3 Mart 2017 Cuma

Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar


Doğu Akdeniz’de Paylaşılamayan Kaynaklar


Yazar: Muhittin Ziya Gözler,


Doğu-batı uzunluğu yaklaşık 4000 km, kuzey-güney genişliği de tahminen 750 km, yüzölçümü 2,9 milyon km2, ortalama derinliği de 1400 metre olan Akdeniz, Tunus’un Bon Burnu ile Sicilya Adası ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hatta göre Doğu ve Batı Akdeniz olarak iki bölgeye ayrılmıştır.Mısır, Fenike, Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı medeniyetlerinin yüzyıllarca hüküm sürdüğü, Venedik ve Ceneviz’lerinseferler yaptığı bu iç denizde son dönemlerde neler cereyan etmektedir? Ortadoğu’da sözde din, mezhep ve toprak savaşlarının yaşandığı, devam ettiği bu medeniyetler denizinde,Ortadoğu karasında olduğu gibi çıkar kavgaları hüküm sürmektedir. Bu çıkar, enerji yataklarına sahip olarak Ortadoğu (Mezopotamya-Bereketli Hilal) ve Doğu Akdeniz’e hâkim olmak meselesidir.Doğu Akdeniz’e sınırı olan Türkiye, Suriye, Lübnan, Filistin (Gazze), İsrail, Ürdün, Kıbrıs ve Mısır son dönemde akıbeti meçhul bir kavganın içine itilmişlerdir. Doğu Akdeniz’in Süveyş Kanalı ile Asya’ya açıldığını da unutmamak gerekir. Dünya ticaretinin %30’u, Avrupa’nın petrol ihtiyacının %70’i Akdeniz üzerinden yapılmaktadır.Süveyş Kanalı ve Sumed boru hattı ile de günde toplam 4,5 milyon varil ham ve işlenmiş petrol taşınmaktadır.

Ülkeyi yönetenlerin hemen her konuda olduğu gibi ülkenin bağımsızlığını ilgilendiren konularda daha bir özenle ve dikkatle bilime ve bilim adamlarının fikirlerine, önerilerine uygun hareket etmeleri gerekmektedir. Türkiye’nin ve milletin menfaatleri söz konusu olduğunda karşı ülkenin ne soyu, ne dini, ne de gücüne karşı zayıflık gösterilmemelidir. Bilim ve uluslararası kurallar neyi öngörüyorsa ona göre hareket edilmelidir. İşte Akdeniz ve Adalar Denizi’nde Türk Devleti’nin hakları ve Marmara Denizi ile ülkenin bütününde etkili olan depremler konusunda Jeoloji ve Jeofizik bilimine ve bu konuda ciddi çalışmalar yapan bilim adamlarının görüşlerine itibar edilmelidir.

Deniz Hukuku

Doğu Akdeniz’e sınırı olan ülkelerin mevcut petrol ve doğalgaz yatakları üzerinde hak iddia ederek meseleyi bir kan davası haline çevirmelerinin yanlış olduğunu ve dünyayı bir krize sürüklememeleri için uymak mecburiyetinde oldukları uluslararası hukuk kurallarına kısaca değinerek konuyu açıklamaya çalışalım. Denizlere sahildar olan tüm ülkeler Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (BMDHS) uymak mecburiyetindedirler. Deniz Hukuku konusunda 1958 Cenevre Deniz Hukuku Sözleşmesi; Açık Deniz, Kara Suları Bitişik Bölge ve Kıta Sahanlığı, Balıkçılık ve Açık Deniz Canlı Kaynakları’nın Korunması Sözleşmeleri’nden meydana gelmiştir. Türkiye bu sözleşmeyi kabul etmemiştir. 1960 yılında Cenevre’de toplanan BM İkinci Deniz Hukuku Konferansı’nda karasularının genişliği konusu ele alınmış ama karara bağlanmadan konferans sona ermiştir. Ne var ki, geçen zaman içinde uluslararası ilişkiler, bilimsel ve teknolojik konulardaki gelişmeler, denizlerdeki kaynaklarla ilgili olarak hak talepleri, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kavramları ve deniz hukukundaki yeni düzenleme istekleri karşısında III. BMDH Konferansı yapılmış ve yeni bir sözleşme ortaya konmuştur. Bu sözleşme 10 Aralık 1982’de imzaya açılmış ve 119 devlet tarafından imzalanmıştır. Bu sözleşmede yer alan bazı maddeler aynen şöyledir:‘’Madde 3/ Karasularının genişliği: Her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu Sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez. Madde 55/ Münhasır ekonomik bölgenin özel hukuki rejimi:Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) karasularının ötesinde ve bu sulara bitişik bir bölge olup işbu kısımda belirlenen özel hukuki rejime tabidir ve rejim gereği sahildar devletin hakları ve yetkileri ile diğer devletlerin hakları ve serbestlikleri işbu Sözleşmenin ilgili maddeleriyle düzenlenmiştir.Madde 56/ Münhasır ekonomik bölgede sahildar devletlerin hakları, yetkisi veya yükümlükleri:1. Münhasır ekonomik bölgede sahildar devletin aşağıdaki hak, yetki ve yükümlülükleri vardır.a) Deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, işletilmesi muhafazası ve yönetimi konuları ile aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgârlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar.b) İşbu Sözleşmenin ilgili hükümlerine uygun olarak;suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma;denize ilişkin bilimsel araştırma yapma;  deniz çevresinin korunması ve muhafazası; konularına ilişkin yetki.c) İşbu sözleşmede öngörülen diğer hak ve yükümlülükler.2. Münhasır ekonomik bölgede sahildar devlet, işbu Sözleşme uyarınca haklarını kullanırken ve yükümlülüklerini yerine getirirken, diğer devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini gerektiğişekilde göz önünde bulunduracak ve işbu Sözleşme hükümleriyle bağdaşacak biçimde hareket edecektir.3. İşbu maddede deniz yatağına ve bunların toprak altına ilişkin olarak belirtilen haklar, VI Kısma uygun olarak kullanılacaktır.Madde 57/ Münhasır ekonomik bölgenin genişliği:Münhasır ekonomik bölge, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milinin ötesine uzanmayacaktır.Madde 76 Kıta sahanlığının tanımı: 1- Sahildar bir devletin kıta sahanlığı, karasularının ötesinde kıta kenarının dışeşiğine kadar veya bu eşik daha az bir mesafede ise, karasularının ölçülmeyebaşlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye olan kısımda, bu devletinkara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarının deniz yatağı vetoprak altlarını içerir.2- Kıta sahanlığı 4. ila 6. paragraflarda öngörülen sınırların ötesineuzamayacaktır.3- Kıta kenarı sahildar devletin toprak kitlesinin su altındaki uzantısıdır; kıta kenarı, kıta sahanlığının, yamacının ve yüksekliğinin deniz yatağı ve toprak altından oluşur. Kıta kenarı ne sıradağları ile birlikte derin okyanus tabanlarını ve ne debunların toprak altlarını içerir.Madde 77/ Kıta sahanlığı üzerinde sahildar devletin hakları: 1- Sahildar devlet, kıta sahanlığı üzerinde araştırmada bulunmak ve buranın doğal kaynaklarını işletmek amacı ile egemen haklar kullanır. 2- 1. paragrafta öngörülen haklar şu anlamda münhasırdır ki, sahildar devlet kıta sahanlığında araştırmada bulunmadığı veya buranın doğal kaynaklarını işletmediği takdirde hiç kimse, sahildar devletin açık rızası olmadan bu çeşit faaliyetlere girişemez.’’



Türkiye bu sözleşmeyi de karasularının genişliği ve deniz hukuku anlaşmazlıklarında mahkemelerle ilgili düzenlemelerden dolayı imzalamamıştır. Aslında ‘’DENİZLER KANUNU’’ olarak kabul edilmesi gereken BMDHS ne yazık ki, ABD, Rusya, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve Japonya tarafından kendi haklarının ihlali şeklinde yorumlanmıştır. Bu sözleşmenin deniz ve okyanuslara sahildar gelişmekte olan ülkelerin haklarını daha çok gözettiği ileri sürülmüş ve sözleşmenin XI. Kısmının uygulamasına yönelik olarak 1994’de Uygulama Anlaşması gündeme getirilmiştir. Diğer taraftan ülkeler arasındaki uyuşmazlıkların nasıl çözüleceği konusu BMDHS’nin 280,281 ve 287. Maddelerinde belirtilmiştir. Mesela 287. Maddede uyuşmazlık yerleri şöyle belirtilmiştir: ’’EK VI’e göre kurulmuş olan Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı,  EK VII uyarınca oluşturulan Ad Hoc Tahkim Divanı, EK VIII’de belirtilen uyuşmazlık kategorilerinden bir veya daha fazlası için EK VIII hükümleri uyarınca oluşturulan özel Tahkim Divanı.’’

Akdeniz’in Jeolojik Yapısı ve Hidrokarbon İmkânları

Doğu Akdeniz’in jeolojik özelliklerini kısaca anlatarak bu denizin hidrokarbon yatakları bakımından zengin olup olmadığını açıklamaya çalışalım. Permiyen döneminde (290 milyon yıl önce) yerküremiz Pangea adı verilen tek bir kara parçası ile Pantalassa denilen bir okyanustan ibaretti. Daha sonraki milyonlarca yıllarda Pangea parçalanarak Lavrasya ve Gondvana kıtaları ve aralarında Tetis Okyanus’u meydana gelmiştir. Daha sonra bu kıtalar da parçalanmış, 65 yıl önce Atlantik Okyanus’u açılmış ve Akdeniz bugünkü halini almaya başlamıştır. Doğu Akdeniz’in güncel tektoniği doğrudan Afrika ve Avrasya levhalarının çarpışmasıyla ilgilidir.Doğu Akdeniz Havzası’ndaki tektonik hatlar Kıbrıs-Ege Yayı, Anaximander ve Eratostenes deniz altı yükselimleri, Nil Deltası, Herodot,  Leviathan (Levant) Havzaları ve kuzeyde Antalya-Mersin-İskenderun Havzalarıdır. Doğu Akdeniz Havzası, Neotetis’in bir parçasıdır. Bu havza mevcut yapısını Geç Miyosen sonrasındaki deniz seviyesinin yükselimi ile kazanmıştır. Prof. Dr. A.Okay havzanın jeolojik ve tektonik yapısını şöyle özetlemiştir. ’’1.Doğu Akdeniz’in güneyinde yer alan Levant ve Herodot havzalarının altında muhtemelen okyanusal bir kabuk yer alır. 2. Doğu Akdeniz okyanusal litosferi Triyas veya Jura yaştadır veNeo-Tetis okyanusunun bir parçasını oluşturur.3. Doğu Akdeniz Sırtı, Doğu Akdeniz okyanusal litosferinin kuzeye doğru yitilmesi sürecinde oluşmuş devhasal bir eklenir prizmadır. 4. Kıbrıs’ta Beşparmak Dağları Toroslar’ın güney ucunu, MesoryaHavzası bir “yay-önü” havzayı, Trodos ise Kretase yaşta bir Tetis ofiyolitini temsil eder. 5. Kıbrıs, Anadolu ile Afrika levha sınırının hemen kuzeyinde Anadolu levhası içinde yer alır. Levha sınırı transform ve dalmabatma tipindedir. 6. Kıbrıs güneyde Eratostenes denizaltı adası ile çarpışmaktadır.’’



Bu havzada hidrokarbon kaynakları konusunda Prof. Dr. A. Ercan’ın fikirleri şöyledir: ’’Doğu Akdeniz’e bakınca, Güney Ege Yayı (Mora-Girit-Rodos-Fethiye boyu) güneyi ile Kıbrıs Yayı güneyi, kuzeydeki (Kıbrıs-Türkiye arası) yay ardına göre daha umutludur. Dalma-batma kuşakları boyunca benzer oluşumlara bakılınca, en bol yeryağı (petrol) olabilecek yerler, Girit ile Mısır-Tunus-Libya arası, Kıbrıs güneyi ile Mısır-İsrail-Lübnan arasıdır. Anadolu kıyılarıyla Kuzey Kıbrıs arasındaki alanlar yay ardı olması nedeniyle göreceli olarak yeryağı için az verimli ya da kısırdır. Kıbrıs dolayında yeryağı için uygun olan kesimler, kuzeyde, Kıbrıs-Anamur-Mersin arasında Mersin çanağı, Karpaz dağları ile Hatay-Suriye arasında Latakya-İskenderun çanağı, batı Kıbrıs’la Antalya koyu arasında Antalya çanağı, Kıbrıs’ın batısında Teke Derin Deniz Çanağı, Kıbrıs’ın orta güneyinde Baf Çanağı, doğusunda Levant çanağı ve Mısır-Kıbrıs arasında Nil Çatalağzı Çanağıdır.’’

Doğu Akdeniz’de bulunan kıtasal çökeller  (I. ve II. zamana ait) içinde bulunan hidrokarbonlu bileşikler çökelmekte olan genç tortul tabakaların içine göç etmişlerdir. Daha sonra çökelen tuz tabakaları petrolün yüzeye ulaşmasını engellemiştir. Bu tabakalar Kuzey Afrika, İran ve Irak’taki tabakalarla aynı özelliklere sahiptir. Havzada halen devam etmekte olan bir tektonik hareketlik mevcuttur. Netice olarak Levant, Nil ve Herodot Havzaları ikinci zamanda tektonik bir deformasyon uğramış pasif kıta kenarları olarak ifade edilmektedir. Adana-Mersin-Antalya, İskenderun-Lazkiye ve Mesarya-Güzelyurt Havzaları da hidrokarbon oluşumuna uygun havzalar olarak kabul edilmektedir. Herodot Havzası’nda Oligosen, Miyosen, Pliyosen ve Pleyistosen kumtaşlarında, Levant Havzası’nda Orta Miyosen, Erken Pliyosen yaşlı şeyller ve kumtaşları içinde hidrokarbon kaynaklarına rastlanmıştır.Yapılan çalışmalar neticesinde Levant, Herodot ve Nil Deltası’nda şimdilik belirlenen toplam doğalgaz miktarı 13,2 trilyon m3,LNG (sıvılaşmış doğalgaz) 9 trilyon m3, petrol ise 3,5 milyar varildir.(Harita.1)

İsrail’in Tamar Sahası’nda 2009 yılında Noble Enerji’nin yaptığı çalışmalar neticesinde 235 milyar m3 doğalgaz rezervi bulduğu bilinmektedir. 2010 yılında Levant Sahası’nda 450 milyar m3 doğalgaz bulduğunu ayni şirket açıklamıştır(İsrail’in yıllık doğalgaz ihtiyacı 5 milyar m3 civarındadır).USGS’in raporlarında Levant Havzası’nda 1,7 milyar varil kurtarılabilir petrol ve 3,5 trilyon m3 (122 trilyon feet küp) kurtarılabilir doğalgaz bulunmaktadır. Nil Deltası’nda 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon m3 (223 trilyon feet küp) doğalgaz, Herodot Sahası’nda 3,5 trilyon m3 doğalgaz, ayrıca Levant’ da 3 trilyon m3, Nil Deltası’nda 6 trilyon m3 LNG bulunmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 17 Şubat 2003’de Mısır, 17 Ocak 2007’de Lübnanve 17 Aralık 2010’da İsrail ile MEB anlaşmaları imzalamıştır (Lübnan Parlamentosu anlaşmaya izin vermemiştir). 26 Ocak 2007’de GKRY Kıbrıs Adası’nın güneyinde 13 adet petrol arama ruhsatı belirlemiş (H.2)(yaklaşık 70.000 km2) ve 12 numaralı sahada (Afrodit Sahası) 24 Ekim 2008 tarihinde merkezi Teksas’ta bulunan ABD’li Noble Enerji şirketine sismik ve sondaj çalışmaları yapması için gereken izinler verilmiştir. (H.3)Bu sahalardan 1-4-5-6-7 nu. lu ruhsat alanları Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı alanları ile de çakışmaktadır. (H.4)Sondaj faaliyetleri sonrası bu sahada 200 milyar m3 doğalgaz bulunmuştur (GKR kesiminin yıllık doğalgaz ihtiyacı 1 milyar m3 civarındadır). GKRY’nin KKTC ve Türkiye ile hiçbir şekilde Doğu Akdeniz’deki kaynaklarla ilgili olarak görüşmelerde bulunmaması uluslararası deniz hukukuna tamamen aykırıdır. Ne var ki, durumun böyle olduğunu bilen batılı ülkelerde kendi menfaatleri için bu hukuksuzluğa göz yummuşlardır. 22 Eylül 2011’de KKTC Bakanlar Kurulu Akdeniz’de TPAO’na arama ruhsatı vererek bu bölgede kendi hakları olduğunu ilan etmiştir. 26 Eylül 2011’de Piri Reis Gemisi ruhsat alanlarında sismik faaliyetlere başlamıştır. 2 Kasım 2011’de de KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanlığı ile TPAO arasında ’’Petrol Sahası Hizmetleri ve Ürün Paylaşımı’’ sözleşmesi imzalanmıştır. İşte bu girişimlerden sonra TPAO ile Shell arasında ruhsat alanları ile ilgilişu anlaşma yapılmıştır. ’’Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ile Shell Upstream Turkey BV arasında, 23 Kasım 2011 tarihinde, Akdeniz Bölgesi Antalya deniz alanlarındaki AR/TPO-XVI/4154, AR/TPO-XVI/4319 ve AR/TPO- XVI/4320 no’lu Arama ruhsat alanlarını kapsayan bir Ortak İşletme Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma kapsamında hisse oranları %50 TPAO, %50 Shell şeklinde olacaktır. Minimum İş Programı kapsamında, masrafları %100 Shell firması tarafından karşılanmak üzere yürütülecek sismik çalışma yer almaktadır. Bu yükümlülük 31 Aralık 2013 tarihine kadar tamamlanacaktır. 1 Ocak 2014 tarihinde başlayıp, 31 Aralık 2016 tarihinde sona erecek İkinci Arama Dönemi’ne geçildiği takdirde tüm masrafları Shell’e ait olmak üzere 1 kuyu açılacaktır. Shell, Minimum İş Programı kapsamındaki yükümlülüklerini garanti etmek amacıyla Teminat Mektubu verecek ve imza ikramiyesi ödeyecektir. Yukarıda bahsedilen Arama Dönemleri süresince, Operatör Shell olacaktır. Ancak, Birinci Arama Dönemi’nde gerçekleşecek sismik program süresince operatörlük görevi TPAO tarafından yürütülecektir. Anlaşma kapsamındaki üretim paylaşımı taraflarca belirlenen R-faktör mekanizmasına göre yapılacaktır. ‘’



Türkiye ve KKTC, MEB ve Kıta Sahanlığı konusunda GKRY, İsrail ve hatta Mısır’ın BMDHS’ni ihlal etmeleri karşısında artık pek pasif davranmamalıdır. Hamleye karşı hamle her zaman doğru bir davranıştır. GKRY’nin Mavi Marmara olayından sonra İsrail ile MEB anlaşması imzalaması manidar değil midir? Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları ırkçı siyasi anlayışlara alet edilmemelidir. Uluslararası hukukun öngördüğü ilkeler çerçevesinde mesele çözüme kavuşturulmalı, halklar savaş dikeninin üzerinde oturtulmamalıdır. Bu kaynakların paylaşımı ne kadar önemli ise kaynakların batıya taşınmaları da o kadar önemlidir. Kıbrıs açıklarına kurulacak doğalgaz platformları ve LNG terminallerinin maliyetlerinin çok yüksek olması ve de denizden boru hatlarıyla Yunanistan’a taşınmasının (tahminen 1000 km) maliyetlerinin yanı sıra teknik açıdan da problemli olması sebebiyle mümkün görülmemektedir. Kaynakların İsrail üzerinden Arap boru hatları vasıtasıyla iletilmesi ise bugün için dünya durdukça mümkün olmayan bir öneri olarak görülmektedir. İsrail’in MEB konusunda Lübnan ile anlaşmazlığı BM tarafından kısa zamanda çözülemeyecek gibi görülmektedir. İsrail’in aslında Filistin’e ait olan bu sahalardaki hidrokarbon kaynaklarını kaptırmamak için Filistin ve Gazze’ye şiddet uyguladığını bütün dünya bildiği halde ses çıkarmaması batının niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi ile zayıflatılmak istenmesi, Musri’nin 2003 yılında GKRY ile imzalanan MEB anlaşmasını 2013’de fesh etmesi, İsrail’in Mavi Marmara baskını ile Filistin’e baskılarını artırması ve bu baskın ile Türkiye’ye gözdağı verilmek istenmesinin altında iki önemli sebep vardır:1. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına sahip olmak, 2. Doğu Akdeniz’e hâkim olmak. Olaylar hangi yönde cereyan ederse etsin, Doğu Akdeniz petrol ve doğalgaz kaynaklarının eninde sonunda Türkiye üzerinden batıya taşınacağı unutulmamalıdır.

Doğu Akdeniz’in Önemi

   Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı D.Hristofyas’ın 26 Haziran 2012’de Kıbrıs Üniversitesinde yaptığı konuşma Rum’ların Kıbrıs’ı ve Doğu Akdeniz’deki kaynakları nasıl kendi malları gibi gördüklerini açıkça göstermektedir. ‘’ … Münhasır Ekonomik Bölgemizde doğalgaz bulunmasından sonra dünya enerji haritasında Kıbrıs'ın rolünün yükselmesi artık şüphe duyulmayan bir gerçektir. İkinci tur izinlere, aralarında Fransa, ABD, Rusya, Güney Kore, Malezya, İtalya ve Avustralya'nın bulunduğu 14 ülkeden 15 şirket ve ortaklığın yaptığı toplam 33 başvuru ile gösterilen yüksek uluslararası ilgi de bu durumun bir sonucudur. Hem ülkemizin büyük ve uzun yıllar sürecek ekonomik kalkınması açısından, hem de küresel enerji sisteminde ve Avrupa enerji pazarında oynayabileceğimiz rol açısından önümüzde yeni perspektifler açılmakta ve yeni bir dinamizm yaratılmaktadır. Yerli doğalgaz yatakları: Özünde Kıbrıs'ın ekonomik ve toplumsal kalkınmasının temel önkoşulu olan enerji açısından otonomluğuna katkıda bulunmaktadır.

Ülkemizin AB için yeni bir enerji kaynağını teşkil etmesini sağlayarak, ülkemizi büyük uluslararası petrol ve doğalgaz ağlarına sokmaktadır. Kıbrıs'ın bölgesel bir enerji merkezi olmasının önkoşullarını yaratmaktadır. Önümüzde açılan bu perspektiflerin doğru değerlendirilmesi için stratejik planlama ve iyi planlanmış adımlar gerekmektedir. Hükümet enerji politikasını şu üç boyuta yatırım yaparak çizmiştir: Ülkemizin jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik rolünün korunması. Avrupa'nın doğalgaz enerji ihtiyaçlarının karşılanması için üçüncü bir koridor yaratılarak Avrupa'nın enerji ikmalinin güvenliğinin arttırılması.  Enerji sistemimize doğalgazın ve Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının girmesiyle Kıbrıs'ın enerji sentezinin farklılaştırılması ve aşamalı olarak enerji konusunda kendine yeterli hale gelinmesi.

En yüksek hedefi, çevre bölgeden enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara gidişi için toplanması, işlenmesi, geçişini veya transit geçişini güçlendirilmesi için Kıbrıs’ın bölgesel bir enerji merkezi olarak güçlendirilmesini hedef alan bu enerji politikamızın hayata geçirilmesinin iki temel önkoşulu vardır: Gerekli enerji altyapılarının geliştirilmesi ve yeni kurumların yaratılması. Enerji altyapıları hem yerli hidrokarbon yataklarının değerlendirilmesi, hem de Doğu Akdeniz'de bulunan veya bulunması beklenen yatakların değerlendirilmesi için şarttır. Unutmayalım ki, ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi'nin değerlendirmelerine göre, güneydoğu Akdeniz'de bulunan Levantini havzası yaklaşık olarak 1,68 milyar varil petrol ve 122 trilyon ayak küp doğalgaz içermektedir. Anlıyorsunuz ki Doğu Akdeniz'deki deniz sahasında bulunan bugün tasdik edilmiş hidrokarbon yatakları ve gelecekteki hidrokarbon yatakları keşiflerinin bölgeyi temel bir enerji tedarikçisine dönüştürmesi mümkündür… Politikamızın hayata geçirilmesi yönünde önemli bir çalışma da Kıbrıs'a doğalgaz nakli için denizaltı boru hattının inşası ve elektrik enerjisi üretimi amacıyla kabloların denize yerleştirilmesi aracılığıyla Kıbrıs-Yunanistan-İsrail üçgeninin kurulmasıdır.’

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde Türk Devleti’nin resmi görüşleri şöyledir: ’’ Nu: 181, 5 Ağustos 2011, GKRY'nin Doğu Akdeniz'de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Hk. Uluslararası hukuk, yarı kapalı bir deniz olan Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı veya münhasır ekonomik bölge sınırlandırmalarının, ilgili ülkeler arasında ve tüm tarafların hak ve çıkarları gözetilerek, hakça yapılmasını amirdir. Bununla birlikte GKRY, uluslararası hukukun hilafına ve üçüncü tarafların haklarını ihlal ederek, 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki ülkelerle deniz yetki alanlarını sınırlandıran ikili anlaşmalar yapma gayretlerini sürdürmüş, ayrıca petrol/doğal gaz arama faaliyetlerinde bulunmuştur… Kıbrıs Adasının güneyinde önümüzdeki Ekim ayı başında fiilen sondaj çalışmalarına başlanılacağına yönelik son dönemde çıkan haberler ve yapılan resmi açıklamalar ışığında, bazı hususlara tekrar dikkat çekilmesinde fayda bulunmaktadır. Kıbrıs Rum tarafı tek yanlı olarak tüm Ada adına, Ada’nın bütününe ait olan doğal kaynaklar konusunda söz söyleme, girişim yapma ve/veya anlaşma imzalama hak ve yetkisine sahip değildir. Bu tür yasal dayanaktan yoksun faaliyetler, Ada’da ve bölgede gerginlik yaratmakta, kurucu halk olan Kıbrıs Türklerinin Ada’nın doğal kaynaklarından eşit şekilde yararlanma hakkına halel getirmekte, halen devam etmekte bulunan görüşmeler sürecine zarar vermektedir… Uluslararası toplumun, Kıbrıs Rum tarafının, Kıbrıs Türk tarafının Ada’nın doğal kaynaklarından eşit olarak faydalanma hakkını gasp etmeye yönelik bu girişimlerine prim vermemek için sorumlulukla hareket etmesi gerekmektedir.Uluslararası Güvenlik Formu Lefkoşa Direktörü Y.Leventis’in ‘’Sıcak Sularda Kontrolü Sağlamak: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Hidrokarbon Egemenliği Hedefleyen Tavrı’’ adlı makalesinin şöven bir zihniyeti apaçık yansıtmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na hakaret eden bu zatın makalesinin yayınlanması da başka bir zaaf değil midir? Küstah olan sizler değil misiniz? Küstah, şımarık ve korkaklarla bin yıldır mücadele ediyor bu devlet…’’…Kıbrıs’ın 12. Parselinin elli kilometre kadar ötesinde de Noble Energy’nin sondaj yapmakta olduğu, tahmini olarak on altı trilyon ayak küp gaz bulunduran İsrail’in zengin gaz alanı Leviathan yer alıyor. Kıbrıs-İsrail denizlerinin kesişme noktasındaki gaz rezervlerinin önemi İsrail Hükümet Başkanı’nın Lefkoşa’ya ilk kez yaptığı ziyarette vurgulandı. Benjamin Netanyahu,16 Şubat 2012 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bir günlük bir ziyarette bulundu. Bazı siyasi gözlemciler, Türk tehditleri karşısında henüz tomurcuklanmasına karşın hızla genişleyen bir savunma işbirliğinden de söz etseler de, Netanyahu’nun ana gündem maddesini enerji işbirliği oluşturuyordu..Birincisi, merkezi Teksas’ta bulunan Noble Energy, keşfi 2011 Kasım ayında duyurur duyurmaz, ABD Dışişleri Bakanlığı, genel anlamda daha geniş bir bölgede, özel olarak ise Kıbrıs’taki enerji konusuna verdiği önemin yansıması olarak Enerji Kaynakları Bürosunu (ENR) oluşturdu. Yeni kurulan ENR’nin bölgesel sorumlusu olan Karen Enstrom, Lefkoşa’daki ABD Büyükelçiliği’nde, ABD’nin enerji alanında Akdeniz, Güney Avrupa ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler konusundaki diplomatik ilişkilerle ilgili genel merkezini oluşturmakla görevlendirildi… Öte yandan Türkiye, ‘hidrokarbon hegemonu’ kılığında sadece inatla tanımamakta ısrar ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti değil, 1960’lara kadar dayanan nafile çabalarla katılmaya çalıştığı kulüp olan Avrupa Birliği’ne karşı da kışkırtıcı tehditler yayınlıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kıbrıs’a ‘yarım ülke’, AB’ye ise ‘sefil bir birlik’ diye hitap ediyor. Dil sürçmesi mi yoksa adayla ilgili değişmez Türk algısının samimi bir itirafı mı? Bunu Gül’ün bir dil sürçmesi olarak kabul etsek bile gerçeği yansıtıyor. Gül’ün yorumları, özellikle de Londra’daki resmi bir ziyaretin (23 Kasım 2011) sonunda dile getirildiği için, hiç de hayra alamet görünmüyor. Birleşik Krallık uzun zamandan beri Türklerin ‘sefil’ Avrupa Birliği’ne tam katılımının mükemmel savunucusu olagelmiştir. Neden acaba? AB’yi daha da sefil yapmak için mi? İngiliz Başbakanı David Cameron Kıbrıs cephesine yönelik herhangi bir demeç vermek yanında Gül’ün AB ile ilgili küstah ifadelerine karşılık vermekten ilginç bir şekilde kaçındı.’’

Ülkemiz ve KKTC bölgedeki meşru hak ve çıkarlarını korumak amacıyla uluslararası hukuka uygun şekilde bundan böyle de diplomatik ve siyasi kanallardan girişimlerini sürdüreceklerdir. Türkiye’nin ve KKTC’nin bu maksatla gereğine tevessül edeceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Beklentimiz kapsamlı çözüm görüşmelerinin sürdüğü bir ortamda görüşmeleri raydan çıkarabilecek, bölgede gerilimi yükseltebilecek, oldu-bittiler yaratmaya matuf tek yanlı girişimlerden önemle kaçınılmasıdır.’’

Dışişleri Bakanlığı’nın 18 Mayıs 2012 tarihli ve 140 Nu. luaçıklamasında ise şu ifadeler yer almaktadır: ’’Basında çıkan haberlerden, GKRY’nin Kıbrıs Türklerinin haklarını görmezden gelerek açtığı ikinci petrol/doğal gaz arama/çıkarma ihalesine çoğu orta büyüklükte 15 uluslararası petrol şirketinin/konsorsiyumunun başvurduğu anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Bakanlığımız söz konusu ihale hakkında 15 Şubat 2012 tarihinde kapsamlı bir basın açıklaması yapmıştı. Bu açıklamada yer alan görüşlerimizi aynen muhafaza ediyoruz. Bu açıklamamızda da belirttiğimiz üzere, Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs Rumları gibi, Adanın kıta sahanlığının tamamındaki doğal kaynaklar üzerinde eşit ve ayrılmaz hakları vardır. Bu gerçeğin gözardı edilmesi Türkiye ve KKTC için kabul edilemez bir durumdur. Adadaki iki halk denizdeki doğal gaz ve petrol kaynaklarının nasıl kullanılacağına birlikte karar vermelidirler. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu’nun 24 Eylül 2011 tarihinde yaptığı bu yöndeki öneri geçerliliğini hala korumaktadır. Bu yaklaşım hilafına tek yanlı adımlar atılması, ancak gerginlik ortamı yaratacaktır. Ülkemiz Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini korumak için her türlü tedbiri almaya devam edecektir. Bu çerçevede ülkemiz KKTC Dışişleri Bakanlığı tarafından 17 Mayıs 2012 tarihinde yapılan açıklamayı kuvvetle desteklemektedir. GKRY’nin açtığı sözde ihaleye konu olan deniz alanlarının Ada’nın batısındaki bir bölümü Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığı alanı ile çakışmaktadır. Türkiye evvelce açıkladığı gibi, bu alanlarda hiçbir faaliyete müsaade etmeyecektir. Sözde ihaleye konu olan deniz alanlarının Ada’nın güneyindeki büyük bölümü ise KKTC’nin TPAO şirketine verdiği ruhsat sahaları ile çakışmaktadır. Uluslararası petrol şirketlerinin bu alanlarda ileride faaliyette bulunmaları, KKTC ve TPAO ile karşı karşıya gelmelerine ve arzu edilmeyen gerginliklerin ortaya çıkmasına sebep olabilecektir. Türkiye bu durumda evvelce açıkladığı gibi anavatan ve garantör ülke sorumluluğu içinde, KKTC’ye her türlü desteği verecektir. Dolayısıyla uluslararası petrol şirketlerinin tüm bu ihtilaflı sahalarda faaliyette bulunmalarının yaratacağı sakıncalar izahtan varestedir. Bu nedenle KKTC gibi biz de ilgili ülkeler ve petrol şirketlerini sağduyulu hareket etmeye ve özellikle Kıbrıs meselesi bakımından ihtilaflı olan bu deniz alanlarında faaliyet göstermemeye ve bahsekonu ihaleden çekilmeye davet ediyoruz. Bu uyarılarımıza rağmen sözkonusu şirketlerin Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayarak GKRY ile doğal gaz konusunda işbirliğine girmeleri bölgede gerginliğin ortaya çıkmasına sebebiyet verecek ve bunun sorumluluğu da sözkonusu şirketlerde olacaktır.

23 Mart ve 83 Nu. lu açıklama da ise şu görüşlere yer verilmiştir:’’Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Ada’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türk halkının doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını göz ardı ederek, içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle oluşturulacak dayanışma yatırım fonu veya bir başka borçlanma modelinde Ada’nın ortak doğal kaynaklarını teminat olarak gösterme düşüncesi, Ada’nın tek sahibi olduğu yanılsamasının bölgede yeni bir krize yol açabilecek tehlikeli bir tezahürüdür. KKTC Cumhurbaşkanlığı tarafından bu hususta 21 Mart 2013 tarihinde yapılan açıklamadaki görüşler paylaşılmaktadır. Türkiye gerek kendi kıta sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumakta, gerek Kıbrıs Türk tarafına verdiği desteği sürdürmekte kararlıdır.

Kıbrıs Türk tarafınca 24 Eylül 2011 ve 29 Eylül 2012’de iki kez ortak doğal kaynakların hakça paylaşımı için işbirliği çağrıları yapılmış, ancak bu çağrılara Rumlar tarafından bugüne kadar olumlu karşılık verilmemiştir. Rum tarafının bugün karşı karşıya bulunduğu ekonomik krizi yeni oldubittiler yaratmak için bir vesile olarak kullanması kabul edilemez. Bu bağlamda Türkiye’nin konuya ilişkin görüşlerini bir kez daha ortaya koymakta yarar görüyoruz: Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, Ada’da müzakere edilmiş bir çözüm istemektedir. Doğu Akdeniz ve Ada için Türkiye’nin vizyonu ortak refah, istikrar ve güvenliği hedeflemektedir. Siyasi ihtilaflar gibi ekonomik sorunlar da Ada’da barış, uzlaşı ve işbirliği ortamı yaratılarak aşılabilir. Ada’daki iki kurucu halk nasıl bir gelecek istediklerine birlikte karar vermeli ve Anavatanların da iştirakiyle yeni bir düzen inşa etmelidir. Bunun için artık kaybedecek vakit yoktur. Türk tarafı bir an önce ortak refah ve güvenlik anlayışıyla derhal müzakerelere başlanmasını beklemektedir. Karşı karşıya bulunulan sorunun bir krize yol açması tercihimiz değildir. Bunun barış ve kalıcı çözüm için yeni bir fırsat ve başlangıç teşkil etmesi gerektiğine samimiyetle inanıyoruz. Kıbrıslı Türkler, Ada’da hiçbir zaman bir Rum devletinde azınlık olmayacaklardır. Buna Türkiye hiçbir şekilde izin vermeyecektir. Ancak Türkiye Ada’daki iki halkın tercihlerine de saygı gösterecektir. Bu tercih, yeni bir ortaklık inşa edilmesi yönünde olabileceği gibi -ki bunun parametreleri bellidir- şayet Kıbrıslı Rumlar Ada’nın güneyindeki doğal kaynaklar üzerinde tek yanlı tasarrufta bulunacaklarsa ve Kıbrıslı Türklerle ortaklığı arzu etmiyorlarsa, iki devletli bir çözümün müzakeresi doğrultusunda da olabilir. Çözümden önce Ada’nın doğal kaynakları üzerinde tasarrufta bulunmanın tek yolu ise Kıbrıs Türk tarafının 2011 ve 2012’deki önerileri doğrultusunda, BM Genel Sekreteri’nin gözetimi altında bir anlaşma yapılması ve böylece doğal kaynakların paylaşımı konusunda Kıbrıslı Türklerin rızalarının açık olarak alınmasından geçmektedir. Türkiye ve Kıbrıslı Türkler bu anlayışla Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlarla birlikte çalışmaya hazırdır.’’

   Türkiye’nin bu barıştan ve insan haklarından yana görüşü, tutumu ve siyasi tavrı hiçbir zaman ürkeklik olarak yorumlanmamalıdır. Karşı tarafların da barış içinde meseleye yaklaşımları ile mesele kendiliğinden çözülebilir. ABD, AB ve demokrasinin beşiği sayılan Atina’nın torunları da halklara demokrasi, özgürlük ve hayat hakkı vereceklerse Kıbrıs’ta sadece Rum’ların yaşadığını dikkate alan politikalar belirlememelidirler. Türk halkı, hukukun üstünlüğünü, milli devlet ve güçlü iktidar ile güçlü orduyu kendisini koruyan güçler olarak görmektedir. Türkiye, Irak, Suriye, Mısır, Libya ve Tunus’taki olaylara bahar havası verilerek başlatılan ve halklara özgürlük verilmesi sloganı ile çıkılan yoldaki ana fikrin bölgedeki enerji kaynaklarını ele geçirmek olduğu artık açıkça su yüzüne çıkmıştır. Bu hadisenin adı aslında ENERJİ TERÖRÜ ’dür. Diğer taraftan Doğu Akdeniz’deki bu petrol ve doğalgaz kaynaklarına başta ABD, Rusya ve AB’nin sahip ve hâkim olmak istemesinin en önemli sebebi Akdeniz’intamamen kontrol altına alınması düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Zira Akdeniz’e hâkim olan Türkiye üzerinden Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya, Mısır Süveyş Kanalı üzerinden Kızıldeniz, Pasifik Okyanusu ve Güney Asya’ya ulaşma ve hâkim olma imkânları daha kolay gerçekleşecektir. Bu coğrafyada yaşanan ve artık esrarengiz olmayan olaylar Türkiye’nin hür ve müstakil yaşaması için halkın eskisinden daha fazla kenetlenmesi gerektiğini bizlere göstermiyor mu? Doğu Akdeniz’deki oyunlar Adalar Denizi ve 12 Ada meselesinde de karşımıza aynı şekilde çıkabilir. Türkiye iktisadi ve siyasi bakımdan zayıfladığı an bu meseleler temcit pilavı gibi gündeme getirilmektedir. Türk Devleti dış politikada uluslararası hukuka uygun bir şekilde hamleye hamle yaparak milletinin haklarını korumak mecburiyetindedir. Toplumun bu şekilde bilinçlendirilmesi yanlış mıdır?


http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2014/12/17/7927/dogu-akdenizde-paylasilamayan-kaynaklar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder