında çok namlulu roket atarlar ve füze rampaları, 80 ve 120 mm havanlar, MK19 bomba atarlar, M4 ve M16 piyade tüfekleri, ABD yapımı BGM-71 TOW-Anti tank füzeleri, insansız hava araçları ile FGM-148 Javelin anti tank füzelerinin de bulunduğu bilgisi basında yer almıştır.34 



Medyaya yansıyan görüntülerden, ABD tarafından PKK/YPG’ye verilen silah ve 
mühimmatın yanı sıra; çok sayıda Humvee zırhlı araç, 81 mm EXPAL araca monteli havan sistemleri, mayına karşı dayanıklı ve pusuya karşı etkin koruma sağlayan zırhlı araçlar, Guardian marka zırhlı personel taşıyıcılar, dozerler, vinçler, iş makineleri, yakıt tankerleri, Toyota Hilux marka pikaplar, zırhlı Ford F550 ağır yük kamyonlarının gönderildiği de anlaşılmaktadır. 

Almanya 


Almanya’da bölgede söz sahibi olmaya gayret eden, ABD’nin Suriye’ye müdahalesi ile birlikte IŞİD’le mücadele koalisyonu kapsamında Suriye’ye asker gönderen ülkelerden bir tanesidir. Almanya’nın IŞİD’le mücadele eden uluslararası koalisyona dört adet Alman Tornado keşif uçağı ve havada yakıt ikmali yapabilen tanker uçağıyla katkıda bulunduğu bilinmektedir. 

Ayrıca Ürdün’ün Suriye sınırına yakın Azrak'ta bulunan Muvaffak Salti Hava Üssü'ne konuşlandırılan Alman birliğinde 1.200 Alman askeri bulunduğu 
değerlendirilmektedir.35 

Birleşik Krallık 

Suriye iç savaşında rol alan ancak pek de görünürlüğü olmayan, arka perdeden 
orkestrasyonu sağladığı düşünülen en önemli aktörlerden birisi de Birleşik Krallık ya da bilinen adıyla İngiltere’dir. IŞİD Karşıtı Koalisyonun bir parçası olarak İngiltere Suriye’de sahada da yer almayı tercih etmiş, stratejik ortağı ABD ile birlikte Suriye’nin kuzeyi ve doğusuna özel kuvvet askerlerini konuşlandırmıştır. 

2 Aralık 2015’de, Suriye İç savaşının başlamasından yaklaşık dört yıl sonrasında, İngiltere Avam Kamarası tarafından IŞİD’e karşı mücadele kapsamında ağırlıklı olarak hava kuvvetlerinin kullanılmasına yönelik bir karar alınmıştır. İngiltere’nin koalisyon kapsamında 10 Tornado GR4, 6 Typhoon, 10 Reaper, 1 havadan ikmal uçağı, 2 C130 kargo uçağı, 1 Airseeker Rivet Joint RC135W istihbarat uçağı bulunduğu bilinmektedir.36 

İngiltere Savunma Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, İngiltere Hava Kuvvetleri tarafından Suriye’de düzenlenen hava taarruzları neticesinde bugüne dek 1.019 IŞİD terör örgütü mensubunun öldürüldüğü, 67’sinin ise yaralandığı belirtilmektedir. İngiltere hava harekâtlarının % 37’sinin Typhoon, % 31’inin Tornado ve % 32’sinin Reaper’lar (Silahlı İnsansız Hava Aracı) tarafından icra edildiği de bilinmektedir.37 

İngiltere’nin asker kaybı net olarak tespit edilememekle birlikte, Suriye’de bulundurduğu askerlerinden yaklaşık altı asker kaybının olduğu değerlendirilmektedir. 

Fransa 



Suriye'deki Fransız askerlerinin sayısı 200 civarındadır.38 Fransa, çoğu askeri noktada ABD imkânlarından yararlanmaktadır. Fransa'nın hâlihazırda terör örgütü PKK/PYD’nin işgalinde bulunan Fırat’ın doğusundaki askeri birliklerinin; topçu bataryaları, teknik eleman ve ekipmanları ile özel kuvvetler birliklerinden oluştuğu bilinmektedir. 

Fransız askeri unsurları Suriye’de 9 askeri noktada varlık göstermektedir. Sahada PKK/ YPG’li teröristlerle askeri faaliyetler yürüten Fransız askeri birlikleri, son olarak IŞİD’in Deyrizor'daki son kalesi olan Heccin ilçe merkezinin ele geçirmesinde topçu atışlarıyla rol oynamıştır. 9 askeri noktanın 4'ünde ABD askerlerince himaye edilen Fransızlar, diğer bölgelerdeki hareket kabiliyetlerini de yine ABD ordusu ile PKK terör örgütü korumasında sağlayabilmektedir. 

IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon gücü adı altında PKK/PYD terör örgütüne destek olan Fransa, Suriye'nin kuzeyindeki Ayn el Arab'ın güneyinde bulunan Miştanur Tepesi, Sırrin ilçesi, Ayn İsa beldesi, Harb Işk köyündeki Fransız Lafarge çimento fabrikası, Rakka üssü, Kabiba petrol sahası, Kahar askeri noktası, Tabka havaalanındaki askeri üste ve Münbiç'te Sacur çayı civarında varlık göstermektedir. 

Deyrizor ilindeki Kabiba petrol sahasının güney kesiminde ise Fransız topçu bataryaları bulunmaktadır. Petrol sahasının işletme binaları Fransızlar tarafından merkez olarak kullanılmaktadır. Deyrizor'un Mayadin ilçesinin doğusundaki Kahar petrol sahası içinde de Fransız topçu bataryaları ve özel kuvvetleri yer almaktadır.39 

Türkiye 



Türkiye, Suriye iç savaşından en fazla ve en olumsuz yönde etkilenen bölge ülkesidir. PKK/ PYD terör örgütü ve radikal silahlı aktörlerin ülkenin güney sınırında, 911 km’lik bir alan boyunca terör koridoru oluşturmasıyla Türkiye’nin milli güvenliği tehdit altına girmiştir. 

Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’nin Suriye politikasının su meselesi, Hatay sorunu, Suriye’nin PKK terör örgütüne verdiği destek ve teröristbaşı Öcalan krizi bağlamında gergin bir süreçten geçtiği görülmektedir. Teröristbaşının Suriye’den çıkarılmasının ardından Adana Protokolü’nün imzalanmasıyla birlikte Suriye ile iyi ilişkiler yakalanması, Türkiye ile Suriye arasındaki ikili ilişkilerin gelişimi için bir dönüm noktası teşkil etmiştir. 

2011 yılının Mart ayından itibaren başlayan rejim karşıtı gösteriler ve rejimin Suriye halkına yönelik aşırıcı şiddet uygulamaları Türkiye-Suriye ilişkilerini yeniden gergin bir döneme evirmiştir. Türkiye, Suriye’deki olaylara karşı başta çok net bir tavır takınmasa da daha sonra Beşar Esed’e halkın taleplerini karşılayacak şekilde demokratik reformlar yapması önerilerinde bulunmuştur. 

Bu dönem içerisinde Suriye-Türkiye ilişkileri Şam’ı reform yapmaya ikna etme 
ve soruna demokratik çözüm bulma çabaları etrafında şekillenmiştir. Bu dönemin ardından, Türkiye-Suriye ilişkilerindeki anlaşmazlıklar daha da artan bir hale bürünmüş, Esed’in sert güç kullanımı ve demokratik eylemlerden uzak tutması iki ülke ilişkilerini daha da germiştir. 2012 yılından itibaren Türkiye Esed’in yönetimden ayrılmasının zamanlama olarak ötelenmesine yönelirken sahada daha aktif bir rol üstlenmiştir. 

Türkiye muhalifleri desteklemeye başladıktan sonra, rejim güçlerine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensuplarının Türkiye’de yapılanmasına izin vermiştir. ÖSO ana üssünü Suriye sınırındaki Hatay olarak duyurmuştur. ÖSO mensuplarının sınırdan Suriye’ye geçişine izin verilmiştir. Bunun üzerine Esad Türkiye’yi “teröristlere” para ve silah yardımı yapmakla itham etmiştir. 



Ankara ile ABD’nin ortak projesi olan eğit-donat programı kapsamında ÖSO mensupları Türkiye’de eğitim almış ve silahlandırılmıştır. ÖSO mensupları 2015 yılında Suriye’de çatışmalara dahil olmaya başlamıştır. Ancak başarıya ulaşamayan program kısa süre içinde ABD tarafından sonlandırılmıştır. ABD daha sonra IŞID ile mücadelede partner olarak ÖSO yerine PKK/PYD terör örgütüne yönelmiştir. 

Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen en önemli faktörlerden birisi de Rusya olmuştur. Rusya Eylül 2015’de Esad rejimine destek olmak için askeri operasyonlar başlatmıştır. Böylece Türkiye bölgedeki nüfuzunu arttırmış ve daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştır. Türkiye özellikle ABD’nin terör örgütü PYD’yi desteklemeye başlamasından sonra ABD’den uzaklaşıp Rusya ile yakınlaşmıştır.40 

Türkiye Suriye iç savaşının başlamasının ardından Suriye ülkesi topraklarından dört büyük askeri harekât icra etmiştir. Bunlardan birincisi Süleyman Şah Türbesinin nakli kapsamında düzenlenen “Şah Fırat” Operasyonudur. 22 Şubat 2015 tarihinde Türkiye, Suriye topraklarında kalan Süleyman Şah Türbesi’ne operasyon düzenlemiştir. 

Operasyon sonucunda türbe, Suriye'nin Eşme bölgesine nakledilmiştir. Şah Fırat 
kapsamında eş zamanlı iki operasyon yapılmıştır. Bir grup askeri birlik türbenin 
nakledileceği Suriye topraklarındaki Eşme bölgesini güvenlik altına alırken diğer grup Türbeye hareket etmiş, operasyona 39 tank, 57 zırhlı araç, 100 araç ve 572 personel katılmıştır. 


Fırat Kalkanı Harekâtına giden süreç içerisinde tekâmül eden bir dizi güvenlik riski Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri müdahalesini bir zorunluluk olarak açığa çıkarmıştır: Birincisi ulusal güvenlik risklerinin en başında IŞİD’in Türkiye’nin özellikle büyükşehirlerini canlı bomba eylemleri düzenlemek suretiyle hedef alması gelmiştir. İkincisi IŞİD’in Suriye’nin kuzeyindeki Azez-Cerablus bölgesinde yaklaşık 100 kilometrelik bir sınır hattını kontrolünde tutmasıdır. 

Zira bu sınır hattı üzerinde kurduğu hâkimiyet sayesinde IŞİD’in, Kilis başta olmak üzere Türkiye’nin hudut hattında bulunan diğer sınır illerini ve askeri noktalarını hedef alması daha olanaklı bir hal almıştır. Bu nedenledir ki Türkiye uzun zamandan beri Azez-Cerablus arasındaki 100 kilometrelik hudut hattındaki IŞİD unsurlarını elimine ederek kendi güney sınırını güvence altına alma çabası içerisine girmiştir. Dolayısıyla bu çaba doğrultusunda 

Türkiye Azez ve Rai (Çobanbey) arasındaki hattın güvenliğini IŞİD unsurlarını bertaraf ederek sağlamıştır. 

Operasyon sırasında İHA'larla da kara unsurlarına destek verilmiş, hava kuvvetleri unsurları hazır bekletilmiş ancak operasyona katılmamıştır. Türbedeki 38 asker, beraberlerindeki naaşlar ile kutsal eşyaların nakli aynı gün sabahında tamamlanmış, operasyon sırasında meydana gelen kazada 1 askerimiz şehit olmuştur.41 



Türkiye’nin ikinci askeri harekâtı ise “Fırat Kalkanı” Harekâtıdır. Türkiye 24 Ağustos 2016 tarihinde Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. maddesinin tanıdığı “meşru müdafaa” hakkından yararlanmak suretiyle uluslararası kamuoyuna “Fırat Kalkanı Harekatı”nı başlattığını deklare etmiştir. Ankara, başta IŞİD olmak üzere Suriye’de mevcut terör örgütleri tarafından Türkiye’ye yöneltilen tehditleri, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkı kapsamında hatta gerektiğinde mütecaviz biçimde başka bir ülkenin topraklarında kendisine sunulan icra etme yetkisine dayanarak tehdidi bertaraf etmeye yönelmiştir. 

Orta menzilli topçu ve çok namlulu roketatar sistemlerinin (ÇNRA) ateş desteği altında 24 Ağustos 2016 tarihinde başlatılan harekât özel kuvvet timlerinin hava unsurlarına sağladığı hedef tespiti ve angajmanlarıyla devam ederken zırhlı ve mekanize birliklerin çabuk taktik kazanımlarıyla neticelenmiştir. TSK harekâtı Cerablus ve Keklice köyü çevrelerindeki IŞİD mevzilerini yoğun topçu ateşiyle 24 Ağustos 2016 saat 04.00’da başlatmış ve müteakiben F-16 savaş uçaklarının stratejik noktalara hassas mühimmatlı hava akınlarıyla devam etmiştir. Kara unsurlarının ileri harekâtı ise taarruz çıkış hattından hareketle sınır geçen iki bölük timi seviyesindeki birlik ile gerçekleştirilmiştir. 

Güney istikametindeki ilerleme 28 Ağustos’ta ABD’nin YPG/PKK’nın Fırat Nehri’nin doğusuna çekilmesi garantisini vermesi üzerinde durmuş, TSK ve ÖSO unsurları harekât alanındaki kazanımlarını bütünleştirip Sacur Nehri’ni harekatın doğu sektörünün güney sınır hattı olarak belirlemiştir. 

Müteakibinde harekât batı, Çobanbey (Rai) istikametine yön değiştirmiş ve ileri harekâta batı istikametinde devam edilmiştir. ABD’nin Münbiç’in kuzeyindeki durum manipülasyonunun harekâtın temposunu yavaşlatmasına rağmen, Türk askeri yetkililer 3 Eylül’de Çobanbey kasabası ve çevre köylerine ayrı bir taarruz düzenlemişlerdir. 


TSK bazı ÖSO gruplarının yetersizliğinden etkilenmiş ve Türk komando birliklerinin harekâta katılmaya başlaması da bu safhada gerçekleşmiştir. Mare-Aktarin hattının ele geçirilmesinin ardından IŞİD’in romantikleştirdiği Dabık köyü on dakika içinde 16 Ekim 2016 tarihinde ele geçirilmiştir. Dabık’ın ele geçirilmesiyle TSK ve ÖSO, Cerablus, Çobanbey ve Mare’deki kazanımlarının tamamını birleştirmiş ve 1.300 kilometre karelik bir alanı kontrol etmeye 
başlamıştır. 20 Ağustos-16 Ekim 2016 tarihleri arasındaki bu safhada harekat daha karmaşık ve yoğun terör taktiklerine maruz kalmış ve çok sayıda zayiat vermiştir. 

Harekat alanındaki durum Suriye Rejim Güçlerinin dahil olması ve YPG/PKK saldırılarının Mare bölgesinde saldırılara başlamasıyla daha karmaşık hale gelmiştir. Dolayısıyla TSK ve ÖSO unsurları harekât alanında karada IŞİD ve YPG/PKK unsurları, havada da rejim unsurlarına karşı tedbirler almak zorunda kalmıştır. Dabık-Mare-Aktarin’in IŞİD’den kurtarılmasının ardından TSK ve ÖSO güçleri El-Bab’a ilerleme niyetiyle hazırlıklara başlamıştır. Bu kapsamda 
Mare bölgesindeki YPG/PKK unsurlarının ilerleyişini durdurmak ve yarattığı tehdidi bertaraf etmek için 20 Ekim 2016 tarihinde Maarat Umm Hawsh bölgesinde YPG/PKK unsurlarına bir hava akını düzenleyerek iki yüze yakın teröristi etkisiz hale getirmiştir. 

TSK ve ÖSO güçleri El-Bab şehrine girme girişimini ilk olarak 21 Aralık 2016 tarihinde şehrin batısında yer alan Akil Tepesi’ndeki hastane bölgesine uzun ve dikkatli bir gece sızma harekatıyla denemiştir. El-Bab 26 Şubat 2016 tarihinde kuzey, doğu ve batı istikametlerinden yapılan eş zamanlı girişimlerle iki haftalık bir çabadan sonra ele geçirilmiştir. Fırat Kalkanı Harekatı 30 Mart 2017 tarihinde IŞİD unsurlarını Türk sınırlarından 40 kilometre güneye uzaklaştırıp yaratılmak istenen YPG/PKK koridoru arasına bir tampon bölge oluşturarak resmi olarak tamamlanmıştır. Harekât Suriye’nin kuzeyinde 90 kilometre uzunluğunda ve 
40 kilometre derinliğinde emniyetli bölge oluşturma hedefine de ulaşmış ancak YPG/PKK unsurlarının ABD ile münasebetleri nedeniyle Fırat Nehri’nin doğusuna gönderme hedefini tam olarak gerçekleştirememiştir.42 



217 gün süren Fırat Kalkanı Harekâtında; 2015 km karelik bir alan kontrol altına alınmış, 243 yerleşim yeri terör örgütlerinden temizlenmiş, 3.000’den fazla terör örgütü mensubu etkisiz hale getirilmiş, 71 askerimiz ve 600 ÖSO mensubu şehit olmuştur. 

Zeytin Dalı Harekâtı 

Suriye’nin Afrin bölgesindeki PKK/PYD terör örgütü varlığının temizlenmesine yönelik harekât, “Zeytin Dalı Harekâtı” adı ile 20 Ocak 2018’de başladı. “Hudutlarımızda ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla, Suriye’nin kuzeybatısında Afrin bölgesinde, PKK/ KCK/PYD-YPG ve IŞİD’e mensup teröristleri etkisiz hale getirmek ve dost ve kardeş bölge halkını bunların baskı ve zulmünden kurtarmak” için başlatılan harekâtın 58’inci gününde, 18 Mart 2018 tarihinde Afrin şehir merkezi kontrol altına alındı. 

Zeytin Dalı Harekâtı kapsamında; 

• 4.608 terörist etkisiz hale getirildi, 
• 294 adet mayın ve 1.667 El Yapımı Patlayıcı (EYP) imha edildi, 
• 56 askerimiz şehit oldu, 243 askerimiz yaralandı, 
• Yerel kolluk kuvvetleri teşkil edilerek yerleşim yerlerinin kontrolü sağlandı, 
• Kızılay, AFAD ve BM tarafından sağlanan insani yardımların bölgeye erişimi kolaylaştırıldı, 
• Afrin ve Tellef bölgelerinde tesis edilen sahra fırınları, Cinderesi bölgesinde kurulan TSK Acil Yardım Hastanesi gibi hizmetlerle bölgede hayatın normale dönmesine yönelik faaliyetler düzenledi. 

İdlib Harekâtı 

7 Ekim 2017 tarihinde başlatılan ve TSK birliklerinin “Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü” adı altında görev yaptığı İdlib Harekâtı, 2018 yılında Zeytin Dalı Harekâtıyla paralel olarak hız kazandı. 2017 yılı içerisinde üç gözlem noktası tesis edilen İdlib bölgesinde 2018 yılı içerisinde dokuz gözlem noktası daha oluşturularak, toplam gözlem noktası sayısı 12’ye çıkarıldı.43 



İdlib Gözlem Noktaları 44 

Soçi Mutabakatına istinaden İdlib bölgesinde tesis edilen gözlem noktaları işletilmeye devam edilirken, aynı zamanda mutabakat kapsamında silahsızlandırılmış bölgenin tesisine yönelik faaliyetlere de devam edildi.45, 46 

2018 yılı içerisinde İdlib bölgesinde devam eden harekât kapsamında; gözlem noktalarını tesis etmek üzere intikal eden birliklerimize düzenlenen saldırılar sonucu iki DSİ görevlimiz, ve bir askerimiz şehit oldu, altı askerimiz ve bir sivil görevlimiz ise yaralandı.47 

IŞİD Terör Örgütü 

Terörün ve terör örgütlerinin yakın dönemdeki hızlı yükselişi, çeşitlilik göstermesi ve buna eşlik eden karmaşıklaşma IŞİD ile zirve noktasına ulaşmıştır. Irak’ta tasfiye, direniş, ideolojik kopuş ve dönüşüm gibi süreçlerin ortaya çıkardığı IŞİD, Arap Baharı’nın Ortadoğu’da devlet otoritelerini sarsmasıyla oluşan güç boşluklarında, düzensiz savaş stratejilerini kullanarak Irak ve Suriye’de geniş topraklar üzerinde hakimiyet kurmuştur. IŞİD’in söz 
konusu yükselişi örgütün ortaya çıkıp alan kontrolü sağlayarak yayılmayı başardığı ülkelerde devletlerin parçalanmasını tetikleyerek hızlandırmış, özellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yüksek derecede risk ve tehditlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. IŞİD’in Irak’ın işgali sonrasında ortaya çıktığı koşullar, Suriye iç savaşına dahil olmasıyla yeni bir biçim alması ve beraberinde şekillendirdiği savaş ve terör anlayışı, örgütü sadece bölgesel ölçekte Ortadoğu ülkeleri için öncelikli tehdit olarak ortaya çıkarmamış aynı zamanda uluslararası toplumunun da bir numaralı güvenlik sorunu haline getirmiştir. 



IŞİD, kurulduğu tarihten bugüne yerel, bölgesel ve küresel ölçekte mutasyona uğrayan bir terör örgütü olarak tanımlanabilir. Diğerleriyle karşılaştırıldığında herhangi bir terör örgütünün tanımlayıcı özelliklerine sahip olmakla birlikte onlardan (başta el Kaide olmak üzere) büyük ölçüde ayrışan, kendisine has özellikleri söz konusudur. Örgütün, Irak’ın işgali sonrasında ortaya çıktığı koşullar ve Suriye iç savaşına dahil olmasıyla yeni bir yapıya kavuşmasından sonra şekillendirdiği savaş stratejisi onu sadece Ortadoğu’daki ülkeler için değil küresel ölçekte uluslararası toplum için de en önemli güvenlik riski 
haline dönüştürmüştür. 

IŞİD her ne kadar Irak’ta kurulmuş olsa da (2004), genel olarak Arap devrimlerinin inişli çıkışlı seyri ile Suriye iç savaşının oluşturduğu jeopolitik kargaşa ve bölgesel istikrarsızlık nedeniyle geniş bir coğrafyayı kontrol edebildiği gibi birçok irili ufaklı şiddet yanlısı diğer terör örgütlerinin kendisine biat etmesini sağlayarak ya da kendine alternatif olabilecek diğer grupları ezerek genişleme imkânı bulmuştur. 

Suriye’de de hedef kitle olarak kendisine Sünni nüfusu seçen IŞİD, varlık gösterdiği bölgelerde diğer Sünni grupları ya yok etmek ya da savaş ortamında bu grupların taraf seçmek zorunda kalacakları stratejik bir denklem kurma peşinde olmuştur.48 IŞİD terör örgütü Bakanlar Kurulu’nun 30.9.2013 tarih ve 5428 Sayılı Kararı ile terör örgütü ilan edilmiş, karar 10 Ekim 2013’te Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.49 

Örgütün insan gücü hakkında kesin rakamlar vermek neredeyse imkânsız görülmektedir. Bunun yanında farklı kaynaklar, farklı rakamlar belirtmektedir. Bazı kaynaklara göre 2014 yılında IŞID’in Irak ve Suriye’de 20.000 ile 31.500 arasında savaşçısı bulunduğu belirtilmektedir. Ancak söz konusu sayının ne kadarının doğrudan IŞİD liderine bağlı olduğu, gerek ideolojik nedenlerle gerekse çıkarların örtüşmesi gerekçesiyle IŞİD ile ittifak içinde bulunan savaşanların miktarının ne olduğu ya da zorla örgütte bulunanların varlığı 
yapılan tahminlerin aralığını genişletmektedir. Örgütün insan gücü ile ilgili yapılan başka bir çalışmada da IŞİD’in liderine yemin sadakati ile bağlı 25 bin civarında örgüt mensubu, teknik konularda, güvenlik ve askerî konularda yetişmiş orta ve üst düzey 1.000 civarında üst düzey elemanı bulunduğunu ifade edilmektedir. 

IŞİD terör örgütünün “Hicret” çağrısına cevap veren yabancı teröristlerin de sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, 2014’te 12 bin olarak tahmin edilen Suriye’de IŞİD’e katılan yabancı teröristlerin sayısı, Aralık 2015 itibarıyla, yaklaşık 100 farklı ülkeden 27 bin ile 31 bin arasında olarak belirtilmektedir. Raporlarda Türkiye’den 2.100 kişinin Suriye’ye giderek IŞİD terör örgütüne katıldığı da ifade edilmektedir.50 Farklı kaynaklar ise Suriye’deki iç savaşa 80’den fazla ülkeden katılan toplam savaşçı sayısının 50.000 ile 80.000 arasında olduğunu belirtmektedir. 

IŞİD terör örgütü ile mücadele hem IŞİD’le mücadele koalisyon güçleri, hem de Türkiye’nin çabaları ile belli bir noktaya kadar ilerlemiştir. 2015 yılından sonra Türkiye’nin aldığı tedbirler neticesinde özellikle yabancı teröristlerin Suriye’ye geçişi önlenmiş, Fırat Kalkanı Harekâtında Azez Cerablus hattında konuşlu IŞİD terör örgütü bölgeden çıkarılmış, bununla birlikte yurtiçinde de IŞİD hücrelerine yönelik operasyonlar düzenlenerek örgütün etkinliği sınırlandırılmıştır. 

Mart 2019 itibarıyla, Suriye’de IŞİD varlığı minimum seviyede görünürlüğü ulaşmıştır. Suriye'de IŞİD'in elinde bulunan ve örgütün son kalesi olarak nitelenen Irak sınırındaki 

Deyrizor kentinin Bağuz köyüne yönelik Mart 2019’da Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından başlatılan operasyon neticesinde IŞİD terör örgütünün görünen yüzünün sona doğru yaklaştığı söylenebilir. Son bir ayda binlerce IŞİD mensubunun, aileleriyle birlikte teslim olduğu, son haftalarda 4 bin IŞİD terör örgütü mensubunun Suriye’de ele geçirildiğine dair teyide muhtaç bilgiler mevcuttur.51 

Nusra Cephesi (Heyet Tahrir Şam) Terör Örgütü 

Suriye’deki protestoların silahlı bir isyana dönüşmesi daha önceden pek çok ülkede silahlı faaliyetlerde bulunmuş tecrübeli selefilerin de popülaritesini artırmış ve Suriye’ye yönelik bir akını tetiklemiştir. Irak’ta işgal sonrası yeniden toparlanmaya başlayan Irak İslam Devleti (IŞİD) örgütü geçmişte kendi saflarında savaşan Suriye asıllı militanlarını Suriye’deki etkinliğini artırmak için yeniden aktif hale getirmiş ya da halihazırda saflarında bulunan isimleri Suriye’ye göndermiştir. Bunlar arasında IŞİD saflarında bulunan Ebu Muhammed Culani de vardır. 



22 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan bir ses kaydına göre Ebu Muhammed Culani Nusra Cephesi’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Örgüt kuruluş ilanıyla beraber Esed rejimine karşı bir dizi saldırıyı üstlenmiştir. Örgüt “Suriye rejiminin katlettiği sivil halkı korumak” olarak belirlediği amacına uygun bir isim seçerek ismini Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım] Cephesi olarak duyurmuştur. Örgüt ilk ilan bildirgesinde Golan Tepeleri ve liderlerinin Suriyeli olduğuna atıfta da bulunarak Ebu Muhammed Culani’yi lider olarak duyurmuştur. 

Nusra Cephesi 2012 başından 2013 ortalarına kadar muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerde yayılarak Suriye’de rejim karşıtı yapıların önemli ve etkin unsurlarından biri olmuş ve kısa sürede muhalif gruplar arasından sıyrılmıştır. Ancak 2013 Nisan ayında IŞİD lideri yaptığı bir açıklama ile Nusra Cephesi’nin kendileri tarafından kurulduğunu duyurarak iki yapının da tek bir çatı ve isim altında yoluna devam edeceğini ilan etmiş ve yeni yapının adını IŞİD olarak açıklamıştır. 

IŞİD’in açıklanmasının ardından yaşanan tartışmalar ve örgüt içi mücadeleler sırasında yaptığı ilk açıklamada Culani Suriye’ye kendisini Ebubekir Bağdadi’nin gönderdiğini ve kendisine para ve silah yardımında bulunduğunu açıklamıştır. Culani bunu kabul etmesine karşın kendisinin IŞİD’e bağlılığının aslında El-Kaide’ye bağlılık anlamına geldiğini, örgütün Merkezi El-Kaide ile ilişkilerini koparıp emirlere itaat etmemesi nedeniyle kendisinin bağlılığının da doğrudan El-Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye olduğunu duyurmuştur. 

13 Nisan 2013 tarihinde Irak İslam Devleti örgütü lideri Ebubekir Bağdadi bir ses kaydı ile Nusra Cephesi’ni feshettiğini ve örgütünün faaliyet alanını Suriye’ye doğru genişleterek IŞİD’i kurduğunu ilan etmiştir. Nusra lideri Culani ise yaptığı açıklamada bu kararı reddetmiştir. Bu ayrışma sonrası IŞİD’in Suriye’deki birimleri Nusra Cephesi’ne ait birçok merkezi, silah depolarını ve maddi kaynakları ele geçirmiştir. ABD, Nusra Cephesi’ni 15 Aralık 2012 tarihinde terör örgütleri listesine almıştır. Türkiye ise Nusra Cephesi’ni 2014 yılının Mayıs ayında terör örgütleri listesine dâhil etmiştir. 

Suriye krizinin başlangıcından itibaren tek bir çatı altında toplanamayan selefi muhalif yapılar sürekli olarak halk tarafından birleşmeye yönelik taleplerle karşılaşmışlardır. Öte yandan IŞİD’e karşı büyük mağlubiyetler yaşayan ve İdlib bölgesinde sıkışan Nusra Cephesi ve muhalif gruplar özellikle Rusya’nın müdahalesi ve Halep’in kontrolünün Esed rejimine geçmesinden sonra zor durumda kalmışlardır. Buna ilaveten devam eden siyasi süreçte IŞİD’le birlikte Nusra Cephesi de hedef gösterilmeye başlanmıştır. İdlib’de gücünü gittikçe 
tahkim eden Nusra Cephesi bu gelişmelere cevaben diğer muhalif gruplara birleşme teklifinde bulunmuştur. İdeolojik farklılıklar, yerel güç mücadeleleri, dış bağlantılar ve El-Kaide ile aynı yerde anılmayı istemeyen gruplar Nusra Cephesi ile tek bir çatı altında bulunmamayı tercih etmiştir. 

Süreç ilerleyen dönemlerde Nusra Cephesi’nin El-Kaide’den bağını koparmasını 
beraberinde getirmiştir. Ancak bu süreç neredeyse bir buçuk-iki yıl sürmüştür. Görünürde kolay olan bu ayrılık süreci aslında Nusra açısından oldukça sancılı bir kriz dönemini de beslemiştir. Zira Merkezi El-Kaide örgütünün bu ayrılığı kabul edip etmeyeceği sancılı bir süreci beraberinde getirmiştir. Ayrıca böyle bir ayrılmanın ilan edilmesinin yabancı savaşçı akışının azalmasına ve IŞİD yanlılarının propagandaları sonucu Nusra saflarında bölünmelere neden olabileceği de ayrı bir tartışma ve endişe konusu haline gelmiştir. 

28 Temmuz 2016 tarihinde örgüt lideri Ebu Muhammed Culani ilk defa yüzünü de kameralara göstererek El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’ni feshettiklerini ilan etmiş ve Şam’ın Fethi Cephesi’nin (ŞFC) kurulduğunu duyurmuştur. 

28 Ocak 2017 tarihinde Liva’ul Hak, Nureddin Zengi Hareketi, Şam’ın Fethi Cephesi adı altında Nusra Cephesi ve diğer pek çok küçük grup kendilerini feshederek Heyet-i Tahriru’ş-Şam’ı (Şam’ın Özgürleştirilmesi Heyeti, HTŞ) oluşturmuştur. Bu yapılanmanın lideri Ahraru’ş-Şam’dan ayrılan ve grubun kurucu liderlerinden olan Ebu Cabir olurken, askeri lideri ise Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammed Culani olmuştur. Muhalefetin Halep’te uğradığı kayıp ve bu durumun doğurduğu halk öfkesinin ardından Nusra Cephesi merkezinde olan HTŞ Suriye’de önemli bir güç odağı haline gelmiştir. Yeni kurulan yapının 
ana omurgasının Nusra Cephesi olduğu açıktır. HTŞ’nin kurulması Nusra Cephesi’nin Suriyeleşme yolunda attığı yeni bir adım olarak düşünülebilir. 

Nitekim HTŞ’nin duyuru bildirisinde kuruluş gerekçesi olarak Suriye devrimini korumak düşüncesi ifade edilmiştir. 

HTŞ’nin kuruluşunun ardından Suriye askeri muhalefeti gruplarının özellikle İdlib’de iki kamp altında toplandığını söylemek mümkündür. Halep’in rejim tarafından ele geçirilmesinin ardından ve bir yandan başlayan Astana süreci kapsamında oluşturulan çatışmasızlık bölgeleri, Suriye muhalefeti ve rejim arasındaki sıcak temasları durgunlaştırmıştır. Nusra Cephesi ise İdlib’deki gücünü tahkim etmeye devam etmiştir. 

2015 yılında Nusra lideri Culani ile yapılan röportajdan edinilen bilgilere göre örgütün yüzde 70’inin Suriyeli ve yaklaşık yüzde 30’luk bir oranın da yabancılardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Nusra Cephesi’nin PYD-YPG ve IŞİD’den sonra en çok yabancı savaşçı barındıran örgüt olduğu değerlendirilmektedir. Nusra içerisinde çok sayıda Ürdün ve Kuzey Afrikalı savaşçıyla birlikte Körfez ülkelerinden katılım sağlayanlar da bulunmaktadır. Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu içinde yer alan unsurların yanı sıra Türkiye’den de örgüte katılım söz konusudur. Örgüt içindeki Türkiye uyrukluların sayısının 700-800 
civarında olduğu değerlendirilmektedir.52 

Açık kaynaklarda yer alan bilgilerden HTŞ’nin birçok gruptan oluşan bir örgüt olduğu, bu nedenle örgütün militan sayısı konusunda kesin bir bilgi söz konusu olmadığı, HTŞ’nin silahlı örgüt elemanı sayısının ABD kaynaklarına göre 10 bin civarındayken, genel kabul gören kanı örgütün 15-20 bin arasında militanı olduğu yönündedir.53 Suriye’nin İdlib kentinin önemli bir kısmını kontrol altında bulunduran Heyet Tahrir Şam Türkiye tarafından 01 Eylül 2018’de terör örgütü listesine alınmıştır.54 

Fırat Nehrinin batısında terör örgütlerinin ve muhalif grupların kontrolü altında kalan son bölge olan İdlib’de konuşlu silahlı gruplar arasında 2019 yılının ilk günlerinden itibaren şiddetli çatışmalar yaşandı. İdlib’de yaşanan çatışmalar sonucunda; 

• 01 Ocak tarihinde İdlib kuzeyinde bulunan Daret İzze bölgesini kontrol altında 
bulunduran Nureddin Zengi grubuna yönelik olarak saldırılar başlatan Heyet Tahrir Şam kısa bir süre içerisinde kasabanın kontrolünü ele geçirmiş, 
• Ahrar-u Şam grubuna ait silahlı birliklerin Nureddin Zengi grubuna destek maksadıyla bölgeye sevk edilmesine rağmen HTŞ ilerleyişi durdurulamamış, 
• Yaşanan şiddetli çatışmalar neticesine bazı bölgelerde yerleşim yerleri kısa 
aralıklarla HTŞ ve diğer muhalifler arasında el değiştirmiş, 
• HTŞ saldırılarının ardından bazı muhalif gruplardan kopmalar yaşandı, kopan 
grupların bir kısmı HTŞ’ye katılmış, 
• Birkaç silahlı grup ise HTŞ’ye karşı savaşmayacaklarını açıklamış, 
• Gab Ovası bölgesinde konuşlu Ahrar-u Şam’a ait gruplar kendilerini lağıv ederek bölgeyi HTŞ’ye bırakmış, 
• HTŞ ile çatışmayacaklarını açıklayan gruplardan oluşan yaklaşık 1.700 kişi Afrin bölgesine sevk edilmiş, 
• İdlib kuzeyinde başlayan HTŞ saldırıları İdlib’in orta kesimleri ve güney sınırlarına oldukça kısa sayılabilecek bir sürede yayılmış, on gün gibi bir süre içerisinde HTŞ 70’e yakın yerleşim birimini ele geçirmiş, 
• HTŞ’nin ele geçirdiği bölgeler toplamda 3.612 km2’lik bir alana ulaşmış, (İdlib alanının yaklaşık %60’ı), 
• Stratejik önemi haiz M5 (Halep-Hama) otoyolunun büyük bir bölümünün daha kontrolü HTŞ’ye geçmiştir. 


PKK/PYD Terör Örgütü 

PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD, Suriye iç savaşının yarattığı ortamdan en fazla nemalanan unsurların başında geliyor. ABD, Suriye güvenlik politikası kapsamında maliyetleri üzerine almayarak yerel unsurları kullanma yolunu seçince PYD kullanışlı bir aktör olarak görüldü. IŞİD terörüyle mücadele adına ABD tarafından desteklenen PYD Suriye’de yayılmacı bir politika takip ederken Türkiye için kaçınılmaz olarak bir güvenlik sorunu haline geldi. 

Suriye iç savaşının tarafları düşünüldüğünde PYD terörü Esed rejimi açısından merkezi bir tehdit olarak görülmemiştir. Olayların başladığı ilk andan itibaren rejim, Kürtlerin çatışmaların bir parçası haline gelmesini engellemeye çalışmıştır. İç savaşın seyri içerisinde Esed rejiminin muhalifler karşısındaki düştüğü durum PYD tarafından fırsata çevrilerek bulunduğu bölgede yayılmaya başlamıştır. PYD’nin etki alanı genişledikçe rejim güçleriyle PYD direkt çatışmaya girmekten kaçınmıştır. 

Teröristbaşının 25 Aralık 2001’de Avukatlarıyla yaptığı görüşmede; “ Dört ülke için önermiştim. İran’da demokratik İslam esprisi ile olmalı. PKK, Irak’ta yaşamalı, Güney PKK biçiminde olabilir. Suriye’de Demokratik Birlik Partisi. Artık ayrıntıya girmeyeceğim. Çünkü bunları savunmamda ayrıntılı verdim. Ama esprisi şu: Her ülkenin demokratik birlik amaçlarına bağlı bir partileşme, ittifaklaşma, cepheleşme önerdim. Ülkelerin birliğinin demokratik aracı. Bunları biraz özümsemek gerekiyor” tanımlaması, PYD terör örgütünü oluşturulması için önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir. 

PYD’nin silahlı kanadı olan Halk Savunma Birlikleri (YPG) de tıpkı PKK terör örgütü ve KCK gibi taban örgütlenmesine dayalı, piramit şeklinde yükselen, her konuda komiteler kurulmasını öngören, güçlendirilmiş yerel yönetimlere dayanan, kendi savunma birliklerini de kurmayı öneren, sözde “demokratik özerklik” modelini savunmaktadır.55 

PKK/PYD, 2011 yılında Suriye’de başlayan ayaklanmalardan yararlanmak için Esed rejimiyle birlikte hareket etmeye başlamıştır. Ocak 2014 tarihinde Cezire, Ayn el-Arap ve Afrin bölgelerini sözde kanton olarak ilan eden PYD sözde kantonlarıyla Türkiye’de uygulamak üzere alt yapısını oluşturduğu öz yönetim modelini hayata geçirmeye çalışmıştır. IŞİD terör örgütünün Suriye’deki faaliyetlerinden de yararlanmayı bilerek başta ABD olmak üzere birçok batılı ülkeye karşı kendisini IŞİD’le mücadele eden demokratik ve seküler bir yapı olarak göstermeyi başarmıştır. 

    Ekim 2015’te büyük kısmını PKK terör örgütünün Suriye’deki kolu YPG’nin oluşturduğu “Suriye Demokratik Güçleri (SDG)” kurulmuştur. YPG, YPJ ile Süryani Askeri Konseyi, Burkan El Fırat, Suwar El Reqa, Şems El Şemal, Lîwa El Selçuki, El Cezire Tugayları gibi gruplar ortak basın açıklamasıyla SDG çatısı altında birleştiklerini duyurmuştur.56 

    SDG’nin kurulmasıyla nüfusun büyük çoğunluğunu Arapların oluşturduğu bölgelerin PYD tarafından daha rahat bir şekilde yönetilmesi sağlanmaya çalışılmış, ABD’nin bir terör örgütü ile iş birliği yaptığına yönelik gerçekler SDG çatısı altında silinmeye çalışılmıştır. PKK terör örgütünün binlerce teröristi Irak’tan Suriye’ye kaydırarak PYD terör örgütünün çekirdek kadrosunu oluşturdukları bilinmektedir. 

Hâlihazırda Fırat Nehrinin doğusunda Suriye topraklarının yaklaşık dörtte birini, Suriye enerji kaynaklarının üçte birini kontrol eden, ABD tarafından eğitilen ve donatılan yaklaşık 60.000 kişilik bir güce ulaşan SDG çatısı altındaki PKK/PYD terör örgütü Türkiye için en önemli güvenlik tehdididir. 

Suriye’de artan IŞİD varlığının ardından, 2014 yılından itibaren tıpkı IŞİD’e olduğu gibi PKK/PYD terör örgütüne birçok ülkeden katılan yüzlerce yabancı terörist katılmıştır. PKK/PYD 2014 yılında internet ve sosyal medya üzerinden IŞİD’e karşı savaşmak üzere yabancıları davet ederek terör örgütüne eleman devşirmeye başlamıştır. Rojava Aslanları (Lions of Rojava) adı ile açılan sosyal medya hesapları ile genel ağ sayfaları İngilizce olarak hazırlanmış ve Avrupa /Amerikalılara hitap etmek üzere tasarlanmıştır. İnternet üzerinden PKK/PYD’yi takip eden yabancılar ilk yıllarda Süleymaniye üzerinden Suriye’ye geçiş yapmışlardır. Bu kişiler, İspanya İç Savaşındaki Abraham Lincoln Taburunun isminden de esinlenerek 2015 yılında sözde Uluslararası Özgürlük Taburu (UÖT) adı altında toplanmışlardır. 

İnternet ve sosyal medya üzerinden düzenlenen kampanyanın da etkisiyle, Birleşik Krallık, ABD, Kanada, Avustralya, Almanya, Danimarka, Yunanistan, Finlandiya, Fransa ve hatta Çin’den gelen yaklaşık 400 yabancı teröristin PKK/PYD saflarına katıldığı açık kaynak bilgilerinde yer almaktadır. 57 


DİPNOTLAR;


23 https://www.takvim.com.tr/guncel/2018/02/20/suriyede-hangi-ulke-nerede 
24 https://tr.euronews.com/2018/10/01/rusya-suriye-operasyonlarinin-3-yillik-askeri-bilancosunu-acikladi 
25 https://www.haberturk.com/abd-rusya-ve-iran-in-suriye-de-kac-ussu-var-2171458 
26 https://www.takvim.com.tr/guncel/2018/02/20/suriyede-hangi-ulke-nerede 
27 Fatih Muslu, Suriye İç Savaşında Esed’in Rolü, Konumu ve Geleceği, (2018), SETA Yayınları, Sayı:236 
28 https://www.reuters.com/article/us-mideast-crisis-israel-syria-iran-idUSKCN1LK2D7 
29 https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-iran-yapt%C4%B1r%C4%B1m-%C3%B6ncelik-suriye-pkk-ypg/4656463.html 
30 https://www.trthaber.com/m/?news=abdnin-suriyedeki-askeri-varligi-ne-durumda&news_id=398344&category_id=4 
31 http://www.milliyet.com.tr/abd-rusya-ve-iran-us-kurma-gundem-2756188/ 
32 https://www.defenseone.com/ideas/2019/03/french-officer-speaks-truth-about-war-syria/155304/?oref=DefenseOneTCO 
33 https://www.sabah.com.tr/amerika/2018/12/20/abdnin-suriyeden-cekecegi-askeri-varligi 
34 http://aa.com.tr/tr/dunya/suriye-nin-kuzeyi-pyd-pkk-nin-silah-deposu/986814 
35 https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-suriye-kararinda-bagimsiz-almanya-nin-bolgedeki-angajmani-surecek/4710617.html 
36 İngiltere Avam Kamarası Savunma Komisyonu Raporu, (2016), UK military operations in Syria and Iraq, 
 https://publications.parliament.uk/pa/cm201617/cmselect/cmdfence/106/106.pdf 
37 https://www.bbc.com/news/uk-47477197 
38 https://www.ft.com/content/4b08bb64-09d4-11e9-9fe8-acdb36967cfc 
39 https://www.cnnturk.com/dunya/iste-fransiz-ordusunun-suriyedeki-askeri-varligi 
40 https://www.stratejikortak.com/2018/10/turkiyenin-suriye-politikasi-3donem.html 
41 https://www.ntv.com.tr/turkiye/tskdan-suleyman-sah-karakoluna-sah-firat-operasyonu,LmYkF4lOM0SlRTLJzsiEeg 
42 Murat Yeşiltaş, Merve Seren, Necdet Özçelik, (2017), Fırat Kalkanı Harekâtı Harekâtın İcrası, İstikrarın Tesisi Ve Alınan Dersler, SETA Yayınları 91 
43 13 Ekim 2017 tarihinde 1 numaralı, 23 Ekim 2017 tarihinde 2 numaralı, 19 Kasım 2017 tarihinde 3 numaralı, 05 Şubat 2018 tarihinde 6 numaralı, 09 Şubat 2018 tarihinde 7 numaralı, 15 Şubat 2018 tarihinde 8 numaralı, 17 Mart 2018 tarihinde ise 4 numaralı, 03 Nisan 2018 tarihinde 12 numaralı, 07 Nisan 2018 tarihinde 9 numaralı,7 Mayıs 2018 tarihinde 10 numaralı, 9 Mayıs 2018 tarihinde 5 numaralı ve 16 Mayıs 2018 tarihinde 11 numaralı gözlem noktaları tesis edilmiştir. 
44 https://www.aa.com.tr/tr/dunya/tsk-idlibde-son-ateskes-gozlem-noktasini-kurdu/1147979 
45 https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/01/30/idlibde-tsk-konvoyuna-saldiri 
46 https://www.haberturk.com/son-dakika-idlib-de-agir-yaralanan-dsi-calisani-sehit-oldu-1825695 
47 https://www.haberturk.com/son-dakika-tsk-gozlem-noktasina-saldirida-1-asker-sehit-oldu-1825944 
48 Murat Yeşiltaş, Ömer Behram Özdemır, Rıfat Öncel, Sibel Düz, Bilgehan Öztürk, Sınırdaki Düşman: 
    Türkiye’nin DAİŞ ile Mücadelesi, (2016), SETA Yayınları 65 
49 http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/10/20131010-1.htm 
50 The Soufan Group, (2015), An Updated Assessment of the Flow of Foreign Fighters into Syria and Iraq, s.1- 
51 https://tr.euronews.com/2019/03/10/sdf-isid-e-teslim-olmasi-icin-taninan-sure-doldu-taarruz-emri-verildi 
52 Can Acun, Bünyamın Keskin, Bilal Salaymeh, El-Kaide’den HTŞ’ye Nusra Cephesi, (2017), SETA Yayınları 95 
53 https://www.stratejikortak.com/2019/01/nusra-cephesi-hts-amaci-liderler.html 
54 https://www.milligazete.com.tr/haber/1681053/turkiye-heyet-tahrir-sami-teror-orgutu-listesine-aldi 
55 Ayşe Karabat, (2013), Suriye Savaşları, İstanbul: Timaş Yayınları, s. 256 
56 http://www.milliyet.com.tr/-demokratik-suriye-gucleri-ni-ilan-gundem-2132545 
57 http://www.rferl.org/content/islamic-state-ypg-foreign-fighters/26690432.html, http://www.usatoday.com/ story/ news/ 
world /2014/10/06/jordan-matson-joins-kurds-against-islamic-state/16796487, http://www.bbc.com/news/world-middle- 
east-29705167, https://news.vice.com/article/a-divorced-father-of-two-from-ohio-is-fighting-the-islamic-state-in-syria, http:// 
www.bbc.com/news/world-asia-china-35036879, http://news.nationalpost.com/news/second-canadian-vet-battling-isis- 
brandon-glossop-felt-need-to-go-after-ottawa-quebec-attacks 



YÜZYIL TÜRKİYE ENSTİTÜSÜ 
Özel Rapor 
Mart 2019 


***

1 Kasım 2017 Çarşamba

11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE ABD İLİŞKİLERİ BÖLÜM 3


11 EYLÜL SALDIRILARI SONRASI ABD DIŞ  POLİTİKASINDA ORTADOĞU VE TÜRKİYE  ABD  İLİŞKİLERİ BÖLÜM 3


2.2.2.2. Marshall Planı 

Türk yöneticilerin hemen hemen hepsi Amerikan yardımını Türkiye’nin 
ulusal çıkarları için neredeyse hayati önemde görmüştür. 1947’de Başkan Truman Türkiye’ye yardım edeceğini açıkladığında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü kararı alkışlamış, 1948’de Türkiye Marshall planına dâhil edildiğinde dönemin Türk Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak karardan dolayı Türkiye’nin ABD’ye minnettar olduğunu açıklamıştır.84 Çok partili hayata geçildikten sonra iktidara geçen ve ekonomide değişik açılımlar planlayan Demokrat Parti Hükümeti Türkiye’nin ekonomik gelişiminin ancak daha fazla Amerikan yardımı ile sağlanabileceğine inanmıştır.85 

1948 yılında Amerika, savaştan yıkılmış olarak çıkan Avrupa’nın tekrar 
üretim ve tüketime geçebilmesi ve birleşerek SSCB’nin ilerlemesini durdurabilmesi için Marshall Planı’nı ilan etmiştir.86 Türkiye Truman Doktrini’yle acil ihtiyaçlarının karşılandığı, ayrıca savaşa katılıp harap olmadığı için ve Avrupa’nın gelişimine katkı sağlamayacağı düşünüldüğü için plana dâhil edilmemiştir. Ancak Türk yetkililer, aksi takdirde Türkiye’nin Batı tarafından yalnız bırakılacağı ve meydana gelecek oluşumların dışında kalacağı düşüncesiyle Türkiye’nin plana dâhil edilmesi konusunda ABD’yi ikna etmeye çalışmışlardır.87 Türkiye, verilecek yardımı Avrupa için gıda ve hammadde sağlayabilmek amacıyla tarım, ulaşım (karayolları) ve maden (özellikle krom) sektöründe kullanmak şartıyla plana dâhil edilmiş ve yardımı öngören Ekonomik İşbirliği Anlaşması 4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ile Türkiye arasında imzalanmıştır.88 

ABD, 1949 yılından başlayarak ve gittikçe hız kazanan bir biçimde Sovyetler 
Birliği’ne karşı aldığı güvenlik tedbirlerini genişletmek durumunda kalmıştır.89 
SSCB yükselişi karşısında Avrupa maddi ve manevi olarak güçlendirilmeli 
düşüncesinden hareketle ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’yı ve sonra tüm 
Avrupa’yı artan bir biçimde siyasal ve ekonomik işbirliği içine sokmak, böylece bütünleşmiş bir Avrupa yaratarak Sovyet ilerlemesini durdurmak istemiştir.90 ABD Dışişleri Bakanı George Marshall 5 Haziran 1947’de Harvard Üniversitesinde verdiği söylevde, daha sonra kendi adıyla anılacak planın ilk işaretlerini vermiştir. 

Marshall’a göre ABD, “... dünyanın iktisadi sağlığına kavuşması için elinden gelen tüm yardımı ...” yapmalıydı. Aksi takdirde “... siyasal istikrar ve devamlı bir barıştan söz etmek mümkün değildir...”91 Plan öncelikle İngiltere ve Fransa tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı. 12 Temmuz 1947’de, Paris’te Fransa Dışişleri Bakanlığı binası “Quai d’Orsay”de biraraya gelen Avusturya, Danimarka, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere, Fransa temsilcileri, Avrupa’nın acil ihtiyaçlarını belirlemek ve karşılamak için, ABD’nin istediği biçimde, Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı adında bir örgüt kurmuşlardır.92 Sonunda 12 Temmuz 1947 yılında Türkiye-ABD arasında bir yardım antlaşması imzalanıyordu. Antlaşma Truman Doktrinini uygulamak amacıyla oluşturulmuştu. Antlaşma Türk kamuoyunda önemli tartışmalara yol açacaktı.93 4 Temmuz 1948’de Türkiye ile ABD arasında imzalanan Ekonomik işbirliği Anlaşmasıyla94, Marshall yardımlarının verilmesine başlanmış ve anlaşmanın, Türkiye’nin 16 Nisan 1948’de Paris’te imzaladığı Avrupa Ekonomik İşbirliği Sözleşmesine dayandığı belirtilmiştir. 4 Temmuz 1948 Anlaşması Türk kamuoyunda tepkiyle karşılanmıştır.95 Yine de Marshall yardımları Türk tarımının gelişmesine katkıda bulunmuştur. ABD, yardımların karayollarının gelişmesi için de kullanılmasını istemiştir. Böylece Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan demiryolu 
hamlesi tamamen bir kenara bırakılmıştır. Marshall Planıyla Türkiye’nin beklediğinden daha az yardım gönderilmiş, bu yardımların kullanım alanları da ABD tarafından belirlenmiştir.96 Oral Sander’e göre, ABD Marshall Planı çerçevesinde yardım yaparken, Türkiye’nin Batı Avrupa ve Amerikan ekonomilerine doğrudan katkıda bulunabileceğini düşünüyordu. 97 

Hibe hariç olmak üzere Marshall Planı çerçevesinde Amerikan ekonomik yardımlar tablo III’te verilmiştir. 

Tablo III: Marshall Planı çerçevesinde ABD ekonomik yardımları 


YIL MİKTAR 

1949 5,2 Milyon dolar 
1950 48,7 Milyon dolar 
1951 35,2 Milyon dolar 
1952 86,3 Milyon dolar 

Kaynak: Sander, 1979: 54 

2.2.2.3. Kore Savaşı 

Menderes hükümeti Kore’ye “hür dünyanın diğer unsurlarıyla birlikte asker gönderilmesini” NATO üyeliği için kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak 
değerlendirmişlerdir.98 Nitekim asker gönderme kararının alınmasının üzerinden bir hafta geçmeden, 1 Ağustos 1950’de, Türkiye NATO üyeliği için ikinci başvurusunu yapmıştır. Bu başvuru da Eylül ayında toplanan NATO Bakanlar Konseyinde reddedilmiştir.99 NATO üyeliği yerine, Türkiye ve Yunanistan’a Akdeniz Paktının kurulması için ortak çalışmalar yapma önerisinde bulunulmuştur.100 Türkiye Kore’ye ilk aşamada 4500 asker göndermiştir. 15 ülke içinde ABD’den sonra en çok asker gönderen devlet olan Türkiye’nin yolladığı birlikler olmuştur. Kore’ye asker gönderme kararı, Oran’a göre, Cumhuriyet dönemi Türk tarihinin istisnai durumlarından birisi olduğu için önemlidir. Türkiye bu karara kadar, Misak-ı Milli sınırları dışında bir askerî harekâta veya müdahaleye katılmaktan uzak durmuştu. 

Kore Savaşı, hükümetlerin önceleri sorgulanamaz nitelikte olan dış politika eylemlerinin TBMM’de tartışılması dönemini başlatmıştır.101 

Kore Savaşı ABD’ni Sovyetler Birliğine karşı güvenlik tedbirlerini genişletip güçlendirmeye iten bir etken olmuştur. Sander bu savaşı, ABD tarafından 

Sovyetlerin dünya egemenliği için giriştikleri askeri kampanyanın ilk belirtisi olarak yorumlamıştır.102 

2.2.2.4.Türkiye’nin NATO’ya Girişi 

Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında Türkiye Sovyetlerden gelen somut tehditlere karşı Batı devletlerinden özellikle de ABD’den destek aramaya başlamış ve kısa süre 
sonra NATO’ya üye olmuştur. 1952 yılından bu yana Türk dış politika kararlarında ittifaka üyeliğin getirdiği yükümlülükler daima dikkate alınan unsurlar olmuştur. 

Türkiye’nin NATO’ya üyelik için Mayıs 1950’de yaptığı ilk başvuru çeşitli nedenlerle geri çevrilmiştir. Fakat en önemli neden olarak NATO’yu kuran 
antlaşmanın coğrafi bir savunma tipi olduğu ve sadece Kuzey Atlantik Bölgesi ülkeleri ile sınırlı kalacağı öne sürülmüştür.103 Türkiye, Sovyetlerin 1945 yılında sona eren Saldırmazlık Paktı’nı yenilememesi ve Boğazlarda üs ve Doğu bölgelerinde toprak talep etmesi karşısında Sovyetler Birliğine karşı Batı 
dünyasından destek aramaya başlamıştır.104 Batı Devletleri arasında, Türkiye’ye ihtiyacı olan desteği verecek ülke, savaştan dönemin en büyük gücü olarak çıkmış ve Sovyetlerin yayılma politikasından rahatsızlık duymaya başlayan Amerika Birleşik Devletleri olacaktır.105 1949’dan itibaren NATO’ya girebilmek için mücadele eden Türkiye, 1950’de Kore’ye asker göndermesinin ardından, 1952’de ABD’nin desteğiyle ittifaka kabul edilmiştir. Türkiye’nin NATO üyeliğine kabulünün nedeni olarak Kore Savaşı’na asker göndermesi gösterilmektedir.106 Ayrıca Ramazan Gözen, Türkiye’de demokratik seçimler sonucu iktidarın değişmesi ve Demokrat Parti (DP) iktidarının liberalleşme ve demokratikleşme yönünde adımlar atmasını da Türkiye’nin NATO’ya kabul edilmesinde önemli bir neden olarak göstermektedir.107 

Türkiye’nin, ABD ile sıkı ilişkiler kurup, NATO içinde yer almak istemesinin en önemli nedenlerinden biri geleneksel Rus tehdidine karşı, İkinci Dünya Savaşında yenik düşen Almanya ve zayıf düşen İngiltere yerine ABD’ni en güçlü olarak görmesidir.108 

Türkiye, NATO’ya girmekle ve ABD’yle gerçekleştirilen anlaşmalar kapsamında ikili ilişkiler kurmakla Sovyet tehdidine karşı kendisine önemli bir 
müttefik bulmuş ve ekonomik gelişmesi ile askeri yapılanması açısından da önemli desteğe sahip olmuştur. 

Türkiye, özellikle askeri yapısını güçlendirmek ve böylece NATO içindeki rolünü daha iyi gerçekleştirebilmek için ABD’den askeri ve ekonomik dış yardım almıştır.109 

2.2.2.5.Küba Krizi 

ABD ile SSCB arasında ortamın gerginleşmesi ile birlikte Polonya’da Poznan 
ayaklanması ve Macaristan ayaklanması SSCB tarafından sertçe bastırılmıştır. 
1959’da U-2 casus uçak krizi yaşanmıştır. 1960’da Sovyet-Çin sınır çatışmaları 
olmuştur. Böylece Moskova ve Pekin arasında ideolojik ayrım belirginleşmiştir. 
1961’de yeni bir Berlin Kriziyle Berlin Duvarı örülmüştür. Bu olaylar sonucunda iki blok arasındaki rekabetin sürekliliği ve iki kutuplu dünyanın sınırlarının belirsiz olduğu tartışılmaya başlanmıştır. Bu arada Küba’da 1959’da diktatör Batista devrilmiş yerine Fidel Castro iktidara gelmiştir.110 İktidarı ele geçiren Castro sosyalist bir rejim kurmuştur. Fulgencio Batista rejimi yerine Fidel Castro önderliğinde kurulan yeni Küba hükümeti, ABD tarafından olumlu karşılanmamış, ABD, gelişmeler karşısında Küba’daki rejime son vermek istemiştir. İlk önce ticari ambargo uygulamıştır. Daha sonra Batista taraftarlarını Domuzlar Körfezinden Küba’ya çıkarmak istemiştir. Ama bu tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu olayın yaşanmasından sonra SSCB-Küba yakınlaşması başlamıştır. 1962’ye gelindiğinde Küba’da füze üslerinin bulunduğu ve füzelerin Sovyetler tarafından verildiği ortaya çıkınca gerilim artmıştır. Bunun üzerine Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesini isteyen ABD, 22Ekim 1962 tarihinden başlayarak adayı denizden ablukaya almıştır. Bu sırada bazı Sovyet gemilerinin de Küba limanlarına doğru Atlantik’te seyretmekte olması doğrudan bir çatışma olasılığını ortaya çıkarmıştır.111 ABD Başkanı Kennedy 22 Ekim 1962’de Küba’nın denizden ablukaya alındığını tüm dünyaya duyurmuştur.112 Kennedy, Sovyet Lideri Kruşçev’ e söz konusu füzelerin yerleştirilmesinden vazgeçmelerini söyleyerek gerçek bir barış politikası ortaya koymak üzere kendisiyle doğrudan diyalog kurma çağrısında bulunmuştur. Yapılan müzakereler sonucu, 28 Ekim’de iki nükleer gücü karşı karşıya getiren bir dünya savaşı tehdidi ortadan kalkmıştır. Füze yüklü gemiler geri dönerken Küba’daki askeri üsler ise silahsızlandırılmıştır. Küba Füze bunalımında Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye danışmadan, Sovyetler Birliği ile Küba’daki Sovyet füzelerinin kaldırılmasına karşılık Türkiye’deki Jüpiter ve Thor füzeleri konusunda pazarlığa oturması, bu ülkeye karşı bir kızgınlık ve güvensizlik ortamı yaratmıştır.113 Moskova, Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin sökülmesini 
istemiştir. Böylece nükleer başlıklı füzeler karşılıklı sökülmüştür. Bu olay daha sonra Johnson mektubuyla ortaya çıkmıştır. Küba Krizi hem nükleer caydırıcılığın etkisini hem de doğrudan diyalogun zorunluluğunu kanıtlamıştır. Küba Krizinin hemen ardından ABD, SSCB ve İngiltere, nükleer silahların yayılmasını önlemek üzere 1963’te “Tast Ban Treaty” adındaki “Nükleer Denemelerin Kısmi Yasaklanması Antlaşmasını” imzalamışlardır. Yine aynı yıl içinde ABD ile SSCB arasında yanlış anlamaların riskini önlemek amacıyla Kırmızı Telefon Antlaşmasını (Hot Line Treaty) imzalamışlardır.114 Bunalım iki blok arasında ortak gerginlik yerine, uluslararası ilişkilerde daha iyimser, daha olumlu yeni bir aşama başlatmıştır. Bu  döneme “Yumuşama” (Detant) adı verilmiştir. 

Türkiye, Eylül 1965’te BM Genel Kurulu’nda Vietnam’a karşı güç kullanılmasına karşı çıkmış ve ABD’nin Türk birliklerinin Vietnam’a gönderilmesi isteğini geri çevirmiştir. Washington’da Johnson mektubundan en yüksek dereceli beş ya da altı yetkili haberdardı; Ankara’da ise Başbakan İsmet İnönü mektubu bakanlarına göstermek zorunda kalmıştı. Mektup, Türk basınına sızdırıldığında Türk-Amerikan ilişkilerine verdiği zarar çok büyük olmuştu. Johnson’un Mektubu Türk dış politikasında çok yönlülüğe geçişin başlangıcı olmuştur. Türkiye mektuptan sonra uzun zamandır en alt düzeyde tuttuğu, SSCB, Ortadoğu Ülkeleri ve diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ekonomik ve siyasi ilişkileri arttırmanın yollarını aramaya başlamıştır.121 Sadece on dört yıl önce Türkiye, gönüllü olarak Kore’de komünistlere karşı savaşlarında Amerika’ya yardım etmek için birlik göndermişti; şimdi Johnson mektubu ise Amerika’nın müttefikini ortak düşmanları olan Sovyetler karşısında yalnız bırakılabileceği anlamına gelmiştir. Rustow’a göre Türkiye’de büyük bir ihanete uğramışlık hissi doğmuştur.122 Nasıl 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuş ise, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu da Truman doktrininin açmış olduğu güçlü ilişkiler dönemini tersine 
çeviren bir dönüm noktası olmuştur.123 

2.2.2.6.Kıbrıs Krizi ve Johnson Mektubu 

Kıbrıs sorununun çözümünde ABD açısından Türkiye ve Yunanistan arasında bir anlaşmazlık, bir çatışma durumunun çıkmaması büyük önem taşımıştır. ABD 
böylece, Soğuk Savaş ortamında bölgedeki iki müttefikini de işbirliği içinde tutmayı planlamıştır.115 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulduğu ilan edilen Kıbrıs 
Cumhuriyeti’nin statüsü ile ilgili temel düzenlemeler 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları’ndan kaynaklanmıştır.116 

1960’lı yıllar Türkiye’nin ABD ile ilişkilerine mesafe koymasını gerektiren bir dizi gelişmeye sahne olmuştur. Ekim 1962’de patlak veren Küba Füze Krizinde ABD’nin İzmir Çiğli’de konuşlandırdığı Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye haber verilmeden pazarlık konusu yapılması ABD ile ilişkileri ilk kez tartışmaya açmıştır.117 Ancak ilişkileri sarsan asıl gelişme, Kıbrıs Türklerine yönelik artan Rum saldırılarına karşı Türkiye’nin müdahale kararına karşı 5 Haziran 
1964’te Başkan Johnson’ın yolladığı mektup olmuştur.118 Zira bu mektupla Türkiye, Amerika’nın askeri ve teknolojik yardımlarını istediği zaman, istediği şekilde kullanamayacağını ve Sovyetler ile karşı karşıya kaldığında Amerikan desteğinin gelmeyebileceğini görmüştür. Johnson mektubu, yazıldığı dönemin çok ötesinde etkilerini sürdüren bir belge olmuştur. Bu mektup, ABD’nin dostluğu ve güvenirliği hakkında Türklerin kanaati üzerinde derin izler bırakmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye’nin dünya olayları ve yeri konusunda canlı bir tartışma başlatmıştır. Johnson mektubunda yer alan en önemli paragraf şöyle demektedir: 

“NATO müttefiklerimizin, tam rıza ve muvafakatları olmadan Türkiye’nin girişeceği bir harekât neticesinde ortaya çıkacak olan Sovyet müdahalesine karşı Türkiye’yi savunma yükümlülükleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim.”119 Böylece Türkiye, Soğuk Savaş’ın başlangıcından itibaren ilk kez Batı dışında dostlar bulma arayışına girerek Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmıştır. 1967 Arap-İsrail Savaşında Arapları desteklemiş ve ABD’nin İsrail’e yardım etmek üzere İncirlik üssünü kullanmasına izin vermemiştir.120 1950’ler boyunca ABD ile kayıt altına alınmayan ellinin üzerinde anlaşma, gözden geçirilerek bir çerçeveye sokulmuştur. 

BÖLÜM DİPNOTLARI;

84 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1947, (11.05.2009) ve 
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1948, (11.05.2009). 
85 Can Dündar, Türk-Amerikan İlişkileri Belgeseli, www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576  (21.07.2009).
86 Marshall Planının orijinal tam metni için bk. 
http://www.oecd.org/document/10/0,2340,en_2649_201185_1876938_1_1_1_1,00.html,(21.07.2009). 
87 Oran, 2003: 538-542. 
88 “Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ekonomik işbirliği anlaşması bugün saat 18 de Dışişleri Bakanlığında imza edilmiştir. Anlaşmayı Hükümetimiz adına Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak, ABD namına da Büyük Elçi Ekselansları Wilson imzalamışlardır. Tasdik edilmek üzere BMM’ne sunulacak olan bu anlaşmanın imzasında Dışişleri Bakanlığı Umumi Kâtibi Büyük 
Elçi Fuat Carim, Ticaret Dairesi Umum Müdürü Fatin Zorlu, Birleşik Amerika Devletleri Büyük Elçiliği Müsteşarı ve Elçilik erkanı yerli ve yabancı ajanslar ve basın temsilcileri hazır bulunmuşlardır. Anlaşmanın imzası mütaakıp Amerika Büyük Elçisi Ekselans Wilson Marshal’ın bir mesajını okumuş, Dışişleri Bakanımız da buna mukabelede bulunmuştur.” 
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1948/temmuz1948.htm, (11.05.2009). 
89 Sander, 1979: 55. 

90 http://www.america.gov/st/texttransenglish/2007/May/20070521153224MVyelwarCO.4675867.html, (30.12.2009). 

91 http://www.oecd.org/document/10/0,2340,en_2649_201185_1876938_1_1_1_1,00.html, 
(21.07.2009); “How the Marshall Plan Come About”, Meredith Hindley, 
http://neh.gov/news/humanities/1998-11/marshall.html, (30.12.2009). 
92 Oran, 2003: 538-542. 
93 Sibel Turan(1992), Türkiye’nin Coğrafi Konumunun Dış Politikasına Etkisi, (Marmara Üniversitesi 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul: s.183. 
94 http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1948/temmuz1948.htm, (11.05.2009). 
95 Oran, 2003: 541. 
96 Oran, 2003: 541-542. 
97 Sander, 1979: 51. 
98 http://www.byegm.gov.tr/ayintarihidetay.aspx?Id=463&Yil=1952&Ay=9, (19.11.2009). 
99 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1950/eylul1950.htm, (22.08.2009). 
100 Sander, 1979: 68. 
101 Oran, 2003: 545-548. 
102 Sander, 1979: 56. 
103 Yuluğ Tekin Kurat, (1983): “Turkey’s Entry to the NATO”, Foreign Policy, December: s.68’den Aktaran Bağcı, 2007: 11. 
104 Zeynep Erşahin, “İttifakın 50. Yılında NATO-Türkiye İlişkileri” 
http://www.milliyet.com.tr/ozel/nato/zeynep/html. (19.11.2009). 
105 Barış Ertem, “Türkiye-ABD İlişkilerinde Truman Doktrini Ve Marshall Planı”, http://www.sbe.balikesir.edu.tr/dergi/c12s21m24.pdf-, (30.12.2009). 
106 www.candundar.com.tr/index.php?Did=5576, (21.07.2009). 
107 Ramazan Gözen, (2001): “Türk-Amerikan İlişkileri ve Türk Demokrasisi: Realist Bağlantı,” Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Liberte Yayınları, Ankara: s.74. 
108 Sander, 1979: 62. 
109 Yardımlarla ilgili bkz; Sander, 1979: 99. 
110 Sander, 2005: 323. 
111 Faruk Sönmezoğlu, (2005), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, Dördüncü Basım, İstanbul: s.437. 
112 Kenndey’nin Küba Krizi hakkındaki tüm konuşmaları için bk. http://www.americanrhetoric.com/speeches/jfkcubanmissilecrisis.html (21.08.2009); Ayrıca bk. Sander, 2005: 325.
113 Sönmezoğlu: 2005: 438. 
114 Tayyar Arı, (1997): Uluslararası İlişkiler, Alfa Yayınevi, İstanbul: s.125. 
115 Faruk Sönmezoğlu, (1995): ABD’nin Türkiye Politikası (1964-1980), Der Yayınları, İstanbul: s.7. 
116 Sönmezoğlu, 1995: 7. 
117 “Füze Kalkanı Bunalımı”, http://www.hurriyet.com.tr/strateji/6614181.asp?gid=202, (01.12.2009). 
118 Başkan Johnson’un mektubunun tam metni için, bk, President Johnson’s Letter to Prime Minister 
Inonu, , Middle East Journal, Summer, Vol: 20(3), 1966, pp.386-393. 
119 Başkan Johnson’un mektubunun tam metni için, bk, President Johnson’s Letter to Prime Minister Inonu, Middle East Journal, Summer, Vol: 20(3), 1966, pp.386-393. 
120 Savaş sırasında Türkiye’nin Araplardan yana tutum sergilemesi Suriye ve Mısır tarafından da memnuiyetle karşılanmıştır. Çağrı Erhan, “Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü ve Bugününe Kısa Bir 
Bakış”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Cilt:11, Sayı:202, s.35. www.mulkiyedergi.org/index.php?option=com...israil... (02.12.2009).
121 Serdar Çelebi(2006), “Jonhnson’un Mektubu ve İnönü’nün Cevabı”, http://www.habusulu.com/makale44.htm, 22.11.2009. 
122 Dankwart A. Rustow, (1987): “A Forgetten Ally”, Council on Foreign Relations, New York: s. 95. 
123 Armaoğlu, 1989: 787–788. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***