Doğu Akdenizde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Doğu Akdenizde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2019 Cumartesi

Akdenizde Yeni bir Enerji İşbirliği mi doğuyor

Akdenizde Yeni bir Enerji İşbirliği mi doğuyor.,



Nurşin ATEŞOĞLU GÜNEY,

15 Temmuz 2016


Umut edilen, 6 yıl süren uyuşmazlık ve gerginlik döneminin ardından iki taraf arasında yeni bir yakınlaşma ve işbirliği sürecinin başlaması. 

Ki gerçekten de Tel-Aviv ve Ankara hükümetlerinin kendi siyasi iradeleri sonucunda gelinen bugünkü aşama iki ülke arası ilişkiler bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Konuyu takip eden meraklı okuyucuların bildiği gibi; İsrail- Türkiye yakınlaşmasını hızlandıran sahada vukuu bulan jeopolitik değişiklikler ve bu değişikliklerin yaratmış olduğu farklı güvenlik sorunlarının varlığıydı. Sözün özü, günümüz Ortadoğu’sunun devlet ve devlet-dışı aktörleri arasında kurulan ittifakların hızla değiştiği istikrarsız ve kaygan zemininde Türkiye ve İsrail mevcut reel politik koşullar karşısında aralarındaki ilişkiyi onarma yolunu tercih ettiler.

Normalleşmenin Ötesi,

Tabii taraflar arasında restorasyon dönemi olarak da anılan bu süreçten başka beklentiler de var. Merkezi güvenlik sorunları yanında ekonomik ilişkiler ve bu ilişkilerin stratejik etkisinin yeniden değerlendirileceği bir sürece girdiğimiz aşikâr. Bu bağlamda da Doğu Akdeniz’de son on yılda keşfedilmiş olan doğalgaz rezervleri iki başkent arasında hayata geçirilebilecek olası işbirliği alanlarından biri olmaya uzun süredir adaydı. Neden olmasın, deniyor: Gelecekte, iki ülke arasında inşa edilecek bir boru hattıyla İsrail doğalgazının yanı sıra Akdeniz havzasında bulunan diğer doğalgaz kaynaklarından (örneğin Mısır gazı, Kıbrıs gazı vb.) gelecek arz, Avrupa’nın uzun süredir hissettiği enerji darboğazına merhem olabilir. Bu olasılığın gerçekleşmesi halinde, yani Akdeniz’deki keşfedilmiş gaz potansiyelinin Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu gaz talebi yönünde kullanılması durumunda bugünkü enerji jeopolitik denkleminin değişmesi beklenebilir. İsrail-Türkiye Mutabakatının açabileceği bu pencere hem Avrupa ve Ortadoğu’nun kesiştiği Akdeniz’de enerji arz ve talep güvenliğinin kimi ülkeler adına güçlenmesine neden olur, hem de bu güvenlik algısının odağına Türkiye’yi oturtur. Çünkü Akdeniz’de yeni doğalgaz enerji rezervlerine sahip ülkelerle (İsrail ve Mısır gibi)  bu gaz potansiyelini Avrupa’da talep eden ülkeler arasında Türkiye transit bir geçiş ülkesi olarak pekâlâ bir köprü rolü oynayabilir. Bu rolü küçümsememek gerekir. Arzla talep arasında kurulabilecek böyle bir köprü, yani doğal gaz enerji nakil hatları aracılığıyla üretici ve tüketici vasıftaki ülkeler arasında kazan-kazan niteliğinde tesis edilecek ilişkiler, Ortadoğu bölgesinde hüküm süren istikrarsızlık ve çatışma sarmalı içinde, en azından Akdeniz havzasında, yeni enerji bazlı istikrar adacıkları yaratılabilir.   Enerji Politikaları ve bölgesel istikrar ilişkisi üzerinde uzun süredir yazıp çizen uzmanlardan Prof. Dr. Brenda Scheffer’ın Foreign Policy dergisinin bir sayısında (27 Haziran 2016 tarihli sayı) dillendirdiği iddia şuydu: Doğu Akdeniz’de 2009’dan itibaren keşfedilen gaz potansiyeli Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesiyle ilintili sorunların çözümüne önemli bir katkı sağlamıyor. Bu iddianın bir sloganı bile var: Boru Hatları Barış Getirmez!  Bir paragraf önce söylediklerimize karşıt bir argüman, ters bir iddia gibi duruyor ilk okuduğumuzda. Bir daha düşünelim: Acaba doğal gaz taşıyan boru hatlarının inşa edilmesini mümkün kılan barış, daha fazla barışı tetikler mi? Aslında, Tel-Aviv- Ankara ilişkisinin normalleşmesiyle eş anlı olarak İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden enerji piyasalarına ulaştırılması fikrinin yeniden düşünülmeye başlaması bize bu konuda ipucu veriyor. Ankara-Tel Aviv ilişkisinin restorasyonu Scheffer’in iddia ettiği ‘’boru hatları barışı tesis etmez ama tesis edilen bir barış durumu olası boru hatlarının oluşum fikrini hızlandırır’’ düşüncesini destekliyor. İtiraf edelim barış olasılığı ve jeopolitiğin kesiştiği çok örnek yok, Doğu Akdeniz bu açıdan farklı ve ümitvar olmamıza imkân sağlayan bir örnek olabilir.

Önümüzdeki senaryo şu: 28 Haziran Mutabakatının önünü açtığı İsrail’den Türkiye’ye Akdeniz’den döşenecek boru hattı vasıtasıyla 30 milyar metreküp İsrail gazı Mersin’e getirilecek. Bu gazın 10 milyar metreküpünün Türkiye’ye ayrılmasından sonra geriye kalanı Avrupa’ya transfer edilecek ve böylece hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu Rus gazına alternatif olabilecek yeni bir ek kaynak ve yeni bir güzergâh yaratılmış olacak. 

Tel Aviv’in olayın matematiğini bildiğini varsayabiliriz, çünkü İsrail İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen de, İsrail Devlet Başkanı Netanyahu da İsrail gazının taşınması konusunda ortaya çıkan alternatif geçiş güzergâhları içinde en iyisinin Türkiye güzergâhı olduğunu bildiklerini gösteren açıklamalar yaptı. Başkonsolos’un ifadelerinden öğrendiğimiz kadarıyla, konuyla ilgili özel sektör fizibilite çalışmaları İsrail’de çoktan tamamlandı. Nitekim gene Başkonsolos’un ifadesine göre, İsrail gazının Türkiye’ye ithalatı konusunda Türk firmalarından Turcas-Enerjisa, Zorlu ve Enka gibi özel firmalar bir süredir fiyat, güzergâh vb konularda pazarlıklarını sürdürmekteler. Leviathen bölgesindeki İsrail gazının Türkiye’ye tedariki dışında var olan bir başka seçenekte de, Kıbrıs adası açıklarında bulunan gazın İsrail gazıyla birleştirilerek Türkiye aracılığıyla piyasalara iletilmesi. Her halükarda olaya Ankara açısından bakanların altını çizdiği bir husus çok önemli: Eğer gelecekte İsrail/Doğu Akdeniz gazı Akdeniz’den bir boru hattı döşenerek önce Türkiye’ye ve oradan da Avrupa’ya iletilebilirse bölgesel doğal gaz piyasası bu yeni durumdan etkilenecek. Daha anlaşılır şekilde ifade edelim; Türkiye’nin gelecekte İsrail ve daha sonra Irak gibi yeni kaynaklardan gaz temin etmesi doğal olarak Ankara’nın Rusya ve İran gibi gaz tedarikçileri karşısındaki pazarlık gücünü artırabilecek. Ortadoğu’daki karmaşık güvenlik sorunlarını, bunların Türkiye’ye ve Türkiye ekonomisine etkisini düşünürsek bu pazarlık gücü artışı hiç de yabana atılmayacak bir artı Ankara açısından.

Kıbrıs fazla direnemez

Ancak her güzel senaryoda birkaç karanlık sayfa olması gibi burada da bazı olumsuzluklar söz konusu: Öncelikle İsrail gazının piyasalarla buluşması önünde hâlihazırda mevcut birçok engel var. Bugün İsrail’deki regülasyon meselesinin halledilmiş olması olumlu bir gelişme ancak Kıbrıs meselesinin çözülmemiş olması olası boru hatlarının önünde ciddi bir zorluk olarak durmaya devam ediyor. Bilindiği üzere, İsrail ile Türkiye arasında inşa edilecek en az maliyetli boru hattının geçiş güzergâhı Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölgesinden geçiyor. Uluslararası deniz mevzuatına göre, Güney Kıbrıs’ın söz konusu bu boru hattının geçişini engellemesi mümkün değil ama çeşitli bahaneler öne sürmek suretiyle bu güzergâhı geciktirme ihtimali de var. Yine de kimi çevrelere göre olumsuz düşünmek için sebep yok. Özellikle bazı Amerikalı enerji uzmanları Güney Kıbrıs’ın ayak direme etkisini sınırlı görüyor. Onlara göre esas önemli husus; İsrail ile Türkiye arasında varılan normalleşme mutabakatı ertesinde Tel-Aviv ile Ankara’nın İsrail gazını Akdeniz’den boru hattıyla Türkiye’ye iletmeye karar vermeleri. Zira böyle önemli bir kararlılık ve duruş karşısında Güney Kıbrıs’ın fazla bir direnme gücü olmayacaktır. Kıbrıs adasında kalıcı barış sağlanmasının ve Kıbrıs sorununun çözümünün Avrupa enerji güvenliği açısından taşıdığı önem de tam burada. Tekrar edelim: Kıbrıs adasında sağlanacak kalıcı bir barış kuşkusuz İsrail doğal gazının hem Türkiye ve Avrupa’ya iletilmesinin önünü açacak hem de ileride Akdeniz’de bulunacak diğer yeni doğalgaz rezervlerinin bölge piyasalarına ulaştırılmasını kolaylaştıracaktır.

Olasılıkların olabilirliği artıkça stratejilerini gözden geçirmek zorunda kalacak iki başkent daha var: Moskova ve Tahran. Bilindiği gibi Rusya uzun süredir Avrupa gaz tedarikinin patronu, İran ise bu piyasadan pay alabilmek için ticari bir diplomasi atağında. İşi de çok kolay değil, zira düşünmesi gereken sadece Rusya yok. Kapıda bir de Katar bekliyor. Malum, İran ve Katar uzun bir süredir özellikle Körfez gazını Avrupa’ya ulaştırma konusunda, yani Suriye üzerinden Akdeniz çıkışlı bir boru hattı konusunda kıyasıya rekabet içeresindeler. Destekledikleri boru hatları kamuoyuna Şii boru hattı ve Arap boru hattı olarak yansımıştı, ancak beşinci yılında taş üstüne taş bırakmayan Suriye iç savaşı her iki boru hattı projesinin de önünü tıkadı. Bunlara ilaveten Rusya’nın Eylül 2015’te Esad rejimine vermiş olduğu askeri destek sonucu güçlendirdiği Tartus ve Lazkiye üstlerini ve Suriye’deki Rus varlığını hatırlatalım. Kısaca Suriye çıkışlı olası doğal gaz boru hatlarının önündeki rekabet Eylül 2015’den itibaren fiilen Rusya’nın gölgesinde, ama mücadeleden yorgun bir Rusya’nın gölgesinde, sürüyor.

Günümüz koşullarında Akdeniz’de hesabını doğru yapan bir İsrail ve Türkiye var. Tel-Aviv ihraç için ayırdığı gazın bir miktarını Türkiye gibi büyük ve istikrarlı bir pazara-ve mümkünse buradan Avrupa’ya- yöneltmek; bu suretle de ileride Doğu Akdeniz-Avrupa gaz bağlantısında kendisine rakip olabilecek Mısır (Zohr Doğalgaz yatakları nedeniyle) ve İran’ı (Güney Pars Doğalgaz Yatakları nedeniyle) şimdiden bertaraf etmek istiyor. Ayrıca İsrail’in hâlihazırda Ürdün ve Mısır gibi ülkelere tedarik etmekte olduğu gaz miktarı Ortadoğu enerji piyasası içinde bir Ankara alternatifi kadar cazip görünmüyor. Türkiye’nin ise Rusya’dan gaz tedarik ettiği Batı hattı ve Mavi akım gaz anlaşmalarının süreleri 2020’lere doğru sona erecek, bu yüzden Ankara’nın kaynak çeşitlendirmesine gitmesi oldukça rasyonel bir davranış. Zaten Ankara ile Tel-Aviv arasında bir enerji anlaşması olması halinde İsrail gazının Türkiye’ye iletilmesinin mümkün olacağı en erken tarih olarak 2020 telaffuz ediliyor. Yukarıda zikrettiğimiz İsrail gazının tedarik edilmesi durumunda Ankara’nın Irak ve İran karşısında artacak pazarlık gücü, bu açıdan, Ankara-Moskova enerji ilişkisi açısından da geçerli olacak. İşin özü gaz da olsa, jeoekonomi çok ilginç yakınlaşma olasılıkları da önümüze serse kapıyı Türkiye-İsrail normalleşmesi açtı. Bakalım jeopolitiğin tetiklediği bu jeoekonomik kapıdan hangi aktörler geçebilecek.

Bu yazı 02.07.2016 tarihinde Star Gazetesinde yayımlanmıştır.

http://haber.star.com.tr/acikgorus/akdenizde-yeni-bir-enerji-isbirligi-mi-doguyor/haber-1122753

http://www.bilgesam.org/incele/2487/-akdeniz-de-yeni-bir-enerji-isbirligi-mi-doguyor-/#.XdwUHJMzYdU


***

4 Aralık 2019 Çarşamba

Doğu Akdeniz’de, Türk Kıta Sahanlığı Ve Münhasır Ekonomik Bölgesi Derhal İlan Edilmelidir!

Doğu Akdeniz’de, Türk Kıta Sahanlığı Ve Münhasır Ekonomik Bölgesi Derhal İlan Edilmelidir!


Yazan.
  Ümit Yalım 

23 Kasım 2018


Türkiye, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) gibi deniz yetki alanlarını belirleme konusunda geç kalıyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme hakkı var. Bu kapsamda Türkiye, 1986’da Karadeniz’de 200 millik Münhasır Ekonomik Bölge ilan etti. 
   2011’de de Doğu Akdeniz’de KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzalayan Türkiye bugüne kadar Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmedi. 

   1982 Türk Karasuları Kanunu’na göre Ege Denizi’ndeki karasularımız 6 mil, Karadeniz ve Akdeniz’deki karasularımız ise 12 mildir.
Türkiye’nin Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölgesini ilan etmemesinden istifade eden Avrupa Birliği sürekli olarak Kıta Sahanlığı haritaları yayınlıyor. AB, tüm resmi dokümanlarında Türk Kıta Sahanlığını kısıtlı olarak yayınlamaya devam ediyor. AB’nin yayınladığı haritalarda, Türkiye Ege ve Akdeniz’deki Anadolu kıyılarında dar bir alana hapsediliyor.
AB Kıta Sahanlığı haritalarındaki sınırları esas alan Yunanistan da sürekli olarak Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı sınırlarını gösteren haritaları yayınlıyor. Yunanistan, Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığını belirlerken ana kıtası ile Girit, Kerpe , Rodos ve Meis adalarından geçirdiği hattın güneyini esas alıyor. Yunanistan’ın yayınladığı haritalarda da Türkiye, Akdeniz’deki kıyı şeridinde dar bir alana hapsediliyor.
Türkiye’nin geç kalmasından istifade eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması imzaladı. GKRY’de Meis Adası’nı gerekçe göstererek Türk Kıta Sahanlığını yok sayıyor ve ihlal ediyor.
Doğu Akdeniz’de bu gelişmeler olurken Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile 21 Eylül 2011’de Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzaladı. Anlaşmanın koordinatları hakkında bilgi verilmedi. Anlaşma olumlu bir gelişme olmakla birlikte eksik kalmıştır. Anlaşmaya MEB Sınırlandırma Anlaşması da ilave edilmelidir.
Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından 04 Ekim 2018 günü yapılan basın açıklamasında, 02 Mart 2004 ve 12 Mart 2013 tarihli notalarla Birleşmiş Milletlere Kıta Sahanlığımızın dış sınırlarının bildirildiği ifade edilmiştir.
Ancak, BM’ye verilen 02 Mart 2004 tarihli notada sadece Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı doğu sınırının 32° 16’ 18’’ D boylamından geçtiğini vurgulanmış, Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı batı ve güney sınırının nereden geçtiğini deklare edilmemiştir.
BM’ye verilen 12 Mart 2013 tarihli notada da sadece Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı doğu sınırının 32° 16’ 18’’ D boylamından geçtiğini vurgulanmış, Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı batı ve güney sınırının nereden geçtiğini deklare edilmemiştir.

Çünkü Türk Kıta Sahanlığının batı sınırı içinde, Girit Adası güneyinde ve Yunan işgali altında olan 3 Türk adası var. Anılan adalar, Gavdos, Gaidhouronisi ve Koufonisi adaları olup 2004’den beri Yunan işgali altındadır.

ULUSLARARASI ANTLAŞMALAR VE BM DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİ’NE GÖRE DOĞU AKDENİZ TÜRK KITA SAHANLIĞI
30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması Md. 4, 5 ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması Md. 12’ye göre Yunanistan’a Girit Adası’nın sadece dörtte biri verilmiş, Girit Adası’nın etrafındaki 14 ada ile adacık ve kayalıklar Türk egemenliğinde kalmıştır. Lozan Antlaşması’ndan sonraki süreçte Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, Girit Adası üzerindeki haklarından fiili olarak feragat etmiş ve böylece Girit Adası’nın dörtte üçü aslına rücu ederek Türk toprağı olmuştur. Anılan Antlaşmalar ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi Md.76 ve Md.121’e göre Doğu Akdeniz’de, Türk Kıta Sahanlığının batı sınırı 33° 45’ 00’’ K enlemi ve  023° 20’ 00’’ D boylamından, doğu sınırı ise 33° 40’ 00’’ K enlemi ve  032° 16’ 18’’ D boylamından geçmektedir. Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı yaklaşık olarak 238.814 km2  dir.

Bugüne kadar Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı ve MEB Sınırları konusunda Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren ve Dr. Cihat Yaycı olmak üzere  iki Türk akademisyen tarafından harita yayınlanmıştır. Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in yayınladığı harita, Başeren’in 2004 yılında yayınladığı harita ile örtüşmüyor.
Başeren, 2004 yılında yayınladığı haritada Girit Adası’nın etrafındaki adaları Türk adası olarak göstermiş ancak daha sonra yayınladığı haritada Türk Kıta Sahanlığının batı sınırını Gavdos Adası’nın batısından geçirmesi gerekirken, Girit Adası’nın doğusundan geçirmiştir. Başeren’in hazırladığı Türk Kıta Sahanlığı 156.614 kmolup 78.200 kmeksiktir. Başeren, anılan haritayı revize etmeli ve eksikliği gidermelidir.
Dr. Cihat Yaycı da Türkiye ile Libya’nın karşılıklı sınırlarını esas alarak bir harita yayınladı. Yaycı’nın yayınladığı harita daha kapsamlı olmakla birlikte, Deniz Kuvvetlerinin haritası ile örtüşmüyor.
Deniz Kuvvetleri’nin haritasında Girit Adası’nın etrafındaki adalar Türk adası olarak gösterilmiştir. Yaycı, yayınladığı haritada Türk Kıta Sahanlığının batı sınırını Gavdos Adası’nın batısından geçirmesi gerekirken, Girit Adası’nın doğusundan geçirmiştir. Yaycı’nın hazırladığı Türk Kıta Sahanlığı 159.954 kmolup 74.860 kmeksiktir. Yaycı, anılan haritayı revize etmeli ve eksikliği gidermelidir.
İyon Denizi’nde ve Girit Adası bölgesinde bulunan hidrokarbon sahalarının araştırılması ve işletilmesi için ihale açan Yunanistan başlangıçta ihaleyi Girit Adası’nın batısı ile sınırlandırdı. Çünkü Yunanistan da Girit Adası güneyindeki sahanın Türk Kıta Sahanlığı olduğunu biliyor. Yunanistan, Türkiye’den tepki gelmemesi üzerine Girit Adası güneyindeki Türk Kıta Sahanlığını da parselleyerek satışa çıkardı.

TÜRKİYE NE YAPMALI ?
* Türkiye, Doğu Akdeniz’de, batı sınırı 33° 45’ 00’’ K enlemi ve  023° 20’ 00’’ D boylamından, doğu sınırı ise 33° 40’ 00’’ K enlemi ve  032° 16’ 18’’ D boylamından geçen 238.814 km2  lik Türk Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölgesini derhal ilan ve deklare etmelidir.
* Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması yapmalıdır.
* Kıbrıs Adası’nın batısında işgal edilen Türk Kıta Sahanlığına ve Girit Adası güneyinde Türk Kıta Sahanlığındaki bölgeye Sismik Araştırma Gemisi göndererek petrol ve doğalgaz arama çalışması yapmalıdır.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü,

Bilimsel Danışmanı



***

26 Eylül 2018 Çarşamba

Doğu Akdeniz’de Rus Savaş Filosunun Konuşlanması Ne Anlama Geliyor?

  Doğu Akdeniz’de Rus Savaş Filosunun Konuşlanması Ne Anlama Geliyor? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Suriye Krizi İzleme Merkezi
Doğu Akdeniz’de Rus Savaş Filosunun Konuşlanması Ne Anlama Geliyor?
Sabir Askeroğlu tarafından yazıldı.
11 Eylül 2013 Çarşamba















   21 Ağustos 2013’te Suriye’de kimyasal silahların kullanılması Suriye meselesini uluslararası alanda yeni bir boyuta taşımıştır. 

    ABD ve müttefikleri kimyasal silahların Esad rejimi tarafından kullanıldığını ileri sürerek, Şam’a yönelik uluslararası askeri müdahale kararını gündeme taşımışlardır. Bu süreç içerisinde  ABD başta olmak üzere İngiltere (askeri müdahale fikri parlamento tarafından reddedilmiş olmakla beraber) ve Fransa Doğu Akdeniz’de askeri güçlerini  artırmaya başlamıştır. 
Diğer taraftan kimyasal silahların Esad rejimi tarafından değil de isyancı güçler tarafından kullanıldığını savunan Rusya, müdahaleye karşı çıkmıştır. BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan Suriye’ye olası askeri müdahale uluslararası hukuka aykırı olacağını söyleyen Rusya, BM Güvenlik Konseyine gelen müdahale kararlarını da veto etmiştir.

Diğer taraftan BM kararı olmadan da müdahale yapılabileceğini düşünerek askeri varlığını artıran ABD ve müttefiklerine karşı Rusya’da Tartus limanının hukuksal 
imkânlarını kullanarak Suriye kıyılarında askeri filosunu artırmaya başlamıştır.

Esad rejimine karşı askeri operasyon yapmakta açık beyanda bulunan Batı ülkelerine karşı, Rusya’nın bölgede askeri varlığını artırmasının amacı 
konusunda soru işaretine neden olmaktadır.

Daha önce Rusya’nın Doğu Akdeniz’de bir “Neustraşimıy” firkateyni, üç “Şabalin” ve “Amiral Nevelskiy” “Peresvet”  isminde büyük savaş gemileri ve destek 
gemileri bulunurken, 3 Eylülde bir “Amiral Panteleyev”  denizaltı avcısı Tartus limanına ulaştıktan sonra Türk boğazlarından 1 SB-201 “Priazovye” istihbarat 
gemisi geçmiştir. Ardından büyük savaş gemileri olan “Minsk” “Novoçerkassk” ve “Nikolay Filçenkov” gönderilmiştir. Şuan Suriye kıyılarına doğru ilerleyen  
“Koramiral Kulikov” denizaltı savar gemisi ve bir "Moskva” füze kruvazörü söz konusudur. Ancak daha sonra Karadeniz Filosu Enformasyon Merkezi Başkanı 
Vyaçeslav Truhaçyov, Rusya Deniz Kuvvetleri 29 Eylülde Akdeniz’e “Yamal” savaş gemisini göndereceği açıklamıştır. Dolayısıyla Rusya bundan sonra da duruma göre Akdeniz’de bulunan askeri gücünü artırmaya devam etmesi beklenebilir.

Rusya bölgede bulunan askeri gücüne rağmen olası Suriye savaşında yer almayacağını açıklamaktadır. Moskova’nın Suriye’de savaşa doğrudan dâhil 
olmasının Rusya için taşıdığı büyük riskler vardır. Bu riskleri şu şekilde sıralayabiliriz.  

Birincisi Rusya bundan sonra Suriye’ye bulunan muhalif gurupları ve El-Kaide unsurlarını kendi üzerine çekmiş olacaktır. Söz konusu çatışma Ortadoğu 
bölgesinde olduğu gibi, Kafkasya üzerinden Rusya’nın içlerine kadar uzanacaktır. Konuyla ilgili Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Grigoriy Karasin Suriye’ye 
yönelik askeri müdahalen Kafkasları olumsuz etkileyeceği belirtmiştir.  Aynı şekilde Rusya karşısına Suriye’de muhalif güçleri destekleyen Arap ülkelerini de 
karşısına almış olacaktır. Rusya Suriye krizinin Müslüman nüfusa sahip Kuzey Kafkasya etkisini konusunda Rus yetkilileri şimdiden dillendirmeye 
başlamışlardır.

Rusya’nın savaşa dâhil olmasının ikinci olası riski ise gerek küresel gerek ise bölgesel boyutlarda ABD ve NATO üyesi ülkelerin askeri kapasitelerinin Rusya’nın askeri varlığından çok daha üstün olmasıdır. Dolayısıyla Rus askeri uzmanlarında dile getirdikleri gibi, Rusya’nın karşı tarafı dengelemek için yeterince güce sahip değildir. Rusya’nın olası çatışmaya dâhil olması ve ABD’nin saldırmak istemesi durumunda Rus donanmasının kısa bir zaman içerisinde ABD donanması tarafından ortadan kaldırılabileceği yorumu yapılmaktadır.

Diğer taraftan üst düzey Rus yetkilileri Rus donanmasının Suriye kıyılarında bulunmasının amacının bölgede istikrarın faktörü olduğunu söylemelerinin yanında Rusya’nın üst düzey askeri yetkililer ise, Doğu Akdeniz’de bulunan Rus donanmasının gerektiğinde denizaltılarla birlikte bölgede ortaya çıkabilecek 
askeri duruma ciddi etki yapabileceğini söylemiştir.  Bununla Rusya’nın artık güçlü bir şekilde bölgeye döndüğünü göstermeye çalışmaktadır. Moskova Suriye’de çatışmaya  girebileceğini ifade etmese de oyunun güçlü oyuncusu olduğunu dünyaya göstermeyi arzu etmektedir.

Rus donanmasını en önemli ve resmi olmayan amacı ise, NATO ittifakının Suriye’ye karşı askeri müdahalenin önüne geçmek olarak görülmektedir. Bölgeye savaş gemilerini artıran Rusya Batı güçlerinin Suriye’ye karşı müdahalesini caydırmaya çalışmasıdır.

Rus donanmasının niteliğine bakılacak olursa, belli konularda bazı amaçlarını tespit edilebilinir. Rusya Doğu Akdeniz’de bir istihbarat gemisine sahiptir. 
Dolayısıyla bölgede gerçekleşebilecek askeri faaliyetleri yakından takip etmesine imkânı bulmaktadır. Rus donanması radarları sayesinde ABD füzelerini 
ile ilgili elde ettiği bilgileri sadece Moskova’ya değil, Şam’la paylaşması durumunda ABD ve müttefiklerinin havadan olduğu gibi, denizden de olası 
saldırısına karşı Suriye hava savunma sistemlerinin ani karşılık verme kabiliyetini maksimuma çıkarmış olacaktır.

Rus donanmasının bölgedeki diğer bir muhtemel işlevi tank ve zırhlı araçlar dâhil olmak üzere askeri araç ve malzemelerin nakliyatı için de tasarlanmış olan 
savaş gemileri aracılıyla Suriye yönetimine silah sevkiyatı yaparak destek sağlamasıdır. S-300 Hava Savunma Sistemlerinin de söz konusu gemilerde 
olabileceği ihtimali Rusya’nın Suriye’ye bunların sağlanabileceği konusunda bir koz olarak kullanmaktadır. Dolayısıyla Rusya bununla Suriye krizinde güç 
dengesini değiştirebilme yeteneğini elinde bulundurmaktadır. Buda Rusya’ya pazarlık yapabilmesi için olanak yaratmaktadır.

Rus donanmasının Doğu Akdeniz’de bulunmasının amacı doğrudan müdahaleler den kaçınarak dolaylı yollarla bölgede güç dengesini bir anlamda dengeleme ye çalışmakla birlikte, Suriye’ye gemileri aracılıyla radar görevini üslenmek ve gerektiğinde de silah sevkiyatını gemiler üzerinden sağlayarak ülkedeki  çıkarlarını korumaya çalışmaktır.

Sonuç

Moskova, Suriye krizi boyunca özellikle Libya Krizinde BMGK’da attığı adımların nasıl kendisini süreç dışında bıraktığını görerek Batı politikalarına karşı bir 
direnç çizgisi geliştirmiştir. ABD’nin değişik nedenler ile Suriye’ye askeri müdahale konusunda hevesli olmaması bir yandan Suriye’nin Rusya için taşımış 
olduğu stratejik değer diğer yandan, Suriye konusunda Rusya’yı çok önemli bir aktör haline getirmiştir. Moskova en son yaptığı Esad’ın kimyasal silahları 
uluslararası denetime açması teklifi ile ABD’nin askeri müdahaleden vazgeçmesi gibi bir sürecin önünü açarken, hem kendisi hem de Esad rejimi için önemli bir 
zaman kazanmıştır. Uluslararası ilişkilerde “zaman” stratejik unsurlardan birisidir. 

Önümüzdeki süreç Moskova-Şam-Tahran hattının bu zamanı nasıl 
kullanacağını gösterecektir.

Uzman Hakkında
Sabir Askeroğlu
Rusya Slav Araştırmaları Merkezi
sabiraskeroglu@gmail.com 

Rusya Rusya'nın Dış Politikası
Uzmanın Diğer Yazıları

  Türk-Rus İşbirliğinin Moskova İçin Önemi 
  Rusya’ya Karşı “Anakonda” Stratejisi  
  Asya-Pasifik’te Rus-Japon Yakınlaşması  
  Türk-Rus İlişkilerinin Krizi: Jeopolitik Rekabetin Sonucu 
  Suriye Satrancında Rusya Hamlesi 
  Rusya Ekonomisi Dibe mi Vuruyor? 
  Ankara-Moskova Krizinin Olası Sonuçları? 
  Moskova’dan Rus Uçağının Düşürülmesine İlk Tepkiler 
  Putin’in Yeni Suriye Hamlesi 
  Orta Doğu İçin “Putin Planı” 
  İran Nükleer Anlaşması ve Rusya’nın Çıkarları 
  Putin Esad’a Olan Desteğini Geri Mi Çekiyor? 
  Rusya-Çin Stratejik İşbirliği: Yeni Kıtasal İttifak Mı? 
  Rusya’nın Yemen Politikası ve Yeni Orta Doğu Diplomasisi 
  Ukrayna’da Savaş Alarmı: Kiev, Minsk Mutabakatını Bitirdi 
  Rusya’da Muhalif Liderin Öldürülmesi Ne Anlama Geliyor? 
  Batı’nın Rusya’yı Bitirme Stratejisi 
  Kuzey Kafkasya'da Terör Sorunu: Çeçenistan Saldırıları 
  Rusya'nın IŞİD Politikası 
  Ukrayna Krizine Diplomatik Çözüm Arayışları 
  Ukrayna'nın Yeni Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko Kimdir? 
  Nihai Parçalanmaya Giden Ukrayna 
  Ukrayna Krizi’nde Son Durum ve Rusya’nın Müdahale Olasılığı 
  Kırım’ın Rusya Tarafından İlhakının Arkasındaki Beyin: Vladislav Surkov 
  SSCB Yeniden Mi Doğuyor? 
  Ukrayna Neden Karıştı? Rusya-Batı Arasında Jeopolitik Çekişme 
  Kırgızistan’da Rusya ve ABD’nin Üsler Mücadelesi 
  İran-ABD Yakınlaşmasının Rus Dış Politikasına Etkileri 
  Doğu Akdeniz’de Rus Savaş Filosunun Konuşlanması Ne Anlama Geliyor? 
  Putin’in Azerbaycan ile Jeopolitik Pazarlığı 
  Rus Kaynaklarında Mısır Darbesinin Perde Arkası 
  Rus Kaynaklarına Göre Türkiye’nin Suriye Politikasını Belirleyen Faktörler 
  Rus Kaynaklarının İddiası: Türk Ordusu Suriye Sınırını Geçti 
  Rusya Suriye’de Neden Direniyor? 
  Türkiye’nin Kafkasya Politikasına Moskova’nın Bakışı 
  Rusya’nın Çin Politikasında Stratejik Araçlar 
  Berezovskiy’nin Ölümü Putin’in Zaferi mi? 
  Rusya’nın Milli Güvenlik Sorunu: Avrupa Füze Savunma Sistemleri 


 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 
Yazılım & Tasarım: FemaBilişim
  
http://www.21yyte.org/arastirma/suriye-krizi-izleme-merkezi/2013/09/11/7205/dogu-akdenizde-rus-savas-filosunun-konuslanmasi-ne-anlama-geliyor


***

3 Mart 2017 Cuma

Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar


Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar


Yazar: Muhittin Ziya Gözler,


Doğu-batı uzunluğu yaklaşık 4000 km, kuzey-güney genişliği de tahminen 750 km, yüzölçümü 2,9 milyon km2, ortalama derinliği de 1400 metre olan Akdeniz, Tunus’un Bon Burnu ile Sicilya Adası ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hatta göre Doğu ve Batı Akdeniz olarak iki bölgeye ayrılmıştır.Mısır, Fenike, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinin yüzyıllarca hüküm sürdüğü, Venedik ve Ceneviz’lerinseferler yaptığı bu iç denizde son dönemlerde neler cereyan etmektedir? Ortadoğu’da sözde din, mezhep ve toprak savaşlarının yaşandığı, devam ettiği bu medeniyetler denizinde,Ortadoğu karasında olduğu gibi çıkar kavgaları hüküm sürmektedir. Bu çıkar, enerji yataklarına sahip olarak Ortadoğu (Mezopotamya-Bereketli Hilal) ve Doğu Akdeniz’e hâkim olmak meselesidir.Doğu Akdeniz’e sınırı olan Türkiye, Suriye, Lübnan, Filistin (Gazze), İsrail, Ürdün, Kıbrıs ve Mısır son dönemde akıbeti meçhul bir kavganın içine itilmişlerdir. Doğu Akdeniz’in Süveyş Kanalı ile Asya’ya açıldığını da unutmamak gerekir. Dünya ticaretinin %30’u, Avrupa’nın petrol ihtiyacının %70’i Akdeniz üzerinden yapılmaktadır.Süveyş Kanalı ve Sumed boru hattı ile de günde toplam 4,5 milyon varil ham ve işlenmiş petrol taşınmaktadır.

Ülkeyi yönetenlerin hemen her konuda olduğu gibi ülkenin bağımsızlığını ilgilendiren konularda daha bir özenle ve dikkatle bilime ve bilim adamlarının fikirlerine, önerilerine uygun hareket etmeleri gerekmektedir. Türkiye’nin ve milletin menfaatleri söz konusu olduğunda karşı ülkenin ne soyu, ne dini, ne de gücüne karşı zayıflık gösterilmemelidir. Bilim ve uluslararası kurallar neyi öngörüyorsa ona göre hareket edilmelidir. İşte Akdeniz ve Adalar Denizi’nde Türk Devleti’nin hakları ve Marmara Denizi ile ülkenin bütününde etkili olan depremler konusunda Jeoloji ve Jeofizik bilimine ve bu konuda ciddi çalışmalar yapan bilim adamlarının görüşlerine itibar edilmelidir.

Deniz Hukuku

Doğu Akdeniz’e sınırı olan ülkelerin mevcut petrol ve doğalgaz yatakları üzerinde hak iddia ederek meseleyi bir kan davası haline çevirmelerinin yanlış olduğunu ve dünyayı bir krize sürüklememeleri için uymak mecburiyetinde oldukları uluslararası hukuk kurallarına kısaca değinerek konuyu açıklamaya çalışalım. Denizlere sahildar olan tüm ülkeler Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) uymak mecburiyetindedirler. Deniz Hukuku konusunda 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi; Açık Deniz, Kara Suları Bitişik Bölge ve Kıta Sahanlığı, Balıkçılık ve Açık Deniz Canlı Kaynakları’nın Korunması Sözleşmeleri’nden meydana gelmiştir. Türkiye bu sözleşmeyi kabul etmemiştir. 1960 yılında Cenevre’de toplanan BM İkinci Deniz Hukuku Konferansı’nda karasularının genişliği konusu ele alınmış ama karara bağlanmadan konferans sona ermiştir. Ne var ki, geçen zaman içinde uluslararası ilişkiler, bilimsel ve teknolojik konulardaki gelişmeler, denizlerdeki kaynaklarla ilgili olarak hak talepleri, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kavramları ve deniz hukukundaki yeni düzenleme istekleri karşısında III. BMDH Konferansı yapılmış ve yeni bir sözleşme ortaya konmuştur. Bu sözleşme 10 Aralık 1982’de imzaya açılmış ve 119 devlet tarafından imzalanmıştır. Bu sözleşmede yer alan bazı maddeler aynen şöyledir:‘’Madde 3/ Karasularının genişliği: Her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu Sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez. Madde 55/ Münhasır ekonomik bölgenin özel hukuki rejimi:Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) karasularının ötesinde ve bu sulara bitişik bir bölge olup işbu kısımda belirlenen özel hukuki rejime tabidir ve rejim gereği sahildar devletin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestlikleri işbu Sözleşmenin ilgili maddeleriyle düzenlenmiştir.Madde 56/ Münhasır ekonomik bölgede sahildar devletlerin hakları, yetkisi veya yükümlükleri:1. Münhasır ekonomik bölgede sahildar devletin aşağıdaki hak, yetki ve yükümlülükleri vardır.a) Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, işletilmesi muhafazası ve yönetimi konuları ile aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgârlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar.b) İşbu Sözleşmenin ilgili hükümlerine uygun olarak;suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma;denize ilişkin bilimsel araştırma yapma;  deniz çevresinin korunması ve muhafazası; konularına ilişkin yetki.c) İşbu sözleşmede öngörülen diğer hak ve yükümlülükler.2. Münhasır ekonomik bölgede sahildar devlet, işbu Sözleşme uyarınca haklarını kullanırken ve yükümlülüklerini yerine getirirken, diğer devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini gerektiğişekilde göz önünde bulunduracak ve işbu Sözleşme hükümleriyle bağdaşacak biçimde hareket edecektir.3. İşbu maddede deniz yatağına ve bunların toprak altına ilişkin olarak belirtilen haklar, VI Kısma uygun olarak kullanılacaktır.Madde 57/ Münhasır ekonomik bölgenin genişliği:Münhasır ekonomik bölge, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milinin ötesine uzanmayacaktır.Madde 76 Kıta sahanlığının tanımı: 1- Sahildar bir devletin kıta sahanlığı, karasularının ötesinde kıta kenarının dışeşiğine kadar veya bu eşik daha az bir mesafede ise, karasularının ölçülmeyebaşlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye olan kısımda, bu devletinkara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı vetoprak altlarını içerir.2- Kıta sahanlığı 4. ila 6. paragraflarda öngörülen sınırların ötesineuzamayacaktır.3- Kıta kenarı sahildar devletin toprak kitlesinin su altındaki uzantısıdır; kıta kenarı, kıta sahanlığının, yamacının ve yüksekliğinin deniz yatağı ve toprak altından oluşur. Kıta kenarı ne sıradağları ile birlikte derin okyanus tabanlarını ve ne debunların toprak altlarını içerir.Madde 77/ Kıta sahanlığı üzerinde sahildar devletin hakları: 1- Sahildar devlet, kıta sahanlığı üzerinde araştırmada bulunmak ve buranın doğal kaynaklarını işletmek amacı ile egemen haklar kullanır. 2- 1. paragrafta öngörülen haklar şu anlamda münhasırdır ki, sahildar devlet kıta sahanlığında araştırmada bulunmadığı veya buranın doğal kaynaklarını işletmediği takdirde hiç kimse, sahildar devletin açık rızası olmadan bu çeşit faaliyetlere girişemez.’’



Türkiye bu sözleşmeyi de karasularının genişliği ve deniz hukuku anlaşmazlıklarında mahkemelerle ilgili düzenlemelerden dolayı imzalamamıştır. Aslında ‘’DENİZLER KANUNU’’ olarak kabul edilmesi gereken BMDHS ne yazık ki, ABD, Rusya, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Japonya tarafından kendi haklarının ihlali şeklinde yorumlanmıştır. Bu sözleşmenin deniz ve okyanuslara sahildar gelişmekte olan ülkelerin haklarını daha çok gözettiği ileri sürülmüş ve sözleşmenin XI. Kısmının uygulamasına yönelik olarak 1994’de Uygulama Anlaşması gündeme getirilmiştir. Diğer taraftan ülkeler arasındaki uyuşmazlıkların nasıl çözüleceği konusu BMDHS’nin 280,281 ve 287. Maddelerinde belirtilmiştir. Mesela 287. Maddede uyuşmazlık yerleri şöyle belirtilmiştir: ’’EK VI’e göre kurulmuş olan Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı,  EK VII uyarınca oluşturulan Ad Hoc Tahkim Divanı, EK VIII’de belirtilen uyuşmazlık kategorilerinden bir veya daha fazlası için EK VIII hükümleri uyarınca oluşturulan özel Tahkim Divanı.’’

Akdeniz’in Jeolojik Yapısı ve Hidrokarbon İmkânları

Doğu Akdeniz’in jeolojik özelliklerini kısaca anlatarak bu denizin hidrokarbon yatakları bakımından zengin olup olmadığını açıklamaya çalışalım. Permiyen döneminde (290 milyon yıl önce) yerküremiz Pangea adı verilen tek bir kara parçası ile Pantalassa denilen bir okyanustan ibaretti. Daha sonraki milyonlarca yıllarda Pangea parçalanarak Lavrasya ve Gondvana kıtaları ve aralarında Tetis Okyanus’u meydana gelmiştir. Daha sonra bu kıtalar da parçalanmış, 65 yıl önce Atlantik Okyanus’u açılmış ve Akdeniz bugünkü halini almaya başlamıştır. Doğu Akdeniz’in güncel tektoniği doğrudan Afrika ve Avrasya levhalarının çarpışmasıyla ilgilidir.Doğu Akdeniz Havzası’ndaki tektonik hatlar Kıbrıs-Ege Yayı, Anaximander ve Eratostenes deniz altı yükselimleri, Nil Deltası, Herodot,  Leviathan (Levant) Havzaları ve kuzeyde Antalya-Mersin-İskenderun Havzalarıdır. Doğu Akdeniz Havzası, Neotetis’in bir parçasıdır. Bu havza mevcut yapısını Geç Miyosen sonrasındaki deniz seviyesinin yükselimi ile kazanmıştır. Prof. Dr. A.Okay havzanın jeolojik ve tektonik yapısını şöyle özetlemiştir. ’’1.Doğu Akdeniz’in güneyinde yer alan Levant ve Herodot havzalarının altında muhtemelen okyanusal bir kabuk yer alır. 2. Doğu Akdeniz okyanusal litosferi Triyas veya Jura yaştadır veNeo-Tetis okyanusunun bir parçasını oluşturur.3. Doğu Akdeniz Sırtı, Doğu Akdeniz okyanusal litosferinin kuzeye doğru yitilmesi sürecinde oluşmuş devhasal bir eklenir prizmadır. 4. Kıbrıs’ta Beşparmak Dağları Toroslar’ın güney ucunu, MesoryaHavzası bir “yay-önü” havzayı, Trodos ise Kretase yaşta bir Tetis ofiyolitini temsil eder. 5. Kıbrıs, Anadolu ile Afrika levha sınırının hemen kuzeyinde Anadolu levhası içinde yer alır. Levha sınırı transform ve dalmabatma tipindedir. 6. Kıbrıs güneyde Eratostenes denizaltı adası ile çarpışmaktadır.’’



Bu havzada hidrokarbon kaynakları konusunda Prof. Dr. A. Ercan’ın fikirleri şöyledir: ’’Doğu Akdeniz’e bakınca, Güney Ege Yayı (Mora-Girit-Rodos-Fethiye boyu) güneyi ile Kıbrıs Yayı güneyi, kuzeydeki (Kıbrıs-Türkiye arası) yay ardına göre daha umutludur. Dalma-batma kuşakları boyunca benzer oluşumlara bakılınca, en bol yeryağı (petrol) olabilecek yerler, Girit ile Mısır-Tunus-Libya arası, Kıbrıs güneyi ile Mısır-İsrail-Lübnan arasıdır. Anadolu kıyılarıyla Kuzey Kıbrıs arasındaki alanlar yay ardı olması nedeniyle göreceli olarak yeryağı için az verimli ya da kısırdır. Kıbrıs dolayında yeryağı için uygun olan kesimler, kuzeyde, Kıbrıs-Anamur-Mersin arasında Mersin çanağı, Karpaz dağları ile Hatay-Suriye arasında Latakya-İskenderun çanağı, batı Kıbrıs’la Antalya koyu arasında Antalya çanağı, Kıbrıs’ın batısında Teke Derin Deniz Çanağı, Kıbrıs’ın orta güneyinde Baf Çanağı, doğusunda Levant çanağı ve Mısır-Kıbrıs arasında Nil Çatalağzı Çanağıdır.’’

Doğu Akdeniz’de bulunan kıtasal çökeller  (I. ve II. zamana ait) içinde bulunan hidrokarbonlu bileşikler çökelmekte olan genç tortul tabakaların içine göç etmişlerdir. Daha sonra çökelen tuz tabakaları petrolün yüzeye ulaşmasını engellemiştir. Bu tabakalar Kuzey Afrika, İran ve Irak’taki tabakalarla aynı özelliklere sahiptir. Havzada halen devam etmekte olan bir tektonik hareketlik mevcuttur. Netice olarak Levant, Nil ve Herodot Havzaları ikinci zamanda tektonik bir deformasyon uğramış pasif kıta kenarları olarak ifade edilmektedir. Adana-Mersin-Antalya, İskenderun-Lazkiye ve Mesarya-Güzelyurt Havzaları da hidrokarbon oluşumuna uygun havzalar olarak kabul edilmektedir. Herodot Havzası’nda Oligosen, Miyosen, Pliyosen ve Pleyistosen kumtaşlarında, Levant Havzası’nda Orta Miyosen, Erken Pliyosen yaşlı şeyller ve kumtaşları içinde hidrokarbon kaynaklarına rastlanmıştır.Yapılan çalışmalar neticesinde Levant, Herodot ve Nil Deltası’nda şimdilik belirlenen toplam doğalgaz miktarı 13,2 trilyon m3,LNG (sıvılaşmış doğalgaz) 9 trilyon m3, petrol ise 3,5 milyar varildir.(Harita.1)

İsrail’in Tamar Sahası’nda 2009 yılında Noble Enerji’nin yaptığı çalışmalar neticesinde 235 milyar m3 doğalgaz rezervi bulduğu bilinmektedir. 2010 yılında Levant Sahası’nda 450 milyar m3 doğalgaz bulduğunu ayni şirket açıklamıştır(İsrail’in yıllık doğalgaz ihtiyacı 5 milyar m3 civarındadır).USGS’in raporlarında Levant Havzası’nda 1,7 milyar varil kurtarılabilir petrol ve 3,5 trilyon m3 (122 trilyon feet küp) kurtarılabilir doğalgaz bulunmaktadır. Nil Deltası’nda 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon m3 (223 trilyon feet küp) doğalgaz, Herodot Sahası’nda 3,5 trilyon m3 doğalgaz, ayrıca Levant’ da 3 trilyon m3, Nil Deltası’nda 6 trilyon m3 LNG bulunmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 17 Şubat 2003’de Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnanve 17 Aralık 2010’da İsrail ile MEB anlaşmaları imzalamıştır (Lübnan Parlamentosu anlaşmaya izin vermemiştir). 26 Ocak 2007’de GKRY Kıbrıs Adası’nın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsatı belirlemiş (H.2)(yaklaşık 70.000 km2) ve 12 numaralı sahada (Afrodit Sahası) 24 Ekim 2008 tarihinde merkezi Teksas’ta bulunan ABD’li Noble Enerji şirketine sismik ve sondaj çalışmaları yapması için gereken izinler verilmiştir. (H.3)Bu sahalardan 1-4-5-6-7 nu. lu ruhsat alanları Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı alanları ile de çakışmaktadır. (H.4)Sondaj faaliyetleri sonrası bu sahada 200 milyar m3 doğalgaz bulunmuştur (GKR kesiminin yıllık doğalgaz ihtiyacı 1 milyar m3 civarındadır). GKRY’nin KKTC ve Türkiye ile hiçbir şekilde Doğu Akdeniz’deki kaynaklarla ilgili olarak görüşmelerde bulunmaması uluslararası deniz hukukuna tamamen aykırıdır. Ne var ki, durumun böyle olduğunu bilen batılı ülkelerde kendi menfaatleri için bu hukuksuzluğa göz yummuşlardır. 22 Eylül 2011’de KKTC Bakanlar Kurulu Akdeniz’de TPAO’na arama ruhsatı vererek bu bölgede kendi hakları olduğunu ilan etmiştir. 26 Eylül 2011’de Piri Reis Gemisi ruhsat alanlarında sismik faaliyetlere başlamıştır. 2 Kasım 2011’de de KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanlığı ile TPAO arasında ’’Petrol Sahası Hizmetleri ve Ürün Paylaşımı’’ sözleşmesi imzalanmıştır. İşte bu girişimlerden sonra TPAO ile Shell arasında ruhsat alanları ile ilgilişu anlaşma yapılmıştır. ’’Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ile Shell Upstream Turkey BV arasında, 23 Kasım 2011 tarihinde, Akdeniz Bölgesi Antalya deniz alanlarındaki AR/TPO-XVI/4154, AR/TPO-XVI/4319 ve AR/TPO- XVI/4320 no’lu Arama ruhsat alanlarını kapsayan bir Ortak İşletme Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma kapsamında hisse oranları %50 TPAO, %50 Shell şeklinde olacaktır. Minimum İş Programı kapsamında, masrafları %100 Shell firması tarafından karşılanmak üzere yürütülecek sismik çalışma yer almaktadır. Bu yükümlülük 31 Aralık 2013 tarihine kadar tamamlanacaktır. 1 Ocak 2014 tarihinde başlayıp, 31 Aralık 2016 tarihinde sona erecek İkinci Arama Dönemi’ne geçildiği takdirde tüm masrafları Shell’e ait olmak üzere 1 kuyu açılacaktır. Shell, Minimum İş Programı kapsamındaki yükümlülüklerini garanti etmek amacıyla Teminat Mektubu verecek ve imza ikramiyesi ödeyecektir. Yukarıda bahsedilen Arama Dönemleri süresince, Operatör Shell olacaktır. Ancak, Birinci Arama Dönemi’nde gerçekleşecek sismik program süresince operatörlük görevi TPAO tarafından yürütülecektir. Anlaşma kapsamındaki üretim paylaşımı taraflarca belirlenen R-faktör mekanizmasına göre yapılacaktır. ‘’



Türkiye ve KKTC, MEB ve Kıta Sahanlığı konusunda GKRY, İsrail ve hatta Mısır’ın BMDHS’ni ihlal etmeleri karşısında artık pek pasif davranmamalıdır. Hamleye karşı hamle her zaman doğru bir davranıştır. GKRY’nin Mavi Marmara olayından sonra İsrail ile MEB anlaşması imzalaması manidar değil midir? Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları ırkçı siyasi anlayışlara alet edilmemelidir. Uluslararası hukukun öngördüğü ilkeler çerçevesinde mesele çözüme kavuşturulmalı, halklar savaş dikeninin üzerinde oturtulmamalıdır. Bu kaynakların paylaşımı ne kadar önemli ise kaynakların batıya taşınmaları da o kadar önemlidir. Kıbrıs açıklarına kurulacak doğalgaz platformları ve LNG terminallerinin maliyetlerinin çok yüksek olması ve de denizden boru hatlarıyla Yunanistan’a taşınmasının (tahminen 1000 km) maliyetlerinin yanı sıra teknik açıdan da problemli olması sebebiyle mümkün görülmemektedir. Kaynakların İsrail üzerinden Arap boru hatları vasıtasıyla iletilmesi ise bugün için dünya durdukça mümkün olmayan bir öneri olarak görülmektedir. İsrail’in MEB konusunda Lübnan ile anlaşmazlığı BM tarafından kısa zamanda çözülemeyecek gibi görülmektedir. İsrail’in aslında Filistin’e ait olan bu sahalardaki hidrokarbon kaynaklarını kaptırmamak için Filistin ve Gazze’ye şiddet uyguladığını bütün dünya bildiği halde ses çıkarmaması batının niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi ile zayıflatılmak istenmesi, Musri’nin 2003 yılında GKRY ile imzalanan MEB anlaşmasını 2013’de fesh etmesi, İsrail’in Mavi Marmara baskını ile Filistin’e baskılarını artırması ve bu baskın ile Türkiye’ye gözdağı verilmek istenmesinin altında iki önemli sebep vardır:1. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına sahip olmak, 2. Doğu Akdeniz’e hâkim olmak. Olaylar hangi yönde cereyan ederse etsin, Doğu Akdeniz petrol ve doğalgaz kaynaklarının eninde sonunda Türkiye üzerinden batıya taşınacağı unutulmamalıdır.

Doğu Akdeniz’in Önemi

   Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı D.Hristofyas’ın 26 Haziran 2012’de Kıbrıs Üniversitesinde yaptığı konuşma Rum’ların Kıbrıs’ı ve Doğu Akdeniz’deki kaynakları nasıl kendi malları gibi gördüklerini açıkça göstermektedir. ‘’ … Münhasır Ekonomik Bölgemizde doğalgaz bulunmasından sonra dünya enerji haritasında Kıbrıs'ın rolünün yükselmesi artık şüphe duyulmayan bir gerçektir. İkinci tur izinlere, aralarında Fransa, ABD, Rusya, Güney Kore, Malezya, İtalya ve Avustralya'nın bulunduğu 14 ülkeden 15 şirket ve ortaklığın yaptığı toplam 33 başvuru ile gösterilen yüksek uluslararası ilgi de bu durumun bir sonucudur. Hem ülkemizin büyük ve uzun yıllar sürecek ekonomik kalkınması açısından, hem de küresel enerji sisteminde ve Avrupa enerji pazarında oynayabileceğimiz rol açısından önümüzde yeni perspektifler açılmakta ve yeni bir dinamizm yaratılmaktadır. Yerli doğalgaz yatakları: Özünde Kıbrıs'ın ekonomik ve toplumsal kalkınmasının temel önkoşulu olan enerji açısından otonomluğuna katkıda bulunmaktadır.

Ülkemizin AB için yeni bir enerji kaynağını teşkil etmesini sağlayarak, ülkemizi büyük uluslararası petrol ve doğalgaz ağlarına sokmaktadır. Kıbrıs'ın bölgesel bir enerji merkezi olmasının önkoşullarını yaratmaktadır. Önümüzde açılan bu perspektiflerin doğru değerlendirilmesi için stratejik planlama ve iyi planlanmış adımlar gerekmektedir. Hükümet enerji politikasını şu üç boyuta yatırım yaparak çizmiştir: Ülkemizin jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik rolünün korunması. Avrupa'nın doğalgaz enerji ihtiyaçlarının karşılanması için üçüncü bir koridor yaratılarak Avrupa'nın enerji ikmalinin güvenliğinin arttırılması.  Enerji sistemimize doğalgazın ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının girmesiyle Kıbrıs'ın enerji sentezinin farklılaştırılması ve aşamalı olarak enerji konusunda kendine yeterli hale gelinmesi.

En yüksek hedefi, çevre bölgeden enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara gidişi için toplanması, işlenmesi, geçişini veya transit geçişini güçlendirilmesi için Kıbrıs’ın bölgesel bir enerji merkezi olarak güçlendirilmesini hedef alan bu enerji politikamızın hayata geçirilmesinin iki temel önkoşulu vardır: Gerekli enerji altyapılarının geliştirilmesi ve yeni kurumların yaratılması. Enerji altyapıları hem yerli hidrokarbon yataklarının değerlendirilmesi, hem de Doğu Akdeniz'de bulunan veya bulunması beklenen yatakların değerlendirilmesi için şarttır. Unutmayalım ki, ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin değerlendirmelerine göre, güneydoğu Akdeniz'de bulunan Levantini havzası yaklaşık olarak 1,68 milyar varil petrol ve 122 trilyon ayak küp doğalgaz içermektedir. Anlıyorsunuz ki Doğu Akdeniz'deki deniz sahasında bulunan bugün tasdik edilmiş hidrokarbon yatakları ve gelecekteki hidrokarbon yatakları keşiflerinin bölgeyi temel bir enerji tedarikçisine dönüştürmesi mümkündür… Politikamızın hayata geçirilmesi yönünde önemli bir çalışma da Kıbrıs'a doğalgaz nakli için denizaltı boru hattının inşası ve elektrik enerjisi üretimi amacıyla kabloların denize yerleştirilmesi aracılığıyla Kıbrıs-Yunanistan-İsrail üçgeninin kurulmasıdır.’

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde Türk Devleti’nin resmi görüşleri şöyledir: ’’ Nu: 181, 5 Ağustos 2011, GKRY'nin Doğu Akdeniz'de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Hk. Uluslararası hukuk, yarı kapalı bir deniz olan Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı veya münhasır ekonomik bölge sınırlandırmalarının, ilgili ülkeler arasında ve tüm tarafların hak ve çıkarları gözetilerek, hakça yapılmasını amirdir. Bununla birlikte GKRY, uluslararası hukukun hilafına ve üçüncü tarafların haklarını ihlal ederek, 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki ülkelerle deniz yetki alanlarını sınırlandıran ikili anlaşmalar yapma gayretlerini sürdürmüş, ayrıca petrol/doğal gaz arama faaliyetlerinde bulunmuştur… Kıbrıs Adasının güneyinde önümüzdeki Ekim ayı başında fiilen sondaj çalışmalarına başlanılacağına yönelik son dönemde çıkan haberler ve yapılan resmi açıklamalar ışığında, bazı hususlara tekrar dikkat çekilmesinde fayda bulunmaktadır. Kıbrıs Rum tarafı tek yanlı olarak tüm Ada adına, Ada’nın bütününe ait olan doğal kaynaklar konusunda söz söyleme, girişim yapma ve/veya anlaşma imzalama hak ve yetkisine sahip değildir. Bu tür yasal dayanaktan yoksun faaliyetler, Ada’da ve bölgede gerginlik yaratmakta, kurucu halk olan Kıbrıs Türklerinin Ada’nın doğal kaynaklarından eşit şekilde yararlanma hakkına halel getirmekte, halen devam etmekte bulunan görüşmeler sürecine zarar vermektedir… Uluslararası toplumun, Kıbrıs Rum tarafının, Kıbrıs Türk tarafının Ada’nın doğal kaynaklarından eşit olarak faydalanma hakkını gasp etmeye yönelik bu girişimlerine prim vermemek için sorumlulukla hareket etmesi gerekmektedir.Uluslararası Güvenlik Formu Lefkoşa Direktörü Y.Leventis’in ‘’Sıcak Sularda Kontrolü Sağlamak: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Hidrokarbon Egemenliği Hedefleyen Tavrı’’ adlı makalesinin şöven bir zihniyeti apaçık yansıtmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na hakaret eden bu zatın makalesinin yayınlanması da başka bir zaaf değil midir? Küstah olan sizler değil misiniz? Küstah, şımarık ve korkaklarla bin yıldır mücadele ediyor bu devlet…’’…Kıbrıs’ın 12. Parselinin elli kilometre kadar ötesinde de Noble Energy’nin sondaj yapmakta olduğu, tahmini olarak on altı trilyon ayak küp gaz bulunduran İsrail’in zengin gaz alanı Leviathan yer alıyor. Kıbrıs-İsrail denizlerinin kesişme noktasındaki gaz rezervlerinin önemi İsrail Hükümet Başkanı’nın Lefkoşa’ya ilk kez yaptığı ziyarette vurgulandı. Benjamin Netanyahu,16 Şubat 2012 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bir günlük bir ziyarette bulundu. Bazı siyasi gözlemciler, Türk tehditleri karşısında henüz tomurcuklanmasına karşın hızla genişleyen bir savunma işbirliğinden de söz etseler de, Netanyahu’nun ana gündem maddesini enerji işbirliği oluşturuyordu..Birincisi, merkezi Teksas’ta bulunan Noble Energy, keşfi 2011 Kasım ayında duyurur duyurmaz, ABD Dışişleri Bakanlığı, genel anlamda daha geniş bir bölgede, özel olarak ise Kıbrıs’taki enerji konusuna verdiği önemin yansıması olarak Enerji Kaynakları Bürosunu (ENR) oluşturdu. Yeni kurulan ENR’nin bölgesel sorumlusu olan Karen Enstrom, Lefkoşa’daki ABD Büyükelçiliği’nde, ABD’nin enerji alanında Akdeniz, Güney Avrupa ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler konusundaki diplomatik ilişkilerle ilgili genel merkezini oluşturmakla görevlendirildi… Öte yandan Türkiye, ‘hidrokarbon hegemonu’ kılığında sadece inatla tanımamakta ısrar ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti değil, 1960’lara kadar dayanan nafile çabalarla katılmaya çalıştığı kulüp olan Avrupa Birliği’ne karşı da kışkırtıcı tehditler yayınlıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kıbrıs’a ‘yarım ülke’, AB’ye ise ‘sefil bir birlik’ diye hitap ediyor. Dil sürçmesi mi yoksa adayla ilgili değişmez Türk algısının samimi bir itirafı mı? Bunu Gül’ün bir dil sürçmesi olarak kabul etsek bile gerçeği yansıtıyor. Gül’ün yorumları, özellikle de Londra’daki resmi bir ziyaretin (23 Kasım 2011) sonunda dile getirildiği için, hiç de hayra alamet görünmüyor. Birleşik Krallık uzun zamandan beri Türklerin ‘sefil’ Avrupa Birliği’ne tam katılımının mükemmel savunucusu olagelmiştir. Neden acaba? AB’yi daha da sefil yapmak için mi? İngiliz Başbakanı David Cameron Kıbrıs cephesine yönelik herhangi bir demeç vermek yanında Gül’ün AB ile ilgili küstah ifadelerine karşılık vermekten ilginç bir şekilde kaçındı.’’

Ülkemiz ve KKTC bölgedeki meşru hak ve çıkarlarını korumak amacıyla uluslararası hukuka uygun şekilde bundan böyle de diplomatik ve siyasi kanallardan girişimlerini sürdüreceklerdir. Türkiye’nin ve KKTC’nin bu maksatla gereğine tevessül edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Beklentimiz kapsamlı çözüm görüşmelerinin sürdüğü bir ortamda görüşmeleri raydan çıkarabilecek, bölgede gerilimi yükseltebilecek, oldu-bittiler yaratmaya matuf tek yanlı girişimlerden önemle kaçınılmasıdır.’’

Dışişleri Bakanlığı’nın 18 Mayıs 2012 tarihli ve 140 Nu. luaçıklamasında ise şu ifadeler yer almaktadır: ’’Basında çıkan haberlerden, GKRY’nin Kıbrıs Türklerinin haklarını görmezden gelerek açtığı ikinci petrol/doğal gaz arama/çıkarma ihalesine çoğu orta büyüklükte 15 uluslararası petrol şirketinin/konsorsiyumunun başvurduğu anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Bakanlığımız söz konusu ihale hakkında 15 Şubat 2012 tarihinde kapsamlı bir basın açıklaması yapmıştı. Bu açıklamada yer alan görüşlerimizi aynen muhafaza ediyoruz. Bu açıklamamızda da belirttiğimiz üzere, Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs Rumları gibi, Adanın kıta sahanlığının tamamındaki doğal kaynaklar üzerinde eşit ve ayrılmaz hakları vardır. Bu gerçeğin gözardı edilmesi Türkiye ve KKTC için kabul edilemez bir durumdur. Adadaki iki halk denizdeki doğal gaz ve petrol kaynaklarının nasıl kullanılacağına birlikte karar vermelidirler. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu’nun 24 Eylül 2011 tarihinde yaptığı bu yöndeki öneri geçerliliğini hala korumaktadır. Bu yaklaşım hilafına tek yanlı adımlar atılması, ancak gerginlik ortamı yaratacaktır. Ülkemiz Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini korumak için her türlü tedbiri almaya devam edecektir. Bu çerçevede ülkemiz KKTC Dışişleri Bakanlığı tarafından 17 Mayıs 2012 tarihinde yapılan açıklamayı kuvvetle desteklemektedir. GKRY’nin açtığı sözde ihaleye konu olan deniz alanlarının Ada’nın batısındaki bir bölümü Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığı alanı ile çakışmaktadır. Türkiye evvelce açıkladığı gibi, bu alanlarda hiçbir faaliyete müsaade etmeyecektir. Sözde ihaleye konu olan deniz alanlarının Ada’nın güneyindeki büyük bölümü ise KKTC’nin TPAO şirketine verdiği ruhsat sahaları ile çakışmaktadır. Uluslararası petrol şirketlerinin bu alanlarda ileride faaliyette bulunmaları, KKTC ve TPAO ile karşı karşıya gelmelerine ve arzu edilmeyen gerginliklerin ortaya çıkmasına sebep olabilecektir. Türkiye bu durumda evvelce açıkladığı gibi anavatan ve garantör ülke sorumluluğu içinde, KKTC’ye her türlü desteği verecektir. Dolayısıyla uluslararası petrol şirketlerinin tüm bu ihtilaflı sahalarda faaliyette bulunmalarının yaratacağı sakıncalar izahtan varestedir. Bu nedenle KKTC gibi biz de ilgili ülkeler ve petrol şirketlerini sağduyulu hareket etmeye ve özellikle Kıbrıs meselesi bakımından ihtilaflı olan bu deniz alanlarında faaliyet göstermemeye ve bahsekonu ihaleden çekilmeye davet ediyoruz. Bu uyarılarımıza rağmen sözkonusu şirketlerin Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayarak GKRY ile doğal gaz konusunda işbirliğine girmeleri bölgede gerginliğin ortaya çıkmasına sebebiyet verecek ve bunun sorumluluğu da sözkonusu şirketlerde olacaktır.

23 Mart ve 83 Nu. lu açıklama da ise şu görüşlere yer verilmiştir:’’Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Ada’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türk halkının doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını göz ardı ederek, içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle oluşturulacak dayanışma yatırım fonu veya bir başka borçlanma modelinde Ada’nın ortak doğal kaynaklarını teminat olarak gösterme düşüncesi, Ada’nın tek sahibi olduğu yanılsamasının bölgede yeni bir krize yol açabilecek tehlikeli bir tezahürüdür. KKTC Cumhurbaşkanlığı tarafından bu hususta 21 Mart 2013 tarihinde yapılan açıklamadaki görüşler paylaşılmaktadır. Türkiye gerek kendi kıta sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumakta, gerek Kıbrıs Türk tarafına verdiği desteği sürdürmekte kararlıdır.

Kıbrıs Türk tarafınca 24 Eylül 2011 ve 29 Eylül 2012’de iki kez ortak doğal kaynakların hakça paylaşımı için işbirliği çağrıları yapılmış, ancak bu çağrılara Rumlar tarafından bugüne kadar olumlu karşılık verilmemiştir. Rum tarafının bugün karşı karşıya bulunduğu ekonomik krizi yeni oldubittiler yaratmak için bir vesile olarak kullanması kabul edilemez. Bu bağlamda Türkiye’nin konuya ilişkin görüşlerini bir kez daha ortaya koymakta yarar görüyoruz: Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, Ada’da müzakere edilmiş bir çözüm istemektedir. Doğu Akdeniz ve Ada için Türkiye’nin vizyonu ortak refah, istikrar ve güvenliği hedeflemektedir. Siyasi ihtilaflar gibi ekonomik sorunlar da Ada’da barış, uzlaşı ve işbirliği ortamı yaratılarak aşılabilir. Ada’daki iki kurucu halk nasıl bir gelecek istediklerine birlikte karar vermeli ve Anavatanların da iştirakiyle yeni bir düzen inşa etmelidir. Bunun için artık kaybedecek vakit yoktur. Türk tarafı bir an önce ortak refah ve güvenlik anlayışıyla derhal müzakerelere başlanmasını beklemektedir. Karşı karşıya bulunulan sorunun bir krize yol açması tercihimiz değildir. Bunun barış ve kalıcı çözüm için yeni bir fırsat ve başlangıç teşkil etmesi gerektiğine samimiyetle inanıyoruz. Kıbrıslı Türkler, Ada’da hiçbir zaman bir Rum devletinde azınlık olmayacaklardır. Buna Türkiye hiçbir şekilde izin vermeyecektir. Ancak Türkiye Ada’daki iki halkın tercihlerine de saygı gösterecektir. Bu tercih, yeni bir ortaklık inşa edilmesi yönünde olabileceği gibi -ki bunun parametreleri bellidir- şayet Kıbrıslı Rumlar Ada’nın güneyindeki doğal kaynaklar üzerinde tek yanlı tasarrufta bulunacaklarsa ve Kıbrıslı Türklerle ortaklığı arzu etmiyorlarsa, iki devletli bir çözümün müzakeresi doğrultusunda da olabilir. Çözümden önce Ada’nın doğal kaynakları üzerinde tasarrufta bulunmanın tek yolu ise Kıbrıs Türk tarafının 2011 ve 2012’deki önerileri doğrultusunda, BM Genel Sekreteri’nin gözetimi altında bir anlaşma yapılması ve böylece doğal kaynakların paylaşımı konusunda Kıbrıslı Türklerin rızalarının açık olarak alınmasından geçmektedir. Türkiye ve Kıbrıslı Türkler bu anlayışla Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlarla birlikte çalışmaya hazırdır.’’

   Türkiye’nin bu barıştan ve insan haklarından yana görüşü, tutumu ve siyasi tavrı hiçbir zaman ürkeklik olarak yorumlanmamalıdır. Karşı tarafların da barış içinde meseleye yaklaşımları ile mesele kendiliğinden çözülebilir. ABD, AB ve demokrasinin beşiği sayılan Atina’nın torunları da halklara demokrasi, özgürlük ve hayat hakkı vereceklerse Kıbrıs’ta sadece Rum’ların yaşadığını dikkate alan politikalar belirlememelidirler. Türk halkı, hukukun üstünlüğünü, milli devlet ve güçlü iktidar ile güçlü orduyu kendisini koruyan güçler olarak görmektedir. Türkiye, Irak, Suriye, Mısır, Libya ve Tunus’taki olaylara bahar havası verilerek başlatılan ve halklara özgürlük verilmesi sloganı ile çıkılan yoldaki ana fikrin bölgedeki enerji kaynaklarını ele geçirmek olduğu artık açıkça su yüzüne çıkmıştır. Bu hadisenin adı aslında ENERJİ TERÖRÜ ’dür. Diğer taraftan Doğu Akdeniz’deki bu petrol ve doğalgaz kaynaklarına başta ABD, Rusya ve AB’nin sahip ve hâkim olmak istemesinin en önemli sebebi Akdeniz’intamamen kontrol altına alınması düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Zira Akdeniz’e hâkim olan Türkiye üzerinden Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya, Mısır Süveyş Kanalı üzerinden Kızıldeniz, Pasifik Okyanusu ve Güney Asya’ya ulaşma ve hâkim olma imkânları daha kolay gerçekleşecektir. Bu coğrafyada yaşanan ve artık esrarengiz olmayan olaylar Türkiye’nin hür ve müstakil yaşaması için halkın eskisinden daha fazla kenetlenmesi gerektiğini bizlere göstermiyor mu? Doğu Akdeniz’deki oyunlar Adalar Denizi ve 12 Ada meselesinde de karşımıza aynı şekilde çıkabilir. Türkiye iktisadi ve siyasi bakımdan zayıfladığı an bu meseleler temcit pilavı gibi gündeme getirilmektedir. Türk Devleti dış politikada uluslararası hukuka uygun bir şekilde hamleye hamle yaparak milletinin haklarını korumak mecburiyetindedir. Toplumun bu şekilde bilinçlendirilmesi yanlış mıdır?


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2014/12/17/7927/dogu-akdenizde-paylasilamayan-kaynaklar