Enerji Politikaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Enerji Politikaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2020 Çarşamba

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 2

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 2


AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

   AB Bakanlığı ’’Fasıl-15 Enerji’’ başlığında faslın müzakere sürecinde geldiği aşamayı şu şeklide açıklamaktadır: ’’… Enerji faslına ilişkin olarak, Mart 2007 
tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan tarama sonu raporu halen Konsey’de görüşülmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi bazı üye 
ülkelerin menfi yaklaşımları nedeniyle gelişme kaydedilememektedir. GKRY engelinin aşılması halinde enerji faslının başka bir engel ile karşılaşmaksızın 
müzakerelere açılabilecek fasıllar arasında olduğu değerlendirilmektedir… Bu kapsamda Mart ve Nisan 2012’de yapılan Çalışma Grubu Toplantılarında işbirliği 
için beş ana unsur belirlenmiştir:
- Türkiye ve AB’de Enerji Senaryoları ve enerji sepeti;
- Piyasa Entegrasyonu ve alt yapıları geliştirilmesi;
- Enerji İşbirliği;
- Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz enerji teknolojileri;
- Nükleer enerji ve radyasyondan korunma.

Bu alanlarda uzun dönemde enerji sektörü için ortak niyetlerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bu çalışmaların sonucunda ilgili tüm kurum ve kuruluşlarımızın ve Avrupa Komisyonu yetkililerinin katkılarıyla ‘Türkiye-AB Enerji Sektörü Geliştirilmiş İşbirliği Belgesi’ oluşturulmuştur… Ülkemiz ve AB arasında enerji işbirliğindeki üst düzey diyaloglar devam etmektedir. Bu kapsamda, Türkiye ve AB arasında, enerji tedarik kaynaklarını güvence altına alma, çeşitlendirme ve rekabetçi enerji pazarları oluşturma hedefleri doğrultusunda 16 Mart 2015 tarihinde ‘Yüksek Düzeyli Enerji Diyalogu’ başlatılmıştır. Buna ilişkin taraflarca ‘Ortak Deklarasyon’ 17 Mart 2015 tarihinde yayımlanmıştır.’’

11. Cumhurbaşkanımız Sayın A. Gül, Milletvekili olduğu dönemde 8.3.1995 tarihinde TBMM’de yaptığı bir konuşmada aynen şunları dile getirmiştir: 
’’Türkiye’nin AB’ye giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları bunu söylemektedir. Avrupalı 
filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü AB bir Hıristiyan kulübüdür. 2001 yılında sayın başbakan Türkiye’nin AB’ye gireceğini söylediler. AB’nin dokümanları var. 2010 yılında projeksiyon yapmış AB’ye tam ülkeler kim olacak diye. Dünkü komünist ülkelerin hepsi, hatta Baltık ülkeleri Lituanya, Estonya, Sırbistan, Çek’ler, Macar’lar, Bulgar’lar, Malta, Rum Kesimi bütün bunlar var mı? Hepsi bunların var. Peki, Türkiye’nin ismi geçiyor mu bu dokümanda? 

Türkiye’nin ismi yok. Gerçekler saklanıyor.’’  İşte her kelimesi ile doğru, güzel, anlamlı ve manidar ifadelerle dolu her Türk vatandaşının hislerine tercüman olan gerçek bir yaklaşım. Yarınlarda AB’ye girmek için Türkiye’nin önüne 1999 Helsinki Zirvesi,  2000 Kasımında Türkiye Hakkında Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı Belgesi ve 2005 AB İlerleme Raporundaki, sınırların barışçıl bir şekilde çözülmesi konusunda Ege Denizi’ndeki sorunların Yunanistan’ın menfaatleri doğrultusunda çözülmesi, Ada ve adacıkların Yunanistan’a terk edilmesi (21.YY. Türkiye Ens. 17 Mart 2015 / Sayın Prof. Dr. Ü. Özdağ’ın makalesinde 16 Türk Adası ve bir kayalığın sessiz sedasız Yunanistan’a terk edildiği açıkça dile getirilmektedir) Kıbrıs’ın bir kısmının verilmesi, D.Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz arama faaliyetlerine son verilmesi ve azınlıklara daha çok haklar verilmesi istekleri gündeme gelirse AB’ye girmek için yine ayakta mı bekleyeceğiz?


    Diğer taraftan AB Bakanlığı’nın açıklamalarında ’’AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin 
enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 
1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 
AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. 
Enerji 2020 Stratejisi ile, pozitif bir etki yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını %80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar analiz edilmektedir. 

Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici nitelik taşımaktadır.’’ İfadeleri yer almaktadır.
   Rusya hariç bütün Avrupa ülkeleri ve AB hayatlarını devam ettirebilmek için Asya ve Afrika’nın kaynaklarına muhtaçtırlar. AB enerji konusundaki sorunlarını çözmek için de büyük oranda Türkiye’ye bağımlı hale gelecektir. Gelişen enerji sistemleri bunu net bir şekilde gözler önüne sermektedir. AB enerji meselesini çözmek için:

1.      Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmalıdır. Bunun için de Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya 
ulaşmasına yardımcı olmalı, yatırımlara katılmalıdır.
2.      Ortadoğu’da yaşanan vahşetin sona ermesi konusunda ABD’nin dikkatini çekip, Türkiye ile olan ilişkilerini barıştan yana koymalıdır.
3.      AB ülkeleri, fosil kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde kullanılmasını durdurup, (birincil enerji kaynaklarının % 12,9’nu tüketmektedir) yenilenebilir 
kaynakların kullanımı konusunda Birlik olarak politik kararlar almalıdır. 
Böylece sera gazı salınımlarını en az seviyeye indirebilirler. 2011 yılında Almanya’nın sera gazı salınımı 940 milyon ton, İngiltere’nin 586 milyon ton, 
Fransa’nın 502 milyon ton olup, AB ülkelerinin toplam sera gazı salınım miktarı 4.715.000.000 tondur.
4.      Nükleer santrallerin ciddi tedbirler alınarak inşası yapılmalıdır. Avrupa’da meydana gelebilecek bir Çernobil hadisesi bütün Avrupa’yı tehdit 
edebilir. Bundan Türkiye’de çok büyük zarar görebilir.
   Diğer taraftan ETKB Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün Dünya Enerji Görünümü 4-11 Kasım 2011 raporunda şu ifadeler yer almaktadır:’’AB enerji firmaları, 
piyasanın kötü işleyen kurallarına uymak için zor bir mücadele ile karşı karşıyadır. Piyasanın kötüye kullanımı düzenleyici otoriteler için her zaman 
temel endişe kaynağı olmuştur, ancak küresel mali krizden bu yana, bu durum daha da hızlanmıştır. Avrupa enerji piyasasını da içeren ve diğer alanlarda da 
kendini gösteren bu eğilime hem AB’de hem de ABD’de düzenleyici otoriteler önce yumuşak tedbirler almıştır. Ancak daha sonra hem düzenleyici otoriteler hem de yasa koyucular sistem içerisindeki firmalara daha ağır cezalar getirmişlerdir.’’
16-23 Şubat 2015 raporda ise şu görüşlere yer verilmiştir: ’’Basına sızan Taslak ‘Enerji Birliği İçin Strateji Belgesine’ göre, Avrupa Komisyonu, tek bir enerji 
piyasası oluşturmanın önündeki engelleri kaldırmak amacıyla AB enerjikurumlarına daha fazla yetki vermeyi arzulamaktadır. Enerji Komiserleri Maros Sefcovic ve Miguel Arias Canete tarafından açıklanacak Enerji Birliği İçin Çerçeve Strateji Belgesinin temel amacı tamamen entegre bir Avrupa enerji piyasasını hayata geçirmektir. Bahse konu belgede, AB’nin iç enerji piyasasında hala yoğunlaşmanın söz konusu olduğu ve AB her ne kadar Avrupa seviyesinde enerji kurallarını oluştursa da pratikte 28 ulusal düzenleyici çerçevenin söz konusu olduğu belirtilmiş olup, tüm üye devletlerce hayata geçirilecek reformlara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır.’’
   Türkiye kısıtlı enerji kaynaklarına sahip olan bir ülkedir. Bu sebeple de dışa bağımlı olmaktan kurtulamamaktadır. Kendi öz kaynaklarının tamamını kömür, 
hidrolik, rüzgâr, güneş, jeotermal ve diğer yenilenebilir kaynaklarının tamamını kullansa dahi yinede gerekli enerjinin temini konusunda hidrokarbon kaynaklarına 
ve uranyuma ihtiyacı vardır. İşte ülkenin baştan aşağı boru hatlarıyla sarıldığı bir süreçte bunu çok iyi değerlendirmek gerekmektedir. Amiyane ifadeyle Türkiye 
‘’boru hatları geçen hanı’’ olmamalıdır. Diğer taraftan ileride bu boru hatlarının başımıza bir iş açmaması da en büyük temennimdir.

Uzman Hakkında
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
Uzmanın Diğer Yazıları
   AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye 
  Yeni Mezopotamya’da Irak’a Olan Alaka’nın Sebebi 
  AB Üyeliği Tılsımlı Değnek Değil-İşte Yunanistan 
  Türkiye'nin Enerji Politikalarına Eleştirisel Bir Bakış 
  Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar 
  Kömür Madenciliği 
  Türkiye’nin Güvenlik Sorunlarının Tartışılması 
 
 DERS-ULUSLARARASI İLİŞKİLER 

  Enerji Kıskacındaki Ortadoğu’da Yaşayan Kürt’ler Kimdir? 
   Nükleer Enerji Santrallerinde Yakıt ve Deprem Konusu 
  Türkiye Adalar Denizi ve Kıta Sahanlı'nda Savaş Değil Bilim ve Adalet İstiyor 

  Enerji İlişkileri 
  Jeotermal Enerji  
  Hafife Alınan Ancak Sonuçları Çok Ağır Olacak Bir Tehlike: Deprem  
  Rüzgâr Enerjisi 
  SOMA’NIN İSYANI: YETER ARTIK! 
  Şeyl Gaz Gerçeği 
  Su Yönetimi Siyasetin Değil Devletin Bir Meselesi Olmalıdır 
  Enerji Ve Boru Hatlarında Siyaset Oyunları 
  Bor Cevheri ve Uygulanan Politikalar 
  Çevre Enerji Ve Madencilik İlişkileri 
  Madencilikte Kökten Değişiklikler ve Yeni Politikalar 
  Maden Varlığımızın Ülkemizin Kalkınmasına Etkileri 
  Ülkemizin Enerji Kaynakları 
  Nükleer Enerjinin Önemi 
  Enerjide Milli Politikaların Zamanıdır 
  Petrol Dünyasında Türkiye’nin Yeri 
 
https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/abnin-enerji-politikalari-ve-turkiye

***

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye BÖLÜM 1

AB nin Enerji Politikaları ve Türkiye  BÖLÜM 1

AB, Enerji Politikaları, Türkiye, Dogu Akdeniz,Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Ümit Özdağ, Muhittin Ziya Gözler, Enerji ve Enerji Güvenliği, 
Araştırmaları Merkezi,

Uzman 
Muhittin Ziya Gözler
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
21 _ Yüzyıl Türkiye Enstitüsü.
01 Mayıs 2015 Cuma  
 Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi
08 Nisan 2015 Çarşamba

AB’nin Enerji Politikaları ve Türkiye
Muhittin Ziya Gözler tarafından yazıldı.


   10.523.000 km2’lik yüzölçümü, 700 milyona yaklaşan nüfusu, yeraltı ve enerji kaynakları bakımından zengin olmayan, ancak dünya sanayi üretiminin 1/3’nü gerçekleştiren Avrupa Kıtası’nda 50 ülke bulunmakta, bu ülkelerden de bugün için 28’i AB’ni meydana getirmektedir. 17 Aralık 2004 yılında AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için Papa X.Innocent’in heykelinin önünde alay-ı vâlâ ile imzalanan anlaşmanın üzerinden geçen 11 yılda acaba kaç arpa boyu yol alındı? Bu siyasi tartışmayı bir tarafa bırakıp, AB’nin enerji politikalarıyla ilgili çalışmalarını aktaramaya çalışarak Türkiye’nin ileride başına gelebilecek tehlikelere değinelim. Konumuz enerji olduğu için AB Bakanlığı’nın AB’nin enerji politikaları konusundaki görüşlerine kısaca yer verelim: ’’ Avrupa Birliği’nin 
(AB) enerji politikalarının üç temel amacı bulunmaktadır: 
• Rekabetçi bir enerji piyasası oluşturulması, 
• Enerji arz güvenliğinin temin edilmesi, 
• Sürdürülebilir kalkınma temelinde çevrenin korunması. 
AB, enerji alanında politika oluştururken bu üç amaç arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. AB mevzuatı, rekabet gücü yüksek, güvenli ve sürdürülebilir enerji piyasaları oluşturulması, tüketiciye daha fazla seçenek ve daha ucuz fiyatlar sunulabilmesi amacıyla enerji piyasalarında serbestleşmenin sağlanmasına ilişkin düzenlemeler içermektedir. Sürdürülebilir bir enerji politikası için, iklim değişikliği ile mücadele AB’nin enerji politikasının önemli bir bileşenidir. 
Bu amaçla Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Mart 2007 tarihinde onaylanan Enerji ve İklim Değişikliği Paketi ile 2020’ye kadar gerçekleştirilmesi 
öngörülen üç önemli hedef ortaya konmuştur: 

• Sera gazı emisyonlarının 2020 yılına kadar 1990 yılına oranla en az %20 azaltılması, 
• Enerji arzında yenilenebilir enerji payının 2020 yılına kadar %20’ye çıkarılması ve ulaşımda biyoyakıt kullanım oranının en az %10’a ulaşması, 
• Birincil enerji tüketiminde 2020 yılına kadar %20 tasarruf sağlanması. 

Bu hedeflerin hayata geçirilebilmesi için enerji tek pazarının tamamlanması gerekmektedir. Bu amaçla Komisyon, 2007 yılında “Üçüncü Paket” 
olarak adlandırılan mevzuat önerilerini açıklamıştır. Söz konusu Paket, enerji arz/satış ve üretim faaliyetlerinin, doğal tekel niteliği taşıyan şebeke (iletim 
ve dağıtım) işletiminden hukuken ve fonksiyonel olarak etkin bir şekilde ayrılması, ulusal enerji düzenleyicilerinin bağımsızlıklarının artırılması ve 
piyasa faaliyetlerinde şeffaflık sağlanması gibi hususları kapsamakta olup, elektrik ve doğal gaz piyasalarının tamamen rekabete açılmasını hedeflemektedir. 
Paket kapsamında ayrıca, boru hatları ve şebeke erişimine ilişkin standartların birbiriyle uyumlu hale getirilmesi amacıyla 2009 yılında Avrupa Elektrik İletim 
Sistem Operatörleri Ağı (ENTSO-E) kurulmuştur. 2020 hedeflerine ulaşmak için mevcut stratejilerin yetersiz kalacağını öngören AB, 10 Kasım 2010’da Enerji 
2020 Stratejisi’ni yayımlamıştır. Stratejide, gelecek 10 yıl için AB’nin enerji alanındaki öncelikleri şu şekilde sıralanmaktadır: 

1. Enerjiyi verimli kullanan bir Avrupa oluşturmak, 
2. Tümüyle entegre enerji pazarı oluşturmak, 
3. Tüketicileri güçlendirmek ve tüketicilere tedarikçilerini seçme hakkı sağlamak, 
4. Enerji teknolojisi ve inovasyonda lider olmak, 
5. AB enerji pazarının dış boyutunu güçlendirmek. 

AB’nin uzun vadeli hedefi ise, 2050 yılında sera gazı emisyonlarını 1990 seviyesinin %80-95 altına düşürmektir. Enerji 2020 Stratejisi ile pozitif bir etki 
yaratılmış olsa da, söz konusu Strateji kapsamındaki önlemlerle sera gazı emisyonlarının 2050 yılına kadar ancak %40 azaltılabileceği öngörülmektedir. 
AB’nin 2050 yılına kadar enerji kaynaklı sera gazı salınımlarını % 80’in üzerinde azaltma hedefine nasıl ulaşabileceği konusu Komisyon’un 15 Aralık 2011 
tarihinde açıkladığı “2050 Enerji Yol Haritası”nda irdelenmiştir. 2050 Enerji Yol Haritası’nda karbonsuz bir enerji sistemine geçişe ilişkin çeşitli senaryolar 
analiz edilmektedir. Dokümanda ele alınan dekarbonizasyon senaryolarında, 2050 yılında AB’nin enerji arzında en büyük payın yenilenebilir enerjilerden 
geleceği görülmektedir. Enerji 2050 Yol Haritası, üye devletlere uzun-vadeli hedeflerine ulaşmak için gerekli enerji seçimlerini yapmalarında yol gösterici 
nitelik taşımaktadır.’’

   Bu kısa bilgiden sonra AB ülkelerinin enerji kaynaklarına bir göz atalım. AB ülkelerinin 2013 yılı birincil enerji tüketimi 1744,2 milyon TEP’ dür. Bu rakam 
dünya birincil enerji tüketiminin % 12,9’una karşılık gelmektedir. Dünya petrol rezervlerinin % 0,4’ü, doğalgaz rezervlerinin % 0,8’i, kömür rezervlerinin % 
6,1’i, hidrolik enerjinin % 8,3’ü, diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının % 37’si AB ülkelerinde bulunmaktadır. AB ülkeleri kullandıkları enerjinin % 35’ini 
de nükleer enerjiden elde etmektedirler (Kaynak: BP Statiscal Review World Energy 2014). 2014 itibariyle AB ülkeleri tükettiği enerjinin % 55’ni ithal 
etmektedir. Petrolde % 84, doğalgazda % 66, kömürde % 53, nükleer kaynaklarda tamamen dışa bağımlıdır. Enerjide en fazla bağımlı olduğu ülke Rusya Federasyonu’dur. Kıta Avrupası’nın da tamamının Rus gazına bağımlı olduğu bilinmektedir. (Ş.1)
                 
                                    (Ş.1 Rus Gazına bağımlı olan ülkeler)

  1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizleri AB ülkelerini etkilemiş ve enerji arz güvenliğinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine AB ülkeleri kendi 
kısıtlı kaynaklarının kullanma, yenilenebilir kaynaklara yönelme, enerji teknolojileri konusunda çalışmalar yaparak enerji ithalatlarını azaltma konusunda politikalar belirlemeye başlamışlardır. Yapılan çalışmalar sonrası AB ülkeleri enerji politikalarını da şu üç esas üzerinden yürütmeye karar vermişlerdir. 

1. Arz güvenliği, 
2. Çevre koruması, 
3. Rekabet ortamının geliştirilmesi. 

AB ülkeleri aldıkları tüm tedbirlere rağmen yine fosil kaynakları kullanmaya devam etmişler, nükleer enerjiye daha çok önem vermişler ve de yenilenebilir kaynaklara da yönelmeye başlamışlardır.

AB ülkelerinin enerji verilerini aktararak AB’nin enerji geleceğini ortaya koymaya çalışalım. AB ülkelerinin enerji ithalatında % 32 oranında Rusya’ya, % 12 Norveç’e, % 5 S.Arabistan’a, %4 Kazakistan’a, % 4 Nijerya’ya ve % 36 diğer ülkelere bağlı olduğu bilinmektedir.
BP’nin verilerine göre, AB ülkelerinin 2013 yılında tükettiği toplam petrol miktarı 541.400.000 ton, doğalgaz tüketim miktarı 393.300.000.000 m3 ve kömür 
tüketimi de 275,1 MTEP’ dür. AB ülkelerinin hidrolik enerji potansiyeli 31,6 MTEP, yenilenebilir diğer kaynaklar ise 106,2 MTEP’ dir. 2013 yılı itibariyle 
AB’ye üye ülkelerin toplam birincil enerji tüketimi 1744,2 MTEP’ dür (Almanya-325 MTEP, Fransa-248,4 MTEP, İngiltere-200,0 MTEP, İtalya-158,8 MTEP, 
İspanya-133,7 MTEP).AB’ye üye on ülkenin toplam elektrik tüketimi yaklaşık 3000 TWh olup (Almanya-579,21 TWh, Fransa-476,50 TWh, İngiltere-346,16 TWh, İtalya-327,47 TWh, İspanya-258,48 TWh), kişi başına elektrik tüketimi; Lüksemburg-15511 kWh, Belçika- 8072 kWh, Fransa-7318 kWh, Almanya-7083 kWh, İspanya-5604 kWh, İngiltere-5518 kWh’tir.

AB ülkelerinde toplam 132 NS bulunmakta bu santrallerin kurulu güç toplamı da 131.476 MW’ tır (dünyada toplam 435 NS bulunmakta, toplam kurulu güç 
371.973 MW’ tır).

İşte böylesine dışa bağımlı olan kaynaklarla enerji tüketen Cermen, Anglosakson, İskandinav, Slav, İber Yarımadası Devletleri ile Yunanlı’ların meydan getirdiği 
ve Katolik, Protestan, Ortodoks ve diğer bazı mezheplerin bulunduğu bu 500 milyonluk birliği ciddi sorunların beklediği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 
2030 yılında eneri kaynaklarında % 70’lere varan bir dışa bağımlılık oranı gerçekleşeceği için tehlike daha da büyüyecektir  (günümüzde AB’nin yıllık 
petrol faturası 300 milyar eurodur). Zira 2030 yılın dek AB ülkelerinin enerji talep artışı % 30’lar civarında olacaktır. İspanya Enerji Bakanı 2035 yılında 
AB’nin petrolde % 95, doğalgazda % 80 oranında dışa bağımlı olacağını ifade ederek AB ülkelerine ciddi bir ikazda bulunmuştur.
 
  AB ülkeleri dünya enerji kaynaklarının yaklaşık olarak % 3’üne sahip olup, toplam enerjinin % 17’sini tüketmektedir. Günümüzde % 55 oranındaki dışa 
bağımlılık 2030 yılında % 70’e yükselecektir. AB ülkelerinin petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılıkları Ukrayna krizinden sonra bu ülkeleri rahatsız 
etmiş ve kaynak çeşitlendirilmesi yönündeki çalışmalarını hızlandırmışlardır. 
Fransa nükleer yakıt sıkıntısına girmemek için Nijer ile görüşmeleri sıklaştırmış, Mali’nin işgal edilmesi ise buradaki kaynakları ele geçirmek 
olarak yorumlanmıştır. AB ülkelerinin tamamı yenilenebilir kaynaklara yönelmiş, AB’nin Visegrad Grubu (Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya) sadece 
Rusya’ya bağımlı kalmamak için ABD’den doğalgaz etmek konusunu gündeme getirmişler, Romanya şeyl-gaz araştırmalarına başlamış ve AB doğalgaza 
bağımlılığı azaltmak için 2011’de 179 milyar m3 LNG ithalatı yapmışlardır. AB ülkeleri kendi kaynaklarını ne kadar kullanırlarsa kullansınlar yeterli 
olamayacağından fosil kaynaklara ihtiyaçları devam edecektir.  Bu sebepten ötürü AB ve hatta bütün Kıta Avrupası Kafkas, Ortadoğu, K.Afrika ve D.Akdeniz’deki 
kaynaklara muhtaçtır. Buradaki kaynaklar deniz yolu veya boru hatlarıyla Avrupa’ya ulaşabilir. İşte bu noktada Türkiye gündeme gelmektedir. Türkiye 
Azerbaycan, Türkmenistan, İran ve Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını boru hatlarıyla Avrupa’ya taşıma güzergâhı üzerinde bulunan bir ülkedir. İleride 
Mısır ve D.Akdeniz’deki kaynaklarda Türkiye üzerinden sevk edilebilir. Türkiye bir ’’DOĞALGAZ HUB’’ı olma potansiyeline sahiptir. Irak-Türkiye HPBH, 
Bakü-Tiflis-Ceyhan HPBH, Bakü-Tiflis-Erzurum DGBH, Türkiye-Yunanistan DGBH, Rusya Federasyonu-Türkiye DGBH, İran-Türkiye-Avrupa DGBH ve TANAP 
ile ve de ileride inşa edilecek hatlarla Türkiye, Avrupa’nın adeta kaderiyle oynayacak bir konuma gelebilir. Şah Deniz-2 sahasından çıkarılacak olan doğalgaz 

Türkiye’nin 20 ilinden geçtikten sonra aşamalı olarak 16-22-31 milyar m3 doğalgazı Avrupa’ya ulaştırılacaktır. 

  10 milyar dolara mal olacak olan TANAP’tan geçecek bu doğalgaz miktarının AB’ye yeterli olamayacağı aşikârdır. Görünen o ki, yeni TANAP’ların yapılması 
gündeme mutlaka gelecektir. 

Ne var ki, AB’nin Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumu, Türkiye-AB ilişkilerinde daha uzun süre soğukluğun devam edeceğini göstermektedir. 
500 milyon nüfusa sahip AB’nin 77 milyon nüfusu olan Müslüman bir ülkeyi kendi içine alması, ötesinde kabul etmesi çok zor görünmektedir. 
AB Türkiye’nin nükleer enerji konusunda Rusya ile olan ilişkisi, yenilenebilir kaynaklara yeterince yatırım yapmaması ve Ortadoğu politikaları sebebiyle her 
konuda olduğu gibi enerji konusunda da Türkiye’ye soğuk davranmaya devam etmekte ve müzakerelerde Enerji Faslını açmamaktadır. 
Ancak, AB enerji politikasının esasını teşkil eden arz güvenliği için enerji çeşitlendirilmesi konusunda Türkiye’ye muhtaçtır ve mahkûmdur. 
Diğer taraftan yukarıda ifade etiğim gibi AB ülkeleri arasında farklı enerji politikaları takip edilmektedir. 
Almanya’nın Rusya ile ilişkilerinin müspet olması, Fransa’nın nükleer yakıt tedarikinde Afrika ülkeleri ile ilişkilerini sıcak tutması, diğer ülkelerin Ortadoğu ve 
K.Afrika ülkelerine yakınlaşmaları ortak bir enerji politikasının oluşturulması yönünde ciddi engel teşkil etmektedir. Zira ulus devlet anlayışı her fikrin, 
anlayışın ve birliğin üzerinde görülmektedir.

***

7 Aralık 2019 Cumartesi

Akdenizde Yeni bir Enerji İşbirliği mi doğuyor

Akdenizde Yeni bir Enerji İşbirliği mi doğuyor.,



Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY,

15 Temmuz 2016


Umut edilen, 6 yıl süren uyuşmazlık ve gerginlik döneminin ardından iki taraf arasında yeni bir yakınlaşma ve işbirliği sürecinin başlaması. 

Ki gerçekten de Tel-Aviv ve Ankara hükümetlerinin kendi siyasi iradeleri sonucunda gelinen bugünkü aşama iki ülke arası ilişkiler bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Konuyu takip eden meraklı okuyucuların bildiği gibi; İsrail- Türkiye yakınlaşmasını hızlandıran sahada vukuu bulan jeopolitik değişiklikler ve bu değişikliklerin yaratmış olduğu farklı güvenlik sorunlarının varlığıydı. Sözün özü, günümüz Ortadoğu’sunun devlet ve devlet-dışı aktörleri arasında kurulan ittifakların hızla değiştiği istikrarsız ve kaygan zemininde Türkiye ve İsrail mevcut reel politik koşullar karşısında aralarındaki ilişkiyi onarma yolunu tercih ettiler.

Normalleşmenin Ötesi,

Tabii taraflar arasında restorasyon dönemi olarak da anılan bu süreçten başka beklentiler de var. Merkezi güvenlik sorunları yanında ekonomik ilişkiler ve bu ilişkilerin stratejik etkisinin yeniden değerlendirileceği bir sürece girdiğimiz aşikâr. Bu bağlamda da Doğu Akdeniz’de son on yılda keşfedilmiş olan doğalgaz rezervleri iki başkent arasında hayata geçirilebilecek olası işbirliği alanlarından biri olmaya uzun süredir adaydı. Neden olmasın, deniyor: Gelecekte, iki ülke arasında inşa edilecek bir boru hattıyla İsrail doğalgazının yanı sıra Akdeniz havzasında bulunan diğer doğalgaz kaynaklarından (örneğin Mısır gazı, Kıbrıs gazı vb.) gelecek arz, Avrupa’nın uzun süredir hissettiği enerji darboğazına merhem olabilir. Bu olasılığın gerçekleşmesi halinde, yani Akdeniz’deki keşfedilmiş gaz potansiyelinin Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu gaz talebi yönünde kullanılması durumunda bugünkü enerji jeopolitik denkleminin değişmesi beklenebilir. İsrail-Türkiye Mutabakatının açabileceği bu pencere hem Avrupa ve Ortadoğu’nun kesiştiği Akdeniz’de enerji arz ve talep güvenliğinin kimi ülkeler adına güçlenmesine neden olur, hem de bu güvenlik algısının odağına Türkiye’yi oturtur. Çünkü Akdeniz’de yeni doğalgaz enerji rezervlerine sahip ülkelerle (İsrail ve Mısır gibi)  bu gaz potansiyelini Avrupa’da talep eden ülkeler arasında Türkiye transit bir geçiş ülkesi olarak pekâlâ bir köprü rolü oynayabilir. Bu rolü küçümsememek gerekir. Arzla talep arasında kurulabilecek böyle bir köprü, yani doğal gaz enerji nakil hatları aracılığıyla üretici ve tüketici vasıftaki ülkeler arasında kazan-kazan niteliğinde tesis edilecek ilişkiler, Ortadoğu bölgesinde hüküm süren istikrarsızlık ve çatışma sarmalı içinde, en azından Akdeniz havzasında, yeni enerji bazlı istikrar adacıkları yaratılabilir.   Enerji Politikaları ve bölgesel istikrar ilişkisi üzerinde uzun süredir yazıp çizen uzmanlardan Prof. Dr. Brenda Scheffer’ın Foreign Policy dergisinin bir sayısında (27 Haziran 2016 tarihli sayı) dillendirdiği iddia şuydu: Doğu Akdeniz’de 2009’dan itibaren keşfedilen gaz potansiyeli Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesiyle ilintili sorunların çözümüne önemli bir katkı sağlamıyor. Bu iddianın bir sloganı bile var: Boru Hatları Barış Getirmez!  Bir paragraf önce söylediklerimize karşıt bir argüman, ters bir iddia gibi duruyor ilk okuduğumuzda. Bir daha düşünelim: Acaba doğal gaz taşıyan boru hatlarının inşa edilmesini mümkün kılan barış, daha fazla barışı tetikler mi? Aslında, Tel-Aviv- Ankara ilişkisinin normalleşmesiyle eş anlı olarak İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden enerji piyasalarına ulaştırılması fikrinin yeniden düşünülmeye başlaması bize bu konuda ipucu veriyor. Ankara-Tel Aviv ilişkisinin restorasyonu Scheffer’in iddia ettiği ‘’boru hatları barışı tesis etmez ama tesis edilen bir barış durumu olası boru hatlarının oluşum fikrini hızlandırır’’ düşüncesini destekliyor. İtiraf edelim barış olasılığı ve jeopolitiğin kesiştiği çok örnek yok, Doğu Akdeniz bu açıdan farklı ve ümitvar olmamıza imkân sağlayan bir örnek olabilir.

Önümüzdeki senaryo şu: 28 Haziran Mutabakatının önünü açtığı İsrail’den Türkiye’ye Akdeniz’den döşenecek boru hattı vasıtasıyla 30 milyar metreküp İsrail gazı Mersin’e getirilecek. Bu gazın 10 milyar metreküpünün Türkiye’ye ayrılmasından sonra geriye kalanı Avrupa’ya transfer edilecek ve böylece hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu Rus gazına alternatif olabilecek yeni bir ek kaynak ve yeni bir güzergâh yaratılmış olacak. 

Tel Aviv’in olayın matematiğini bildiğini varsayabiliriz, çünkü İsrail İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen de, İsrail Devlet Başkanı Netanyahu da İsrail gazının taşınması konusunda ortaya çıkan alternatif geçiş güzergâhları içinde en iyisinin Türkiye güzergâhı olduğunu bildiklerini gösteren açıklamalar yaptı. Başkonsolos’un ifadelerinden öğrendiğimiz kadarıyla, konuyla ilgili özel sektör fizibilite çalışmaları İsrail’de çoktan tamamlandı. Nitekim gene Başkonsolos’un ifadesine göre, İsrail gazının Türkiye’ye ithalatı konusunda Türk firmalarından Turcas-Enerjisa, Zorlu ve Enka gibi özel firmalar bir süredir fiyat, güzergâh vb konularda pazarlıklarını sürdürmekteler. Leviathen bölgesindeki İsrail gazının Türkiye’ye tedariki dışında var olan bir başka seçenekte de, Kıbrıs adası açıklarında bulunan gazın İsrail gazıyla birleştirilerek Türkiye aracılığıyla piyasalara iletilmesi. Her halükarda olaya Ankara açısından bakanların altını çizdiği bir husus çok önemli: Eğer gelecekte İsrail/Doğu Akdeniz gazı Akdeniz’den bir boru hattı döşenerek önce Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya iletilebilirse bölgesel doğal gaz piyasası bu yeni durumdan etkilenecek. Daha anlaşılır şekilde ifade edelim; Türkiye’nin gelecekte İsrail ve daha sonra Irak gibi yeni kaynaklardan gaz temin etmesi doğal olarak Ankara’nın Rusya ve İran gibi gaz tedarikçileri karşısındaki pazarlık gücünü artırabilecek. Ortadoğu’daki karmaşık güvenlik sorunlarını, bunların Türkiye’ye ve Türkiye ekonomisine etkisini düşünürsek bu pazarlık gücü artışı hiç de yabana atılmayacak bir artı Ankara açısından.

Kıbrıs fazla direnemez

Ancak her güzel senaryoda birkaç karanlık sayfa olması gibi burada da bazı olumsuzluklar söz konusu: Öncelikle İsrail gazının piyasalarla buluşması önünde hâlihazırda mevcut birçok engel var. Bugün İsrail’deki regülasyon meselesinin halledilmiş olması olumlu bir gelişme ancak Kıbrıs meselesinin çözülmemiş olması olası boru hatlarının önünde ciddi bir zorluk olarak durmaya devam ediyor. Bilindiği üzere, İsrail ile Türkiye arasında inşa edilecek en az maliyetli boru hattının geçiş güzergâhı Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinden geçiyor. Uluslararası deniz mevzuatına göre, Güney Kıbrıs’ın söz konusu bu boru hattının geçişini engellemesi mümkün değil ama çeşitli bahaneler öne sürmek suretiyle bu güzergâhı geciktirme ihtimali de var. Yine de kimi çevrelere göre olumsuz düşünmek için sebep yok. Özellikle bazı Amerikalı enerji uzmanları Güney Kıbrıs’ın ayak direme etkisini sınırlı görüyor. Onlara göre esas önemli husus; İsrail ile Türkiye arasında varılan normalleşme mutabakatı ertesinde Tel-Aviv ile Ankara’nın İsrail gazını Akdeniz’den boru hattıyla Türkiye’ye iletmeye karar vermeleri. Zira böyle önemli bir kararlılık ve duruş karşısında Güney Kıbrıs’ın fazla bir direnme gücü olmayacaktır. Kıbrıs adasında kalıcı barış sağlanmasının ve Kıbrıs sorununun çözümünün Avrupa enerji güvenliği açısından taşıdığı önem de tam burada. Tekrar edelim: Kıbrıs adasında sağlanacak kalıcı bir barış kuşkusuz İsrail doğal gazının hem Türkiye ve Avrupa’ya iletilmesinin önünü açacak hem de ileride Akdeniz’de bulunacak diğer yeni doğalgaz rezervlerinin bölge piyasalarına ulaştırılmasını kolaylaştıracaktır.

Olasılıkların olabilirliği artıkça stratejilerini gözden geçirmek zorunda kalacak iki başkent daha var: Moskova ve Tahran. Bilindiği gibi Rusya uzun süredir Avrupa gaz tedarikinin patronu, İran ise bu piyasadan pay alabilmek için ticari bir diplomasi atağında. İşi de çok kolay değil, zira düşünmesi gereken sadece Rusya yok. Kapıda bir de Katar bekliyor. Malum, İran ve Katar uzun bir süredir özellikle Körfez gazını Avrupa’ya ulaştırma konusunda, yani Suriye üzerinden Akdeniz çıkışlı bir boru hattı konusunda kıyasıya rekabet içeresindeler. Destekledikleri boru hatları kamuoyuna Şii boru hattı ve Arap boru hattı olarak yansımıştı, ancak beşinci yılında taş üstüne taş bırakmayan Suriye iç savaşı her iki boru hattı projesinin de önünü tıkadı. Bunlara ilaveten Rusya’nın Eylül 2015’te Esad rejimine vermiş olduğu askeri destek sonucu güçlendirdiği Tartus ve Lazkiye üstlerini ve Suriye’deki Rus varlığını hatırlatalım. Kısaca Suriye çıkışlı olası doğal gaz boru hatlarının önündeki rekabet Eylül 2015’den itibaren fiilen Rusya’nın gölgesinde, ama mücadeleden yorgun bir Rusya’nın gölgesinde, sürüyor.

Günümüz koşullarında Akdeniz’de hesabını doğru yapan bir İsrail ve Türkiye var. Tel-Aviv ihraç için ayırdığı gazın bir miktarını Türkiye gibi büyük ve istikrarlı bir pazara-ve mümkünse buradan Avrupa’ya- yöneltmek; bu suretle de ileride Doğu Akdeniz-Avrupa gaz bağlantısında kendisine rakip olabilecek Mısır (Zohr Doğalgaz yatakları nedeniyle) ve İran’ı (Güney Pars Doğalgaz Yatakları nedeniyle) şimdiden bertaraf etmek istiyor. Ayrıca İsrail’in hâlihazırda Ürdün ve Mısır gibi ülkelere tedarik etmekte olduğu gaz miktarı Ortadoğu enerji piyasası içinde bir Ankara alternatifi kadar cazip görünmüyor. Türkiye’nin ise Rusya’dan gaz tedarik ettiği Batı hattı ve Mavi akım gaz anlaşmalarının süreleri 2020’lere doğru sona erecek, bu yüzden Ankara’nın kaynak çeşitlendirmesine gitmesi oldukça rasyonel bir davranış. Zaten Ankara ile Tel-Aviv arasında bir enerji anlaşması olması halinde İsrail gazının Türkiye’ye iletilmesinin mümkün olacağı en erken tarih olarak 2020 telaffuz ediliyor. Yukarıda zikrettiğimiz İsrail gazının tedarik edilmesi durumunda Ankara’nın Irak ve İran karşısında artacak pazarlık gücü, bu açıdan, Ankara-Moskova enerji ilişkisi açısından da geçerli olacak. İşin özü gaz da olsa, jeoekonomi çok ilginç yakınlaşma olasılıkları da önümüze serse kapıyı Türkiye-İsrail normalleşmesi açtı. Bakalım jeopolitiğin tetiklediği bu jeoekonomik kapıdan hangi aktörler geçebilecek.

Bu yazı 02.07.2016 tarihinde Star Gazetesinde yayımlanmıştır.

http://haber.star.com.tr/acikgorus/akdenizde-yeni-bir-enerji-isbirligi-mi-doguyor/haber-1122753

http://www.bilgesam.org/incele/2487/-akdeniz-de-yeni-bir-enerji-isbirligi-mi-doguyor-/#.XdwUHJMzYdU


***

25 Şubat 2017 Cumartesi

HİNDİSTAN’IN ENERJİ GÜVENLİĞİ


HİNDİSTAN’IN ENERJİ GÜVENLİĞİ 



Ömer ATAGENÇ
* Ars. Gör., Kırklareli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İliskiler Bölümü. 


Anahtar kelimeler: Enerji Politikaları, Enerji Güvenliği, Asya-Pasifik, Güney Asya Jeopolitiği, Hindistan,Ömer ATAGENÇ,

Giris 

Hindistan, enerji rezervleri zayıf olan bir ülkedir. Soğuk Savas döneminin iç talebi karsılayan bir ülke olmasına rağmen, 90’lı yıllarla birlikte değisen ekonomi politikalarına ve sanayilesmeye bağlı olarak enerji ihtiyacı gün geçtikçe artmaya baslamıstır. Enerji kaynaklarının çesitlendirilmesi, enerji güvenliği meselesinin en önemli konusu haline gelmistir. Bu çesitlendirme politikası da gerek bölgesel gerek küresel ölçekte daha aktif bir dıs politika izlemesini de beraberinde getirmistir. Asya’nın yükselen profiline sahip bir ülke olarak Hindistan, artan enerji ihtiyaçlarını karsılayabilmek ve ekonomik büyümesini devam ettirebilmek için diğer bir Asya gücü Çin ile sürekli olarak bölgede karsı karsıya gelmeye 
baslamıstır. Soğuk Savas’ın isbirliği ve barıs ortamının yerini sıkı bir rekabet ortamı almıs ve Asya-Pasifik bölgesinde sular gün geçtikçe ısınmaya baslamıstır. Enerji güvenliği meselesi kaynak çesitlendirmesinin yanısıra askeri gücün de ön planda olduğu bir noktaya doğru evrilmeye baslamıstır. Güvenlik problemleri sebebiyle karadan kurgulanan enerji nakil projelerinden ziyade deniz yoluyla enerjinin Hindistan’a ulastırılmasına yönelik projeler gelistirilmektedir. Hint Okyanusu’nun güvenliğinin ve bölgede denetimin sağlanması 
Hindistan’ın enerji güvenliği politikalarının merkezine de oturmaktadır. 

Hindistan’da Enerji Politikalarının Kısa Tarihçesi 

Hindistan’ın enerji ile tanısması 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlamaktadır. Dünyada petrolün yeni yeni kesfedilmeye baslandığı bu dönemde İngiltere’nin Kafkaslar ve Ortadoğu ile birlikte Güney Asya’da da es zamanlı olarak faaliyete basladığını söylememiz mümkündür. Hindistan’ın Dngiliz sömürgesi altında olduğu bu dönemde, 1860 yılında Assam’da ilk olarak petrol arama çalısmalarına baslanmıstır. Yaklasık 30 yıl süren bu çalısmaların sonucunda 1889 yılında Digboi bölgesinde petrole ulasılmıstır. Dönemin İngilizlere ait olan tek enerji sirketi AR&T (The Assam Railways & Trading Company Limited)’nin çalısmaları sonucunda petrol kesfedilmistir. Bu sirket, 1947 yılındaki 

Hindistan’ın bağımsızlığından önce 1899 yılında AOC (The Assam Oil Company) adını, ardından 1921 yılında BOC (The Burmah Oil Company) adını almıstır. Bağımsızlığın ardından 1948 yılında yeni hükümet IPR (Endüstriyel Politika Kararı) almıstır. Bu karara göre, Hindistan’ın ekonomik anlamda kalkınabilmesi, petrol sanayisinin gelismesi ile doğru orantılıdır.1 Bağımsızlıktan itibaren 70’lerin sonuna kadar gelinen dönemde Hindistan’ın ekonomi politikalarının temelindeki bes yıllık kalkınma planlarının ana konusu genellikle enerjidir. İlk iki plan “ Yeraltı Kaynaklarının Gelistirilmesi ”dir. Üçüncü Bes Yıllık Kalkınma Planı “ Yeraltı kaynakları ve Petrol ”dür. 1970’lerin sonlarına kadar süren Altıncı Bes Yıllık 
Kalkınma Planı ise “ Enerji ”dir. Bu plan Hindistan’ın petrol ihtiyacının karsılanması amacıyla olusturulmustur.2 

1974 yılı Hindistan’ın petrol sektörü açısından ciddi bir dönüsümün yasandığı bir yıl olmustur. İlk defa bu yıl içinde Hindistan münhasır ekonomik bölgesine dahil bir alanda kıyıdan uzak (offshore) petrol kaynaklarına ulasmıstır. Assam ve Gujarat bölgesindeki petrol kaynaklarına bağımlı olan Hindistan’ın denizde de petrol kaynaklarına ulasılabilmistir. 1974 yılını takip eden bes yıl içerisinde kıyıdan uzak sahaları Hindistan’ın toplam petrol ihtiyacının yaklasık %38’ini karsılar bir noktaya gelmistir. Bu durum, Hindistan’ı enerji kaynaklarına 
olan ihtyacı noktasında önemli ölçüde ferahlatmıstır.239 Ancak, 1974 yılı dünyayı ciddi sekilde etkileyen bir enerji krizine de sahne olmustur. Petrol üreten ülkelerin tüketici ülkelerle yasadıkları gerilimin bir sonucu olarak ortaya çıkan 1973-74 petrol krizi, tüm dünyayı etkilediği gibi Hindistan’ı da etkisi altına almıstır. Bu dönemde büyük oranda artan petrol fiyatları sebebiyle, Hindistan’ın petrol faturası birdenbire %50’nin üzerinde bir artıs göstermistir.3 

Dönemin Basbakanı Indira Gandhi, bu konuya bir çözüm bulabilmek adına 1974-1976 yılları arasında Esso, Bruma Shell, Caltex ve IBP gibi petrol sirketlerini millilestirmis, ardından petrol fiyatlarını sabit tutabilmek ve petrol arzını güvenlilestirebilmek adına Petrol Koordinasyon Komitesini kurmus ve APM (Administered Price Mechanism-Yönetilen Fiyat Mekanizması Sistemini)’yi olusturmustur. Alınan bu önlemlere rağmen, 1979 krizinde de benzer problemler bas göstermis ve Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’da 5.2’lik bir düsüs 
yasanmıstır. Bunun üzerine Gandhi 1981 yılında OIL (Oil India Limited) adlı petrol sirketini de millilestirmistir. 1980’ler boyunca Hindistan’ın petrol üretim ve tüketim dengesinde bir takım değisiklikler meydana gelmis ve bunun sonucunda ise Hindistan üretimde daha verimsiz ve artan tüketimi bağlamında da dısarıya daha bağımlı hale gelmistir. Ülkedeki petrol üretimi ülkenin kendine yeterliliğini sağlarken 1984 ve 1985 yıllarından itibaren bu durum yavas yavas ortadan kalkmaya baslamıstır. Petrol üretiminin en üst düzeyde olduğu bu 
dönemde Hindistan, petrol ihtiyacının yalnızca %30’unu ithal etmekteydi. Ancak üretim artıs hızı ihtiyaç artıs hızını bir noktadan sonra yakalayamamıs ve giderek üretim hızı ile ihtiyaç arasındaki uçurum açılmaya baslamıstır. 1985-86 döneminde %60 olan petrol üretimi, 21. yüzyıla girilirken %34 seviyesine gerilemistir.4 Özellikle de 1990’dan sonraki süreç Hindistan’ın dısarıya olan bağımlılığının giderek arttığı yılların da baslangıcı olmustur.5 

Hindistan’ın Enerji Kaynakları 

Hindistan devleti enerji kaynakları konusunda oldukça yetersiz bir ülkedir. Sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynakları Soğuk Savas dönemi boyunca iç tüketim açısından nispeten yeterli bir görüntü verse de 90’lı yıllarla birlikte değisen ekonomi politikaları, enerji kaynaklarına olan talebi de hızla değistirmistir. Teknolojik ilerlemeler ve buna bağlı olarak sanayilesmenin hızlanması enerji kaynaklarına olan talebin de hızla artmasına sebep olmustur. Tıpkı ABD, Japonya ve Çin gibi Hindistan’ın da ekonomik kalkınması ve büyümesinde enerji 
politikaları merkez bir konum elde etmistir. 

Hindistan’ın 2013 yılı itibariyle sahip olduğu hidrokarbon kaynakları ve kömürün rezerv, üretim ve tüketim rakamları asağıdaki gibidir: 


Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, June 2014. 

Hindistan’ın petrol rezervleri dünya rezervlerinin %0.4’ünü olusturmaktadır.6 Hindistan dünya ölçeğinde olmasa dahi, Asya ölçeğinde ciddi sayılabilecek petrol rezervlerine sahiptir ve Çin’den sonra ikinci sırada yer almaktadır. Kanıtlanmıs petrol rezervleri Ocak 2014 itibariyle 5.7 milyar varildir. Üretimi ise günlük 894 bin varildir. 
Hindistan’ın petrol üretiminin son yıllarda arttığını söylemek mümkündür. Ancak petrole olan ihtiyacı o kadar hızlı artmaktadır ki, üretim ve ihtiyaç açığı giderek artmaktadır ve bugün itibariyle Hindistan’ın kısa vadede üretimi ile tüketimi arasındaki dengeyi sağlaması mümkün görünmemektedir. Petrol üretimi 90’ların basında yaklasık olarak 700-800 bin varil civarında iken tüketimi 1-1.5 milyon varil civarında idi. Bugün bu rakamlar yukarıda da bahsedildiği gibi üretimin 894 bin varile yükselmesine rağmen tüketim asağı yukarı üç kat artıs göstererek 

2.8 milyon varile yükselmistir. Bu rakamlar gösteriyor ki üretim artıs hızı, önceki yıllara kıyasla yükselmesine rağmen artan ihtiyaç karsısında yetersiz kalmaktadır.7 Petrol tüketim rakamlarına da göz atacak olursak 2003 yılında günlük 2.3 milyon varil olan tüketimin 2030 yılında 4.5 milyon varile yükselmesi beklenmektedir. Aynı sekilde yukarıda da bahsedildiği gibi 0.8 milyon varil olan günlük üretimin de 2030 yılında 1.4 milyon varile çıkması beklenmektedir.8 Bu haliyle petrolde bugün yaklasık %70 oranında dısa bağımlı olan Hindistan’ın 2020’de %90 oranında bağımlı olacağı tahmin edilmektedir.9 Bu bağımlılık ekonomik olarak da Hindistan’a ciddi bir yükü de beraberinde getirmektedir. 2006 yılında Hindistan’ın petrol faturası % 50 oranında artıs göstermistir. Yapılan tahminlere göre ise bu rakamın 2020 yılında bugünkünün yaklasık üç katına çıkacağı belirtilmektedir. Petrol ticaretindeki baslıca ülkeler ise sırasıyla Suudi Arabistan, Birlesik Arap Emirlikleri, Nijerya, Irak, Dran, Kuveyt, Angola, Malezya ve Endonezya’dır. 

Doğalgaz günümüz itibariyle Hindistan açısından petrole oranla daha avantajlı bir enerji kaynağıdır. Bunun sebebi Hindistan’ın var olan ihtiyacının önemli bir kısmını yerel kaynaklardan karsılayabilmesidir. Petrolde dısa karsı bağımlılığını aynı oranda doğalgazda yasamamaktadır. Hindistan’ın birincil enerji tüketiminde doğalgazın payı %8’dir. Ancak 2025’e yönelik yapılan tahminler bu oranın %20’ye çıkacağını belirtmektedir.270 Hindistan’ın doğalgaz rezervlerinin dünya rezervlerindeki payı %1.1, tüketimdeki payı ise % 1.3’tür.10 Hindistan’ın doğalgaz rezervleri yaklasık 736 metreküptür. Doğalgaz üretimi ise günlük 86 milyon metreküptür. Doğalgaz üretimi ile tüketimi arasındaki farkın petroldeki 
kadar olduğunu söylememiz mümkün değildir. Hindistan’ın doğalgaza olan ihtiyacı günlük 115 milyon metreküptür.11 Bu haliyle Hindistan, günümüzde doğalgaz ihtiyacının yaklasık %74’ünü yerel kaynaklardan karsılayabilmektedir. Bu tabloya rağmen genel enerji tüketimine bakıldığı zaman, doğalgaza olan ihtiyacın hızla arttığını görmekteyiz. Doğalgazın Hindistan’ın enerji tüketimindeki payı 1980’lerde %2.5 iken, bu rakam 2000’li yıllarda %7’ye yükselmistir. 2030’da ise bu oranın % 30’a yükselmesi beklenmektedir. Doğalgaza olan 
ihtiyacın yükselmesinin en önemli nedenleri arasında çevre dostu bir yakıt olması gösterilmektedir. Bu haliyle gelecek dönemde Hindistan’ın doğalgaza olan ihtiyacının ve doğalgazda dısa bağımlılığın hızla artacağı da belirtilmektedir.12 Buna karsılık, her ne kadar bu bağımlılık sürecinin önüne geçilebilecek boyutta olduğu tahmin edilmese de, Andra Pradesh açıklarında Krishna-Godavari bölgesinde Orissa ve Gujarat’ta tespit edilen yeni doğalgaz kaynakları Hindistan açısından umut vericidir. Keza Hindistan’ın 736 milyar metreküpüne (25 trilyon kübik fit) karsılık Krsihna-Godavari ve Orissa bölgelerinde tespit edilen gaz miktarı yaklasık 20 trilyon kübik fittir. Sahip olduğu rezervlerin yarısından fazlası güneydoğu kıyıları açıklarında tespit edilmistir.13 

Hindistan’ın baslıca doğalgaz ithalatçıları; Katar, Yemen, Nijerya, Mısır, Vietnam, Myanmar ve Banglades’tir. Türkmenistan ve İran da önümüzdeki dönemde Hindistan doğalgazının temin edilmesinde önemli iki ülke olacaktır.14 Doğalgaz üzerinden kurduğu diplomasi oldukça yenidir. Ancak ithalatçılarının bir kısmının sınır komsusu olması, Türkmenistan ve İran ile kurmaya çalıstığı diyalog sürecinde Pakistan’ın kilit ülke olması, Hindistan’ın enerji güvenliğini sağlayabilmesi noktasında sınır komsuları ile iliskilerinin birincil önemde olduğunu da söylemek mümkündür. Hindistan doğalgaz ithal eden bir ülke olmaya basladığından itibaren deniz yolu ile LNG (liqufied natural gas-sıvılastırılmıs doğalgaz) temini de önemli ölçüde artmaya baslamıstır. Bu bağlamda Hindistan hükümeti ulusal ve uluslararası sirketleri biraraya getirerek ülkesinde sekiz adet LNG terminalinin açılması kararını almıstır. Bunun yanında LNG halinde alınan doğalgazın yeniden gaz haline dönüstürülebilmesi ve doğalgaz sektörünün gelistirilebilmesi adına Arap Denizi kıyısındaki 
Dahej bölgesinde 2004 yılında regazifikasyon terminali insa edilmistir.15 

Hindistan, dünyada dördüncü en büyük kömür rezervlerine sahip olan ülkedir. Aynı zamanda üçüncü en büyük kömür üreticisi ve tüketicisidir. Kömür Hindistan’ın enerji politikalarında halen en önemli yerde bulunmaktadır. Keza, Hindistan harcadığı enerjinin yarısından çoğunu kömürden temin etmektedir. Hindistan’ın birincil enerji tüketiminde kömürün yerinden bahsederken, büyük ölçüde kırsal yerlesmenin hakim olduğu ülkede çok sınırlı bir bölümün petrol ve gaz ürünlerine sahip olduğundan bahsetmistik. Elektriğin dahi ulasmadığı Hindistan köylerinde yakıt olarak kömür kullanılmaktadır.16 2007 yılı içinde yayınlanan “Bütünlestirilmis Enerji Politikası” baslıklı raporda kömürün geleceği ile ilgili birtakım değerlendirmelerde bulunulmustur. Buna göre, kömür Hindistan’ın en önemli enerji kaynağı olmaya devam edecektir. Birincil enerji kaynakları içindeki ağırlığını da 2030’lara kadar koruması muhtemel görünmektedir. Aynı zamanda kanıtlanmıs 92 milyar ton ve tahmini olarak da 248 milyar ton kömür rezervi bulunan Hindistan, yaklasık 80 yıl yetecek 
kadar kömüre sahiptir.17 Kömür kullanımı Hindistan için her ne kadar önemli ise olumsuz çevresel etkileri de bir o kadar ciddi noktaya gelmektedir. Hava kirliliği
problemi Hindistan ve Çin gibi yoğun kömür kullanan ülkeler açısından ciddi boyutlara ulasmaktadır. Aynı zamanda Hindistan’ın yüzölçümünün oldukça genis olması, kömürün ülke içinde tasınmasının önünde de ciddi bir engeldir. Öyle ki bazı bölgeler açısından kömür ithal etmek, kendi ülkesinden almaktan daha ucuza gelmektedir. Bu da Hindistan kömür sektörünün karsı karsıya olduğu bir baska problemdir.18 Hindistan’ın kömür üretim ve tüketim rakamlarında da artıs gözlendiğini söylememiz gerekmektedir. Her ne kadar kömürün iklimsel değisimlere ve çevreye birçok olumsuz etkisi olsa da Hindistan’da kömür üretim ve tüketimi giderek artmaktadır. Yapılan tahminlere göre, 2005 yılında 382 milyon ton olan yıllık tüketim rakamı, 2025 yılında 580 milyon tona çıkacaktır. Hindistan’ın enerji kömür üretiminin yaygınlastırılmasının önemi oldukça büyüktür. Bu bağlamda Hindistan’ın önemli kömür rezervlerine sahip Bihar, Madya Pradesh ve Batı Bengal bölgelerinin güvenliği Hindistan açısından önem kazanmaya baslamıstır. Ancak yukarıda bahsedildiği gibi ülke içinde kömürün tasınması problemi halen çözülmeyi bekleyen bir problem olarak göz önünde bulunmaktadır.19 

Hindistan’ın Enerji Güvenliğinin Geleceği 

Küresel enerji politikalarına bakıldığı zaman kısa ve uzun vadede dünya genelinde fosil yakıtlara bağımlılığın artacağını söylememiz mümkündür. Gerek küresel aktörlerin gerekse Hindistan’ın fosil yakıtlara olan bağımlılığını ve fosil yakıtlar için verilen mücadeleyi incelediğimiz bölümlerimizde bunu daha yakından ve detaylı olarak görebilmekteyiz. Hindistan’ın da dünya genelinde olduğu gibi fosil yakıtlara olan bağımlılığı gün geçtikçe artmaktadır. Enerji üretimi dünya ortalamasının altında olmasına rağmen, dünyanın 5. büyük enerji tüketicisi ülkesidir. Ekonomik kalkınma hızı bu sekilde devam ettiği sürece tüketici ülkeler sıralamasında 2030 tahminlerine göre 3. sıraya 
yerlesecektir. Ancak bir yandan da önümüzdeki 25 yıl içinde enerjiye olan bağımlılığının bu sekilde artısı devam edecek olursa da ekonomik kalkınma hızının %8-9 seviyesinden %3-4 seviyesine inmesi ihtimali de belirtilmektedir.20 

Hindistan sahip olduğu sınırlı petrol kaynaklarındaki üretim faaliyetlerine ek olarak Krishna-Godavari bölgesinde yeni kaynaklara da ulasmakta ve üretimini artırmaktadır. Ancak sanyilesmenin giderek arttığı Hindistan’ın üretim rakamları ile tüketim rakamları arasındaki fark hızla açılmaktadır. Yapılan tahminlere göre bugün %70 olan petrole bağımlılığın, 2030 yılında %90 seviyesine çıkacağı belirtilmektedir.21 

Bağımlılık oranının bu kadar yüksek olması Hindistan’da enerji güvenliği açısından olumsuz sinyallerin çalması anlamına gelmektedir. Hindistan’ın bu bağlamda önceki bölümde verilen örneklerden hareketle yalnızca ticaret değil en az ticaret kadar yoğun yatırım arayısına girdiğini belirtmistik. Ortadoğu ve Afrika yatırımlarına ek olarak Hindistan son dönemde Latin Amerika’da da önemli yatırım faaliyetlerinde bulunmustur. Kolombiya, Brezilya ve Küba gibi ülkelerde Hindistan yatırımları giderek artmaktadır. Petrol arama ve üretim noktasında Hindistan’ın önümüzdeki dönemde dıs yatırıma ağırlık vereceğini ve yatırım ağını mümkün olduğunca ekonomik kalkınma seviyesiyle orantılı olarak genisleteceğini söylememiz mümkündür.22 Doğalgazda da benzer sekilde talebin ve buna bağlı olarak bağımlılığın artacağını söylememiz mümkündür. 
Hindistan’ın hidrokarbon kaynakları konusundaki geleceğine yönelik en temel belgelerden birisi olan “Hydrocarbon Vision 2025” adlı rapora göre, 2001-2002 yıllarında günlük 110 milyon metreküp olan doğalgaz ihtiyacı, 2019-2020 yıllarında 325 milyon metreküpe çıkacaktır. Hidrokarbonlar açısından bakacak olursak, Hindistan’ın enerjiye olan bağımlılığı hızla artıs göstermektedir. 

Bu rapor günümüzde Hindistan’ın enerji güvenliği politikaları konusundaki en temel metindir. 2000 yılında hazırlanan bu rapor doğrultusunda Hindistan’ın geleceğe dönük planlarını yakından takip etmek mümkündür.23 Aynı zamanda Hindistan’ın enerji güvenliğini sağlama konusunda hangi noktalara temas ettiğini yine bu raporda görebiliriz. 
Bu rapora göre Hindistan’ın enerji güvenliği açısından en temel konu petrol ve doğalgaz bölgelerinin dıs yatırıma açık hale getirilmesidir. Hindistan bu sayede hidrokarbon rezervlerinden azami ölçüde faydalanma imkanı bulacak ve ülkesini bir enerji pazarı haline getirme konusunda önemli bir adım atmıs olacaktır. Nehru döneminin ardından ülkede baslayan liberalizasyon sürecinin bir sonucu olarak Hindistan pazar ekonomisini benimsemis ve dıs yatırımcılara kapılarını büyük ölçüde açmıstır. Enerji sektörü konusunda da benzer bir politika takip etmektedir. Geleceğe dönük olarak birçok ulusal ve uluslararası firmanın yarısacağı bir rekabet ortamı yaratmayı amaçlamaktadır. Geleceğe 
dönük ikinci proje ise dıs yatırımlar konusundadır. Hindistan, günümüzdeki yatırımlarına gelecekte yenilerini de eklemeyi hedeflemektedir. Bu yatırımlar hem Hindistan’a ciddi bir gelir sağlayacak ayrıca da sınırdısı coğrafyalarda Hindistan’ın etkisinin artmasına yardımcı olacaktır. 

Hindistan’ın enerji güvenliğinin geleceğine yönelik bir diğer hedefi ise temiz enerji üretmek ve çevre kirliliğinin önüne geçmektir. Yoğun kömür kullanımı Hindistan’da önemli ölçüde çevre kirliliğine sebep olmaktadır. Bunun önüne geçebilmek ve temiz bir enerjiye sahip olabilmek için Hindistan doğalgaza özel bir önem vermektedir. Raporun içeriğine bakacak olursak 2025’e yönelik öngörüde doğalgaz tüketimi petrol tüketiminin önüne geçecektir. 

Hindistan ABD, Rusya ve Çin’in aksine daha liberal bir enerji politikası izlemeyi planlamaktadır. Bu devletlerin enerji politikalarına bakıldığı zaman devletin enerji sektöründeki ağırlığını söylemek mümkündür. Özellikle de Rusya ve Çin örneğinde devlet sektörü baskın konumdadır ve enerji politikalarında belirleyici rol oynamaktadır. 
Hindistan ise enerji güvenliğinde devlet kontrolüne ciddi bir atıf yapmamakta kamu sektörüne ve özel sektöre esit sans tanıyarak yalnızca kazanmaya yönelik bir politika takip etmek istemektedir. Dıs yatırım meselesinde ise Çin ile benzer bir politika takip ettiğini söylemek mümkündür. Her ne kadar Çin kadar aktif olmasa da Hindistan da gün geçtikçe sınırdısı bölgelerde etkinliğini artırmaktadır ve bu konumunu gelecekte daha da güçlendirmek istemektedir. 

Ülkesinde yeterli rezervleri olmayan bir ülke açısından dıs yatırım, ülke ekonomisi açısından oldukça önemlidir. Hindistan gibi nüfusu ve buna bağlı olarak da enerji açığı artan bir ülke enerjide dısa bağımlılığı azaltabilmek adına dıs yatırımlara büyük ölçüde hız kazandırmak zorundadır. Ama bunu gerçeklestirirken de ekonomide özel sektör kadar kamu sektörüne de ağırlık vermesinin gerekli olduğunu söylemek gerekir. Rekabete dayalı bir ekonomi birçok zenginliği beraberinde getirse de ucu açık bırakılmıs bir rekabet ulusal 
çıkarlarla firmaların çıkarlarının çatısmasına ve enerji gibi temel bir meselede istikrarsızlığa yol açabilir. 

Soğuk Savas döneminin içe dönük yapılanmasına bir tepki olarak ve muhtemel dıs baskıların da sonucu olarak ülkeyi dıs yatırıma bu sekilde açmanın da bir takım riskleri barındırdığını da unutmamak gerekir. Ayrıca küresel ve bölgesel güçlerin enerji politikalarına bakıldığında ise bu basarının arkasında devlet kontrolünde bir enerji güvenliği politikası izlendiğini de söylemek mümkündür. 

Asağıdaki tablolar Hindistan’ın enerji güvenliğinin geleceğinde 2050 yılına kadar çizilen projeksiyonu vermekte, buraya kadar Hindistan ile ilgili anlatılan tüm 
konuların bir özetini sunmaktadır. Bu tablolar aynı zamanda Hindistan’ın enerjiye olan bağımlılığı hakkında da yorum yapmaya açık olup gelecekte enerji güvenliği politikalarını nasıl yönlendireceğine dair ipuçları vermektedir 


Hindistan’ın Birincil Enerji Tüketimi (Milyon Ton Petrol Esdeğeri) 

Kaynak: Vivek Karandikar, Ashish Rana, Future of Energy Options for India in an Independent World, (Erisim), www.worldenergy.org/documents/p001145.pdf 


Hindistan’ın Birincil Enerji Üretimi (Milyon Ton Petrol Esdeğeri) 

Kaynak: Vivek Karandikar, Ashish Rana, Future of Energy Options for India in an Independent World, (Erisim), www.worldenergy.org/documents/p001145.pdf 

Hindistan’ın Enerji Güvenliğinde Sorun Alanları 

Hindistan’ın içinde bulunduğu projelere bakacak olursak, varolan projelerinin de, gelecekte gerçeklestirmek istediği projelerin de büyük kısmının dünyanın kriz 
bölgelerinde olduğunu göreceğiz. Yakın coğrafyasına baktığımız zaman Hindistan açısından çok önemli olan iki büyük projenin (TAPI-IPI) birisi Afganistan-Pakistan hattından, diğeri de İran-Pakistan hattından gelmektedir. Hindistan’ın Pakistan ile yasadığı sorunlar bir tarafa bırakıldığında, Dran ve Afganistan baslı basına en güncel kriz bölgelerini olusturmaktadır. Bu iki ülkedeki istikrar ortamı sağlanamadığı sürece Hindistan’ın enerji politikalarında güvenliği sağlayabil mesinin oldukça zor olduğu görülmektedir. 

Görece daha az sorunlu gibi görünen Afrika’da ise benzer problemlerin yasandığı görülecektir. Nijerya’da Nijer Deltası’nın Kurtulusu Hareketi, Sudan’da Darfur ve Ömer El-Besir çevresinde yasanan gelismeler Afrika’da enerjinin güvenliğine yönelik tehditler olusturmaktadır. Ortadoğu’da ise Hindistan’ın enerji güvenliğini sağlayabilmesi için İsrail ile yakın iliskiye girdiğini söylemek mümkündür. Bölgedeki ABD varlığı Hindistan açısından önemli bir unsur olmakla beraber, bunu sağlayabilmenin yolu da İsrail ile askeri alanda iliskilerini gelistirebi lmesinden geçmektedir. Bu anlamda önümüzdeki dönem Hindistan’ın İsrail ile iliskilerini gelistireceği bir dönem olarak görülmektedir.24 

Yine bir taraftan Pakistan, bir taraftan da Çin arasına sıkısan Hindistan’ın, Hazar havzasına girisinde de önemli engellerle karsılastığını görmekteyiz. Bu noktada 
Çin’i ayrı bir sekilde ele almak gerekmektedir. Çin’in hem jeopolitik konumu hem de Hindistan ile köklü geçmisi ele alındığında, bu iki ülke bölgenin iki devi olmalarının yanı sıra, bir o kadar da önemli iki rakip devlet konumundadırlar. Özellikle de Çin’in Pakistan ve Myanmar ile gelistirdiği iliskilere karsı, Hindistan’ın da ABD ile yakınlasması bu rekabeti daha da kızıstırmaktadır. Yalnızca bölgede değil, aynı zamanda enerji yatırımları konusunda iki ülke hem Orta Asya’da hem de Afrika’da karsı karsıya gelmektedir. Aynı zamanda enerji alanında yasadıkları rekabet yeni dönemde Hint Okyanusu’na tasınmaktadır. Hint Okyanusu’nda Hindistan’a yönelik birçok potansiyel tehdidin varlığına 
ek olarak Çin’in de 2000’li yıllar ile birlikte Hindistan’a yönelik bir çevreleme politikasını baslattığını söylememiz mümkündür.25 

Hint Okyanusu hem Hindistan hem de Çin açısından kilit önemdedir. Hindistan’ın dünyaya denizlerden açıldığı ve Çin’in de enerji ithalatının yaklasık %80’ini Hint 
Okyanusu’ndan temin ettiği düsünüldüğü zaman, bölgede yasanan rekabetin büyüklüğü de daha rahat anlasılacaktır. Hint Okyanusu’nun doğusunda hem Myanmar hem de Andaman ve Nicobar Adaları’nın üzerinde hakimiyet kurabilmek, iki ülke açısından da hayati önemdedir. Çünkü, Çin’e enerji tasınmasını sağlayan Malakka Boğazı bu hat üzerindedir. İki ülke arasındaki iliskilerin geleceği Hindistan’ın enerji güvenliğine doğrudan etki etme kapasitesine sahiptir. Çin’in deniz yolları üzerinden gerçeklestirmek istediği proje “ İnci Dizisi Stratejisi ” olarak adlandırılmaktadır. Hint Okyanusu üzerinden küresel pazarlama açılma amacı güden bu strateji baska bir ifadeyle Çin’in “Batı’ya Bakıs” stratejisi olarak da nitelendirilebilir. Buna karsılık olarak Hindistan, 1992 yılında dönemin Basbakanı Narasimha Rao’nun girisimleri ile olusturduğu yeni dıs politika konsepti Hindistan’ın yeni dönemdeki yönelimlerini belirlemistir. “Doğu’ya Bakıs” politikası olarak adlandırılan bu konsepte göre Hindistan, basta enerji güvenliği olmak üzere temel dıs politika tavrını 
Güneydoğu Asya’nın jeopolitiğine göre yeniden düzenleme ihtiyacı hissetmistir. Gerek yeni kaynaklara ulasabilmek, gerek bu enerji kaynaklarına giden güzergahların güvenliğini sağlayabilmek gerekse Çin’in etkili olduğu coğrafyada bir denge unsuru olabilmek için yeni bir dıs politika konsepti ortaya çıkmıstır.26 

Hindistan’ın Hazar Havzası’na ulasması, hem Pakistan’ın hem de Çin’in varlığı sebebiyle oldukça zorlasmaktadır. Bu sebeple Hindistan, Rusya ile iliskilerini gelistirme yoluna gitmistir ve deyim yerindeyse bir tasla iki kus vurmustur. İlk olarak Rusya’nın 

Orta Asya enerji pazarındaki ağırlığı ve denetim gücü düsünüldüğü zaman, bu Hindistan açısından önemli bir avantajdır. İkincisi ise Hindistan’ın Sibirya kaynaklarına ulasması Hindistan açısından oldukça önemlidir. Rusya’nın Sibirya enerji kaynaklarını öncelikle bölgesel pazara açmak için gelistirdiği Sakhalin-1 projesine dahil olan Hindistan önümüzdeki dönemde bu projenin yeni ayağı olan Sakhalin-3’e de dahil olabilmek için çalısmalarını sürdürmektedir. Sibirya’nın zengin hidrokarbonlarının Hindistan’a ulasması, enerji güvenliğinde çesitliliği artırırken baska bölgelere olan bağımlılığını azaltacağından, Hindistan Sibirya hidrokarbonlarına önümüzdeki dönemde de ağırlık verecektir.27 

Sonuç 

Hindistan’ın enerji güvenliğinin geleceği açısından en net görünen durum Hindistan’ı maliyeti oldukça yüksek projelerin beklediği gerçeğidir. Kalkınma hızını artırabilmesi enerji kaynaklarını çesitlendirebilmekten ve muhafaza edebilmekten geçmektdir. Bu sebeple de alternatif coğrafyalarda alternatif arayıslar Hindistan açısından kaçınılmazdır. Enerji yatırımları yalnızca gelir getirmesi açısından değil Hindistan’ın yatırım yaptığı bölgelerdeki etkinliğini göstereceği için oldukça önemlidir. Enerji güvenliği yalnızca enerji yatırımları ile de doğru orantılı değildir. Enerji kaynaklarına sahip olan coğrafyaların aynı zamanda önemli kriz bölgeleri olması tüm ülkeleri olduğu gibi Hindistan’ı da ek önlemler almaya zorlamaktadır. Dünyanın önde gelen devletlerine göre enerji politikalarında daha zayıf görünen Hindistan’ın hem ülke içinde hem ülke dısında yatırımlarına hız kazandıracağı düsünülebilir. Enerji tüketimi rakamlarında üst sıraları giderek zorlayan Hindistan aynı sekilde enerji yatırımlarında da benzer seviyeye ulasmalıdır. Yeni düzende bir dünya devleti olmanın yolu enerji güvenliği politikalarındaki basarından geçtiği için enerji, gelecekte de Hindistan dıs politikasındaki önceliğini koruyacaktır. 


DİPNOTLAR;

1 Tanvi Madan, India, The Brookings Institute Foreign Policy Studies Energy Security Series, November 2006, p. 34. 
2 Aynı yerde 
3 Gulshan Dietl, “New Threats to Oil and Gas in West Asia: Issues in India’s Energy Security”, Strategic Analysis, vol. 28, no. 3, July-September 2004, p. 382. 
4 Shebonti Ray Dadwal, “Energy Security: India’s Options”, Strategic Analysis, vol. 23, no. 4, July 1999, p. 657. 
5 Madan, a.g.e., p. 35. 
6 Madan, a.g.e., p. 11. 
7 (Erisim), http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/India/Full.html, 01.02.2010. 
8 Gawdat Bahgat, “India’s Energy Security”, Minerals&Energy, vol. 21, no. 3-4, November-September 2006, p. 36. 
9 Ashok Sharma, “India and Energy Security”, Asian Affairs, vol. 38, no. 2, July 2007, p. 160. 
10 Aynı yerde 
11 Bahgat, a.g.m., p. 36. 
12 Bahgat, a.g.m., pp. 36,37. 
13 Nick Hordern, India’s Energy Needs, Lowy Institute Issues Brief, December 2004, p. 11. 
14 Bahgat, a.g.m., p. 37. 
15 Ingolf Kiesow, Nicklas Norling, The Rise of India: Problems and Opportunities, Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Program Silk Road Paper, January 2007, p. 99. 
16 Bahgat, a.g.m., p. 36. 
17 Sharma, a.g.m., p. 160. 
18 Kieslow, Norling, a.g.e., p. 95. 
19 Hordern, a.g.m., p. 14. 
20 Rajiv Sikri, The Geopolitics of Energy Security and Implications for South and Southeast Asia, ISAS Working Paper, no. 37, February 2008, p. 14. 
21 Sikri, a.g.e., pp 16, 17. 
22 Sikri, a.g.e., p. 18. 
23 İlgili rapor için bkz. http://www.infraline.com/ong/reforms/vision2025-II.pdf, Erişim 22.10.2014. 
24 Anthony Bubalo, Mark P. Thirlwell, Energy Insecurity: China, India and Middle East Oil, Lowy Institute Issues Brief, December 2004, pp. 11-12. 
25 David Scott, “The Great Power ‘Great Game’ Between India and China: The Logic of Geography”, Geopolitics, no. 13, 2008, pp. 6-8. 
26 A. Sundaram, “Look East Policy”, International Journal of Advancements in Research & Technology, Vol. 2, Issue 5, May 2013, p. 173. 


KAYNAKÇA 

BAHGAT, Gawdat, “India’s Energy Security”, Minerals&Energy, vol. 21, no. 3-4, November-September 2006, pp. 35-41. 27 Sikri, a.g.e., p. 22. 
BUBALO, Anthony, THIRLWELL, Mark P., Energy Insecurity: China, India and Middle East Oil, Lowy Institute Issues Brief, December 2004. 
DADWAL, Shebonti Ray, “Energy Security: India’s Options”, Strategic Analysis, vol. 23, no. 4, July 1999, pp. 653-670. 
DIETL, Gulshan, “New Threats to Oil and Gas in West Asia: Issues in India’s Energy Security”, Strategic Analysis, vol. 28, no. 3, July-September 2004, pp. 373-389. 
HORDERN, Nick, India’s Energy Needs, Lowy Institute Issues Brief, December 2004. 
MADAN, Tanvi, India, The Brookings Institute Foreign Policy Studies Energy Security Series, November 2006. 
KIESOW, Ingolf, NORLING Nicklas, The Rise of India: Problems and Opportunities, Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Program Silk Road Paper, January 2007. 
SCOTT, David, “The Great Power ‘Great Game’ Between India and China: The Logic of Geography”, Geopolitics, no. 13, 2008, pp. 1-26. 
SHARMA, Ashok, “India and Energy Security”, Asian Affairs, vol. 38, no. 2, July 2007, pp. 158-172. 
SIKRI, Rajiv, The Geopolitics of Energy Security and Implications for South and Southeast Asia, ISAS Working Paper, no. 37, February 2008. 
SUNDARAM, A., “Look East Policy”, International Journal of Advancements in Research&Technology, Vol 2., Issue 5, May 2013, pp. 169-185. 
BP Statistical Review of World Energy, June 2014. 

***